118 62 50 MB
Turkish Pages 576 Year 1995
Yönetim İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi Bağlarbaşı, Kısıklı c a d d e s i 7
Üsküdar - 81180 İstanbul
T e l : (0 216) 341 07 92 (4 hat) Fax : (0 216) 334 95 88 MODEM : (0 216) 343 31 09
TÜRKİYE D İ Y A N E T VAKFI
AN StKLOPEDİSt
Cj ı
x
ü im* Jt
i
7
Jl AsEf
EYS - FIKHÜ'I-HADÎS
İstanbul 1995
© 1995
Her hakkı mahfuzdur. Yazı ve fotoğraflar kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
T Ü R K İ Y E D İ Y A N E T VAKFI
Sahibi Türkiye Diyanet Vakfı
İdare Meclisi Dr. TAYYAR ALTIKULAÇ Prof.Dr. İSMAİL E. ERÜNSAL Prof.Dr. HAYREDDİN KARAMAN Prof.Dr. BEKİR TOPALOĞLU Prof.Dr. M. SAİMYEPREM
Genel Sekreter Süleyman N. AKÇEŞME
INCELEME HEYET!
Prof.Dr. Bekir TOPALOĞLU (Başkan) Doç.Dr. A h m e t ÖZEL (Başkan Yardımcısı) Prof.Dr. Ö m e r Faruk AKÜN Dr. Tayyar ALTIKULAÇ Nihat AZAMAT Doç.Dr. Mustafa ÇAĞRICI Sargon ERDEM Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL Prof.Dr. Semavi EYİCE Prof.Dr. M. Yaşar KANDEMİR Prof.Dr. Hayreddin KARAMAN Prof.Dr. M a h m u t KAYA Prof.Dr. Abdülkerim ÖZAYDIN Prof.Dr. A h m e t TOPALOĞLU Prof.Dr. Metin TUNCEL Doç.Dr. Mustafa UZUN
M a d d e T e s b i t v e İç Kontrol
Fuat GÜNEL Kasım KIRBIYIK
TEKNİK REDAKSİYON SORUMLUSU Sekreter İmlâ
Prof.Dr. A h m e t TOPALOĞLU Doç.Dr. Metin YURDAGÜR Isa KAYAALP Prof.Dr. Mustafa ÖZKAN Doç.Dr. M u h a m m e t YELTEN
Teknik Kontrol
Doç.Dr. H a s a n AKSOY Dr. Azmi BİLGİN
Bibliyografya
Dr. M e h m e t AYKAÇ İsmail ÖZBİLGİN R e c e p USLU
İndeksleme
Doç.Dr. Metin YURDAGÜR
YAYİN M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü Dizgi
Ahmet YILMAZ (Müdür) Nedim GÜNEY (Şef) Süleyman ÖZEL Yılmaz SAMANCI
Tashih
Hüseyin Hilmi KURTULMUŞ (Şef) Mehmet GÜNYÜZLÜ Osman SEVİM Abdülkadir ŞENEL
Resimleme
Enis KARAKAYA / M . A . (Şef) Ahmet AKMAN Doç.Dr. Hüsamettin AKSU Dr. Nebi BOZKURT Haluk KARGI / M . A .
Çizim BİLGİ İŞLEM SORUMLUSU Operatörler
Oğuz KALLEK Prof.Dr. M. Saim YEPREM Mustafa AFACAN Ender BOZTÜRK Sema DOĞAN Mustafa DURSUN Hüseyin KARAER Sebile KURTULDU Coşkun YILDIRIMTÜRK
KÜTÜPHANE ve DOKÜMANTASYON SORUMLUSU
Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL
KÜTÜPHANE ve DOKÜMANTASYON M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü Kütüphane
Ayhan AYKUT (Müdür) Recep YILMAZ (Şef) Meliha ÇETİNÖZ Nuray FİLİZ Nâgihan KOÇ Salih SANDAL Nedret TOPÇU Çetin TÜYLÜ Mehmet YILMAZ Ali Yücel YÜRÜK
Satın Alma
Cemil Cahit CAN (Şef) Ekrem ARSLAN
Süreli Yayınlar ve M ü b â d e l e
Selahattin ÖZTÜRK (Şef) Ş. Bilâl ÇAVUŞOĞLU Ali SAVRAN
Dokümantasyon
M. Birol ÜLKER (Şef) Cemal TOKSOY
SİPARİŞ ve TAKİP M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü
Ferman KARAÇAM (Müdür) Sabahattin YENİCE (Şef) Levent AKÇALAR Metin ALTINOK Ş. Memduh GÜZELER
MUHASEBE MUDURLUGU
Erdal İŞCAN (Müdür) Savaş DEMİRAY (Şef) Atalay ALPTEKİ Bilal SALMAN Mehmet ŞEVİK Sema TEKİN
PERSONEL ve İDARÎ İŞLER M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü
Yakup KAHRAMAN (Müdür) M. Hanefi DİLMAÇ Aysel YALÇIN
DAĞITIM ve PAZARLAMA
DİVANTAŞ Yılmaz AYDOĞDU (Genel Müdür) Yüksel DUTĞUN (Malî ve İdarî İşler Müdürü) Abdurrahman TAŞKALE (Satın Alma ve Teknik İşler Müdürü)
MERKEZ İLİM v e REDAKSİYON HEYETLERİ ÜYELERİ Cemil AKPINAR (İlimler Tarihi)
Prof.Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Prof.Dr. Abdülkerim ÖZAYDIN (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)
Doç.Dr. Hasan AKSOY (Türk Dili ve Edebiyatı)
Fuat GÜNEL (Dinler Tarihi)
Prof.Dr. Abdülkadir ÖZCAN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Prof.Dr. Ömer Faruk AKÜN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. Yusuf HALAÇOĞLU (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Dr. Azmi ÖZCAN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Nurettin ALBAYRAK (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. Ömer Faruk HARMAN (Dinler Tarihi)
Y.Doç.Dr. Nuri ÖZCAN (İslâm Sanatları/Mûsiki)
Dr. Tayyar ALTIKULAÇ (Tefsir)
Prof.Dr. Ekmeleddin İHSANOĞLU (İlimler Tarihi)
Doç.Dr. Ahmet ÖZEL (Fıkıh)
Dr. Harun ANAY (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Prof.Dr. Mehmet İPŞİRLİ (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Prof.Dr. M. Akif AYDIN (Fıkıh)
Alim KAHRAMAN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Dr. Muhammed ARUÇİ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Dr. Cengiz KALLEK (Fıkıh)
Doç.Dr. Halis AYHAN (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Prof.Dr. M. Yaşar KANDEMİR (Hadis)
Dr. Mehmet AYKAÇ (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)
Prof.Dr. Mustafa KARA (Tasavvuf)
Nihat AZAMAT (Tasavvuf)
Prof.Dr. Hayreddin KARAMAN (Fıkıh)
Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU (Fıkıh)
Prof.Dr. Mahmut KAYA (İlimler Tarihi, İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Doç.Dr. Mustafa L. BİLGE (İslâm Ülkeleri Coğrafyası)
Dr. Sait ÖZERVARLI (Kelâm ve Mezhepler Tarihi) Prof.Dr. Mustafa ÖZKAN (Türk Dili ve Edebiyatı) Dr. Mehmet Ali SARI (Tefsir) Doç.Dr. Muhittin SERİN (İslâm Sanatları/Hat) Prof.Dr. Ahmet TOPALOĞLU (Türk Dili ve Edebiyatı) Prof.Dr. Bekir TOPALOĞLU (Kelâm ve Mezhepler Tarihi) Doç.Dr. Tevfik Rüştü TOPUZOĞLU (Arap Dili ve Edebiyatı)
Doç.Dr. Hulusi KILIÇ (Arap Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. Metin TUNCEL (İslâm Ülkeleri Coğrafyası)
Dr. Ferhat KOCA (Fıkıh)
Y.Doç.Dr. Zülfikar TÜCCAR (Arap Dili ve Edebiyatı)
Dr. Ali KÖSE (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Doç.Dr. Abdullah UÇMAN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Doç.Dr. İsmail DURMUŞ (Arap Dili ve Edebiyatı)
Rıza KURTULUŞ (İslâm Ülkeleri Coğrafyası, Fars Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. Süleyman ULUDAĞ (Tasavvuf)
Prof.Dr. Feridun EMECEN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Prof.Dr. Günay KUT (Türk Dili ve Edebiyatı)
Sargon ERDEM (İslâm Sanatları/Müteferrik)
Y.Doç.Dr. İlhan KUTLU ER (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Dr. İlyas ÜZÜM (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Y.Doç.Dr. Muhammed EROĞLU (Tefsir)
Prof.Dr. Cevdet KÜÇÜK (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Doç.Dr. Yusuf Şevki YAVUZ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. M. Orhan O KAY (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. Tahsin YAZICI (Fars Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. Semavi EYİCE (İslâm Sanatları/Mimari)
Dr. Salim ÖĞÜT (Fıkıh)
Prof.Dr. M. Saim YEPREM (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Prof.Dr. Mustafa FAYDA (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)
Doç.Dr. Mustafa ÖZ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Doç.Dr. Metin YURDAGÜR (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Doç.Dr. İdris BOSTAN (İslâm Ülkeleri Coğrafyası) Dr. Ş. Tufan BUZPINAR (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Doç.Dr. Mustafa ÇAĞRICI (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Doç.Dr. Mustafa UZUN (Türk Dili ve Edebiyatı)
GENEL KISALTMALAR a.e. a.g.e. AK Akk. Alm. a.mlf. Arm. Ar. aş.bk. AÜ a.y. AY b. BA bibi. bk. bl. bs. c. çz. d. der. DİE
DTCF
EAÜİF
ed. Ed. Fak. EÜ Evr. Far. fas. Fr. FY Gr. h. hak. haz.
: :
Aynı eser Adı geçen eser Arazi Kanunnâmesi Akkadca Almanca Aynı müellif Ârâmîce Arapça Aşağıya bakınız Ankara Üniversitesi Aynı yer Arapça Yazmalar Bin, İbn Başbakanlık Osmanlı Arşivi Bibliyografya Bakınız Bölüm Basım, baskı, tab' Cilt Çizim Doğum, doğumu Derleyen, derleme Devlet İstatistik Enstitüsü Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Editör Edebiyat Fakültesi Erciyes Üniversitesi Evrak (Arşiv) Farsça Fasikül Fransızca Farsça Yazmalar Grekçe Hicrî Hakkında Hazırlayan
hk. hş.
:
Hz. İbr. İng. İSAM
: : : :
İsp. İÜ k. Kar. krş. Ks. Ktp. Lat. İv. m. md. m.ö. m.s. MS MÜ MÜİF
nr. nşr. Or. ö. PPTT
r. rs. Rus. s. salt. s.nşr. St. str. Sum. SÜ
Hüküm (Arşiv) Hicrîşemsî Hazreti İbrânîce İngilizce İslâm Araştırmaları Merkezi İspanyolca İstanbul Üniversitesi Kitap Karton (Arşiv) Karşılaştırınız Kısım (Arşiv) Kütüphane, kütüphanesi Latince Levha Milâdî Madde Milâttan önce Milâttan sonra Manuscript Marmara Üniversitesi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Numara Neşreden (Tahkik eden) Oriental Ölümü, ölüm tarihi Paragraf Posta Telefon Telgraf Rûmî Resim Rusça Sayfa Saltanat yılları sadeleştirilmiş neşir Saint Satır Sumerce Selçuk Üniversitesi
sy.
:
ŞŞT tah. TBMM
: : : :
TC
:
TDK Tİ EM TMK trc. TRT
ts. TSM TSMA
TSMK
TTK tür. yer. TY UÜ vb. vd. v.dğr.
VGMA
vr. yyk.bk. Zrf. — .
17.. ...
— . . .
*
:
Sayı Şehinşahî Türkçe Tahminî Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti Türk Dil Kurumu Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Türk Medenî Kanunu Tercüme, tercüme eden Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Tarihsiz Topkapı Sarayı Müzesi Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türk Tarih Kurumu Türlü yerde, birçok yerde Türkçe Yazmalar Uludağ Üniversitesi Ve benzeri Ve devamı Ve diğerleri, diğer nâşir veya nâşirler Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi Varak Yıl Yukarıya bakınız Zarf (Arşiv) .... baskısından ofset yayımı devam ediyor Önce/ sonra (yayım yeri) İki yerde yayımlanıyor Madde başı
BİBLİYOGRAFYA KISALTMALARI Adıvar, Osmanlı
Abdülhay b. Fahreddin b. Abdülali el-Hasenî, fiüzhetü'l-hauâtır ve behcetü'l-mesâmi c ue'n-neuâzır(nşt. Ebü'l-Hasan Ali en-Nedvî), I-VIII, Haydarâbâd 1350-90/1931-70.
A b d ü l h a k A d n a n Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Paris 1939; İstanbul 1943, 1970.
Seyfeddin el-Âmidî, Gayetü'l-merâm ft cilmi'l-kelâm (nşr. Hasan M a h m û d Abdüllatîf), Kahire 1 3 9 1 / 1 9 7 1 .
Ahbârü'd-devleti's-Selcükıyye
Âmidî, el-Mübîn
Ali b. Nasır el-Hüseynî [?], Afcbârü'd-deuleti's-Selcûkıyye (nşr. M u h a m m e d İkbal), Lahor 1933; Beyrut 1 4 0 4 / 1 Ş 8 4 .
Seyfeddin el-Âmidî, el-Mübîn fîşerhi me'ânî elfâzi'l-hukemâ. 1 ve'l-mütekellimîn (nşr. H a s a n M a h m û d eş-Şâfiî), Kahire 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris M u h a m m e d Abdülhay b. Abdülkebîr el-Kettânî,
Âmidî,
Gayetü'l-merâm
Abdülhay el-Hasenî, flüzhetü 'l-havâtır
Türklerinde İlim
Ahlwardt, Verzeichnis
Fihrisü'l-fehâris ue'l-eşbât ve mu'cemü'l-me'âcim ue'l-meşîhât ue'l-müselselât (nşr. İhsan Abbas), I-III, Fas 1347 — Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .
Abdülhay el-Kettânî, et- Terâttbü 'l-idâriyye M u h a m m e d Abdülhay b. Abdülkebtr el-Kettânî, et-Terâtîbü 't- idâriyye ([iizâmü'l-hükümeti'n-nebeuiyye), l-II, Rabat 1346 — Beyrut, ts.
VVilhelm Ahlvvardt, Verzeichnis der Arabischen Handschriften der Königlichen Bibliothek zu Berlin, I X, Berlin 1887-99.
A h m e d b. Hanbel. Kitâbü'l- Cilel ue ma'rifetü'r-ricâl (nşr. Vasiyyullah b. M u h a m m e d Abbas), I-ffl, Beyrut-Riyad 1 4 0 8 / 1 9 8 8 .
AOH
Al
Arel, Türk Musikisi
Ars
Islamica,
Abdülhay el-Kettânî, et- Terâttbü'/-idâriyye (Özel)
Afsl.
A b d ü l k â d i r b. Ö m e r el-Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb ue lübbü lübâbi lisâni'i- cArab (nşr. A b d ü s s e l â m M. Hârün), I-XII, Kahire 1967-86.
Abdülkâdir el-Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb (Bulak) A b d ü l k â d i r b. Ö m e r el-Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb ue lübbü lübâbi lisâni'l-'Arab, I-IV, Bulak 1299.
Abdürrezzâk es-San'ânî, el-Muşannef
ABr. Ana Britannica: Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul 1986-90.
l-XXIl,
Aclûnî, Keşfü'l-hafâ' ismâil b. M u h a m m e d el-Aclûnî, Keşfü'l-hafâ 3 ue müzîlü'l-ilbâs c amme'ştehere mine'l-ehâdtş c alâ elsineti'n-nâs (nşr. A h m e d el-Kalâş), I-İI, Halep, ts. (Mektebetü't-Türâsi'I-islâmî); Beyrut 1351-52.
Adıvar, lltm ve Din A b d ü l h a k A d n a n Adıvar, Tarih Boyunca İlim ue Din, istanbul 1944, 1969, 1987.
Aksarâyî, Müsâmeretü 7 - ahbâr Kerîmüddin el-Aksârâyî, Müsâmeretü'l-ahbâr ue müsâyeretü'l-ahyâr: Moğollar Zamanında Türkiye Selçukluları Tarihi (nşr. O s m a n Turan), Ankara 1944.
Albayrak, Osmanlı
Ulemâsı
Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, I-V, İstanbul 1980-81.
Ali Haydar, Dürerü 'l - hükkâm Ali Haydar Efendi (Küçük), Dürerü'l-hükkâm şerhu Meceileti'l-ahkâm, I-IV, İstanbul 1330.
Ali b. Abdullah el-Medînî, 'İlelü'l-hadîs ue ma crifetü'r-ricâl (nşr. A b d ü l m u ' t î E m î n Kal'acî), Halep 1 4 0 0 / 1 9 8 0 .
Âlî, Menâkıb-ı
Hünerverân
Âlî M u s t a f a Efendi, Menâkıb-ı Hünerverân (nşr. İ b n ü l e m i n M a h m u d Kemal), İstanbul 1926.
Âlûsî,
Açta Orientalia Academiae Scientlarum Hungaricae, Budapest 1950 -
H. Sâdeddin Arel, Türk Mûsikîsi Nazariyatı Dersleri, Ankara 1991.
Aristo, Mâ
Annales islamologiques, Le Caire 1954 -
Ali b. Medınî, el-'İlel(Kal'acî)
E b û Bekir A b d ü r r e z z â k b. H e m m â m b. Nâfî' es-San'ânî, el-Musannef (nşr. H a b î b ü r r a h m a n el-A'zamî), I-XI, Beyrut 1971-75, 1403/1983.
AO Açta Orientalia, Copenhagen 1923 —
sy. 1-16, Michigan 1934-51.
Abdülkâdir el-Bağdâdı, Hizânetü 'l-edeb
Ancîerı Testament (Traduction D e c u m e n i q u e d e la Bible), Paris 1980.
Ahmed b. Hanbel, el-'İlel (Vasiyyullah)
(Dârü'l-Kitâbl'I-Arabî).
M u h a m m e d Abdülhay b. Abdülkebîr el-Kettânî. et-Terâttbü i-idâriyye: tiz. Peygamber'in Yönetiminde Sosyal Hayat ue Kurumlar (trc. A h m e t Özel), l-III, İstanbul 1990-93.
Ancien Testament
Rûhu'l-me'ânî
Ş i h â b ü d d i n M a h m û d el-Âlüsî,
Ba'de't-tabî'a
Aristo, Mâ Ba'de't-tabfa: Metaphysica (İbn R ü ş d , Tefsîru Mâ Ba ae't-tabî'a içinde, nşr. S. J. Ivİaurice Bouyges), I-IV, Beyrut 1973-86.
Artuk, İslâmt Sikkeler Kataloğu İbrahim A r t u k — Çevriye Artuk, istanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslâmt Sikkeler Kataloğu, I-II, istanbul 1970-74.
As.Af. Asian Affairs, sy. 56, London 1970 — (krş. fCAS, JRCAS).
Âsitâne Tekkeleri
Tayyarzâde A t â Bey, Târih, l-V, İstanbul 1292-93.
Atâî, Zeyl-i Şekaik Nev'îzâde A t â u l l a h (Atâî), Hadâiku'l-hakâik fî tekmileti'ş-Şekâik (nşr. A b d ü l k â d i r Özcan), II, istanbul 1989.
AÜİFD Ankara üniuersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1952 —
Avfî, Lübâb Muhammed b. M u h a m m e d el-Avfî, Lübâbul-elbâb (nşr. E. G. Browne — M u h a m m e d Kazvînî}, London 1902-1906.
A cyânü'ş-Şt ca Muhsin el-Emîn, A'yinü'ş-Şî'a (nşr. Hasan el-Emîn), [-XI, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-ceuâmi' Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-ceuâmi', I-Il, istanbul 1281.
Ayvansarâyî, Mecmûa-i Teoârth Hüseyin Ayvansarâyî, Mecmûa-i Teuârîh (nşr. Fahri Ç. Derin — Vahid Çabuk), İstanbul 1985.
Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn Hüseyin Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn ue Meşâhîr-i (nşr. Fahri Ç. Derin), İstanbul 1978.
Ricâl
Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimarî Eserleri I
Âsitâne-iAliyye ve Bilâd-ı Selâse'de Kâin El'ân Meucûd ue Muhterik Olmuş Tekkelerin İsim ue Şöhretleri ue Mılkâbele-i Şerîfe Günleri Beyân Olunur, İstanbul 1256.
Ekrem Hakkı Ayverdi v.dğr., Avrupa'da Osmanlı MimârtEserleri: Romanya, Macaristan, İstanbul 1977.
Âşık Çelebi, Meşâirü'ş-şuarâ
Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimârî Eserleri II-IJI
Âşık Çelebi, Meşâirü'ş-şuarâ or Tezkere of'Aşık Çelebi (nşr. Ğ. Meredith-Owens), London 1971.
Âşıkpaşazâde, Târih Âşıkpaşazâde, Tevârîh-i Al-i Osm&n (nşr. Âlî Bey), İstanbul 1332.
Âşıkpaşazâde, Târih (Atsız) Âşıkpaşaoğlu A h m e d Âşıkl,
Rühu'l-me ânî ft tefstri'l-Kur'âni'lc azîm ue's-seb ci'l-mesânl !-XXX, Bulak 1301.
Teuârth-i Âl-i Osmân ( O s m a n l ı Tarihleri l, s. 77-318, nşr. Çiftçioğlu N. Atsız), istanbul 1949.
Amasya Târihi
Âşıkpaşazâde, Târih (Giese)
Hüseyin H ü s â m e d d i n [Yasar], Amasya Târihi, l-IV, İstanbul 1327-30 (IV. cildin bakiyyesi, i s t a n b u l 1935).
Die Altosmanische c de s Asıkpasazâde (nşr. Fr. Giese), Leipzig 1929 — Osnaburg 1972.
c
Atâ Bey, Târih
Chronik
E k r e m Hakkı Ayverdi v.dğr., Avrupa'da Osmanlı Mimârî Eserleri: Yugoslavya, İstanbul 1981.
Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimârî Eserleri IV Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimârt Eserleri: Bulgaristan, Yunanistan, Arnauutluk, İstanbul 1982.
Ayverdi, Fâtih Devri Hattatları E k r e m Hakkı Ayverdi, Fatih Hattatları ve Hat Sanatı, İstanbul 1953.
Ayverdi, Fâtih Devri Mimârîsi E k r e m Hakkı Ayverdi, Fâtih Deuri Mimârîsi, istanbul 1953, 1970 (genişletilmiş baskı).
Deuri
Ayverdi, Osmanlı Mimârîsi I
BA, D.BRZ
E k r e m Hakkı Ayverdi, İstanbul Mimârî Çağının Menşei Osmanlı Mimarîsinin İlk Deuri: 630-805 (1230-1402), İstanbul 1966.
BA, D.BŞM Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Defterî Başmuhasebe Kalemi.
Bahrülulüm el-Leknevî. Fevâtihu'r-rahamût B a h r ü l u l ü m el-Leknevî (Abdülali Muhammed ei-Ensârî), Fevâtihu'r-rahamût bi-şerhi Müsellemi's-şübût (GazzâlT, el-MüstaşfS içinde), I-II, Bulak 1324.
Bâkıllânî, el-inşâf
Ayverdi, Osmanlı Mimarîsi II
BA, D.HMH
Haremeyn Muhasebesi Kalemi.
M u h a m m e d b. Tayyib el-Bâkıliânî, el-lnşâf ftmâ yeeibü ftikâdüh uelâ yecûzü' 1- cehlü bih (nşr. M. Z â h i d Kevserî), Kahire 1 3 8 2 / 1 9 6 3 .
BA, D.KRZ
Bâkıllânî. et-Temhtd (İmâdüddin)
Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Bâb-ı Defterî K ü ç ü k R û z n â m ç e Kalemi.
BA, D.MKF
M u h a m m e d b. Tayyib el-Bâkıllânî, et-Temhtdü'l-evâ il ve telhîşü'd-delâ?il (nşr. İ m â d ü d d i n A h m e d Haydar), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Bâb-ı Defterî Mevkufat Kalemi.
Bâkıllânî, et-Temhtd (McCarthy)
BA, D.TŞF
M u h a m m e d b. Tayyib el-Bâkıllânî, Kitâbü't- Temhîd (nşr. R i c h a r d ) . McCarthy), Beyrut 1957.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Defterî
E k r e m Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mi'mârîsinde Çelebi ue II. Sultan Murad Deuri: 806-855 (1403-1451), İstanbul 1972.
Ayverdi, Osmanlı Mimârîsi III-IV E k r e m Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mi'mârîsinde Fâtih 855-886 (1451-1481), İstanbul 1973-74.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Defterî Büyük R û z n â m ç e Kalemi.
Deuri:
Azîmâbâdî, e Aunü'l-ma cbûd M u h a m m e d Eşref b. Emir — M u h a m m e d Şemsü'l-Hak b. Emîr, 'Aunul-ma'bûd(nşr. Abdurrahman M u h a m m e d Osman), I-XIV, Medine 1388-89/1968-69.
Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Bâb-ı Defterî Teşrifat Kalemi.
BA. DO İT Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dosya üsulü irade Tasnifi.
Baklî, Meşrebü 'l-eruâh Rûzbihân-ı Baklî, Kitâb Maşrab al-arvah (nşr. Nazif M. Hoca), istanbul 1974.
BA HH
Baklî. Şerh i Şathiyyât
BA
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Hatt-ı Hümâyûn.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İstanbul.
BA. KK
Rûzbihân-ı Baklî, Şerh-i Şathiyyât (nşr. H. Corbin), Tahran 1360 h ş . / 1 9 8 1 .
BA, A .AMD
Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Kâmil Kepeci Tasnifi.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Âsafî Â m e d î Kalemi.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mâliyeden Müdeuver Defterler.
BA, A.BKT
BA. MD
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Asafî B ü y ü k ve K ü ç ü k Tezkireci.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri.
BA, A.DFE Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Âsafî Defterhâne-i Âmire Kalemi.
BA, A.DVN Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı H ü m â y u n ve Bâb-ı Asafî Divan (Beylikçi) Kalemi.
BA, A.MKT Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Asafî Sadâret Mektûbî Kalemi.
BA, A.NŞT Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı H ü m â y u n ve Bâb-ı Âsafî Nişan (Tahvil) Kalemi.
BA, A.RSK Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı H ü m â y u n ve Bâb-ı Âsafî R u û s Kalemi.
BA, A.RST Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Âsafî Reîsülküttâblık Kalemi.
BA, BEO Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Âlî Evrak Odası.
BA, MAD
Barkan, Kanunlar
BA YEE Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Esas Evrakı.
Babinger. GOW Franz Babinger, Die Geschichtsschreiber der Osmanen und Ihre Werke, Leipzig 1927.
Babinger (Üçok) Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri Itrc C o ş k u n Üçok), Ankara 1982.
Bâbür, Vekâyi' (Arat) Gâzî Zâhirüddin M u h a m m e d Bâbür, Vekayi: Babur'un Hâtıratı (trc. ve nşr. Reşit Rahmeti Arat), I-II, Ankara 1943-46.
Bağdadî, el-Esmâ' ve'ş-şıfât Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Esmâ 3 ve'ş-şıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497 (fotokopisi İSAM Ktp.).
Târihi, l-II,
BEO Bulletin d'etudes Orientales institut Français de Damas, D a m a s - Beyrouth 1931 —
Bayur, Hindistan Tarihi Y u s u f Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, I-III, Ankara 1940.
Bayur. Türk inkılâbı Tarihi Y u s u f Hikmet Bayur. Türk inkılâbı Tarihi, I-III, Ankara 1940.
Berki, Vakfa Dair Istılah ve Tâbirler Ali H i m m e t Berki, Vakfa Dair Yazılan Eserlerle Vakfiye ve Benzeri Vesikalarda Geçen Istılah ve Tâbirler, Ankara 1966.
Beyânî,
Hoşnüvîsân
Mehdî Beyânî, Ahuâl ü Asâr-ı Hoşnüuîsân, I-IV, Tahran 1363 hş.
Bekri, el-Mesâlik E b û Ubeyde el-Bekrî, Kitâbü'l-Mesâlik ve'l-memâlik (nşr. A. P. van L e e u w e n — A. Ferre), I-II, Tunus 1992.
Mu'cemü me'sta ccem min e s m a 3 i'l-bilâd ue'l-meuâzC (nşr. Mustafa es-Sekkâ), I-IV, Kahire 1364-71/1945-51.
Bekri. el-Muğrib
üsûlü'd-dîn,
Bel, et-Fıraku 'l-lslâmiyye
Barthold, Türkistan
E b ü Ubeyd el-Bekrî,
Bağdadî, üşülü'd-dtn
Nuhbetü'l-âsâr
İsmâil Beliğ, Nuhbetü'l-âsâr li-Zeyli Zübdeti'Teş ar (nşr. A b d u l k e r i m Abdulkadiroğlu), Ankara 1985.
Vassiliy Viladimiroviç Barthold, Moğol istilâsına Kadar Türkistan (haz. Hakkı Dursun Yıldız), istanbul 1981, 1990.
Bekri, Mu 'cem
Abdülkâhir el-Bağdâdî, İstanbul 1346.
İsmail Beliğ, Güldeste-i Riyâz-ı irfan ue Vefeyât-ı Dânişverân-ı Hâdiredân, Bursa 1302.
Alfred Bel, el-Fıraku'l-islâmiyye fi'ş-şimâli'l-ifrîki (trc. A b d u r r a h m a n Bedevî}, Beyrut 1969, 1981.
Bağdadî, el-Fark (Abdülhamîd)
Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne'l-fırak (nşr. M. Z â h i d Kevserî), Kahire 1 3 6 7 / 1 9 4 8 .
Belâzüri, Fütûh (Rıdvân) A h m e d b. Yahyâ el-Belâzürî, Fütûhu'l-büldân (nşr. R ı d v â n M u h a m m e d Rıdvân), Kahire 1932.
Ömer Lutfi Barkan, XV ve XVI ncı Asırlarda Osmanlı imparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları: Kanunlar I, İstanbul 1943.
Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne'l-fırak (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , Kahire, ts. (Mektebetü Dâri't-Türâs).
Bağdadî, el-Fark (Kevserî)
Belâzüri, Fütûh (Müneccid) A h m e d b. Yahyâ el-Belâzürî, Fütûhu'l-büldân (nşr. S e l â h a d d i n el-Müneccid), I-III, Kahire 1956-60.
Beliğ,
Banariı, RTET
Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Tahrir Defteri.
BA, D.BMK Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Defterî B a ş m u k â t a a Kalemi.
Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, istanbul 1976.
BA. TD
Belâzüri, Fütûh (Fayda) A h m e d b. Yahyâ el-Belâzürî, Fütûhu'l-büldân (trc. M u s t a f a Fayda), Ankara 1987.
Beliğ, Güldeste
Baltacı, Osmanlı Medreseleri
Nihad S â m i Banariı, Resimli Türk Edebiyâtı İstanbul 1971-79.
Belâzüri. Ensâb A h m e d b. Yahya el-Belâzürî, Ensâbul-eşrâf, I (nşr. M u h a m m e d Hamîdullah), Kahire 1959; II (nşr. M u h a m m e d Bâkır el-Mahmûdî), Beyrut 1 9 7 4 ; III (nşr. A b d ü l a z î z ed-Dûrî), Beyrut 1 3 9 8 / 1 9 7 7 - 7 8 ; İV/I (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1 4 0 0 / 1 9 7 9 ; N / A (197D-IV/B (nşr. M. Schloessinger), Kudüs 1 9 3 8 ; V (nşr. S. D . F. Goitein), Kudüs 1936.
Ebû Ubeyd el-Bekrî, el-Muğrib fi zikri bilâdi ifrîkıyye ve'TMağrib: Description de l'Afrique septentrionale (nşr. ve trc. Mac-Guckin d e Slane), I-II, Algiers 1857, 1910 (el-Mesâlik 1 in Kuzey Afrika ile ilgili bir b ö l ü m ü ) .
Beyâzîzâde, tşârâtü 'l - merâm Beyâzîzâde A h m e d Efendi, c işârâtü'l-merâm min ibârâti'l-imâm (nşr. Y û s u f Abdürrezzâk), Kahire 1 3 6 9 / 1 9 4 9 .
Beyhakî, el-Esmâ' ve'ş-şıfât A h m e d b. Hüseyin el-Beyhakî, Kitâbü'TEsmâ 1 ue's-sıfât, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 . '
Beyhakî, el-Esmâ* ve'ş-şıfât (İmâdüddin) A h m e d b. Hüseyin el-Beyhakî, Kitâbü'l-Esmâ 3 ue'ş-şıfât (nşr. İ m â d ü d d i n A h m e d Haydar), I-II, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
Beyhakî, es - Sünenü'l - kübrâ A h m e d b. Hüseyin el-Beyhakî, es-Silnenü'l-kübrâ, IX, Haydarâbâd 1344.
Beyhakı, Tetimme İbn F u n d u k A l i b. Zeyd el-Beyhakî, Tetimme-İ Şıuânü'l-hikme (nşr. M u h a m m e d Şefi"), Lahor 1351.
BIFAO Bulletirı de İInstitut Français d'Archeologie Orientale, Le Caire-Paris 1902 -
Bilmen, Kamus Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslâmiyye ve Istılâhatı Fıkhiyye Kamusu, I-VI, İstanbul 1949-52.
Bilmen, Kamus 2 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki islâmiyye ve Istılâhatı Fıkhiyye Kamusu, I-VIII, İstanbul 1985.
Bustânî, DM
Cevdet, Ma'rûzât
DACL
Butrus el-Bustânî, Dâ* iretü'l-ma c ârif, 1-XI, Beyrut 1876-1900.
A h m e d Cevdet Paşa, Ma'rûzât (nşr. Y u s u f Halaçoğlu), İstanbul 1980.
Dictionnaire d'Archeologie Chretienne et de Liturgie, I-XXVII, Paris 1907.
Cevdet, Târih
Danişmend, Kronoloji
A h m e d Cevdet Paşa, Târih, I-XII, İstanbul 1309.
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, I-IV, istanbul 1947-55.
BÜD Boğaziçi üniversitesi İstanbul 1973 —
Bündârî,
Dergisi,
Zübdetü'n-Nusra
Kıvâmeddin Feth b. Ali el-Bündârî, Zübdetü'n-iiuşra ue c nuhbetü'i üşra (nşr. M. Th. H o u t s m a ) , Leiden 1889.
Bündârî, Zübdetü'n-Nusra
(Burslan)
Kıvâmeddin Feth b. Ali el-Bündârî, Zübdetü'n-Huşra ve nuhbetü'l-'tlşra: Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi (trc. K ı v â m e d d i n Burslan), İstanbul 1943.
Büyük Türk Klâsikleri Büyük Türk Klâsikleri (Ötüken Neşriyat), 1-X, istanbul 1985-90.
Câhiz, el-Beyân oe't-tebyîn
Blachere, Târîhu'l-edeb R. Blachöre, Târîhu'l-edebi'l- cArabî (trc. İbrahim el-Kîlânî), Dımaşk 1357/1956, 1973, 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
Brockelmann, GAL Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur, I-II, Leiden 1943-49.
Brockelmann, GAL (Ar.) Cari Brockelmann, Târîhu'l- edeb i'l- eArab T {trc. A b d ü l h a l î m en-Neccâr — Seyyid Y a ' k ü b Bekr — R a m a z a n A b d ü t t e v v â b ) , I-VI, Kahire 1983.
A m r b. Bahr el-Câhiz, el-Beyân ve't-tebyîn (nşr. A b d ü s s e l â m M. Hârûn), I-IV, Kahire 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .
Câhiz,
Kitâbü'l-Hayevân
A m r b. Bahr el-Câhiz, Kitâbü'l-Hayevân (nşr. A b d ü s s e l â m M. Hârûn), 1-VII, Kahire 1357-67/1938-47 — Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 9 .
CAJ Central Asiatic Journal, Wiesbaden-Den Hague 1955 —
Câmî, Nefehât Abdurrahman-ı Câmî, Nefehâtü'l-üns min hazarâti'l-kuds (nşr. M e h d î Tevhîdî Pür), Tahran 1337 hş.
Brockelmann, GAL Suppl. Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur Supplementband, HII, Leiden 1937-42.
CDTA Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (haz. iletişim Yayınları}, I-X, istanbul 1983.
Brovvne, Persian Literatüre E. G. Brovvne, A History of Persian Literatüre under Tartar Dominion, Cambridge 1920.
British Society for Eastern Studies, London 1976 —
Cehşiyârî, el-Vüzerâ* ve'l-küttâb M u h a m m e d b. A b d u s el-Cehşiyârî, Kitâbü'l-Vüzerâ 3 üe'l-küttâb (nşr. Mustafa es-Sekkâ — İbrahim el-Ebyârî — A b d ü l h a f î z Şelebî), Kahire 1 4 0 1 / 1 9 8 0 .
Middle
BSOAS Bulletirı ofthe School Oriental and African London 1917 -
of Studies,
Buhârî, et-Târîhu'l- kebîr M u h a m m e d b. İsmail el-Buhârî, Kitâbü't-Târîhi'l-kebîr (nşr. A b d u r r a h m a n b . Yahya el-Yemânîv.dğr.), I-IX, Haydarâbâd 1360-80/1941-60.
Buhârî, et- Târîhu'ş-sağır M u h a m m e d b. ismail el-Buhârî, et-Târîhu'ş-şağir (nşr. M a h m ö d i b r a h i m Z â y e d j MI, Kahire 1396-97/1976-77.
Ahkâmü'l-Kur'ân
E b û Bekir A h m e d b. Ali er-Râzl el-Cessâs, Ahkâmü'l-Kur* ân, I-III, İstanbul 1335-38.'
Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'
ân (Kamhâvî)
Ebu Bekir A h m e d b. Ali er-Râzî el-Cessâs, Ahkâmü'l-Kur* ân (nşr. M u h a m m e d es-Sâdık Kamhâvî), I-V, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
Cevâd Ali, el-Mufaşşal Cevâd Ali, el-Mufassal kable'l-islâm, I-IX,'' Beyrut 1968-72.
CHIn. oflndia,
fî
tarîhi'l-'Arab
Danişmend, Kronoloji 2 İsmail Hami Danişmend, izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, I-V; VII: Batı Dillerinde Osmanlı Tarihleri, İstanbul 1971-72.
Dârekutnı, ed-Du cafâ' Ali b. Ö m e r ed-Dârekutnî, Kitâbü'd-Du^afâ 3 ve'l-metrükîn (nşr. S u b h î el-Bedrî es-Sâmerrâî), Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
Dârimî, er-Red
'ale'l-Cehmiyye
E b û Saîd O s m a n b. Saîd ed-Dârimî, c Kitâbü'r-Red ale'l-Cehmiyye (nşr. G ö s t a Vitestam), Leiden 1960.
Dârimî, er-Red 'ale'l-Mertsî
CHIr.
E b û Saîd O s m a n b. Saîd ed-Dârimî,
The Cambridge History of Iran, I-VII, Cambridge 1968-91.
Reddü'l-İmâm ed-Dârimî e c Oşmân b. Sa cîd alâ Bişr el-Merîsî el- canîd (nşr. M u h a m m e d H â m i d el-Fıkî), Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).
Clauson, Dictionary Sir Gerard Clauson, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford 1972.
Cuinet Vital Cuinet, L a Turçuie d'Asie: Geographie Administrative, I-IV, Paris 1891-94.
Cumahı,
Fuhûlü'ş-şıt'arâ'
M u h a m m e d b. Sellâm el-Cumahî, Tabakâtü fuhûti'ş-şu carâ 3 (nşr. M a h m û d M u h a m m e d Şâkir), I-II, Kahire 1 3 9 4 / 1 9 7 4 .
Cûzcânî, Tabakât-ı Naşiri Minhâc-ı Sirâc el-Cûzcânî, Tabakât-ı fiâşırî: Târîh-i İran ve islâm (nşr.'Abdülhay HabîbT), I-II, Tahran 1363 hş.
Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerhu'i-Mevâkıf, MI, İstanbul 1292.
Cüveynî, el-Burhân İmâmü'l-Haremeyn A b d ü l m e l i k el-Cüveynî, el-Burhân ft uşûli'l-fıkh, I-II (nşr. Abd'ülazîm'ed-Dîb), Devha 1399.
Dâvüdî,
Tabakâtü'l-müfessirtn
M u h a m m e d b. Ali ed-Dâvûdî, Tabakâtü' l- müfessirîn (nşr. Âli M u h a m m e d Ömer), I-II, Kahire 1 3 9 2 / 1 9 7 2 .
Dâvûdî, Tabakâtü'l-müfessirtn
(Lecne)
M u h a m m e d b. Ali ed-Dâvûdî, Tabakâtü j-müfessirîn (nşr. Lecne mine'l-ulemâ'), I-II, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).
DB Dictionnaire de la Bible, I-V, Paris 1912.
DB 2 J a m e s Hastings, Dictionary of the Bible (second edition), Edinburgh 1963.
DBtsLA Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1993-95.
I-VIII,
DBS Dictionnaire Supplement,
de la Bible: Paris 1985.
DCR İmâmü'l-Haremeyn A b d ü l m e l i k el-Cüveynî, el-irşâd ilâ kavâtı'l'Tedille fî üşûlıl-Ctikâd (nşr. M u h a m m e d Yûsuf M û s â — Ali A b d ü l m ü n ' i m A b d ü l h a m î d ) , Kahire-Bağdad 1 3 6 9 / 1 9 5 0 .
Celâlzâde M u s t a f a Çelebi, Tabakâtü'l-memâlik ve derecâtü'l-mesâlik (nşr. P. Kappert), Wiesbaden 1981.
Cessâs,
Cezîrî, el-Mezâhibü'l-erba'a A b d u r r a h m a n el-Cezîrî, el-Fıkh c ale'imezâhibi'ierba ca, I-V, Kahire 1392 — Beyrut, ts. (Dârü'I-Fikr).
Cüveynî, el-irşâd (Muhammed)
Celâlzâde, Tabakâtü'l-memâlik
BSMES
İsmail b. H a m m â d el-Cevherî, eş-Şıhâh: Tâcü'l-luğa oe sıhâhu'l-'Arabiyye, I-VII, Kahire 1376-77/1956-57.
Cürcânî, Şerhu'l-Mevâlaf
Brovvne, LHP E. G. Brovvne, A Literary History ofPersia, I-IV, Cambridge 1924.
Cevheri, eş-Şıhâh
A Compreherısive History I-XII, New Delhi 1970-85.
Bilmen, Tefsir Tarihi Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, [•II, İstanbul 1973-74.
Cevdet, Tezâkir A h m e d Cevdet Paşa, Tezâkir (nşr. M. Cavid Baysun), I-IV, Ankara 1953-57.
A Dictionary of Comparative Religion, London 1970.
Delîlü'l-Halîc (Coğrafya) J. G. Lorimer, Delîlü'l-Halîc: el-Kısmü'l-coğrafî (trc. ve nşr. M e k t e b e t ü Sâhibi's-Sümüv Emîri Devleti Katar), I-VII 119081.
Cüveynî, el-trşâd (Temîm)
Delîlü'l-Halîc (Târih)
İmâmü'l-Haremeyn A b d ü l m e l i k el-Cüveynî, el-irşâd ilâ kavâtı i'l-edille fî uşûli'l-i ctikâd (nşr. E s a d Temîm), Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
J . G. Lorimer, Delîlü'l-Halîc: el-Kısmii t- târihî (Lrc ve nşr. M e k t e b e t ü S â h i b i s - S ü m ü v Emîri Devleti Katar), I-VII 119141.
C. Zeydân, Adâb
Demîrî,
Corcî Zeydân, Târîhu âdâbi'l-luğati'l- cArabiyye, I-IV, Beyrut 1983.
Kemâleddin M u h a m m e d b. Mûsâ, Hayâtü'l-hayevâni'l-kübrâ, I-II, Kahire 1 3 9 8 / 1 9 7 8 .
Hayâtü'l-hayeoân,
C. Zeydân, Adâb (Dayf)
Deohatü 7-meşâylh
Corcî Zeydân, Târîhu âdâbi'l-luğati'l- cArabiyye (nşr.'Şevkî Dayf), I-IV, Kahire 1957.
A h m e d Rifat Efendi, Devhatü'imeşâylh maa İstanbul, ts. — İstanbul 1978.
zeyl,
Devletşah. Tezkire
EBr.
EJd.
Devletşah, Tezkiretuş-şu'arâ' (nşr. E. G. Browne), Leiden 1901.
Encyclopaedia Britannica, I-XXIII, Chicago 1972.
Encyclopaedia Judaica Supplement, XVII, Jerusalem 1982.
DİA
The Heıv Encyclopaedia Britannica: Micropaedia, l-XII; a.e.:Macropaedia, XIII-XXIX; Index, XXIX-XXXI, Chicago 1990.
EBr. 2
Türkiye Diyanet Vakfı islâm Ansiklopedisi, istanbul 1988 -
Luğatnâme
Dihhudâ.
Ebû Bekir İbnü'l-Arabi, Ahkâmü'l-Kur'ân
Ali Ekber Dihhudâ, Luğatnâme, l-XXVIII, Tahran 1346 hş.
Ebû Bekir M u h a m m e d b. Abdullah b. Arabî, Ahkâmü'l-Kur' ân (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî), I-IV, Kahire 1394/1974.
Dîneverî, el-Ahbârü't-tıvâl Ahmed b. Dâvûd ed-Dîneverî, el-Ahbârü't-tıvâl (nşr. A b d ü i m ü n ' i m  m i r ) , Kahire 1960 — Bağdad, ts. (Mektebetü'I-Müsennâ).
Divâni!
Ebû Bekir ibnü'l-Arabî. el-'Avâşım (Hatîb) Ebû Bekir M u h a m m e d b. Abdullah b. Arabî, el-'Avâşım mine'l-kavâşım fî tahkiki mevâkıfi'ş-şahâbe (nşr. M u h i b b ü d d i n el-Hatîb), Kahire 1371, 1399.
lugâti't-Türk
Kâşgarlı M a h m û d , Dîuânü Lugâti't-Türk (nşr. Kilisli Muallim Rifat), I-III, istanbul 1333-35; Tıpkıbasım, Ankara 1941.
Ebû Nuaym, Hilye Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü'l-evliyS', I X, Kahire 1394-99/1974-79.
Diyarbekri. Târîhu'l-hamîs Hüseyin b. M u h a m m e d ed-Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs fi ahvâli enfesin-nefis, I-II, Kahire 1283.
Ebû Ubeyd. el-Emvâl Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm, KitâbüTEmvâl (nşr. M u h a m m e d Halîl Herrâs), Kahire 1401 /1981.
DMBİ Dâ 3iretü'l-ma cârif-i Büzürg-i Tahran 1367 hş. —
islâmî,
Ebû Yûsuf, el-Harâc Ebû Yûsuf Ya'küb b. İbrahim, Kitâbü'l-Harîc (nşr. M u h i b b ü d d i n el-Hatîb}, Bulak 1302 — Kahire 1397.
DMF Dâ'iretü'l-ma'ârif-i Fârsı, Tahran 1345 hş. -
Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî
DMt Dâ^iretü'l-ma'ârifi'l-lslâmiyye, Tahran 1 3 5 2 / 1 9 3 3 -
Ebü'l-Ferec Ali b. Hasan el-İsfahânî, Kitâbü'l-Eğânî, I-XIV, XVI, Kahire 1927; XV, XVII-XXIV (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn — Abdülkerîm el-Azbâvî v.dğr.), Kahire 1970-74 (Dârû'I-Kütübi'I-Mısriyye).
Doerfer, TMEN G. Doerfer, Türkische und Mongolische Elemente İm Fteupersischen, I-IV, Wiesbaden 1963-75.
Mouredgea d'Ohsson, Tableau General de İEmpire I-VII, Paris 1791-1824.
Ottoman,
Ahmed Eflâkî, Ariflerin (trc. Tahsin Yazıcı), l-II, istanbul 1984, 1987.
Elmalılı. Hak Dini Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili: Yeni Meâlli Türkçe Tefsir, I-IX, İstanbul 1935-39; I-X, İstanbul 1979.
Enverî,
Dûstûrnâme
Düstürnâme-i Enverî (nşr. Mükrimin Halil |Yınanç|), İstanbul 1928; Mükrimin Halil [Yınanç], Dusturname-i Enverî: Medhal, istanbul 1930.
ER The Encyclopedia of Religion (ed. Vergilius Ferm), New York —
Menkıbeleri
Eflâkî, Menâkıbü 'l- 'arifin Ahmed Eflâkî, Menâkıbü'l-'âriftn (nşr. Tahsin Yazıcı), I-II, Ankara 1959-61.
DSB Dictiorıary of Scientifie I-XVI, New York 1981.
Biography,
El The Encyclopaedia (first edition), l-V, Leiden 1913-36.
DCİİFD Dokuz Eylül üniversitesi ilâhiyat Fakültesi Dergisi, izmir 1982 —
Düvel-i Islâmiyye Halil Edhem [Eldem], Düvel-i islâmiyye, İstanbul 1927.
EAm.
El 2
The Encyclopaedia of İslam (new edition), Leiden 1954 —
Ergun, Antoloji Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, I-II, İstanbul 1942-43.
Fâsî,
Ergun, Türk Şairleri Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, I-III, İstanbul 1936-45.
Erünsal, Türk Kütüphaneleri
Tarihi II
EACİİFD Atatürk üniversitesi ilâhiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum 1982 —
Ferheng-i Fârsî
Eş'ari. Makâlât (Ritter)
Ferid Vecdî, Dâ' iretü'l-ma' ârifi'l-karniT' İ-X, Beyrut 1971.
Ebü'l-Hasan el-Eş'arî, Makâlâtü'l-İslâmlyyîn ve ihtilâful-musallîn (nşr" H. Ritter), Wiesbaden 1382/1963.
Ethe, Catalogue of the Persian Manuscripts Hermann Ethâ, Catalogue of the Persian Manuscripts in the Library of India Office, Oxford 1903; London 1980.
Seyahatnâme
Ezgi, Türk Musikisi
The Encyclopaedia of islam Supplement, Leiden 1980 -
Subhi Ezgi, fiazart-Amelt Türk Musikisi, I-V, istanbul 1933-53.
Sofia 1964 —
Elr.
Ezrakı, Ahbâru Mekke (Melhas)
Eberhard, Uzak Doğu Tarihi VVoIfram Eberhard, En Eski Devirlerden Zamanımıza Kadar üzak Ankara 1957, 1986.
Encyclopaedia iranica, London 1985 -
EJd. Doğu
Tarihi,
Encyclopaedia Judaica, Jerusalem 1972-78.
I-XVI,
Fesevı, el-Ma'rife ve't-târih Ebû Yûsuf Ya'küb el-Fesevî, Kitâbü'l-Ma'rife ve't-târîh (nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî), I-III, Bağdad 1974-76.
el-Fetâva'l-Hindiyye el-Fetâva'l-Hindiyye, I-VI, Bulak 1310.
Fîrûzâbâdî, el-Kâmüsü 'l - muhît
Flügel. Handschriften
Encyclopaedia üniversalis, I-XX, Paris 1980.
El 2 Suppl. (İng.)
işrîn,
Fîrûzâbâdî Ebü't-Tâhir, el-Kâmûsü'l-muhît, Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
Hermann EthĞ. Târth-i Edebiyyât-ı Fârsî (trc. Rızâzâde Şafak), Tahran 1337 hş.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul 1314-18; VII-X, istanbul 1928-38.
Ferid Vecdî, DM
Feridun Ahmed Bey, Münşeâtü's-selâtîn, I-II, İstanbul 1274-75.
Hermann EthĞ — Eduard Sachau, Catalogue ofthe Persian, Turkish, Hindustani and Pushtu Manuscripts in the Bodleian Library, I-II, London 1899; Oxford 1930.
Encyclopedie de l'lslam Supplement, Leiden 1980 —
Muhammed Muîn, Ferheng-i Fârsî, l-VI, Tahran 1342 hş.
Feridun Bey, Münşeât
Güstav Flügel, Die arabischen, persischen und türkischen Handschriften der Kaiserlich-Königlichen Hofbibliothek zu Wien, I-III, Wien 1865-67.
I-VI,
EB Etudes Balkaniques,
el-'lkdü'ş-semîn
Takıyyüddin M u h a m m e d b. Ahmed el-Fâsî, el-'ikdü'ş-şemîn ft târîhi'1-beledi'l-emîn (nşr. M u h a m m e d H â m i d el-Fıkî — Fuâd Seyyid — M a h m û d M. et-Tanâhî), 1-VIII, Kahire 1378-88/1958-69.
ismail E. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi 11: Kuruluştan Tanzimat'a Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri, Ankara 1988.
Evliya Çelebi,
El 2 Suppl. (Fr.)
The Encyclopedia Americana, I-XXX, Mew York 1928.
Muhammed b. Ömer er-Râzî, el-Mahşûl fî 'ilmi uşûli'l-fıkh (nşr. Tâhâ Câbir Feyyaz el-Ülvânî), 1/1 -3-11/1-3, Riyad 1399-1401 /1979-81.
M u h a m m e d b. Ömer er-Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb (et-Tefstrü'l-kebîr) (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), 1-XXXII, Kahire 1934-62.
Eün. (İng.)
Fahreddin er-Râzî, el-Mahsûl
Mefâtîhu'l-ğayb
EthĞ, Târth-i Edebiyyât
(Fr.) Encyclopedie de l'lslam (nouvelle edition), Leiden 1954 —
(Sa'd)
M u h a m m e d b. Ömer er-Râzî, Levâmi' u'l-beyyinât şerhu e s m a 3 illâhi te âlâ ve'ş-şıfât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa'd), Kahire 1396/1976.
Encyclopaedia of Religion and Ethics, l-XIII, Edinburgh 1979-80.
of İslam
El 2
Fahreddin er-Râzî. Levâmi'u'l-beyyinât
Fahreddin er-Râzî,
DR E. Royston Pike, Dictiorınaire des Reiigions (trc. Serge Hutin), Paris 1954.
Muhammed b. Ömer er-Râzî, Levâmi'u'l-beyyinât şerhu esmâ'illâhi te âlâ ve'ş-şıfât (nşr. Tâhâ Abdurraûf Sa'd), Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
ERE
Ethe, Catalogue
Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri
D'Ohsson, Tableau General
Fahreddin er-Râzı, Levâmi' u'l-beyyinât
Suppl.
M u h a m m e d b. Abdullah el-Ezrakî. Ahbâru Mekke ve mâcâ'e fîhâ mine'l-âsâr (nşr. Rüşdî Sâlih Melhas), I-II, Beyrut 1399/1979.
FME Ahmed Ateş. istanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler, istanbul 1968.
Gazzâlî, ihya' Ebû Hâmid M u h a m m e d el-Gazzâlî, c ihyâ 3ü ulümi'd-dîn, I-IV, Kahire 1332.
Gazzâlî, el-lktişâd Ebû Hâmid M u h a m m e d el-Gazzâlî, el-iktisâd fi'l-i'tikâd, Beyrut 1403/1983.
Gazzâlî. el-Makşadü 'l-esnâ
Halebî,
İnsânü'l-'uyûn
E b û H â m i d M u h a m m e d el-Gazzâlî, el-Makşadu l-esnâ fî şerhi esmâ'illâhi'l-hüsnâ, Beyrut, ts.
Nûreddin el-Halebî, insânü'l- cuyün fî sîreti'l-emîni'l-me 3 mûn: es-Sîretü'iHalebiyye, I-III, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).
(Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).
Halîfe b. Hayyât,
Gazzâlt. el-Maksadü'l-esnâ (Fazluh)
Halîfe b. Hayyât, Kitâbü't-Tabakât (nşr. Ekrem Ziya el-Ömerîj, Riyad 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .
et-Tabakât
E b û H â m i d M u h a m m e d el-Gazzâlî, el-Makşadu l-esnâ fî şerhi esmâ 3 illâhi'l-hüsnâ (nşr. Fazluh Şehâde), Beyrut 1971, 1982.
Mi'yârü'l-'ilm
Gazzâlî,
E b û H â m i d M u h a m m e d el-Gazzâlî, Mi'yârü'l-'ilm fîfenni'l-mantık (nşr. S ü l e y m a n Dünyâ), Kahire 1960 — Beyrut, ts. (Dâru 1-Endelüs).
Gazzâlî, el-Müstasfâ Ebu H â m i d M u h a m m e d el-Gazzâlî, el-Müstasfâ fî cilmi'l-usûl, I-II, Bulak 1324.
Gazzî,
el-Kevâkibü's-sâ'ire
M u h a m m e d b. M u h a m m e d el-Gazzî, el-Kevâkibü's-sâ* ire fî a zyâni'l-mi 3 eti'l- câşire (nşr. Cebrâîl S. Cebbûr), I-III, Beyrut 1945-59, 1979.
Geographie
d'Aboulfeda
Joseph — Toussaint Reinaud, Geographie d'Aboulfeda: Allgemeine Einleitung und französisch übersetzung des Taqwîm al-buldan uon Abül-Fidâ 3 (gest. 732 H./1331 n. Chr.), I; Geographie d'Aboulfeda: Traduite de l'Arabe en Francais, I I / 1 (trc. I. T. R e i n a u d ) ; II/2 (trc. M. Stanislas Guyard), Paris 1883 — Frankfurt 1985 (nşr. Fuat Sezgin).
Gibb, HOP E. J . W. Gibb, A History of Ottoman Poetry, I-VI, L o n d o n 1900-1909.
Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası M. Tayyib Gökbilgin, XV'XVI. Asırlarda Edirne ue Paşa Livası: Vakıflar-Mülkler-Mukataalar, İstanbul 1952.
Cölpınarlı. Katalog A b d ü l b â k i Gölpınarlı, Mevlânâ Müzesi Yazmalar Katalogu, I-III, Ankara 1967-72.
Halîfe b. Hayyât, et-Tabakât (Zekkâr)
Halîfe b. Hayyât, et-Târîh (Ömerî) Halîfe b. Hayyât, et-Târîh (nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî), Necef 1 3 8 6 / 1 9 6 7 .
Hüseyin b. Hasan el-Halîmî, el-Minhâc fî şu 'abi'l-îmân (nşr. Hilmi M u h a m m e d Fûde), I-III, Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .
Hamîduliah, islâm Peygamberi (Mutlu) M u h a m m e d Hamîduliah, islâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ - Said Mutlu), I-II, istanbul 1969.
Hamîduliah, İslâm Peygamberi (Tuğ) M u h a m m e d Hamîduliah, islâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), I-II, istanbul 1 4 1 1 / 1 9 9 0 .
J. von H a m m e r , Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye (trc. M e h m e d Atâ), I X, istanbul 1329-37; XI, istanbul 1947.
Târihi
Hammer, GOD J. von H a m m e r , Geschichte der Osmanischer Dichtung, Pesth 1836-38.
Hammer, GOR J. von H a m m e r , Geschichte des Osmanischen Reiches, I-X, Pesth 1827-33; I-IV, Pesth 1834-35; (nşr. H. Duda), I-IV, 1963-64.
Hammer, HEO
Gıyâseddin b. H ü s â m e d d i n (Hândmîr), Habîbü's-siyer fî ahbâri efrâdi'l-beşer, I-IV, Tahran 1342 hş.
Hânsârî, Ravzâtü'l-cennât M u h a m m e d Bâkır el-Hânsârî, Ravzâtü'l-cennât fi'l-ahvâli'l''ulemâ' ve's-sâdât, I-VIII, Tahran 1367 hş.
Harîrîzâde, Tibyân Hâkim, el-Müstedrek (Atâ) H â k i m en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek 'ale'ş-Şahîhayn (nşr. M u s t a f a A b d ü l k â d i r Atâ), I-IV, Beyrut 1 4 1 1 / 1 9 9 0 .
Bağdatlı İsmâil Paşa, Hediyyetü'l-'ârifîn esrnâ'ü'lmuellifîn ve âşârü'imuşannifîn, I (nşr. Kilisli M u a l l i m Rifat — İ b n ü l e m i n M a h m u d Kemal); II (nşr. İ b n ü l e m i n M a h m u d Kemal — Avni Aktuç), istanbul 1951-55 — Tahran 1 3 8 7 / 1 9 6 7 .
Herevî, Menâzil
Harîrîzâde Kemâleddin, Tibyânü vesâ* ili'l-hakâ' ik fî beyânı selâsili't-tarâ'ifç, I-III, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 430-432.
Hücvîrî, Keşfü'l-mahcûb
(Uludağ),
Ebü'l-Hasan Ali b. Osman el-Hücvîn, Keşfü'l-mahcûb: Hakikat Bilgisi (trc. S ü l e y m a n Uludağ), İstanbul 1982.
Hüseyin Vassâf, Sefîne Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yl Ebrâr, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2305-2309.
IC Islamic Culture, Haydarâbâd 1927 -
IDB The Interpreter's Dictionary ofthe Bible, I-IV, Iiew York-Nashviile 1962.
IDB Suppl.
Hâce Abdullah-ı Herevî, Merıâzilü's-sâ 3 irîn ile'ihakkı'imübîn, Kahire İ 9 0 8 .
The Interpreter's Dictionary of the Bible Supplementary Voiume, Nashville 1988.
Herevî, Jabakât
IJMES
Hâce Abdullah-ı Herevî, Tabakâtü'ş-şüfiyye (nşr. M u h a m m e d Server Mevlâyî), Tahran 1362.
International Journal of Middle East Studies, London-New York 1970 —
IOS Israel Oriental Tel Aviv 1971
Studies, -
Ebü'l-Hasan Nûreddin el-Heysemî, Mecma'u'z-zevâ 3 id ve menba'u'l-fevâ 3 id, I-X, Beyrut 1967.
The Islamic Quarterly, London 1954 —
HI
IS
Hamdard Islamicus, Karachi 1977 -
Hidâyet,
Mecma'u'l-fuşahâ'
Rızâ Kulı Han Hidâyet, Mecma" u'l-fuşahâ' (nşr. Müzâhir Musaffa), Tahran 1336 hş.
Rızâ Kulı Han Hidâyet, Rauzatii's-safâ-yı Hâsırî, I-VIII, Tahran 1338-39 hş.
Rızâ Kulı Han Hidâyet, Riyâzü'l-'ârifîn (nşr. Mîr Alî-yi Gurgânî), Tahran 1344 hş.
Tarihi
Ankara 1926-29.
Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcü't-tevârîh, I-II, İstanbul 1279-80.
(Minorsky)
Hudüd al-'Âlam: The Regions ofthe World{trc. V. Minorsky, ed. C. E. Bosworth), L o n d o n 1970.
Hudûdü'l-"âlem
İA İslâm Ansiklopedisi, I-XIII, istanbul 1940-88.el-lstt'âb İbn Abdülber, ibn A b d ü l b e r en-Nemerî el-Kurtubî, el-İstî câb fî ma crifeti'iaşhâb (İbn Hacer, el-İsâbe içinde), I-IV, Kahire 1328.
İbn Abdülber en-Nemerî el-Kurtubî, el-İstî'âb fî ma'rifeti'l-aşhâb (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî), I-IV, Kahire 1969.
Hoca Sâdeddin, Tâcü't-tevârih
Hudüdü'l-'âlem
Karachi 1962 —
İbn Abdülber, el-İstî'âb (Bicâvî)
HM Hayat Mecmuası,
Studies,
İsi. Der islam, Berlin 1910 —
Hidâyet, Ravzatü'ş-safâ
Philip K. Hitti, Siyâsi ve Kültürel İslâm (trc. Salih Tuğ), I-IV, istanbul 1980-81.
/Q
Islamic
Hitti, İslâm Tarihi Fârsî,
Hândmîr, Habtbü's-siyer
H â k i m en-Nîsâbûrî, C el-Müstedrek ale's-Sahîhayn, I-IV, Haydarâbâd 1334-42.
Safiyyüddin A h m e d b. Abdullah el-Hazrecî, Hulâşatü Tezhîbi Tehzîbi'l-Kemâl fî esmâ 3 i'r-ricâl (mukaddime Abdülfettâh Ebû Gudde), Bulak 1301 — Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .
Hidâyet, RiyAzü 7- 'Arifin Ottoman
H â n b â b â Muşâr, Fihrist-i Kitâbhâ-yi Çâpî-yi I-V, Tahran 1350-53 hş.
Hâkim, el-Müstedrek
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd (Medînetü's-selâm), I-XIV, Kahire 1 3 4 9 / 1 9 3 1 — Medine, ts.; Beyrut, ts.
Heysemî, Mecma'u'z-zevâ* id
Hammer (Atâ Bey)
O s m a n z â d e A h m e d Tâib, Hadîkatul-vüzerâ, istanbul 1271 — Freiburg 1969.
H â k i m en-Nîsâbûrî, Ma'rifetü 'ulümi'l-hadîs (nşr. Seyyid M u a z z a m Hüseyin), Haydarâbâd 1935 — Medine Beyrut 1 3 9 7 / 1 9 7 7 .
Ali b. M u h a m m e d el-Huzâî, Kitâbü Tahrîci'd-delâlâti's-sem'iyye z alâ mâ kâne fî cahdi resûlillâh mine'l-hiref ve'ş-şanâ 3İ C c ve'lamâlâti'ş-şer'iyye (nşr. A h m e d M u h a m m e d E b û Selâme), Kahire 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .
Hediyyetü 7- e arifin
Halîmî, el-Minhâc
Hânbâbâ, Fihrist
'ulûmi'l-hadîs
Hasan İbrahim Hasan, SiyasîDini-Kültürel-Sosyal islâm Tarihi (trc. İsmail Yiğit v.dğr.), I-VI, İstanbul 1985-86.
Hazrecî, Hulâşatü Tezhîb
Halîfe b. Hayyât, Kitabü't-Tabakât (nşr. S ü h e y l Zekkâr), I-II,' D ı m a ş k 1966-67.
Hadtkatü'l-vûzerâ
Hâkim, Ma'rifetü
Huzâî, Tahricü'd-delâlâti's-sem'iyye
Hatîb, Târîhu Bağdâd
(Ömerî)
J. von H a m m e r , Histoire de l'Empire (trc. Hellert), [-XVIII, Paris 1835-41.
Hasan İbrahim, İslâm Tarihi
(Sutûde)
Hudüdü'l-'âlem mine'l-meşrık ile'l-mağrib (nşr. Minûçihr-i Sutûde), Tahran 1340 hş.
İbn Abdülhakem, Fütühu Mışr (Torrey) A b d u r r a h m a n b. Abdullah b. A b d ü l h a k e m , Fütühu Mışr ve ahbâruhâ (nşr. Charles C. Torrey), Leiden 1922.
İbn Abdürabbih, el-'İkdü'l-ferid E b û Ö m e r A h m e d b. M u h a m m e d b. A b d ü r a b b i h , el-'ikdü'l-ferîd (nşr. A h m e d E m î n v.dğr.), I-VII, Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .
İbn Abdüşşekûr, Müsellemü 'ş-şübût Muhibbullah b. A b d ü ş ş e k û r el-Bihârî, M ilse ile mil 's-sil b û t fî uşûli'l-fıkh (Fevâtihu'r-rahamût ile Gazzâlî, el-Müstasfâ içinde), I-II, Bulak 1324.
ibn Âbidîn. Meçimi 'atü 'r-resâ' il
İbn Habîb, el-Muhabber
M u h a m m e d E m î n b. Âbidîn, Mecmû'atü resâ' ili ibn 'Âbidîn, istanbul 1325.
M u h a m m e d b. Habîb el-Hâşimî, el-Muhabber (nşr. ilse Lichtenstadter), Haydarâbâd 1 3 6 1 / 1 9 4 2 — Beyrut, ts.
ibn Âbidîn,
Reddü'l-muhtâr
M u h a m m e d E m î n b. Âbidîn, Reddü'l-muhtâr 'ale'd-Dürrij-muhtâr, İ-V; Tekmiletü Haşiyeti ibn 'Âbidîn, VI/1-2; Takrtrâtur-Râfi'î, Vli/1-2, Kahire 1272-1324.
İbn Âbidîn, Reddü 'l-muhtar (Kahire) M u h a m m e d E m î n b. Âbidîn. Reddü'l-muhtâr 'ale'd-Dürri'l-muhtâr; I-VI; c Hâşiyetü Kurreti uyüni'l-ahyâr tekmiletü Reddi'l-muhtâr, VH-VIII, Kahire 1386-89/1966-69.
ibn Arrâk, Tenzîhü'ş-şerî'a Ali b. M u h a m m e d el-Arrâk,
Tenzîhü'ş-şerî'ati'l-merfû'a 'ani'l-ehâdîşi'ş-şenî'ati'l-mevzü'a (nşr. A b d u l v e h h â b Abdüllatîf — A b d u l l a h M u h a m m e d es Sadık) I-II, Kahire 1378, Kahire, ts. (Mektebetü'1-Kahire).
İbn Asâkir. Târîhu Dımaşk Ali b. Hasan b. Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, l-XIX, A m m a n , ts. (Dârü'l-Beşîr) (tıpkıbasım).
ibn Asâkir, Târîhu Dımaşfc(Şihâbî) Ali b. Hasan b. Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk (nşr. Neşât Gazzâvî — S e k m e eş-Şihâbî v.dğr.), 1-VI, D ı m a ş k 1402-1404/1981-84.
İbn Battüta,
Seyahatnâme
M u h a m m e d b. Abdullah b. Battüta, Seyahatnâme (trc. M e h m e d Şerîf), I-II, İstanbul 1333-35.
İbn Beşküvâl, es-Sıla Halef b. A b d ü l m e l i k b. Beşküvâl, Kitâbü'ş-Şıla fîtârîhi e 3immeti Endelüs ue 'ulemâ ihim ue muhaddişîhim ue fukahâ'ihim ue üdebâ 3 ihim (nşr. İzzet el-Attâr), Kahire 1955.
(Dârü'l-Âfâkı'l-cedîde).
İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine
İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlikü'l-ebsâr fî memâliki'l-emsâr (nşr. Fuat Sezgin), I-XXVII, Frankfurt 1 4 0 8 / 1 9 8 8 (tıpkıbasım).
İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik (Taeschner) ibn Fazlullah el-Ömerî. Mesâlikü'l-ebşâr fî memâliki'l-emşâr (nşr. Fr. Taeschner), Leipzig 1 9 2 9 ; Wiesbaden 1968.
İbn Fûrek, Mücerredü 'l - makâlât İbn Fûrek, Mücerredü makâlâti'ş-Şeyh Ebi'THasan el-Eş'arî(nşr. Daniel Gimaret), Beyrut 1987.
İbn Havkal, Sûretü'l-arz
İbn İzârî, el-Beyânü'l-muğrib
İbn Hayr, Fehrese
ibn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-bârî bi-şerhi Şahîhl'l-Buhârî (nşr. M u h i b b ü d d i n el-Hatîb — M. Fuâd A b d ü l b â k i — Kusay M u h i b b ü d d i n el-Hatîb), I-XIII, Kahire 1407/1986-87.
İbn Hacer. Hedyü's-sârî (Hatîb) İbn Hacer el-Askalânî, Hedyus-sârt mukaddimetü Fethi'l-bârî bi-şerhi Şahîhl'l-Buhârî (nşr. M u h i b b ü d d i n eİ-Hatîb v.dğr.), I-II, Kahire 1407/1986-87.
İbn Hacer, Inbâ' ü'l-ğumr İbn Hacer el-Askalânî, inbâ 3 ü'l-ğumr bi-enbâ 'i'l-'umr (nşr. A b d u l l a h b. A h m e d el-Alevî — M u h a m m e d S â d ı k u d d i n el-Ensârî), I-IX, Haydarâbâd 1387-96/1967-76 — Beyrut 1 3 8 7 / 1 9 6 7 , 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
İbn Hacer, el-lşâbe İbn Hacer el-Askalânî, el-isâbe fî temyizi's-sahâbe, Kahire 1328.
I-IV,
İbn Hacer, el-İşâbe (Bicâvî) İbn Hacer el-Askalânî, el-İşâbe fî temyîzi'ş-şahâbe (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî), 1-VIII, Kahire 1390-92/1970-72.
İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân
İbn Hacer, el-Metâlibü'l-'âliye
M u v a f f a k u d d i n İbn E b û Usaybia, c üyünü'l-enbâ 3 fî tabakâti'l-etıbbâ 3 (nşr. Nizâr Rızâ), Beyrut 1965.
İbn iyâs M u h a m m e d b. A h m e d el-Hanefî, Bedâ' i' u'z-zühûr fî uekâ 3i'i'd-dühûr (nşr. M u h a m m e d Mustafa), I-V, Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 3 .
İbn Hacer, Fethu'l-bâri (Hatîb)
Nâsırüddin Hüseyin b. M u h a m m e d b. Bîbî, el-Evâmirü'l-'alâ' iyye fi'Tumûrij-'Alâ' iyye (nşr. A d n a n S. Erzi), Ankara 1956.
İbn Ebû Usaybia, 'üyûnü'l-enbâ'
ibn Hallikân Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m m e d . Vefeyâtü'l-a'yân ve enbâ'ü ebna 3 i'z-zamân (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , I-VI, Kahire 1367-69/1948-50.
ibn Hacer el-Askalânî, ed-Dürerü'l-kâmine fî a'yâni'l-mi 3 eti's-sâmine, I-IV, Haydarâbâd 1348-5Ö/1929-31.
İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü'l-Mîzân, I-V1I, Haydarâbâd 1329-31.
A b d u r r a h m a n b. Ebû H â t i m er-Râzî, el-Cerh ue't-ta'dîl, I-IX, Haydarâbâd 1371-73/1952-53.
İbn İyâs, Bedâ'i'u'z-zühûr
Ebü'l-Kâsım b. Havkal en-Nasîbî. Kitâbü Şûreti'l-arz (nşr. I. H. Kramers), Leiden 1938-39 — Frankfurt 1 4 1 3 / 1 9 9 2 .
İbn Bîbî, el-Euâmirü 'l- 'alâ' iyye
İbn Ebû Hatim, el-Cerh ve't-tu'dil
İbn Hallikân, Vefeyât (Abdülhamîd)
İbn Hacer el-Askalânî. el-Metâlibü'l-'âliye (nşr. H a b î b ü r r a h m a n el-A'zamî), l-IV, Kuveyt 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .
İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb ibn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb, I-XII, Haydarâbâd 1325-27/1907-1909.
M u h a m m e d b. Hayr el-İşbîlî, Fehrese mâ reuâhu 'an şüyûhıh... (nşr. Franciscus C o d e r a — j. Ribera Tarrago), Sarakosta 1893 — Kahire 1 3 8 2 / 1 9 6 3 .
İbn Hazm, Cemhere İbn Hazm Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , Cemheretü ensâbi'l- 'Arab (nşr. A b d ü s s e l â m M u h a m m e d Hârûn), Kahire 1982 — Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
İbn Hazm, el-Faşl İbn Hazm Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Faşl fi'l-milel ue'l-ehvâ' ve'n-nihal, I-V, Kahire 1317-21 — ' Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
İbn Hazm, el-Faşl (Umeyre) İbn Hazm Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Faşl fi'l-milel ve'l-ehuâ 3 ue'n-nilml (nşr. M. İbrahim Nasr — A b d u r r a h m a n Umeyre), I-V, Riyad - Cidde 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .
İbn Hazm, el-Muhallâ İbn Hazm Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Muhallâ (nşr. A h m e d M u h a m m e d Şâkir), I-XI, Kahire, ts. (Mektebetü Dâri't-Türâs).
İbn Hibbân, Meşâhîr
İbn Haldûn. Mukaddime A b d u r r a h m a n b. M u h a m m e d b. Haldûn, Mukaddimetü İbn Haldûn (nşr. Ali A b d ü l v â h i d Vâfî), I-III, Kahire 1401.
Ebû Bekir A h m e d b. M u h a m m e d b. K â d î Ş ü h b e , Tabakâtuş-Şâfi' iyye (nşr. Â b d ü l h a l î m Hân), I-IV, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
İbn Kayyım el-Cevziyye, l'lâmü'l-muuakkt'în İbn Kayyim el-Cevziyye. İ'lâmul-muuakkı'în 'an rabbi'l- 'âlemîn (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , I-IV, Kahire 1 3 7 4 / 1 9 5 5 .
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü'l-me'âd İbn Kayyim el-Cevziyye, Zadü'l-me'âd fî hedyi hayri'l-'ibâd (nşr. Ş u a y b el-Arnaût — A b d ü l k â d i r el-Arnaût), I-V, Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .
İbn Kesîr, el-Bidâye İsmâil b. Ö m e r b. Kesîr, el-Bidâye ue'n-nihâye, I-XIV, Kahire 1351-58/1932-39.
İbn Kesîr,
Kısasü'l-enbiyâ'
İsmâil b. Ö m e r b. Kesîr, Kısasul-enbiyâ', MI, Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .
İbn Kesîr, es-Sîre İsmâil b. Ö m e r b. Kesîr, es-Sîretü'n-nebeviyye (nşr. Mustafa Abdülvâhid), I-IV, Kahire 1964-66 — Beyrut 1 3 9 6 / 1 9 7 6 .
İbn Hibbân. eş-Şikât
İbn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ân
M u h a m m e d b. Hibbân. Kitâbü's-Sikat, I-IX, Haydarâbâd 1393-99/1973-79.
İsmâil b. Ö m e r b. Kesîr. Tefstrü'l-Kur' âni'l- 'azîm (nşr. M u h a m m e d İbrahim el-Bennâ v.dğr.), I-VIII, Kahire 1 3 9 0 / 1 9 7 1 .
İbn Hişâm, es-Sîre Abdülmelik b. Hişâm, es-Sîretü'n-nebeuiyye (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), I-IV, Kahire 1 3 5 5 / 1 9 3 6 .
İbn Hişâm, es-Sîre 2 Abdülmelik b. Hişâm, es-Sîretü'n-nebeuiyye (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), I-IV, Kahire 1 3 7 5 / 1 9 5 5 .
İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve'l-memâlik Ubeydullah b. Abdullah b. Hurdâzbih, el-Mesâlik ue'l-memâlik (nşr. M . ) . d e Goeje), Leiden 1889, 1967.
İbn Hallikân, Vefeyât İbn Hallikân Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m m e d , Vefeyâtü'l-a'yân ue enbâ'ü ebna' i'z-zamân (nşr. İhsan Abbas), I-VIII, Beyrut 1968-72.
İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü 'ş-Şâfi' iyye
M u h a m m e d b. Hibbân, Kitâbü Meşâhîri 'ulemâ'i'l-emşâr (nşr. M. Fleischhammer), Wiesbaden 1959.
İbn Haldûn. el-'iber A b d u r r a h m a n b. M u h a m m e d b. Haldûn, Kitâbü'l-'iber ue dîuânü'l-mübtede 3 ue'l-haber..., I-VII, Bulak 1 2 8 4 — Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .
İbn İzârî el-Merrâküşî, el-Beyânü'l-muğrib fî ahbân'lEndelüs ve'l-Mağrib, I-II (nşr. Reinhard Dozy), Leiden 1848-51; III (nşr. £ . Levi Provençal), Paris 1 9 3 0 ; IV (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1983.
İbn Ishak. es-Sîre M u h a m m e d b. İshak. Sîretü İbn Ishâk (nşr. M u h a m m e d Hamîdullah), Rabat 1967 — Konya 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .
İbn Kudâme, el-Muğnt Muvaffakuddin Abdullah b. A h m e d b. K u d â m e , el-Muğnî ( Ş e m s e d d i n İbn K u d â m e , eş-Şerhu'l-kebîrile beraber), I-XIV, Beyrut 1392-93/1972-73.
İbn Kudâme, el-Mugnî (Herrâs) M u v a f f a k u d d i n Abdullah b. A h m e d b. K u d â m e , el-Muğnî ( M u h a m m e d Halîl Herrâs), MX, Kahire, ts. (Mektebetü İbn Teymiyye).
İbn Kudâme, Raozatü'n-nâzır Muvaffakuddin Abdullah b. A h m e d b. K u d â m e , Ravzatü'n-nâzır ve cennetul-münâzır fî uşûli'l-fıkh 'alâ mezhebi'l-imâm Ahmed b. Hanbel (Dûmî, Nüzhetü'l-hâtıriçinde), I-II, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).
İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 er-Riyâziyyât (3)
İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü 'z-zâhire
M u h a m m e d b. A h m e d b. M u h a m m e d b. Rüşd el-Hafîd, Tefsîru Mâ Ba'de't-tabî'a (nşr. S. 1. Maurice Bouyges), I-IV, Beyrut 1973-86.
Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 er-Riyâziyyât (3): Cevâmi'u 'ilmi' 1-mûsikî (nşr. Zekeriyyâ Yûsuf v.dğr.) ofset [baskı yeri ve tarihi yok],
İbn Sa'd, et-Tabakât
İbn Sînâ, eş-Şifâ 5 er-Riyâziyyât (4)
Ebü'I-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî, en-îfücümü'z-zâhire fî mülûki Mısr ve'l-Kâhire, I-XİI, Kahire 1956; XIII (nşr. Fehîm M u h a m m e d Şeltût), Kahire 1970; XIV (nşr. Cemâl Muhriz — Fehîm M u h a m m e d Şeltût), Kahire 1972; XV (nşr. İbrâhim Ali Tarhan), Kahire 1972; XVI (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâi — Fehîm M. Şeltüt), Kahire 1972,
İbn Kudüme el-Makdisî, c Ulemâ 3 ü'l-hadîs
İbn Rüşd, Tefsîru Mâ Ba
M u h a m m e d b. A h m e d b. Kudâme el-Makdisî,
Tabakâtü 'ulemâ 3i'l-hadîş [nşr. Ekrem el-Bûşî — İbrahim ez-Zeybek), I-IV, Beyrut 1 4 0 9 / 1 9 8 9 .
İbn Kuteybe, el-Ma cârif(llkkâşe) Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, el-Ma'ârif (nşr. Servet Ukkâşe), Kahire 1960, 1969, 1981.
İbn Kuteybe, c üyûnü'l-ahbâr Abdurrahman b. Müslim b. Kuteybe, Kitâbü 'Uyûni'l-ahbâr, I-IV, Kahire 1343-49/1925-30.
İbn Kuteybe, e üyûnü'l-ahbâr
(Tavîl)
Abdurrahman b. Müslim b. Kuteybe, Kitâbü "CJyûni'l-ahbâr (nşr. Yûsuf Ali Tavîl — M ü f î d M u h a m m e d Kumeyha), I-IV, Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
İbn Kutluboğa, Tâcü't-terâcim Kasım b. Kutluboğa, Tâcü't-terâcim fî tabakâti'l-Hanefiyye, Bağdad 1962.
İbn Mâkûlâ, el-lkmâl Ali b. Hibetullah b. Mâkûlâ, el-İkmâl fî ref i'l-irtiyâb 'ani'lm ü 3 telef ue'l-muhtelef mine'l-esmâ 3 ue'l-künâ ve'l-elkâb, I-VI (nşr. Abdurrahman b. Yahya el-Yemânî), Haydarâbâd 1381-86/1962-67; VII (nşr. Nâyif el-Abbas), Beyrut 1976.
İbn Manzür, Muhtaşaru Târihi
Dımaşk
M u h a m m e d b. Mükerrem b. Manzür, Muhtaşaru Târîhi Dımaşk l'ibn 'Asâkir (nşr. Rûhiyye en-Nehhâs — Riyâz A b d ü l h a m î d — M u h a m m e d Mutî' el-Hâfız v.dğr.), I-XXIX, Dımaşk 1404-1409/1984-88.
İbn Mencüye, Ricâlü Şahîhi
Müslim
A h m e d b. Ali b. Mencüye el-İsfahânî, Ricâlü Sahîhi Müslim (nşr. A b d u l l a h el-Leysî), I-II, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
İbn Miskeveyh, Tecâribü'l-ümem Ebû Ali Ahmed b. M u h a m m e d b. Miskeveyh, Kitâbü Tecâribi'l-ümem: The Eclipse of the Abbasid Caliphate (nşr. ve trc. H. F. Amedroz), I-VII, Oxford 1920-21.
İbn Miskeveyh, Tehzîbü'l-ahlâk Ahmed b. M u h a m m e d b. Miskeveyh, Tehzîbü'l-ahlâk ue tathîrü'l-a'râk (nşr" İbnü'l-Hatîb), Kahire 1398.
İbn Nüceym,
el-Bahrü'r-râ'ik
Zeynüddin İbn Nüceym, el-Bahrü'r-râ 3 ik şerhu Kenzi'd-dekâ 3ik, I-VİI; Tekmiletül-Bahri'r-râ 3 ik, VIII, Kahire 1311.
İbn Rüşte,
el-A'lâku'n-neftse
Ebû Ali Ahmed b. Amr, Kitâbü'l-A'lâkı'n-neftse (nşr. M. J. de'Goeje), Leiden 1967.
İbn Rüşd,
Bidâyetü'l-müctehid
M u h a m m e d b. Ahmed b. M u h a m m e d b. Rüşd el-Hafîd, Bidâyetü'l-müctehid ve nihâyetul-mukteşıd, I-II, Kahire, ts. (el-Mektebetü't-Ticâriyyetü'I-kübrâ).
'de't-tabî'a
M u h a m m e d b. Sa'd, et-Tabakâtü 7- kübrâ (nşr. İhsan Abbas), I-IX, Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .
İbn Sa'd, et-Tabakât:
el-mütemmim
M u h a m m e d b. Sa'd, et- Tabakâtü' l -kübrâ: el-kısmü'l-mütemmim (nşr. Ziyâd M u h a m m e d Mansûr), Medine 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib Ali b. Mûsâ b. M u h a m m e d b. Saîd el-Mağribî, el-Muğrib fî hule'l-Mağrlb (nşr. Şevkî Dayf), I-II, Kahire 1978-80.
İbn Semüre, Fukahâ 3 ü 7 - Yemen İbn Semure el-Ca'dî el-Yemenî, Tabakâtü fukahâ 3i'l-Yemen (nşr. Eymen Fuâd Seyyide), Kahire 1 3 7 7 / 1 9 5 7 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kalem).
İbn Seyyidünnâs, e CIyûnü'l- eşer İbn Seyyidünnâs el-Ya'murî, c üyünü'l-eser fî fününl'imeğâzî ve'ş-şemâ 5il ue's-siyer, I-II, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), Beyrut 1402/1982.
İbn Sînâ, el-tşârât Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, el-işârât ve't-tenbîhât (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1959.
İbn Sînâ, el-Mebde' Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, el-Mebde 3 ve'l-me'âd (nşr. Abdullah-ı Nûrânî), Tahran 1363 h ş . / 1 9 8 4 .
İbn Sînâ, eş-Şifâ' el-llâhiyyât (1) Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 el-ilâhiyyât (1) (nşr. G. C. Anawati — Saîd Zâyed), Tahran 1343, ofset, ts.
İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 el-Mantık (3) Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 el-Mantık (3): el- 'ibâre (nşr. M a h m û d el-Hudayrî), I-II, Kahire 1390/1970, ofset, ts.
İbn Sînâ, eş-Şifâ' er-Riyâziyyât (1) Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 el-Fennü'l-evvel min cümleti'l- c ilmi'r-riyâzî (1): üşûlü'l-hende se (nşr. A b d ü l h a m î d Sabre — A b d ü l h a m î d Lutfı Mazhar), Kahire 1976, ofset, ts.
Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 er-Riyâziyyât (4): 'İlmul-hey 3 e (nşr. M u h a m m e d Rıza Medver — İ m a m İbrahim Ahmed), Kahire 1980, ofset, ts.
İbn Sînâ, eş-Şifâ' et-Tabî'iyyât
(1)
Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (1): es-Semâ 3ut-tabî î (nşr. Saîd Zâyed — ibrâhim Medkûr), ofset Ibaskı yeri ve tarihi yok].
İbn Sînâ, eş-Şifâ' et-Tabf iyyât (2) Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (2): es-Semâ 3 ve'l-'âlem, (3): el-Kevn ve'l-fesâd, (4): el-Ef'âl ve'infi'âlât (nşr. M a h m û d Kasım — İbrâhim Medkûr), ofset Ibaskı yeri ve tarihi yok],
İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât
(5)
Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (5): el-Ma'âdin ue'l-âşârü'T'ulüiyye (nşr. A b d ü l h a l î m M u n t a s ı r v . dğr.), eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (3) içinde.
İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât
(6)
Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (6): en-Nefs (nşr. G. C. Anawati — Saîd Zâyed), Kahire 1394-95/1974-1975, ofset, ts.
İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât
(7)
Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (7): en-Nebât (nşr. A b d ü l h a l î m Muntasır v.dğr.), eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (2) içinde.
İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât
İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire
(Popper)
Ebü'I-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî, en-fiücûmü'z-zâhire fî mülûki Mısr ve'l-Kâhire (nşr. W. Popper), I-VII, Berkeley 1909-29.
İbn Teymiyye, Mecmû'atü'r-resâ 3
il
Takıyyüddin A h m e d b. Abdülhalîm b. Teymiyye, Mecmû'atü'r-resâ 3il ve'l-mesâ 3il (nşr. M. Reşîd Rızâ), l-V, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
İbn Teymiyye, Mecmü 'u fetâvâ Takıyyüddin A h m e d b. Abdülhalîm b. Teymiyye, Mecmû'u fetâvâ, I-XXXVII (nşr. Abdurrahman b. Muhammed), Riyad 1381-86.
İbnü'l-Adîm, Buğyetü't-taleb Kemâleddin Ebü'I-Kâsım Ömer İbnü'l-Adîm, Buğyetü't-taleb fî târîhi Haleb: Selçuklularla ilgili Haltercümeleri (nşr. Ali Sevim), Ankara 1976.
İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb Kemâleddin Ebü'I-Kâsım Ömer İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb min târîhi Haleb (nşr. S â m î ed-Dehhân), I-III, Dımaşk 1951-68.
İbnü'l-Arabî, Fuşûş Muhyiddin M u h a m m e d b. Ali el-Arabî, Fuşûşü'l-hikem ve husûsüT kelim, Kahire 1329.
İbnü'l-Arabî, Fuşüş (Afîfî)
(8)
Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (8): el-Hayevân (nşr. A b d ü l h a l î m Muntasır — Saîd Zâyed — Abdullah İsmail), Kahire 1 3 9 0 / 1 9 7 0 , ofset, ts.
İbn Şebbe, Târîhu'l-Medîneti'l-müneooere Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe, TânhuTMedîneti'l-münevvere: Ahbârü'l-Medîneti'n-nebeviyye (nşr. Fehîm M u h a m m e d Şeltût), I-IV, Cidde 1399/1979, 1402.
Muhyiddin M u h a m m e d b. Ali el-Arabî, Fuşûşü'l-hikem ue husüsü'l-kelim (nşr. Ebü'l-Alâ el-Afîfî), Kahire 1946.
İbnü'l-Arabî, el-Fütühât Muhyiddin M u h a m m e d b. Ali el-Arabî, el-Fütûhâtü'l-Mekklyye fî ma'nfeti'l-esrâri'l-mâlikiyye ue'l-melekiyye (nşr. O s m a n Yahyâ — İbrâhim Medkûr), I-IX, Kahire 1392-1405/1972-85.
İbnü'l-Cevzî,
el-Muntazam
bk. İbnü't-Tıktaki.
Abdurrahman b. Ali b. Cevzı, el-Muntazam fî târihi'l-mülûk ve'l-ümem (nşr. F. Krenkow), I-X, Haydarâbâd 1357-59/1938-40.
İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 er-Riyâziyyât (2)
İbn Tağrîberdî, el-Menhelü'ş-şâfî
İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam (Atâ)
Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 el-Fennü'ş-şânî fi'r-riyâziyyât (2): ' el-Hisâb (nşr. Abdülhamîd Lutfî Mazhar), Kahire 1975, ofset, ts.
Ebü'I-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî, el-Menhelü'ş-şâfî ve'l-müsteufî ba'de'iuâfî (nşr. M u h a m m e d M u h a m m e d E m î n — Saîd Abdülfettâh Âşûr), I-IV, Kahire 1984-85.
Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, el-Muntazam fî târîhi'l-ümem ue'l-mûlûk (nşr. Muhammed-Mustafa Abdülkâdir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1 4 1 2 / 1 9 9 2 .
İbn Tabatabâ
İbnü'l -Cevzî, Niizhetü'l-a'yün
İbnü'I-Hümâm, Fethu'l-kadîr (Bulak)
İbnü's-Salâh, ' Ulûmu'l-hadts
Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Nüzhetul-a'yüni'n-nevâzır fî 'ilmi'l-vücûh ve'n-nezâ' ir {nşr. M. Abdülkerîm Kâzım er-Râzî), Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
Kemâleddin M u h a m m e d b. Abdülvâhid b. Hümâm, Fethu'l-kadîr, l-VI; Netâ' icü' l-efkâr fî keşfi'r-rumüz ve'l-esrâr; VII-VIII, Bulak 1315-18.
Osman b. Abdurrahman İbnü's-Salâh, 'ülümü'l-hadîş (nşr. Nûreddin Itr), Halep 1 3 8 6 / 1 9 6 6 ; Beyrut 1972; Dımaşk 1404/1984.
İbnü'I-Cevzî,
Şıfatü'ş-şafve İbnü'I-Hümâm, Fethu'l-kadîr (Kahire)
Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Şıfatü'ş-şafve (nşr. M a h m û d Fâhûrî — M u h a m m e d Kal'acî), I-IV, Halep 1969-73.
İbnü'I-Cevzî, Telbtsü iblis Abdurrahman b. Ali b. Cevzî. Telhisi! iblis (nşr. M u h a m m e d Münîr ed-Dımaşkî), Kahire 1368.
İbnü'I-Cevzî, el-Vefâ Abdurrahman b. Ali b. Cevzî. el-Vefâ bi-ahvâli'l-Muştafâ (nşr. Mustafa Abdülvâhid), l-II, Kahire 1 3 8 6 / 1 9 6 6 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).
İbnü'I-Cevzî,
Zâdü'l-mesîr
Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Zâdü'l-mesîr fî'ilmi't-tefsîr (nşr. M u h a m m e d Züheyr eş-Şâvîş — Şuayb, Abdülkâdir el-Arnaût), I-IX, Dımaşk 1384-88/1964-68.
İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-nihâye Ebü'1-Hayr M u h a m m e d el-Cezerî, Gâyetü'n-nihâye fî tabakâti'l-kurrâ' (nşr. G. Bergstraesser), 1-11, Kahire 1351-53/1932-35; Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .
İbnü'l-Cezerî, en-Iieşr Ebü'l-Hayr M u h a m m e d el-Cezerî, en-Neşr fi'l-kırâ' âti'l- 'aşr (nşr. Ali M u h a m m e d ed-Dabbâ'), l-II, Kahire, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-iImiyye).
Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, el-Kâmil fit-târîh (nşr. C. I. Tornberg), I-XIII, Leiden 1851-76 — Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .
İbnü'l-İmâd, Şezerât Abdülhay b. Ahmed İbnü'l-İmâd, Şezerâtü'z-zeheb fî ahbâri men zeheb, I-VIII, Kahire 1350-51.
İbnü'l-Kelbî, Kitâbü' l-Esnam Hişâm b. M u h a m m e d el-Kelbî, Kitâbü'l-Eşnâm (nşr. Ahmed Zeki Paşa, Putlar Kitabı, trc. Beyza Düşüngen), Ankara 1969.
Ali b. Yûsuf el-Kıftî, Kitâbü İhbâri'l-'ulemâ' biahbân'lhükemâ': Târîhu'1-hükemâ', Kahire 1326, Kahire, ts.
İbnü'l-Kıftî, thbârü'l-'ulemâ'
(Lippert)
Ali b. Yusuf el-Kıftî, Kitâbü İhbâri'l-'ulemâ' bi-ahbâri'l-hükemâ': Târîhu't-hükemâ' (nşr. I. Lippert), Leipzig 1903.
İbnü'l-Kıftî,
tnbâhü'r-ruuât
Ahmed b. Yahyâ b. Murtazâ, Kitâbü Tabakâti'l-Mu' tezile (nşr. Susanna D. Wiizer), Wiesbaden 1961.
İbnü'l-Esîr, el-Lübâb
İbnü'l-Mülakkın, Tabakâtü'l-euliyâ 5
İbnü'l-Esîr, en-Nihâye Mübarek b. M u h a m m e d b. Esîr, en-Nihâye fîğarîbi'1-hadîs ve'l-eşer (nşr. M a h m û d M u h a m m e d et-Tanâhî -Tâhir Ahmed ez-Zâvî), I-V, Kahire 1383-85/1963-65.
üsdü'l-ğâbe
Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, Üsdü'l-ğâbe fî ma'rifeti's-sahâbe, I-V, Kahire 1285-87.
(Bennâ)
Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, Üsdü'l-ğâbe fî ma'rifeti'ş-şahâbe (nşr. M u h a m m e d ibrahim el-Bennâ v.dğr.), I-VII, Kahire 1390-93/1970-73.
İbnü'I-Hatîb, el-lhâta Lisânüddin İbnü'I-Hatîb, el-lhâta fî ahbâri Gırnâta (nşr. M u h a m m e d Abdullah İnan), I-IV, Kahire 1393-98/1973-78.
İbnü'I-Hümâm, Fethu'l- kadir Kemâleddin M u h a m m e d b. Abdülvâhid b. H ü m â m , Fethu'l-kadîr, I-VII; Netâ' icü'l-efkâr fî keşfi'r-rumûz ve'l-esrâr, VIII-X, Kahire 1389-92/1970-72.
Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye
İsnevî, et-Temhîd
M u h a m m e d b. Ali b. Tabâtabâ, el-Fahrî fi'l-âdâbi's-sultâniyye ve'd-düveli'l-islâmiyye, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).
Abdürrahîm b. Hasan el-İsnevı, et-Temhîd fî tahrîci'l-fürü' 'ale'l-uşûl (nşr. M u h a m m e d Hasan Heyto), Beyrut 1400/1981, 1 4 0 4 / 1 9 8 4 (ilâveli ve gözden geçirilmiş 3. bs.).
İbnülemin. Hoş Sadâ
IsLA
İbnülemin M a h m û d Kemal inal. Hoş Sadâ, İstanbul 1958.
istanbul Ansiklopedisi, istanbul 1958-74.
İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri İbnülemin M a h m û d Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, I-XII, istanbul 1930-41.
ibrâhim b. M u h a m m e d el-İstahrî, Mesâlikü'l-memâlik (nşr. M u h a m m e d Câbir Abdülâl — M u h a m m e d Şefîk Gırbâl), Kahire 1961.
İbnülemin. Son Hattatlar
İstahrî, Mesâlik (de Goeje)
İbnülemin M a h m û d Kemal İnal, Son Hattatlar, istanbul 1955.
İbrâhim b. M u h a m m e d el-İstahrî, Mesâlikü'l-memâlik (nşr. M. J. d e Goeje), Leiden 1827, 1967.
İbnü t-Tıktakâ, el-Fahrî
İbnülemin, Son
thbârü'l-'ulemâ'
İbnü'l-Kıftî,
İbnü'l-Murtazâ, Tabakâtü 'l-Mu 'tezile
Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, el-Lübâb fî tehzîbi'l-Erısâb, I-III, Kahire 1357-69 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).
İbnü'l-Esîr, üsdü'l-ğâbe
Kemâleddin M u h a m m e d b. Abdülvâhid b. Hümâm, Fethu'l-kadîr, I-VI; Netâ'icü'l-efkâr fî keşfi'r-rumüz ve'l-esrâr, VII-IX, Kahire 1319.
Ali b. Yûsuf el-Kıftî, inbâhü'r-ruvât'alâ enbâ'i'n-nuhât (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), I-IV, Kahire 1369-93/1950-73.
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil
İbnü'l-Esîr,
İsnevî,
Abdürrahîm b. Hasan el-İsnevî, Tabakâtü'ş-Şâfi' iyye (nşr. Abdullah el-Cübürî), Bağdad 1 3 9 1 / 1 9 7 0 ; Riyad 1400/1980.
İstahrî, Mesâlik (Abdülâl)
Sadnazamlar
İbnülemin M a h m û d Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar, I-IV, İstanbul 1940-53.
İbrahim Rifat Paşa, Mir* âtü'l-Haremeyn ibrâhim Rifat Paşa, Mir' âtü'l-Haremeyn ev er-Rahalâtü'l-Hicâziyye ve meşâ'iruhud-dîniyye, Kahire 1344/1925.
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953
(1546)
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Tarihli (nşr. Ö. Lutfi Barkan — E. Hakkı Ayverdi), istanbul 1970.
ÎTED ve'l-hac I-III,
İbşîhî. el-Müstetraf M u h a m m e d b. Ahmed el-İbşîhî, el-Müstetraf fî külli fennin müstezraf (nşr. Müfıd M u h a m m e d Kumeyha), I-II, Kahire 1379; Beyrut 1403/1983.
İdrîsî,
I-XI,
Şıfatü'l-Mağrib
M u h a m m e d b. Abdullah b. İdrîs, Şıfatü'l-Mağrib ve arzü's-Sûdân ve Mışr ve'l-Endelüs: Description de l'Afrique et de l'Espağne (nşr. ve trc. R. Dozy — M. J. de Goeje), Leiden 1968.
istanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi islâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1953 -
îzâhu'l-meknûn Bağdatlı İsmâil Paşa, Îzâhu'l-meknûn fi'z-zeyl 'alâ Keşfi'z-zunûn 'an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn (nşr. Kilisli Muallim Rifat — Şerefeddin Yaitkaya), I-II, İstanbul 1945-47.
JA Journal Asiatique, Paris 1822 -
JAfr.H Journal ofAfrican History, Cambridge 1960 —
Ömer b. Ali İbnü'l-Mülakkın, Tabakâtü'l-evliyâ' (nşr. Nûreddin Şerîbe), Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .
İFM istanbul üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, istanbul 1940 -
JAH
İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist
llmiyye
JAK
İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist fî ahbâri'i'ulemâ' i'lmusannifin mine'l-kudemâ' ve'imuhaddişîn ve esmâ'i kütübihim, Beyrut 1 3 9 8 / 1 9 7 8 .
İlmiyye Salnâmesi, istanbul 1334.
Jahrbuch der Asiatischen Leipzig 1924 -
İsfahânî, Beyânü 'l-Muhtaşar
JAL
İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist (Şüveymî) İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist fî ahbâri'i-' ulemâ 'i'lmusannifin mine'l-kudemâ' ve'l-muhaddişîn ve esmâ'i kütübihim (nşr. Mustafa eş-Şüveymî), Tunus 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd) İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist ft ahbâri'l'ulemâ' i'l-muşannifin mine'l-kudemâ' ve'l-muhaddişîn ve esmâ' i kütübihim (nşr. Rızâ-Teceddüd), Tahran, ts.
Salnamesi
Şemseddin Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî, Beyânü'l-Muhtaşar şerhu Muhtasarı İbni'l-Hâcib (nşr. M u h a m m e d Mazhar Bekkâ), Cidde 1406/1986.
İsferâyînî, et-Tebşîr (Hût) Ebü'l-Muzaffer el-isferâyînî, et-Tebşîr fi'd-dîn ve temyîzi'l-fırkati'n-nâciye 'ani'l-fırakil-hâlikîn (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1403/1983.
İsnevı,
Journal ofAsian History, Wiesbaden 1967 -
Journal ofArabic Leiden 1970 -
Kunst,
Literatüre,
JAOS Journal of the American Oriental Society, New Haven, Connecticut 1843 —
JASB Journal and Proceedings of the Asiatic Society of Bengal Calcutta 1905 —
JCAS Journal of the Central Asian Society, 1-18, London 1914-31 (krş. İRCAS).
Nihâyetü's-sûl
Abdürrahîm b. Hasan el-İsnevî, Nihâyetü's-sül fî şerhi Minhâci'l-usül, l-IV, Kahire 1343.
JESHO Journal of the Economic and Social History of the Orient, Leiden 1957 -
KAM
JIMMA Journal Institute of Minority Affairs, London 1979 —
Kubbealtı Akademi İstanbul 1972 -
Müslim
Mecmuası,
Kamus Tercümesi JNES Journal offiear Eastern Chicago 1942 -
Studies,
JPHS Journal ofthe Pakistan Historical Society, Karachi 1953 -
Kâmüs-ı Türkî
JRAS Journal ofthe RoyalAsiatic London 1833 —
Society,
JRCAS Journal ofthe Royal Central Asian Society, sy. 19-55, London 1932-69 (krş. As.Af.).
JSS Journal of Semitic Studies, Manchester 1956 —
Kadı Abdülcebbâr, el-Muğnt Kâdî A b d ü l c e b b â r b. A h m e d , el-Muğnî fî ebvâbi't-tevhîd ve'l-'adl (nşr. Tâhâ Hüseyin — İbrâhim M e d k û r v.dğr.) I-XX, Kahire, ts. (eş-Şeriketü'l-Mısriyye), Kahire 1382-85/1962-65.
Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu'l-üşûli'l-hamse Kâdî A b d ü l c e b b â r b. A h m e d , Şerhu'l-üşûli'l-hamse (nşr. A b d ü l k e r î m O s m a n ) , Kahire 1 3 8 4 / 1 9 6 5 .
Kâdî lyâz, eş-Şifâ 3 İyâz b. M û s â b. İyâz, eş-Şifâ 3 bi-ta crîfi huklıki'l-Muştafâ (nşr. Âli M u h a m m e d el-Bicâvî), I-II, Kahire 1977.
Kâdî lyâz, Tertîbü'l- medârik İyâz b. M û s â b. İyâz, Tertîbü'l-medârik ue takrîbü'l-mesâlik li-ma crifeti a clâmi mezhebi'l-İmâm Mâlik (nşr. A h m e d Bükeyr M a h m û d ) , I-III, Beyrut 1387-88/1967-68.
Kâdirî,
Neşrü'l-mesânî
M u h a m m e d b. Tayyib el-Kâdirî, Neşrü'l-mesânî li-ehli'l-karni'l-hâdî z aşer ue'ş-şânî (nşr. M u h a m m e d Haccî — A h m e d Tevfîk), I-IV, Rabat 1397-1407/1977-86.
Kalkaşendî, Me'âşirü'l-inâfe A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî, Me 3 âsirü' l- inâfe fî me c âlimi'l-hilâfe (nşr. A b d ü s s e t t â r A h m e d Ferrâc), I-III, Kuveyt 1964 — Beyrut 1980.
Kalkaşendî,
Fîrûzâbâdî, Ebû't-Tâhir, el-Okyânusü'i-basît fî tercemeti'l-Kâmûsi'l-muhit (trc. Â s i m Efendi), I-III, İstanbul 1230-33; I-IV, İstanbul 1304-1305.
Subhu'l-a'şâ
A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî, Subhu'l-a cşâ fîsınâ 1ati'l-inşâ 3, I-XV,'Kahire 1910-20.
Şemseddin Sami, Kâmûs-l TCırki, istanbul 1317.
Kâmûsü'l-a'lâm Şemseddin Sâmi, Kâmûsü'l-a'lâm, I-VI, İstanbul 1306-16/1888-99.
el-Kâmüsü
'l-lslâmi
A h m e d Atıyyetullah, el-Kâmdsü'l-lslâmî, Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 3 -
Kantemiroğlu, tlmü'l-müsikî Demetrius Cantemir, c Kitâb-l cilmü'l-MIısiki alâ Vechi'l-Hurüfât (nşr. Yalçın Tura), I-III fas., İstanbul 1976.
Karaman, İslâm
Hukuku
Hayreddin Karaman, Mukayeseli islâm Hukuku, I, İstanbul 1974; II (1982); III (1987); I-III, istanbul 1986-87.
A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî, Subhu'l-a cşâ fî sınâ câti'i inşâ 3, I-IV, VII, X-XIV (nşr. M u h a m m e d Hüseyin Ş e m s e d d i n ) ; V (nşr. N e b î l H â l i d H a t î b ) ; VI, VIII-IX (nşr. Yûsuf Ali Tavîl), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
KOr. - mü'ellifîn
Ö m e r Rızâ Kehhâle, Mu ccemü'l-mü 3ellifîn: terâcimü musannifı'l-kûtübi'l-'Arabiyye, I-XV, D ı m a ş k 1376-81/1957-61 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî).
Kelâbâzî, Ricâlü Sahihi'l-Buhârî A h m e d b. M u h a m m e d el-Kelâbâzî, Ricâlü Şahîh.i'1-Buhârî: el-Hidâye ue'l-irşâd fî ma crifeti ehli'ş-şikât ue's-sedâd ellezîne ahrece lehümü'l-Buhârî fî Câmi c İh (nşr. A b d u l l a h el-Leysî), I-Il, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
Kelâbâzî, et-Ta'arruf M u h a m m e d b. İbrâhim el-Kelâbâzî, Kitâbü't-Ta c arruf li-mezhebi ehli't-tasaüvuf, Kahire 1960.
Keşfü'z-zunûn Kâtib Çelebi, Keşfü'z-zunûn c ân esâmi'l-kütüb üe'l-fünûn (nşr. Kilisli M u a l l i m Rifat — Şerefeddin Yaltkaya), I-II, İstanbul 1360-62/1941-43.
Koksal, İslâm Tarihi (Medine) M. Âsim Koksal, islâm Tarihi: Hz. Muhammed (a.s.) ve Medine Devri, I-XI, İstanbul 1987.
islâmiyet,
Koksal, İslâm Tarihi (Mekke) M. Âsim Koksal, islâm Tarihi: Hz. Muhammed (a.s.) ue islâmiyet, Mekke Deuri, I-VII, istanbul 1987.
Köprülü, Araştırmalar Köprülüzâde M. Fuad, Türk Dili ue Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1934.
Köprülü, Edebiyat Araştırmaları I M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 1, Ankara 1966, 1987, 1989.
Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe M u h a m m e d b. Ca'fer el-Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe (nşr. M u h a m m e d ei-Müntasır), Dımaşk 1383/1964.
Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe
Kunst des Orients, Wiesbaden 1950 -
(Özbek)
Köprülü, Edebiyat Araştırmaları II M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2 (nşr. O r h a n F. Köprülü), İstanbul 1989.
Köprülü, İlk Mutasavvıflar
M u h a m m e d b. Ca'fer el-Kettânî, Hadis Literatürü: er-Risâletü'l-müstetrafe ( d i p n o t ve ilâveleri ile trc. Yusuf Özbek), İstanbul 1994.
Köprülüzâde M e h m e d Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, istanbul 1919.
Karatay, Farsça Yazmalar
Kınalızâde, Tezkire
Fehmi E d h e m Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Farsça Yazmalar Kataloğu, İstanbul 1961.
Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-şuarâ (nşr. İbrahim Kutluk), I-II, Ankara 1978-81.
Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi Köprülüzâde M e h m e d Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1926.
Köprülü, Türk Saz Şairleri
Karatay, Arapça
Yazmalar
Fehmi E d h e m Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Arapça Yazmalar Kataloğu, I-IV, istanbul 1962-69.
Karatay, Türkçe Yazmalar
Kindî, Resâ'll
Fehmi E d h e m Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu, l-Il, İstanbul 1961.
Y a ' k ü b b. İshak el-Kindî, Resâ 3 İlü'l-Kindî el-felsefıyye (nşr. M. A b d ü l h â d î E b û Rîde), Kahire 1950-53.
Kâsânî, Bedâ 3 i c
Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi
E b û Bekir b. Mes'ûd el-Kâsânî, c Bedâ 3 i u'ş-şanâ 31 fî tertîbi'ş-şerâ 3ic, I-VII, Kahire 1327-28.
Kâşânî,
Iştılâhâtü'ş-şüfıyye
A b d ü r r e z z â k b. A h m e d el-Kâşânî, Iştılâhâtü'ş-şûfiyye (nşr. M. Kemâl i b r â h i m v.dğr.), Kahire 1981.
Kâtib Çelebi, Fezleke Kâtib Çelebi, Fezleke-i Târih, MI, İstanbul 1286-87.
Kays Âl-i Kays, el-Irâniyyûn Kays Âl-i Kays, el-irâniyyûn ue'l-edebü'lc Arabî = Iranians and Arab Literatüre, I-III, Tahran 1984-86.
KCs.A Kalkaşendî, Şubhu'l-a cşâ (Şemseddin)
Kehhâle. Mu'cemü'l
Körösi Csoma-Archivum, Budapest1921-41.
Kehhâle, A c lâmü'n-nisâ 3 Ö m e r Rızâ Kehhâle, A' lâmü'n-nisâ 3 c fî âlemeyi'l- cArab ve'l-İslâm, I-IV, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
Vasfi Mahir Kocatürk, Büyük Türk Edebiyatı Ankara 1970.
KSz. Keleti Szemle, Budapest 1900-27.
Tarihi,
Konyalı, İstanbul Abideleri İbrahim Hakkı Konyalı, İstanbul Âbideleri, istanbul 1940.
Konyalı, Karaman Tarihi İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Karaman Tarihi, Ermenek ve Mut Âbideleri, İstanbul 1967.
Konyalı, Konya Tarihi İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Konya Tarihi, Konya 1964.
Konyalı, Mimar Koca Sinan'ın
M. Fuad Köprülü, Türk Saz Şairleri, İstanbul 1940.
Eserleri
İbrahim Hakkı Konyalı, Mimar Koca Sinan'ın Eserleri, İstanbul 1950.
Kureşî, el-Cevâhirü'l- mudıyye A b d ü l k â d i r b. M u h a m m e d b. M u h a m m e d el-Kureşî,
el-Cevâhlrü'l-mudıyye fî tabakâti'l-Hanefiyye (nşr. Â b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), I-III, Kahire 1393-99/1973-79; I-V, Kahire 1 4 1 3 / 1 9 9 3 .
Kurtubî, el-Câmı E b û Abdullah M u h a m m e d b. A h m e d el-Kurtubî,
el-CâmC li-ahkâmi'l-Kur 3ân (nşr. E b û İshak İbrâhim), I-XX, Kahire 1386-87/1966-67.
Küleynî, el-CIşûl mine'l-Kâft M u h a m m e d b. Y a ' k ü b el-Küleynî, el-üsül mine'l-Kâfî (nşr. Ali Ekber el-Gaffârî), I-II, Beyrut 1401.
Kütübî, Fevâtü'l-Vefeyât Konyalı, Üsküdar Tarihi İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ue Kitâbeleriyle Üsküdar Tarihi, I-II, İstanbul 1976-77.
M u h a m m e d b. Şâkir el-Kütübî, Fevâtü'l-Vefeyât ve'z-zeyli caleyhâ (nşr. İhsan Abbas), l-V, Beyrut 1973-74.
Makrîzî, el-Hıtat
Mes'ûdî, et-Tenbîh
A b d u r r a h m a n b. A h m e d el-Câmî, Nefehâtü'iüns (trc. L â m i î Çelebi), İstanbul 1289 — İstanbul 1980.
A h m e d b. Ali el-Makrîzî, Kitâbü'l-Meuâ'iz ve'ii'tibâr bi-zikri'l-hıtat ve'l-âsâr, l-II, Bulak"l270.
Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, et-Tenbîh ue'iişrâf (nşr. M. (. d e Goeje), Leiden 1894 — Beyrut 1981.
Lane, Lexicorı
Makrîzî, Kitâbü's-Sülük
Mevlânâ, Mesnevi
Lâmiî, Nefehât
Tercümesi
Edward William Lane. An Arabic-English Lexicon, I-VIII, London 1863-93 — Beyrut 1980.
Latîfî, Tezkire Latîfî, Tezkire-i Latîfî (nşr. A h m e d Cevdet), İstanbul 1314.
Leknevı. et-Fevâ*
idü'l-behiyye
Levend. Divan
Edebiyatı
A g â h Sırrı Levend, Divan Edebiyatı: Kelimeler ve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar, istanbul 1943.
Levend, Türk Edebiyatı
Tarihi
A g â h Sırrı Levend. Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1973.
Lisânü'l-'Arab M u h a m m e d b. Mükerrerin b. Manzûr, Lisânü'l- 'Arab, l-XV, Bulak 1299-1308 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).
Lutfî, Târih A h m e d Lutfî. Târih, I-VIII, İstanbul 1290-1328; IX-XV (nşr. Münir Aktepe), Ankara 1984-92.
Ma'a'l-Mektebe A b d u r r a h m a n Utbe, Ma' a'l-Mektebeti'l'Arabiyye, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
Mahlüf.
Şeceretü'n-nûr
Abduh Muhammed b. M u h a m m e d Mahlüf, Şeceretü'n-nûd'z-zekiyye tabakâti'l-Mâlikiyye, İ-II, Kahire 1349 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kitâbi'l-Arabî).
fî
M a h m û d Şükrî el-Âlüsî, Bulûğu'l-ereb M a h m û d Sükrî el-Âlüsî, Bulûğu'l-ereb fima'rifeti ahuâli'l- 'Arab (nşr. M u h a m m e d Behçet el-Eserî), I-III, Kahire 1342.
Makdisî,
Ahsenü't-tekâsîm
M u h a m m e d b. A h m e d el-Makdisî, Ahsenü't-tekâsîm fî ma' rifeti'l-ekâlîm (nşr. M. J. d e Goeje), Leiden 1877.
Makdisî, el-Bed'
MO
A h m e d b. Ali el-Makrîzî, Kitâbü's-Sülûk li-ma 'rifeti düveli' l- mülûk (nşr. M u h a m m e d Mustafa Z i y â d e — Saîd A b d ü l f e t t â h Aşûr), l-X!l, Kahire 1957-73.
Malatî, et-Tenbth ve'r-red
M u h a m m e d Abdülhay el-Leknevî, el-Fevâ 3idü'l-behiyye fî terâcimi'l-Hanefiyye (nşr. M. B e d r e d d i n E b ü Firâs), Kahire 1324.
ve't-târîh
M u t a h h a r b. Tâhir el-Makdisî, Kitâbü'l-Bed 3 ve't-târîh (nşr. e l e m e n t Huart), I-VI, Paris 1899-1919 — Bağdad, ts. (Mektebetü'1-Müsennâ).
Makkarî, Nefhu't-tîb A h m e d b. M u h a m m e d el-Makkarî, Nefhu't-tîb min ğusni'l-Endelüsi'r-ratîb (nşr. i h s a n Abbas), I-VIII,' Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .
MMMA (Küveyt) Mecelletü Ma'hedi'lmahtûtâti' i-'Arabiyye, Küveyt'1376/1956 -
M u h a m m e d b. A h m e d el-Malatî. et-Tenbîh ve'r-red (nşr. M u h a m m e d Z â h i d el-Kevserî), Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .
Ma'sûm Ali Şah, Tarâ'ik M a ' s û m Ali Sah, Tara 3 iku'l-hakâ'ik (nşr. M u h a m m e d Ca'fer M a h c û b ) , I-III, Tahran 1339-45 hş.
Mâtürîdî,
Kitâbü't-Tevhîd
Ebû Mansûr M u h a m m e d el-Mâtürîdî, Kitâbut-Tevhîd (nşr. Fethullah Huleyf), Beyrut 1970 — İstanbul 1979.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî. Mesnevîitrc. Veled İzbudak), I-VI, İstanbul 1942.
Mevsılî, el-Shtiyâr Abdullah b. M a h m û d el-Mevsılî, el-lhtiyâr li-ta'lîli'l-Muhtâr, I-V, Kahire 1 3 7 0 / 1 9 5 1 — " İstanbul 1987.
Mez, el-Hadiretü
'l-lslâmlyye
A d a m Mez, el-Hadâretü'l-İslâmiyye fi'l-karni'r-râbi' i'l-hicrî (trc. M u h a m m e d A b d ü l h â d î E b û Rîde), I-II, Kahire 1 3 6 0 / 1 9 4 1 , 1377/1957.
M. F. AbdülbâkI, el-Mu 'cem M u h a m m e d Fuâd AbdülbâkI, el-Mu' cemü'l-müfehres li-elfâzi'l-Kur' âni'l-Kerîm, Kahire 1950.
MIDEO
Mâtürîdî, Te'otlat
Melanges de ilnstitut d'Etudes Orlentales du Le Caire 1954 —
Ebû Mansûr M u h a m m e d el-Mâtürîdî, Te'uîlâtü Ehli's-sünne: Tefsîrü'l-Mâtürîdî, I (nşr. ibrâhim Avazeyn — Seyyid Avazeyn), Kahire 1 3 9 1 / 1 9 7 1 .
Wensinck, Miftâhu künûzi's-sünne (trc. M. F. AbdülbâkI), Lahor, ts. —Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
ME
Mir'âtü'l-Haremeyn
Mecelletü'iEzher, Kahire 1355 / 1 9 3 6 , V I I (I-VI. ciltler Nürü'l-lsiâm ismi ile yayımlanmıştır, Kahire 1349/1930 — 1354/ 1935).
Eyüp Sabri Paşa, Mir'âtü'l-Haremeyn (Mir'ât-ı Mekke-Mir'ât-ı Mir'ât-ı Cezîretü'l-Arab), istanbul 1301-1306.
Mebde-i Kânûn-ı
Y û s u f b. A b d u r r a h m a n el-Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl fî esmâ 3 ir-ricâl (nşr. Beşsâr A v v â d Ma'rüf), l-XXXV, Beyrut 1 4 0 3 - 1 3 / 1 9 8 2 - 9 2 .
Yeniçeri
Mebde-i Kânûn-ı Yeniçeri Ocağı Tânhi (nşr. Y. A. Petrosyan), Moskova 1987.
Mecdî, Şekâik
Miftâhu
Dominicain Caire,
künûzi's-sünne
MedtneI-III,
Millî Kültür [nşr. Kültür Bakanlığı), Ankara 1977 -
Taşköprizâde, Hadâiku'ş-Şekâik (trc. M e h m e d M e c d î Efendi, nşr. A b d ü l k â d i r Özcan), I, istanbul 1989.
Mecelle Mecelle-i Ahkâm-1
Adliyye.
ML Meydan-Larousse Büyük ve Ansiklopedi, l-XII, İstanbul 1969-73.
Cevâmi'
Hacı İsmâil Beyzâde O s m a n Bey, Mecmûa-i Cevâmi', İstanbul 1304.
Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb
İstanbul 1948 —
Mecelletü Mecma' 'Arabîbi-Dımaşk,
i'l-' ilmiyyi'lDımaşk 1921-68.
MMİlr. Mecelletü Mecma'i'i ' ilmiyyi' 1-' Irâki, B a ğ d a d 1950 —
(Meynard)
MMLADm. Mecelletü Mecma'i'l-luğati'l'Arabiyye bi-Dımaşk, D ı m a ş k 1969 —
Mecelletü Mecma'i'l-luğati'l'Arabiyye el-CIrdünî, A m m a n 1978 —
MMMA (Kahire) Mecelletü 'Arabiyye,
Molla Hüsrev, Dürerü'/- hükkâm Molla Hüsrev, Dürerul-hükkâm fî şerhi Gureri'l-ahkâm, l-II, İstanbul 1310, 1329.
Mir'ât
Molla Hüsrev. Molla Hüsrev, İstanbul 1317.
Mir'âtü'l-usûl,
MTM Millî Tetebbûlar istanbul 1915.
Mecmuası,
I-V,
el-Mu 'cemü'ş-sûfî Suâd el-Hakîm, el-Mu'cemü'ş-sûfî el-hikme fî hudüdi'l-kelime, Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .
Muhibbi.
Hulâsatü'l-eser
M u h a m m e d E m î n el-Muhibbî, Hulâşatü'l-eşer fî (terâcimi) a' yâni'l-kami'l-hâdî 'aşer (nşr. M u s t a f a Vehbî), l-IV, Kahire 1284 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).
Murâdî. Silkü 'd-dürer M u h a m m e d Halil el-Murâdî, Silkü'd-dürer fî a'yâni'l-karni'sşânî'aşer, I-IV, Bulak 1301 — " B a ğ d a d , ts. (Mektebetü'l-Müsennâ).
Mustafavî, et-Tahkik Hasan el-Mustafavî, et-Tahkık fî kelimâti'lKur'âni'l-Kerîm, I-VI, Tahran 1360 hş.
Muttaki el-Hindî, Kenzü'l-'ummâl A l â e d d i n Ali el-Muttakî el-Hindî, Kenzü'l-'ummâl fî süneni'l-akvâl ve'l-ef'âl (nşr. Bekrî H a y y â n î — Safvetü's-Sekâ), I-XVI, Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 ; 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
Mâlik b. Enes,
el-Muvatta'.
MÜİFD Marmara üniversitesi ilâhiyat Fakültesi Dergisi, istanbul 1983 —
Münâvı. el-Kevâkib
Mecelletü Mecma' l'l-luğati'l'Arabiyye, Kahire 1935 —-
MMLACİr.
Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb ue me'âdinü'l-cevher: Prairies d'Or (trc. ve nşr. Barbier d e Meynard), l-IX, Paris 1861-77.
Osmanischen
el-Muvatta'
MMİADm.
MMLA (Abdülhamîd)
Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb ve me 'âdinü'l-cevher (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , I-IV, Kahire 1 3 6 7 / 1 9 4 8 — Beyrut 1384-85/1964-65.
Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb
Mecmuası,
Belediyye
O s m a n Nuri [Ergin], Mecelle-i ümür-ı Belediyye, l-V, İstanbul 1330-38.
Mecmûa-i
Lügat
MM Musiki
Mecelle-i ümür-ı
Mitteilungen zur Geschichte, I-IV, Wien 1921-22.
Muhyiddîn-i Gülşenî, Menâkıb-ı ibrâhîm-i Gülşenî (nşr. Tahsin Yazıcı), Ankara 1982.
MK Tercümesi
MOG
Muhyî-i Gülşenî. Menâkıb
Tehzîbü'l-Kemâl
Mizzî,
Le Monde Orientale, sy. 1-35, ü p p s a l a 1906-47.
Ma'hedi'l-mahtûtiti'iKahire 1 3 7 5 / 1 9 5 5 -
M u h a m m e d A b d ü r r a û f el-Münâvî, el-Kevâkibü'd-dürriyye fî terâcimi's-sâdeti'ş-şûfiyye (nşr. M a h m û d Hasan Rebî'), I-II, Kahire 1 3 5 7 / 1 9 3 8 .
Müneccid, Mu 'cem Selâhaddin el-Müneccid. Mu'cemul-mahtûtâti'l-matbû'a, I-V, Beyrut 1968".'
Müneccimbaşı,
Sahâifü'l-ahbâr
A h m e d Dede Müneccimbaşı, Cami' ü'd-düvel (trc. A h m e d N e d î m : Sahâyifü'l-ahbâr), I-III, istanbul 1285.
Münzevî, Fihrist
Neşrî, Cihannümâ
Ahmed-i Münzevî, Fihrist-i Nüshahâ-yi Hattî-yi Fars'ı, Tahran 1349 hş.
Neşrî M e h m e d , Kitâb-ı Cihan-Nümâ: Neşrî Tarihi (nşr. F. Reşit U n a t — M e h m e t Altay Köymen), I-II, Ankara 1949-57.
Müsned A h m e d b. Hanbel, el-Müsned, Kahire 1313.
I-VI,
Müstakimzâde, Tuhfe Süleyman Sâdeddin M ü s t a k i m z â d e , Tuhfe-i Hattatın (nşr. İ b n ü l e m i n M a h m u d Kemal), İstanbul 1928.
Müstevfî, Nüzhetü'l-kulüb
(Strange)
H a m d u l l a h Müstevfî, Nüzhetü'l-kulûb (nşr. G. Le Strange), Leiden 1915 — Tahran 1362.
Müstevfî, Târîh-i Güzide (Browne) H a m d u l l a h Müstevfî, Târîh-i Güzide (nşr. E. G. Browne), Leiden 1910.
Nevbahtî,
Fıraku'ş-Şt'a
Hasan b. Mûsâ en-Nevbahtî, Kitâbü Fıraki'ş-Şî ca (nşr. Heilmut Ritter), İstanbul 1931.
H a m d u l l a h Müstevfî, Târîh-i Güzîde (nşr. Abdülhüseyn-i Nevâî), Tahran 1336-39 hş.
Md.F
Müslim
Mü, Fİ Meusû "atü'l-fıkhi'l-İslâmî (Meusû'atü Cemâl'Abdinnâsır), I-XVI, Kahire 1386-1400.
MW The Moslem World, Hartford, Connecticut 1911 —
Naîmâ, Târih M u s t a f a Naîmâ, Târih, I-VI, İstanbul 1280 (çerçeveli), 1281-83.
Nevevî, Tehztb Yahyâ b. Şeref en-Nevevî, Tehzîbü'l-esmâ 3 ue'l-luğât (nşr" F. Wüstenfeld), I-II, Göttingen 1242 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).
Dictionary,
NDB Biblique,
Nebhânî, Kerâmâtü'l-eüliyâ 3 Y û s u f b. İsmâil en-Nebhânî, Câmi'u kerâmâti'l-evliyâ 3 (nşr. İ b r â h i m Utve İvaz), I-II, Kahire 1 3 8 1 / 1 9 6 2 .
Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr
Der Neue Orient, Berlin 1917 -
Âdil Nüveyhiz, Mu'cemü'l-müfessirîn min sadri'l-İslâm hatte'l-'asri'l-hâzır, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Rieu, Catalogue of the Persian Manuscripts P. Charles Rieu, Catalogue ofthe Persian Manuscripts in the British Museum, I-III, London 1879-83; Suppi, 1895.
Reuue du monde musulman, sy. 1-66, Paris 1907-26.
Ronart, CEAC Stephan and Nandy Ronart, Concise Encyclopedia of Arabic Ciuilisation, A m s t e r d a m 1959.
RAA
Riuista degli Studi R o m a 1907 -
I—
Radloff, Versuch
Rycaut
W. Radloff, Versuch eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, I-IV, Sanktpeterburg 1893-1911.
Paul Rycaut, The Present State of the Ottoman Emplre, London 1972 — Meisenheim / Glan, ts.
RAfr.
Râsânen, Versuch
Oriens Oriens: Milletlerarası Tetkikleri Cemiyeti Leiden 1948 -
Şark Mecmuası,
Martti Râsânen, Versuch eines etymologischen Wörterbuchs der Türksprachen, Helsinki 1969.
Bursalı M e h m e d Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I-III, İstanbul 1333-42 — Heppenheim, Bergstrasse 1971.
Müellifleri
Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb
Literaturgeschichte,
SA Celâl Esat Arseven, Sanat Ansiklopedisi, istanbul 1943-52.
I-V,
Sââtî, el-Fethu'r-rabbânî
Sâbî, Rusümü
Râvendî,
Râhatü'ş-şudür
M u h a m m e d b. Ali er-Râvendî, Râhatü'ş-şudûr ue âyetü's-sürür (nşr. M u h a m m e d İkbal), London 1921.
REI I-V,
Rypka, ILG J. Rypka, Iranische Leipzig 1959.
R a u f Yekta Bey, Türk Musikisi (trc. O r h a n Nasuhioğlu), İstanbul 1986.
M u h a m m e d b. Ali er-Ravendî, Râhatü's-sudûr ue âyetü's-sürür (trc. A h m e t Ateş), I-II, Ankara 1957-60.
Özeğe, Katalog M. Seyfeddin Özeğe, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu, İstanbul 1971-80.
Literatüre,
Rauf Yekta, Türk Musikisi
Râşid M e h m e d Efendi, Târih, I-V, İstanbul 1282.
Râvendî, Râhatü 's - sudur (Ateş)
Ö m e r Ferruh, Târîhu'l-edebi'l-'Arabî, I-VI, Beyrut 1981-84.
Rypka, HIL J. Rypka, History oflranian Dordrecht 1968.
A h m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sââtî, el-Fethur-rabbânî li-tertîbi Müsnedi'l-imâm Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî ue ma 'ahû Kitâbü Bulûği'l-emânî..., I-XXIV, Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî).
Râşid, Târih
Osman
Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi
Reuue de TAcademie Arabe de Damas, D a m a s 1969 —
Hüseyin b. M u h a m m e d b. R â g ı b el-İsfahânî, el-Müfredât fî ğarîbi'l-Kur 3ân (nşr. M u h a m m e d Seyyid Kîlânî), Kahire 1 3 8 1 / 1 9 6 1 .
Oriente Moderno, R o m a 1921 -
Orientali,
Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi (trc. Fikret Işıltan), I-III, Ankara 1986-87.
OA Orientalisches Archiu, I-III, Leipzig 1910-13.
Arabe,
RAAD
Râgıb el-lsfahânî, el-Müfredât
Osmanlı
(Taeschner)
P. Charles Rieu, Catalogue of the Turkish Manuscripts in the British Museum, L o n d o n 1888.
Fahrü'l-İslâm Ali b. M u h a m m e d el-Pezdevî, Kenzü'l-uüşûl (Abdülazîz el-Buhârî, ffejfti7-esrSriçinde), I-IV, istanbul 1308.
Reuue Africaine, Alger / Paris 1856 -
Oruç b. Âdil, Teoârlh-iÂl-i
Rieu, Catalogue
RMM
Kenzü'l-uüşûl
La Reuue de TAcadĞmie D a m a s 1921-68.
Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb
Ebü'l-Muîn en-Nesefî, Tebşıratü'l-edille fı'l-kelâm, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2907.
Cihannümâ: Die Altosmanische Chronik des Meulânâ Mehemmed Neschri (nşr. Fr. Taeschner), I-II, Leipzig 1951-55.
Pakalm
A h m e d b. A b d ü l v e h h â b en-Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb fî fünûni'l-edeb, [-XVIII, Kahire, ts. 119231 (Vezâretü's-Sekafe ve'l-irşâd), X1X-XXVII (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl — Ali M u h a m m e d el-Bicâvî — Hüseyin Nassâr v.dğr.), Kahire 1395-1405/1975-85.
Nesefî, Tebşıratü'l-edille
Neşrî, Cihannümâ
T. Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, I-II, İstanbul 1969-76.
RSO
Oruç b. Âdil, Teuârîh-lÂl-i Osmân (nşr. Fr. Babinger), Hannover 1925.
Ebü'l-Muîn en-Nesefî, Tebşıratü'l-edille fi'l-kelâm (nşr. C l a u d e Salame), I-II, D ı m a ş k 1990-93.
M u h a m m e d Reşîd Rızâ, Tefsîru l-Kur 3âni'l-hakîm: Tefsîrü'l-menâr, l-XII- Kahire 1353-54 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife); Kahire 1373-80/1953-61.
Pezdevî,
NO
Saîd-I Nefîsî. Târîh-i Nazm u Neşr derlrân ue der Zebân-ı Fârsî, I-II, Tahran 1344 hş.
Nesefî, Tebşıratü'l-edille (Salame)
Reşîd Rızâ, Tefstrü'l-menâr
Peçuylu İbrâhim, Târih
Hasan b. Ali b. İshak et-Tûsî, Siyerü'l-mülûk yâ Siyâsetnâme (nşr. M e h m e t Altay Köymen), Ankara 1976.
OM
Nouueau Dictionnaire Levey (Suisse).
Öztuna, BTMA Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, I-II, Ankara 1990.
Târîh-i Peçeuî, I-II, İstanbul 1281-83 — İstanbul 1980.
Siyâsetnâme
NBD J. D. Douglas, The Neuj Bible Leicester 1976.
Reşahât Tercümesi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifi, Reşahât-ı Aynü'l-hayât (trc. M. Şerîf el-Abbâsî), İstanbul 1291.
M e h m e t Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ue Terimleri Sözlüğü, I-III, İstanbul 1946-56.
Nüveyhiz, Mu' cemü'l-müfessirîn
ei-Meusû catü'l-fıkhiyye, Kuveyt 1 4 0 4 / 1 9 8 3 -
Özkan, TMNU İsmail Hakkı Özkan, Türk Mûsikîsi Nazariyatı ue Usûlleri Kudüm Velueleleri, İstanbul 1984.
Öztuna, TMA Nevevî, Şerhli
Yahyâ b. Şeref en-Nevevî, el-Minhâc fî şerhi Sahîhi Müslim b. el-Haccâc, I-XVIIİ, Kahire 1347-49/1929-30, 1392/1972.
Nizâmülmülk,
Müstevfî, Târîh-i Güzide (Nevâî)
(Unat)
Reuue des Etudes Paris 1927 -
islamiques,
dâri'l-hilâfe
Ebü'l-Hüseyin Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rusûmü dâri'l-hilâfe (nşr. M î h â î l Avvâd), Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
Sâbünî, el-Bidâye A h m e d b. M a h m û d es-Sâbûnî, el-Bidâye fî usûlü'd-dîn (nşr. Bekir Topaioğlu), Dımaşk 1399/1979.
Sadrüşşerîa, et-Tavzîh Sadrüşşerîa Ubeydullah b. Mes'ûd, et-Tauzîh fî halli ğauâmizi't-Tenkîh (Teftâzâıiî, et-Telvîh içinde), I-II, ' Kahire 1 3 7 7 / 1 9 5 7 .
x
Safâ, Edebiyyât Zebîhullah Safâ. Târîh-i Edebiyyât der îrân, 1-V, Tahran 1332-64 hş.
Safâ, Genc-i Sühan Zebîhullah Safâ, Genc-i I-III, Tahran 1969.
Safâ, Gencîne-i
Sehâvî, ed-Dav'
ü'l-lâmı
M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sehâvî, ed-Dav'ü'l-lâmf liehli'l-karni't-tâsf, I-XII, Kahire 1353-55.
Sühan,
Sehâvî,
Fethu'l-muğîs
M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sehâvî, Fethu'l-muğîs şerhu Elfiyetil-hadîs, I-III, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Sühan
Zebîhullah Safâ, Gencîne-i Sühan, l-VI, Tahran 1348-62 hş.
Sehâvî, el-i'lân Safedı, el-Vâfı Selâhaddin Halîl b. Aybeg es-Safedî, Kitâbü'l - Vâfî bi'l-uefeyât (nşr. İhsan A b b a s — Şukrî Faysal), l-XXII, Wiesbaden 1401-1402/1981-82.
Sahnûn.
el-Müdevvene
A b d ü s s e l â m b. Saîd et-Tenûhî, el-Müdeuuenetü'l-kübrâ, I-VI, Kahire 1324.
Sâı,
Tezkiretü'l-bünyân
Sâî M u s t a f a Çelebi, Tezkiretü'l-bünyân (haz. Sadık Erdem), İstanbul 1988.
Sâî, Tezkiretü'l-ebniye Sâî M u s t a f a Çelebi, Tezkiretü'l-ebniye, Mensur kısım, Bâb-ı Sânî, nr. 50 (nşr. Rıfkı M e l ü l Meriç, Mimar S i n a n Hayatı, Eseri / .M i m a r Sinan'm Hayatına, Eserlerine Dair Metinler), Ankara 1965.
Sâid el-Endelüsî, Tabakâtü 'l-ümem Ebü'I-Kâsım Sâid b. A h m e d el-Endelüsî, Tabakâtü'l-ümem, Kahire, ts. ( M a t b a a t ü M u h a m m e d M u h a m m e d Matar).
Sa'lebî,
'Arâ'isü'l-mecâlis
Ebü İshak A h m e d b. M u h a m m e d es-Sa'Iebî, cArâ 3 isü'i-mecâlis: Kısasü'l-enbiyâ', Kahire 1301.
Sarton,
Introduction
George Sarton, Introduction to the History of Science, I-III, London 1962; Mew York 1975.
Schimmel, Mystical Dimensions
of islam
A n n e m a r i e Schimmel, Mystical Dimensions of İslam, North Carolina 1975.
Schimmel, Tasavvufun
A n n e m a r i e Schimmel, Tasavvufun Boyutları (trc. E n d e r Gürol), İstanbul 1982.
Seâlibî,
Yettmetü'd-dehr
Ebû M a n s û r es-Seâlibî, Yetîmetü'd-dehr fî mehâsini ehli'l-'aşr (nşr. M ü f î d M u h a m m e d Kumeyha), 1-V, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
SEER The Slavonic and East European London 1922 -
Sehârenfüri,
Revieıv,
Bezlü'l-mechûd
Halîl A h m e d es-Sehârenfûrî, Bezlü'l-mechûd fî halli EbîDâuûd, I-XX, Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).
Iranica,
Sicili-i
Paris.
Sübkî, Tabakât (Tanâhî)
Osmânî
M e h m e d Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, I-IV, İstanbul 1308-15 — Heppenheim, Bergstrasse 1971.
Sehî, Tezkire
Silâhdar, Târih
Nusretnâme
Silâhdar Fındıklılı M e h m e d Ağa, Nusretnâme (haz. İsmet Parmaksızoğlu), I-III, istanbul 1966-69.
Silâhdar Fındıklılı M e h m e d Ağa, Târih (nşr. A h m e d Refik), l-II, İstanbul 1928.
Tezkire-i Sehî, istanbul 1325.
Selânikî, Târih Selânikî M u s t a f a Efendi, Târih, İstanbul 1281 — Freiburg 1970.
Solakzâde, Târih Solakzâde M e h m e d Hemdemî, Târih, İstanbul 1297.
Kitâbü'l-lstiksâ
Şehâbeddin A h m e d es-Selâvî, Kitâbü'l-İstlkşâ li-ahbâri'ddüueli'l-mağribi'l-akşâ (nşr. Ca'fer en-Nâsırî — M u h a m m e d en-Nâsırî), I-IX, Dârülbeyzâ 1954-56.
SR İstanbul 1911-25; 1948-65.
STAD Sanat Tarihi Araştırmaları İstanbul 1987 -
Steingass, Dictionary
Abdülkerîm b. M u h a m m e d es-Sem'ânî, el-Ensâb, I-Vl (nşr. A b d u r r a h m a n b. Yahyâ el-Yemânî), Haydarâbâd 1961-66; VII-VIII (nşr. M u h a m m e d Avvâme), D ı m a ş k 1 9 7 6 ; IX (nşr. M u h a m m e d Avvâme — Riyâzî Murâd), D ı m a ş k 1979; X (nşr. A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), D ı m a ş k 1979.
F. Steingass, Persian-English London 1892.
Senhûrî,
Mesâdirü'l-hak
A b d ü r r e z z â k A h m e d es-Senhûrî, Mesâdirü'l-hak fi'Tfıkhi'l-İslâm'ı, I-VI, Kahire 1954-60.
Serahsî, el-Mebsût S e m s ü l e i m m e es-Serahsî, el-Mebsüt l-XXX, Kahire 1324-31.
Mu'cem
Y û s u f Elyân Serkîs, Mucemul-matbû'âti'i'Arabiyye ve'l-mu'arrebe, I-II, Kahire 1928-30.
Serrâc, el-Lüma
c
Ebû Nasr es-Serrâc, el-Lüma' (nşr. A b d ü l h a l î m M a h m û d — Tâhâ A b d ü l k â d i r Server), Kahire 1960.
Sezgin, GAS Fuat Sezgin, Geschichte des Arabischen Schrifitums, I-IX, Leiden 1967-84.
er-Ravzü'l-ünüf
Süyütî, Buğyetü'l-uuât Celâleddin es-Süyûtî, Buğyetü'l-uuât fî tabakâti'l - luğauiyyîn ue'n-nuhât (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), I-II, Kahire 1 3 8 4 / 1 9 6 4 .
Sebîlürreşâd,
Sem'ânî, el-Ensâb
Vefâ'ü'l-uefâ'
Süheylî,
A b d u r r a h m a n b. Abdullah es-Süheylî, er-Ravzü'l-ünüf fî şerhi's-Sîreti'n-nebeuiyye li'bni Hişâm (nşr. A b d u r r a h m a n el-Vekîl), I-VII, Kahire 1387-90/1967-70.
M u h a m m e d b. Hüseyin es-Sülemî, Tabakâtü'ş-şûfiyye (nşr. N û r e d d i n Şerîbe), Kahire 1 3 8 9 / 1 9 6 9 .
Sırât-ı Müstakim, İstanbul 1906-11.
Selânikî M u s t a f a Efendi, Târih (nşr. M e h m e t İpşirli), l-II, istanbul 1989.
Selâvî,
Tâceddin A b d ü l v e h h â b b. Ali es-Sübkî, Tabakâtü'ş-Şâff iyyeti'l-kübrâ (nşr. M a h m û d M u h a m m e d et-Tanâhî — A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), I-X, Kahire 1383-96/1964-76.
Sülemî, Tabakât
SM
Selânikî, Târih (tpşirli)
Serkıs,
Boyutları
Tabakâtü'ş-Şâfi' iyyeti'l-kübrâ, I-VI, Kahire 1323-24 — Beyrut, ts. (Dârü'i-Ma'rife).
S/r.
Stvdia
Silâhdar,
Ali b. Abdullah es-Semhûdî, Vefâ 3ü'l-vefâ 3 bi-ahbâri dâri'l-Mustafâ, l-II, Kahire 1326.
Studia et Açta Orientalia, Bucarest 1958 —
Sübkî, Tabakât Tâceddin Abdülvehhâb b. Ali es-Sübkî,
M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sehâvî, el-i clân bi't-teubîh li-men zemme't-târîh (nşr. Fr. Rosenthal), Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).
Semhûdî, SAO
bi't-tevbîh
SF Servet-i Fünûn, istanbul 1891-1928; 1929-43 (yeni harf).
Dergisi,
Dictionary,
SU
Süyütî, Hüsnü 'l - muhâdara Celâleddin es-Süyûtî, Hüsnü'imuhâdara fî (ahbârı) Mışr ve'l-Kâhire (nşr. M u h a m m e d Ebü'l-Fazl), l-II, Kahire 1 3 8 7 / 1 9 6 7 .
Studia islamica, Paris 1953 -
Süyütî, el-ltkân (Beyrut)
Storey, Persian
Celâleddin es-Süyûtî. el-itkân fî culûmi'l-Kur'ân, I-II, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
Literatüre
C. A. Storey, Persian Literatüre: A Bio -Bibliographical Suruey, I-II, London 1927, 1970; III (1984-90); IV (1939); V (nşr. François d e Blois), London 1992-94.
Celâleddin es-Süyûtî, el-ltkân f î c ulûmi'l-Kur 3ân (nşr. Mustafa D î b el-Bugâ), l-II, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
Süyütî, el-Müzhir
STY İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Yıllığı, istanbul 1964 —
Subhî, Târih Subhî Mehmed, Târih, istanbul 1198.
Sülî,
Süyütî, el-ltkân (Bugâ)
Edebü'l-küttâb
E b û Bekir M u h a m m e d b. Yahyâ es-Sûlî.
Celâleddin es-Süyûtî, ç el-Müzhir fî ulûmi'l-luğa ue enuâ cihâ (nşr. M u h a m m e d A h m e d Câdelmevlâ v.dğr.), I-II, Kahire, ts. (Dâru İhyâi'l-kütübi'l-Arabiyye).
Süyütî, Tabakâtü 'l-huffâz (Ömer) Celâleddin es-Süyûtî, Tabakâtü'l-huffâz (nşr. Âli M u h a m m e d Ömer), Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .
Edebü'l-küttâb (nşr. M u h a m m e d Behçet el-Eserî), Kahire 1341 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).
Süyütî, Târîhu' l-hulefâ'
S üter. Die
(nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , Kahire 1371 / 1 9 5 2 , 1389 / 1 9 6 9 .
Mathematiker
Heinrich Suter. Die Mathematiker und Astronomen der Araber und Ihre Werke, Leipzig 1900; Mew York 1972.
Sezgin, GAS (Ar.)
Suyolcuzâde, Deuhatü'l-küttâb
Fuat Sezgin, Târîhu't-türâşi'l- ''Arabi (ter. M a h m û d Fehmî Hicâzî v.dğr.), I-VIII, Riyad 1402-1408/1982-88.
Suyolcuzâde M e h m e d Necîb, Devhatü'l-küttâb (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1942.
Celâleddin es-Süyûtî. Târîhu'l-hulefâ*
Şafiî, er-Risâle M u h a m m e d b. İdrıs eş-Şâfiî, er-Risâle (nşr. A h m e d M u h a m m e d Şâkir), Kahire 1 3 5 9 / 1 9 4 0 .
Şafiî, el-Üm M u h a m m e d b. İdrîs eş-Şâfiî, el-Üm, I-VII, Bulak 1321-26.
Muğni'l-muhtâc
Şânîzâde, Târih
Şirbînî,
Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi, Târih, I-IV, İstanbul 1291.
Şemseddin M u h a m m e d b. A h m e d eş-Şirbînî, Muğni'l-muhtâc ilâ ma'rifeti me c â n î elfâzi'l-Minhâc, I-IV, Kahire İ 9 5 8 — Dımaşk, ts. (Dârü'l-Fikr).
Şa'rânî, et-Tabakât A b d ü l v e h h â b b. A h m e d eş-Şa'rânt, et-Tabakâtü'l-kübrâ, I-İI,' Kahire 1 3 7 3 / 1 9 5 4 .
Şâtıbî, el-l'tişâm İbrâhim b. M û s â eş-Şâtıbî, el-İ'tişâm (nşr. M. R e ş î d Rızâ), Kahire 1332 — Kahire, ts. (el-Mektebetû't-Ticâriyyetü'l-kûbrâ).
Şâtıbî, el-Muvâfakât İbrâhim b. M û s â eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât fî usûli'ş-şerî ca, I-IV, Kahire, ts. (el-Mektebetü'tTicâriyyetü'l-kübrâ).
Şehristânî, el-Milel (Kîlânî) M u h a m m e d b. A b d ü l k e r î m eş-Şehristânî, eiMilel ve'n-nihal (nşr. M . Seyyid Kîlânî), MI, Kahire 1 3 8 1 / 1 9 6 1 .
Şem'dânîzâde, Müri't-tevârîh Ş e m ' d â n î z â d e Fındıklılı Süleyman, Müri't-teuârîh, İstanbul 1338.
Şem'dânîzâde, Müri't-teüârîh (Aktepe) Şem'dânî-Zâde Fındıklık S ü l e y m a n Efendi Tarihi: Müri't-teuârîh (nşr. M ü n i r Aktepe), I-III, İstanbul 1976-81.
Şevkânî, el-Bedrü't-tâlı M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, el-Bedrü't-tâli', I-II, Kahire 1348.
Şevkânî, Derrü's-seha.be M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Derrü's-sehâbe ft menâkıbi'l-karâbe ve'ş-şalyâbe (nşr. H ü s e y i n b . A b d u l l a h el-Ömerî), Dımaşk 1404/1984.
Şevkânî. Fethu'l-kadîr M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Fethu'l-kadîr: el-eâmi' beyne fenneyi'r-rivâye ue'd-dirâye min 'ilmi't-tefsîr, I-V, Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 4 .
Şevkânî, Neylü'l-evtâr M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Neylü'l-eutâr şerhu Münteka'l-ahbâr min ehâdîşi seyyidi'l-ahyâr, I-VIII, Kahire 1 3 9 1 / 1 9 7 1 .
Şevkî Dayf, Târihu'l-edeb Târîhu'l-edebi'l-'Arabî, I-VI, Kahire, ts. (Dârü'l-Maârif).
Şeyhî,
Vekâyiu'l-fuzalâ
Şeyhî M e h m e d Efendi, Vekâyiu'l-fuzalâ (nşr. A b d ü l k â d i r Özcan), IIIIV, İstanbul 1989.
Şîrâzî, el-Mühezzeb E b û İshak İbrâhim eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb fî fıkhi'l-İmâm eş-Şâfi'l I-Iİ, Kahire 1 3 7 9 / 1 9 5 9 - 6 0 .
Şîrâzî, Tabakâtü 'l-fukahâ' E b û İshak İ b r â h i m eş-Şîrâzî, Tabakâtü'1-fukahâ' (nşr. i h s a n A b k a s ) , Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .
Taşköprizâde, eş-Şeka'ik
TFA
Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi, eş-Şekâ 3 'ıkıl'n-nu'mâniye fî'ulemâ 3 i'd-deuleti'l-'Osmaniye (nşr. A h m e d S u b h i Furat), istanbul 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
Türk Folklor Araştırmaları, istanbul 1949-79.
TCTA TA Türk Ansiklopedisi, I-XXXIII, Ankara 1943-86.
Taberî,
Câmi'u'l-beyân
Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi (haz. iletişim Yayınları), I-VI, istanbul 1985.
istanbul Kütüphaneleri TarihCoğrafya Yazmaları Katalogları i: Türkçe Tarih Yazmaları, I. fas. sy. 1-10, İstanbul 1943-51.
Taberî, Câmi'u'l-beyân
TD (Bulak)
Taberî, Câmi'u'l-beyân
(Şâkir)
M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Câmi'u'l-beyân 'an te'uîli âyi'l-Kur'ân (nşr. M a h m û d M u h a m m e d Şâkir — A h m e d M u h a m m e d Şâkir), I — Kahire 1955-60.
Taberî, Târih (de Goeje) M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Târîhu'r-rusül ve'l-mülük (nşr.'M. J. d e Goeje), I-III, Leiden 1879-1901.
Taberî, Târih (Ebü'1-Fazl) M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Târthu'r-rusül ue'l-mülük (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), l-XI, Kahire 1960-70 — Beyrut, ts. (Dâru Sûveydân).
Tâcü'l-'arûs
TAD Ankara üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara 1 9 6 3 -
Tanışık, istanbul
Çeşmeleri
İbrahim Hilmi Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I-II, istanbul 1943-45.
et-Ta'rifât Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Kitâbü't-Ta'rîfât, istanbul 1327; Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Taşköprizâde, Mevzûâtü 'l-ulûm Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi, Meuzûâtü'l-ulûm fMlftâhu's-sa'âde] (trc. K e m â l e d d i n M e h m e d Efendi), I-II, istanbul 1313.
Taşköprizâde, Miftâhu's-sa'âde Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi, Miftâhu's-sa 'âde ve mişbâhu's-slyâde (nşr. A b d ü l v e h h â b E b ü ' n - N û r — Kâmil Kâmil Bekrî), I-III, Kahire 1968.
Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1975 -
THİTM Türk Hukuk ve iktisat Tarihi Mecmuası, istanbul 1931-39.
Türâsü'l-irısâniyye, Kahire 1971.
MX,
TK Türk Kültürü,
Ankara 1962 -
TK, TD
istanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İstanbul 1949 -
Dergisi,
Tapu-Kadastro Genel M ü d ü r l ü ğ ü Kuyûd-ı Kadîme Arşivi, Tahrir Defterleri, Ankara.
TDA
TKA
Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 1979 -
Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara 1964 -
TDAY Belleten
TM
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1953 -
istanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Mecmuası, İstanbul 1925 -
TDEA Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1976 -
TMD Türk Musikisi Dergisi, İstanbul 1947-52.
TDEAD
TOEM
Ege üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ue Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, İzmir 1982 -
Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası, İstanbul 1910-23.
İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı İstanbul 1946 -
Tomar - Halvetiyye M. Sâdık Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyye'den Halvetiyye Silsilenâmesi, istanbul 1338-41.
TDED Dergisi,
TDl. M u h a m m e d Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcü'l-'arûs min ceuâhiri'lKâmüs-Şerhu'l-Kâmûs, I-X, Kahire 1306-1307.
TFAY Belleten
Tl
TCYK
M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, c Câmi'ü'l-beyân an te'uıli âyi'l-Kur 3 ân, I-XXX,' Kahire 1321.
M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Câmi'ü'l-beyân 'an te'uîli âyi'l-Kur 1ân, I-XXX,' Bulak 1323-29 — Beyrut 1406-1407/1986-87.
I-XIX,
Türk Dili, Ankara 1951 —
Tebrîzî, Reyhânetü 'l - edeb M u h a m m e d Alî-yi Müderris-i Tebrîzî, Reyhânetü'l-edeb, I-IV, Tahran 1328-33 hş.
Tomar- Kâdiriyye M. Sâdık Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyye'den Kâdiriyye Silsilenâmesi, istanbul 1338-40.
Tomar-Melâmilik M. Sâdık Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyye: istanbul 1338-40.
Tecrid Tercemesi
7T
A h m e d ez-Zebîdî, Sahîh-i BuhârîMuhtasarı Tecrîd-i Sarth Tercemesi ve Şerhi, I-III (trc. A h m e d N a i m ) ; IV-XII (trc. Kâmil Miras), Ankara 1970.
Tarih ue Toplum, istanbul 1984 —
TTEM Türk Tarih Encümeni İstanbul 1924-32.
TED
TTK Belgeler
istanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1970 -
Türk Tarih Kurumu Ankara 1964 -
Tehânevı, Keşşaf
Türk Tarih Kurumu Ankara 1937 -
M u h a m m e d Ali b. Ali et-Tehânevî, Keşşâfü ıstılâhâti'Tfünûn, I-II, Kalküta 1862 '— istanbul 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
Tehztbü'l-luğa E b û M a n s û r el-Ezherî, Tehzîbü'l-luğa (nşr. A b d ü s s e l â m M. H â r û n — M u h a m m e d Aii en-Neccâr), I-XV, Kahire 1384-87/1964-67.
Melâmîlik,
Mecmuası,
Belgeler,
TTK Belleten Belleten,
TTK Bildiriler Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara.
TTOK Belleteni Turing (Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu) Belleteni, istanbul 1930 -
TUBA Temımî, et- Tabakâtü 's - seniyye Takiyyüddln b. A b d ü l k â d i r et-Temîmî, et-Tabakâtü's-seniyye fî terâcimi'l-Hanefiyye (nşr. A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), I-IIIRiyad 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Türklük Bilgisi Araştırmaları / Journal of Turkish Studies, Harvard, Massachussets 1977 —
Türk Lügati Hüseyin Kâzım Kadri, Türk I-II, istanbul 1927-28; III-IV, istanbul 1944-45.
Lügati,
Türkiye Maarif Tarihi
Vâsıf, Târih
Yâküt, Mu'cemü'l-büldân
Osman [Nuri] Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, I-V, İstanbul 1939-43, 1977.
A h m e d Vâsıf Efendi, Târih, I-II, İstanbul 1219.
Y â k ü t b. Abdullah el-Hamevî, Mu'cemü'l-büldânlnşr. Ferîd Abdülazîz el-Cündî), I-VII, Beyrut 1 4 1 0 / 1 9 9 0 .
Vâsıf. Târih (İlgürel)
TÜYATOK Türkiye Yazmaları Ankara 1979 —
Toplu
Kataloğu,
A h m e d Vâsıf Efendi. Mehâsinü'l-âsâr ve hakaiku'l-ahbâr (nşr. M ü c t e b a İlgürel), İstanbul 1978.
TV VD
Tarih Vesikaları, İstanbul 1941-61.
Vakıflar Dergisi, istanbul/Ankara 1938 -
TYDK İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma D i u a n l a r Katalogu, 1-IV, İstanbul 1947-76.
Vezzân ez-Zeyyâtı. Vaşfü İfrîkıyye
(JDMİ
Hasan b. M u h a m m e d el-Vezzân ez-Zeyyâtî, Vaşfü (trc. M u h a m m e d Huccî — M u h a m m e d el-Ahdar), I-II, Beyrut - Rabat 1983.
Urdu Dâ'ire-i Ma'ârif-l Pencap 1964 —
islâmiyye,
Mu'cemü'l-üdebâ'
Y â k ü t b. Abdullah el-Hamevî, Mu'cemü'l-üdebâ': irşâdü'i-erîb (nşr. A h m e d Ferîd Rifâî), I-XX Kahire 1355-57/1936-38 — Beyrut, ts. (Dâru ihyâi't-türâsii-Arabî).
Y â k ü t b. Abdullah el-Hamevî, Kitâbü'l-Müşterik vaz'an ue'l-müfterik sak'an (nşr. F. Wüstenfeld), Oöttingen 1846 — Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
ifrîkıyye
İ. Aydın Yüksel, Osmanlı Mi'mârisinde II. Bâyezid-Yauuz Selim (886-926/1481-1520), İstanbul 1983.
Deuri
v. Soden, AHW
M u h a m m e d b. A m r b. Mûsâ, Kitâbü d-Du'afâ 3 i'l-kebîr (nşr. A b d ü l m u ' t î E m i n Kal'acı), I-IV, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
Wolfram von Soden, Akkadisches Handıvörterbuch, 1-111, Wiesbaden 1965-81.
Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi)
Ullmann. Die Medizin
Webster's Third
Manfred Ullmann, Die Medizin im islam, Leiden 1970.
Webster's Third h'eıu International Dictionary of the English Language Unabridged, Springfield-Massachusetts 1981.
Derıvisch-Konuente und ihre Scheiche: Mecmua-i Tekâyâ (nşr. M. Serhan Tayşi — K. Kreiser), Freiburg 1980.
VVensinck. el-Mu'cem
Zambaur, Manuel
Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri
A. J. VVensinck v.dğr., el-Mu'cemü'l-müfehres li-elfâzi'ihadîsi'n-nebevt, I-VII, Leiden 1936-69, VIII: fehâris (haz. W. Raven — 1. (. VVİtkam), Leiden 1988.
E. d e Zambaur, Manuel de geneologie et de chronologie pour i'Histoire de l'lslam, Hannover 1927.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ue Akkoyunlu, Karakoyunlu Deuletleri, Ankara 1937, 1969.
Die Welt des Orients, Oöttingen 1949 -
Manfred Ullmann, Die riatur und Gehelmwissenschaften im İslam, Leiden 1972.
Uzunçarşılı, ilmiye Teşkilâtı İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Deuieti'nin ilmiye Teşkilâtı, Ankara 1965.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapukulu Ocakları, I-II, Ankara 1943.
Uzunçarşılı, Medhal İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Ankara 1941.
Medhal,
Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye
M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf'an hakâ 3 iki ğauâmizi't-tenzîl ue 'uyüni'l-ekâuîl fî vücühi't-te' vîl, I-IV, Kahire 1 3 8 7 / 1 9 6 8 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).
Zerkâ,
el-Fıkhü'l-Islâmî
Zebîdî, Ithâfü's-sâde
Zerkeşî, el-Burhân
Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, Wien 1887 —
M u h a m m e d Murtazâ ez-Zebîdî, ithâfü's-sâdeti'imuttekin bi-şerhi esrârı ihyâ'i culümi'd-dîn, I-X, Kahire 1311.
Bedreddin M u h a m m e d b. Abdullah ez-Zerkeşî, el-Burhân fî'ulûmi'l-Kur' ân (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), l-IV, Kahire 1376-77/1957-58.
Mir'âtü'l-cenân
Abdullah b. Es'ad el-Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân ve 'ibretü'l-yakzân fî ma'rifeti mâ yu'teberu min havâdisi'z-zamân, I-IV, Haydarâbâd 1334-39, 1 3 9 0 / 1 9 7 0 .
Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân
Abdullah b. Es'ad el-Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân ve 'ibretü'l-yakzân fî ma'rifeti havâdisi'z-zamân (nşr. A b d u l l a h M u h a m m e d el-Cubûrî), I - , Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 .
Ya'kübî,
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I-IV, Ankara 1947-59.
A h m e d b. İshak b. Ca'fer, Kitâbü'l-Büldân (nşr. M. (.de Goeje), Leiden 1892.
Yahyâ b. Maîn, et-Târîh (nşr. A h m e d M u h a m m e d Nur Seyf), I-IV, Mekke 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .
Kitâbü'l-Büldân
Ya'kübî, Târih A h m e d b. ishak b. Ca'fer, Târîlju'l-Ya'kübî (nşr. M. Th. Houtsma), l-II, Leiden 1883 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).
Vâkıdî. el-Meğâzî Yâküt,
Zehebî. A'
lâmü'n-nübelâ'
M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Siyeru a 'lâmi'n-nübelâ' (nşr. Şuayb el-Arnaût v.dğr.), I-XXIII, Beyrut 1401-1405/1981-85.
Zehebî, el-'lber (Cubürî)
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi
M u h a m m e d b. Ö m e r el-Vâkıdî, Kitâbü'l-Meğâzî{nşr. M. Jones), I-III, London 1965-66.
ZDMG
Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire)
WZKM
Yahyâ b. Maîn, et-Târîh
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilâtı, Ankara 1945.
Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbuler
M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf'an hakâ'ikı ğavâmizi't-tenzîl ue 'uyüni'l-ekâuîl fî vücühi't-te'uîl, I-IV, Beyrut 1 3 6 6 / 1 9 4 7 (Zeylinde: 1- A h m e d M ü n î r el-İskenderî, el-İnşâf, 2- ibn Hacer, el-Kâfi'ş-şâf 3- M u h a m m e d el-Metzükî, Haşiye, 4- M u h a m m e d el-Merzüki, Müşâhidü'l-İnşâf).
Zeitschrift der Deutschen Morgenlândischen Gesellschaft, Leipzig/Wiesbaden 1846 —
WO
ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ue Bahriye Teşkilâtı, Ankara 1948.
Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı
M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf 'an hakâ'ikı ğavâmlzi't-tenzîl ve uyüni'l-ekâuîl fî vücühl't-te'uîl, I-II, Bulak 1281.
Mustafa A h m e d ez-Zerkâ, eiFıkhü'l-islâmî fî sevbihi'l-cedîd (el-Medhalü'Tfıkhiyyü'l-'âm), I-III, D ı m a ş k 1958, 1967-68.
Yâfiî,
Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları
M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Fâ'ik fîğarîbi'l-hadîs (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî — M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), I-IV, Kahire 1971.
Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut) Yüksel, Osmanlı Mimarîsi V
llkaylî, ed-Du cafâ'
Ullmann. Die Natur und Geheimwissenschaften
M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, l-IV, Haydarâbâd 1375-77 /1955-58.
Zemahşerî, el-Keşşâf
VekT, Ahbârü'l-kudât M u h a m m e d b. Halef el-Vekî', Ahbârü'l-kudât, I-III, Beyrut, ts. (Âİemü'l-kütüb).
Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz
Zemahşerî, el-Fâ'ik Yâküt,
Yâküt, el-Müşterik
TY Türk Yurdu, istanbul 1 9 1 1 —
(Cündî)
Mu'cemü'l-büldân
Y â k ü t b. Abdullah el-Hamevî, Mu'cemü'l-büldân, I-V, Beyrut 1957.
M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, el-'iber fî haberi men ğaber (nşr. E b û Hâcer M u h a m m e d Saîd), I-V, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
Zehebî,
Ma'rifetü'l-kurrâ'
M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Ma'rifetü'l-kurrâ'i'l-kibâr 'ale't-tabakât ue'l-âşâr (nşr. Beşşâr Avvâd Ma'rûf v.dğr.), I-II, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
Zehebî,
Mîzânü'l-i'tidâl
M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Mîzânul-i'tidâi fî nakdi'r-ricâl (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî), l-IV, Kahire 1 3 8 2 / 1 9 6 3 .
Zehebî, Târîhu 'l-İslâm: — — M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Târîhu'iislâm: es-Sîretü'n-nebeuiyye; a.e.: el-Meğâzî; a.e.: 'Ahdü'l-hulefâ' i'r-râşidîn; a.e.: sene... (nşr. Ö m e r A b d ü s s e l â m T e d m û r î — Beşşâr Avvâd Ma'rûf v.dğr.), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 - .
Ziriklî, el-A'lâm Hayreddin ez-Ziriklî, el-A'lâm: Kâmüsü terâcim, I-X, Kahire 1373-78 /1954-59.
Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah) Hayreddin ez-Ziriklî, el-A'lâm: Kâmüsü terâcim (nşr. Züheyr Fethullah), I-VIII, Beyrut 1984.
Zübeyd Ahmed, el-Âdâbü 'l - 'Arabiyye Zübeyd A h m e d , el-Âdâbü'l-'Arabiyye fî şibhi'Tkârreti'l-Hindiyye (trc. A b d ü l m a k s û d M u h a m m e d Şalkâmî), l-II Ibaskı yeri ve yılı yok],
Zübeyrî, Nesebü Kureyş Mus'ab b. A b d u l l a h ez-Zübeyrî, Nesebü Kureyş (nşr. E. Levi-Provençal), Kahire 1953, 1961, 1982.
Zühaylî, el-Fıkhü'l-lslâmı Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî ve edilletüh, I-VIII, Dımaşk 1404/1984, 1405/1985.
EYÜP
z â t ı veya b a ş k a s ı t a r a f ı n d a n
EYS (ü-Vl )
ler, K u r u k a v a k derelerinin birleşmesiyle o l u ş u p Eyüp Camii y a n ı n d a n geçerek is-
Öyle anlaşılıyor
ki
İsmâilî
kelenin iki t a r a f ı n d a n , diğeri ise Eyüp-
müellifler
s u l t a n İskelesi ile Bahariye a r a s ı n d a Şah
vücûd
S u l t a n Tekkesi civarından Haliç'e dökü-
yerine eys t e r i m i n i tercih e t m i ş l e r ve b u
len iki b ü y ü k d e r e y o ğ u n i s k â n dolayı-
eleştirilere h e d e f o l m a m a k için J
d u ğ u bilinen ve biri İsiâmbey, Düğmeci-
lebilecek b u gibi ihtimallerin t a n r ı kavramıyla b a ğ d a ş m a s ı i m k â n s ı z d ı r .
B a z ı ilk devir İslâm filozofları ve kelâmcıları tarafından varlık veya var olan nesneler için kullanılan terim. L
meydana
getirilmesi g e r e k e c e k t i ; oysa hatıra ge-
t e r i m aracılığıyla Allah'ın varlıkla nitele-
sıyla b u g ü n o r t a d a n k a l k m ı ş t ı r .
n e m e y e c e ğ i n i ileri s ü r m ü ş l e r d i r . A n c a k
t e n sonraki yerleşmelerle sur dışında te-
Arap
b u görüş, sonuçta Allah'ın gerçek bir var-
ş e k k ü l e t m i ş ilk k a s a b a o l a n Eyüp, b u
dilinde ç o k a z bir k u l l a n ı m alanı bulu-
lık değil s a d e c e z i h n î bir k a v r a m oldu-
iskânı y ö n l e n d i r e n E y ü p S u l t a n Külliye-
n a n ve ilk d e f a filozof K i n d i ' n i n felse-
ğ u d ü ş ü n c e s i n e g ö t ü r e c e ğ i n d e n sakın-
si'nin inşasıyla birlikte Osmanlı h â n e d a n ı
f î risalelerinde g ö r ü l e n eys t e r i m i Al-
calıdır. Zira i n s a n z i h n i n d e h e r h a n g i bir
ve h a l k a r a s ı n d a h a l e n d e v a m e d e n bü-
lah'ın varlığı, sıfatları ve â l e m i n yaratıl-
iz b ı r a k m a y a n aşırı t e n z i h fikri Allah'a
y ü k bir dinî- m â n e v î ö n e m k a z a n m ı ş t ı r .
" Y o k l u k " ve "yok olan şey" anlamındaki
leys
mışlığı
konusu
karşıtıdır.
kullanıl-
i n a n ı p b a ğ l a n m a y ı güçleştirdiği gibi âtıl
mıştır. Kindî'ye g ö r e Allah, " g e ç m i ş t e ve
ve p a s i f bir t a n r ı anlayışına d a yol aç-
şında bulunan
gelecekte ü z e r i n d e n asla y o k l u k geçme-
m a k t a d ı r . Ayrıca b ü t ü n varlıkları cevher
g e s i n d e ö n e m s i z bir y e r l e ş m e m e r k e z i
CufcVj t-J j 5 - r 1 ). "mevcudi-
ve a r a z k a t e g o r i s i içinde d ü ş ü n m e k ve
d u r u m u n d a y d ı . Bazı kaynaklarda, Ayvan-
yen" ( w
söz
kelimesinin
edilirken
Fetih-
yetini d a i m a s ü r d ü r e n " ( Q
Tarih. Bizans d ö n e m i n d e Eyüp, sur dın e k r o p o l (mezarlık) böl-
JJ^VJ J ^ ^ )
h e r var olanı b u çerçevede değerlendir-
saray'dan Eyüp'e kadar uzanan
gerçek varlıktır. Varlığının sebebi bulun-
m e k m a n t ı k a ç ı s ı n d a n isabetli değildir.
t a m a m ı n a b u ç a ğ d a K o s m i d i o n denildi-
alanın
m a y a n Allah b ü t ü n varlıkları (evsât) yok-
Kelâm ve İslâm felsefesinde v ü c û d , mev-
ği k a y d e d i l m e k t e y s e d e b u g ü n
t a n (leys) y a r a t a n ilk s e b e p ve g e r ç e k
cûd, a d e m ve m a ' d û m kavramlarının kul-
dion'un Eyüp'ün güneyinde küçük
faildir (müeyyis). Ç ü n k ü y o k olan bir şey
lanılmaya başlandığı IV. (X.) yüzyıldan iti-
manastırlar semti olduğu bilinmektedir.
kendi kendini var edemez, var o l m a k için
b a r e n eys ile leys veya "lâ eys" t e r i m l e r i
Burası ile Blakhernai Sarayı arasında ba-
m u t l a k a bir s e b e b e m u h t a ç t ı r . Bu se-
çok a z kullanılmıştır.
zı ö n e m l i binalarla, İ s t a n b u l
b e p d e d a i m a var olan ve b a ş k a hiçbir sebebe ihtiyacı b u l u n m a y a n Allah'tır (Re-
sâ'il,
s. 58-60). İbn Sînâ genellikle varlı-
ğı v ü c û d , y o k l u ğ u d a a d e m kelimeleriyle k a r ş ı l a m a k l a birlikte b a z a n varlık yerine eys, a d e m yerine d e leys terimlerini k u l l a n m ı ş t ı r . N i t e k i m ilim s ı f a t ı n d a n söz e d e r k e n Allah'ın bir şeyi varlık alanına ç ı k m a d a n ö n c e yok (ieys), m e y d a n a g e l d i k t e n s o n r a var (eys) o l a r a k bildiğini belirtir (el-lşârât, III, 292).
Lisânul-'Arab, "eys", "lys" md.leri; Cemîl Salîbâ, el-Mucemü'l-felsefî, Beyrut 1982, I, 183-184; Kindî, Resâ'll, s. 53, 58-60; Hârizmî, Mefâtthu'l-'ulûm, Kahire 1342, s. 17, 18; İbn Sînâ, el-lşârât (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1985, III, 292; Hamîdüddin el-Kirmânî, er-Risâletü'l-meusûme bi'l-mudıyye fi'l-emr ve'lâmir ue'l-me'mûr (Mecmû'atü resâ'il içinde, nşr. Mustafa Gâlib), Beyrut 1403/1983, s. 4952; Abdurrahman Bedevî, Mezâhibul-İslâmiyyîn, Beyrut 1973, II, 220-224. S
Y U S U F ŞEVKI Y A V U Z
s. 17) b u kul-
F
EYTÂH et-TÜRKÎ
~
l a n ı m p e k yaygınlık k a z a n m ı ş değildir.
(bk. INÂK et-TÜRKÎ).
J
F
din el-Kirmânî, s. 49-52). İlk İslâm filozof u olan Kindî'nin eysi h e m Allah h e m d e yaratıklar h a k k ı n d a kullanmasına karşılık İsmâiliyye k e l â m c ı l a r ı n d a n E b û
Ya'küb
lah'a
atfedilemeyeceğini
^
n
EYÜP
ileri
sürerler.
Ç ü n k ü Allah'ı varlıkla n i t e l e m e k
O'nun
p o r t a (Tahtakapi; Pîrî Reis'in haritası ile Evliya Çelebi 'nin seyahatnamesinde Eyyûb-i Ensârî Kapısı) b u l u n u y o r d u . Kosm i d i o n s e m t i H a g i o s P a n t e l e i m o n , Hagios M a m a s , H a g i o s Theodoros, H a g i o s Thalaelos ve H a g i o s K o s m a s - D a m i a n o s kilise ve m a n a s t ı r l a r ı n ı n yer aldığı din î bir m e r k e z d i . IV. M i k h a i l z a m a n ı n d a (1034-1041) y a p ı l m ı ş ve yoksulları ücretm ı ş olan b u s o n kilise ve m a n a s t ı r Had u . Y a n ı n d a bir h a m a m l a bir d e ç e ş m e hı olan b u külliye, G o d e f r o i d e lon'un Haçlı orduları
Haliç'in son k ı s m ı n d a , surların h e m e n dışında yer a l a n ilçe merkezi ve İstanbul'un en eski semtlerinden biri.
n ü ş m ü ş t ü ; b u g ü n ise izi k a l m a m ı ş t ı r . E y ü p son k u ş a t m a sırasında O s m a n l ı ordularının
K u z e y d o ğ u d a n Sarıyer, d o ğ u d a n
Bouil-
Konstantinopolis'i
k u ş a t t ı ğ ı n d a (1096) t a m bir kaleye dö-
el-Kirmânî
varlık k a v r a m ı n ı n , dolayısıyla eysin Al-
hernai Sarayı'na en yakın kapı olan Xylo-
b u l u n a n ve s e m t i n e n ö n e m l i ziyaretgâ-
bazı İsmâiliyye kelâmcılarının eserlerin-
es-Sicistân! ve H a m î d ü d d i n
ça r a s t l a n a n ve Haliç sahilindeki Blak-
liç'e b a k a n t e p e n i n ü z e r i n d e yükseliyor-
Tesbit edilebildiği kadarıyla eys sadece d e g ö r ü l m e k t e d i r (meselâ bk. Hamîdüd-
kuşatma-
siz tedavi eden Anargyroi azizlerine adan-
rimini eserlerinde kullandıklarını söylüyorsa d a (Mefâtthu'l-'ulûm,
bir
s ı n d a n b a h s e d e n k a y n a k l a r d a a d ı n a sık-
BİBLİYOGRAFYA:
H â r i z m î , İslâm kelâmcılarının eys te-
Kosmi-
Kâ-
karargâh
kurduğu
a r a s ı n d a idi; Haliç'teki filo d a
yerler buranın
ğ ı t h a n e ve Şişli, güneyden Fatih, Bayram-
kıyılarında surlara y ö n e l i k faaliyet gös-
p a ş a , Esenler, b a t ı d a n
t e r m i ş t i . Ayrıca II. M e h m e d şehrin f e t h i
Gaziosmanpaşa,
varlığa y a n i bir b a k ı m a b a ş k a s ı n a m u h -
k u z e y b a t ı d a n Çatalca ilçeleri ve kuzey-
sırasında K o s m i d i o n ' d a i k a m e t
t a ç olmasını gerektirir, h a l b u k i Allah hiç-
d e n d e K a r a d e n i z ile çevrilidir. İlçe top-
d u . B i z a n s b a ş k e n t i n i n O s m a n l ı l a r tara-
bir şeye m u h t a ç değildir. E ğ e r Allah var-
rakları
fından fethinden
lık sıfatıyla nitelenebilseydi cevher veya
d o ğ r u hafif dalgalı düzlükler halinde uza-
P e y g a m b e r i n s a n c a k t a r ı E b û Eyyûb el-
araz t ü r ü n d e n bir varlık olacak, ayrıca ya
nır. XIX. yüzyıl b a ş l a r ı n d a b u r a d a bulun-
Ensârî'den alan bu semt, b ü t ü n
Haliç
kıyılarından
kuzeybatıya
ediyor-
s o n r a yeni adını
Hz.
İslâm
1
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EYÜP âlemi için önemli bir nekropoi olarak
rîh-i Ebul-Feth,
s. 75). Zamanla Eyüp bir
de bu düzenlemeler dolayısıyla tahriba-
gelişme gösterdi. EmevTler'in 669 yılın-
kadılık haline getirildi ve bağlı köyler
ta uğradı. 1990 sayımına göre Eyüp ilçesinin 211.986 olan nüfusunun 200.045'i
daki Konstantinopolis kuşatmasına ka-
padişah haslarına dahil edildi. "Haslar
tılan ve bu sırada hastalanarak vefat
kadılığı" veya 1583'ten sonra "havâss-ı
İstanbul Büyükşehir Belediyesi sınırları
eden Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin, vasiyeti
refîa" olarak bilinen Eyüp kadılığı mev-
içinde, geri kalan kısmı ise (11.941 nü-
ulaşabildiği
leviyet derecesindeki büyük kadılıklar-
fus) Kemerburgaz bucağına bağlı sekiz
en ileri noktada defnedildiği ve sahâ-
dan biri durumundaydı ve Çatalca, Bü-
köyde yaşıyordu.
bîlerden birkaçının mezarının da yine o
yük-Küçük Çekmece ile Silivri'yi içine alı-
Ekonomik ve Sosyal Yapı. İstanbul'un
civarda olduğu kabul ediliyordu. Emevî
yordu. Evliya Çelebi'ye göre XVII. yüzyıl-
fethinin ardından bir kasaba olarak ge-
uyarınca İslâm ordusunun
ordusu çekildikten sonra
Bizanslılar'ın
kabrin korunmasına özen gösterdikleri,
da buraya yirmi altı nahiye, 700 köy bağ-
lişen Eyüp'te, Ekrem Hakkı Ayverdi'nin
lıydı; ancak bu rakamların
doğruluğu
XV. yüzyıl vakfiyelerine dayanarak yap-
üzerine dört sütunla taşınan bir kubbe
şüphelidir. Haslar kadılığı köyleri II. Ba-
tığı tesbitlere göre ilk iskân sahaları, Ay-
yaptıkları ve geceleri burada kandil yak-
yezid döneminde Beyazıt Camii evkafı-
vansaray Kapısı'ndan başlayarak Haliç
tıkları da rivayet edilmekteydi. Yine ri-
na dahil edilmişti. XVI. yüzyılın başların-
sahili boyunca sıralanan Abdülvedûd, Câ-
vayetlere göre bu türbe kısa sürede kıt-
da Boğaz'dan Bakırköy sahillerine, Çatal-
mi-i Kebîr ve Ülice (sonradan Evlice) Ba-
lık ve darlık zamanlarında m e d e t umu-
ca'ya ve Beyoğlu kesimine uzanan ka-
ba mahalleleri idi. Bunların
lan bir ziyaretgâh haline gelmişti ve ha-
zada 163 köy vardı (Barkan, s. 600-607).
Kasım Çavuş, Sofular, Ortakçıbaşı ve Fet-
arkasında
len t ü r b e d e bulunan kuyu ile bağlantılı
XVIII. yüzyılda buranın sınırları Midye ve
hi Çelebi mahalleleri uzanıyor, daha içe-
olduğu sanılan bir pınarın hastalan iyi-
Burgaz'ı içine alacak ölçüde genişletil-
ride de Sofular'ın doğusunda
leştirdiğine inanılıyordu. Bu civarda yer
mişti. Bu yüzyılın ilk çeyreğinde Eyüp
Bey mahallesi yer alıyordu. XVII. yüzyıl-
aldığı bilinen Hagios Kosmas-Damianos
ve Haliç en parlak devrini yaşadı; ayrıca
da Eyüp İstanbul ile birleşmiş durum-
Külliyesi'nin de şifa verici azizlere adan-
sanayileşmenin ilk adımları da bu dö-
daydı; nitekim Evliya Çelebi surlarla Eyüp
mış olması, burada yüzyıllardır devam
n e m d e atıldı. XVIII. yüzyılda nüfusun iyi-
arasında boş arazinin bulunmadığını söy-
Mehmed
eden bir geleneğin varlığını göstermek-
ce yoğunlaştığı Eyüp'te II. M a h m u d dö-
ler. Ona göre burası, 9800 kadar binası
tedir. Latinler 1204'te Konstantinopolis'i
neminde çeşitli iskân faaliyetleri gerçek-
ve çarşısındaki 1085 dükkânı ile olduk-
ele geçirdiklerinde Ortodokslar'a ait ki-
leştirildi. Rami'de kurulan kışla çevresin-
ça m â m u r bir şehir özelliği taşıyordu (Se-
lise ve kutsal yerleri yakıp yıkarken Ebû
de yeni yerleşme birimleri ortaya çıktı
yahatname, I, 396). Şer'iyye sicillerinden, XVIII. yüzyılda Eyüp'ün biraz daha geliş-
Eyyûb el-Ensârî'nin türbesi de muhte-
ve sanayileşme girişimleri dolayısıyla kı-
melen tahrip olmuş ve zamanla ortadan
yılara birçok tesis inşa edildi. XIX. yüz-
me gösterdiği ve mevcut mahallelere Ce-
kalkmıştı. Ancak İstanbul'un gelecekte-
yılın sonlarında göçmenlerin iskânı özel-
zerî Kasım Paşa, Dâvud Ağa, Emîr Buhâ-
ki fethinde Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin yol
likle Rami bölgesinin daha da büyüme-
rî, Düğmeciler, Hamamcı Muhiddin, Ki-
gösterici bir rol oynayacağına dair riva-
sine yol açtı. Burası C u m h u r i y e t i n ilk
remitçi Süleyman, Düğmecibaşı, Zeyneb
yetler hep yaşayagelmişti. İşte bu zemin-
yıllarında yine Balkan göçmenlerinin is-
Hatun, Defterdar Kara Süleyman ve Eğ-
de, 1453'te k u ş a t m a sürerken II. Meh-
kânına sahne oldu. Giderek Alibeyköy
rikapı mahallelerinin eklendiği öğrenilmektedir.
med'in hocası Akşemseddin'in kerâmet
taraflarına doğru büyüyen Eyüp'te ayrı-
göstererek bu mezarın yerini keşfettiği
ca Anadolu ve Trakya'dan gelenlerin yer-
ilân edilmiş, bunu fethin gerçekleşeceği
leşmesiyle Sağmalcılar (Bayrampaşa) ke-
yolunda önemli bir işaret sayan askerin
simi ortaya çıktı. Fakat sanayi tesisleri-
de morali yükselmişti. Kabrin yeri ola-
nin yoğunluğu Eyüp'ü olumsuz yönde
rak Akşemseddin'in gösterdiği noktada
etkiledi. 1980'lerden itibaren başlatılan
hemen bir t ü r b e yapılmış, fetihten kısa
projeler çerçevesinde kıyı boyundaki te-
süre sonra da Eyüp Sultan diye biline-
sisler yıktırıldı ve yerleri açık saha, park
Eyüp bölgesinde yirmi sekiz mahalle ol-
cek olan cami ile medrese inşa edilerek
haline getirildi; ayrıca kıyı boyuna ka-
duğu, bunlardan yirmi ikisinin Eyüp, dör-
bu yörenin mânevî yapısının temelleri
zıklar üzerine oturtulan yeni bir yol ya-
dünün
atılmıştır.
pıldı. Ancak bu arada eski tarihî çevre
semtinde bulunduğu görülmektedir. Bu
XIX. yüzyıl sonlarına doğru Eyüp bölgesinde Kurukovan, Eskiyeni, Bülbülderesi, İdrisköşkü, Otakçılar, Çömlekçiler, Taşlıburun ve Yeniçeşme gibi bazı yeni semtler oluştu. Dahiliye Nezâreti'nin yaptırdığı 1885 tarihli istatistik cetvelinde
Çömlekçiler ve ikisinin
Eyüp daha sonra bir kasaba şeklinde gelişmeye başladı. Fâtih Sultan Mehmed İstanbul'un imar ve iskânı için çalışırken
.a.
Bursa bölgesinden getirttiği bir kısım
vf
halkı buraya yerleştirdi. Böylece vakıflar yoluyla iskân teşvik edilerek sur dışında yeni bir kasabanın teşekkülü tamamlandı. Dursun Bey türbe, cami, med-
Eyüp'ün
rese ve h a m a m d a n ibaret külliyenin et-
XIX. yüzyıl
rafına halkın çok rağbet edip her taraf-
ortalarında
t a n gelerek çevrede evler, köşkler yaptığını ve buranın bir "hoş teferrüc-gâh
(Eugene
kasaba" olduğunu, pek çok kimsenin denizden veya karadan buraya gelip sohbet ve ziyarette b u l u n d u ğ u n u yazar (7a-
- 1-..
Çizilmiş bir gravürü Flandin, L
Orient,
Paris 1858,
^
B
İv. 3 4 )
2 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
S
Sofular
EYÜP cetvele göre Eyüp semtinin mahalleleri
larında yirmi beş-otuza d ü ş m ü ş t ü . Ev-
ralarda çalışanların ç o ğ u n u n Ermeni ol-
Nişancı Atik M u s t a f a Paşa, Baba Hay-
liya Çelebi, Eyüp'te gelişen el sanatları
d u ğ u n u , Andreasyan da Çeşmeli Odalar
dar, Dere (Nazperver), Cezerî Kasım Pa-
içinde eldiven yapımını da sayar; ayrıca
mahallesindeki
şa, Silâh! M e h m e d Bey, Kızıl Mescid, Câ-
bu civarda pek çok m a n d ı r a n ı n
luluklarının o t u r d u ğ u n u
mi-i Kebîr, Servi, Topçular,
bulun-
odalarda
Ermeni
top-
söylemektedir.
İncicyan (ö. 1833), bu mahallede bulu-
Defterdar
d u ğ u n d a n ve buralarda yapılan y o ğ u r t
M a h m u d Efendi, Dâvud A ğ a , Şah Sul-
ve k a y m a ğ ı n m a k b u l o l d u ğ u n d a n bah-
nan Surp Asduadzadzin adlı k ü ç ü k ki-
tan, Defterdar Kara Süleyman
Çelebi,
setmektedir. Kaymakçı dükkânları Eyüp
lisenin kendi z a m a n ı n d a
İslâm
Sultan Camii yanında çarşı boyunca, et-
dığını, ancak kalan
Bey, Ali Paşa-i Cedîd, Kasım Çavuş, Üli-
lerin terbiye ediliş tarzı sebebiyle çok
devam
ce Baba, Zeyneb Hatun, Aşçıbaşı ve Fet-
m e ş h u r olan kebapçı dükkânları ile bir-
de d e Surp Egia adlı bir Ermeni
hi Çavuş; Çömlekçiler semtinin mahal-
likte sıralanmıştı. Türbe ziyaretine ge-
sinin d a h a o l d u ğ u n u , f a k a t 1762 yılın-
Emîr Buhârî, Süleyman
Subaşı,
edildiğini,
kısmen yıkıl-
kısmında
Serviler
âyinlere
mahallesinkilise-
leleri Takyeci, M e h m e d Bey, Düğmeciler
lenler buralara m u t l a k a uğradıkları gibi
da o r t a d a n kaldırıldığını
ve Zal M a h m u d Paşa; Sofular semtinin
özel olarak Eyüp'e k a y m a k ve k e b a p ye-
dir. Andreasyan ise bu bilgilere, Surp
kaydetmekte-
mahalleleri de Cebecibaşı ve Otakçıba-
meye gelenler de vardı. Eremya Çelebi
Egia Kilisesi'nin 1800 yılında alman bir
şı idi. Bu mahalleler b u g ü n de çoğun-
Eyüp'ün üst kısımlarında kar kuyuları bu-
f e r m a n a dayanarak 1832'de yeniden ya-
lukla aynı isimleri taşımaktadır. Eyüp'ün
l u n d u ğ u n u , karabaşının nezâreti altında
pıldığını eklemiştir. Surp Asduadzadzin
Haliç kıyısında uzanması, deniz ulaşımı
bu kuyulardan t o p l a n a n karın yazın sa-
Kilisesi de 1812'de ve 1855'te tekrar ya-
için oldukça elverişli bir o r t a m meyda-
rayda kullanıldığını kaydetmektedir.
pılmıştır. XVIII. yüzyıl şer'iyye sicillerin-
na getiriyordu; nitekim Eremya Çelebi (ö. 1695) Ayvansaray'dan başlayarak sahilde birçok iskele b u l u n d u ğ u n u kaydeder. Eyüp kayık iskelesi Haliç'in en büy ü k iskelelerinden biriydi. XIX. yüzyılda Ayvansaray ile Bahariye arasında sırasıyla Yâvedûd, Ç a m u r , Defterdar, Zalm a h m u d p a ş a , Eyüp, Bostan ve Yalıham a m ı iskeleleri bulunuyordu. Ayvansaray ve Sütlüce'den kalkan kayıklar Eyüp İskelesi'ne sefer yapardı. Evliya Çelebi eskiden bu iki sahil arasında bir k ö p r ü b u l u n d u ğ u n d a n söz eder-, Bizans devrinde d e b u r a d a bir k ö p r ü olduğu bilinmektedir. Eyüp İskelesi'ne kayıtlı kayıklar E m i n ö n ü Yemiş İskelesi ile Eyüp arasında yolcu taşırdı. 1216 (1801-1802) yılında t a n z i m edilen kayıkçı esnafı sicil ve kefalet defterinde bu iskeleye kayıtlı d o k s a n ü ç kayık, d o k s a n yedi nefer kayıkçı vardı ve kayıkçıların seksen ikisi
Evliya Çelebi'nin bildirdiğine göre Zal M a h m u d Paşa Camii'nin ilerisinde 2 5 0 k a d a r çömlekçi vardı. Evliya Çelebi, Çin ve İznik çinisi kalitesinde o l d u ğ u n u söylediği b u r a d a yapılan çanak ç ö m l e k için Kâğıthane ve Sarıyer'den ç a m u r getiril-
de de gayri m ü s l i m unsurların E y ü p ' t e y o ğ u n olduklarına, h a t t a bunların cami ve türbeler yakınında bulunan
dükkân
ve bostanlardaki uygunsuz davranışları sebebiyle sık sık şikâyet edildiklerine dair kayıtlara rastlanmaktadır.
diğini belirtir. İstinye ve Büyükdere te-
Sur içindeki semtleri birçok defa yok
pelerinden alınan kil de her t ü r l ü çöm-
eden yangınların sıçrayamadığı E y ü p ' t e
lek i m a l â t ı n d a kullanılırdı. Eremya Çe-
z a m a n l a yoğun bir yerleşme ortaya çık-
lebi ve Evliya Çelebi "tıyn-i m a h t û m " de-
mış, özellikle Haliç kıyıları oldukça er-
nilen kokulu, beyaz bir t o p r a k t a n yapı-
ken bir tarihte sayfiye niteliği
lan ve içene ferahlık veren kâselerin hâ-
mıştı. Padişahların sık sık ziyaret ettik-
kazan-
tıra olarak u z a k memleketlere götürül-
leri Bahariye ve karşı kıyıdaki Aynalıka-
düğünü
vak sahilsarayiarının yanı sıra devlet ri-
söylemektedirler.
Yine
Evliya
Çelebi, Eyüp ile Hasköy arasında deniz
cali de Eyüp sahilinde sahilhâneler ve
dibinden çıkarılan kara balçıktan kaplar
yalılar inşa ettirmişlerdi. Sayfiye gele-
yapıldığını kaydetmektedir. Sarraf Ho-
neğinin başlamasına, XVI. yüzyıldan iti-
vannesyan (ö. 1805), Zal M a h m u d Paşa
baren bu kutsal s e m t t e öncelikle hayır
Camii'nin arkasında karşılıklı kırk çöm-
binaları yaptıran h â n e d a n ı n kadın üye-
lek imalâthanesinin b u l u n d u ğ u n u ve bu-
leri öncülük etmişlerdi. Özellikle XVIII.
m ü s l ü m a n , on beşi Ermeni idi. Eyüp ve civarında padişahlara ayrılm ı ş t a r ı m alanları bulunuyordu. XVIII. yüzyıl şer'iyye sicillerinden b u r a d a zengin köylülerin yaşadığı anlaşılmaktadır.
Eyüp'ten bir g ö r ü n ü ş
Öte y a n d a n E y ü p ' t e y o ğ u n bir üretim faaliyeti gerçekleştiriliyordu. Sarraf Hovannesyan,
Karadeniz ve Akdeniz'den
gemilerle gelen buğdayın İstanbul, Galata, Üsküdar, Kartal, Boğaziçi ve Eyüp'teki d e ğ i r m e n l e r d e işlendiğini
belirtir.
Erkek çocukların s ü n n e t öncesi özel giysileriyle Eyüp Sultan Türbesi'ni ziyarete g ö t ü r ü l m e s i geleneği b u r a d a oyuncakçılığın gelişmesini sağlamıştı. Evliya Çelebi'ye göre XVII. yüzyıl ortalarında Eyüp't e 100 oyuncakçı d ü k k â n ı ve bunlarda çalışan 105 usta vardı. Bu
dükkânlar,
Eyüp Sultan Türbesi'ne giden İskele caddesi üzerindeki Oyuncakçılar Çarşısı denilen yerde idi ve sayıları XIX. yüzyıl baş-
3 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EYÜP yüzyıl sonrasında bu sahilin en göste-
raktere b ü r ü n m ü ş t ü r .
rişli ve en itibarlı yapıları haline gelen
b u g ü n birer tarihî belge ve sanat eseri
eserleri önde gelmektedir. Bu d ö n e m e
bu yalılar sık sık el değiştirmiş, bazıları
niteliği taşıyan devlet erkânı türbelerin-
ait oldukları kabul edilen eserler şunlar-
bir sultan efendiden diğerine geçerken
den başka tepenin yamacında da yavaş
dır: Alibeyköy merkezinde Alibeyköy Mes-
yeniden inşa edilmiş ve buralarda yapı-
yavaş halka ait mezarlıklar
cidi, adını verdiği sokak üzerinde Arpacı
lan önemli törenler vesilesiyle ev sahip-
başladı. Bugün Eyüp İstanbul'un ve Mek-
(Arpacıbaşı) Hayreddin Mescidi, Eskiyeni
leri devlet işlerinde ne kadar etkin ola-
ke, Medine, Kudüs'ten sonra İslâm âle-
caddesi üzerinde Kasım Çavuş Mescidi,
bildiklerini sergilemişlerdir. Bu
Fetihten sonra,
oluşmaya
rine atfedilen yapılarla klasik
dönem
sultan
minin en büyük nekropolüdür; âbidevî
Zekâidede sokağında Sofu Ali Çavuş adıy-
yalıları, bir grubu Defterdar ve Zaimah-
türbe, küçük hazîre, açık t ü r b e gibi çe-
la da anılan Sofular Mescidi, kendi adıy-
m u t p a ş a iskeleleri, diğer grubu Bahari-
şitli mezar yapılarıyla ve cami, mescid,
la anılan mahallede Ülice Baba (Evlice
ye sahilinde Bostan İskelesi ile Şah Sul-
tekke, medrese, mektep, namazgâh, kü-
Baba, Uluca Baba) Mescidi. Aşağıdaki ya-
t a n Tekkesi arasında Eyüp Sultan Külli-
tüphane, imaret, h a m a m , çeşme, sebil
pılar ise klasik döneme aittir: İdrisköşkü
yesi'ni iki taraftan kuşatacak biçimde
gibi her biri ayrı bir çalışma konusu ola-
civarında Zeyneb Hatun Mescidi (1520 [?D;
toplanmıştı. Buralarda XIX. yüzyılda III.
cak dinî ve sosyal tesisleriyle aynı za-
Zalpaşa (Zalmahmutpaşa) caddesi üzerin-
Mustafa'nın ve I. A b d ü l h a m i d ' i n kızla-
m a n d a bir mimarlık müzesine dönüş-
de Kızıl Mescid (1531 I?]); Feshâne cadde-
rı Şah Sultan, Hatice Sultan, Hibetullah
m ü ş durumdadır. Ebû Eyyûb el-Ensâ-
si üzerinde Demirciler Mescidi (1545 (?|);
Sultan, Beyhan Sultan ve Esmâ Sultan'ın
rî'nin türbesiyle birlikte, İstanbul kuşat-
aynı adı taşıyan sokak ve cadde üzerin-
daha sonra yerlerine Feshâne, Dakikhâ-
malarında şehid düşen başka sahâbîle-
de Baba Haydar Camii (1550 [?]); Çöm-
ne ve İplikhâne'nin yapıldığı yalıları bu-
rin mezarları da büyük ö n e m taşımak-
lekçiler civarında Zalpaşa caddesiyle adı-
lunuyordu. Eyüp'ün sık servili, gölgeli te-
tadır. Hz. Peygamber'in Kostantiniye'yi
nı verdiği sokak üzerinde Silâhî Mehmed
pelerine sırtını dayamış Haliç'in bu uç
fethedecek k u m a n d a n ı ve orduyu öven
Bey Camii (1551; Bey, Silâhşor Mehmed
noktasına itibar eden hânedan kadınla-
hadisinin yönlendirmesiyle buraya ge-
Bey, Sürahi Mescidi adlarıyla da anılır);
rının, buraya, kutsî havasından istifade
len İslâm ordularına katılmış sahâbîle-
Otakçılar'da Aşçıbaşı Mehmed Ağa Mes-
e t m e k amacıyla daha çok hastalıkları,
rin şehir önlerinde şehid düşmeleri, Os-
cidi (1553); Vezirtekkesi caddesi civarın-
nekahet devreleri ve yaşlılıkları sırasında
manlılar d ö n e m i n d e bunlara ait kabir-
da Servi Mahallesi Mescidi veya Hoca Sâ-
geldikleri anlaşılmaktadır. Aslında hâne-
lerin tesbit edilip yapılması geleneğini
deddin Efendi Mescidi (1590 !?]); Düğ-
dan kadınları ömürlerini Boğaziçi sahilsa-
ortaya çıkarmıştır. Özellikle II. M a h m u d
meciler caddesinde
raylarında geçirip kendi sağlık meseleleri
devrinde b ü t ü n sahâbî mezarları bulu-
(1590 [?]; yanlış olarak Düğmeciler Camii
dışında ancak hanedanın düğün, doğum,
narak yapılmış, eskiden beri bilinenler
de denilmektedir); Otakçılar semti Fethi
ö l ü m törenleri sebebiyle ve kısa süreler
de onarılmıştır. Ancak bu d ö n e m d e ka-
Çelebi mahallesinde Otakçılar, Fethi Çe-
için Eyüp yalılarına taşınıyorlardı.
birleri yapılan sahâbîlerin hayat hikâye-
lebi ya da Gazanfer A ğ a Camii (1599);
lerini nakleden güvenilir kaynaklar bun-
Abdurrahman Şeref Bey caddesi üzerin-
Ebû Eyyûb el-Ensârî hem şehrin koruyucu evliyası olmuş, h e m de türbesi resmî tören ve ziyaretler sebebiyle hâ-
ların çoğunun burada g ö m ü l ü olduğunu
de Takkeci ve Arakiyeci Camii (1616 |?1); Yûsufmuhlispaşa sokağında Bâlî Hoca
Eyüp'teki en önemli mimari âbideler
simgesi haline gelmişti. Sancak-ı şerif,
Eyüp Sultan Camii ve Türbesi ile (ilk ya-
1730 yılında isyancıların eline geçmeme-
pı 1458, son yapı 1798-1800) her ikisi d e
si için Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-i Sa-
XVIII. yüzyıl sonuna ait olan Mihrişah Vâ-
â d e t Dairesi'ne taşınıncaya kadar uzun
lide Sultan ve Şah Sultan külliyeleridir.
süre Eyüp Sultan Türbesi'nde muhafa-
Başta Mimar Kemâleddin'in 1911-1912'-
za edilmişti. Padişahların saltanatı, cü-
de yaptığı, sur dışındaki tek padişah kab-
lûs sonrası kılıç k u ş a n m a
törenleriyle
rini teşkil eden M e h m e d Reşad Türbesi
Padişahlar
ile birçok hânedan m e n s u b u n u n ve So-
ayrıca kılıç k u ş a n m a töreni sonrasında
kullu M e h m e d Paşa, Pertev Paşa, Lala
kazanmaktaydı.
Camii
teyit etmemektedir.
nedanın meşruiyetinin ve devamlılığının
meşruiyet
Dökmeciler
Mescidi (XVII. yüzyıl başı); Eyüp İskelesi civarında Büyük İskele Camii (XVII. yüzyıl başı; bânisi Hacı Mahmud A ğ a n ı n ve zaman içinde camiyi yenileyen Cevrî Kalfa ve Kaptan Hasan Hüsnü Paşanın adlarıyla da anılır) ; aslı II. M e h m e d devrine ait olup 1711'de yeniden inşa ettiren IV. Mehmed'in kızı Hatice Sultan'dan dolayı Sultan Camii adıyla da bilinen Yâved û d caddesi üzerindeki Yâvedûd veya Abdülvedûd Camii.
devlet erkânı ile birlikte Eyüp'ten baş-
Mustafa Paşa, Ferhad Paşa, Cafer Paşa,
layarak İstanbul tepelerinde yer alan,
Güzel Siyavuş Paşa, Kaptan Mustafa Pa-
Mimar Sinan'ın b ü t ü n eserleri içinde
gazâ malıyla inşa edilmiş selâtin cami-
şa, Mîrimîran Mehmed Paşa, Feridun Ah-
en yoğun biçimde bir araya toplanmış olan mescid, t ü r b e ve tekke gibi yapıla-
lerine bağlı ecdat türbelerini ziyaret edi-
m e d Bey, Nakkaş Hasan Paşa, Hüsrev
yor, böylece hânedanın şerefli geçmişi-
Paşa, Celâlzâde Mustafa Çelebi, Ebüs-
rı ise Eyüp'ün çok özel bir kimlik kazan-
ni ve devamlılığını halkın gözleri ö n ü n e
suûd Efendi, Hoca Sâdeddin Efendi ve
masını sağlamıştır. Klasik Osmanlı mi-
Karaçelebizâde Mehmed Efendi gibi dev-
marisinin tipik örnekleri olan bu yapılar
Mimari Eserler. Osmanlıiar'ın İstanbul'-
let ricâlinin türbeleri semte çok özel bir
arasında Otakçılar civarında Nakşî Emîr
da yaptırdığı ilk mimari kompleks olan
karakter kazandırmakta ve burayı aynı
Buhârî Tekkesi Camii (1525-1530) ve Ha-
Eyüp Sultan Külliyesi'nin çevresi, devlet
z a m a n d a sosyal tarih açısından önemli
m a m ı ; Defterdar caddesinde Defterdar
seriyorlardı.
ricâliyle halk kitlelerinin Ebû Eyyûb'un şefaatini k a z a n m a k için burayı son is-
bir belge hazînesi d u r u m u n a getirmek-
Mahmud Çelebi Camii (948/1541-42); Ni-
tedir.
şancılar caddesi üzerinde Nişancılar veya Nişancı Mustafa Paşa Camii (1543) ve
t i r a h a t g â h olarak seçmeye başlamaları
Mimari özelliklerini büyük ölçüde kay-
üzerine kısa sürede gelişmiş ve semtte-
betmiş olmalarına r a ğ m e n Eyüp atmos-
Hamamı; yine Nişancılar'da Müzevvir (Sü-
ki kutsî ve manevî havayı daha da yo-
ferini oluşturan cami ve mescid külliye-
leyman Subaşı, Münzevî, Karcı Süleyman)
ğunlaştıran kendine has bir mimari ka-
leri arasında Fâtih Sultan M e h m e d dev-
Mescidi (1545); Bahariye'de Şah Sultan
4 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EYÜP Camii (963/1555-56) ve Tekkesi; Nişan-
adını verdiği cadde üzerinde Defterdar
ni yansıtan bu yapılardan pek azı günü-
cılar'da Dâvud A ğ a (Kapıağası) Mescidi
Mescidi veya Kara Süleyman Camii de
m ü z e gelebilmiştir. B u g ü n mevcut olan-
(962/1554-55); eski Kurukavak caddesi
denilen Tahta Minare Camii (II. Bayezid
lar arasında Zalpaşa caddesi üzerindeki
üzerinde Ali Paşa (Cedîd Ali Paşa, Semiz
devri; Tahta Minare Mescidi adıyla bili-
Afife Hatun Tekkesi'nin (1844) yalnız se-
Ali Paşa, Kurukavak) Camii (1561-1565 |?|);
nen XVII. yüzyıl yapısı bir başka mescid
m â h â n e s i ayaktadır. Kalenderhâne cad-
Defterdar ve Zalpaşa caddeleri arasın-
de Düğmeciler mahallesinde idi, hazîresi
desi üzerindeki Câfer Paşa Tekkesi (XVI.
da Zal M a h m u d Paşa Külliyesi (1580 [?));
olan bu mâbed Tımışvar Tekkesi Mescidi
yüzyıl) restore edilmiş d u r u m d a d ı r . Sa-
Düğmecibaşı Mescidi; Sokullu Külliyesi
olarak da tanınırdı); Fethi Çelebi mahal-
vaklar caddesi üzerinde bulunan ve Va-
(976/1568-69); Sokullu M e h m e d Paşa'-
lesinde M e h m e d Bey Mescidi (II. Meh-
lide Sultan veya Kuyubaşı adlarıyla da
nm
ait
med devri; daha sonra Sa'diyye ya da Cer-
bilinen Emin Baba Tekkesi (1867 |?|) sağ-
t ü r b e ; Semiz Ali Paşa Türbesi; Dukakin-
rahî Tekkesi olmuştur); Düğmeciler cad-
lam vaziyettedir. Bu t e k k e Nakşî dergâhı olarak kaydedilmişse de XIX. yüzyıl
çocuklarına
(ibrâhimhanzâdeier)
z â d e M e h m e d Paşa Türbesi; Lala Hüse-
desi üzerinde Nakşî M ü s â Çavuş Mesci-
yin Paşa Türbesi; Pertev Paşa Türbesi;
di (XVI. yüzyıl; karşısında tekke ve hazî-
sonunda burada Bektaşî törenlerinin ya-
Siyavuş Paşa Türbesi (1582); Siyavuş Pa-
resi vardır), Otakçılar'da Yanık Minare
pıldığı sanılmaktadır. Kalenderhâne cad-
şa'nın çocuklarına ait t ü r b e ; Dere Hama-
Mescidi (II. Mehmed devri; Alaca Tekke,
desi üzerindeki Kalenderhâne Tekkesi
mı ve Türbe H a m a m ı sayılmaktadır. Mi-
Sıraserviler Tekkesi ve III. Osman tarafın-
m a r Sinan'ın Eyüp'te Semiz Ali Paşa için
dan yeniden yaptırıldığı için Sultan Osman
iki de saray inşa ettiği bilinmektedir.
Tekkesi Mescidi adlarıyla da anılır); Yeni-
M i m a r Sinan yapısı mescidler dışında b u g ü n Kalenderhâne caddesi
üzerinde
mahalle'de Hacı Hüsrev Mescidi (Ümmühan Hatun Mescidi; XVII. yüzyıl sonu).
(1743; Özbekler Tekkesi Mescidi ve La'lîzâde Abdülbâki Efendi Tekkesi adlarıyla da bilinir) b u g ü n kısmen ayaktadır; tekke bir Nakşibendî dergâhıydı. Nâzır A ğ a Çeşmesi sokağında bulunan Nakşibendî -
b u l u n a n A b d ü l k a d i r Efendi Mescidi ile
Yukarıdaki cami ve mescidlerden baş-
Rifâî Selâmî Tekkesi'nin (1798) semâhâ-
(1538) hemen yakınındaki aslında bir dâ-
ka Eyüp'te çok sayıda t e k k e camisi de
nesi, derviş evi, m u t f a ğ ı , su haznesi ve
rüikurrâ
Efendi
b u l u n m a k t a d ı r : İslâmbey caddesi üze-
hazîresi d u r m a k t a d ı r . Nişancı
Mescidi (1585-1590 |?|), klasik dönem özel-
rinde İslâm Bey Camii (1521, daha sonra
Paşa mahallesinde Cerrahî Sertarikzâde
olan Saçlı Abdülkadir
Mustafa
liklerini kısmen yansıtan birer yapı ola-
Bedevi Âsitânesi olmuştur); Fethi Çelebi
Tekkesi (Sertarik Camcı Tekkesi adıyia da
rak ayakta d u r m a k t a d ı r . Yine iyi korun-
mahallesinde Hirâmî A h m e d Paşa Mes-
anılır; XVIII. yüzyıl başı) harap durum-
m u ş klasik d ö n e m eserleri içinde Çöm-
cidi veya Şeyh Cemâleddin Tekkesi adıy-
dadır. Düğmeciler mahallesinde bulunan
lekçiler civarında, Zalpaşa caddesiyle adı-
la da anılan Savaklar Mescidi Tekkesi
Halvetiyye tarikatının Sinâniyye kolunun
nı verdiği sokak üzerinde b u l u n a n Ce-
(1595-1602 |?|); Nişancı M u s t a f a
kurucusu Ü m m î Sinan Tekkesi ya da Na-
zerî Kasım Paşa Camii (1515) sayılabilir.
caddesinde Nakşî Şeyh M u r a d
Efendi
suh Efendi Tekkesi (XVI. yüzyılın ikinci
Geç d ö n e m yapıları arasında ise Hay-
Tekkesi Mescidi (XVII. yüzyıl), İdris Köş-
yarısı) 1983 yılında restore edilmiştir.
Paşa
d a r b a b a caddesi üzerindeki Beşir A ğ a
kü civarında Hoca H ü s a m , Selim Efendi
Eyüp Sultan Camii yakınında yer alan
Medresesi Mescidi adıyla da anılan Dâ-
ve Hatuniye Tekkesi adlarıyla da bilinen
ve önce Halvetiyye, d a h a sonra Rifâiyye
rülhadis Medresesi Mescidi (1734) ve Mim a r Kemâleddin t a r a f ı n d a n inşa edilen Sultan M e h m e d Reşad Mektebi Mescidi (1910-1911) yapıldıkları devirlerin özelliklerini koruyabilmişlerdir.
A h m e d Dede Mescidi (1732); İdrisköşkü
Dergâhı olan Yahyâzâde Tekkesi de (XVI.
caddesi üzerinde Nakşî M u r t a z a Efendi
yüzyıl) Eyüp'te ayakta kalan tekkeler ara-
(Kâşgarî) Tekkesi Camii (1745); Fethi Çe-
sındadır. Zamanımıza ulaşmayan tekke-
lebi caddesi üzerinde Nakşî Mustafa Pa-
ler arasında ise yeri tesbit edilemeyen
şa Tekkesi Camii (1753-1765); Düğme-
Kara Mezak A h m e d A ğ a
ciler caddesi üzerinde Hacı Ali Tekkesi
si'nin (XVII. yüzyıl) yanı sıra Bahariye'de
cid ve camilerden bir kısmını tarihî kay-
Mescidi (1770 [?]); Nakşî Şeyhülislâm Tek-
Bahariye Mevlevîhânesi (1875); Otakçı-
naklardan tesbit etmek m ü m k ü n olmak-
kesi Mescidi (XVIII. yüzyıl) ve Vezirtek-
lar civarında Kâdirî Çadırcı Tekkesi (1860-
tadır;
kesi caddesi üzerinde Nakşî İzzet Paşa
1870 i?]); İdrisköşkü mevkiinde Balmum-
(Vezirtekkesi) Mescidi (1800 |?|).
c u z â d e Râşid Efendi ve İdrisköşkü Tek-
Eyüp'te b u g ü n yıkılmış b u l u n a n mes-
Balçık
İskelesi'nde
Sa'dî
Balçık
Tekkesi Mescidi (|?|); Otakçılar'da Çayırbaşı Mescidi (II. Mehmed devri [?]); Babahaydar s e m t i n d e Dede Mescidi (Dere Mescidi; III. Murad devri 11574-1595]);
Eyüp'ün en karakteristik yapıları arasında tekkeler de bulunmaktadır. Ancak d a h a çok geç d ö n e m m i m a r i özellikleri-
Mevlevîhâne-
kesi adlarıyla da anılan (1757-1774) ve ilk önce Halvetî, ardından
Nakşî ve d a h a
sonra Kâdirîler'e ait olan t e k k e ; yine İdrisköşkü mevkiinde Dolancı Derviş Mehm e d Efendi Mevlevîhânesi (1815); Balcı
-
»
•
•
Yokuşu
.
BHHİm
•
üzerinde Kâdirî H a f f â f ya
Kavaf M e h m e d
da
Efendi Tekkesi (1795-
1805 1?]); Evlice Baba Mescidi sokağında Kâdirî Hâkî Baba Tekkesi (1797); Bost a n İskelesi sokağında Nakşibendî ve Hâlidî Hüsrev Paşa Tekkesi (1850 |?]); Bülbülyuvası mevkiinde Sa'dî Kantarı Baba Tekkesi (|?]); İdrisköşkü mevkiinde, İs-
j r y *
• S il
r
t a n b u l ' u n f e t h i n d e b u l u n d u ğ u n a inanıEyüp'te Sokullu
I '-8
Mehmed Paşa Türbesi
lan efsanevî bir k a h r a m a n ı n adını taşıyan Bektaşî Karyağdı Tekkesi; Otakçılar'da Kâdirî Kolancı Şeyh Emin Efendi
ye Medresesi
5 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EYÜP Camii
yılın g ö z d e n u z a k b u l u ş m a ve eğlence
ğ a caddesi üzerinde önce Bektaşî, sonra
(1886) ve T a n t â v î z â d e Camii (1889 [?]),
yerleriydi. XVII. yüzyıl k a y n a k l a r ı n d a bu-
Sa'dî D e r g â h ı olan Lâgarî Tekkesi (XVII.
Siiâhtarağa Elektrik Santrali Camii (1913),
r a d a iri t e k i r ve kayabalıklarının avlan-
yüzyıl sonu); F e s h â n e caddesi ü z e r i n d e
G ö k t ü r k köyünde Dârüssaâde Ağası Mus-
dığı,
Kâdirî Molla Çelebi Tekkesi, D e b b a ğ h â -
t a f a A ğ a Camii (1974), Öçşehitler mevki-
B u g ü n ise Eyüp'e e ğ l e n c e amacıyla yal-
n e Tekkesi ve M a h m u d E f e n d i Tekkesi
i n d e Üçşehitler Camii (1959) sayılabilir.
Tekkesi (XVIII. yüzyıl sonu);
Silâhtara-
diye d e bilinen Kadirî D e r g â h ı sayılabilir. B u n l a r d a n b a ş k a E d i r n e k a p ı dışında İ s t a n b u l ' u n fethi sırasında ii. M e h m e d ' i n o t a ğ ı n ı k u r d u ğ u rivayet edilen D u a t e p e m e v k i i n d e birbirine çok yakın b e ş tekk e b u l u n u y o r d u . Bunlar, d a h a ö n c e adı g e ç e n Otakçılar E m î r B u h â r î ve E m i n Baba
tekkeleriyle
Paşmakçı
Tekkesi,
M u s t a f a Paşa Tekkesi ve S e r t e k k e idi.
inşası
Eyüp önemli
1974), Hacı Ali Rıza P a ş a
İstanbul'un
her
Burada
ve b ü t ü n Haliç'i, İ s t a n b u l ' u ve Galata'yı
m e d f u n b u l u n a n l a r ı n aileleri, etleri fa-
g ö r e n , 1 8 8 0 ' i e r d e Pierre Loti'nin meş-
kirlere d a ğ ı t ı l m a k ü z e r e h e r g ü n özel-
h u r ettiği Piyerioti Kahvehanesi
likle r a m a z a n d a Eyüp S u l t a n Türbesi'ne
biyle g i d i l m e k t e d i r .
kurbanlık koyun gönderir, hatta
bun-
d a n dolayı E y ü p halkına k u r b a n c ı denirdi. E y ü p S u l t a n Camii ve Türbesi, eskid e n o l d u ğ u gibi ş i m d i d e her g ü n ziyar e t e d i l m e k t e ve bu ziyaretler r a m a z a n -
ş ı n d a ç o k sayıda m e d r e s e , m e k t e p , kü-
larda, b a y r a m l a r d a ve d i ğ e r k u t s a l gün-
t ü p h a n e gibi e ğ i t i m k u r u m l a r ı ile h a n ,
lerde f e v k a l â d e y o ğ u n l a ş m a k t a d ı r . Ay-
imaret, h a m a m , n a m a z g â h , çeşme ve se-
rıca a d a k t a b u l u n m a k ve a d a k l a r ı n ı ye-
bil gibi hayır a m a ç l ı yapılar d a inşa edil-
rine g e t i r m e k isteyenler d e b u r a y a akın
mişti. Eyüp medreseleri a r a s ı n d a Câmi-i
akın gelmeye d e v a m e t m e k t e d i r l e r . Kur-
Kebîr m a h a l l e s i n d e İ b r â h i m h a n z â d e , Si-
b a n l a r külliye dahilindeki v a k ı f i m a r e t i n
lâhî M e h m e d
E f e n d i m a h a l l e s i n d e Ce-
s a l h â n e s i n d e k e s i l m e k t e d i r . S ü n n e t dü-
zerî K a s ı m Paşa, Cezerî Kasım Paşa ma-
ğ ü n l e r i ö n c e s i n d e türbeyi ziyaret gele-
hallesinde Zal M a h m u d Paşa medrese-
neği d e halen s ü r m e k t e d i r . XIX. yüzyıl
leri ve B a b a H a y d a r m a h a l l e s i n d e Hacı
ö n c e s i n d e İ s t a n b u l l u l a r ı b u r a y a cezbe-
Beşir A ğ a Dârülhadisi; k ü t ü p h a n e l e r ara-
d e n çevrenin bir m e s i r e yeri o l m a özel-
s ı n d a y i n e Hacı Beşir A ğ a ' n ı n b u r a d a k i
liği ise g ü n ü m ü z d e artık söz k o n u s u de-
k ü t ü p h a n e s i y i e B o s t a n İskelesi'nde Hüs-
ğildir. Halbuki XIX. yüzyıl o r t a l a r ı n a ka-
rev Paşa, Boyacı s o k a ğ ı n d a H a s a n Hüs-
d a r E y ü p mezarlıklarının a r k a s ı n d a su-
n ü P a ş a k ü t ü p h a n e l e r i ; h a n l a r arasın-
yu m a k b u l çeşmeler ve t ü r l ü meyve bah-
d a Çömlekçiler m a h a l l e s i n d e Hacı Halil
çeleri, bostanlar, çiçek tarlaları, çemen-
E f e n d i Hanı ile Ayvansaray Kapısı dışın-
zarlar ve ağaçlıklar yer alıyor, özellikle
d a Hacı Hüseyin E f e n d i H a n i ; h a m a m -
bayramların ü ç ü n c ü g ü n ü gerek ileri ge-
lar arasında d a Otakçılar, Zal Paşa, Eyüp,
lenlerden g e r e k s e h a l k t a n birçok k i m s e
Bülbülderesi ve Dere h a m a m l a r ı en önem-
b u r a l a r a h ü c u m ediyordu. E y ü p ' t e Gü-
li olanlardır.
müşsuyu'nun
C a m i , m e s c i d ve t e k k e l e r i n bir kısmı r ı n d a d i n î yapıların inşası XIX. yüzyıl son u n d a ve XX. yüzyılda d a d e v a m etmiştir. B u d ö n e m e ait olan camiler arasınd a E d i r n e k a p ı Mezarlığı Mescidi (1900), E d i r n e k a p ı Şehitliği Mescidi (1948-1949), R a m i ' d e Topçular Mescidi (1558, yeniden
nızca, Haliç'in b i t i m i n e h â k i m bir noktadaki Karyağdıbayın'nın ü s t ü n d e yer alan
E y ü p ' t e cami, m e s c i d ve t e k k e l e r dı-
z a m a n l a o r t a d a n k a l k a r k e n E y ü p civa-
bilinmektedir.
en
dönemde
ziyaret yeri o l m u ş t u r .
karides t u t u l d u ğ u
bulunduğu
vadi
etrafın-
d a k i t e p e l e r d e tarlalar h a l i n d e olan çiçek bahçeleriyle bir b a ş k a ü n l ü m e s i r e yeriydi. B u r a d a yetiştirilen çiçekler her c u m a E y ü p ' ü n Oyuncakçılar Çarşısı'nda k u r u l a n çiçek p a z a r ı n d a satılırdı. Ayrıca Bahariye kıyı şeridinin h e m e n karşısınd a o l u ş a n adacıklar d a (Bahariye adaları, Deniz H a m a m ı mesiresi) yine XIX. yüz-
Eyüp'te E s m â Sultan Sahiisarayı'nın içini g ö s t e r e n Allorn'un bir g r a v ü r ü (R. Walsh, Constantinople and the of The
Scenery Seuen
Churches of Asta
Minör.
sebe-
BİBLİYOGRAFYA: Dukas, Bizans Tarihi (trc. V. Mirmiroğlu), İstanbul 1956, s. 173; Tursun Bey, Târîh-i Ebü'lFeth (haz. Mertol Tulum), İstanbul 1977, s. 75; Evliya Celebi, Seyahatname, I, 396-409; Eremya Çelebi Kömürcüyan, İstanbul Tarihi: XVII. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1988, s. 19-20, 28-30, 48, 97, 172, 195196, 201, 251; P. G. İncicyan, 18. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1976, s. 3, 14, 18-19, 92-93, 120; J. Ebersolt, Sanctuaires de Byzance, Paris 1921, s. 97-99; R. Janin, Constantinople byzantine: Developpement urbain et repertoire topographique, Paris 1950, s. 421-422; a.mlf., La Geographie ecclesiastique de Tempire byzantin: Le siege de Constantinople et le patriarcat cecumenique, le s eglises et les monasteres, Paris 1953, s. 294-300; A. Süheyl Ünver, İstanbul'da Sahabe Kabirleri, İstanbul 1953, s. 30-35; Feridun Dirimtekin, Fetihden Önce Haliç Surları, İstanbul 1956, s. 11; a.mlf., İstanbul'un Fethi, İstanbul 1976, tür.yer.; Cemal Öğüt, Meşhur Eyyüb Sultan, İstanbul 1957; Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ue Nüfusu, Ankara 1958, s. 53-54, 66; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 133-134; G. Goodwin, A History of Ottoman Archltecture, London 1971, tür.yer.; Recep Akakuş, Eyyüp Sultan ue Mukaddes Emanetler, İstanbul 1973; C. Mango, Byzantine Architecture, New York 1976, s. 224; W. Müller-VVİener, Bildlexikon zur 7bpographie Istanbuls, Tübingen 1977, tür.yer.; Ömer Lutfi Barkan, "XV ve XVI'ncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Toprak İşçiliğinin Organizasyonu Şekilleri", Türkiyede Toprak Meselesi, İstanbul 1980, s. 578-611; Metin Sözen v.dğr., Türk Mimarisinin Gelişimi ue Mimar Sinan, İstanbul 1985; R. Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul (trc. Mehmet Ali Kılıçbay — Enver Özcan), Ankara 1986, I-II, tür.yer.; Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, tür.yer.; Aptullah Kuran, Sinan: The Grand Old Master of Ottoman Architecture, İstanbul 1987, tür.yer.; a.mlf., "Zal Mahmud Paşa Külliyesi", Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, 1/1, İstanbul 1973, s. 65-81; Necdet İşli, İstanbul'da Sahabe Kabir ue Makamları, Ankara 1987; Yıldız Demiriz, Eyüp'te Türbeler, Ankara 1989; a.mlf., "Eyüp'te Az Tanınmış İki Türbe Hakkında", STY, II (1981), S. 37-57; Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Tarihi, İstanbul 1993,1-II; M. Ayaşlıoğlu, "İstanbul'da Mahmud Paşa'nm Eserleri Hakkında Mimari İzahat", Güzel Sanatlar Dergisi, VI, Ankara 1949; Behçet Unsal, "İstanbul Türbeleri Üzerinde Stil Araştırması", VD, sy. 16 (1982), s. 77-120. m
î[. L o n d o n 1838)
6 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
L*
TÜLAY ARTAN
EYÜP MEZARLIĞI tir. Camiikebir hazîresine ilk gömülen-
larla belirlenmiş olan ve Cellâtlar Mezar-
lerden Mustafa Çelebi ile (ö. 898/1492)
lığı denilen cellâtların g ö m ü l d ü ğ ü kısım
t ü r b e içinde yüksek sandukası bulunan
günümüzde gecekondular tarafından yok
Nişancı Ahmed Ağa'nın Fâtih Sultan Meh-
edilmiş
_l
med devri rûmîleriyle süslü mezartaş-
zarlığının Haliç'e bakan yamacında zir-
ları dikkat çekici örneklerdendir. Fâtih
ve noktasındaki Pierre Loti'ye izafe edi-
Rumeli yakasında ve Haliç'in kuzeyin-
devrinde Camiikebir hazîresi dışında ka-
len kahvenin önünden Haliç sahiline ka-
lanların
ve
dar olan alandaki mezar taşları da eroz-
Alan itibariyle dünyanın en büyük me-
Karyağdı Tekkesi'ne çıkan bayırda Kırk-
yon sonucu toprak altında kalmıştır. XVI.
zarlıklarından biri olup İstanbul'un fethi
merdiven adı verilen kısma gömülmüş-
yüzyıl definlerinin yoğun olduğu bu kı-
sırasında ashaptan Ebû Eyyûb el-Ensâ-
tür. Fâtih devrinden sonra da Hz. Pey-
sım Kâşgarî Tekkesi hizasından aşağıya
rî'nin Akşemseddin tarafından keşfedi-
gamber'in sancaktarının türbesi civarı-
doğru yeni definlerle doludur. Diğer ba-
len kabri etrafında teşekkül
na gömülebilmek arzusuyla buraya ya-
yır ise Büibülderesi semtine bakar. Eyüp Mezarlığı'nın sivil halk mezarlarını içe-
EYÜP MEZARLIĞI İstanbul Eyüp'te bulunan Türk-İslâm dünyasının en önemli mezarlıklarından biri. L_
de Eyüp sırtlarına yayılmış durumdadır.
etmiştir.
çoğunluğu
Gümüşsüyü'na
durumdadır.
Gümüşsüyü
Me-
Kabrin b u l u n d u ğ u yer Bizans devrinde
pılan definler çoğalmış ve XVIII. yüzyıl-
koruluk bir mesire sahası iken Fâtih Sul-
da Eyüp Sultan Camii'nin etrafı, Camiike-
ren Gümüşsüyü Mezarlığı dahilinde Kü-
tan Mehmed'in yaptırdığı külliye dolayı-
bir hazîresi merkez olmak üzere vezir
çük Hüseyin Efendi ve Mareşal Fevzi Çak-
sıyla devlet adamlarının ve özellikle din
türbelerinin yanı sıra bunların hazîrele-
m a k ile Şeyh Mehmed Emin Efendi'nin
âlimlerinin t ü r b e civarına g ö m ü l m e k is-
ri, kütüphane, dârülhadis, sıbyan mek-
açık türbelerinin bulunduğu bölge "Nak-
temeleri sonucu büyük bir kabristan ha-
tebi gibi çeşitli vakıf müesseseleri ve
şî Tarlası" adıyla tanınır. Tepelikte zir-
line gelmiştir; halk arasında buraya gö-
dergâh hazîreleriyle dolmuştur. Bu ha-
ve noktası olan bu kısım İdrisköşkü'ne
m ü l m e arzusu bugün de devam etmek-
zîrelerin en önemlilerinin adları şöyle sı-
doğru
tedir. Mezarlık, Eyüp Sultan Camii çev-
ralanabilir: Sokullu Mehmed Paşa (136
birleşir. Burada İdrîs-i Bitiisî'nin, Ahmed
Kâşgarî Tekkesi'nin
hazîresiyle
resinde yer alan Camiikebir hazîresi ile
kabir), Ferhad Paşa (türbe dahil elli dört
Bîcan Paşa'nın ve Kâşgariı Şeyh Abdul-
Kırkmerdiven, İmaret ve Gümüşsüyü gi-
kabir), Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi (sek-
lah Efendi'nin türbeleri bulunur. Kâşga-
bi kısımlardan meydana gelir; bunlara
sen sekiz kabir), Mîrimîran M e h m e d Pa-
rî Tekkesi'nin mezarlık yolu ağzında bes-
sonraları Bahariye Mezarlığı da dahil edil-
şa (109 kabir), Pertev Mehmed Paşa (tür-
tekâr Zekâi Dede'nin aile sofası ve bayır aşağısı kenarında da meşhur ta'lik
miştir. G ü n ü m ü z d e Camiikebir hazîre-
be dahilinde altı kabir), Kaptan Hasan
siyle İmaret Mezarlığı'na bakanlar ku-
Hüsnü Paşa (türbe dahilinde on iki ka-
hattatı Bâhir Efendi'nin kabri vardır. Yi-
rulu kararıyla, diğer kısımlara ise bele-
bir). Devlet ricâli dışında meşhur astro-
ne Gümüşsüyü Mezarlığı'nda Ahmed Hâ-
diyenin izniyle defin yapılabilmektedir.
nomi bilgini Ali Kuşçu, Fâtih'in sakası
şim, cihan pehlivanı Kara Ahmed, Ah-
Halen defin yapılması sebebiyle özellik-
Mustafa Ağa, Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin
m e t Davudoğlu, Hacı Osman Akfırat, Ne-
le Gümüşsüyü, Kırkmerdiven ve Bahari-
ilk türbedarı Yûsuf Baba gibi kişilerle
cip Fazıl Kısakürek, Reîsülhattâtîn Kâ-
ye kesimlerinde tarihî mezarlar büyük
son devirde Reîsülhattâtîn Muhsinzâde
mil Akdik, huzur hocalarından Kalecikli
ölçüde tahrip edilmektedir.
Abdullah Hamdi ve Reîsülküttâb Çelebi
Z ü h d ü Efendi, Sadettin Heper, Neyzen
Mustafa Reşid Efendi gibi ünlüler Ca-
Lutfi Turanbek gibi yakın d ö n e m ünlü-
miikebir hazîresine defnedilmiştir.
lerinin mezarları bulunmaktadır.
Camiikebir hazîresi devlet ricalinden Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir Ağa, Vezir Küçük Said Paşa, Vezir Ayas Paşa, Vezir
Gümüşsüyü Mezarlığı dahilinde on üç
Eyüp Mezarlığı'nın dikkat çeken son
Semiz Ali Paşa, Kıbrıs fâtihi Lala Mus-
adet aile sofası, Kâşgarî tekke ve ha-
noktası, Sultan Mehmed Reşad'ın Haliç
tafa Paşa, Bulak Mustafa Paşa gibi bir-
zîresi, İdrisköşkü mevkiinde Çolak Şeyh
kıyısındaki türbesi ve hazîresidir. Os-
çok ünlü kişinin açık ve kapalı türbe ha-
Hasan Efendi Tekkesi ile Karyağdı Bek-
manlı padişah türbelerinin
lindeki mezarlarını ihtiva eder. Daha son-
taşî tekke ve hazîresi yer alır. Bir tepe-
olan bu türbenin hazîresinde Sultan Re-
sonuncusu
raları bunların yanına Gazi Edhem Paşa
nin iki yamacı halindeki Gümüşsüyü Me-
şad'ın şehzadeleriyle sultanlar gömülü-
ve şaire Fıtnat Hanım gibi şahıslar da
zarlığı'nın İdrisköşkü mevkiinde, yüksek
dür. Hazîreye son olarak Sultan Meh-
defnedilmiş ve kabirleri türbeleştirilmiş-
dikdörtgen prizma şeklindeki yazısız taş-
m e d Reşad'ın torunu Ömer Fevzi Osmanoğlu defnedilmiştir (1986). Eyüp Mezarlığı hat sanatı ve mezarlık mimarisi yönünden fevkalâde önemlidir. Barok üslûbun ağırlığını hissettir-
B a r t l e t t ' i n E y ü p s ı r t l a r ı n d a k i m e z a r l a r ı g ö s t e r e n b i r g r a v ü r ü (Miss juiia Pardoe, The Beauties of the Bosphoms. London 1838, s .
12) ile g ü n ü m ü z Eyüp mezarlıklarından bir g ö r ü n ü ş
diği İmaret hazîresi hariç diğer mezarlık bölgelerinin t a m a m ı Osmanlı klasik mezar taşı çeşitlerinin b ü t ü n örneklerini bünyesinde barındırmaktadır. Mezarlık tesis olarak vakıf ise de günümüzde Camiikebir hazîresi ve İmaret Mezarlığı dışında kalan kısımları t a m a m e n belediyenin m ü l k ü durumundadır. Dolayısıyla dinî hizmetler yönünden
me-
zar kazıcılarından başka görevliler (âbkeş, duahan, hafız gibi) bulunmamaktadır. Bu sebeple de yaklaşık 12.000 civa-
7 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EYÜP MEZARLIĞI rındaki t a r i h î t a ş sayısı her g ü n
biraz
daha azalmaktadır.
E b ü s s u û d , Hâzin, Nesefî ve İbn Kesîr'in tefsirleri; Şahîh-i
Cezîreti'l-Arab,
İs-
tanbul 1306) ayrılmıştır. Eserin ihtiva et-
BİBLİYOGRAFYA: Fatih. Mehmed İt Vakfiyeleri ue Eyüb Vakfiyesi (Vakıflar Genel Müdürlüğü Neşriyatı), Ankara 1938; M. Orhan Bayrak, istanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar (1453-1978), İstanbul 1979, tür.yer.; Yıldız Demiriz, Eyüp'de Türbeler, Ankara 1989; Receb Akakuş, Eyyüb Sultan ue Mukaddes Emanetler, İstanbul 1993; Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Tarihi, İstanbul 1993, I, 147-384; Fazıl Ayanoğlu, "Fatih Devri Ricali Mezartaşları ve Kitabeleri", VD, sy. 4 (1958), s. 193-208; M. Mesut Koman, "İstanbul'un Bazı Önemli Eski Kabirleri", TTOK Belleteni, sy. 49, 328 (1975), s. 32-34 (ayrıca bk. diğer makaleler) (maddenin yazılmasında M. Mesut Koman ve Fazıl Ayanoğlu'nun özel notlarından da istifade edilmiştir). B
N E C D E T İŞLI
n
EYÜP SABRİ PAŞA (ö. 1308/1890)
R u m e l i ' d e Yenişehir'e bağlı Ermiye köHayatının ilk yılları
h a k k ı n d a bilgi y o k t u r . Bahriyeye i n t i s a p
Kastallânî'-
tiği k o n u l a r b a ş l a n g ı ç t a n itibaren A r a p
tâvâ
Vehbân'm manzumesi (Kayduş-şerâ'id)
özellikle M e k k e ve M e d i n e ' n i n
gibi fetva ve fıkıh kitapları; İbn Hişâm'ın
şu, gelişmesi,
kurulu-
bölgede yaşayan
Kâdîhân,
es-Sîre'si,
çeşitli
Tahtâvî'nin hâşiyesi, İbn
Ezrakî ve Faklhî'nin
kabileler, b u r a d a ortaya çıkan eski din-
tarihleri, Hulûşatü'l-veîa
ler ve p e y g a m b e r l e r , İslâmiyet'in doğu-
fa,
şu ve yayılması, M e k k e ve M e d i n e ' d e Kâ-
bülü'l-hüdâ
be, Mescid-i Nebevî ve d i ğ e r yapıların
râm,
inşası, g ö r d ü k l e r i çeşitli t a m i r l e r l e t a r i h
betü 't - dehr fî
içerisindeki yerleri ve ö n e m l e r i , burala-
el- clkdü's-semîn,
rın ziyaretine dair usul ve â d â b , Hare-
Ravzatü's
m e y n ' i n sosyal ve iktisadî d u r u m u , ö r f
Fezleke
Târîhu'l-hamîs,
,
el-Ünsü'l-celîl,
ve'r-reşâd,
Tuhfetü'l-kirâm,
-safâ,
Mekke
Vefâ'ü'l-ve-
C
acâ 3ibi
Sü-
Şifâ'ü'l-ğa-
el-Ma cûrif,
Nuh-
'1 - ber ve '1 - bahr, Bedâ cu'z-zühûr,
Fütûhu'I-
Haremeyn,
(Kâtib Çelebi) gibi t a r i h kitapla-
ve âdetler, O s m a n l ı sultanlarının Hare-
rının d a b u l u n d u ğ u altmış civarında eser-
meyn'e olan bağlılık ve hizmetleridir. Ce-
den
zîretü'l-Arab
d a h a b a ş k a birçok k i t a p t a n faydalandı-
aynı z a m a n d a A r a p yarı-
i s t i f a d e e t m i ş t i r . Ayrıca
müellifin
m a d a s ı tarih ve coğrafyası h a k k ı n d a ge-
ğı eserin m u h t e v a s ı n d a n
niş d e ğ e r l e n d i r m e l e r ihtiva e t m e k t e d i r ,
dır. S a d e bir Türkçe ile k a l e m e
alman
eser A r a p ç a
eserde m e t i n aralarında başta
Türkçe
olarak
da
neşredilmiştir
anlaşılmakta-
Miratü'l-Hare-
o l m a k ü z e r e Farsça ve A r a p ç a şiirlere,
y a z a r k e n çeşitli eserlerden fay-
z a m a n z a m a n h i k â y e ve rivayetlere d e
d a l a n m ı ş t ı r . B u n l a r a r a s ı n d a eski kay-
yer v e r i l m e k t e d i r . Ayrıca " h i k m e t , istir-
(1306). Eyüp Sabri Paşa
y ü n d e d o ğ d u . Babası Seyyid Şerîfüiislâm
Müslim,
nin B u h â r î şerhi vb. h a d i s kitapları; Fe-
y a r ı m a d a s ı n d a k i yerleşim merkezlerinin,
meyn'i
O s m a n l ı bahriye paşası, eğitimci, tarihçi ve yazar.
b. Hâc A h m e d ' d i r .
tü Medîne, İstanbul 1304), III. cildi de A r a p y a r ı m a d a s ı n a (Mir'âtü
n a k l a r yer aldığı gibi kendi z a m a n ı n a ait
d â d , t e n b i h , lahika, f â i d e , ihtar, zeyl, hâ-
incelemeler
tıra, m ü t â l a a , sûret, lâzıme, ilâve, tekmi-
de
bulunmaktadır.
Eserin
b a ş t a r a f ı n d a verilen listeden anlaşıldı-
le, m ü l â h a z a " gibi başlıklar a l t ı n d a ta-
Rûhu'l-be-
mamlayıcı ve aydınlatıcı bilgiler verilmiş-
ğ ı n a göre m ü e i l i f aralarında
yân,
et-Tefsîrü'l-kebîr,
el-Keşşâf
tir. A r a l a r ı n d a A h m e d
ile
Midhat
Efendi,
e d e r e k t e r s a n e d e n yetiştiği, çeşitli kad e m e l e r d e görev y a p t ı k t a n sonra kaym a k a m , m i r a l a y ve 1 3 0 2 ' d e (1885) mirliva r ü t b e s i n e yükseldiği, Mekteb-i Rüşdiyye-i Bahrî'de m ü d ü r l ü k ve Mekteb-i Fünûn-ı Bahriyye'de hocalık
görevinde
b u l u n d u ğ u bilinmektedir. Bir ara Muhâsebât-ı Bahriyye reisliğiyle İslahat-1 Bahriyye K o m i s y o n u ikinci reisliği y a p a n ve
^ ^ U ı >
u z u n c a bir süre d e Hicaz'da memuriyet-
] l ali v ı *Jİ v o ' V - ' 4İ>! VI -JI V o ! «dil
jî
! J ^ - y I>a«sm (jî
n â k ü s hıristiyanların, b o r u yahudilerin, a t e ş Mecûsîler'in â d e t i o l d u ğ u için Resûlullah t a r a f ı n d a n k a b u l e d i l m e d i . An-
»ÎJUJÎİ Js(_SK-
j*-
b. Sa'iebe'ye rüyada e z a n öğretilmiş, Ab-
Js.
j>.
d u l l a h d a ertesi g ü n Hz. P e y g a m b e r ' e
Js.
^
I'JJLA!!
cak b u sırada a s h a p t a n A b d u l l a h b. Zeyd
gelerek d u r u m u h a b e r v e r m i ş t i . B u n u n üzerine Resûl-i E k r e m Bilâl'e e z a n cümlelerini e z a n d a ikişer, i k â m e t t e ise birer d e f a o k u m a s ı n ı e m r e t t i . B u a r a d a Hz. Ö m e r Resûlullah'a gelip aynı rüyayı kendisinin d e g ö r d ü ğ ü n ü , a n c a k A b d u l l a h b. Zeyd'in d a h a e r k e n d a v r a n d ı ğ ı n ı bil-
36
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
( (t^ 1 Cf
)
&
)
31
( f-J
t
l
-dil VI J l V
EZAN H a n e f î ve H a n b e l î m e z h e p l e r i e z a n d a
k i m g ö r ü ş e , M â l i k î ve Ş î a ' d a n İ m â m i y y e
g i r m e s i h a l i n d e ise b a ş t a n t e k r a r edil-
A b d u l l a h b. Z e y d ' d e n nakledilen b u la-
mezhepleriyle A h m e d b. Hanbel'den nak-
m e s i gerekir.
fızları e s a s almışlardır. Şâfıîler d e aynı
ledilen bir rivayete g ö r e e z a n
lafızları b e n i m s e m e k l e b e r a b e r müezzi-
s ü n n e t - i m ü e k k e d e d i r . Şâfiî mezhebin-
Camide okunan
nin h e r iki ş e h â d e t c ü m l e s i n i ö n c e ya-
deki bir g ö r ü ş e g ö r e farz-ı kifâye, bazı
lerde kılınacak n a m a z için ayrıca e z a n o k u n m a z . E z a n ı n d u y u l m a d ı ğ ı u z a k bir
okumak
E z a n f a r z olan n a m a z l a r için o k u n u r . ezan duyuluyorsa
ev-
n ı n d a k i k i m s e l e r i n d u y a c a ğ ı şekilde al-
H a n e f î â l i m l e r i n e g ö r e d e vâciptir. Han-
çak sesle, sonra d a y ü k s e k sesle okuma-
belîler
ezan
m e s a f e d e veya yerleşim merkezleri dı-
sı a n l a m ı n a gelen "tercî" ilâvesinin bu-
o k u n m a s ı n ı farz-ı kifâye k a b u l ederler.
ş ı n d a b u l u n a n l a r d a e z a n okurlar. Ce-
l u n d u ğ u E b û M a h z û r e rivayetini (Müs-
C u m a n a m a z ı kılınan yerleşim merkez-
n a z e n a m a z ı ile vitir, b a y r a m , teravih,
lim, "Şalât", 6; E b û Dâvüd, "Şalât", 28) ter-
leri k o n u s u n d a Mâlikîler d e b u
y a ğ m u r d u a s ı n a m a z ı ve farz-ı ayın ol-
cih etmişlerdir. Mâlikîler ve H a n e f î mez-
tedir.
ise
bir yerleşim
yerinde
görüş-
m a y a n d i ğ e r n a m a z l a r için e z a n okun-
Muham-
M â n a ve m u h t e v a s ı b a k ı m ı n d a n e z a n
m a z . Farz n a m a z l a r dışında g ü n e ş tu-
m e d ise A b d u l l a h b. Z e y d ' d e n gelen di-
h e m n a m a z h e m d e İslâm için bir çağ-
t u l m a s ı vb. sebeplerle c e m a a t l e kılınan
ğ e r bir rivayeti ve M e d i n e halkının uy-
rıdır. Yani e z a n vasıtasıyla i n s a n l a r bir
h e b i n d e n E b û Y û s u f ile İ m a m
gulamasını esas alarak tekbirin ezanın
taraftan namaza
b a ş ı n d a d a iki d e f a o k u n a c a ğ ı n ı söyle-
r a f t a n İ s l â m ' ı n ü ç t e m e l ilkesini oluş-
mişlerdir.
t u r a n Allah'ın varlığı ve birliği, Hz. Mu-
İ k â m e t sözleri d e e z a n d a o l d u ğ u gi-
çağrılırken d i ğ e r ta-
h a m m e d ' i n O ' n u n elçisi o i d u ğ u ve asıl
b i d i r ; a n c a k b u r a d a , "Hayye ale'l-felâh"-
k u r t u l u ş u n (felah) â h i r e t
t a n s o n r a "Kad k â m e t i ' s - s a l â h " (namaz
b u l u n d u ğ u gerçeği a ç ı k l a n m ı ş olur. Yer
mutluluğunda
başlamıştır) c ü m l e s i iki d e f a t e k r a r edilir
küresinin
(bk. İKÂMET). Şiîler'de ise, "Hayye ale'l-
ve k e n d i çevresinde d ö n ü ş ü ile n a m a z
f e l â h " t a n s o n r a "Hayye alâ hayri'l-ame!"
vakitlerinin
(amelin hayırlısına geliniz) cümlesi ilâve edi-
lundurulduğu
lerek iki d e f a t e k r a r l a n ı r . Şiî kaynakları-
meskûn
n a g ö r e b u i b a r e b a ş l a n g ı ç t a e z a n met-
defa
güneş
karşısındaki
oluştuğu
göz
takdirde
konumu
önünde
ezanın
Salâte (es-salâtü) c â m i a t e n " (cemaatle namaza geliniz) diye çağrılmışlardır (Buhâ-
rî, "Küsûf",
3, 8 ; Müslim, "Küsûf",
4). Yeni
d o ğ a n b e b e ğ i n s a ğ k u l a ğ ı n a h a f i f sesle e z a n , sol k u l a ğ ı n a d a i k â m e t
okumak
m e n d u p t u r (Ebû Dâvüd, "Edeb", 108; Tirmizî, " E d â h î " , 17).
bu-
M ü e z z i n i n sesinin g ü r ve g ü z e i olma-
müslümanlarla
sı, ezanı a y a k t a ve y ü k s e k ç e bir yere çı-
olan her n o k t a d a g ü n d e
okunan
n a m a z l a r için Hz. P e y g a m b e r z a m a n ı n d a e z a n o k u n m a m ı ş , m ü s l ü m a n l a r , "es-
kesintisiz
beş
kıp dinleyenlerin t e k r a r ı n a i m k â n vere-
devam
cek şekilde y a v a ş o k u m a s ı , sesin d a h a
n i n d e yer a l m a k t a iken Hz. Ö m e r , m ü s -
ettiği, b u ilâhî m e s a j ı n g ü n ü n h e r anın-
g ü ç l ü ç ı k m a s ı n a yardımcı olacağı için şe-
l ü m a n l a r ı n d a h a ç o k n a m a z a y ö n e l i p ci-
d a y e r y ü z ü n d e n y ü k s e l d i ğ i anlaşılır. Hz.
h â d e t p a r m a k l a r ı n ı n uçlarını kulakları-
h a d ı t e r k e t m e m e l e r i için o n u m e t i n d e n
Peygamber'den
n a g ö t ü r m e s i veya ellerini kulaklarının
ç ı k a r m ı ş t ı r (Bahrânî, VII, 438). Şiî çevre-
dis ezanın m â n a ve ö n e m i n i dile getir-
üzerine koyması, kıbleye yönelmesi, "Hay-
lerde ikinci ş e h â d e t c ü m l e s i n d e n s o n r a
m e k t e ve ezan o k u m a n ı n faziletlerini be-
ye
iki d e f a o k u n a n , " E ş h e d ü e n n e Aliyyen
l i r t m e k t e d i r (meselâ bk. Buhârî, "Ezân",
"Hayye a l e ' l - f e l â h " d e r k e n d e sola çe-
veliyyullah" (Ali'nin Allah'ın dostu olduğuna
4, 9; Müslim, "Şalât", 14-18; E b û Dâvüd,
virmesi, dinî hassasiyet sahibi ve abdestli
şehâdet ederim) veya, " E ş h e d ü e n n e Aliy-
"Şalât", 60).
olması müstehaptır.
yen e m î r ü ' l - m ü ' m i n î n e h a k k a n " (meşrû devlet başkanının Ali olduğuna şehâdet ederim) gibi ifadeler Şîa'nın m e ş h u r ve sahih rivayetlerinde yer a l m a z ve e z a n ı n sözlerinden
sayılmaz.
Bununla
birlikte
b u c ü m l e l e r i n o k u n m a s ı Şiî âlimleri aras ı n d a fiilî bir t a s v i p g ö r m ü ş v e yaygınlık kazanmıştır.
nakledilen
birçok
ha-
ale's-salâh"
derken
yüzünü
sağa,
sonra
Ezanı işiten bir m ü s l ü m a n m ü e z z i n i n
okunmalıdır; vaktinden önce okunursa
sözlerini o n d a n s o n r a t e k r a r eder. An-
Ezan
namaz
vakti
girdikten
iadesi gerekir. H a n e f î ve Şâfiîler'e g ö r e
cak, "Hayye ale's-saiâh" ve "Hayye ale'l-
e z a n ı n sahih o l m a s ı için niyet ş a r t de-
f e l â h " t a b u n l a r ı n yerine "Lâ havle veiâ
ğildir; Mâlikî ve Hanbelîler ise niyeti ş a r t
k u v v e t e illâ billâh" (bütün değişimler, bü-
koşarlar. Ayrıca e z a n A r a p ç a sözleri ve
tün güç ve hareket Allah'ın iradesiyle müm-
bilinen tertibiyle o k u n m a l ı d ı r . H a n e f î ve
kündür) cümlesini t e k r a r eder. Sabah eza-
Hanbelîler'e göre ezanın A r a p ç a ' d a n baş-
n ı n d a ilâve edilen, "es-Salâtü h a y r u n mi-
k a bir d i l d e o k u n m a s ı câiz değildir. Şâ-
n e ' n - n e v m " c ü m l e s i n e de, " S a d a k t e ve
hutbe-
fiî m e z h e b i n e g ö r e ise A r a p ç a b i l m e y e n
berirte" (doğru ve haklı söyledin) diye kar-
d e n ö n c e bir iç e z a n o k u n u r d u . Hz. Os-
yabancıların ezanı ası! şekliyle okuyabi-
şılık verilir. Ezan o k u n d u k t a n sonra özür-
man
len birinin b u l u n m a m a s ı h a l i n d e k e n d i
süz olarak n a m a z k ı l m a d a n c a m i d e n çık-
Hz. P e y g a m b e r ve ilk iki halifesi zamanında
cuma
günleri sadece
devrinden itibaren c u m a
namazı
için h a l k ı n ö n c e d e n uyarılması amacıyla n a m a z v a k t i gelince dışarıda d a
ezan
o k u n m a y a başlandı.
dillerinde e z a n o k u m a l a r ı
mümkündür.
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî m e z h e p l e r i n e gö-
m a k Hanbelîler'e g ö r e h a r a m , Şâfiîler'e göre de mekruhtur.
re e z a n d a t e r t i p v â c i p t i r ; sözlerinin sı-
E z a n ı n b i t i m i n d e n s o n r a Hz. Peygam-
İslâm'ın şiârı ve m ü s l ü m a n varlığının
rası değiştirildiği t a k d i r d e yeni b a ş t a n
ber'in ö ğ r e t t i ğ i ve ş e f a a t i n e vesile ola-
s e m b o l ü o l a r a k k a b u l edilen ezanı ter-
o k u n m a s ı gerekir. Tertibi s ü n n e t s a y a n
cağını h a b e r verdiği ş u d u a o k u n u r : "Al-
k e t m e h u s u s u n d a söz birliği içinde bu-
Hanefiler'e g ö r e ise sıranın
l â h ü m m e rabbe
lunan m ü s l ü m a n
bölge
y e r d e n a l ı n a r a k d e v a m edilir. Ezanı er-
m e ve's-salâti'i-kâime âti M u h a m m e d e n
h a l k ı n a karşı b a ş k a bir ç ö z ü m şekli bu-
ginlik veya t e m y i z ç a ğ ı n a g e l m i ş bir kim-
el-vesîlete ve'l-fazîlete v e ' b ' a s h ü m a k â -
l u n a m a d ı ğ ı t a k d i r d e savaş
açılmasının
se o k u m a l ı d ı r . Gayri m ü m e y y i z ç o c u ğ u n
m e n mahmûdeni'llezî vaadteh" ( v j
g e r e k t i ğ i n e d a i r i t t i f a k h a l i n d e o l a n İs-
o k u y a c a ğ ı e z a n geçersizdir. Ayrıca m ü -
a„..jiı
l â m h u k u k ç u l a r ı e z a n ı n d i n î h ü k m ü ko-
ezzinin e z a n sırasında k o n u ş m a s ı mek-
. j j t j ı^jll hj^se* Ütü*
n u s u n d a farklı g ö r ü ş l e r ileri sürmüşler-
ruhtur. Çokça k o n u ş m a veya u z u n c a sus-
kemmel davetin ve dâimî çağrının (veya kı-
dir. H a n e f î ve Şâfiî m e z h e p l e r i n d e k i hâ-
m a suretiyle e z a n sözleri a r a s ı n a fasıla
lınacak namazınl rabbi olan Allahım! Mu-
bir şehir veya
bozulduğu
ol
hâzihi'd-da'veti't-tâm-
s^uıı
j
^
^siıjı sj&JJI o^a
iîl v H j
Ey bu mü-
37 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZAN hammed'e sana yaklaştırın her türlü vesileyi ihsan et, onu faziletlerle donat. Onu -Kur'ân-ı Kerîm'inde- vaad ettiğin övgü makamına yücelt IBuhârî, "Ezân", 8|). Ezanla ilgili h ü k ü m l e r fıkıh
kitapları
içinde ayrı bir b ö l ü m d e ele alınmakla birlikte b u k o n u d a bazı â l i m l e r
müstakil
eserler d e telif etmişlerdir. B u n l a r ara-
Kitâ-
sında Ebü'ş-Şeyh'in (ö. 369/9791
bul-Ezân,
A b b â d b. S e r h â n el-Meâfirî'-
nin Risâle
ue'l-luğa
fi'l-ezân
IResâ'ilü
fi'l-fıkh
içinde, nşr. Abdullah el-Cübürf,
k i t a b ı n d a yer alan " V a t a n " şiirinde, "Bir
Ma'lûmat ve Hâlisâne Bazı Temenniyât", SR. X/236 (1329), s. 29-31; Abdurrahman b. Muhammed el-Cezîrî, el-Fıkh 'alel-mezâhibi'T erba'a. Kahire 1392, I, 310-326; Abbâd b. Serhân el-Meâfirî, Risâle fi'l-ezân {Resâ'ilü fi'lfıkh vei-luğa içinde, nşr. Abdullah el-Cübûrî), Beyrut 1982, s. 32-90; Zühaylî. el-Fıkhü'l-İslâmî, I, 533-562; Ebû Hâtim Usâme b. Abdüllatîf el-Kavsî, Kitâbul-Ezân, Kahire 1408/1987; Abdülhay el-Kettânî. et-Terâtîbü'l-idâriyye lÖzeli. I. 142, 156-162; II, 242; Th. W. Juynboll, "Ezân", İA, IV, 429-430; a.mlf.. "Adhân", El2 ling.I. I. 187-188; "Ezân", Mu. Fİ, (V. 187-221; "Ezân", Mu. F. II, 357-373.
ü l k e ki c a m i i n d e Türkçe ezan o k u n u r / Köylü anlar m â n a s ı n ı
ABDURRAHMAN
Kur'an
C
cılâ sıhhati
E m î r es-San'ânî'nin Teşnîiul-âzân
esrâri'l-ezân
bi-
dönemlerinde,
özellikle
ifade etmiştir.
el-Habeşî, Beyrut 1407/19871 adlı eser-
l ü k cereyanının ve b u n a bağlı olarak dil-
leri zikredilebilir. Mısırlı e d i p ve d ü ş ü n ü r
de sadeleşme akımının
A b b a s M a h m û d el-Akkâd,
Dâ zi's-semâ 3
ortaya
G e n ç Kalemler
dergi-
r e s i n d e geliştirdiği bu görüşlerini d a h a
Türkçülüğün
Esasları'nda
(An-
kara 1339) t o p l a y a n G ö k a l p i b a d e t dilinin Türkçeleştirilmesi fikrini b u kitabın-
II.
M e ş r u t i y e t i t a k i p e d e n yıllarda Türkçü-
diyerek
s i n d e y a y ı m l a n a n ilk şiiri "Turan" çev-
Ezanın Türkçeleştirilmesi. O s m a n l ı Devleti'nin son
herkes
çe o k u n m a s ı g e r e k t i ğ i n i açık bir şekilde
ÇETIN
Inşr. Abdullah M u h a m m e d
büyük
lu işte senin orasıdır v a t a n i n "
sonra
cezmi'l-ezân,
okunur / Küçük
Türk v a t a n ı n d a ezanın ve Kur'an'ın Türk-
Beyrut 1982, s. 37-851, Kâdî İyâz'm Naz-
mü'l-burhân
duâ-
bilir b u y r u ğ u n u H u d a ' n ı n / Ey T ü r k oğ-
m m
namazdaki
nın... / / Bir ü l k e ki m e k t e b i n d e Türkçe
da da tekrarlamıştır. Gökalp'in T ü r k ç ü l ü k y ö n ü n d e k i genel
çıkma-
fikirleri çerçevesinde e z a n d a dahil ol-
s ı n d a n s o n r a i b a d e t dilinin Türkçeleşti-
m a k ü z e r e i b a d e t dilinin Türkçeleştiril-
adlı
rilmesi d o ğ r u l t u s u n d a g ö r ü ş l e r ileri sü-
mesiyle ilgili görüşleri C u m h u r i y e t dö-
eseri içinde (Kahire 1945) e z a n a d a bir
r ü l m e y e b a ş l a n m ı ş , bu g ö r ü ş l e r arasın-
n e m i n d e h a r a r e t l e b e n i m s e n d i . 1 9 2 8 yı-
b ö l ü m ayırmıştır. D i k k a t e d e ğ e r
da bilhassa ezanın Türkçeleştirilmesi ge-
lında A t a t ü r k ' ü n isteği ü z e r i n e Dârülfü-
Bilâl
b. Rebâh:
mü'ezzinu
r-Resûl
edebî
bir güzellik taşıyan b u b ö l ü m İngilizce'ye
rektiği düşüncesi önemli t a r t ı ş m a l a r a yol
n u n m ü d e r r i s i İsmail Hakkı (Baltacıoğlu)
çevrilerek y a y ı m l a n m ı ş t ı r (Lahore 1978).
açmıştır. E z a n ı n Türkçeleştirilmesi fikri
t a r a f ı n d a n İlâhiyat Fakültesi
ve'l-
m u h t e m e l e n ilk d e f a Ziya G ö k a l p tara-
ler m e c l i s i n d e g ö r ü ş ü l m e k ü z e r e bir ıs-
(Kahire 1970) ve Seyyid Ab-
f ı n d a n 1918'de ortaya atılmıştır. G ö k a l p
l a h a t lâyihası hazırlandı. G ü n d e m e alın-
el-Ezân
1 9 0 8 ' d e Osmanlılık idealini t a ş ı d ı ğ ı dö-
dığı h a l d e m ü d e r r i s l e r meclisinde -kesin
(Necef 1972) adlı risâle-
n e m d e yazdığı (Tansel, s. XVIl-XIX) "Ezan"
o l a r a k b i l i n m e m e k l e beraber- görüşül-
leriyle E b û H â t i m Ü s â m e b. A b d ü l l a t î f
adlı şiirinde ezanı " b ü y ü k asrın (Asr-ı sa-
m e d i ğ i anlaşılan, d a h a sonra basına d a
el-Kavsî'nin Kitâbul-Ezân
adet) sesi"
intikal
Ayrıca
mü'
Lebîb es-Saîd'in
ezzinûn
dürrızâ
Hüseyin
vel-mü'ezzin
el-Ezân
el-Celâiî'nin
(Kahire 1408/
olarak
nitelendirmiş,
onun
ettirilen
"İlâhiyat
müderris-
Fakültesi'nce
1987) adlı eseri b u k o n u d a k a l e m e alın-
dinî, t a r i h î ve İslâm d ü n y a s ı için evren-
Hazırlanan Lâyiha" başlıklı b u
m ı ş d i ğ e r çalışmalardır.
sel m â n a s ı n ı , " O k u n u r k e n ezan sanır her
(Vakit, nr. 3753, 20 Haziran 1928'den nak-
BIBLIYOGRAFYA : Lisânul-cArab, "ezn" md.; Tehânevî, Keşşaf, "ezn" md.; VVensinck, el-Mu'cem. "ezn" md.; Miftâhu künüzi's-sünne, "ezân" md.; Müsned, II, 136, 366, 411 ; III, 29, 169; IV, 42, 43, 81, 95, 284; V, 171, 179; Dâriml, "Şalât", 3-12; Buhârî, "Ezân", 1-19, "Küsûf", 3, 8; Müslim, "Şalât", 1-18, "Küsûf", 4; İbn Mâce, "Ezân", 1-7; Ebû Dâvüd, "Şalât", 3, 27-45, 60, "Edeb", 108; Tirmizî, "Şalât", 25, 139-158, "Edâhî", 17; Nesâî, "Ezân", ] -41; İbn Hişâm, es-Sîre, il, 154; İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 246; Ebû Ca'fer et-Tûsî, el-Mebsüt fî fıkhi'l-İmâmiyye, Tahran 1387, I, 95-99; Serahsî, el-Mebsüt, I, 127; Merginânî, et-Hidâye, istanbul 1986, 1, 41; ibn Kudâme, el-Muğnî (Herrâs), I, 402-431; Nevevî, Şerhu Müslim, IV, 75; İbnü'l-Hâc el-Abderî, el-Medhal, Kahire 1981, II, 241-245; III, 52; Makrîzî, el-Hıtat, II. 269-273; İbn Hacer, Fethul-bârîtHatîb), II, 62; Aynî, 'Umdetul-kârî, Kahire 1348, V, 101; Tecrid Tercemesi, II, 551-557; Şirbînî, Muğni'Tmuhtâc, I, 133-142; Emîr es-San'ânî, Teşnîfü'TSzân bi-esrâri'l-ezân (nşr. Abdullah Muhammed el-Habeşî), Beyrut 1407/1987; Bahrânî, el-Hadâ'iku'n-nâdire (nşr. Muhammed TakI el-îrevânî), Beyrut 1405/1985, VII, 403-404, 438; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtar tl 41 'm 3 Ut/ııı 2? t. i !î«ı : 1!C1
' ARAPÇA EZAN TASARİSİ Meclis, A r a k a Ezan Yasağını Kaldırdı BUGÜN MECLİSE VERİLİYOR C. H . P. milletvekilleri ekD. Parti Grupu, ezanın Arapça okunmasına ittifakla karar verdi. Adnan Menderes, C.H. Partisinin• cevap verdi
, , k a n u n u tasvibvekfiljulı-l tiler î'i'Ke bek] e ıımt'dik arasında
rom;uı
40 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
sılmelı-r elli
EZAN mensupları haricinde kalanlardan Arap-
ı.o.
ça ezan ve k a m e t okuyanlar hakkında ceza verilmesine
imkân
Diyanet î ş l e r i B a ş k a n l ı ğ ı Y a z ı î ş l e r i v e Evrak Md.lüğü Sayı 6715
olmadığından
Arapça ezan okuyanların görevli olsun
23.6.1950 ,
2- /
olmasın k a n u n d a sûret-i m a h s û s a d a ceMüftülüğüne
zalandırılmasına l ü z u m hâsıl o l m u ş t u r " denilmesinden, Arapça
ezanın
özellikEzan v e Kametin sadece b i r i l a n d e ğ i l , namaz v a k i t l e r i n d e
le görevliler dışındaki kişilerce okunma-
v e Peygamber t a r a f ı n d a n t a k r i r edilmiş olan hususî l a f ı z l a r l a v e namaz
ya devam edildiği anlaşılmaktadır. Ayrı-
v a k i t l e r i n i n g i r d i ğ i n i b i l d i r e n b i r i ' l a m v e i l â n olduğu i l m î v e
ca, "Arapça lisanının eski zihniyete, es-
b i r h a k i k a t t i r , Kitap v e Sünnetle
E l f a z ı mahsusa, Ezanın rüknü ve s ı h h a t i n i n ş a r t ı
ki an'anelere bağlayan tesirinden halkı
-tercüme i l e de o l s a ,
gerektiğinin belirtilmesi de d i k k a t çe-
itibar
yoktur.
Damamile d i n i b i r ibadet mevzuu olan Ezan v e Kameti şeklinden ç ı k a r ı p şu veya bu d i l l e okumaya
kicidir. Ezan
Ezanın aslî şekliyle o k u n m a s ı suç ha-
ve kametin
line getirildikten sonra gazetelerle hâtı-
aslî sekliyle
ralara intikal eden bilgilerden, ceza uytarların ü ç d ö r t k a t m a k a d a r çıkarıldığı, dayak gibi yıldırıcı polisiye tedbirle-
olduğuna
göre hususî l a f ı z l a r ı n d a n b a ş k a s i l e okunan, ezana, v e l e v en doğru b i r
k u r t a r m a k için" bu k a n u n u n çıkarılması
gulamalarının k a n u n d a öngörülen mik-
dini
sabittir.
okunması yasağının kaldırılmasından sonra müftülüklere gönderilen
rin sürdürülmesinin yanında aylarca akıl
resmî
hastahanelerine k a p a t m a gibi cezalan-
tamimin
dırmalara başvurulduğu da öğrenilmek-
sûreti
asli
z o r l a y ı c ı hükümlerin, Ezan
ve Kameti din l i s a n i l e okumak yasağının ahiren B . M i l l e t
Meclisince
k a l d ı r ı l m a s ı h a d i s e s i n i n vatandaşlar üzerinde husule g e t i r d i ğ i büyük f e r a h l ı k v e hoşnutluk, yurdun muhtelif b ö l g e l e r i n d e n g e l e n y a z ı l a r d a açıklanmaktadır. Bu y » l d a y a p ı l a n t e b l i g a t ü z e r i n e ,
ilçenizde hasıl
durum hakkında b i l g i v e r i l m e k l e beraber hangi gun v e v a k i t t e n
olan itibaren
t a t b i k a t a b a ş l a d ı ğ ı n ı n ve Ezanı, kendisine mahsus olan usul ve d i n i sanla okumayı bilmiyen müezzinler bulunup bulunmadığının, şayet
li-
böyle-
l e r ! varsa bu hususta ne g i b i t e d b i r l e r a l ı n d ı ğ ı n ı n b i l d i r i l m e s i
lüzu-
mu ehemmiyetle beyan » l u n u r . Diyanet î ş l e r i
Başkanı
A. Hamdi Akseki
(İSAM
tedir (Ceylan, III, 376-398).
Dokümantasyon
Bernard Lewis, ibadet diline yapılan
Servisi, Dosya
bu m ü d a h a l e n i n diğer laiklik uygulama-
nr. 51202)
larına göre d a h a geniş bir halk tepkisine sebep o l d u ğ u n u belirtir ( Modern Tür-
ğ u da akıl hastahanelerine
kiyenin Doğuşu, s. 411). Ancak b ü t ü n bu
rek uzun m ü d d e t oralarda tutuluyordu
ezanı Türkçe o k u t m a k , vatandaşın din
baskılara r a ğ m e n ülkenin birçok yerin-
(Jaschke, s. 46; Tunaya, s. 204).
ve vicdan hürriyetini herhangi bir şekil-
gönderile-
yıldığı belirtilerek, "Çeşitli gerekçelerle
Demokrat
de kısmen veya t a m a m e n m a h k û m et-
vam edilmiştir. 1941'den itibaren çeşitli
Parti'ye yönelmesinin ardından bu ko-
m e k ve bu hususu k a n u n î ceza tesbit-
tarikatlar ve dinî gruplar da y u r d u n her
n u d a h ü k ü m e t t e n bazı tâvizlerin kopa-
leri altında b u l u n d u r m a k d o ğ r u olmaz"
yerinde gittikçe artan bir şekilde Arap-
rıldığı görülmektedir. Nitekim
de ezanın aslî şekliyle o k u n m a s ı n a de-
1946 seçimlerinde halkın
Diyanet
deniliyor ve gerekçe şu h ü k ü m l e sona
İşleri Başkanlığı'nın 2 2 Eylül 1948 ta-
eriyordu: "Bütün bu m ü l â h a z a ve sebep-
lerdir. Bu m ü c a d e l e d e Ticâniyye tarikatı
rihli bir t a m i m i n d e "mevlidlerde, h a t i m
lerden başka m ü s l ü m a n Türkler'e se-
şeyhi M. Kemal Piiavoğlu ve Ankara'da-
duası esnasında, bayram namazı ve gün-
bepsiz yere m â n e v î huzursuzluk veren
ki halifesi A b d u r r a h m a n Balcı'nın bağlı-
lerinde
böyle bir yasağın demokrasi ile idare olu-
larıyla ö r g ü t l ü bir m ü c a d e l e y ü r ü t e r e k
Arapça olmasının 4055 sayılı Arapça ezan
n a n bir devlet nizamı içinde yer alabil-
ön plana çıktıkları görülmektedir. Özel-
ve k a m e t i n m e m n u i y e t i k a n u n u n u n şü-
mesi de müstahildir. Fıkranın tayyı müs-
ça ezan o k u m a mücadelesine girişmiş-
okunması
gereken
tekbirlerin
likle 1946 yılından itibaren sistemli ve
m u l ü n e girmediği, İçişleri Bakanlığı ile
l ü m a n Türkler'e m u h a k k a k bir huzur ve
y o ğ u n bir şekilde camilerde ve çeşitli
yapılan g ö r ü ş m e ve yazışmalar netice-
vicdan rahatlığı verecektir" (15 Haziran
yerlerde bu tarikata bağlı, halk arasın-
sinde başkanlığın bu konudaki görüşle-
1950 tarihli, Türk Ceza K a n u n u n u n 526.
da "ezan delileri" olarak t a n ı n a n insan-
rinin kabul edildiği" belirtilmektedir.
maddesinin değiştirilmesi hakkında TBMM
ların her vesileyle Arapça ezan okumaları dikkati çekmeye başladı.
Arapça ezan o k u m a yasağının kaldırıl-
Nitekim
ması amacıyla 1950 seçimlerinden son-
bunların 4 Ş u b a t 1949 C u m a g ü n ü Tür-
ra yoğun bir çalışma başlatıldı. Ceza ka-
kiye Büyük Millet Meclisi dinleyici loca-
n u n u n d a n ilgili fıkrasının çıkarılması için
sında, bir millî m a ç t a Dolmabahçe Stad-
31 Mayıs 1950 tarihinde Tokat Millet-
y u m u ' n d a , Beyoğlu'nda bir s i n e m a d a ve
vekili A h m e t Gürkan, 2 Haziran 1950'-
Ankara valisinin h u z u r u n d a ezan oku-
de Kayseri Milletvekili İsmail Berkok ve
dukları, ayrıca Eskişehir'de yine aynı ta-
on üç arkadaşı, 14 Haziran 1950 tarihin-
başkanlığına sunulan teklifin gerekçesi S. sayısı: 3 / 1 / 9 , 2 / 6 , 7 TBMM Kütüphanesi Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü). B u n u n üzerine Ceza K a n u n u ' n u n
526.
m a d d e s i n d e gerekli değişiklikler yapılarak 16 Haziran 1 9 5 0 ' d e R a m a z a n arefesinde ezanın Arapça okunması serbest bırakıldı.
rikata m e n s u p bir g r u p askerin çeşitli
de de Başbakan Adnan Menderes hükü-
Bu d u r u m , Diyanet İşleri Başkanı Ah-
camilerde ezanın aslî şeklini
metince Türkiye Büyük Millet Meclisi'-
m e t H a m d i Akseki'nin imzasını taşıyan
basın organlarına intikal eden haberler-
ne çeşitli k a n u n teklifleri sunuldu. Bu
2 3 Haziran 1950 tarih ve 6 7 1 5 sayılı ta-
den ve çeşitli hâtıralardan öğrenilmek-
tekliflerin gerekçesinde daha önceki hü-
mimle bütün müftülüklere resmen tebliğ
tedir. Öte y a n d a n h ü k ü m e t de t a k i p t e n
k ü m e t ç e yapılan uygulamanın yanlış ol-
edildi. Bu tarihî metinde, "Elfâz-ı mah-
vazgeçmiyor, Arapça
okuyanlara
d u ğ u , ceza k a n u n u n a h ü k ü m konulma-
sûsa ezanın r ü k n ü ve sıhhatinin şartı ol-
hapis ve para cezaları veriliyor, birço-
sının din ve vicdan hürriyetine baskı sa-
d u ğ u n a göre hususî lafızlarından baş-
ezan
okuduğu
41 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZAN kası ile o k u n a n ezana velev en d o ğ r u bir
şı verdiği m ü c a d e l e ve y a s a ğ ı n k a l k m a -
lar" adlı şiiri gelir. İki b ö l ü m d e n
t e r c ü m e ile d e olsa itibar y o k t u r . Tama-
s ı n d a n d u y d u ğ u engin m u t l u l u k anlatıl-
d a n a gelen b u şiirin ilk b ö l ü m ü n d e şair
mıyla dinî bir i b a d e t m e v z u u olan e z a n
maktadır.
ve k a m e t i aslî ş e k l i n d e n çıkarıp şu veya bu dille o k u m a y a zorlayıcı h ü k ü m l e r i n , e z a n ve k a m e t i
din
lisanıyla
okumak
y a s a ğ ı n ı n ahîren B ü y ü k Millet Meclisi'nce kaldırılması hadisesinin
vatandaşlar
ü z e r i n d e h u s u l e getirdiği b ü y ü k ferahlık ve h o ş n u t l u k y u r d u n m u h t e l i f bölgelerinden gelen yazılarda
açıklanmakta-
dır" şeklinde bir t e s b i t e yer verilmesi. Diyanet t e ş k i l â t ı n ı n ve halkın on sekiz yıl k a d a r s ü r e n b u y a s a k ve baskılara karşı tavırlarının anlaşılması b a k ı m ı n d a n önemlidir. T a m i m i n
son
paragrafında,
"Bu yolda yapılan t e b l i g a t ü z e r i n e ilinizd e / ilçenizde hâsıl olan d u r u m hakkınd a bilgi verilmekle b e r a b e r h a n g i
gün
ve v a k i t t e n itibaren t a t b i k a t a başlandığının ve ezanı, k e n d i s i n e m a h s u s usul ve dinî lisanla o k u m a y ı
olan
bilmeyen
m ü e z z i n l e r b u l u n u p b u l u n m a d ı ğ ı n ı n , şay e t böyleleri varsa b u h u s u s t a n e gibi t e d b i r l e r alındığının bildirilmesi l ü z u m u e h e m m i y e t l e beyan o l u n u r " Diyanet c â m i a s ı n ı n düştüğü
durumu
bu
denilmesi,
dönemde
göstermesi
içine
bakımın-
d a n d i k k a t çekicidir. Y a s a ğ ı n k a l k m a s ı y l a birlikte r a m a z a n ayında
minarelerden yükselen
b ü y ü k bir sevinçle k a r ş ı l a n m ı ş ,
ezanlar selâtin
camilerinin m i n a r e l e r i n d e çifte e z a n l a r ve salâlar o k u n m u ş , s a b a h ezanlarını dinl e m e k için camilerin e t r a f ı n d a toplananların secdeye k a p a n ı p yeri ö p t ü k l e r i görülmüştür. banlar
Ülkenin her t a r a f ı n d a
kesilmiş,
zamanın
e z a n n a ğ m e l e r i y l e inleyen g ö k y ü z ü alt ı n d a u y a n a r a k g ü n e b u ilâhî s a d a n ı n
BIBLIYOGRAFYA: Kanun Lâyihaları, TBMM Kütüphanesi Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü, nr. 186, 1/78, 3 / 1 / 9 , 2 / 6 , 7; Düstûr, Üçüncü tertip, XXII, Ankara 1941, s. 418; Ziya Gökalp, Yeni Hayat, İstanbul 1918; a.e.-Doğru Yol (haz. Müjgan Cunbur), Ankara 1976, s. 11; Türkiye Maarif Tarihi, V, 1938-1967; Ali Fuad Başgil. Din ve Laiklik (istanbul 1954), İstanbul 1985, s. 17-18, 133-134, 190-192; Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler, İstanbul 1967, s. 340; G. Jaschke, Yeni Türkiye'de islâmlık (trc. Hayrullah Örs), Ankara 1972, s. 4547; Cemal Granda, Atatürk'ün Uşağı idim, İstanbul 1973, s. 259-260; Sadık Albayrak, Türkiye'de Din Kavgası, İstanbul 1973, s. 262; Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1918-1938, Ankara 1983, s. 476, 479, 530, 531, 543, 544, 546; B. Levvis, Modern Türkiyenin Doğuşu (trc. Metin Kıratlı), Ankara 1984, s. 411; Fevziye Abdullah Tansel, Ziya Gökalp Külliyatı - 1 Şiirler ue Halk Masalları, Ankara 1989, s. XVI1-X1X, 100-101, 243; Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Akımı, |İstanbul| 1991 (Simavi Yayınları), s. 204; Hasan Hüseyin Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din / Devlet İlişkileri, Ankara, ts., II, 425-428, 505-511; III, 369400; M. Ertuğrul Düzdağ, Düşman Acımaz, İstanbul 1994, s. 77-89; a.mlf., "Ezan - 1932", Milli Gazete, İstanbul 9 Kasım 1993; Tâhirülmevlevî, "Ezan Hakkında Malumat ve Halisane Bazı Temenniyat", SR, X/236 (1329), s. 29-31; Ayas, "Mürteciler Karşısında Din", Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası, sy. 5, İstanbul 1334, s. 36; "Ezan Hakkında Kanun", SR, IV/82 (1950), s. 100-106; "Büyük Millet İnkılâbı Karşısında", a.e., IV/84 (1950), s. 140141; Yusuf Ziya Çağlı, "Ezan Meselesi Hakkında", a.e., XIII/320 (1961), s. 307-308; Abdülkadir İnan, "Hafız Yaşar ve Türkçe Ezan", TK, VI/62 (1968), s. 131-132; "Ezan", TA, XVI,
hükümetine
S
HALIS A Y H A N — MUSTAFA
UZUN
yüreklere bile tesir e d e n ney sesine, minareleri d e sûr-ı İsrâfîl'e benzetir. Mehm e d  k i f ezanın din, v a t a n ve millet için t a ş ı d ı ğ ı değeri ayrıca İstiklâl Marşı'nın, "Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli / Ebedî y u r d u m u n ü s t ü n d e b e n i m inlemeli" m ı s r a l a r ı n d a ortaya k o y m u ş t u r . Tevfik Fikret'in, "Allâhü ekber... Allâh ü ekber... / Bir samt-ı ulvî güyâ t a b î a t / H â m û ş h â m û ş eyler i b â d e t " mısralarıyla b a ş l a y a n " S a b a h E z â n ı n d a " adlı on iki m ı s r a l ı k şiiri s a b a h e z a n ı n d a n alınan ilh a m ı a k s e t t i r e n g ü z e l bir ö r n e k t i r . Tevf i k Fikret'in dinî hislerinin kuvvetli olduğu
gençlik yıllarında yazdığı b u
şiirde
dini t a b i a t t a hissedilen bir t a b l o gibi canlandırma
duygusu
açıkça
görülmekte-
dir. Hayatının sonlarına d o ğ r u M e h m e d A k i f ' e reddiye o l a r a k yazdığı ü n l ü "Molla Sırât'a" adlı şiirinde ise, "Ben d e âşıkt ı m e z a n n a ğ m e s i n e / Bir k o ş a r d ı m ki o Allah sesine" beytinde o l u m s u z bir ifadeyle d e olsa ezanın k e n d i ü z e r i n d e bır a k t ı ğ ı etkiyi b e l i r t m e k t e d i r . Ahmed
Hâşim,
ilk eserlerinden
biri
olan "Allâhü E k b e r " adlı d ö r t kıtalık şiirinde bir s a b a h vaktini tasvir e t t i k t e n s o n r a o k u n m a y a b a ş l a n a n ezanları anlatır ve şöyle d e r : "O d e m d e nûr-ı hidâyet, sadâ-yı y e z d â n î / E d e r b u
rûhumu
sin-i â l e m olup g ö z ü m d e n u z a k / Sücûd-ı ş ü k r ile t e r k e y l e r i m b u dünyâyı".
ve m i l l e t meclisine t e b r i k ve t e ş e k k ü r
s.
rehberliğiyle başlayan m ü s l ü m a n l a r ı tasvir eder. İkinci b ö l ü m d e e z a n sesini t a ş
mevküf-ı vecd ü i s t i ğ r â k / B ü t ü n mehâ-
kur-
telgrafları g ö n d e r i l m i ş t i r {SR, IV/82,
mey-
E D E B İ Y A T . Divan edebiyatı saha-
Ezanın t o p l u m hayatında taşıdığı mâ-
başba-
sına ait eserlerde e z a n h a k k ı n d a müs-
n a ü z e r i n d e ayrı bir d i k k a t ve ilgiyle du-
kanı ve bazı bakanları, ezanın aslî şek-
takil şiirlere r a s t l a n m a m a k l a birlikte ko-
r a n Yahya Kemal, "Emr-i b ü l e n d s i n ey
liyle o k u n m a s ı n a karşı çıkan bazı kişiler
nuyla ilgili bazı u n s u r l a r çeşitli m ı s r a ve
ezân-ı M u h a m m e d î / Kâfî değil s a d â n a
t a r a f ı n d a n inkılâplara aykırı h a r e k e t et-
beyitlere girmiştir. E z a n Batılılaşma sü-
cihân-ı M u h a m m e d î " beytiyle b a ş l a y a n
tikleri gerekçesiyle İstiklâl M a h k e m e s i n -
recinin başladığı, din d u y g u s u n u n gide-
"Ezân-ı M u h a m m e d î " adlı g a z e l i n d e ci-
d e y a r g ı l a n m a k l a t e h d i t edilmiştir (a.g.e.,
rek z a y ı f l a m a y a y ü z t u t t u ğ u
Tanzimat
h a n s e m a l a r ı n ı inleten ezânı d ü ş ü n e r e k
I V / 8 4 , s. 140-141). 2 7 Mayıs 1960 ihtilâ-
d ö n e m i n d e n sonra çeşitli şiir ve yazıla-
f e t i h duyguları içinde ezanla fetih ve za-
linden ve 12 Eylül 1 9 8 0
hareketinden
ra k o n u teşkil e t m i ş , dinî ve millî yönle-
fer arasındaki m ü n a s e b e t i ortaya koyar.
sonra d a ezanın Türkçe o k u n m a s ı günde-
riyle işlenmiştir. Ezan ayrıca g ü n ü n baş-
"Ra'd-ı t e k b î r k o p u p g i t m e l i d i r bang-i
m e g e l m i ş , a n c a k k ü ç ü k bir g r u b u n b u
langıcını ve s o n a erişini a n l a t a n
tabiat
e z â n / Dâr-ı k ü f f â r d a m e ş h û r kenîsâya
k o n u d a k i t e ş e b b ü s l e r i ilgi g ö r m e m i ş t i r .
tasvirlerinin p i t o r e s k m a n z a r a l a r ı içinde
k a d a r " beytinin yer aldığı " G e d i k A h m e t
Türkçe e z a n f i l m l e r e d e k o n u teşkil
ü m i t , ürperti, m e l â l ve h ü z ü n gibi duy-
Paşa'ya G a z e l " d e d e aynı d u y g u l a r ı dile
e t m i ş t i r . 1991 yılında çevrilen, senaryo-
guların y o ğ u n l a ş t ı ğ ı şiirlerde bir m o t i f
getirir. Şair, T ü r k o r d u s u n u n
s u n u Ö m e r Lutfi M e t e ' n i n yazdığı, İs-
olarak
Türk
için 3 0 A ğ u s t o s Z a f e r i ' n d e n b i r k a ç g ü n
103-105). Ö t e y a n d a n z a m a n ı n
•
ortaya
ç ı k m a k t a d ı r . Yeni
başarısı
m a i l G ü n e ş t a r a f ı n d a n yönetilen "Çizme"
e d e b i y a t ı n d a ezanla ilgili m a n z u m e l e r i n
ö n c e k a l e m e aldığı m ü n â c â t mahiyetin-
adlı f i l m d e , Karadeniz b ö l g e s i n d e bir ka-
b a ş ı n d a M e h m e d A k i f ' i n , " Z a m a n geç-
deki k ı t a s ı n d a , "Tâ ki yükselsin ezanlar-
s a b a d a b ü t ü n halkın A r a p ç a e z a n yasa-
m e z ki y ü z binlerce kalbin vecd-i sekrâ-
la m ü e y y e d n â m ı n / Gâlib et, ç ü n k ü b u
ğ ı n a karşı t e p k i ve direnişleri, yasağı uy-
nı / Z e m i n d e n yükselip göklerde v a h d e t -
son
g u l a m a y a çalışan nahiye m ü d ü r ü n e kar-
zâr-ı y e z d â n ı " beytiyle b a ş l a y a n "Ezan-
ezanı y i n e b u vasıflarıyla a n m ı ş t ı r .
42 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
ordusudur
İslâm'ın"
mısralarında
EZAN Yahya K e m a l ' i n " E z a n ve K u r ' a n " ve
belerinin ışığı a l t ı n d a ş u h ü k ü m l e s o n a
d a k a l e m e aldığı "Medîne-i Münevvere'-
"Ezansız S e m t l e r " adlı m a k a l e l e r i n i n ye-
e r m e k t e d i r : "Biz ki minareler ve ağaçlar
d e Bir S a b a h Ezanı" adlı yazısında [İs-
ni T ü r k nesri içinde ayrı bir yeri vardır.
arasında ezan seslerini işiterek b ü y ü d ü k .
lâm'ın Nuru, sy. 11, s. 19-20; sy. 13, s. 38),
Birinci m a k a l e d e , "Kökü m â z î d e olan atî-
O m ü b â r e k m u h i t t e n çok sonra ayrıldık,
M e d i n e ' d e Harem-i ş e r i f i n m e ş h u r mü-
y i m " m ı s r a ı n d a ifadesini b u l a n bir anla-
biz böyle bir s a b a h n a m a z ı n d a a n n e mil-
ezzinlerinden M a h m û d
yışla maziyi ve m â z i n i n değerlerini ya-
lete t e k r a r dönebiliriz. F a k a t m i n a r e s i z
d u ğ u ezanı dinlerken daldığı d ü ş ü n c e l e r
şadığı z a m a n a ve h a t t a g e l e c e ğ e taşı-
ve ezansız s e m t l e r d e d o ğ a n , Frenk ter-
anlatılır. Kurucu b u ezanla, Bilâl-i Ha-
mak
biyesiyle yetişen Türk çocukları dönecek-
beşî'nin M e d i n e ' d e o k u m a y a
leri yeri hatırlamayacaklardır".
f a k a t t a m a m l a y a m a d ı ğ ı son ezanı ara-
gerektiği düşüncesini
öne
sürer-
ken b u değerler arasında ezan ve Kur'an sesine ö n e m l i bir yer verir. Bunları muhteşem
mimarinin
müstesna
içinde, A y a s o f y a ' n i n
dekorları
minareleriyle
Hır-
ka-i S a a d e t Dairesi d u v a r l a r ı n d a n aksed e n ilâhî ve e b e d î sesler o l a r a k şöyle t a v s i f e d e r : "Bir g ü n Ayasofya minaresinden
ezan o k u n d u ğ u n u
senesinin
o sabahından
işittim. beri
8S7
asırlarca
M i t h a t C e m a l Kuntay'ın, "Tutulur hâle gelip t a ş t a s ü k û n , d a ğ d a s ü k û t / Başı koynunda gömülmüş, düşünürken
me-
l e k û t I I K o p t u birden bire bir ses: Bu semâ
hâdisesi / Gecenin yatsı
ezânın-
d a k i hicranlı sesi" mısralarıyla b a ş l a y a n "Bir E z a n Sesi" adlı d o k u z beyitlik m a n -
asıl m â n a s ı y l a ilk d e f a idrak ettim... Gez i n t i l e r i m d e bir h a k i k a t k e ş f e t t i m .
Bu
devletin iki m â n e v î temeli vardır: Fâtih'in Ayasofya m i n a r e l e r i n d e n o k u t t u ğ u ezan ki h â l â okunuyor. Selîm'in Hırka-i S a â d e t önünde okuttuğu
K u r ' a n ki h â l â
oku-
E z a n o k u m a İslâm d ü n y a s ı n d a
fetih
ve zaferlerin v a z g e ç i l m e z bir u n s u r u olmuştur. Nitekim Mekke'nin
fethinden
beri ele geçirilen her b e l d e d e yapılan ilk u y g u l a m a l a r d a n biri, fetih m ü j d e s i n i her t a r a f a d u y u r m a k ü z e r e y ü k s e k bir yerd e e z a n o k u m a k o l m u ş t u r (D/A, VI, 152). B â k î ' n i n m e ş h u r K a n u n î S u l t a n Süleym a n Mersiyesi'ndeki, "Aldın h e z â r b ü t gedeyi m e s c i d eyledin / N â k ü s yerlerind e o k u t t u n ezanları" beyti b u
uygula-
m a n ı n divan şiirine a k s e t m i ş bir ifade-
taşıyan yirmi d ö r t mısralık şiirinde, Kafkasya köylerinde kaval sesleri ve k u z u melemeleri arasında
"bir yeşil n u r ile
b a ş l a y a n her geceyi" e m n i y e t ve h u z u r verici bir ses h a l i n d e
kuşatan
akşam
ezanları tasvir e d i l m e k t e d i r . Diyarba-
kır'da "Köylü Şiirleri" başlığıyla
kaleme
aldığı şiirler a r a s ı n d a b u l u n a n o n d ö r t m ı s r a l ı k " E z a n " m a n z u m e s i , e z a n sesinin millî ve m â n e v î değerler arasındaki yerini b e l i r t m e y e yönelik d i d a k t i k bir parçadır. O n u n T ü r k ç ü l ü k ideolojisi doğr u l t u s u n d a 1 9 1 8 ' d e yazdığı " V a t a n " adlı şiirinde geçen, "Bir ü l k e ki c a m i i n d e Türkçe e z a n o k u n u r / Ey T ü r k o ğ l u işte senin orasıdır v a t a n ı n " m ı s r a l a r ı n d a ifadesini
bulan
ezanın Türkçe
okunması
fikri C u m h u r i y e t i n k u r u l u ş u n d a n s o n r a o n sekiz yıl k a d a r Türkçe o k u t t u r u l m u ş -
Y a h y a Kemal'in, 1 9 2 2 yılının Martında
işgal a l t ı n d a k i
İstanbul'un
kasvetli
havası içinde bir istiklâl m ü j d e s i verircesine yazdığı "Ezan ve Kur'an" adlı mak a l e n i n a r k a s ı n d a n yayımladığı
"Ezan-
t u r . Bu d ö n e m İ s m e t Özel'in, "Binlerce yılın yabancısı bir ses / Değdi minareler e : Tanrı u l u d u r . Tanrı u l u d u r / Polistir babam, Cumhuriyetin
kuludur"
mısra-
ları ile e d e b i y a t a yansımıştır.
sız S e m t l e r " d e , d o ğ a r k e n k u l a ğ ı n a e z a n o k u n a n T ü r k çocuklarının millî ve m â -
C u m h u r i y e t ' t e n s o n r a k i yıllarda Hali-
nevî terbiyenin ilk esasını b u ezan sesin-
d e N u s r e t Z o r l u t u n a , Necip Fazıl Kısa-
d e n aldıklarına d i k k a t ç e k m e k t e d i r . Ma-
kürek. Arif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çam-
kalede m ü s l ü m a n
camile-
lıbel, Ali Ulvi Kurucu, Sezai K a r a k o ç gibi
rin g ö l g e s i n d e oynayan, beş v a k i t t e oku-
şairler şiirlerinde e z a n t e m a s ı n ı işleyen
n a n e z a n sesinin büyüleyici n a ğ m e l e r i n i
beyit ve mısralara yer vermişlerdir. Bun-
dinleyerek yetişen çocukların
lar a r a s ı n d a Halide N u s r e t Zoriutuna'-
semtlerinde
mutlulu-
ğ u ile ezansız s e m t l e r d e a l a f r a n g a ter-
nın "Bir E z a n Sesi" adlı şiiri, M ü t a r e k e
biye ile yetişen çocukların bedbahtlıkla-
yıllarının
rına, m a h r u m i y e t l e r i n e ve b u
d u y u l a n bir ezan sesinin şairin tahas-
sebeple
d e n d e bazı m ı s r a l a r a k t a r a r a k bir b a ğ kurar. Hz. Peygamber'in v e f a t ı n d a n sonra Ş a m ' a hicret e d e n Bilâl-i Habeşî rüy a s ı n d a Resûl-i E k r e m ' i g ö r ü r ve o n u n , "Bilâl, bizi ziyaret e t m e z o l d u n ! " s i t e m i ü z e r i n e M e d i n e ' y e geri d ö n e r . Ali Ulvi
işgal
altındaki
enne
M u h a m m e d e n resülullah" d e r k e n d ü ş ü p bayıldığı b u ezanı his ve heyecan dolu bir lirizm içinde anlatır. İsmail Lütfi Çak a n , Bilâl-i H a b e ş î ' n i n
b u son
ezanını
dinî edebiyatımızın ö r n e k m e n s u r parçaları a r a s ı n d a yer alabilecek güzellikteki " E h a d d e n Ekbere" adlı yazısında ay-
u y g u l a m a s a h a s ı n a k o n u l m u ş ve e z a n
sidir.
sında, M e h m e d A k i f ' i n "Ezanlar" şiirin-
d ö n ü ş ü n d e o k u d u ğ u ve, " E ş h e d ü A k a G ü n d ü z ' ü n " E z a n Vakitleri" adını
Ziya G ö k a l p ' i n 1 9 0 8 yılında
nuyor".
başladığı,
K u r u c u yazısında, Hz. Biiâl'in Medine'ye
z u m e s i d e b u r a d a zikredilmelidir.
g ü n d e b e ş d e f a o k u n m u ş olan b u e z a n hâl-i vâki' idi. Bu ezanı d i n l e r k e n Fâtih'i
N u ' m â n ' ı n oku-
rıca İşlemiştir ( Altınoluk, 1/3, s. 7-8). Ezan h e m
süslerini a k t a r m a s ı b a k ı m ı n d a n
m e k t e d i r . Meselenin p e d a g o j i k , psikolo-
d e ğ e r bir m a n z u m e d i r .
kayda
j i k ve sosyolojik yönlerini ö n p l a n a çıka-
Ali Ulvi K u r u c u ' n u n ezanın aslî şekliy-
r a n b u yazı Yahya Kemal'in ş a h s î tecrü-
le y e n i d e n o k u n m a y a b a ş l a n d ı ğ ı yıllar-
de
mefhum
hikmeti'l-İslâmiyye â z a i a r ı n d a n Şerif Sadeddin Paşa tarafından 1919 Martında s a d e c e iki sayı y a y ı m l a n a b i l e n dinî bir dergiye d e a d o l m u ş t u r . BIBLIYOGRAFYA: Mehmed Âkif Ersoy, Safahat (haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 1991, s. 91-93; Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi (Ankara 1953), İstanbul 1986, s. 608, 704; Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgarıyle, İstanbul 1962, s. 71, 140; a.mlf.. Aziz istanbul, İstanbul 1964, s. 118-124; Fevziye Abdullah Tansel, Seruet-i Fünûn ue Son Deuir Edebiyatında Dinî Şiirler, Ankara 1962, s. 12, 38; Mehmet Kaplan. Teufik Fikret, İstanbul 1971, s. 121-122; Rıza Akdemir, Dinî ue Millî Şiirler Antolojisi, Ankara 1991, s. 294-295, 318-319; Sadık Albayrak, Meşrûtiyetten Cumhuriyete Meşihat Şeriat Tarikat Kaugası, İstanbul 1994, III, 9, 10, 12, 13; Ali Ulvi Kurucu, "Medîne-i Münevverede Bir Sabah Ezam", İslâm'ın Nuru, sy. 11, İstanbul 1952, s. 19-20; a.e„ sy. 13 (1952), s. 38; İ. Lütfi Çakan, "Ehadden Ekbere", Altınoluk, 1/3, İstanbul 1986, s. 7-8; a.mlf., "Ezan, Müezzinlik ve Hz. Peygamberin Müezzinleri", a.e., IV/ 63, İstanbul 1991, s. 16-18; IV/64 (1991), s. 31-32; İV/65 (1991), s. 33-34; Mustafa Fayda, "Bilâl-i Habeşî", DİA, VI, 152.
İstanbul'unda
u ğ r a d ı k l a r ı m â n e v î kayıplara işaret edil-
kelime h e m
o l a r a k t a ş ı d ı ğ ı d a v e t m a n a s ı y l a , Dârü'l-
S
•
MUSTAFA
UZUN
M Û S İ K İ . Ezan, dinî m û s i k i n i n c a m i
m û s i k i s i f o r m l a r ı n ı n en önemlilerindendir. İcrası b a k ı m ı n d a n dış ve iç e z a n olm a k ü z e r e ikiye ayrılır.
43 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZAN Eskiden İstanbul'da
sabah
ezanının
Türk mûsikisinde ezan, o k u n d u ğ u na-
e r k â n ı n d a n olan h ü n k â r müezzini saray
m a z vaktine göre seçilmiş bir m a k a m
mescidinin başmüezzini olduğu gibi pa-
anlayışı içinde kendine has bir icra tarzı
dişahların c u m a ve bayram
namazları
hicaz; ikindi ezanının hicaz, uşşak, ba-
ve üslûp çerçevesinde serbest olarak şu
için gittiği camilerde d e müezzinlik ya-
yatî; a k ş a m ezanının hicaz, rast, segâh,
sabâ, dilkeşhâverân; öğle ezanının rast,
şekilde o k u n u r : Hangi m a k a m d a oku-
pardı. Ayrıca h ü n k â r müezzinlerinin ma-
d ü g â h ; yatsı ezanının hicaz, uşşak, ba-
nacaksa başlangıç tekbirlerinde o ma-
iyetinde "müezzinân-ı hâssa" denilen gü-
yatî, neva, rast m a k a m l a r ı n d a n
k a m ı n ilk perdeleri gösterilir. Lafzatul-
zel sesli, mûsiki bilgisi ve icrası kuvvetli
ması bir gelenek haline gelmişti. Ayrıca
lahın açık olarak telaffuz edilmesine bil-
bir m ü e z z i n g r u b u b u l u n u r d u . Bazı ka-
sabah ezanından bir süre önce dilkeş-
hassa d i k k a t edilmeli, ibarenin "...lâhu
yıtlara göre bunlar XVI. yüzyılda on beş
hâverân m a k a m ı n d a n bir salâ vermek,
ekber" şeklinde söylenip anlaşılmasına
k a d a r k e n XVIII. yüzyılın ikinci yarısında
arkasından da bir kaside o k u m a k ; öğ-
ve bölünmesine, benzeri prozodi hatası-
sayıları otuza ulaşmıştır.
na m e y d a n verilmemelidir. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah" cümlesi d e tekbirlerde kullanılan m a k a m ve perdelerden okunur. Ardından gelen, "Eşhedü e n n e Muhammeden
resûlullah'larda
makamın
m e y a n a g e l m e d e n önceki seyrini gösterecek n a ğ m e l e r yapılır. "Hayye ale's-salâh" ezanın m e y a n
kısmı
olduğundan
b u r a d a tiz seslerde dolaşılır ve uygun m a k a m geçkileri yapılır. "Hayye ale'l-felâh"ın o k u n u ş u n d a ise b u kısmın ikinci meyan olması sebebiyle yine meyan nağmelerinde gezinilir. Son tekbirlerde mak a m ı n karar sesleri gösterilir, tehlilde ise karar verilerek ezan bitirilir. Ezanın icrasında müezzinin ses rengi, perde genişliği ve özellikle mûsiki bilgisinin önemli rolü vardır. Bu konularda güçlü müezzinlerin icraları bir a n l a m d a irticâlî bir besteleme faaliyeti olarak düşünülebilir. B u n d a n dolayı gerçekten güzel ezan o k u m a k ayrı bir kabiliyet ve h ü n e r işidir. Ezan o k u y u ş u n d a ayrıca kararların çok önemli bir yeri o l d u ğ u ve karar perdeleri ezanın en tesirli bölümlerini meyd a n a getirdiği için müezzinin buralarda d a h a dikkatli olması ve b ü t ü n
mûsikî
kabiliyetini bu kısmın icrasında ortaya koyması gerekir.
la çeşitli farklılıklar göstermiş, b u n d a n d a değişik tavırlar d o ğ m u ş t u r . Nitekim eskiden İstanbul, Bursa, Konya ve İzmir gibi önemli k ü l t ü r merkezlerinin o k u m a tavırlarının o l d u ğ u
m e k t e d i r . Bunlardan
camilerinde
le, ikindi ve yatsı ezanlarından sonra da görev
yapacak
i m a m ve müezzinlerin güzel sesli ve mûsiki bilgisine sahip iyi birer icracı olmaları ön planda t u t u l u r d u . Bunlar başarı gösterip kendilerini ispatlamak için âdet a yarışırlardı. Bu da vazifelerin d a h a iyi
özel bilin-
ezanın o k u n d u ğ u
bir teşvik unsuru olurdu. Selâtin cami-
makamdan
kısa bir
salâ v e r m e k âdetti. Ancak ezanın sadece yukarıda belirtilen m a k a m l a r d a okunması ş a r t değildir. Müezzin
mûsikide-
ki kudretine göre her m a k a m d a n ezan okuyabilir.
bir şekilde icrasına sebep olan önemli
İki kişinin karşılıklı olarak
okuduğu
ezana "çifte ezan" denilir. Çifte ezanda
lerinde geniş bir i m a m ve m ü e z z i n kad-
cümleler karşılıklı olarak ve perde gös-
rosu vardı. Bununla ilgili olarak Süley-
t e r i l m e k suretiyle okunur. Bu t ü r eza-
maniye Vakfiyesi ile Hatice Turhan Sul-
nın Emevîler devrinde o k u n m a y a baş-
tan'ın Yenicami vakfiyesi ö r n e k gösteri-
landığı rivayet edilmektedir. Ayrıca bir-
lebilir.
şöy-
birine yakın camilerde müezzinlerin kar-
le denilmektedir: "... ve yirmi d ö r t a d e t
şılıklı ezan okuduklarına da şahit olun-
Süleymaniye
vakfiyesinde
ilm-i m û s i k â r ve fenn-i edvârda m â h i r
m a k t a d ı r . Son devirde Aksaray Vâlide
ve şuab-ı m a k i m â t t a ve tecrî-i terennü-
Camii müezzini Aksaraylı Hâfız Cemal
m â t t a sâhir h û b - â v â z kimesneler müez-
Efendi ile Üsküdar Yeni Vâlide Camii mü-
zin olup... ve vazîfe-i yevmiyyeleri beşer
ezzini Hâfız Süleyman'ın (Karabacak) oku-
akçe ola...". Müezzinlerle ilgili Yenicami
dukları çifte ezanlar mûsiki literatürü-
vakfiyesindeki ifadeler de şöyledir:"... ve
ne geçmiştir.
on iki nefer sıyânet ü a f â f ile m e v s û f ve diyânet ü salâh ile m a ' r û f fenn-i makâm â t t a bî-nazır, ilm-i m î k â t t a basîr, nîknefes ve h û b - n e f e s kimesneler evkât-ı h a m s e d e müezzinler olup m ü n â v e b e tarikiyle ref'-i savt ile minarelerde ezan okuyup... ve zikrolunan müezzinlerin her birinin cihet-i yevmiyyesi onar akçe ve reislerinin on ikişer akçe...". Bu ifade-
Ezan okumanın â d â b ve erkânı zaman-
ezan
Selâtin
okun-
lerden anlaşıldığına göre müezzinlerin t a k v â sahibi, n a m a z vakitlerini iyi tayin
C u m a n a m a z ı n d a hatibin minbere çıktığı sırada cami içinde o k u n a n ezana "iç ezan" denir. Bir kişi t a r a f ı n d a n o k u n a n b u ezanda da dış ezandaki seyir düzeni biraz d a h a kısa olarak uygulanır. Hatip m i n b e r e çıkarken m ü e z z i n
tarafından
o k u n a n âyet ve ardından getirilen salât ü s e l â m d a hangi m a k a m icra edildiyse iç ezanın da aynı m a k a m d a
okunması
gerekir.
edebilen, ayrıca pratik olarak mûsiki ba-
Osmanlı devrinde sarayda m u s â h i b l i k
k ı m ı n d a n çok iyi bir seviyede olmaları
ve ardından müezzinbaşılık görevine yük-
gerekmektedir. Ücretlerinin dolgun olu-
selmiş m e ş h u r bestekârlar vardır. XIX.
şu da müezzinliğe çok ö n e m verildiğinin
yüzyılın ünlü musikişinaslarından Şâkir
bir belirtisidir.
Ağa, H a m m â m î z â d e İsmâil Dede, Hacı
"saray tavrı" adı
Hâşim Bey ve Rifat Bey bunlardan bazıla-
verilen İstanbul tavrının saraya m e n s u p
Birden fazla müezzini b u l u n a n cami-
rıdır. XX. yüzyılın ilk yarısında da müezzin
müezzinlerle bazı paşaların bilhassa ra-
lerde gerek ezan gerekse n a m a z esna-
ve müezzinbaşılar arasında mûsiki bil-
m a z a n aylarında selâtin camilerinde mü-
sında müezzinlerin toplu olarak veya sı-
gileri ve seslerinin güzelliğiyle â d e t a bi-
ezzinlik yapmaları sebebiyle halk arasın-
rayla yaptıkları
faaliyetine
rer ekol haline gelmiş kimseler yetişmiş-
d a yerleşmiş olduğu belirtilir.
" c u m h u r müezzinliği" denir. Müezzinler
tir. Bunlar arasında Süleymaniye Camii müezzinleri Hâfız Şevket ve Hâfız Kemal,
müezzinlik
Osmanlı saray teşkilâtında müezzin-
arasında ehliyetli ve en kıdemli olan mü-
lik müessesesinin ayrı bir yeri vardır. En-
ezzinbaşı tayin edilirdi. Osmanlı tarihin-
Ü s k ü d a r Yeni Vâlide Camii müezzini Ha-
d e r u n a alınan güzel sesli ve kabiliyetli
d e diğer memuriyetler yanında müez-
fız Süleyman, Beyazıt Camii müezzini Hâ-
gençler b u r a d a mûsiki eğitimi görerek
zinbaşılığı ihdas ederek müezzinlerin gö-
fız Kerim (Akşahin) ve Aksaray Vâlide Ca-
yetişir, içlerinde müezzinliğe yatkın olan-
revlerini bir t â l i m a t n â m e ile belirleyen
mii müezzini Aksaraylı Hâfız Cemal Efen-
lar m ü e z z i n seçilirdi. Enderun Has Oda
h ü k ü m d a r II. Bayezid'dir (1481-1512).
di'yi bilhassa z i k r e t m e k gerekir.
44 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZÂRİKA BİBLİYOGRAFYA: Süleymaniye Vakfiyesi (nşr. Kemâl Edîb Kürkçüoğlu), Ankara 1962, s. 33; Şem'dânîzâde, Müri't-teuârîh (Aktepe), II, 90-119; Atâ Bey, Târih, I, 169; Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ (İstanbul 1331), İstanbul 1968, I, 255-257; Ali Şeydi Bey, Teşrifat ue Teşkilâtımız, İstanbul, ts., s. 22; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 374; Tâhirülmevlevî, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul 1963, s. 58-64; a.mlf., "Ezân Hakkında Malûmat ve Halisane Bazı Temenniyât", SR, X/236 (1321), s. 29-31; a.mlf., "Ezân", Musauuer Dâiretu 1- maârif, 1, 864-868; Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, İstanbul 1986, s. 157, 231; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü'lidâriyye (Özel), I, 156-159; İstanbul Yeni Cami ue Hünkâr Kasrı, İstanbul, ts., s. 79, 110; Halil Can, "Dinî Türk Musikisi Lügati", MM, XVIII / 218 (1966), s. 56; R. Ekrem Koçu, "İstanbul'da Ezan Musikisi", Hayat Tarih Mecmuası, sy. 11, İstanbul 1969, s. 18-20. [Tl İSİ
r
NURİ
OZCAN
n
EZÂRİKA
( %!>¥! ) ^
Hâricîler'in ilk b ü y ü k fırkası.
j
Ezrakıyye'nin ç o ğ u l u olan Ezârika, Hz. Ali'nin M u â v i y e ile u z l a ş m a s ı n ı p r o t e s t o e d e r e k o n d a n ayrıldıkları ve isyancı bir h a r e k e t başlattıkları için Havâric (Haricîler) diye a n ı l a n f ı r k a n ı n
liderlerinden
E b û R â ş i d Nâfi' b. E z r a k ' a (ö. 6 5 / 6 8 5 ) uyanları i f a d e e t m e k üzere kullanılır. Çoğ u n l u ğ u n u Benî Temîm kabilesi mensupları teşkil e t m e k l e birlikte aralarında mevâlî*
d e vardı. E ş ' a r î ' n i n
naklettiğine
g ö r e Nâfi' b. E z r a k " k a a d e " d e n (muhalif m ü s l ü m a n gruplarla savaşmak istemeyenler) t e b e r r î edilmesi, m u h a l i f l e r i n k a d ı n ve çocuklarının ö l d ü r ü l m e s i ,
kendileri-
n e k a t ı l m a y a n l a r ı n t e k f i r edilmesi, katılacakların
da
imtihandan
geçirilmesi
g e r e k t i ğ i şeklindeki fikirleriyle Hâricîler a r a s ı n d a ilk d e f a ihtilâfa sebebiyet veren kişi o l m u ş t u r . Bu görüşleri ileri sürenin A b d ü r a b b i h el-Kebîr veya Abdullah b. V a d î n o l d u ğ u n a dair bazı rivayetler varsa d a (Makâl&t,
s. 86) E z â r i k a ' n i n
Nâfi' b. E z r a k ' a n i s b e t l e a n ı l m a s ı fırkanın o n u n t a r a f ı n d a n k u r u l d u ğ u kanaatini v e r m e k t e d i r .
k e t m e s i sebebiyle t a r a f t a r l a r ı n ı y a n ı n a
de uzun m ü d d e t devam eden mücade-
a l a r a k Basra'ya d ö n d ü . Nâfi' b. E z r a k ' m
lelerde kesin bir s o n u ç elde
y ö n e t i m i n d e k i Hâricîler, Emevîler'in Bas-
Irak y e n i d e n Emevîler'in idaresine ge-
ra'ya vali o l a r a k tayin ettiği M e s ' û d b.
çince Haccâc b. Y û s u f es-Sekafî ile Mü-
A m r ' ı ö l d ü r ü p şehri ele geçirdiler. Ab-
helleb b. E b û S u f r e Ezârika'ya karşı bir-
dullah b. Zübeyr'in tayin ettiği vali Ö m e r
likte
b. Ubeydullah'ın ş e h r e g i r m e s i n e engel
neticesinde onları Düzeyi, Kâzırun ve Fâ-
askerî
hareketler
ris bölgelerini b o ş a l t ı p Cirüft'e çekilme-
h a l k ı n d a katılmasıyla teşkil edilen or-
ye m e c b u r ettiler. E z â r i k a içindeki me-
dunun
vâlîlerle A r a p l a r a r a s ı n d a a n l a ş m a z l ı k çı-
Basra'ya h â k i m olması
üzerine
terketmeye
kınca A b d ü r a b b i h el-Kebîr'in e m r i n d e k i
m e c b u r kaldılar. A n c a k d ı ş a r ı d a n gelen
7 0 0 0 kişi C i r ü f t ' t e kalırken A b d ü r a b b i h
takviye kuvvetleriyle Hâricîler
es-Sagir k u m a n d a s ı n d a 4 0 0 0 kişi Kir-
Nâfi' ve t a r a f t a r l a r ı şehri
Basra'yı
t e k r a r ele geçirince A b d u l l a h b. Z ü b e y r
m a n ' a , Katarî b. Fücâe'ye bağlı
Müslim
kişi d e Fâris'e d o ğ r u çekildi. M ü h e l l e b
b. Ubeys k u m a n d a s ı n d a k i
bir
10.000
o r d u y u Basra'ya g ö n d e r d i . A b d u l l a h b.
b. E b û S u f r e Ezrakller'den Katarî'ye ve
tbâz ile o n a u y a n bir kısım Hâricîler b u
A b d ü r a b b i h el-Kebîr'e bağlı olanlara, oğ-
o r d u y a karşı s a v a ş m a k i s t e m e y i p Bas-
lu Yezîd d e A b d ü r a b b i h es-Sagîr'e men-
r a ' d a kaldılar. Nâfi' b. E z r a k ise Atıyye
s u p olanlara karşı düzenledikleri sefer-
b. Esved el-Hanefî, O s m a n b. Zübeyr Mâ-
lerle onları bulundukları bölgelerden kaç-
h û z , A m r b. Ö m e r el-Anberî, A b î d e (veya
m a y a zorladılar. S o n u n d a S ü f y â n b. Eb-
Ubeyde) b. Hilâl el-Yeşkürî, Katarı b. Fü-
red el-Kelbî k u m a n d a s ı n d a k i Emevî kuv-
câe gibi ileri gelen Hâricîler'le B a s r a ' d a n
vetleri T a b e r i s t a n d a ğ l a r ı n d a
ayrılıp A h v a z ve H û z i s t a n ' a d o ğ r u yola
ö l d ü r e r e k taraftarlarını d a ğ ı t t ı (79/698).
Katarî'yi
çıkarak b u bölgelerde h â k i m i y e t sağladı.
E z â r i k a liderlerinden A b î d e b. Hilâl el-
A h v a z y a k ı n l a r ı n d a M ü s l i m b. Ubeys'in
Y e ş k ü r î ' y e bağlı olanlar d a
ordusuyla yapılan savaşta h e m
Müslim
Sezevver Kalesi'nde kuşatılarak i m h a edil-
h e m de Nâfi' b. Ezrak ö l d ü r ü l d ü (65/685).
diler. Böylece E z â r i k a fırkası t a m a m e n
Nâfi'in yerine geçen Ubeydullah b. Mâ-
o r t a d a n kaldırılmış oldu.
Kümis'teki
h û z ' u n liderliğinde m ü c a d e l e y i s ü r d ü r e n Ezrakıler karşı güçleri Basra'ya d ö n m e y e m e c b u r ettiler. Hârise b. Bedr e l - G u d â n î k u m a n d a s ı n d a gönderilen ikinci bir orduyu d a m a ğ l û p e t t i k t e n s o n r a B a s r a ile A h v a z a r a s ı n d a k i bölgeye t a m a m e n hâk i m oldular. Civar b ö l g e l e r d e yaptıkları y a ğ m a l a m a esnasında muhaliflerden birç o k kişiyi ö l d ü r d ü l e r . Halkın y o ğ u n şikâyetleri ü z e r i n e A b d u l l a h b. Zübeyr, Hor a s a n ' d a b u l u n a n M ü h e l l e b b. E b û Sufre'yi Ezârika'ya karşı s a v a ş m a k l a görevlendirdi. Basra'ya gelen M ü h e l l e b 20.000 kişilik bir o r d u ile E z â r i k a ü z e r i n e yürüd ü ve Sillabrâ denilen m e v k i d e
onları
b o z g u n a u ğ r a t t ı . Bu savaşta Ubeydullah b. M â h û z ' u n ö l d ü r ü l m e s i ü z e r i n e yerine geçen k a r d e ş i Z ü b e y r b. M â h û z kısa sür e d e Ezrakîler'i t o p a r l a y a r a k e m r i n d e k i kuvvetlerle M e d â i n ve İ s f a h a n ' a varıncaya k a d a r y a ğ m a c ı l ı ğ a ve m u h a l i f l e r i ö l d ü r m e y e d e v a m etti. F a k a t Ezrakıler
r i n d e n Ubeydullah b. Ziyâd'ın Hâricîler'e
İ s f a h a n y a k ı n l a r ı n d a A t t â b b. V e r k â ku-
karşı u y g u l a d ı ğ ı k a t ı k u r a l l a r d a n rahat-
m a n d a s ı n d a k i o r d u ile yaptıkları savaş-
sızlık d u y a r a k A b d u l l a h b. İbâz ve Nec-
t a m a ğ l û p o l d u l a r ; reisleri Z ü b e y r
d e b. Â m i r ' i n d e dahil o l d u ğ u bir g r u p l a
ö l d ü r ü l d ü (68/687-88). Geride k a l a n l a r Kirman dağlarına kaçarak
de
kurtuldular.
dele e d e n A b d u l l a h b. Z ü b e y r ' i n ordu-
Yeni liderleri Katarî b. Fücâe bir m ü d -
s u n a katıldı. Bir m ü d d e t Emevîler'e kar-
d e t s o n r a Ezârika'yı t o p a r l a d ı ve t e k r a r
şı s a v a ş t ı k t a n s o n r a Yezîd b. Muâviye'-
Ahvaz'ı z a p t e d i p Basra'ya d o ğ r u ilerle-
nin ö l ü m ü n ü t a k i p e d e n g ü n l e r d e Ab-
di. Mühelleb b. E b û Sufre ikinci d e f a on-
d u l l a h b. Z ü b e y r ile aralarının açılması
lara karşı s a v a ş m a k l a görevlendirildiyse
veya Ubeydullah b. Ziyâd'ın Basra'yı ter-
düzenledikleri
oldular. Daha sonra Hâricîler'e karşı olan
B a s r a ' d a y a ş a y a n Nâfi', E m e v î valile-
M e k k e ' y e g i d i p Emevîler'e karşı müca-
edemedi.
Ezârika'nın
bütün
Hâricîler
tarafın-
d a n k a b u l edilenlerin d ı ş ı n d a k a l a n başlıca görüşleri şöyledir: l . M ü s l ü m a n l a r d a n Ezârika'ya m e n s u p o l m a y a n l a r sadece k â f i r değil aynı z a m a n d a müşriktirler v e çocukları dahil hepsi e b e d î o l a r a k c e h e n n e m d e kalacaklardır. B u n l a r ı n kadınları ile çocuklarını ö l d ü r m e k veya köle s t a t ü s ü n e g e ç i r m e k , ayrıca m a l l a r ı n ı y a ğ m a l a m a k câizdir. Zira yaşadıkları topraklar d â r ü l h a r p sayılır. 2. Kendileriyle birlikte d ü ş m a n a karşı savaşa katılmay a n ve E z â r i k a ' n ı n b u l u n d u ğ u yere hicret e t m e y e n d i ğ e r Hâricîler d e kâfirdir. B u n l a r d a n kendilerine k a t ı l m a k isteyenler i m t i h a n a t â b i t u t u l m a l ı d ı r . 3. İsiâm'd a r e c m cezası y o k t u r . Ç ü n k ü Kur'ân-ı Kerîm'de böyle bir h ü k ü m b u l u n m a m a k t a , zina y a p a n l a r a d a y a k a t ı l m a s ı emred i l m e k t e d i r . 4. N a m u s l u k a d ı n l a r a zina i s n a t e d e r e k b u n u şahitlerle i s p a t edem e y e n l e r e u y g u l a n a n ceza aynı şeyi nam u s l u erkeklere i s n a t e d e n l e r için uyg u l a n m a z . Zira K u r ' a n ' d a b u n u belirten bir lafız y o k t u r . S. P e y g a m b e r l e r i n nübüvvetle görevlendirildikten
sonra
bü-
y ü k veya k ü ç ü k g ü n a h işlemesi câiz old u ğ u gibi n ü b ü v v e t t e n ö n c e k â f i r olan bir k i m s e n i n p e y g a m b e r o l a r a k gönderilmesi d e câizdir. 6. Vergilerini ö d e y e n y a h u d i ve hıristiyanlann ö l d ü r ü l m e s i har a m d ı r . 7. Kadınların â d e t e s n a s ı n d a kı-
45 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZÂRİKA l a m a d ı k l a r ı n a m a z l a r ı k a z â etmeleri ge-
lu, S e r â t d a ğ l a r ı n d a y a ş a y a n S e r â t kolu
dırıp d ö n m e y e karar verdiğini s a n a n Cü-
rekir. 8. Ç a l m a n m a l ı n m i k t a r ı n e olursa
ve U m a n b ö l g e s i n d e yerleşen U m a n ko-
reşliler onları t a k i p e t m e y e
olsun hırsıza o m u z d a n kol k e s m e ceza-
iu o l m a k ü z e r e başlıca d ö r t b ü y ü k kola
b u n u n üzerine m ü s l ü m a n l a r geri d ö n ü p
sı uygulanır.
ayrılır.
Cüreşliler'i
bozguna
uğrattı.
başladılar; Sonunda
yaşayan
İslâmiyet'i k a b u l ettiler. S u r a d b. Abdul-
lunu teşkil etmiş, çok kısa bir süre ayak-
Ezdliler Me'rib Seddi'nin y ı k ı l m a s ı n d a n
lah el-Ezdî Resûlullah vefat ettiğinde Cü-
t a kalabilmelerine r a ğ m e n İslâm dünya-
s o n r a çeşitli yerlere dağıldılar. Evs ve
reş âmili o l a r a k görev yapıyordu.
sının e n tehlikeli f i t n e ve f e s a d unsurla-
Hazrec kolu Yesrib'e; H u z â a kolu Mek-
rından
Ezrakı-
ke ve Tihâme'ye; Vâdia, Y a h m e d , H i z â m ,
çeşitli kolları d e ğ i ş i k t a r i h l e r d e
Medi-
ler gayri m ü s l i m l e r e z a r a r vermeyi ha-
A t î k kolları U m a n ' a ; M â s i h a , M e y d e a n ,
ne'ye gelerek İslâmiyet'i k a b u l
etmiş-
Ezrakıler Haricîlerin en kalabalık ko-
birini
oluşturmuşlardır.
İlk
zamanlarda
Yemen'de
B ü y ü k ve g ü ç l ü bir kabile olan E z d ' i n
r a m t e l a k k i e d i p b u n d a n son derece sa-
Lehb, G â m i d , Y e ş k ü r ve Bârık kolları Se-
lerdir. Ezd-i Ş e n û e ' d e n
kındıkları halde kendi fırkalarına bağlı ol-
r â t ' a ; Mâlik b. O s m a n ve Cezîme b. Ved-
ve t a b i p D ı m â d el-Ezdî ise d a h a M e k k e
meşhur
kâhin
m a y a n m ü s i ü m a n l a r ı m ü ş r i k sayarak öl-
d â h kolu Irak'a; Cefne, Âl-i M u h a r r i k b.
d e v r i n d e Resûl-i E k r e m
d ü r ü l m e l e r i n i câiz g ö r m ü ş , fiilen d e p e k
A m r b. Â m i r ve K u d â a kolları Suriye'ye
ve dinlediği Kur'an'ın t e s i r i n d e k a l a r a k
çok m ü s l ü m a n kanı akıtmışlardır; ayrıca
g ö ç ettiler. III. yüzyılda Irak'a Fırat'ın ba-
müslüman
malî, sosyal ve siyasî a l a n l a r d a d a çok
tısına g ö ç e d e n kol Bâbil harabeleri ya-
Medine'ye gelen Ezdli kabileler arasın-
b ü y ü k zarar ve t a h r i b a t a yol açmışlardır.
kınında b ü y ü k bir çadır k e n t i k u r d u . Da-
d a G â m i d d e vardı. 10. yılın
Dinî bilgileri zayıf olan Ezrakîler İslâmî
h a sonra Hîre adını alan b u şehir Lahmî-
ayında (Aralık 631) gelip Baki' Mezarlığı
h ü k ü m l e r i a n l a y a m a m ı ş ve b u sebeple
ler'in b a ş ş e h r i oldu. Ezdliler'in bir kısmı
civarında
d e çelişkilerden k u r t u l a m a m ı ş l a r d ı r .
z a m a n içinde Mısır, Filistin ve E n d ü l ü s ' e
Übey b. K â ' b K u r ' a n ö ğ r e t m i ş ve heyet
yerleşmiştir.
m e n s u p l a r ı d a h a sonra Resûl-i E k r e m ' e
BIBLIYOGRAFYA : İbn Kuteybe, el-Ma'ârifiUkkâşe), s. 622; Belâzürî, Fütûh (Rıdvan), s. 67; Dîneverî, el-Ahbârü't-tıuâl, s. 304, 340; Müberred, el-Kâmil (nşr. Muhammed Ahmed ed-Dâlî), Beyrut 1406/' 1986, 111, 1205-1209; Ya'kübî, Târîh, II, 262, 275; Taberî, Târîh (Ebü'1-Fazl), V, 566-569, 613622; VI, 119-127" 195-199, 211-215, 300-311 ; Ebû Mutr en-Nesefî, er-Red calâ ehli'l-bidac (nşr. Marie Bernand, AIsl. içinde), XVI, Kahire 1980, s. 69; Eş'arî, Makâlât (Ritter), s. 86-89; Malatî, et-Tenbîh ve'r-red, s. 178; Mes'ûdî, Mürücü'z-zeheb (Abdülhamîd), III, 145-146; Bağdadî, el-Fark (Abdülhamîd), s. 82-87; İbn Hazm, el-Faşl, IV, 189-190; İsferâyînî, et-Tebşîr (Kevserî), s. 29-30; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 118-122; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, IV, 165-168, 194-201, 281-287; İbn Haldun, el-cİber, III, 40, 160-161; C. Brockelmann, İslâm Milletleri ue Deuletleri Tarihi (trc. Neşet Çağatay), Ankara 1964, I, 79; M. Ebû Zehre, Târîhu'l-mezâhibi'lİslâmiyye, Kahire, ts. (Dârü'l-Fikri'l-Arabî), s. 74; M. Rıza Hasan ed-Düceylî„ Fırkatü'l-Ezârika, Necef 1393/1973; W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 25-27; A. J. Wensinck, "Nâfî", İA, IX, 31; R. Rubinacci, El2 (İng.), "Azârîka", I, 810-811. rr1 İSİI MUSTAFA Ö z F
EZD (Benî Ezd) (
)
Kahtânîler'e m e n s u p bir A r a p kabilesi.
Asr-ı s a â d e t ' t e
Uman'daki
nüfusun
ile
görüşmüş
o l m u ş t u (İbn Sa'd, IV, 241).
konaklayan
Gâmid
Ramazan heyetine
b i a t e d e r e k ayrılmışlardı. B â r ı k kabilesi
b ü y ü k bir b ö l ü m ü n ü Ezdliler teşkil edi-
d e heyet g ö n d e r e r e k m ü s l ü m a n
yordu. Bunlar uzun süre İran-Hindistan
ğ u n u bildirmiş ve b u heyete z e k â t esas-
oldu-
a r a s ı n d a k i deniz t i c a r e t i n e h â k i m oldu-
larını ihtiva e d e n bir m e k t u p verilmişti.
lar. Hz. P e y g a m b e r 8 (629) yılında Haz-
Ayrıca Esed b. Y e b r a h
rec k a b i l e s i n d e n E b û Zeyd el-Ensârî ile
U m a n l ı Ezdîler d e Medine'ye g e l m i ş ve
başkanlığındaki
A m r b. Âs es-Sehmî'yi, C ü l e n d â b. Mes-
Hz. P e y g a m b e r onların işlerini i d a r e et-
' û d ' u n iki o ğ l u A b d ve Ceyfer'e gönder-
m e k üzere M a h r e b e el-Abdî'yi görevlen-
di. Eğer Ezd halkı i m a n ederse A m r emîr
dirmişti. Bu a r a d a S e l e m e b. Ayaz el-
o l a c a k ; E b û Zeyd d e h a l k a n a m a z kıldı-
Ezdî b a ş k a n l ı ğ ı n d a Medine'ye gelen baş-
racak ve İslâm'ı öğretecekti. Resûl-i Ek-
k a bir heyet d e İslâm esaslarını ve iba-
r e m ' i n elçileri A b d ve Ceyfer ile Kızılde-
d e t şekillerini
niz sahilindeki S u h â r ş e h r i n d e g ö r ü ş t ü -
n a n Ezdliler E b û S u f r e el-Atekî, Mihne-
öğrendi. Debâ'da
bulu-
ler; her ikisi d e İslâmiyet'i k a b u l etti.
liler ise M e h r â b. E b y â d b a ş k a n l ı ğ ı n d a -
A m r ve E b û Zeyd Hz. P e y g a m b e r i n ölü-
ki heyetlerle Medine'ye gelip m ü s l ü m a n
m ü n e k a d a r U m a n ' d a kaldılar. Diğer bir
o l m u ş l a r d ı . İbn Sa'd, R e s ü l u l l a h ' ı n
rivayete g ö r e ise E b û Zeyd Resûl-i Ek-
kabilesinden Hâlid b. Dımâd'a bir m e k t u p
r e m ' i n v e f a t ı n d a n ö n c e Medine'ye dön-
yazdığını k a y d e d e r (et-Tabakât,
müştür.
Ezd
1, 267).
Hz. P e y g a m b e r i n v e f a t ı n d a n sonra La-
S u r a d b. A b d u l l a h el-Ezdî'nin başkan-
kît b. M â l i k Z ü ' t - t â c ' ı n reis o l d u ğ u Ezd
lığındaki o n on b e ş kişilik bir heyet 10
kabilesi D e b â ' d a
(631) yılında Medine'ye geldi ve Ferve b.
ü z e r i n e İ k r i m e b. E b û Cehil, H u z e y f e b.
i r t i d a d etti.
Bunların
ağırlandı.
M i h s a n ei-Bârıkî ve Arfece b. H a r s e m e
Heyet m e n s u p l a r ı Hz. P e y g a m b e r l e gö-
gönderildi. İrtidad e t m e y e n A b d ve Cey-
A m r ' ı n evinde m i s a f i r edilip
r ü ş t ü l e r ; M e d i n e ' d e on g ü n kalıp Resûl-i
f e r ile iş birliği y a p ı l a r a k kanlı bir sa-
E k r e m ' i n meclisine d e v a m ettiler ve İs-
v a ş t a n s o n r a isyan bastırıldı. Aynı şekil-
l â m i y e t ' e d a i r bazı bilgileri
öğrendiler.
d e d i n d e n d ö n e n Ezdîler'in Ş e n ü e kolu
Hz. P e y g a m b e r Ezdliler'in tavırlarını ve
ü z e r i n e O s m a n b. E b ü ' l - Â s gönderildi.
k o n u ş m a l a r ı n ı çok b e ğ e n d i , Surad b. Ab-
Müslümanlar
dullah'ı onlara emîr tayin etti; m ü s l ü m a n
r a t a r a k onların d a t e k r a r İ s l â m ' a dön-
Şenûeliler'i yenilgiye uğ-
olan a r k a d a ş l a r ı n a iyi d a v r a n m a s ı n ı ve
melerini sağladılar. Ezdliler Cemel Vak'a-
Esd
k a b i l e s i n d e n İslâmiyet'i k a b u l edenlerle
s ı ' n d a Hz. Â i ş e ' n i n s a f l a r ı n d a yer aldı-
ş e k l i n d e k a y d e d i l m e k t e y s e de fasih ve
birlikte Y e m e n l i m ü ş r i k l e r l e savaşması-
lar. Bu v a k ' a d a Ezd k a b i l e s i n d e n yakla-
yaygın olanı Ezd'dir. K a h t â n ' a k a d a r uza-
nı e m r e t t i . S u r a d b. A b d u l l a h d a ö n c e
şık 2 0 0 0 kişinin ö l d ü ğ ü
n a n nesebi şöyledir: Ezd b. Gavs b. N e b t
Cüreş halkını İslâm'a d a v e t etti. Kabul
Sıffîn M u h a r e b e s i ' n d e Ezdliler'in bir kıs-
b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân b. Sebe b. Yeş-
e t m e m e l e r i ü z e r i n e Cüreş'i k u ş a t t ı . Bir
m ı Hz. Ali'nin, bir kısmı d a Muâviye'nin
c ü b b. Y a ' r u b b. K a h t â n . Ezd kabilesi Ye-
ay k a d a r d e v a m e d e n k u ş a t m a d a n
bir
y a n ı n d a yer aldı. A b d u l l a h b. Z ü b e y r ' i n
m e n ve Serât'ta yaşayan Ş e n ü e kolu, Su-
s o n u ç a l a m a y ı n c a o r d u s u n u Şeker dağı-
halifeliği yıllarında o n a b i a t ettikleri an-
riye ve A r a b i s t a n ' d a yerleşen G a s s â n ko-
n a çekti. M ü s l ü m a n l a r ı n k u ş a t m a y ı kal-
l a ş ı l m a k t a d ı r . Emevîler d ö n e m i n d e
Kabilenin
adı bazı
kaynaklarda
46
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
sanılmaktadır.
ise
EZDÂD Câhiliye devrinden beri m ü t t e f i k l e r i olan
[
a n l a m alışverişi s o n u c u n d a ortaya çıktı-
EZDÂD
Rebîalar'la (Güney Arapları) i t t i f a k ede-
ğ ı n a i n a n a n l a r . Bu k a n a a t t e olan dilci-
( jUiVl )
rek T e m î m ve Kays kabilelerinden mey-
lere g ö r e zıt a n l a m l ı kelimeler
Arapça'da zıt a n l a m taşıyan kelimeler.
d a n a gelen Kuzey Arapları'na karşı cephe aldılar. Bilhassa Ezdli Mühelleb b. Ebû
a n c a k b u n l a r d a k i zıtlık aynı
d e ğ i ş i k lehçelerde farklı b i ç i m l e r d e kul-
Sufre'nin çevresinde H o r a s a n ' d a güçlen e r e k M e r v ' d e n B u h a r a ' y a yapılan se-
vardır;
kelimenin
lanılmasından
k a y n a k l a n m ı ş t ı r ve olay
Z ı d d ı n ç o ğ u l u olan e z d â d , b â a ( & )
şöyle g e l i ş m i ş o l m a l ı d ı r : Çeşitli çalışma-
ferlere k a t ı l m ı ş ve z a m a n z a m a n E m e v î
" s a t m a k - s a t ı n a l m a k " ve cevn "beyaz-
larla ilk d e f a kabilelerden kelimeler top-
idarecileri n e z d i n d e hayli n ü f u z kazan-
siyah, aydınlık-karanlık" gibi karşıt an-
lanırken b u n l a r ı n h a n g i s i n i n h a n g i ka-
mışlardır. Kendilerine m u h a l i f
lamlı
homopho-
bileye ait o l d u ğ u n a işaret edilmişti. Da-
geldikçe d e n ü f u z l a r ı kırılmıştır. Ezdli-
nes) i f a d e e t m e k için kullanılır. A n c a k
h a sonra bir araya getirilen kelimeler-
ler'in U m a n S u l t a n l ı ğ ı ' n i n siyasî haya-
iki ayrı a n l a m ı n zıt olabilmesi için her
d e n bir k ı s m ı n ı n zıt a n l a m l a r
t ı n d a ö n e m l i bir rolü vardır.
ikisinin d e aynı kategoriye g i r m e s i ge-
g ö r ü l d ü ve h a z ı r l a n a n sözlüklerde sade-
halifeler
kelimeleri
(antonymie
taşıdığı
meşhur
rekir (meselâ açık-kapalı, kötülük-iyilik).
ce bazılarının kabilesi belirtildiği için so-
liderlerin-
A r a p dilcilerinin b i r ç o ğ u n a g ö r e e z d â d
n u ç t a zıt a n l a m l ı kelimelerin
den A b d u l l a h b. Sa'd el-Ezdî, Emevîler'in
m ü ş t e r e k (eş sesli, h o m o n y m e ; lafızları
ğ u k a n a a t i n e varıldı. Meselâ h e m "be-
H o r a s a n valisi M ü h e l l e b b. E b û
Sufre,
aynı, mânaları başka yahut iki veya d a h a
yaz" h e m "siyah" a n l a m ı n a gelen cevn
Abbâsîler'in H o r a s a n valisi A b d ü l c e b b â r
fazla m â n a s ı olan) kelimelerin ayrı bir sı-
kelimesi, lehçeleri farklı iki kabilenin bir-
b. A b d u r r a h m a n el-Ezdî, m e ş h u r tarih-
nıfını teşkil eder. Şu farkla ki eş sesli ke-
biriyle t e m a s ı n e t i c e s i n d e b u m â n a l a r ı n
çi E b û M i h n e f Lût b. Y a h y â el-Ezdî, ta-
limeler f o n e t i k b a k ı m d a n birbirinin aynı
ikisini b i r d e n k a z a n d ı , c) Zıt a n l a m l ı ke-
rihçi M u h a m m e d b. Abdullah el-Ezdî, Kâ-
oldukları h a l d e iki veya d a h a çok m â n a -
limelerin
d ı l k u d â t Ö m e r b. M u h a m m e d
el-Ezdî,
ya eşit b i ç i m d e d e l â l e t ederler (meselâ
edenler. Bu dilcilere g ö r e b u t ü r keli-
Mâlikî f a k i h i H i ş â m b. A b d u l l a h el-Ezdî,
ayn: 1. "delik, göz, göze, pınar, a y m har-
m e l e r her ne k a d a r ş u a n d a var gibi gö-
M u s u l l u tarihçi E b û Zekeriyyâ Yezîd b.
fi"; 2. "altın"; 3. "casus"). Halbuki ezdâ-
r ü n ü y o r s a d a b u n l a r ı n asılları yine t e k
M u h a m m e d , Mâlikî f a k i h i ve m u h a d d i s
dın birbirinin aksi o l m a k üzere d o ğ r u d a n
mânaya
İsmâil b. İ s h a k C e h d a m î el-Ezdî, f a k i h
d o ğ r u y a iki a n l a m ı vardır. Yalnız E b ü ' t -
zenginleşince a n l a m l a r d a m e y d a n a ge-
E b û Ca'fer et-Tahâvî el-Ezdî, m u h a d d i s
Tayyib el-Lugavî (ö. 351/962) ç o ğ u n l u ğ u
len g e l i ş m e l e r d e n dolayı bir kısım keli-
E b ü ' l - F e t h el-Ezdî. İ m a m Ş â f i î ' n i n an-
o l u ş t u r a n b u g ö r ü ş s a h i p l e r i n d e n farklı
m e l e r zıt a n l a m l a r k a z a n m ı ş t ı r .
nesinin d e Ezdli o l d u ğ u rivayet edilir.
d ü ş ü n m e k t e ve zıt a n l a m l ı
Ezd kabilesine m e n s u p bazı kişiler ş u n l a r d ı r : Tevvâbîn'in
kelimelerin
bu gruba girmediğini söylemektedir.
BİBLİYOGRAFYA: İbnü'l-Kelbî, Nesebü Mecad uel-Yemeni'lkebîr (nşr. Nâcî Hasan), Beyrut 1408/1988, I, 54, 95, 133, 138, 328, 334, 343, 468, 470, ayrıca bk. İndeks; İbn Hişâm, es-Stre, IV, 233237; İbn Sa'd, et-Tabakât, 1, 267, 337, 351; IV, 241; Belâzürî, Fütüh (Fayda), s. 20-22; a.mlf., Ensâb, I, 14, 23, 29, 35, 47, 136, 193, 384, 532; İbn Hazm, Cemhere, s. 215, 243, 266, 330, 371, 377, 473, 484; Sem'ânî. el-Ensâb, I, 197-199; İbn Saîd el-Endelüsî, Neşuetü't-tarab fî târîhi Câhiliyyeti' l-'Arab (nşr. Nusret Abdurrahman), Amman 1982, 1, 188 vd.; Hemdânî, Şıfatü Cezîreti'l-cArab (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva'), Riyad 1397/1977, s. 60, 66, 67, 77, 117, 119, 147, 187, 197, ayrıca bk. İndeks; Nüveyrî, Nihâyetul-ereb, II, 311-320; Elmalılı, Hak Dini, İstanbul 1971, VI, 3956 vd.; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Mutlu), 1, 335-338; Neşet Çağatay, islâm Öncesi Arab Tarihi ue Câhiliye Çağı, Ankara 1971, s. 61-62, 95; Koksal, İslâm Tarihi (Medine), X, 114-121; Ömer Rıza Kehhâle, Mu'cemu kabâ'ili'l-'Arab, Beyrut 1982, I, 15-18; Mustafa Fayda, İslâmiyet'in Güney Arabistan'a Yayılışı, Ankara 1982, s. 20, 23, 53, 61 vd., 117-118, 129, 132-133; İbrâhim Ahmed el - Makhaff, Mu Ccemü'l-müdüni'l-kabâ 'iii'iYemeniyye, San'a 1985, s. 19-20; Mustafa Murad ed-Debbâğ, el-Kabâ'ilü'l-'Arabiyye ue selâ'ilühâ fîbilâdinâ Filistîn, Beyrut 1986, s. 162167; Semîr Abdürrezzâk el-Kutb, Ensâbü'l'Arab, Beyrut, ts., s. 140-152; M. Ahmed Câdelmevlâ Beg v.dğr., Eyyâmü'l-'Arab fi'l-Câhiliyye, Kahire 1361/1942, s. 120; Reckendorf, "Ezd", İA, IV, 430; G. Strenziok, "Azd", Et2 (tng.), 1,811-813. rr1
IHI HÜSEYİN ALGÜL
sonradan
bulundu-
oluştuğunu
dayanmaktadır.
kabul
Zamanla
dil
Genel olarak A r a p ç a ' d a varlığı k a b u l edilen e z d â d ı n ortaya çıkışını dil âlimle-
Öte y a n d a n Arapça'da ezdâdın gerçek-
ri bazı s e b e p l e r e b a ğ l a m ı ş l a r d ı r (bk. M.
t e n b u l u n u p b u l u n m a d ı ğ ı da t a r t ı ş m a ko-
Hüseyin Âl-i Yâsîn, MMİİr., X X X V / 2 , s. 336-
n u s u d u r . Bu h u s u s t a ortaya atılan gö-
343). Bunların
rüşleri iki g r u p t a t o p l a m a k
mümkün-
Lehçe farkları. B u n a göre, e z d â d d a n ka-
d ü r . t. E z d â d ı n varlığını k a b u l etmeyen-
bul edilen kelimelerin birçoğu y u k a r ı d a
başlıcaları
şunlardır:
lere g ö r e k e l i m e n i n i f a d e ettiği zıt an-
" b " şıkkında
l a m l a r d a n biri aslında m e v c u t o l m a y ı p
gelmiştir. Meselâ s ü d f e kelimesi T e m î m
s o n r a d a n ortaya çıkmıştır. Aksi takdir-
kabilesince "karanlık", Kays kabilesince
d e b u t ü r kelimelerin b u l u n d u ğ u
cüm-
"ışık" m â n a s ı n d a ; l e m e k a kelimesi Ukayl
lelerin g e r ç e k m â n a l a r ı n ı a n l a m a k im-
kabilesince "yazdı", Kays kabilesince "sil-
kansızlaşır; dolayısıyla
anlaş-
di" m â n a s ı n d a kullanılmıştır. 2. E z d â d ı n
m a güçleşir ve böylece dil bir a n l a ş m a
d o ğ m a s ı n d a kelimelerin şekillerinde mey-
vasıtası o l m a k t a n çıkar. Bu g ö r ü ş ü sa-
d a n a gelen değişikliğin ö n e m l i etkisi ol-
v u n a n l a r ı n b a ş ı n d a , Şeıhu'l-Faşîh
adlı
d u ğ u ileri s ü r ü l m e k t e ve b u değişiklik-
eserinde Arapça'da ezdâdın bulunmadı-
t e b a z a n t a s h ı f * . b a z a n d a t a h r i f i n rol
ğını ileri s ü r e n , h a t t a b u m a k s a t l a İbtâ-
oynadığı t a h m i n
lü'l-ezdâd
a d ı n d a bir d e k i t a p yazdığı-
h e m " o k u d u " h e m "yazdı" m â n a s ı n a ge-
karşılıklı
a ç ı k l a n a n yolla
1.
meydana
edilmektedir.
Meselâ
nı söyleyen İbn Dürüsteveyh (ö. 345/956)
len zebere k e l i m e s i n i n A r a p ç a ' d a k i asıl
g e l m e k t e d i r . 2. E z d â d ı n varlığını k a b u l
anlamı "yazdı" iken "okudu" m â n a s ı Fars-
edenleri d e ü ç g r u p t a t o p l a m a k m ü m -
ça p e l t e k z â (zâl) ile yazılan z e b e r e d e n
k ü n d ü r . a) A r a p ç a ' d a başlangıcından be-
alınmadır. A n c a k z a m a n l a peltek "z" se-
ri zıt a n l a m l ı kelimelerin o l d u ğ u n u ile-
si keskin " z " sesine d ö n ü ş ü p b u kelime-
ri sürenler.
ilgili
ler aynı harflerle yazılınca ortaya iki zıt
İbn
m â n a s ı olan bir k e l i m e çıkmıştır. Aynı
Fâris (ö. 3 9 5 / 1004) v e S ü y û t î d e savun-
şekilde h e m "gizledi" h e m "açıkladı" an-
m u ş t u r . İbn Fâris b u n a dair bir k i t a p ka-
lamındaki eserre fiili aslında "gizledi" mâ-
eserleri
olan
Bu
görüşü,
konuyla
müelliflerden
başka
l e m e a l a r a k o r a d a delillerini sıraladığını
n a s ı n d a d ı r . Bu k e l i m e eşerre ile ("açık-
b i l d i r m e k t e , a n c a k kitabın adını belirt-
ladı") karıştırılıp şın sesi sîn sesine dö-
m e m e k t e d i r . b) E z d â d ı n lehçeler arası
n ü ş t ü r ü l ü n c e iki ayrı m â n a i f a d e e d e r
47
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZDÂD h a l e gelmiştir. 3. Z a m a n l a dilin gelişme-
(bk. bibi. ve Seyyid Ya'kub Bekir, II, 108-
med
si s o n u c u
110; Mansûr Fehmî, II [19351, s. 229-230).
h a k b. H a s a n el-Harbî, Ubeydullah
kelimelerin
hakiki
mânaları
y a n ı n d a m e c a z i m â n a l a r d a ortaya çıkm ı ş ve b u n l a r ı n bir k ı s m ı h a k i k i m â n a nın aksini i f a d e edince k e l i m e ezdâdd a n sayılmıştır. Bu şekliyle A r a p ç a ' d a n b a ş k a dillerde bulunmayan muhtelif
ezdâd
konusu
üzerinde
ç a l ı ş m a l a r yapılmıştır.
Filolo-
jiye d a i r eserlerde, m e s e l â E b û
Ubeyd
el-Ğa-
K a s ı m b. S e l l â m ' ı n (ö. 2 2 4 / 8 3 8 )
rîbü'l-muşannef, bü'l-kâtib,
İbn Kuteybe'nin Ede-
Ebû Mansûr
Fıkhü'l-luğa
ve
es-Seâlibî'nin
haşâ'işü'l-'Arabiyye
ve İbn Sîde'nin e i - M u h a ş ş a ş ' ı n d a ezdâd a ayrılan fasıl veya b a b l a r d a n
başka
b u k o n u y l a ilgili o t u z d a n f a z l a m ü s t a k i l eser yazılmıştır (geniş bilgi için bk. Ahm e d Şerkâvî İkbal, s. 295-301; M. Hüseyin Âl-i Yâsîn, MMİIr., X X X V / 2 , s. 331-335). Bu eserlerin başlıcaları ş u n l a r d ı r : 1. K u t r u b (ö. 2 0 6 / 8 2 1 ) , el-Ezdâd ler], Islamica,
([nşr. H a n s Kof-
1931, V, 241-284, 385-461,
493-544). 2. A s m a î , Kitâbü'1
- Ezdâd
August Haffner, naşirin Şelâşetü
ezdâd'ı
([nşr.
kütüb fi'l-
içinde], Beyrut 1912, s. 5-70). 3.
E b û M u h a m m e d Abdullah b. M u h a m m e d b. H â r û n et-Tevvezî, el-Ezdâd
((nşr. M.
Hüseyin Âl-i Yâsîn], Beyrut 1983). 4. İbnü'sSikkît, Kitâbü'l-Ezdâd
([nşr. August Haff-
ner, nâşirin Şelâşetü
kütüb
fi'l-ezdâd'ı
içinde], Beyrut 1912, s. 163-220). S. E b û Hâtim
lafzuhû
fî kelâmi'l- cArab
c
li
Kitâbü'l-Maklûb
es-Sicistânî,
an cihetihî
ve'l-müzâ-
ve'l-ezdâd
Haffner, nâşirin Şelâşetü
([nşr. August
kütüb
fi'l-ezdâd'ı
içinde], Beyrut 1912, s. 71-162). 6. E b û Bekir İbnü'l-Enbârî, Kitâbü'l-Ezdâd
([nşr.
Enbârî, el-Ezdâd (nşr. M. Ebu I-Fazl İbrâhim), Beyrut 1407/1987, nâşirin mukaddimesi, I, s. A-C, ayrıca bk. s. 1-3; Ebü't-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü'l-Ezdâd (nşr. İzzet Hasan), Dımaşk 1963, I, 1-2; Müberred, Me'ttefaka lafzuh ve'htelefe ma'nâh mine'l-Kur'ani' 1-mecTd, Kahire 1350, s. 2-3; İbn Fâris, eş-Şâhibî, Beyrut 1984, s. 201202; İbn Sîde, el-Muhaşşaş, Beyrut 1398/1978, IV/13, s. 258-266; Süyûtî, el-Müzhir, 1, 387402; Muhammed b. Bedreddin el-Münşî, Risâtetil'l-ezdâd (nşr. M. Hüseyin Âl-i Yâsîn, MMİIr., XXXV/2 11404/19841 içinde), nâşirin mukaddimesi, s. 231-249; Keşfuz-zunûn, I, 115-116; Bağdatlı Mehmed Fehmî, Târîh-i Edebiyyât-ı Arabiyye, İstanbul 1332, s. 153-154; Sezgin, GAS, VIII, 66, 73, 89-90, 94, 133, 153, 177-178; Muhammed el-Antâkî, el-Vectz fî fıkhı'l-luğa, Beyrut 1969, s. 394-398; Hüseyin Küçükkalay, Kuran Dili Arapça, Konya 1969, s. 198-204; Seyyid Ya'kub Bekir, fiüşûş fî fıkhi'l-luğa, Beyrut 1970, II, 103-237; Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîhu âdâbi'l-'Arab, Beyrut 1394/1974, I, 196200; M. Hüseyin Âl-i Yâsîn, el-Ezdâd fi'l-luğa, Bağdad 1394/1974; a.mlf., "Risâletü'l-ezdâd l i - M u h a m m e d Cemâliddîn b. Bedriddîn elMünşî", MMİIr., XXXV/2 (1404/1984), s. 331343; Ma'a'l-Mektebe, s. 298-299; Ahmed Şerkâvî İkbal, Mu'cemul-me'âcim, Beyrut 1407/ 1987, s. 293-301; Mîşâi Âsî - Emil Bedî' Ya'kub, el-Muccemü'l-mufaşşal fi'l-luğa ue'l-edeb, Beyrut 1987, I, 423-425; Sıddîk Hasan Han, elBülğa fî uşûli'Tluğa (nşr. Nezîr M. Mektebî), Beyrut 1408/1988, s. 340-342; Mansûr Fehmî, "el-Ezdâd", MMLA, II (1935), s. 228-244; Muharrem Çelebi, "Arapça'da Ezdâd Meselesi", DÜİFD, IV (1987), s. 35-50; D. Reig, "Antonymie des semblables et correlation des opposes en arabe", BEO, XXIV (1971), s. 135-155; [G.] Weil, "Ezdâd", İA, IV, 4.31-433; a.mlf., "Addâd", El2 (İng.), I, 184-186; Abdülfettâh Bedevî, "elEzdâd", DMİ, II, 295-303.
M. T. Houtsma], Leiden 1881; [nşr. MuH
MUHARREM
ÇELEBI
r
fî
kelâmı
1-'Arab
([nşr. İzzet Hasan], I-1I, Dımaşk 1963). 8. İ b n ü ' d - D e h h â n , el-Ezdâd
fi'l-luğa
([nşr.
^
r
nâşirin Şelâşetü
fi'l-ezdâd'ımn
zey-
linde], Beyrut 1913, s. 221-254). 10. Muhy i d d i n M ü n ş î (ö. 1001/1592),
ezdâd
.
n
)
G a s s â n î ile Nasr b. E b û Nasr et-Tûsî ve Ebü'l-Hasan
b. C â m i ' rivayette bulun-
m u ş l a r d ı r . H a d i s t e h â f ı z olan
Ezdî'nin
rivayet ettiği hadisleri öğrencisi İbn Cüel-Gassânî M u c c e m ' i n d e
mey'
topla-
mıştır. Ezdî cesur bir â l i m o l u p Abbâsîler devrinde yaşadığı halde eserinde onları açıkça t e n k i t e t m i ş , halife ve valilerin yaptıkları z u l ü m ve haksızlıklara yer vermiş, hatta
Emevîler'in A b b â s î l e r ' d e n
daha
hayırlı bir h â n e d a n o l d u ğ u n u söylemekten çekinmemiştir. Eserleri. 1. Târîhu'l-Mevşıl.
Musul'un
tarihi h a k k ı n d a yazılmış ilk eser olup mahallî t a r i h yazıcılığının g ü z e l örneklerinden birini teşkil eder. T a m a m ı üç cilt olan eserin s a d e c e 11. cildi g ü n ü m ü z e intikal e t m i ş t i r . Ezdî, 1 0 1 - 2 2 4 (719-838) yılları a r a s ı n d a k i olayları ihtiva e d e n b u ciltte M u s u l ' d a h ü k ü m s ü r e n h â n e d a n l a r , bur a d a m e y d a n a gelen ö n e m l i siyasî olaylar h a k k ı n d a bilgi v e r m e k t e ,
Musul'da
valilik ve kadılık y a p a n l a r l a d i ğ e r bazı önemli
simaların
biyografilerini
anlat-
m a k t a d ı r . Ayrıca bazı valilerin faaliyetlerinden, b u n l a r ı n D ı m a ş k ve
Bağdat'-
t a k i m e r k e z î h ü k ü m e t l e o l a n ilişkilerind e n , halifelerin M u s u l ' u n y ö n e t i m i y l e ilgili d ü ş ü n c e l e r i n d e n , şehrin m â r u z kaldığı felâketlerden, M u s u l ve civarına yerleşen Y e m e n l i
kabilelerin
ensâbından,
m e n s u p ü n l ü s i m a l a r d a n b a h s e d e r . Mü-
ihtilâli, zındıkların
Halife
Abbâsî
Mehdî-Billâh
ve Hâdî-İlelhak z a m a n ı n d a k i faaliyetlegelen
d e k i T ü r k n ü f u z u ve M u h a m m e d b. Hâmid
et-Tûsî'nin
B â b e k e l - H ü r r e m î ile
s a v a ş m a s ı gibi h u s u s l a r d a n d a bahseder. Ezdî birçok k o n u d a Taberi'nin Tâ-
M u s u l l u tarihçi ve m u h a d d i s . L
rihine t a h s i s e t m e k l e b e r a b e r
çeşitli savaşlar, M u ' t a s ı m - B i l l â h devrin-
Risûletü'l-
([nşr. M. Hüseyin Âl-i Yâsîn], MMlir.,
b. M u h a m m e d et-Tûsî, İbn C ü m e y ' el-
ri, d o ğ u d a ve k u z e y d e m e y d a n a
Ebû Zekeriyyâ (Ebû Zekve) Yezîd b. M u h a m m e d b. İyâs el-Mevsılî el-Ezdî (ö. 3 3 4 / 9 4 5 - 4 6 )
([nşr. August Haffner,
kütüb
J
EZDİ, Yezîd b. Muhammed ( ı^JjVI -u* j j
içinde). 9. R a d ı y y ü d d i n es-
S â g â n î , el-Ezdâd
rivayet e t m i ş , k e n d i s i n d e n d e M u z a f f e r
ellif eserini e s a s itibariyle M u s u l ' u n ta-
(bk. CEHDAMÎ).
I_
M. Hasan Âl-i Yâsîn], Bağdad 1963, Mefâ'i-
sü'l-mahtûtât
b. Saîd b. M i h r â n , M u t a y y e n el-Hadram î ve d i ğ e r bazı m u h a d d i s l e r d e n h a d i s
d a k i k a h r a m a n l ı k l a r ı n d a n , b u kabilelere
EZDİ, İsmâil b. İshak
rut 1407/1987). 7. Ebü't-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü'l-Ezdâd
b.
siyasî s a h a d a k i etkinlikleri v e savaşlar-
m e d eş-Şinkîtîl, Kahire 1325; [nşr. Muhamm e d Ebul-Fazl İbrâhim], Küveyt 1960; Bey-
el-Mevsılî, İs-
G a n n â m , Ali b. H a s a n el-Kattân, H a s a n
BİBLİYOGRAFYA:
h a m m e d Abdülkadir Saîd er-Râfiî — Ah-
b. E b ü ' l - M ü s e n n â
J
B a ğ d a d 1404/ 1984, X X X V / 2 , s. 331-375).
rih'ini
e s a s a l m ı ş ve o n u n t e s i r i n d e kal-
mıştır. B u n u n l a b e r a b e r T a b e r î ' n i n Kaynaklarda
hayatı
hakkında
yeter-
A r a p ç a ' d a e z d â d ı n varlığı, sayısı ve ge-
li bilgi y o k t u r . Kadılık y a p t ı ğ ı bilinmek-
lişmesi eski müellifler kadar ç a ğ d a ş araş-
le b e r a b e r h a n g i ş e h i r d e ve h a n g i ta-
t ı r m a c ı l a r ı n d a d i k k a t i n i ç e k m i ş ve b u
rihlerde b u g ö r e v d e b u l u n d u ğ u
k o n u o n l a r t a r a f ı n d a n d a incelenmiştir
e d i l e m e m i ş t i r . Ezdî, M u h a m m e d b. Ah-
tesbit
ve
diğer tarihçilerin kaydettiği birçok önemli olaya eserinde yer v e r m e m i ş t i r . Abbâsî Halifesi E b û Ca'fer e l - M a n s û r ' u n amcası Abdullah b. Ali'ye yazdığı e m a n mek-
48 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZEL t u b u n u n t a m m e t n i ve bazı
muhaddis
ve â l i m l e r i n h a y a t l a r ı n a d a i r sadece Târîhu'1-Mevsıl'ûe
malumat bulunmak-
t a d ı r . 7 0 0 beyit k a d a r şiirin yer aldığı eserde z a m a n z a m a n çeşitli ilmî meselelere ve t a r t ı ş m a l a r a d a t e m a s edilmektedir. Kitapta 124 (741-42) ve 152 (769) yıllarına a i t olayların a t l a n m ı ş o l m a s ı ya m ü s t e n s i h h a t a s ı veya m ü e l l i f i n b u yıll a r d a cereyan e d e n olayları k a y d a değ e r g ö r m e m e s i y l e izah edilebilir. kitabını
çeşitli
k a y n a k l a r d a n ve
Ezdî şifahî
rivayetlerden istifade e d e r e k hazırlamıştır. İbn E b û Tâhir Tayfûr, Taberî ve Ya'-
Târih'leri,
kübî'nin
cü'z-zeheb'i,
Mürû-
Mes'üdî'nin
el-Ma câ-
İbn Kuteybe'nin
el-Ah-
rif'i, E b û H a n î f e ed-Dîneverî'nin
bâru't-tıvâl'ı, Vülât
E b û Ö m e r el-KindFnin el-
ve'l-kudât'ı,
hu'l-büldân'ı
Fütû-
Belâzürî'nin
eserin başlıca kaynakla-
rını teşkil eder. S a h a s ı n d a k i en başarı-
Ezdî, Târthu'l-Mevsıl (nşr. Ali Habîbe), Kahire 1387/1967, nâşirin mukaddimesi, s. 6-31; İbn Cümey' el-Gassânî, Mu'cemuş-şüyûh (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1407/1987, 11, 379; İbn Mâkûlâ, el-İkmâl, 1, 176-177; Yâküt, Mucemü'l-büldân, V, 225; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, 1, 11; Zehebî, A'lâmun-nübelâ', XV, 386-387; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, 111, 894895; İbn Hacer, Lisânul-MIzân, 111, 257, 261262; a.mlf., Tehzîbü't-Tehztb, III, 297; Sehâvî, el-l'lân bi't-tevbîh, s. 283; Süyûtî, Tabakâtü'lhuffâz (Ömer), s. 366; Keşfuz-zunûn, I, 307; Brockelmann, GAL Suppl, 1, 210; A. J. Arberry, The Chester Beatty Library A Hand List of the Arabic Manuseripts, Oxford 1955, 1, 11; Kehhâle, Mucemul-muelliftn, XIII, 238; Sezgin, GAS, I, 348, 350; Müneccid, Mu'cem, III, 49-50; F. Rosenthal, A History of Müslim Historiography, Leiden 1968, s. 121, 153-154, 482, 545; a.mlf., "al-Azdı", El2 (İng.), I, 813; Paul G. Forand, "The Governors of Mosul According to al-Azdı's Tarikh al-Mawsil", JAOS, LXXX1X (1969), s. 88-105. [Tl ISI
k ı m ı n d a n d a değerli ve orijinal bir kayn a k t ı r . İzzeddin İ b n ü ' l - E s î r ve İbn Hald û n gibi p e k ç o k tarihçi M u s u l tarihiyle ilgili olaylarda Târîhu'l-Mevşıl'i
kay-
n a k o l a r a k k u l l a n m ı ş , h a t t a bazı kısımları i k t i b a s e t m i ş t i r . Bilinen t e k n ü s h a s ı C h e s t e r B e a t t y koleksiyonu
(Dublin-İr-
landa) a r a s ı n d a b u l u n a n (nr. 3030) Tâ-
rîhu'1-Mevşıl'in
Kahire Dârü'l-kütübi'l-
Mısriyye (Tarih, nr. 2475) ve el-Hizânetü't-Teymûriyye'de
fotokopileri
(Tarih,
nr. 2303) m e v c u t t u r . Eser Ali H a b î b e tarafından
neşredilmiştir
1967). 2. Kitâbü
(Kahire
K a y n a k l a r d a adı Kitâbü
miri
bü
c
c
bi'l-Mevşıl, Tabakatü
Kitâ-
)
S ö z l ü k t e k ı d e m * ile e ş a n l a m l ı o l a r a k
lıklara d a ezelî sıfatı n i s b e t edilebilir-, meselâ a ' y â n - ı s â b i t e * n i n Allah'ın ilmind e ezelî o l d u ğ u söylenir. A n c a k b u nisbî ve itibarî bir ezeliyet o l u p gerçek anlamd a ezelîlik yalnız Allah'a m a h s u s t u r . Bu f a r k ı v u r g u l a m a k ü z e r e Allah'ın ezelîli-
r a t ü r d e " k a d î m " ve "ezelî"
anlamında
l e m yezel, " b â k î " ve "ebedî" a n l a m ı n d a lâ yezâl tabirleri d e g e ç m e k t e d i r . İlk İslâm filozofu o l a r a k bilinen ve aykelâmcılarla y a k ı n
ilişkisi
b u l u n a n Y a ' k ü b b. İ s h a k el-Kindî, ezelî
için bir b a ş l a n g ı ç d ü ş ü n ü l e m e z ,
çünkü
bilginleri ezelin, "yok o l m a d ı , zeval bul-
bağlı değildir, b u sebeple o n u n illeti yok-
m a d ı " m â n a s ı n d a k i l e m yezel fiilinden
t u r . Ezelî varlık istihâle g e ç i r m e z ; çün-
ihtisar e d i l m i ş olabileceğini (lemyezel —
k ü istihale bir d e ğ i ş m e d i r ve ezelî var-
yezeliyyün — ezeliyyün — ezel) d ü ş ü n m ü ş -
lık d e ğ i ş m e z , e k s i k l i k t e n t a m l ı ğ a d o ğ r u
lerdir (bk. Lisânul-'Arab,
d a olsa b a ş k a l a ş m a z . Ezelînin eksik var-
"ezl" md.).
sûresinin 3. âyetinde yer alan, " 0 evveldir ve â h i r d i r " i f a d e s i n d e k i "evvel" kelimesi
halk, i b d â ' , inşâ, tekvin gibi h u s u s l a r a
Tehzîb, III, 297; İbn Mâkûlâ, I, 176-177) ve
dair âyetlerle Allah'ın d o ğ m u ş olmadığını,
b a ş t a m u h a d d i s l e r o l m a k ü z e r e Musul'-
bir benzerinin b u l u n m a d ı ğ ı n ı , hiçbir şeye
d a y e t i ş m i ş â l i m l e r i n biyografilerini ih-
ihtiyacı o l m a y ı p h e r şeyin o n a
tiva e d e n eser z a m a n ı m ı z a intikal et-
olduğunu, bütün kusurlardan münezzeh
m e m i ş t i r . H a k k ı n d a k i bilgiler çeşitli ri-
b u l u n d u ğ u n u i f a d e e d e n âyetler d e do-
câl ve t a b a k a t k i t a p l a r ı n d a m e v c u t na-
laylı olarak Allah'ın varlığının ezelî ve ka-
kil ve i k t i b a s l a r a d a y a n m a k t a d ı r . 3. el-
d î m o l d u ğ u n u , O ' n d a n b a ş k a hiçbir var-
Kabâ'il
lığın b u vasıfla
ne-
Özellikle vahdet-i v ü c û d c u d ü ş ü n ü r l e re g ö r e Allah'ın d ı ş ı n d a k i bir kısım var-
sürekli o l a r a k vardır. Varlığı b a ş k a s ı n a
ehli'l-
kollarından,
d a g ö r ü ş ve i n a n ç birliğine varmışlardır.
b u l u n m a m a k t a d ı r . Bu s e b e p l e bazı dil
Tehzîbut-
ş e n çeşitli kabilelerin
lar y a n ı n d a ezelî ve ebedîliği k o n u s u n d a
n a s ı n d a k i ezl k ö k ü y l e bir a n l a m ilişkisi
ehli'l-
M u s u l ' a gelip yerle-
müslümanlar,
t e r i m i n i "yok o l m a s ı i m k â n s ı z varlık" di-
o l d u ğ u m â n a s ı n d a anlaşılmıştır. Ayrıca
ve'1-hıtat.
ifadeler sebebiyle b ü t ü n
Allah'ın varlığı ve birliği gibi itikadî esas-
y e t a r i f eder. O n a g ö r e ezelînin varlığı
gi-
301; Yâküt, V, 225; İbn Hacer,
dığı y ö n ü n d e k i b u d o ğ r u d a n veya dolaylı
"başlangıcı o l m a m a " a n l a m ı n a gelir. Ezel
Tabakâtü'l-
muhaddişi'l-Mevsıl
Allah'ın varlığının bir başlangıcı bulunma-
kelimesinin "şiddet, darlık, hapislik" mâ-
bi d e ğ i ş i k şekillerde kaydedilen (Ezdî, s.
Târîhu
âlimlerince A l l a h ' ı n ezelî o l d u ğ u m â n a s ı n d a anlaşılmıştır. K u r ' a n ve S ü n n e t ' t e
nı z a m a n d a
İslâm âlimleri t a r a f ı n d a n A l l a h ' ı n ezelî
Mevşıl,
h î d " , 22; Tirmizî, " M e n â k ı b " , 74), İslâm
el-Cîlî, I, 101-102, 104). Ayrıca İ s l â m î lite-
Başlangıçsız z a m a n , zihnen başlangıcı düşünülemeyen süre, varlığın geçmişte sonsuzca d e v a m etmesi a n l a m ı n d a felsefe ve k e l â m terimi. L _J
d e ve h a d i s l e r d e g e ç m e z . A n c a k H a d î d
Tabakatü
h a d i s ( M ü s n e d , IV,
431, 432; Buhârî, " B e d ' ü l - h a l k " , 1, "Tev-
âzâl" terkipleri kullanılmıştır (Abdülkerîm
(
ve'l-muhad-
muhaddişî
disiyle birlikte hiçbir şey y o k k e n Allah vardı" a n l a m ı n d a k i
ği için " e l - e z e l ü ' l - m u t l a k " veya "ezelü'l-
Ezel ve ezelî kelimeleri Kur'ân-ı Kerîm'-
ehli 7 - Mevsıl,
Mevşıl,
ulemâ'
Tabaka-
ehli'1 -Mevsıl,
Tabakâti'l- ulemâ' min
1387/
Tabakâti'l-muhaddi-
ti'l- culemâ' dişîrı
OZAYDIN
siyasî t a r i h a ç ı s ı n d a n o l d u ğ u ka-
d a r ilim, k ü l t ü r ve m e d e n i y e t tarihi ba-
şîn.
ABDÜLKERİM
Târîhu'l-
lı ç a l ı ş m a l a r d a n k a b u l edilen
Mevşıl
redilmiştir (İbn Mâce, " D u ' â 5 " , 10). "Ken-
BİBLİYOGRAFYA:
muhtaç
nitelendirilemeyeceğini
g ö s t e r m e k t e d i r . Aynı m a h i y e t t e k i anla-
s e p l e r i n d e n , onlarla ilgili h a b e r ve riva-
tımlar hadislerde de görülür.
y e t l e r d e n ve İ s l â m î devirde yetişen â l i m
başka Allah'ın d o k s a n d o k u z isminin sıra-
Bundan
ve f a k i h l e r d e n b a h s e d e n bir eser o l u p
landığı h a d i s t e ezeliyeti i f a d e eden evvel,
(Ezdî, s. 96) g ü n ü m ü z e u l a ş m a m ı ş t ı r .
m ü b d i ' , t â m gibi isimlerle birlikte ezelî ile aynı m â n a y a gelen k a d î m ismi de zik-
lık o l m a s ı m ü m k ü n d e ğ i l d i r ; zira o, kendisini d a h a y e t k i n kılacak bir
duruma
d o ğ r u d e ğ i ş i m e u ğ r a m a z . Şu h a l d e ezelî varlık z o r u n l u o l a r a k t a m d ı r
(Resâ'il,
s. 113-114). Öte y a n d a n m a d d î varlık cinsleri ve türleri olan varlıktır, ezelînin ise cinsi yoktur-, b u n a göre m a d d î varlık ezelî o l a m a z . Kindî çeşitli aklî deliller göst e r e r e k h a r e k e t ve z a m a n ı n d a ezelî olm a d ı ğ ı n ı i s p a t l a m a k t a ve s o n u ç o l a r a k s a d e c e "gerçek bir"in yani A l l a h ' ı n ezelîlikle nitelendirilebileceğini ortaya koym a k t a d ı r (a.e., s. 113-122, 153, 215). Fâr â b r y e g ö r e d e t a m a n l a m ı y l a ezelî olan s a d e c e "ilk varlık" y a n i Allah'tır. Zira ilk varlık d i ğ e r b ü t ü n varlıkların ilk sebebidir. O b ü t ü n eksiklik çeşitlerinden mün e z z e h t i r ; e n şerefli ve e n k a d î m varlıktır. O bilfiil v a r d ı r ; bilkuvve var o l d u ğ u , y a h u t herhangi bir şekilde yok olmasının da m ü m k ü n
bulunduğu
düşünülemez.
49 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZEL B u n d a n dolayı O ezelîdir ve ezelî o l m a s ı
ezelî o l d u ğ u
için varlığının geriye d o ğ r u d e v a m etme-
Ontolojik delil, Tann'yı " y o k l u ğ u mantı-
öncülüne
dayanmaktadır.
sini s a ğ l a y a c a k b a ş k a bir şeye ihtiyaç
k e n d ü ş ü n ü l e m e y e n varlık" o l a r a k ka-
(Arâ'ü
bul e d e r e k yola çıkar; k o z m o l o j i k delilin
g ö s t e r m e k s i z i n varlığı süreklidir ehli'l-medîneti'l-fâzıla,
s. 37-38).
A n c a k g e r e k Fârâbî gerekse d a h a açık ve ayrıntılı o l a r a k İbn Sînâ, A r i s t o ' n u n
ğildir. Ç ü n k ü Tanrı z a m a n ü s t ü d ü r , za-
â l e m i n ezelîliği y ö n ü n d e k i
görüşlerinin
m a n ı n dışındadır. Bu s e b e p l e "ilk" keli-
etkisiyle, Yeni E f l â t u n c u s u d û r teorisin-
m e s i b u r a d a ontolojik m â n a d a kullanıl-
d e n d e f a y d a l a n a r a k z â t ve z a m a n ba-
mıştır. Yine Tanrı ezelî o l m a s a y d ı teleo-
k ı m ı n d a n o l m a k ü z e r e iki t ü r l ü ezelîlik
lojik delil, â l e m d e k i n i z a m ve gayeyi ka-
k a b u l etmişlerdir. B u n a g ö r e Tanrı z â t
ostan çıkarmak gibi bir mecburiyetle kar-
ve m e r t e b e b a k ı m ı n d a n ezelîdir; ş u an-
şı karşıya kalırdı ki b u i m k â n s ı z d ı r .
l a m d a ki O illeti b u l u n m a y a n varlık o l u p illetidir
J j M
)
M u h a m m e d Zahîrüddîn Mîrzâ Alî Baht b. Sultân M u h a m m e d Velî Gürgânî (ö. 1 2 3 4 / 1 8 1 8 )
"ilk sebep" t e r i m i n d e k i "ilk" kelimesi zam a n a ç ı s ı n d a n ö n c e olan a n l a m ı n d a de-
kendisi d i ğ e r b ü t ü n varlıkların
EZFERÎ
(
L
Vâki 'ât-1 Ezferî adlı hatıratı ile t a n ı n a n şair, B â b ü r l ü şehzadesi.
J
1 1 7 2 ' d e ( 1 7 5 8 ) D e l h i ' d e Lâl K a l e ' d e (Red Fort) d o ğ d u . Evrengzîb'in s o y u n d a n
Kelâmcılar, varlıkları ezelî o l u p olma-
o l u p M u i z z ü d d i n C i h a n d a r Şah'ın kızı İf-
maları b a k ı m ı n d a n başlıca üç kısma ayır-
f e t Ârâ B e g ü m ' ü n t o r u n u d u r . İlk öğre-
ve b u m â n a d a ezelî o l a r a k b ü t ü n varlık-
mışlardır. a) H e m ezelî h e m e b e d î olan
nimini Delhi'de g ö r d ü . Diğer B â b ü r l ü şeh-
l a r d a n öncedir. F a k a t Tanrı ezelî bir se-
varlık; b u iki s ı f a t s a d e c e Allah'a mah-
zadeleri gibi o n a d a İngiliz D o ğ u Hindis-
b e p t i r ve b u n d a n dolayı O ' n u n eserleri-
s u s t u r . b) Ne ezelî n e d e e b e d î olan var-
t a n Şirketi t a r a f ı n d a n bir m i k t a r tahsi-
nin d e ezelî o l m a s ı g e r e k i r ; b u d a âle-
lık: Kâinat, c) Ezelî o l m a y ı p e b e d î olan
s a t ayrılmıştı. Cihandar Şah z a m a n ı n d a n
m i n bir eser (ma'lûl) o l a r a k z a m a n bakı-
varlık: Âhiret. B u n u n aksi, yani ezelî o l u p
( 1 7 1 2 - 1 7 1 3 ) beri prensler s a r a y d a
çok
m ı n d a n ezelî o l d u ğ u s o n u c u n u d o ğ u r u r
d a e b e d î o l m a y a n bir varlık d ü ş ü n ü l e -
sıkı bir g ö z e t i m a l t ı n d a t u t u l d u ğ u
için
(İbn Sînâ, eş-Şifâ',
m e z ; ç ü n k ü " k ı d e m i s â b i t olanın a d e m i
Ezferî d e hayatının ilk o t u z yılını b u r a d a
s. 266-268). Şu h a l d e
"yokluk ve zıtlık a n c a k ay feleğinin altınd a k i şeyler için söz k o n u s u d u r " (Fârâbî,
Arâ'ü
ehli'l-medîneti'l-fâzıla,
i m k â n s ı z d ı r " (et-Ta crîfât, "ezelî" md.). Ezelî k e l i m e s i n i n n i s b e t i f a d e e t t i ğ i n e
s. 37). Bu
b a k a r a k Allah'ın zâtının "ezel" denilen bir
şekilde Allah'ın z â t b a k ı m ı n d a n ezelî ol-
ş e y d e hasıl o l d u ğ u n u d ü ş ü n m e k u y g u n
d u ğ u h u s u s u n d a İ s l â m filozofları ile ke-
b u l u n m a m ı ş t ı r ; zira b u d u r u m d a Allah'ın
lâmcılar
bulun-
z â t ı n ı n bir şeye m u h t a ç o l d u ğ u izlenimi
m a k l a birlikte, kelâmcılar Allah'ın z â t ve
d o ğ m a k t a d ı r . Ezelî, "hiç evveli o l m a y a n
s ı f a t l a r ı n d a n b a ş k a ezelî varlık k a b u l et-
(lem yezel) varlık" d e m e k t i r . Allah'ın zâtı-
m e n i n i m k â n s ı z o l d u ğ u n u söylerken Fâ-
nın "lem yezel" olması, g e ç m i ş t e O ' n u n
r â b î ve İbn Sînâ gibi bazı İslâm d ü ş ü n ü r -
varlığı b u l u n m a k s ı z ı n h e r h a n g i bir zama-
arasında
görüş
leri A l l a h ' ı n z â t ı y a n ı n d a
birliği
â l e m i n , yani
nın g e ç m e m i ş o l d u ğ u a n l a m ı n a gelir. Ba-
feyz ve s u d û r s ü r e c i n d e yer a l a n akıllar,
zı bilginler, Allah h a k k ı n d a z a m a n fikrini
nefisler, felekler gibi k o z m i k varlıkların
hatıra getirir ve t e n z i h akîdesini zedeler
z â t b a k ı m ı n d a n Tanrı'ya bağlı ve O ' n d a n
düşüncesiyle,
s o n r a , z a m a n b a k ı m ı n d a n ise ezelî ol-
denilmesini d e u y g u n b u l m a m ı ş l a r d ı r .
d u ğ u n u s a v u n m u ş l a r d ı r . Bu y ü z d e n d e k e l â m c ı l a r t a r a f ı n d a n ş i d d e t l e eleştirilm i ş , h a t t a z a m a n z a m a n t e k f i r edilmişlerdir. A n c a k b u onların nihaî g ö r ü ş ü değildir; n i t e k i m Fârâbî, "Allah z a m a n olmaksızın
bir a n d a feleği y a r a t m ı ş
onun hareketi sonucunda z a m a n d a n a gelmiştir" (el-Mecmu,
ve
mey-
s. 27) demek-
tedir. E b û Bekir er-Râzî ise Fârâbî ve İbn S î n â ' d a n d a h a d a ileri g i d e r e k Allah ile birlikte nefis, z a m a n , m e k â n (halâ) ve m a d d e n i n d e (heyülâ) ezelî o l d u ğ u n u iddia e t m i ş t i r (bk. ÂLEM; H U D Û S ; KIDEM). İ s l â m a k a i d i n e g ö r e Allah için bir başlangıç ve son d ü ş ü n ü l e m e z . O h e p vardı ve d a i m a var olacaktır; y o k l u ğ u d ü ş ü n ü l e m e y e n v â c i b ü ' l - v ü c û d d u r . O ' n u n bul u n m a d ı ğ ı bir z a m a n d ü ş ü n ü l ü r s e sonr a d a n (hâdis) o l d u ğ u k a b u l e d i l m i ş o l u r ; h â d i s olan ise Tanrı olamaz. Eğer O ezelî varlık k a b u l e d i l m e z s e ontolojik, kozmolojik ve teleolojik delillerden vazgeçilmesi gerekir. Çünkü her üç delil de Tanrı'nin
"Allah
ezelde
mevcuttu"
Şah
t e ( 1 7 8 9 ) s a r a y d a n kaçtı. Bir s ü r e kaldığı Ceypûr ve C o d p û r yoluyla
Leknev'e
g i t t i ; o r a d a Eved (Oud) h â k i m i Âsafüddevle t a r a f ı n d a n iyi karşılandı. Bu arad a Lâl Kale'de g ö z e t i m a l t ı n d a b u l u n a n ailesi d e k a ç a r a k b u r a y a geldi. Âsafüddevle h e p s i n e m a a ş b a ğ l a d ı . Yedi yıl kad a r Leknev'de o t u r d u k t a n s o n r a P a t n a yoluyla M a k s u d â b â d ' a (Mürşidâbâd) har e k e t etti ve 1 7 9 7 ' d e oraya ulaştı. Maks u d â b â d ' d a bir süre kalıp Madras'a gitti; b u r a d a nevvâbın m a d d î ve m â n e v î yardımlarını g ö r d ü ve ö l ü m ü n e k a d a r Madras'ta yaşadı.
BİBLİYOGRAFYA: Lisânü'l-'Arab, "ezl" md.; Cürcânî, et-Ta'rîfât, "ezelî" md.; a.mlf., Şerhu'l-Meuâkıf, İstanbul 1311, III, 22-23; İbrâhim Medkûr, el-Mu'cemü'l-felsefî, Kahire 1399/1979, "ezelî" md.; Müsned, IV, 431, 432; Buhârî, "Bed'u 1-halk", 1; "Tevhîd", 22, "Meğâzî", 67, 74; İbn Mâce, "Du'â 5 ", 10; Tirmizî, "Menâkıb", 74; Kindî, Resâ'il, s. 113-122, 153, 169, 185, 194, 215; Fârâbî, Arâ'ü ehli'l-medîneti'l-fâzıla (nşr. A. Nasri Nâdir), Beyrut 1986, s. 37-38; a.mlf., el-Mecmu, Kahire 1325/1907, s. 27; Eş'arî, Makalât (Ritter), İstanbul 1930, II, 517-518; İbn Sînâ, eş-Şifâ' (nşr. İbrâhim Medkûr), Tahran 1363, s. 264-268; a.mlf., er-Risâle fi'l-hudûd {Resâ'ii içinde), Kahire 1326, s. 102; BeyhakI, el-Esmâ' ue'ş-şıfât, s. 9-11; Gazzâlî, el-Makşadü'l-esnâ, s. 135-136; a.mlf., Tehâfütü'l-felâsife (nşr. Mâcid Fahrî), Beyrut 1982, s. 48 vd.; Baklî, Meşrebü'l-eruâh, s. 218-219; Fahreddin er-Râzî, Şerhu esmâ' illâhi'l-hüsnâ, Kahire 1396/1976, s. 323 vd., 355-356; Amidî, el-Mübîn, s. 118-119; a.mlf., Ğâyetü'l-merâm, s. 246-247; Devvânî, Şerhu'l-'Akâ'id, İstanbul 1317, I, 76-78; Abdülkerîm el-Cîlî, el-İnsânü'l-kâmil, Kahire 1402/ 1981, I, 100-104; Beyâzîzâde, işârâtü'l-meram, s. 88, 90, 91, 111. [fi «41
geçirdi. Önceleri çok iyi g e ç i n d i ğ i
Âlem'le d a h a sonra arası açıldı ve 1203'-
A H M E T SAİM K I L A V U Z
Ezferî A r a p ç a , Farsça, T ü r k ç e ve Urd u c a biliyordu. Tıp, astroloji, remil, naz ı m ve vezin t e k n i ğ i gibi d e ğ i ş i k alanl a r d a g e n i ş bilgi sahibiydi. A n c a k d a h a çok şiirle ilgilendi. Urduca bir divanı yan ı n d a Farsça ve Türkçe şiirleri b ü y ü k bir y e k û n teşkil e t m e k t e y d i . Ayrıca A r a p ç a , Farsça ve Türkçe kelimeleri
kullandığı
"rîhte" denilen Urduca şiirleri d e vardır. Hâtıratının s o n u n d a b a h s e t t i ğ i diğer bazı çalışmaları gibi Farsça ve Türkçe şiirleri d e k a y b o l m u ş t u r . Eserleri. Vûkı'ât-ı
Ezferî (Madras 1958).
Ezferî 1 7 9 7 ' d e M a k s u d â b â d ' d a yazmaya b a ş l a d ı ğ ı b u Farsça kitabını 1 8 0 6 ' d a M a d r a s ' t a t a m a m l a m ı ş t ı r . Eser, 1788'd e Delhi'yi ele geçiren ve k a m a s ı y l a Bâb ü r l ü H ü k ü m d a r ı II. Şah  l e m ' i n gözlerini çıkaran G u l â m Kadir Rohilla'nın geçici yükselişinin tarihî bir değerlendirmesiyle birlikte Ezferî'nin ş a h s î tecrübelerini, hâtıralarını ve 1 8 0 6 ' y a k a d a r gör-
50 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZGİ, Mehmet Suphi d ü ğ ü yerler h a k k ı n d a k i
müşâhedelerini
ihtiva e t m e k t e d i r . Vâkı'ât'm
y a z m a bir
a s l ı n d a n ö n c e Terceme-i
Vâkı zât-ı
Türk mûsikisi âlimi ve bestekârı.
İstanbul
Üsküdar'da
h â n e n d e ve s â z e n d e
olan babasının evinde düzenlediği ve dev-
da büyük değer taşıyan eser A b d ü s s e t t â r t a r a f ı n d a n Urduca'ya t e r c ü m e edilmiş ve
t e b i n d e o k u d u ğ u ilâhilerle d i k k a t i çekti. Aynı z a m a n d a
(1869-1962)
nüshası Berlin'de Königlichen Bibliothek't e b u l u n m a k t a d ı r (nr. 496). Coğrafî açıdan
n
EZGİ, Mehmet Suphi
doğdu.
j
Babası
rin belli başlı m û s i k i ş i n a s i a r ı n ı n
iştirak
ettiği t o p l a n t ı l a r a önceleri sesiyle katılm a y a başladı. İlk m û s i k i derslerini
on
Ez-
Telgraf ve Posta Nezâreti m u h a s e b e mü-
ferî adıyla y a y ı m l a n m ı ş t ı r (nşr. Muham-
meyyizi İsmâil Z ü h d ü Bey, a n n e s i Emi-
Muzıka-i H ü m â y u n Kolağası Tahsin Bey'-
med Hüseyin Mahvî Sıddîkl, Madras 1937).
n e H a n ı m ' d ı r . Orta ö ğ r e n i m i n d e n sonra
d e n alan Ezgi, kısa s ü r e d e evlerindeki
ve d i ğ e r bazı
girdiği Askerî Tıbbiye'den 1 8 9 2 ' d e t a b i p
toplantılara
k a y n a k l a r d a zikredilen eserleri d e şun-
y ü z b a ş ı olarak m e z u n oldu ve Bingazi'-
bir seviyeye geldi. Babasının k a n u n ho-
E z f e r î ' n i n Vâkı'ât'mda
iki y a ş l a r ı n d a , k e m a n hocalığı d a y a p a n
kemanı
ile iştirak
edecek
hekim
cası K a n û n î Hacı Ârif Bey'den Batı no-
(Türkçe-Farsça ve Farsça-Türkçe
tayin edildi. M e h m e t S u p h i asabiye mü-
tası, R a u f Y e k t â Bey'den işaretli Ham-
bir sözlük o l u p müellif b u eserini Leknev'-
lardır: Lugat-ı
Ezferî)
Türkî-i Çağatâî
(Ferheng-i
deki 58. Alay'ın birinci t a b u r u n a
tehassısı o l a r a k u z u n s ü r e b u r a d a gö-
p a r s u m notası ö ğ r e n d i . D a h a s o n r a d a
de kaldığı sırada yazmıştır);
Merğübul-
rev yaptı. Bu a r a d a Osmanlı - İtalyan har-
b u n u n gizli H a m p a r s u m denilen şeklini
fuâd
Mahbûbul-
bine katıldı ve 1 9 1 3 yılında
(Ali Şîr Nevâî'nin Türkçe
kulûb'unun
bazı ilâvelerle Farsça seçili bir
tercümesi o l u p
1793'te t a m a m l a n m ı ş t ı r ;
eksik bir nüshası Pencap Üniversitesi Kü-
İstanbul'a
ç ö z d ü . On yedi y a ş ı n d a Zekâi D e d e ' n i n
d ö n d ü . I. Dünya Savaşı yıllarında mira-
talebesi oldu ve o n d a n üç yıl k a d a r d e r s
Em-
aldı. Zekâi Dede vasıtasıyla tanıştığı Koz-
râz-ı İntâniyye H a s t a h a n e s i başhekimli-
y a t a ğ ı Rifâî Tekkesi şeyhi H a l î m Efen-
lay rütbesiyle Beykoz Serviburnu
Nisâb-ı
ğ i n d e b u l u n d u . İstiklâl Harbi b a ş l a d ı k t a n
di'den önce s î n e k e m a n , a r d ı n d a n t a n b u r
(şiirlerini ihtiva eden Türk-
sonra A n a d o l u ' y a geçti ve A n k a r a Mer-
dersleri
kez H a s t a h a n e s i b a ş h e k i m l i ğ i
yanında
çalmayı İli. Selim'in t a n b u r hocası İsak'ın
rev'e atfedilen Halik Bârı ye yazılmış Türk-
çeşitli yerlerde h e k i m l i k yaptı. C u m h u -
talebesi Oskiyam'dan ö ğ r e n d i ğ i g ö z önü-
ç e - H i n t ç e bir naziredir); Risâle-i
r i y e t i n ilânını m ü t e a k i p askeriyedeki gö-
n e alınırsa
revinden emekliye ayrıldıysa d a
dokuz
böylece S u p h i Ezgi'ye intikal e t t i ğ i anla-
yaklaşan ö l ü m ü n işaretleri üzerine yazdığı
yıl d a h a çeşitli yerlerde h ü k ü m e t ve be-
şılır. Hocaları arasında ayrıca, Askerî Tıb-
bir risâle o l d u ğ u sanılan bu eseri Arapça'-
lediye tabipliği gibi r e s m î görevlerde bu-
b i y e ' d e öğrenci iken derslerine d e v a m
d a n Farsça'ya m a n z u m olarak çevirmiştir);
l u n d u k t a n sonra istifa etti.
e d e r e k birçok fasıl geçtiği M e d e n î Aziz
tüphanesi'nde
Türkî
Çağatâî
bulunmaktadır);
çe bir eserdir); Tengrî
riyye
Târî (Emîr Hüs-
CAlâmâtü'l-kazaya)
Nüsha-i
Sânihât
Kab-
(I lipokrat'ın
(1221'de [1806-1807]
1932 yılında İstanbul Belediye Konser-
yazdığı bu eser kendi görüşleriyle üzüntü-
vatuvarı Tarihî T ü r k Mûsikisi Eserlerini
lerini açıkladığı 119 anekdotu ihtiva eder);
Tasnif ve Tesbit Heyeti üyeliğine t a y i n
Fevâ'idü'l-etfâl
(tıbba dair bir eserdir);
edildi. Böylece Ezgi'nin h a y a t ı n d a , T ü r k
(bir gramer kitabı-
m û s i k i s i i n c e l e m e ve a r a ş t ı r m a l a r ı doğ-
Eevâ 3idü'l-mübtedî dır); Mîzân-ı
Türkî (Çağatay Türkçesi gra-
mer kitabıdır); Arûz-zâde
rultusundaki
çalışmalarının
ağırlık
ka-
aldı. Halîm
Efendi'nin
geleneksel t a n b u r
tanbur
tavrının
E f e n d i ve özellikle seçkin bir dinî mûsiki repertuvarı elde ettiği Bahariye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin F a h r e d d i n Ded e ile 1 9 1 1 ' d e n s o n r a Batı m û s i k i s i ve a r m o n i dersleri aldığı E d g a r
Manas'ın
ö n e m l i bir yeri vardır.
(Bâbür un Arûz
z a n d ı ğ ı yeni bir d ö n e m b a ş l a m ı ş oluyor-
Suphi Ezgi, m e ş h u r m u s i k i ş i n a s l a r d a n
adlı kitabı esas alınarak hazırlan-
d u . Bu heyetteki çalışmaları on b e ş yıl
aldığı çeşitli dersler sayesinde d a h a ön-
mış Türkçe m a n z u m bir eserdir; eksik bir
s ü r d ü . Son yıllarını B e y k o z ' d a
münzevi
ce y a ş a m ı ş birçok m û s i k i ü s t a d ı n ı n üs-
nüshası Pencap Üniversitesi Kütüphane-
bir şekilde geçirdi. 12 Nisan 1 9 6 2 tari-
l û b u n a d a n ü f u z etti ve b u n l a r ileride
si'nde mevcuttur); Dîvân-ı
h i n d e v e f a t etti ve Zincirlikuyu Mezarlı-
katılacağı eser tesbiti çalışmalarının esa-
ğı'na defnedildi.
sını oluşturdu. 1 9 1 3 ' t e Hüseyin Sadeddin
Risalesi
Urdu-, Dîvân-ı
Urdu
Gazeliyyât-ı
(Madras Üniversi-
tesi tarafından
neşredilmiştir);
Fârsî
vü Rîhte
vü Türkî
Dîvân-ı
(bk. Ezferî, ha-
t i m e ; El2 [İng.], I, 813; Elr., 111, 257-258). BİBLİYOGRAFYA: Ezferî. Vâkı'ât (trc. Kamer Hüseyin Mahvî), Madras 1937, hatime; Muhammed Gavs Han, Şubh-i Vatan, Madras 1258, s. 35; a.mlf., Gülzâr-ı A'zam, Madras 1272; G. de Tassy, Histoire de la litterature Hindouie et Hindoustanie, Paris 1870, I, 265; Rieu, Catalogue, III, 1051; Sabahaddin Abdurrahman, Bezm-i Tîmûriyye, A'zamgarh 1948, s. 426-427; H. M. Elliot - J. Dovvson, History of India as Told by its Own Historians, Delhi 1964, VIII, 234; Storey, Persian Literatüre, \/\, s. 642-643, 1322; A. Urûc, Tezkire-yi Fârsîgû Şuarâ-yı Clrdû, Lahore 1971, s. 121-122; Hanbâbâ, Fihrist, V, 5384; M. Mujeeb, The lndian Muslims, New Delhi 1985, s. 503-505; A. S. Bazmee Ansari, "Azfari", El2 (İng.), I, 813; a.mlf. — Sehâvat Mirza. "Ezferî", UDMİ, II, 870-874; M. Baqır, "Azfari Gürgâni", Elr., 111,257-258. m İSİ
A . S. BAZMEE ANSARI
Fransızca y a n ı n d a A r a p ç a ile Farsça'-
Arel ile birlikte, ö n c ü l ü ğ ü n ü R a u f Y e k t â
ya v â k ı f ve m û s i k i d e n dinî ilimlere ka-
Bey'in yaptığı T ü r k müzikolojisi incele-
d a r u z a n a n çeşitli a l a n l a r d a g e n i ş bir
m e l e r i n e katıldı. D a h a sonra Arel ile Ez-
kültüre sahip
g i ' n i n çalışmalarına
olan
Ezgi asıl
şöhretini
Türk m û s i k i s i çalışmalarıyla elde etmiştir. Henüz beş yaşında iken mahalle mek-
iştirak e d e n
Salih
M u r a t Uzdilek'le birlikte "Arel-Ezgi-Uzdilek s i s t e m i " n i ortaya koydu. T ü r k mûsikisinin ses sistemindeki perdelerin mahiyetini t e s b i t e d e n b u d ü z e n , u z u n yıllar öncesine g i d e n y o ğ u n sonucunda
meydana
araştırmalar
getirilmiştir. Tar-
tışmaları g ü n ü m ü z d e de süren Türk mûsikisinin
ana
dizisi
konusunda,
Suphi
Ezgi ile R a u f Y e k t â Bey a r a s ı n d a k i karşılıklı m e k t u p l a r d a
(1924) ve yine aynı
şekilde T ü r k Musikisi
Dergisi'nde
Ez-
gi'nin M u h y i d d i n Erev ve E k r e m
Kara-
deniz ile olan y a z ı ş m a l a r ı n d a (bk. bibi.) ileri s ü r ü l e n ve tartışılan fikirler m û s i k i Mehmet Suphi Ezgi
araştırmacıları
için i n c e l e n m e y e
değer
niteliktedir.
51 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZGİ, Mehmet Suphi Ezgi,
İstanbul
Belediye
Konservatu-
mıştır. 3. Türk Musikisi
Klasiklerinden
zırlamaya çalışmışsa d a bunları t a m a m layamamıştır.
varı Tarihî T ü r k Mûsikisi Eserlerini Tas-
Bektâşi
n i f ve Tesbit H e y e t i ' n d e ö n c e R a u f Yek-
R a u f Y e k t â , A h m e t irsoy ve Ali R i f a t Ça-
t â , Ali R i f a t Ç a ğ a t a y ve A h m e t İrsoy'la,
ğatay ile ortak hazırlanan b u eser adı ge-
lemiş, a n c a k b u n l a r d a n s a d e c e
ilk ikisinin vefatı üzerine (1935) A h m e t
çen serinin iki cildini teşkil e t m e k t e ve
peşrev, saz semâisi, oyun havası, t a k s i m ,
İrsoy ve M e s u t Cemil'le birlikte,
Nefesleri
(IV-V, İstanbul
1933).
Suphi Ezgi 7 0 0 ' d e n f a z l a eser bestedurak,
1943
seksen d o k u z n e f e s n o t a s ı ile bazı ne-
beste, a ğ ı r s e m â i , y ü r ü k s e m â i , m a r ş ve
yılında İrsoy'un v e f a t ı n d a n sonra d a t e k
f e s g ü f t e k â r l a r ı n ı n hayatı h a k k ı n d a kı-
şarkı f o r m u n d a k i 165'ini neşre lâyık gör-
b a ş ı n a çalıştı. Bu çalışmalar, birçok ese-
sa bilgiler ihtiva etmektedir. 4. Türk
rin u n u t u l m a k t a n kurtarılıp yeniden Türk mûsikisi
repertuvarına
kazandırılması
bakımından büyük önem taşımaktadır. H a m p a r s u m ve Batı notasını iyi bilen
Mu-
m ü ş t ü r . Sözleri Tevfik Fikret'e ait olan
Âyin-
V a t a n Şarkısı adlı eseri Paris Konserva-
(VI-XVIII, İstanbul 1934-1939). Ezgi,
t u v a r ı p r o f e s ö r l e r i n d e n A l b e r t Lavignac
sikisi leri
Klasiklerinden
Mevlevî
kırk bir a d e t âyîn-i şerif n o t a s ı n ı n güf-
tarafından
teleriyle birlikte yer aldığı b u eserin ilk
için bk. Şehbâl,
armonize
edilmiştir
(notası
sy. 64 [1 Temmuz 1328],
Suphi Ezgi, bilhassa eser incelemesi es-
d ö r t cildini R a u f Y e k t â , A h m e t irsoy ve
s. 307). Şarkılarından yirmi sekizini, 1916
n a s ı n d a m u k a y e s e l e r s o n u c u ortaya çı-
Ali R i f a t Ç a ğ a t a y ile, diğerlerini ise Ah-
yılında M u s â h i b z â d e Celâl'in Lâle Devri
k a n farklılıkların giderilmesi h u s u s u n d a
m e t irsoy ve M e s u t Cemil'le b e r a b e r ha-
Opereti için şair N e d î m ' i n kaside, gazel
g ö s t e r d i ğ i titizlik ve gayretiyle tanınmış-
zırlamıştır.
Klasiklerin-
ve ş a r k ı l a r ı n d a n bestelediği eserler teş-
tır. İyi bir t a n b u r î idi. Aynı z a m a n d a ney
d e n " serisi içinde yer alan eser on üç fa-
kil eder. Ayrıca k ü r d î m a k a m ı n ı n hüsey-
üflüyor, k e m a n ve s î n e k e m a n d a çalıyor-
sikülden meydana g e l m e k t e olup günü-
nî- aşiran p e r d e s i n d e k i şeddini
d u . İcracılığının e n ö n e m l i y ö n ü ise gü-
m ü z d e Mevlevî âyinleri k o n u s u n d a kla-
zâ", bûseliğin aynı p e r d e d e k i ş e d d i n i d e
"Türk
Mûsikisi
"aşkef-
zel sesinin y a n ı n d a k e n d i n e m a h s u s ta-
sik eser hüviyetini k a z a n m ı ş t ı r . 5.
Hâfız
" r u h n ü v â z " adlarıyla m ü s t a k i l yeni ma-
vır ve ü s l û b u n u n h â k i m o l d u ğ u hanen-
Mehmed
Külliyâtı
k a m l a r haline g e t i r m i ş ve şeref-i hamî-
Zekâî
Dede
Efendi
deliğidir. Ezgi ayrıca p e k çok t a l e b e ye-
(I-III, İstanbul 1940-1943). A h m e t irsoy'la
dî m a k a m ı n ı n adını " ş e r e f n ü m â " o l a r a k
t i ş t i r m i ş t i r . B u n l a r a r a s ı n d a K e m a l Ba-
müştereken
değiştirmiştir.
tanay, E r c ü m e n t
Dede'nin
Berker, Fahri
Kopuz,
hazırlanan
eserlerinin
notaları
Lâika Karabey, M e s u t Cemil, Y ı l m a z Öz-
m i ş t i r . 6. Eve Buselik,
t u n a , A h m e t Ç a ğ a n , Ârif S a m i Toker ta-
Muhayyer
n ı n m ı ş bazı isimlerdir.
selik,
Eserleri. 1. Nazarî,
kisi
Amelî
Türk
Musi-
(I-V, İstanbul 1933-1953). T ü r k mû-
Buselik,
Hisâr
kitapta
neşredil-
Mahur
Nevâ
Bûselik
Zekâi
Bûselik,
Bûselik,
Fasılları
Bû-
(İstanbul
1943). A h m e t irsoy'la birlikte hazırlanmıştır. 7. Tanbûrî
Mustafa
Çavuş'un
36
sikisi kaidelerinin m ü s b e t ilim esasları-
Şarkısı
n a g ö r e araştırılıp t e s b i t edildiği eser,
yer alan b ü t ü n şarkıların ara n a ğ m e l e r i
en e s k i s i n d e n b a ş l a y a r a k m û s i k i y l e ilgi-
S u p h i Ezgi t a r a f ı n d a n b e s t e l e n m i ş t i r . 8.
(İstanbul 1948). Biri hariç eserde
li k a y n a k l a r ı n incelenmesi suretiyle ka-
Türk Musikisi
l e m e alınmıştır. Kendi bestelerinden yir-
Na't-Salat-Durak
m i b e ş i n i n d e yer aldığı eserde ayrıca
t a r a f ı n d a n t e s b i t edilen elli d ö r t parça-
6 5 0 civarında y a z a r t a r a f ı n d a n derlenen
nın notasını ihtiva e d e n e s e r d e A r a p ç a
m û s i k i eserinin n o t a s ı m e v c u t t u r . Bun-
m e t i n l e r i n t e r c ü m e l e r i d e verilmiştir.
Klasiklerinden
Temcit-
(İstanbul 1945). Ezgi
lar a r a s ı n d a Ezgi'nin o t u z yıllık ç a l ı ş m a mûsikisinin
S u p h i Ezgi'nin hepsi İ s t a n b u l Konser-
z a m a n ı m ı z a u l a ş a n en b ü y ü k eseri ka-
vatuvarı neşriyatı olan b u eserlerinin dı-
bul edilen Nâyî O s m a n Dede'ye ait Mi'-
ş ı n d a , ilk kısmı Musiki
s o n u c u t e s b i t ettiği, T ü r k
Mecmuası'nda
râciyye'nin ayrı bir yeri vardır. 2.
Türk
(sy. 17-19) t e f r i k a e d i l m i ş " T a n b u r Me-
Musikisi
(I-III,
t o d u " ile y a r ı m k a l m ı ş bir "Türk Musiki-
İstanbul 1931-1933). R a u f Y e k t â , A h m e t
si Solfej M e t o d u " m e v c u t t u r . Ayrıca İs-
Klasiklerinden
İlâhîler
İrsoy ve Ali R i f a t Ç a ğ a t a y ile m ü ş t e r e k
tanbul
olarak hazırlanan
Mûsikisi
sikisi usul geçkilerini konu alan bir maka-
Klasiklerinden" a n a başlığı altında yayım-
lesi y a y ı m l a n m ı ş t ı r (sy. 2 [İstanbul 19561,
eser "Türk
Enstitüsü
Dergisi'nde
T ü r k mû-
l a n a n serinin ilk ü ç cildi o l u p I. cildi tev-
s. 37-49). Ezgi T a n b û r î Ali E f e n d i , Hacı
şîh, II ve III. ciltleri ilâhi n o t a l a r ı n a ayrıl-
 r i f Bey ve Şevki Bey külliyatlarını ha-
^
} * ]\
^
Suphi Ezgi'nin ismail Baha Sürelsan'a yazdığı bir m e k t u p (İsmail
^Jı
i1-
^'s—
İL*
Baha
BİBLİYOGRAFYA: Ezgi, Türk Musikisi, 1, 3-6; a.mlf., "Vatan Şarkısı", Şehbâl, sy. 64, İstanbul 1328, s. 307; a.mlf., "Özlü Bir Musiki Hasreti Başlıklı Yazıya Cevap", TMD, sy. 29 (1950), s. 4-5; a.mlf., "Bay M. Erev'in Birinci ve İkinci Mektuplarına Cevap", a.y., sy. 32 (1950), s. 4-5, 20; a.mlf., "Bay M. Erev'e İkinci Cevabım", a.y., sy. 33 (1950), s. 4, 20-21; a.mlf., "M. Erev'in Yazışma Üçüncü Cevap", a.y., sy. 34 (1950), s. 4-5, 22-23; a.mlf.. "Bay M. Erev'e Cevap", a.y., sy. 35 (1950), s. 4-5, 23; a.mlf., "Bay Muhittin Erev'e Cevap", a.y., sy. 36 (1950), s. 45, 21-24; İbnülemin, Hoş Sadâ, s. 264-265; Sadun Kemâlî Aksüt, Beşyüz Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1967, s. 147-148; Bedî' Mensi [Hüseyin Sadettin Arel], "Subhi Ezgi", Şehbâl, sy. 5, İstanbul 1325, s. 89; Muhittin Erev, "Özlü Bir Musiki Hasreti", TMD, sy. 28 (1950), s. 1, 23-24; a.mlf., "Üstad Dr. Subhi Ezgi'ye", a.y., sy. 30 (1950), s. 9; a.mlf., "Nazarî ve Amelî Türk Musikisi Adlı Eser Üzerine Bazı Mülâhazalar", a.y., sy. 31 (1950), s. 6-7, 20-21; Ekrem Karadeniz, "Sayın Doktor Subhi Ezgi'ye Açık Mektup", a.y„ sy. 31 (1950), s. 8-9; İsmail Baha Sürelsan, "Doktor Subhi Ezgi'nin Ardından", MM, sy. 171 (1962), s. 75, 94; a.mlf., "Doktor Subhi Ezgi", a.y„ s. 75, 94; a.mlf., "Doktor Subhi Ezgi", Ahenk Gazetesi, 15 Ağustos 1963, s. 2; a.mlf., "Doktor Subhi Ezgi", MM, sy. 206 (1965), s. 37-38; a.mlf., "Doktor Subhi Ezgi'nin Mektupları", Musiki ue Nota Mecmuası, sy. 6, İstanbul 1970, s. 4-6; sy. 8 (1970), s. 4-6; sy. 11 (1970), s. 4-6; sy. 13 (1970), s. 4-7; sy. 14 (1970), s. 4-6; sy. 17 (1971), s. 4-6; Bedi N. Şehsuvaroğlu, "Türk Musikisi ve Dr. Subhi Ezgi", MM, sy. 171 (1962), s. 71, 76; Hayri Yenigün, "Subhi Ezgi ve Nedîm'in Şiirleri", a.y., sy. 206 (1965), s. 39-41; TA, XVI, 69; Salahattin Göktepe, Büyük Müzisyenler Ansiklopedisi, İzmir 1962, s. 310; Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi, İstanbul 1974, II, 623; Ahmet Say, Müzik Ansiklopedisi, Ankara 1985; Öztuna, BTMA, 1, 274-277. m .
Sürelsan arşivi)
52 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
İMI
İSMAIL B A H A SÜRELSAN
EZHER
r
.
~ı
EZGİ, Muhlis Sabahattin
mıştır. İlk m û s i k i zevkini, aynı z a m a n d a
(1889-1947)
evinde m û s i k i toplantıları t e r t i p e t m e k -
Türk mûsikisi bestekârı.
L
_ı
A d a n a ' d a d o ğ d u . Babası S u l t a n A b d ü laziz'in b a ş m â b e y n c i s i
asıl şöhretini bestelediği operetlerle yap-
H u r ş i t Bey, an-
le t a n ı n a n b a b a s ı n d a n aldı. Ud, k e m a n , nısfiye ve o n iki telli saz gibi aletleri çalan b a b a s ı n ı n ö l ü m ü n d e n
sonra
s i n d e n piyano dersleri a l m a y a
anne-
başladı.
nesi S î n e s â f Hanım'dır. Babasının 1897'-
Galatasaray Sultânîsi'ndeki talebeliği es-
d e D r a m a ' d a vefatı ü z e r i n e a n n e s i irâ-
n a s ı n d a m e k t e b i n m û s i k i m u a l l i m i olan
de-i seniyye ile Selanik'te i k a m e t e t â b i
bir İtalyan h a n ı m d a n aldığı piyano ders-
t u t u l d u . M u h l i s S a b a h a t t i n b u r a d a Sela-
leriyle bu çalışmalarını ilerletti. A v r u p a
nik T e r a k k i M e k t e b i ' n e d e v a m etti. Da-
d ö n ü ş ü çalışmalarını sadece m û s i k i üze-
h a s o n r a ailesiyle birlikte İstanbul'a git-
rinde yoğunlaştırdığı
ti ve 1 9 0 4 ' t e G a l a t a s a r a y
s a h a d a m e ş h u r oldu. Mûsikiye olan ka-
Sultânîsi'ne
için z a m a n l a
Muhlis Sabahattin
bu
Ezgi
sonra
biliyetinin y a n ı n d a kuvvetli bir hâfızaya
lerini k u l l a n a n M u h l i s S a b a h a t t i n ayrıca
başladı.
d a sahipti. Bu meziyetlerini azmiyle bir-
o t u z b e ş civarında şarkı ve bir d e m a r ş
O s m a n l ı D e m o k r a t Fırkası Cemiyeti adlı
leştirerek kendisini yetiştirdi. D a h a ge-
bestelemiştir.
p a r t i d e ve b u p a r t i n i n 1910 yılında bir-
niş bir mûsiki öğrenimi yapabilseydi ulaş-
g ö r ü l e n bazı prozodi bozuklukları melo-
girdi. II. M e ş r u t i y e t i n 1908'de
siyasetle
ilânından
uğraşmaya
Şarkılarının
pek
azında
Türkiye,
Selâ-
tığı seviyenin çok ü z e r i n d e bir b e s t e k â r
dik yapıdaki â h e n k l i ses örgüsüyle örtül-
Hâkimiyyet-i
Mil-
olacağına m u h a k k a k nazarı ile b a k ı l a n
d ü ğ ü n d e n eserin güzelliğine z a r a r ver-
adlı gaze-
M u h l i s S a b a h a t t i n y i r m i b e ş yıl içerisin-
memektedir.
t e l e r i n d e çalıştı. Aynı yılın aralık a y ı n d a
d e yirmi yedi a d e t operet, revü ve or-
B e z m i N u s r e t (Kaygusuz) ve S u p h i Nuri
k e s t r a eseri b e s t e l e m i ş t i r . İlk iki s a h n e
(İleri) ile birlikte Genç
eseri olan ü ç p e r d e l i k Ç â r e s â z operetiy-
biri
ardınca
kapatılan
met-i
Umûmiyye,
liyye,
Yeni
Ses ve Muahede
Türk
gazetesini mu-
le Hilâl-i A h m e r Çiçeği adlı revüsü 1917'-
halefeti sebebiyle İstanbul'dan sürülme-
d e o y n a n m ı ş ve b ü y ü k ilgi g ö r m ü ş t ü r .
çıkardı. Devrin iktidarına d e v a m l ı si k a r a r l a ş t ı r ı l d ı ğ ı n d a n
Avrupa'ya
kaç-
Bizzat y ö n e t t i ğ i o p e r e t t o p l u l u k l a r ı kur a r a k İ s t a n b u l ' d a ve A n a d o l u ' n u n çeşit-
m a k z o r u n d a kaldı. I. Dünya Savaşı'nın başlayacağı sıralard a siyasetle u ğ r a ş m a m a k şartıyla ve özel bir afla İstanbul'a d ö n m e s i n e izin verildi.
li yerlerinde verdiği mûsikili
temsiller-
le m ü z i k l i o y u n t ü r ü n ü n temsilcisi olmuştur.
Hayatının b u n d a n sonraki yıllarında sa-
Muhlis S a b a h a t t i n Ezgi s a h n e eserleri-
dece m û s i k i ile m e ş g u l oldu ve b u a r a d a
ni 1917-1920, 1921-1935 ve 1936-1942
birçok t a l e b e yetiştirdi.
yılları a r a s ı n d a o l m a k ü z e r e ü ç devreye
1920-1922'de
B e ş i k t a ş Çerkez Kız M e k t e b i ' n d e m û s i k i
ayırmıştır. B u n l a r a r a s ı n d a
dersleri verdi. 12 Ş u b a t 1 9 4 7 t a r i h i n d e
eserlerinden Ç â r e s â z ile ikinci d ö n e m d e
ilk
Heybeliada Sanatoryumu'nda öldü ve Zin-
bestelediği Gül F a t m a ve bilhassa Ayşe operetleri çok t u t u l m u ş t u r . G ü f t e l e r i n i n
k â r Neveser Kökdeş'in ağabeyidir.
b i r ç o ğ u n u k e n d i s i n i n yazdığı, bir k ı s m ı
devir
mûsikişinasları
arasında
ö n e m l i bir yeri olan M u h l i s S a b a h a t t i n
hayatta
iken
plağa
alınan
Celâl Esat Arseven. Muhlis Sabahattin, İstanbul 1947; İbnülemin, Hoş Sadâ, s. 223; Sadun KemâlîAksüt, Beşyüz Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1967, s. 93-94; Mustafa Rona. Elli Yıllık Türk Mûsikisi, İstanbul 1970, s. 333-335; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, İstanbul 1984, 1, 171, 175, 177-178; Osman Nihat Akın, "Muhlis Sabahattin", TMD, sy. 2 (1947), s. 6; Yismeyl Özdemir, "Muhlis Sabahattin Ezgi", Kafdağı, sy. 37-40, İstanbul 1990, s. 20-21; İ. K. Dursunoğlu, "Acımız; Şubat'ın Alıp Götürdükleri", Beste, sy. 1, İstanbul 1991, s. 4-5; TA, XVI, 68-69; Salahattin Göktepe. Büyük Müzisyenler Ansiklopedisi, İzmir 1962, s. 485; Öztuna, BTMA, I, 273-274.
dönem
cirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. Beste-
Son
BİBLİYOGRAFYA:
eserlerinde
d a h a çok Türk mûsikisi m a k a m ve usul-
B
F
İSMAIL B A H A SÜRELSAN
n
EZHER
(
)
Kahire'de, İslâm dünyasının halen y a ş a m a k t a olan en eski dinî eğitim k u r u m u d u r u m u n d a k i c a m i ve etrafındaki külliye.
1. Mimari, a) Fâtımî D ö n e m i . Z a m a n l a Mısır'ın Fâtımîler'den itibaren b ü t ü n dön e m l e r i n e ait farklı m i m a r i
üslûplarını
bir a r a d a sergiler h a l e gelen ilk b i n a , Halife Muiz-Lidînillâh'ın emriyle, Fustat'ı f e t h e d e r e k y a k ı n ı n a Kahire'yi k u r a n veziri ve k u m a n d a n ı Cevher es-Sıkıllî (esSaklâbî) t a r a f ı n d a n
şehrin c u m a
camii
o l a r a k yaptırılmıştır. İnşaatın Cemâziyelevvel 3 5 9 ' d a (Mart 970) başlayıp R a m a z a n 3 6 1 ' d e (Haziran 972) bittiği ve ayın ilk c u m a n a m a z ı y l a (7 Ramazan / 22 Haziran) ibadete açıldığı bilinmektedir. Makrîzî'nin d e m e t n i n i verdiği m i h r a p ü s t ü k u b b e s i n i n k a s n a ğ ı n d a b u l u n a n kitâbe-
53 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZHER si XX. yüzyılın başlarında kaybolmuştur. İlk devir kaynaklarına adı Musalla'l-Kahire ve Câmiu'l-Kahire şeklinde geçen camiye daha sonraki yıllarda verilen "Ezher" (çok parlak, çok güzel) adının Şiî Fâtımîler tarafından, bu kelimenin müennesi olan Hz. Fâtıma'nın "Zehra" lakabından esinlenerek k o n u l m u ş olabileceği ileri sürülmektedir. Yine Fâtımîler dön e m i n d e camiye o n u n adıyla anılan bir de m a k s û r e eklenmiş olmasının bu fikri güçlendirdiği söylenebilir. Yeni inşa edildiğinde
halen
mevcut
b u l u n a n d a n d a h a k ü ç ü k olan yapı, açık bir avlunun çevresinde yer alan kıble yönündeki ana ibadet mekânı ile iki taraflı revaklardan ibaretti ve yuvarlak revak kemerleri korint başlıklı devşirme sütunlar tarafından taşınıyordu. İbadet mekânı kıble duvarına paralel beş n e f ile onları dikine keserek m i h r a b a d o ğ r u uzanan ve biraz d a h a yüksekçe olan bir orta neften m e y d a n a geliyordu. Biri mihrap üzerinde, diğer ikisi kıble duvarının köşelerinde olmak üzere g ü n ü m ü z d e hiçbir izi kalmayan üç kubbesi bulunmaktaydı. Avlunun iki yanındaki revakiarın her biri d e üç k u b b e ile ö r t ü l m ü ş t ü ve bunları taşıyan
kemerlerin içteki
ikisi
m e r m e r sütunlara, avluya bakan en dıştaki ise dikdörtgen kesitli kesme t a ş pâyelere oturuyordu. Cami avlusunun ortasına açılan ana kapının ü s t ü n e oturtulm u ş t u ğ l a d a n bir minaresi vardı. Bu ilk yapıdan sadece revaklarla mihrap ve mihrap kemerinin ü s t kısmını çevreleyen alçı süslemelerin bir kısmı ve kuzey duvarındaki birkaç pencere kafesi korunabilmiştir. 1933 yılına k a d a r M e m l û k devrine ait nakışlı a h ş a p bir kaplamayla ka-
Ezher Camii'nin planı 1. A b d u r r a h m a n Kethüda Minaresi 2. B â b ü ' ş - ş u r b a 3. A b d u r r a h m a n Kethüda Mihrabı 4. Abdurrahm a n Kethüdâ Sebili 5. B â b ü ' s - s a â y i d e 6. A b d u r r a h m a n Kethüda Türbesi 7. i d â r e t ü ' l - m e s c i d 8. ilk mihrab 9. Cevheriye Medresesi 10. Acık avlu 11. Kayıtbay Minaresi 12. Taybarsiyye Medresesi 13. Cavri Minaresi 14. A k b o ğ a Türbesi 15. Akboğaviyye Medresesi 16. A k b o ğ a Minaresi 17. Taybars Türbesi 18. B â b ü ' l - m ü z e y y i n î n 19. Revâku'l-Abbâsiyye 20. B â b ü ' l Abbâsiyye
patılmış olan bu orijinal mihrabın alt kısmı renkli m e r m e r d e n yapılmış, ü s t kısmı E n d ü l ü s tarzında alçı k a b a r t m a motiflerle bezenmiştir. Özellikle iki yanı sü-
lümlerini yeniletmiş, ayrıca camiye iki
yin edilmiş ve üst kısmına da Bakara sü-
tunçeli m i h r a p nişinin iç ve dış y ü z ü n d e
b ü y ü k ş a m d a n l a r a m a z a n geceleri ya-
resinin 239. âyetiyle yaptıran için bir du-
kılmak üzere on yedi g ü m ü ş kandil vak-
ayı ve 519 tarihini ihtiva eden kûfî yazı-
fetmiştir. Bu d ö n e m d e n d e geriye yal-
lar işlenmiştir.
yer alan kûfî hatla yazılmış âyetlerle bunları çevreleyen ve duvar sathını kaplayan bitkisel ve g e o m e t r i k motifli süslemeler, devrin karakteristik tezyinat anlayışının değerli örnekleri arasındadır. Bu devirde camide, c u m a günleri tekerlekleri üzerinde çekilerek m i h r a p yakınındaki yerine getirilen ve n a m a z d a n son-
nızca halen Kahire'deki Methafü'l-fen-
Fâtımîler devrinde Ezher'de görülen
ni'l-İslâmî'de korunan, üzerine kûfî hat-
en önemli inşa faaliyetlerinden biri, Hâ-
la halifenin adı yazılmış 3,20 m . yüksek-
fız-Lidînillâh tarafından caminin batı ka-
liğinde iki kanatlı a h ş a p k ü n d e k â r î bir
pısı yakınına g ü n ü m ü z e ulaşmayan Fâ-
kapı kalmıştır. 519'da (1125) yedinci ha-
t ı m a t ü z z e h r â maksuresinin yaptırılma-
life Âmir-Biahkâmillâh'm yaptırdığı sey-
sıdır. B u n d a n d a h a önemlisi ise aynı ha-
yar ahşap mihrap da caminin ilk dönem-
lifenin binaya, avluyu d ö r t t a r a f t a n ku-
lerinden kalan eserler arasında özellik
şatan yeni revaklarla orta nefin b a ş ta-
arzeden değerli bir m i m a r i u n s u r ola-
rafına oturtulan ve içinde k û f î hatla ya-
tamirat
rak yine Methafü'l-fenni'l-İslâmî'de sak-
zılmış çeşitli âyetlerin yer aldığı, devrin
ü ç ü n c ü Fâtımî halifesi H â k i m -Biemril-
lanmaktadır. Birbirine geçme ahşap par-
alçı işçiliğinin çok güzel bir örneğini gü-
lâh t a r a f ı n d a n yaptırılmıştır (1009). Ha-
çalardan meydana gelen b u m i h r a p ge-
n ü m ü z e taşıyan nakışlarla süslü bir kub-
life m i n a r e ile birlikte yapının bazı bö-
ometrik ve bitkisel desenli oymalarla tez-
be ilâve ettirmesi olmuştur.
ra hücresinde m u h a f a z a edilen
ahşap
bir minberin kullanıldığından bahsedilm e k t e d i r (Muhammed el-Behî, s. 126). Camideki
kayda
değer
ilk
54 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZHER b) Eyyûbî Dönemi. Fâtımîler zamanın-
filini t a m i r ettirip badanasını yaptırdı;
ye haline gelmesinde caminin etrafına
da altın çağını yaşayan ve onların Şiî-
ayrıca tabanını döşeterek halı ve yaygı-
inşa edilen medrese ve revak (aş. bk.)
Bâtınî inançlarının yayılmasına yardım
larını tamamlattı. Sultanın nâibi Emîr Bil-
gibi çeşitli yapıların büyük rolü vardır.
eden bir eğitim k u r u m u olarak çeşitli
bek el-Hâzindâr ez-Zâhirî de Şâfiî fa-
Caminin Ezher meydanına açılan ve Bâ-
vakıf ve imkânlarla desteklenip gelişti-
kihleri için özel bir maksûre ile camiye
bülmüzeyyinîn denilen üzeri minareli ana
rilen ve bu bakımdan ayrı bir önem ka-
yeni bir minber yaptırdı; günümüze ulaş-
kapısının sağında yer alan medrese, Na-
zanan Ezher Camii, Fâtımîler'in yıkılma-
mayan bu ahşap minberin 10 Rebîülev-
kîbülcüyûş Alâeddin Taybars el-Hâzin-
sından sonra (1171) Sünnî Eyyûbîler za-
vel 665 (9 Aralık 1266) tarihli kitâbesi ha-
dârî tarafından
manında (1171-1252) ihmal edilmiş gö-
len Cezayir Müzesi'nde korunmaktadır.
okutulması için yaptırılmıştır; bânisine
rünmektedir. Selâhaddîn-i Eyyûbî bura-
Caminin 1933'e kadar orijinal mihrabını
nisbetle Taybarsiyye adıyla anılır. İnşa-
da cuma namazı kılınmasını yasaklamış
örten nakışlı ahşap kaplama ile avlunun
atı 7 0 9 ' d a (1309) bitirilen bu medrese
(aş. bk.), ayrıca Mısır'ın diğer camilerin-
etrafında halen giriş kapısının iç cephe-
ile Fâtımîler'den sonra binaya ilk büyük
de yaptığı gibi kubbesinde mevcut 5000
sinde bir t e k örneği kalmış bulunan ah-
ilâve yapılmış olduğu gibi, o zamana ka-
dirhem g ü m ü ş tutarındaki tezyinatı da
şap balkonlar da (şürfe) bu devrin eseri-
dar sadece camide yürütülen ve gittikçe artan eğitim faaliyetlerini karşılamak
özellikle Şâfiî fıkhının
söktürmüştür. Yine bu yıllarda geçirdiği
dir. Böylece geniş bir onarım gören ca-
yangın ve depremlerle harap olan cami-
mi, yeni minberin yapılmasından bir haf-
için de Ezher bünyesinde ayrı mekânlar
nin vakıflarının yağmalanması sebebiyle
ta sonra tekrar cuma namazına açıldı
y a p m a geleneği başlatılmış oldu. Med-
yeterince bakımı da yapılamamıştır.
(18 Rebîülevvel 6 6 5 / 1 7 Aralık 1266). 702
resenin dört pâye üzerine oturan kare
c) Memlûk Dönemi. Ezher yüz yıla yak-
(1303) yılında Kahire'de birçok binanın
planlı ana mekânının etrafında bir kü-
laşan bir ihmal devresinden sonra Sultan
yıkılmasına yol açan büyük depremde
tüphane, bânisinin üzeri kubbe ile örtü-
Zâhir I. Baybars zamanında (1260-1277)
Ezher de harap oldu ve Sultan Nâsır b.
lü türbesi ve öğrencilerle hocaların kal-
yeniden eskiyi hatırlatan rağbet günleri-
Muhammed
maları için yapılmış odalarla halen kul-
ne kavuştu. Yakınında oturan Emîr İzzed-
Sellâr'ın nezâreti altında t a m i r edildi;
lanılmayan abdest alma yerleri ve helâ-
din Aydemir el-Hillî cami ile ilgilenmeye
ayrıca camiye Mansûriyye denilen ve Mı-
lar bulunmaktadır. Taybarsiyye Medre-
başlayarak önce vakıflarının bir kısmını
sır'daki bütünüyle taştan yapılmış ilk ör-
sesi, Ezher Külliyesi'nin en değerli mi-
tekrar bağlattı; arkasından sultanın da
neklerden olan bir minare eklendi.
Kalavun'un
emriyle
Emîr
yardımını sağlayarak kendi bütçesinden
Memlükler Dönemine Ait İlâve Binalar.
duvarlarını, direklerini, tavanını ve mah-
Taybarsiyye Medresesi. Ezher'in bir külli-
mari ve tezyinî unsurlarını ihtiva eden ve Memlûk devrinin sanatta ulaştığı ileri merhaleyi gösteren en kıymetli bölümdür. Eski ve yeni birçok kaynak medresenin m e r m e r işçiliğine ve tezyinatının mükemmelliğine
dikkat
çekmişler
ve
özellikle renkli mermerlerden yapılmış mihrabı ölçüleri, tezyinatı ve işçiliği bakımından bir şaheser olarak tanımlamışlardır (meselâ bk. Makrîzî, 11, 383; Tâhâ el-Velî, s. 480). XIX. yüzyılda Osmanlılar zamanında A b d u r r a h m a n Kethüdâ tarafından yaptırılan esaslı t a m i r a t sayesinde, sahip olduğu en değerli özellikleriyle g ü n ü m ü z e ulaşan medresenin bir bölümü halen Ezher Kütüphanesi'ne, bir b ö l ü m ü de yine Ezher bünyesinde faaliyet gösteren Lecnetü'l-fetvâ'ya tahsis edilmiş durumdadır. Kaynaklarda geçen, b u g ü n de halk arasında yaşayan bir rivayete göre Taybars binanın inşası tam a m l a n d ı k t a n sonra kendisine sunulan hesap defterlerini suya atmış ve, "Allah Ezher
için
yaptığımız
harcamalardan
dolayı
Camii'nin
kimseyi hesaba çekmeyiz" diyerek hayır
ana giriş
işlerindeki
kapısı olan Bâbü'l-
samimiyetini
göstermiştir.
Halkın inanışına göre onun bu davranışı
müzeyyinîn'e
da eserinin uzun ömürlü ve şerefli bir
Abdurrahman
âbide olarak g ü n ü m ü z e kadar ulaşma-
Kethüdâ
sını sağlamıştır.
tarafından ilâve ettirilen
Akboğaviyye Medresesi. Bâbülmüzeyyi-
Kattâb'ın
nîn'in solunda bulunan medrese, bura-
(ilk mektep)
nın holüne açılan giriş kapısı üstündeki
yıkılmadan önceki görünüşü
kitabesine göre 739 (1338-39) yılında Emîr Alâeddin Akboğa Abdülvâhid tara-
55 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZHER fından Şâfiî ve Hanefî fıkhının okutul-
resesi'nden sonra Mısır'daki en küçük
ması için tanınmış m i m a r İbnü's-Süyû-
taş kubbenin örttüğü türbenin en önemli
fî'ye yaptırılmıştır. On iki s ü t u n u n taşı-
özelliği kubbe dış yüzünün bitkisel mo-
dığı, ortasında küçük bir kubbe bulu-
tiflerle süslenmiş olmasıdır. Eyvanların
nan devrin tezyinatına sahip ahşap bir
ortasındaki ana sahnmın ü s t ü n d e ah-
çatıyla örtülmüştür. Kubbenin en
şap tavanlı ve sekizgen kasnaklı bir kub-
üst
kısmında bazı âyetlerle bunların altın-
be bulunan medrese ufak çapta bazı
da, yapının bitiş tarihini Muharrem 740
onarımlar g ö r m ü ş olmakla birlikte gü-
(Temmuz 1339) olarak veren ve bânisinin
n ü m ü z e orijinal haliyle ulaşmıştır.
adını taşıyan bir kitâbe bulunmaktadır.
Memlükler Devrindeki Diğer İmar ve İn-
Medresenin camiye bitişik kıble duva-
şa Faaliyetleri. Kaynaklarda Ezher'İn, Sul-
rında, Taybarsiyye mihrabının
tan
benzeri
Nâsır M u h a m m e d
b.
Kalavun'un
bir renkli mermer mihrapla yanlarına
üçüncü
açılmış iki pencere yer almaktadır. So-
725 (1325) yılında Kahire muhtesibi Ka-
kağa bakan iki cephedeki üçer pencere
dı Necmeddin M u h a m m e d b. Hüseyin
ile aydınlanan bina 1896 yılından beri
el-İs'irdî tarafından kısmen yenilendiği
Ezher Kütüphanesi'nin
ana
saltanatı
dönemine
rastlayan
bölümünü
kaydedilmekteyse de ayrıntılar hakkın-
teşkil e t m e k t e ve özellikle kitap sanat-
da yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ka-
ları bakımından kıymetli yazmaların da
hire'de kendi adıyla anılan büyük bir
teşhir edildiği o k u m a salonu vazifesini
medresenin de bânisi olan Sultan Ha-
görmektedir. Medresenin inşası sırasın-
san (1347-1361), Ezher civarında oturan
da yanına Sultan Nâsır M u h a m m e d b.
emirlerinden Sa'deddin Beşîr el-Câme-
Kalavun tarafından babasınınki gibi ta-
d â r vasıtasıyla binada büyük bir tami-
mamıyla taştan olan bir de minare yap-
rat gerçekleştirmiştir. Önce cami için-
tırılmıştır. Zamanla yıkılarak yok olma-
deki sonradan yaptırılmış mahfil, mak-
ya yüz t u t a n ve sadece Akboğaviyye re-
Ezher Camii Sultan Kayıtbay ve Cavri minarelerinin çizimi
sure ve odalar yıktırılıp duvar ve tavan-
ile aynı minarelerin avludan g ö r ü n ü ş ü
vakı adıyla anılan medrese, yine Osman-
lar t a m i r edilmiş, ayrıca ana kapının ya-
lılar zamanında A b d u r r a h m a n
Kethü-
dâ'nın gayretiyle ihya edilmiştir. Cevheriyye Medresesi. Ezher'İn bir kül-
nına bir sebil, onun üstüne de fakir ve yetim çocukların okutulması için bir mekt e p yapılmıştır. Bu tamirden sonra âdeta yenilenen caminin Sultan Zâhir Ber-
su Gavri'nin Taybarsiyye Medresesi'nin
mari birimlerden biri de Cevheriyye Med-
k u k d ö n e m i n d e de kısa olan ana kapı
cami avlusuna bakan cephesinin sağına
resesi'dir. Sultan Eşref Barsbay'ın hazi-
üzerindeki tuğla minaresi yıkılarak yeri-
diktirdiği Gavriyye minaresidir. Benzer-
ne daha uzunu yapılmıştır (800/1397).
lerine göre biraz daha iri gövdeli olan
Ancak bir süre sonra bu minare eğrildi-
minare üç bölümlü, çifte şerefeli ve çift
liye halinde gelişmesini tamamlayan mi-
nedarı Cevher Kanıkbay tarafından yaptırıldığı için (844/1440) onun adıyla anı-
ği için tekrar yıkılıp yeniden ve bütünüy-
külâhlıdır. Ayrıca birinci ve ikinci bölüm-
her'İn Fâtımî devrine ait mihrabının so-
le taştan yapılmış (817/1414), on yıl son-
ler arasına saç örgüsü şeklinde bir çifte
lundaki küçük kapı (bâbüssır) yanından
ra da aynı hatanın yine ortaya çıkması
merdiven yerleştirilmiştir. İnip çıkanla-
üzerine Sultan Eşref Barsbay'ın emriyle
rın birbirlerini görmeden kullanabildik-
bir defa daha yenilenmiştir; bu sırada
leri bu merdiven, İslâm mimarisinde pek
edilerek döşenmiş k ü ç ü k bir salonun
avluya da bir su sarnıcı yerleştirilmiştir.
az rastlanan bir uygulamanın ilk örnek-
ayırdığı dört eyvanla bânisinin türbesin-
Sultan Eşref Kayıtbay ise 873 (1468-69)
lerindendir.
den ve bazı odalardan meydana gelen
yılında, üzerinde bu minarenin de yer al-
lan bu küçük ve iki katlı medrese, Ez-
camiye bitişik olarak inşa edilmiştir. Alt katı, aralarını renkli mermerlerle tezyin
yapının hocaların ikametine ayrılan üst katında da iki büyük ve birkaç küçük oda yer almaktadır. Biri cami içine açı-
dığı ana kapıyı bütünüyle yeniletmiş ve sağına kendi adıyla anılan bir minare yaptırmıştır. Kayıtbay ayrıca külliyeye bir
lan iki kapılı bina, alanının küçüklüğüne
abdesthane, fıskiyeli bir havuz, bir sebil
r a ğ m e n bir medresede bulunması ge-
ve bir m e k t e p eklemiş, bu arada Revâ-
reken b ü t ü n bölümlere sahiptir. Özellik-
ku'ş-Şâm ve Revâku'l-Etrâk'i tesis etti-
le renkli mermerlerden sanatkârane bir işçilikle yapılmış mihrabı, revzen-i men-
ği gibi Revâku'l-Megâribe'yi de onartmıştır. Bir kitâbeden anlaşıldığına göre
k ü ş ' l a r ı , oyma desenler ve fildişi, sedef
900 (1494) yılında, Bursalı Hoca Musta-
kakmalarla bezenmiş, üst bölümleri ya-
fa b. M a h m û d adında bir Anadolu Türkü
zılı abanoz ağacından kapı, pencere ve
sultanın izniyle kendi kesesinden 15.000
dolap kapakları en önemli mimari-tez-
dinar harcayarak camide esaslı bir tami-
yinî unsurlar olarak dikkat çeker. Kıble duvarının batısında yer alan zemini renkli mermerle döşenmiş kare şeklindeki
rat yaptırmıştır. Memlükler'in son zamanlarında gerçekleştirilen bu geniş çaplı tamirler caminin korunmasında uzun
oda medresenin bânisi Cevher Kanık-
süre etkili olmuştur. Bu d ö n e m d e külli-
bay'ın türbesidir. Üstünü Kâsıdiyye Med-
yeye yapılan son ilâve, 915'te (1509) Kan-
d) Osmanlı Dönemi. Eski ve yeni müelliflerin hemen hepsinin verdikleri bilgilerden, Osmanlı döneminin Ezher Külliyesi'nin en parlak devirlerinden biri old u ğ u n u çıkarmak m ü m k ü n d ü r . Ancak özellikle bazı yeni araştırmacıların
bu
açık gerçeği hafife alan, hatta inkâra varan taraflı beyanlardan
kaçınmadık-
ları görülmektedir. Meselâ Mısırlı çağdaş araştırmacılardan Suâd Mâhir, Me-
sâcidü Mışr adlı kitabında Mısır'ın Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle burada üç asır boyunca gelişmiş İslâm medeniyetine vurulan darbenin Moğollar'ın Abbâsî medeniyetine vurduğu darbeden daha ağır olduğunu söylemekte, arkasından da Türkler'in fethinin daha önce Mısır'da gelişen bu üç asırlık medeniyet
56 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZHER n u r u n u n s ö n d ü r ü l m e s i için yapıldığını,
usulün tabii neticesi olmakla birlikte hiç-
b u n u n Mısır'daki ilmî ve fikrî hayata ak-
bir z a m a n bir şehri, bir müesseseyi ha-
çaplı olanının Kazdağlı Abdurrahman Ket-
seden m e n f î tesirlerinden Ezher'İn de
rap edecek ve adına sürgün denilebilecek
h ü d â t a r a f ı n d a n yaptırılan çalışma ol-
ve genişletme çalışmalarının en b ü y ü k
pek ağır bir şekilde nasibini aldığını ilâ-
bir özellik g ö s t e r m e m i ş , ayrıca bu âlim-
d u ğ u k o n u s u n d a g ö r ü ş birliği içindedir-
ve etmektedir (I, 169-170). Ancak Ezher'İn
lerin çoğu İstanbul'da üç yıl gibi kısa bir
ler. Bu hayır sahibi devlet a d a m ı 1167
Osmanlı devrinde nasıl gerilediğini de-
süre kaldıktan sonra Kanunî Sultan Sü-
(1753) yılında, caminin kapalı mekânını
lillendirip açıklayamayan yazar, birkaç
leyman z a m a n ı n d a çıkan bir f e r m a n l a
mihrabın
sayfa sonra ise Osmanlı devrinde Ezher'İn
geri dönmüşlerdir. Dolayısıyla bu yorum-
misli genişlettirmiştir. Elli m e r m e r sü-
arkasına d o ğ r u yaklaşık bir
kültür hayatı b a k ı m ı n d a n ağır tahriba-
lar, birçok Mısırlı yazarın her fırsatta
t u n u n taşıdığı kemerler üzerine o t u r m u ş
ta uğradığını, f a k a t b ü t ü n bunlara rağ-
tekrarladığı Osmanlı Devleti aleyhindeki
ahşap tavanla örtülen bu yeni kısmın kıb-
m e n m i m a r i b a k ı m d a n ihmal edilmedi-
yanlış kanaatin bu vesileyle de açığa vu-
le duvarına ayrıca m e r m e r d e n güzel bir
ği gibi k o r u n u p yenilendiğini, hoca ve
r u l m a s ı n d a n başka bir şey değildir.
öğrencilerinin de özel i h t i m a m
gördü-
Osmanlılar'ın Ezher'e gösterdikleri bü-
ğ ü n ü belirterek önceki beyanlarını âde-
mihrap yerleştirilmiş ve üzerine bir kubbe yapılmıştır. Mihrabın sağında da dev-
y ü k ilgi, Kahire'nin 923'te (1517) Yavuz
rin a h ş a p işçiliğinin karakteristik özel-
ta yalanlamak d u r u m u n a d ü ş m ü ş {a.g.e.,
Sultan Selim'in eline geçmesiyle başla-
liklerini taşıyan bir m i n b e r
I, 208), ardından da Osmanlı devrinde
mıştır. İbn İyâs'ın kaydettiğine göre sul-
tadır. Halen soldaki duvarda
Ezher'de yaptırılan
faaliyetlerini
t a n ilk c u m a namazını Ezher'de kılmış,
üzerinde sekizgen bir istif halinde kûfî
imar
bulunmakgörülen,
uzun u z u n anlatmıştır (a.g.e„ I, 208-213).
şehirde kaldığı süre içinde sık sık bura-
hatla Allah, M u h a m m e d ve aşere-i mü-
S u â d M â h i r aynı tutarsız bilgileri, ifade-
yı ziyaret ederek her gelişinde müesse-
beşşere isimlerinin yazılı olduğu m e r m e r
sini dahi d e ğ i ş t i r m e d e n on beş yıl son-
seye de hoca ve öğrencilere d e b ü y ü k
levha ise bu ilâve kısma bitişik yaptırı-
m e b l a ğ l a r t u t a n ihsanlarda bulunmuş-
lan bâninin türbesinden alınıp d a h a son-
ra yayımladığı
el- cİmâretü'l-İslâmiyye
z
(Cidde 1985) adlı ki-
alâ
merri'l- cuşûr
tur. Osmanlılar zamanında Ezher'de ger-
raki bir t a m i r d e buraya m o n t e edilmiş-
t a b ı n d a da t e k r a r l a m a k t a d ı r (I, 376-377,
çekleştirilen belli başlı t a m i r , bakım ve
tir. A b d u r r a h m a n Kethüdâ'nın yaptırdı-
406-407). B ü t ü n bunların ilmîlikten ne
ilâve i n ş a a t faaliyetleri şu şekilde özet-
ğı mihrabın yakınında Mihrâbü'd-derdîr
k a d a r u z a k ve indî fikirler olduğu, mü-
lenebilir:
adıyla anılan bir ikincisi, o n u n yakınında
ellifin yukarıya nakledilen
açıklamaları
k a d a r Ezher hakkında m ü s t a k i l ve hacimli eserler veren M u h a m m e d el-Behî ve Tâhâ el-Velî gibi diğer Mısırlı araştırmacıların yazdıklarından
da (bk. bibi.)
anlaşılmaktadır. Ayrıca Osmanlı devrind e gerek binalarına gerekse hocalarıyla öğrencilerine karşı gösterilen ilgi ve s a ğ l a n a n i m k â n l a r sayesinde Mısır'daki ilmî ve fikrî hayatın en güçlü ve devamlı temsilcisi o l d u ğ u kabul edilen Ezher h a k k ı n d a ileri s ü r ü l m ü ş bu çelişkili iddiaların kabul edilmesi ortaya konulan deliller açısından da m ü m k ü n değildir. Bu iddianın kaynağı olarak İbn İyâs'ın B e d â V u ' z - z ü M r adlı eserinde kaydettiği (V, 188), Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinden sonra oranın m e ş h u r âlim, san a t k â r , tüccar ve devlet a d a m l a r ı n d a n , aileleri ve hizmetkarlarıyla birlikte sayıları bir rivayete göre 1800, bir rivayete göre d a h a az olan bir t o p l u l u ğ u İstanbul'a g ö n d e r m e s i hadisesi gösterilmektedir. Aynı konuya t e m a s eden Muhammed Abdülmün'im
el-Hafâcî de
bunu
"Mısır u l e m â ve ekâbirinden yüzlercesinin nefyedilmesi" şeklinde kaydetmektedir ki (el-Ezher ft elf am, 1, 118) bu da öncekiler gibi yanlış ve tarafgir bir değerlendirmedir. Halbuki müellifin verdiği kaynakta ( B e d â ' C u z - z ü h û r ; V, 188 vd.) u l e m â d a n isimleri sayılanlar yirmiyi bulm a m a k t a d ı r . Bu d u r u m , İbn İyâs'ın da söylediği gibi Osmanlılar'ın fethettikleri her beldede asırlardır uyguladıkları bir
1004'te (1595) Mısır Valisi Şerif Mehm e d Paşa caminin h a r a p olan kısımlarını onarttı ve g ü n ü m ü z d e d e Kıbletü'lb â ş â adıyla anılan mihrabı yaptırdı; ayrıca talebelerin y e m e k işlerini
düzene
koyup m u t f a k tahsisatını arttırdı. 1014't e (1605) Defterdar Hasan Paşa avluyu yeniden döşeterek Revâku'l-Yemen ve Sâdetü'l-Hanefiyye m a k a m ı denilen kısımları inşa ettirdi. Kahire'yi 1083 Saferinde (Haziran 1672) ziyaret eden Evliya Çelebi'nin külliyenin mimarisi ve b u r a d a yürütülen
eğitim faaliyetleri
hakkında
verdiği ayrıntılı bilgilerden, Ezher'İn o d ö n e m d e güçlü vakıfları sayesinde gayet bakımlı ve faal bir d u r u m d a o l d u ğ u ve şehrin en önemli ilim-ibadet merkezini teşkil ettiği anlaşılmaktadır.
1134
(1721-22) yılında vali İvaz oğlu İsmâil Bey caminin tavanını yeniletmiş, 1148'de d e (1735) E m î r O s m a n Kethüdâ
Ezher'İn
dışında, hafızlığa çalışan â m â öğrencilerin kalması için g ü n ü m ü z e
ulaşmayan
Zâviyetü'l-umyân'ı yaptırıp Revâku'l-Etr â k ile A f g a n i s t a n ' d a n gelen öğrencilerin kaldığı Revâku's-Süleymâniyye'yi tam i r ettirerek Revâku'ş-Şâm'ı genişletm i ş ve külliyeye yeni gelirler bağlatmıştır. 1 1 6 3 ' t e (1750) Mısır Valisi Kör Ahm e d Paşa da son zamanlarda Ezher Küt ü p h a n e s i ' n d e m u h a f a z a altına alınmış olan iki a d e t g ü n e ş saati yaptırarak camiye hediye etmiştir. Ezher'i m i m a r i
bakımdan
da İdâretü hıfzı'l-âsâri'l-Arabiyye taraf ı n d a n eski mihrabı örten a h ş a p kısımla bütünleştirmek için yaptırılmış bir üçüncüsü yer alır. A b d u r r a h m a n Kethüdâ'nın Ezher'İn mimarisine kattığı önemli unsurlardan biri de caminin güney duvarıyla kıble duvarının kesiştiği köşeye yaptırdığı Bâbüssaâyide adıyla anılan ve Harr â t ü Kettâme'ye açılan iki açıklıklı büy ü k kapıdır. Bu kapının kıble duvarına bitişik olan kısmına bir sarnıçla bir sebil yerleştirilmiş, b u n u n üzerine d e yet i m çocukların Kur'an öğrenmeleri için m e r m e r sütunların taşıdığı
kemerlere
o t u r a n bir m e k t e p inşa edilmiştir. Böylece Ezher'İn kıble duvarının sağında yer alan b u ikinci b ü y ü k kapıya da öteki gibi bir sebil - k ü t t â b fonksiyonu kazandırılmıştır. A b d u r r a h m a n K e t h ü d â ayrıca biri bu kapının yanına, diğeri kıble duvarının kuzeydoğusuna, m u t f a ğ a açıldığı için B â b ü ş ş ü r b e denilen yine kendisinin yaptırdığı kapının yanına iki m i n a r e inşa ettirmiş, böylece bütünüyle Osmanlı tarzında olan bu iki m i n a r e ile Ezher Külliyesi'nin o z a m a n k i m i n a r e sayısını altıya çıkarmıştır. Bâbüssaâyide'nin açıldığı genişçe holün alt kısmında Abdurrahman Kethüdâ'nın ü s t ü kubbeyle örtülü, m e r m e r mihraplı türbesi yer almaktadır. Binanın duvarları Hz. Peygamber'in hilyesine ait yazı ve nakışlarla süslü olup caminin için-
inceleyen
araştırmacılar buradaki b a k ı m , onarım
deki aşere-i mübeşşerenin isimlerinden m ü t e ş e k k i l sekizgen istif d e
buradan
57 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZHER g ö t ü r ü l m ü ş t ü r . A b d u r r a h m a n Kethüdâ'-
ki vakıf d ü k k â n l a r ı yaptırmıştır. 1854'-
yeni d e r s h a n e l e r i n ö ğ r e t i m e açılması ile
nın Ezher'deki i m a r faaliyetleri arasın-
t e Hidiv Said Paşa külliyede g e n i ş çaplı
y a v a ş y a v a ş boşaltılan t a r i h î binalar bir
da, Mısır'ın Saîd b ö l g e s i n d e n gelen öğ-
bir t a m i r e girişti ve b u sırada
süre bakımsız kalmışsa da
renciler için R e v â k u ' s - S a â y i d e , Mekke'-
s o n r a d a n Revâku'l-Hanefiyye adıyla anı-
larda b a ş l a y a n ve g ü n ü m ü z e k a d a r sü-
binaya
1980'li yıl-
d e n gelenler için Revâku'l-Mekkiyyîn ve
lan b ö l ü m ü ekletti. Hidiv İsmâil Paşa Bâ-
ren b ü y ü k onarımla h e m e n h e m e n tama-
Afrika'nın Ç a d b ö l g e s i n d e n gelenler için
büssaâyide'yi, M u h a m m e d Tevfik Paşa
m e n eski hallerine k a v u ş t u r u l m u ş t u r .
R e v â k u ' t - T e k i r i n e adları a l t ı n d a yaptır-
ise A b d u r r a h m a n K e t h ü d â ' n ı n yaptırdı-
B u g ü n Ezher, e t r a f ı n d a z a m a n l a te-
dığı ü ç d e revak b u l u n m a k t a d ı r .
ğı revaklar b a ş t a o l m a k ü z e r e bazı bö-
ş e k k ü l e t m i ş on ü ç m a h a l l e n i n (Hârâtü'l-
Abdurrahman
Kethüdâ'nın
külliyeye
k a z a n d ı r d ı ğ ı en değerli m i m a r i
unsur,
lümleri restore ettirdi. Hidivler dönemin-
Ezher) o r t a s ı n d a on ü ç m i h r a b ı , biri ha-
deki e n g e n i ş çaplı restorasyon A b b a s
len yıkılmış altı m i n a r e s i , irili ufaklı do-
gerçekleştirilmiş
k u z kapısı, civarında yaptırılmış olan ha-
çift açıklıklı B â b ü l m ü z e y y i n î n ' i d i r . Avlu-
ve bu sırada Ezher'e son b ü y ü k ilâve olan
vuzlu altı h a m a m ı , ü ç a b d e s t a l m a ma-
ya açılan Fâtımî devri ana kapısının önün-
ve p a ş a n ı n adıyla anılan Revâku'l-Abbâ-
halli, altı sarnıcı, a n a yapısı e t r a f ı n d a yer
deki giriş h o l ü n ü n (rehbe) Ezher meyda-
siyye
a l a n ü ç m ü s t a k i l m e d r e s e s i ve yirmi do-
nına
g ü n e y i n d e k i k ö ş e d e yer a l a n ve b ü t ü n
k u z revakı ile İslâm d ü n y a s ı n ı n 1000 yıl-
ve Akboğaviyye medreseleri arasına yap-
m i m a r i unsurları ile O s m a n l ı
üslûbunu
d a n beri g ö r e v y a p a n en eski ö ğ r e t i m
tırılan b u kapı, vaktiyle Ezher talebele-
y a n s ı t a n b u ü ç katlı, b ü y ü k b i n a n ı n bu-
k u r u m u ve en ö n e m l i külliyelerinden bi-
rini tıraş e t m e k için orada sıralanan ber-
g ü n ikinci ve ü ç ü n c ü k a t l a r ı n d a Mısır'ın
ri o l a r a k geçirdiği eski canlı ve şaşaalı
berlerden dolayı "berberler kapısı" m â -
çeşitli b ö l g e l e r i n d e n gelenler için ayrıl-
g ü n l e r i n i g e r i d e b ı r a k m ı ş ve d a h a
n a s ı n a gelen b u a d l a a n ı l m a k t a d ı r . Ka-
m ı ş bölümlerle revir, eczahane, bazı ida-
i b a d e t h â n e hüviyetine d ö n m ü ş d u r u m -
pının ö n e m l i özelliklerinden biri kitâbe-
rî birimlerin büroları, Mısır m ü f t ü s ü n ü n
dadır.
sinin çok d e ğ i ş i k t a s a r l a n m ı ş olmasıdır.
m a k a m ı vb. b u l u n m a k t a d ı r . Alt k a t ı n d a
En ü s t t e sekiz b ö l ü m l ü bir şerit içine
ise içindeki on iki m e r m e r s ü t u n ve renk-
Memlûk
hattıyla
li m e r m e r m i h r a p l a d i k k a t çeken b ü y ü k
yazılmış sekiz beyitlik Arapça tarih man-
bir salon vardır. Bu d ö n e m d e ayrıca kül-
yapının t a ç k a p ı s ı özelliğine s a h i p
u l a ş a n dış k ı s m ı n d a ,
üslûbunda
olan
Taybarsiyye
ceiî-sülüs
z u m e s i (metni için bk. el-Ezherü'ş-şerîf 'îdihi'l-elfî,
fî
s. 153), b u n u n altına kabart-
m a bir rozetin iki a n a b ö l ü m e ayırdığı ve
Hilmi Paşa z a m a n ı n d a
eklenmiştir.
Bâbülmüzeyyinîn'in
liyenin y a ğ l a a y d ı n l a t ı l m a s ı n a son verilerek h a v a g a z ı s i s t e m i n e geçilmiştir. Ezher'İn m i m a r i
unsurları içinde re-
her birinin kenarlarını iki O s m a n l ı servi-
v a k adı verilen, f a k a t a v l u n u n çevresin-
sinin süslediği girift m ü s e n n â
bir istif
deki n o r m a l revaklarla (portik) h e r h a n g i
kable'l-fevt"
bir benzerliği o l m a y a n yirmi d o k u z a d e t
içinde, "Accilû bi's-salâti
(Namazı vakti geçmeden kılmakta acele edi-
birim b u l u n m a k t a d ı r (aş. bk.). Y u k a r ı d a
niz) ve, "es-Salâtü i m â d ü ' d - d î n " (Namaz
bir k ı s m ı n ı n adı g e ç e n ve ç o ğ u külliye-
dinin direğidir) ibareleri, köşelere d e bi-
nin batı cephesi boyunca sıralanmış olan
rer t û b â
b u üç katlı ve birbirine bağlı birimler ta-
tamamı
ağacı yerleştirilerek
bunların
M e m l û k tarzı g e ç m e l e r l e çer-
m a m e n öğrencilerin ihtiyaçlarına cevap
ç e v e l e n m i ş ve böylece k i t â b e y e bir pa-
verebilecek p l a n l a r d a inşa edilmişlerdir.
n o g ö r ü n ü m ü verilmiştir. Yazılar siyah z e m i n ü z e r i n d e altın yaldızlı, servi ağaçları yeşil, t û b â ağaçları ise yeşil - kırmızı boyalıdır.
Ezher Külliyesi'nin t a m i r ve b a k ı m ı için yapılan
çalışmalar
krallık d e v r i n d e
s ü r d ü k t e n sonra 1952 yılındaki
de
ihtilâli
t a k i b e n c u m h u r i y e t e geçişle n o k t a l a n a n
Kapı 1 8 9 6 ' d a esaslı bir o n a r ı m geçirm i ş , a n c a k b u sırada ü s t ü n d e k i
mek-
siyasî hareketin a r d ı n d a n g ü n ü m ü z e ka-
BİBLİYOGRAFYA: Makrîzî, el-Hıtat, II, 383; İbn İyâs, Bedâ'i'u'zzühûr, Kahire 1404, V, 178, 182-188 vd.; Evliya Çelebi, Seyahatname, X, 194-196; Ali Paşa Mübarek, el-Hıtatü't-Tevfîkıyye, Kahire 1980, IV, 29-60; S. Flury, Die Ornamente der Hakim und Ashar Mosehee, Materıalen zur Geschichte der alteren Kunst des İslam, Heidelberg 1912; Hasan Abdülvehhâb, Târîhu'l-mesâcidi'l-eşeriyye, Kahire 1946, s. 47; K. A. C. Cresvvell, The Müslim Architecture of Egypt, Oxford 1952-60, I, 36-64, İv. 4-14; Muhammed el-Behî, el-Ezher: târîhuh ue tetavvüruh, Kahire, ts. (Dârü'şŞa'b), s. 116-173; Suâd Mahir Muhammed, Mesâcidü Mısr ve evliya'ühe's-şâlihün, Kahire 1391/1971, 1, 165-226; a.mlf., el-'İmâretü'lİslâmiyye 'alâ merri'l-'usûr, Cidde 1405/1985, I, 371-416; el-Ezherü'ş-şerîf fî 'îdihi'l-elfî, Kahire 1403/1983, s. 63-160; D. Behrens-Abouseif. The Minarets of Cairo, Kahire 1985, s. 62-66; Muhammed Abdülmün'im Hafâcî, elEzherfîelf'âm, Beyrut 1408/1988, I, 19-126; Tâhâ el-Veli, el-Mesâcid fi'l-İslâm, Beyrut 1409/ 1988, s. 471-557; K. Vollers, "Ezher", İA, IV, 433-434. r—ı
d a r gelmiştir. 1950'li yıllardan itibaren
Bil
MUSTAFA U Z U N
t e p l e y a n ı n d a k i m i n a r e yıktırılmıştır. Bu â b i d e v î kapı m e v c u t haliyle Kahire'deki t a ç k a p ı l a r a r a s ı n d a , O s m a n l ı ve Meml û k m i m a r i - t e z y i n î üslûplarını belli bir u y u m içinde bir araya getiren t e k ö r n e k
Ezher Camii'nin taçkapısı üstündeki kitabe
olarak büyük değer taşımaktadır. B u n d a n sonraki d ö n e m l e r d e E z h e r ' d e y ü r ü t ü l e n i m a r faaliyetlerinin, gerek du-
?Tv
y u l d u k ç a m e v c u t binaların u y g u n yerlerine e k l e n e n öğrenci revaklarının yapım ı ve t a m i r l e r ş e k l i n d e o l d u ğ u
görül-
m e k t e d i r . Meselâ 1 7 9 5 ' t e Vali İ b r â h i m Bey es-Sagîr (ei-Vâlî) Revâku'ş-şerâkut'u, Kavalalı M e h m e d Ali Paşa d a Şeyh M u h a m m e d V e d â a teşvikiyle
Sudan'dan
1805'te
i l
es-Sinnârî'nin
gelen
çok
öğrenciler
için Revâku's-Sinnâriyye ile alt katında-
58 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
-
s
EZHER 2. Eğitim Öğretim ve Sosyal Hayat, a) Fâ-
aş bağlamıştır. Yapılan çalışmaların bir
tımî Dönemi. Ezher Camii'nde yapılan iba-
kısmında edebiyat ve dil sahasına ağır-
burada, ertesi hafta Ezher'de ve daha
detlerde Fâtımî halifeleri, belirli özellik-
lık verilmekle birlikte Ezher'deki ilmî fa-
sonra da sırasıyla Tolunoğlu ve Fustat
leri ve protokolleri olan bir topluluk içe-
aliyetin başta gelen özelliği Şiîliğin ön
(Amr b. Âs) camilerinde irad etmeye baş-
risinde en önde bulunmaktaydılar. Fâtı-
planda tutulması idi. Halife Hâkim-Bi-
ladı. Daha sonra şartlar değişti ve hut-
m î saltanatı boyunca bu cami, âdeta bir
emrilfâh'ın teşebbüsüyle 395'te (1005)
be yalnızca Ezher ve Hâkim camilerinde
bayram havasında yapılan pek çok dinî
Dârülhikme kurulduktan sonra mezhep-
okunur oldu.
t a n sonra halife cuma hutbelerini önce
kutlamanın merkezi oldu. Çeşitli halk
çiliği esas alan faaliyetlerin zayıfladığı
b) Eyyûbî Dönemi. Selâhaddîn-i Eyyûbî
kesimleri bu t ü r merasimlere katılma-
görülür; bu d u r u m fıkıh dışındaki ko-
tarafından Mısır'da hâkimiyet kurulup
ya büyük bir istek duyduğu gibi bizzat
nuların da araştırılmasına zemin hazır-
Fâtımî hânedanının ortadan kaldırılma-
Fâtımî halifeleri de bu törenlerde bulun-
ladı. Böylece edebiyat ve dil alanındaki
sı ve hutbenin Abbâsî halifesi adına okutulmasıyia Ezher için yeni bir devir baş-
maya ve toplanan kalabalıkları görme-
çalışmalara ilâve olarak felsefe, tıp ve
ye hayli ö n e m veriyorlardı. Bu d ö n e m d e
m a t e m a t i k gibi bazı aklî ilimler de de-
ladı. Bu aynı z a m a n d a Mısır'da pek de-
yapılan dinî ihtifallerin en ünlüleri mev-
rece derece gerek âlimlerin gerekse ta-
rinlere
lid-i nebevî ile receb ve şâbanın başı ve
lebelerin ilgisini çekmeye başladı. Çok
gerilemesi demekti. 0 d ö n e m d e Selâ-
kök salmamış bulunan
Şiîliğin
ortalarına rastlayan "veküd" gecelerin-
geçmeden burası zamanın bazı ünlü âlim
haddîn-i Eyyûbî Şîa mezhebini ve mera-
de düzenlenenlerdi. Bu vesilelerle kâdıl-
ve ediplerinin toplandığı bir yer oldu.
simlerinin izlerini ülkeden silip a t m a k
k u d â t ve dâi'd-duât, devlet erkânı, ha-
Bunlar arasında tarihçi M u h a m m e d b.
için seferber olmuştu. Ezher'i Mısır'daki
tipler ve şairler toplanıyor, akşamları ca-
Abdullah el-Musabbihî, nahiv âlimi Ebü'l-
Şiîliğin ve da'vet faaliyetlerinin ana üs-
mi içinde ve çevresinde m u m ve kandil-
Hasan Ali b. İbrâhim el-Havfî, hadis ve
sü olarak g ö r d ü ğ ü için, yeni kâdılkudât
ler yakılıyor, yemek ve tatlı sunuluyor,
kıraat âlimi Ebü'l-Abbas A h m e d b. Hi-
Sadreddin Abdülmelik b. Dirbâs'ın aynı
altın buhurdanlıklar içinde tütsüler do-
ş â m el-Mısrî, m u h a d d i s ve tarihçi Ebû
şehirde iki ayrı cuma hutbesinin okuna-
laştırılıyordu. Fâtımîler dönemi boyunca
Abdullah M u h a m m e d b. Selâme el-Ku-
mayacağı yolundaki fetvasına dayanarak
bu t ü r dinî merasimlerle sevinç gösteri-
dâî sayılabilir. Fâtımî halifelerinin Ezher'e
Ezher'de cuma namazı kılınmasını ya-
leri devam etti. Bu arada m a t e m g ü n ü
gösterdikleri i h t i m a m ve masraflarının
sakladı ve burayı Sünnî bir eğitim mer-
kabul edilen aşure günü geldiğinde Şiîler
karşılanması için ayırdıkları bol tahsisat,
kezi haline getirdi. Selâhaddin devrinde
iş yerlerini
matem
üstlendiği davet görevini yerine getirme-
Ezher'de ders veren müderrisler ara-
meclisi toplanır, şiirler okunurdu. Daha
si için itici bir güç oluşturuyordu. Mak-
sında, 587 (1191) yılında Mısır'a gelen
kapatır,
Ezher'de
sonra 549'da (1154) Meşhed-i Hüseynî
rîzî, aralarında Ezher'İn de bulunduğu
Abdüllatîf el-Bağdâdî'nin de adına rast-
t a m a m l a n ı n c a bu merasimler orada ya-
bazı dinî kurumların yararına kullanıl-
lanmaktadır (İbn Ebû Usaybia, II, 207).
pılmaya başlandı. Kâdılkudât
haftanın
m a k üzere Kahire'deki birtakım tesisle-
Camide cuma namazlarının tekrar baş-
belirli günlerinde görevini Ezher'de ifa
rin istimlâk edilmesine dair Halife Hâ-
laması 1266'da M e m l û k Sultanı I. Bay-
eder, m u h t e s i b ise hafta boyunca çalış-
kim - Biemrillâh'ın emriyle düzenlenmiş
bars'ın emriyle olmuştur. Eyyûbîler'in Şiî
malarını sırayla A m r b. Âs ve Ezher ca-
bir vakıf belgesinin metnini vermekte-
medreselerini siyasetten arındırıp sade-
milerinde y ü r ü t ü r d ü ; önemli merasim-
dir. Bu uygulama sonraki dönemlerde
ce ilmî faaliyette bulunulan merkezler
lerle genel duyuru ve açıklamalar Ez-
de devam etmiş, hem halifeler hem de
haline d ö n ü ş t ü r m e
her'de yapılırdı.
bazı hayır severler Ezher'e pek çok em-
önemini bir dereceye kadar azaltmışsa
lâk vakfetmişlerdir. Bunun yanı sıra öğ-
da burası yine şair Ömer İbnü'l-Fârız es-
renci ve hocalar için yapılan çeşitli aynî
Sûfî ve İbn Hallikân gibi çeşitli Sünnî ilim
ve nakdî yardımlarda bir artış dikkati
adamları ve ediplerce aranan bir med-
çekmektedir. Öte yandan caminin ya-
rese olmaya devam etmiş, bir süre son-
kınlarında toplanan ve m u h t e m e l e n ge-
ra da yeniden eski mevkiini ve şöhretini
ceyi burada geçiren yoksullar da bu gi-
kazanmıştır.
Fâtımî Devleti'nin ilk kuruluş yıllarınd a n itibaren Ezher'İn bir eğitim ve öğretim m e k â n ı olarak değerlendirilmesi yoluna gidildi. Açılışının üzerinden henüz üç yıl geçmişken meşhur Şiî fakihi Ebü'l-Hasan Ali b. M u h a m m e d en-Nu'm â n el-Kayrevânî, ö l ü m ü n e kadar sürdüreceği kâdılkudâtlık görevini y a p m a k üzere Ezher'e gelip yerleşti ve burada
el-îhtisâr adlı fıkıh kitabını okutmaya başladı. Böylece ilk defa 365 (975) yılında gerçekleştirilen eğitim faaliyetlerine bu âlim i n gayretleriyle devamlılık kazandırıldı. Onun ö l ü m ü n d e n sonra Ezher'deki fıkıh eğitimi oğullan tarafından yürütüldü. 369'da (980) Vezir Ya'küb b. Killis de Şiî fıkhı üzerine tertip ettiği ve erRisâletü '1 - "Azîziyye adını verdiği kitabını o k u t m a k için Ezher Camii'ni tercih etti. Ya'küb b. Killis bu tarihten itibaren Ezher'de görev y a p m a k üzere otuz yedi müderris görevlendirmiş ve bunlara mababası M u h a m m e d Nu'mân'ın
bi bağışlardan nasip alıyorlardı. İbnü'lMe'mûn, 517'de (1123) bir dinî gün münasebetiyle Ezher Camii ile Fustat'taki el-Câmiu'l-atîk'te fakirler için un ve helva dağıtıldığını zikreder. Ezher'İn işlerini yürüten kimseye "müşrif" deniliyordu. Bu yetkili külliyenin u m u m i işlerine, vakıf mallarından gelen gelirlerin, bağış ve yardımların toplanmasına nezaret eder, ayrıca vakıf belgelerinde ve bağışta bulunanların talimatlarında belirtilen kayıtlara uygun olarak müderrisler, din görevlileri ve cami müştemilâtında oturan yoksullarla ilgili olanlar dahil harcamaların t a m a m ı n ı denetim altında bulundururdu. Hâkim-Biemrillâh'ın yaptırdığı Hâkim Camii ibadete açıldık-
politikası
Ezher'İn
c) Memlûk Dönemi. Memlükler'in 648'den (1250) itibaren ortaya çıkışıyla birlikte Ezher'de d e bir gelişme başlamış ve bu gelişme 11. Baybars devrinde (13091310) zirveye ulaşmıştır. 1. Baybars'ın nâibi Emîr Bilbek el-Hâzindâr ez-Zâhirî Ezher'İn eski günlerine kavuşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu emîr, Şâfiî fıkhını ö ğ r e t m e k üzere bir araya getirilen bir grup âlim için yeni bir maksûre ve ayrıca büyük bir ahşap minber yaptırmıştır (yk. bk.). Bu arada bir hadis müderrisi ve Kur'an tilâvetiyle meşgul olacak yedi kâri için de bazı düzenlemelere girişilmiştir. 18 Rebîülevvel 665 (17 Aralık 1266) g ü n ü yapılan büyük bir merasimle Ezher yeniden cuma namazına
59 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZHER açıldı ve böylece halkın gönlündeki seç-
ğ u o d ö n e m d e Mısır'ı en huzurlu ve en
nucu olarak şeyhin seçimini
kin mevkiini tekrar kazandı. Bu dönem-
güvenilir yer olarak gördüklerinden bu-
âlimlere bırakmışlardı. Ancak bu
d e Ezher'deki u l e m â ve şeyhlere göste-
raya geliyor ve h e m bilgilerini geliştir-
k a m sonraları r u h a n î ve z a m a n z a m a n
rilen saygının da d i k k a t çekecek ölçüde
m e k h e m de hocalık y a p m a k için çeşitli
siyasî bir liderlik haline gelecek ölçüde
arttığı
bu
m e d r e s e ve camilere dağılıyorlardı. Bu
gittikçe artan bir ö n e m
birinin önemli bir mevkiye
d ö n e m d e faaliyetlerini Ezher'de yoğun-
b u n d a n dolayı farklı mezheplere men-
gelişine dair sultan adına Dîvânü'l-inşâ'-
laştıran âlimlerin ö n d e gelenlerini şöyle
s u p adaylar arasında b ü y ü k olaylara se-
d a n çıkarılan bir tayin e m r i n d e n söz et-
sıralamak m ü m k ü n d ü r : İbn Haldûn, Mu-
bebiyet verecek bir rekabete yol açmış-
m e k t e ve bu e m i r d e âlim hakkında çok
h a m m e d el-Fâsî, Ebü'l-Abbas A h m e d el-
tır (Ezher şeyhleri hakkında geniş bilgi için
h ü r m e t k â r bir ifade kullanılması dikkati
Kalkaşendî, Makrîzî, Sehâvî, Celâleddin
bk. bibi., Meşyehatü'l-Ezher
ç e k m e k t e d i r (Şubhu'l-a'şâ,
es-Süyûtî. Makrîzî'nin kaydettiğine gö-
Ezheradlı
görülmektedir.
âlimlerden
Kalkaşendî,
II, 251). Dev-
buradaki ma-
k a z a n m ı ş ve
ve
Şüyûhu'l-
eserler).
let adamlarının Ezher'e ö n e m vermeleri
re o n u n z a m a n ı n d a Ezher Kur'an tilâve-
Ezher'İn önemli özelliklerinden birini,
halk nazarındaki değerini arttırmış, bu-
ti, Kur'an ilimleri, fıkıh, hadis, tefsir ve
geçmişi Memlükler dönemine kadar uza-
rayı t e k r a r sâlih, âbid ve sûfflerin top-
dil bilimi öğretimi, vaaz ve zikir halka-
nan revak sistemi teşkil eder. Revak ay-
landığı bir merkez haline getirmişti. Baş-
larıyla önemli bir canlılık gösteriyordu.
nı şehir, bölge veya ülkeden gelmiş öğ-
ka şehirlerden ve değişik ülkelerden Ka-
Her ilmin hocası caminin direklerinden
rencilerin yerleştirilmesi için hazırlanmış
hire'ye akın edenler arasında
birinin dibine yerleştirilmiş
kürsüsüne
bir t ü r yurt binasıdır. Bu sistem, ülke dı-
tüccarlar, z a n a a t k â r l a r ve h a t t a sıradan
oturuyor, kendisinden ders a l m a k iste-
şından gelenlerin güvenlik içinde çalış-
insanlar mevcuttu. Bunlardan bir kısmı
yenler d e ö n ü n d e halka oluşturuyordu.
âlimler,
m a ihtiyacının ve hemşehrileriyle birlik-
Ezher'de kalmış, bazıları da burayı ziya-
d) Osmanlı Dönemi. 1517'de Osmanlı-
ret edip beldelerine d ö n m ü ş l e r d i . Mak-
lar Mısır'ı zaptedince buradaki mirası ve
rak ortaya çıkmıştır. Revak sisteminin ya-
rîzî, XV. yüzyılda Ezher'e gelip artık ora-
t e yaşama isteğinin tabii bir sonucu ola-
kültürü, özellikle İslâmî müesseseleri ko-
yılmasında hayır sahiplerinin yaptıkları
da i k a m e t etmeye başlayanların (mücâ-
rumaya özen gösterdiler. Yavuz Sultan
yardımların ve vakfettikleri gelir kay-
virûn) sayısının 750'yi b u l d u ğ u n u belir-
Selim'in bir kısmını İstanbul'a götürdü-
naklarının önemli bir yeri vardır. İlk ön-
tir. Aynı tarihçinin işaret ettiğine göre
ğ ü hocaların üç yıl sonra geri dönmesiy-
ce Emîr Beşîr el-Câmedâr en-Nâsıriyye
hali vakti yerinde olanlar Ezher Camii'n-
le (yk. bk.) Ezher dinî ve ilmî b a k ı m d a n
(ö. 761/1360), d a h a sonra d a çeşitli ku-
d e i k a m e t eden ve eğitim görenlere çe-
yine öncü rolünü sürdürmeye başladı ve
m a n d a n ve devlet adamları revaklarda
şitli yardımlarda bulunur, para dağıtır,
Osmanlı hâkimiyeti boyunca da bu du-
kalan öğrencilere yiyecek ve m a a ş tah-
y e m e k hazırlatıp yollar, özellikle e k m e k
r u m u n u korudu. Bu d ö n e m d e yönetici-
sis etmişler, böylece yerleşen sistem za-
ve tatlı ikram ederlerdi; dinî g ü n ve bay-
lerin ana dilleri Türkçe'yi
m a n l a çok b ü y ü k ilgi g ö r m ü ş ve yaygın-
r a m l a r d a b u yardımlar d a h a da artardı.
z a m a n l a r d a Ezher, Mısır'da A r a p dili ve
lık kazanmıştır. Revak sisteminin
Bir devlet a d a m ı 8 7 7 ' d e (1472) camide
edebiyatının muhafazası hususunda kay-
yönüyle işleyen bir m e k a n i z m a
kullandıkları
her
haline
kalan yoksullara dağıtılmak üzere yemek
da değer bir rol oynamıştır. Osmanlılar
gelmesi a n c a k Osmanlı hâkimiyeti sıra-
dışında her g ü n 1200 e k m e k tahsis et-
Ezher'İn oynadığı ilmî role m ü d a h a l e et-
sında gerçekleşti ve sistemin bu dönem-
mişti. Bu gibi işlerle, adı "nâzır" olarak
m e k t e n kaçındıkları gibi malî kaynakla-
de belli esaslara bağlanarak yeniden dü-
değiştirilen Fâtımîler'in m ü ş r i f dedikleri
rına da d o k u n m a m ı ş l a r ve onu her iki
zenlenip kurumlaştırılması, külliyenin bü-
yetkili ilgileniyordu.
hususta da bağımsız bırakmışlardı. Bu
t ü n İslâm dünyasına hitap eden t a m bir
Ezher Memlükler z a m a n ı n d a yeniden
d ö n e m d e yapılan yeniliklerin en önemli-
eğitim merkezi haline gelmesinde çok
canlanışıyla birlikte k a m u o y u n u etkile-
si şeyhü'l-Ezherlik makamının ihdas edi-
b ü y ü k rol oynadı. Nitekim Evliya Çelebi
m e y ö n ü n d e n d e eski mevkiini kazandı.
lişidir. Şeyhü'l-Ezher'in görevi, âlimlerle
de revakları sayarken, "Cümle elli kavim
Saraya ait bildirilerle önemli
haberler
talebeleri ilgilendiren hemen her şeyi içi-
revaklarda tâlib-i
yine buranın m i n b e r i n d e n halka duyu-
ne alacak şekilde dinî ve ilmî işlerle meş-
İslâm âleminin her bölgesinden
ruluyordu. Cami şehirde çıkan karışık-
gul o l m a k t ı ; idarî ve malî işlerden ise
12.000 kadar talebenin burada hiçbir sı-
lıklar sırasında insanların sığındığı yer
yine nâzır sorumluydu. Osmanlılar Ez-
kıntı ç e k m e d e n ilimle m e ş g u l oldukları-
haline gelmişti; ülkede bir salgın has-
her'e karşı gösterdikleri saygının bir so-
na işaret eder. Bu revaklardan bir kıs-
talık baş gösterdiği, Nil taştığı veya fiyatlar aşırı yükseldiği z a m a n halk buraya k o ş u p Allah'a d u a ediyordu. M e m l û k sultanlarının ve emirlerinin gösterdikle-
M! ^ a
ri i h t i m a m ı n bir sonucu olarak vakıflard a n ve hayır işlerinden gelen kaynakla-
fiN-ijĞg
rın çoğalması, bu müesseseyi faaliyeti yüzyıllarca sürecek dünyanın en b ü y ü k İslâmî ilimler merkezi d u r u m u n a getirmiştir. Buna tesir eden bir başka f a k t ö r de d o ğ u d a Moğoliar'ın, Mağrib ve İspanya'da hıristiyanların baskılarından kaçan ilim adamlarının Mısır'a göç etmeleriydi. İslâm dünyasındaki âlimlerin birço-
t
G ü n ü m ü z d e de Da've ve Usûlüddin fakültelerine ait derslerin yapıldığı Ezher Camii aviusu ile revaklar
60 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
ilm vardır"
diyerek gelen
EZHER sır valisi tayin eden bir f e r m a n çıkardı-
mı Mısırlı öğrencilere aitti ve bunlara Mı-
nî merasimlerle eğitim ve ö ğ r e t i m bir
sır'ın g ü n e y taraflarından (Saîd) gelen-
m ü d d e t askıya alındı ve cami
1801'de
ğı gibi bir yıl sonra o n u n Selânik'e nak-
ler için Revâku's-Saâyide, Nil deltasının
Fransız istilâsı sona erinceye k a d a r ka-
le karar verdiğinde de yine hocaların baş-
d o ğ u s u n d a n gelenler için Revâku'ş-şar-
palı kaldı. Daha sonra Osmanlı Devleti
vurusu üzerine yerinde bırakmıştır. An-
kâviyye, deltanın batısından gelenler için
yetkililerinin Ezher'İn faaliyetlerini yeni-
cak d a h a sonra M e h m e d Ali'nin ihtirası
de Revâku'l-bihâriyye adı verilmişti. Re-
den canlandırmaya başladığı, h a t t a Mı-
Ezher ulemâsı ile ters düşmesine yol aç-
vâku'ş-Şenvâniyye ve Revâku'l-Feşeniy-
sır'a gelen S a d r a z a m Y û s u f Ziyâ Paşa'-
tı ve bu defa da hocalar keyfî tasarruf-
ye gibi bazı revaklar müstakil olarak yal-
nın revakları dolaşarak buralarda kalan-
larından rahatsız olarak onunla müca-
nız birer şehre, Revâku'l-Hanefiyye ve-
lara caminin dinî ve siyasî niteliklerine
deleye giriştiler; bu m u h a l e f e t karşısın-
ya Revâku'l-Hanâbile gibi adlar taşıyan
yeniden kavuşacağı yolunda t e m i n a t ver-
da M e h m e d Ali ulemâyı birbirine düşür-
bazıları da çeşitli mezheplere ayrılmıştı;
diği görülmektedir. Fransız işgali son-
m e taktiğine başvurdu. Böylece Ezher'İn
bunların yanında körler için de ayrı bir
rasında Vali Hüsrev Paşa'nın çıkardığı,
siyasî rolünde bir gerileme başlamış, ay-
revak bulunuyordu. Mısır dışından ge-
Ezher ulemâsı ile talebelerine 300 t o n
rıca M e h m e d Ali'nin Avrupalı örneklere
lenlerin kaldıkları revakların en meşhur-
(2000 irdep) b u ğ d a y dağıtılmasını öngö-
göre k u r d u r d u ğ u yüksek okullar da ilmî
ları Kuzey, Doğu, Orta ve Batı Afrikalı-
ren e m i r n â m e de Osmanlı h ü k ü m e t i n i n
hayattaki rolünün zayıflamasına ve iş-
lar'a, Şamlılar'a, Türkler'e,
Hintliler'e,
Ezher'e verdiği önemin bir işaretidir. Ez-
levinin yalnız dinî alanla sınırlı kalması-
Habeşler'e, Hicazlılar'a ve Yemenliler'e
her bir asır sonra da İngiliz işgaline kar-
na yol açmıştır. Öte y a n d a n Ezher ule-
ait olanlardı. Öğrenciler vakitlerini iba-
şı yürütülen milliyetçi direnişin kalesi ol-
mâsı arasından modern akımları benim-
detle ö ğ r e n i m arasında b ö l ü n m ü ş ola-
m u ş , 1916 ayaklanması bu caminin min-
seyen ve bunları bir reform vasıtası ola-
rak geçirirlerdi. Bunlar esas
berinden halka yapılan çağrılarla başla-
rak teşvik ve t a t b i k edenler de çıkmış-
tılmıştır.
tır. Bu âlimler arasında özellikle Şeyh
itibariyle
hayır sahiplerinin tahsis ettiği aynî ve n a k d î yardımlardan faydalanıyordu. Her revakın, içindeki g r u b u n kendi aralarından seçtiği bir başkanı (şeyh) vardı. Başkanlar bütün işlerden sorumlu idi ve kendilerine revakla ilgili dosya ve belgeleri t u t a n , öğrencilerin isimlerini, geldikleri yerleri ve gıda tahsisatını kaydeden bir görevli (nakîb) yardım ediyordu. Revakların çeşitliliğiyle bunların temsil ettikleri şehir ve ülkelerin farklılığı, Ezher'İn şöhretinin Çin'den Batı Afrika'ya k a d a r yayılmış olduğunu göstermektedir. 1954't e revak sistemi kaldırıldı ve ayrı bir mekânda Medînetü'l-buûsi'l-İslâmiyye adıyla m o d e r n öğrenci yurtları yapıldı (revaklar hakkında geniş bilgi için bk. Abdülazîz M u h a m m e d eş-Şinnâvî, II, 3-123).
Halk
sıkıntılı
zamanlarında
eskiden
olduğu gibi yine Ezher'e koşuyordu. Diğer taraftan
orada
bulunan
âlimlerin
bir kısmı, O s m a n l ı - M e m l û k devri adıyla bilinen d ö n e m d e ve özellikle Osmanlılar'ın son yıllarında yöneticilere karşı direnen birer lider olarak tanınmışlardı. M e m l ü k l ü emîrler, halkın g ö n l ü n d e Ezherli âlimlerin nasıl m ü s t e s n a bir yer işgal ettiğini bildikleri için gerek birbirle-
M u h a m m e d Ahmed el-Arûsî, Şeyh Hasan el-Attâr ve Şeyh Rifâa et-Tahtâvî dikkati çeker. Bu d ö n e m d e Ali Paşa Mübârek'in belirttiğine göre 1 2 9 3 ' t e (1876) Ezher'de çeşitli milliyet ve mezheplerden 10.780 öğrenci okuyordu. Bunların 5651'i Şâfiî, 3826'sı Mâlikî, 1278'i Hanefî ve 25'i Hanbelî idi. 3 2 5 hocadan 147'si Şâfiî, 98'i Mâlikî, 76'sı Hanefî, 3'ü Hanbelî m e z h e b i n e m e n s u p t u .
riyle çatışmalarında gerekse yöneticiler-
Son iki asır boyunca Ezher hocalarıyla
le aralarında baş gösteren uyuşmazlık-
öğrencilerinin hayat standardlarını yük-
lar sırasında yardım ve destek s a ğ l a m a k
seltmek ve m ü f r e d a t ı yenilemek mak-
üzere onlara m ü r a c a a t e t m e ihtiyacını
sadıyla birtakım kanunlar çıkarıldı. Ez-
duyuyorlardı. Kahire halkının taleplerini
her'de ilk ıslah çalışmaları Hidiv İsmâil
de Osmanlı yöneticilerine yine Ezher ule-
Paşa z a m a n ı n d a başladı ve Ezher şeyhi
mâsı ulaştırıyordu. Vali A h m e d
M u h a m m e d el-Abbâsî'nin gayretleriyle
Hurşid
Osmanlılar d ö n e m i n d e Ezher'İn genel
Paşa'ya yönelik hoşnutsuzluklar iyice açı-
1287 (1871) yılında bir kanun çıkarıldı. Bu
kabul gören bu önemli mevkii, vatan se-
ğ a vurulup 1805'te Şeyh Ö m e r M e k r a m
k a n u n a göre hocalar üç dereceye ayrıla-
verliği ö n e çıkaran millî meselelerde d e
önderliğinde ona karşı isyan başlatıldı-
cak ve ilk derecedekiler özel kıyafet giye-
kayda d e ğ e r bir rol oynamasını sağla-
ğında paşanın görevden azli ve yöneti-
cekler, öğrenciler Ezher şeyhinin seçeceği
mıştır. B u n u n d i k k a t çeken bir örneği,
m i n Kavalalı M e h m e d Ali Paşa'ya devri
altı kişilik bir komisyon ö n ü n d e fıkıh,
1798'de Mısır'ı istilâ eden Napolyon Bo-
için hocalar topluca harekete geçmişler
usul, tevhid, hadis, tefsir, nahiv, sarf,
napart'a karşı yürütülen m ü c a d e l e sıra-
ve b u n u n üzerine İli. Selim onların is-
meânî, beyân, bedî, m a n t ı k derslerinden
sında g ö r ü l m ü ş t ü r . 20 Ekim 1798 g ü n ü
teklerine boyun eğip M e h m e d Ali'yi Mı-
mezuniyet imtihanına gireceklerdi.
Şeyh M u h a m m e d
es-Sâdât'ın
önderli-
ğ i n d e Kahire'de Ezherli ulemânın başını çektiği dinî nitelikli bir halk ayaklanması başladı ve bu arada cami, saldırıya geçip b u r a d a yaşayan birçok insanı katleden Fransızlar'dan ciddi bir d a r b e yedi. Bonapart'ın kumandayı General Kleber'e bırakarak 1 7 9 9 ' d a Fransa'ya
dönmesi
üzerine Ezher hocalarının öncülüğündeki isyan yeniden hız kazandı. Ancak Fransız askerlerinin tarihî külliyeye zarar veren s o r u m s u z hareketlerinin yoğunlaşm a s ı üzerine Ezher kendi halkı tarafınd a n t e r k e d i l m e k suretiyle kapatıldı; di-
61 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZHER Ezher'deki ıslah hareketlerinde Mu-
ve dinî içtihada a ç m a k istediğini ilân et-
h a m m e d A b d u h ' u n büyük payı vardır.
ti. İlk iş olarak içtihadı dışlayıp taklidle
A b d u h , önce Ezher şeyhi
yetinen âlimleri kınadı ve b ü t ü n dersle-
Muhammed
el-Enbâbî'yi bazı modern derslerin prog-
rin bu ruhla verilebilmesi için yeni dü-
r a m a alınması k o n u s u n d a ikna etmeye
zenlemeler yaptı. Ezher iki kısma ayrıl-
çalışmış, f a k a t b u n u b a ş a r a m a d ı ğ ı gibi
dı; birinci kısım u z m a n ilim adamı, ikin-
Hidiv Tevfik'ten de destek bulamamış-
ci kısım gerekli dinî bilgileri edinmiş okur
tır. Daha sonra II. Abbas Hilmi iş başına
yazar v a t a n d a ş yetiştirmek içindi.
geçince ona Ezher'de gerçekleştirilecek
kısımlardan her birinin programı ve eği-
bir ıslahatın b ü t ü n İslâm âlemi için çok b ü y ü k bir h i z m e t olacağını anlatan bir
Ezher Üniversitesi'nin yeni fakülte ve dershane binaları -
t i m süresi yeniden ayarlandı. 1930'da
Medînetü Nasr / Kahire
rapor s u n d u ve k u r u m u n ileri gelenleri-
Bu
Şeyhü'l-Ezher
Muhammed
el-Ahmedî ez-Zavâhirî'nin gayretiyle çı-
ni ikna ederek ıslahat için önemli bir
karılan kanunla Ezher'e bağlı olarak Kül-
adım attı. O sırada Şeyh M u h a m m e d el-
liyyetü'ş-şerîa, Küliiyyetü usûii'd-dîn ve
E n b â b î hastaydı ve ayrıca Ezherliler de
Külliyyetü'l-lugati'l-Arabiyye
adıyla
üç
onun idaresinden şikâyetçiydiler. Bu yüz-
1907 yılında Medresetü'l-kazâi'ş-şer'î
den h ü k ü m e t Hassûne en-Nevâvî'yi şeyh-
(hukuk fakültesi) açıldı. Dersler ve imti-
kültelerin kuruluşuna da izin veriliyor ve
liğe vekil tayin etti. 17 Receb 1312'de (14
hanlarla ilgili olarak Hidiv A b b a s Hilmi
ö ğ r e t i m ibtidâî (dört yıl), sânevî (beş yıl), âlî (adı geçen üç fakültede dört yıl) ve ta-
f a k ü l t e kuruldu. Bu kanunla başka fa-
Ocak 1895) Ezher'İn ıslahıyla ilgili k a n u n
yeni bir kanun yayımladı. Buna göre Ez-
yayımlandı. A b d u h ' u n arkadaşı olan ve
her'de sekiz yıl okuyanlar, şeyhü'l-Ez-
hassüs (yüksek lisans ve doktora) adla-
onunla iş birliği yapan Hassûne'nin dö-
her'İn başkanlığında üç âlim t a r a f ı n d a n
rıyla d ö r t s a f h a d a düzenleniyordu. Bu
n e m i n d e m ü f r e d a t programına
yapılacak
arada Medresetü'l-kazâi'ş-şer'î kapatıl-
hesap,
imtihanda
başarılı
oldukları
hendese, cebir, coğrafya, tarih ve h a t
t a k d i r d e i m a m - h a t i p l i k yapabilecekler,
dı; Külliyyetü'ş-şerîa ile aynı fonksiyona
gibi dersler konuldu ve eğitim
süresi
on iki yıl okuyanlar da altı âlim tarafın-
sahip olduğu için Dârü'l-ulûm'un da ka-
de on iki yıla çıkarıldı. Bu k a n u n Ezher'-
dan i m t i h a n edildikten sonra Ezher'de
patılması yoluna gidildi. Ayrıca Meclisü'l-
de ö ğ r e t i m faaliyetlerinin düzenlenme-
ders verebilecek ve önemli görevler ala-
Ezheri'l-a'lâ'nın çıkarılacak kanun ve yö-
si için atılmış ilk ciddi adımdı. Ezher'İn
bileceklerdi. Aynı kanunla Arapça
netmeliklerde söz sahibi olmasına im-
öğ-
idare meclisinde üye olan A b d u h ' u n ha-
retmenliği hakkı ise Dârü'l-ulûm ve Med-
zırladığı k a n u n tasarısının amacı idare
r e s e t ü ' l - k u d â t ' t a n m e z u n olanlara ve-
meclisinin ve Ezher şeyhinin görev alan-
riliyordu.
Bu d u r u m Ezherliler'i endişe-
tarihinde daha önceki ıslahatı yeterli gör-
larını tesbit e t m e k , öğrenci kayıt şart-
ye şevketti, ç ü n k ü bu kanunla onlar sa-
meyen Cumhurbaşkanı Abdünnâsır, mec-
larını, ö ğ r e n i m süresini ve tatilleri, müf-
dece imamlık ve hatiplik yapabilecekler-
lis başkanına Ezher'deki düzenlemeler-
r e d a t programlarını ve imtihanları be-
di. Ancak bu sırada Hassûne istifa et-
le ilgili öze! bir k a n u n teklifi gönderdi
lirlemekti. Bu m a k s a t l a 20
ve teklif 22 M u h a r r e m ' d e (6 Temmuz)
k â n tanındı. 9 M u h a r r e m 1381 (23 Haziran 1961)
Muharrem
ti, yerine ıslahat taraftarı olmayan Selîm
1314'te (1 Temmuz 1896) yeni bir kanun
el-Bişrî getirildi. 1329'da (1911) yeni bir
kabul edildi. Bu yeni kanunla Ezher sa-
çıkarıldı. Ayrıca hidivin emriyle Abduh'un
k a n u n çıkarılarak eğitim süresi on beş
dece dil ve din öğretimi veren bir k u r u m
başkanlığında d â i m î bir idarî komisyon
ay d a h a uzatıldı ve m o d e r n dersler ol-
o l m a k t a n çıkarılarak çeşitli ülkelerdeki
kuruldu. Arkasından dersler ve revaklar-
d u ğ u gibi bırakıldı. Bu k a n u n Ezher'le
m o d e r n üniversiteler gibi teşkilâtlandı-
la ilgili düzenlemeler yapıldı. M ü f r e d a t
ilgili önemli bir merhale teşkil eder. Bu-
rıldı ve h e m e n arkasından İslâmî bilim-
p r o g r a m ı n d a değişikliğe gidildi ve yeni
nunla ö ğ r e t i m birtakım kademelere ay-
ler ve Arapça'nın yanı sıra mühendislik,
dersler konuldu. Sağlık işlerine
önem
rılmış ve m ü f r e d a t programı yoğunlaş-
makine, tıp ve ziraat fakülteleriyle sa-
yükseltildi;
tırılmıştır. Bu arada Meclisü'l-Ezheri'l-
dece kızların devam ettiği fakülteler açıl-
çalışma, tatil ve imtihan günleri belirlen-
a'iâ ile b ü y ü k âlimlerden oluşan bir ule-
dı; diplomalar da lisans, yüksek lisans
di; idarî ıslahat yapıldı ve vakıf idaresin-
mâ
şeyhü'l-Ezher'in
ve doktora gruplarına ayrıldı. Söz konu-
den Ezher'e ayrılan pay 4000 cüneyhten
yetkileri azaltıldı. Ayrıca öğrencilerin ka-
su kanunun 34. maddesi gereğince 1961-
14.750 cüneyhe çıkarıldı. Fakat başlan-
yıt kabul şartları, imtihanlar, cezalar ve
1962 öğretim yılında cumhurbaşkanının
gıçta ıslahatı desteklediği halde bu ge-
diploma verilişi düzenlendi. 1911 kanunu
1 numaralı kararı ile usûlü'd-dîn ve şe-
lişmeleri aşırı bulan Hidiv Abbas Hilmi
ile Ezher'İn itibarı arttı ve çeşitli enstitü-
riat fakülteleri, 1962-1963 ö ğ r e t i m yı-
bazı çevreleri kışkırttı ve 1905'te Ezher
ler açıldı; 1917'de öğrenci sayısı 20.000'i
lında da bunların kızlara ait bölümleri
şeyhi Hassûne ile A b d u h görevlerinden
geçti.
verildi.
Hocaların
maaşları
istifa e t m e k zorunda kaldılar; ardından A b d u r r a h m a n eş-Şirbînî Ezher şeyhliğine tayin edildi. Yeni şeyh Ezher'İn dinî eğitim
maksadıyla
kurulduğunu,
dün-
yevî ilimlerle ilgisinin bulunmadığını ve kendisinden önce yapılanların bir cinayet o l d u ğ u n u söyledi. Ancak şeyhlikte başarı gösteremedi ve ertesi yıl istifa etti; yerine de tekrar Hassûne getirildi.
heyeti kurularak
açıldı. Yine bu k a n u n d a A r a p asıllı bir
1342 (1923) yılında yayımlanan bir ka-
tüzel kişiliğe sahip b u l u n d u ğ u belirtilen
nunla ö ğ r e n i m süresi on altı yıla çıkarıl-
Ezher'İn üstlendiği millî görev tesbit edil-
dı. Fakat eğitim bakanlığı Ezher öğren-
dikten sonra c u m h u r b a ş k a n ı n ı n
cilerine görev vermediği için
rıyla bu k u r u m d a n sorumlu bir b a k a n
durumda
kara-
Ab-
tayin edileceği, Ezher şeyhinin ise dinî
Mustafa
konularda en büyük otorite olduğu açık-
el-Merâgî Ezher şeyhi oldu. Muhaliflere
lanmaktadır. Bu kanunla el-Meclisü'l-a'lâ
a l d ı r m a d a n kapsamlı bir ıslahat hare-
li'l-Ezher, Mecmau'l-buhûsi'l-İslâmiyye,
keti başlatarak Ezher'İn kapılarını ilmî
İdâretü's-sekâfe
iyileşme
olmadı.
1347'de
(1928)
d u h ' u n öğrencisi M u h a m m e d
62 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
ve'l-buhûsü'l-İslâmiy-
EZHER b. SA'D ye, C â m i a t ü ' l - E z h e r ,
el-Meâhidü'l-Ez-
ler d e şunlardır-, A b d u r r a h m a n
el-Ce-
heriyye adlı heyetlerin k u r u l m a s ı isten-
bertî, R i f â a b. Râfı" et-Tahtâvî, M u h a m -
m i ş ve b u n l a r ı n g ö r e v ve yetkileri belir-
med
lenmiştir. 1 9 6 4 ' t e E z h e r Üniversitesi'ne ziraat,
Abduh,
Sa'd
Zağlûl,
Reşîd
A b d u l l a h N e d î m , T â h â Hüseyin, Musta-
Ebû Bekr Ezher b. Sa'd
f a Lutfî el-Menfelûtî, A h m e d H a s a n ez-
es-Semmân el-Bâhilî
Zeyyât, Ali Abdürrâzık, M u h a m m e d Mus-
leriyle y a b a n c ı diller o k u l u ve gazeteci-
t a f a el-Merâgî.
Bu
gelişmelerin
ardından
Medînetün-
n a s r civarına ihtiyacı karşılayacak yeni binalar inşa edildi. 1 9 9 1 ' d e e r k e k öğrenciler için Kahire'de o n d ö r t , t a ş r a d a yirmi bir-, kızlar için Kahire'de beş, taşr a d a d ö r t o l m a k ü z e r e t o p l a m kırk d ö r t f a k ü l t e vardı. 1 9 9 0 yılında 711 p r o f e s ö r ve 8 3 4 doçentle birlikte ö ğ r e t i m elemanlarının sayısı 5 3 1 6 , t o p l a m öğrenci sayısı d a 8 1 . 1 0 8 idi. Aynı yıl 1 7 0 3 kişi yüksek lisans, 1053 kişi d e doktora yapmaktaydı. Y e t m i ş altı ü l k e d e n gelen y a b a n c ı öğrenci sayısı ise 6 3 9 8 ' e u l a ş m ı ş t ı . Ezh e r ' d e e ğ i t i m ve ö ğ r e t i m şevval ayında r a m a z a n b a y r a m ı n d a n sonra başlar, cemâziyelâhirin s o n u n a k a d a r d e v a m eder. Receb, ş â b a n ve r a m a z a n ayları tatildir. Ayrıca k u r b a n b a y r a m ı n d a , mevlid-i nebî ve Mısır halkının ç o k saygı d u y d u ğ u m u t a s a v v ı f Seyyid A h m e d el-Bedevi'nin (ö. 6 7 5 / 1 2 7 6 ) d o ğ u m g ü n ü tatil yapılır; h a f t a tatili ise p e r ş e m b e ö ğ l e d e n s o n r a ve c u m a günleridir. K u r u l u ş yıllarından itibaren d e r s veren m e ş h u r â l i m l e r d e n
Ezher'de bazıları
ş u n l a r d ı r : Kadı E b ü ' l - H a s a n Ali b. Muhammed
b. N u ' m â n ,
el-Emînü'l-Muh-
t â r A b d ü l m e l i k b. M u h a m m e d
el-Har-
rânî, E b ü A b d u l l a h el-Kundâî, H a s a n b. Hatîr el-Fârisî, Ebü'1-Abbas A h m e d
b.
H â ş i m el-Mısrî, Ebü'l-Hasan Tâhir b, Ahm e d el-Mısrî, E b û A b d u l l a h M u h a m m e d b. B e r e k â t , A b d ü l l a t î f e l - B a ğ d â d î , yah u d i t a b i p M û s â b. M e y m û n , İbnü'l-Fârız, Ebü'l- K a s ı m el-Menfelûtî, Şemsedd i n el-Atabekî, S a ' d e d d i n el-Hârisî, Cem â l e d d i n el-Asyûtî, Ş e h â b e d d i n es-Sühreverdî, İbn Hallikân, Ali b. Y û s u f b. Cerîr el-Lahmî, K ı v â m ü d d i n el-Kirmânî, Şems e d d i n el-İsfahânî, Ş e r e f e d d i n el-Mâlikî, M u h a m m e d b. Y û s u f b. Hayyân elGırnâtî, Takıyyüddin es-Sübkî, Kanber b. A b d u l l a h eş-Şirvânî,
İbnü'd-Demâminî,
Fahr el-Bilbîsî, Makrîzî, İbn Hacer el-Ask a l â n î , İbn H a l d û n , Takıyyüddin el-Fâsî, Şemseddin el-Fenârî, Nûreddin Ali el-Buhayrî, A b d u r r a h m a n el-Münâvî, Şehâbedd i n el-Kalyûbî, C e m â l e d d i n el-Bâbilî, Şeh â b e d d i n el-Makkarî, M u h a m m e d b. Ahm e d el-Haraşî, Ş e h â b e d d i n el-Birmâvî. Mısır ve A r a p d ü n y a s ı n ı n fikrî hayat ı n d a ö n e m l i rol oynayan bazı Ezherli-
( j i y j ' )
Rızâ,
tıp, eczacılık, t i c a r e t ve e ğ i t i m fakültelik e n s t i t ü s ü gibi yeni b i r i m l e r eklendi.
EZHER b. S A ' D
(ö. 2 0 3 / 8 1 8 - 1 9 ) H a d i s hâfızı. L
J
BİBLİYOGRAFYA: Abdüllatîf el-Bağdâdî, el-İfâde ve'l-ictibâr, Kahire 1286, s. 20; İbn Ebû Usaybia, c Uyunulenba, II, 207; Kalkaşendî, Şubhu'l-acşâ, II, 251; III, 364; Evliya Çelebi, Seyahatname, X, 195-196; A'mâlü meclisi idâreti'l-Ezher, Kahire 1323; Muhibbüddin Hatîb, el-Ezher: mâzî• hi ve hâzıruh, Kahire 1345; Abdülhamîd Yûnus — Osman Tevfîk, el-Ezher, Kahire 1946; Mansûr Ali Receb, el-Ezher beyne'l-mâzî ue'lhâzır [baskı yeri yokl, 1946 (Matbaatu 1-Muktatef ve'l-mukattam), Mahmûd Ebü'l-Uyûn, elCâmi'u'l-Ezher, Kahire 1368/1949; B. Dodge, al-Azhar: a Millennium of Müslim Learning, Washington 1961; el-Ezher: târîhuh ue tetavvüruh, Kahire 1383/1964; Ahmed Hasan elBâkürî, el-Ezher beyne halîfeti'l-Mu'iz ve Cemil cAbdinnâşır, Kahire 1964; Muhammed elBehî, el-Ezher ve'l-fikrü'l-mu'âşır, Kahire 1955; Afaf Lutfi al-Sayyid Marsot, "The Begining of Modernization A m o n g the Rectors of al-Azhar, 1798-1879", Beginnings of Modernization in the Middle East the Nineteenth Century (ed. W. R. P o l k - R. L. Chambers), Chicago 1968, s. 267-280; Takuîmü Câmi'âti'l-Ezher fî erba'a senevât 1388-1392/1968-1972 (nşr. Dâru I-Maârif), Kahire 1972; Saîd İsmâil Ali, elEzher 'alâ mesrahi's-siyâseti'l-Mısriyye, Kahire 1974; M. Celâl Keşk, Ve Dehaletü'l-hayli'lEzher, Kahire 1978; Ali Abdülazîm, Meşyehatü'l-Ezher münzü inşâ'ihâ hatte'l-ân, Kahire 1399/1979, I-II; İbrâhim Avazeyn, 'Alâ Târîkı'lEzher fî elf am, Kahire 1402/1982; el-Ezherü'ş-şerîf fî 'îdihi'l-elfî, Kahire 1403/1983; elEzher ve'l-İslâm, Kahire 1983; Abdülazîz Muhammed eş-Şinnâvî, "Ervikatü'l-Ezher", Dirâsât fi'l-hadâreti'l-İslâmiyye, Kahire 1985, II, 3-123; A. C. Eccel, Egypt, İslam an Social Change: al-Azhar in Conflict and Accommodation, Berlin 1984; Yûsuf Kardavî, Risâletü'l-Ezher, Kahire 1984; M. Süleyman, Devru l-Ezher fî'sSûdân, Kahire 1985; M. Kemal Seyyid, el-Ezher: câmi'an ve câmi'aten, Kahire 1986; M, Abdülmün'im Hafâcî, el-Ezher fî elf am, Kahire, ts. — Beyrut 1408/1988, I-III; M. Bekir, Hayatî fî rihâbi'l-Ezher: tâlib ve üstâz ve vezîr, Kahire, ts.; Şüyûhu'TEzher (nşr. Vezâretü'll'lâm), Kahire, ts.; Câmfatü'l-Ezher fî sütûr, Kahire 1411/1991; M. VVinter, Egyptian Society Under Ottoman Rule 1517-1798, London 1992, s. 118-127; F. R. C. Bagley, "The Azhar and Shî'ism", MW, L / 2 (1968), s. 122-129; M. Receb el-Beyyûmî, "el-Ezher ve hürriyyetü'lfikr", ME, LI/5 (1975), s. 1143-1152; Remziye el-Atrakcî, "el-Ezher fî zılli'l-Fâtımiyyîn", Mecelletü Külliyyeti'l-âdab, sy. 25, Bağdad 1399/ 1979, s. 469-506; Ahmed M. Süveydân, "Târîhu'l-Câmi'i'l -Ezher", el-Fikrul-'Arabî, XLIV, Beyrut 1986, s. 131-146; K. Vollers, "Ezher", İA, IV, 433-442; J. Jomier, "al-Azhar", El2 (İng.), 1,813-821. i—] LLFFL
SAÎD ABDÜLFETTÂH Â Ş Û R
109'da (727-28), bazı k a y n a k l a r a göre ise 111 'de (729-30) d o ğ d u . B a s r a civarında y a ş a y a n B e n î Bâhile kabilesinin âzatlı kölesiydi. Babasının Sicistan'ın Ruhhac k a s a b a s ı n d a n o l u ş u n a b a k a r a k o n u n da burada
doğduğu tahmin
edilebilir.
Ezher A r a p l a r ' a esir d ü ş e r e k Bâhile kabilesine satıldı. İlk tahsiline Basra'da başladı ve K u r ' a n ö ğ r e n d i k t e n s o n r a h a d i s e z b e r l e m e y e yöneldi.
Devrin
tanınmış
âlimlerinden S ü l e y m a n b. Tarhân et-Teym î , Y û n u s b. Ubeyd, A b d u l l a h
b. Avn,
Kurre b. Hâlid'in derslerine d e v a m etti. Ali b. Medînî, İshak b. R â h û y e , A h m e d b. Hanbel, B ü n d â r , M u h a m m e d b. Yahyâ ez-Zühlî, A h m e d b. F u r â t gibi
muhad-
disler k e n d i s i n d e n h a d i s rivayet ettiler. Hadis meclislerine birlikte katıldığı d e r s a r k a d a ş ı m e ş h u r T ü r k â l i m i A b d u l l a h b. Mübârek'in
kendisinden
rivayette
bu-
l u n m a s ı o n u n h a d i s ilmindeki yerini göst e r m e y e yeterlidir. Son d e r e c e g ü ç l ü bir h â f ı z a y a s a h i p olan Ezher, âzatlı bir köle o l m a s ı n a r a ğ m e n hafızası ve gayretiyle i l i m d e y ü k s e k bir yere ulaştı. Yahyâ b. M a î n , İbn Avn'ın öğrencileri içinde o n u n k a d a r bilgili b a ş k a bir kişinin bul u n m a d ı ğ ı n ı söylerdi. A b b â s î Halifesi E b û Ca'fer el-Mansûr'la y a k ı n a r k a d a ş oldukları rivayet edilen E z h e r halife o l d u k t a n s o n r a o n u n l a f a z l a g ö r ü ş m e m i ş t i r . Iraklı m u h a d d i s l e r a r a s ı n d a g e r ç e k bir o t o r i t e k a b u l edilm i ş , B a s r a ' d a k i h a d i s meclislerine kendisinden
hadis y a z m a k üzere
binlerce
t a l e b e gelmiştir. Ayrıca hadisleri yazılı bir k i t a p t a n n a k l e t m e s i sebebiyle takdir e d i l m i ş ve rivayetleri İbn M â c e dışınd a Kütüb-i
Si 11 e'de y e r almıştır. Hocası
İbn Avn'ın hadislerini en iyi bilmesiyle d e ş ö h r e t b u l a n Ezher, ö m r ü n ü n sonlarına d o ğ r u yoksul d ü ş e n hocasının b ü t ü n ihtiyaçlarını karşılamıştır. E z h e r b. Sa'd s i k a * bir râvi o l u p rivay e t ettiği hadisler delil o l m a y a elverişli b u l u n d u ğ u için t a n ı n m ı ş fıkıh âlimi Hamm â d b. Zeyd öğrencilerine o n u n naklettiği hadisleri y a z m a l a r ı n ı tavsiye etmiştir. H a d i s m ü n e k k i d i Ukaylî, Ezher'İn rivayet e t t i ğ i h a d i s l e r d e n ikisini ele alar a k o n u n b u n l a r d a tedlîs yaptığını, dolayısıyla zayıf bir râvi o l d u ğ u n u iddia et-
63 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZHER b. SA'D m i ş s e d e İbn Hacer b u iddianın cerh sa-
sında
Kastallânî
hâşiye o l u p 8 9 6 (1491) yılında t a m a m -
yılamayacağını, Ezher'i zayıf râviler ara-
d e b u l u n m a k t a d ı r . Ezherî 19 M u h a r r e m
lanmıştır. Eser, kenarında Yâsîn el-Uley-
sında zikretmenin doğru
9 0 5 ' t e (26 Ağustos 1499) K a h i r e ' d e ve-
m î el-Hımsî'nin açıklamalarıyla
f a t etti.
basılmıştır (Bulak 1294; Kahire 1305, 1325,
olmayacağını
söylemiştir. N i t e k i m Z e h e b î d e Ukaylî'nin b u k a n a a t i n i hatalı b u l m u ş ve Ah-
îrşâdü's-sârî
müellifi
h a s ı n d a ş ö h r e t b u l a n Ezherî'nin eserle-
tercih e t m e s i n i n o n u yanılttığını belirt-
rinin en belirgin özelliği s a d e ve kolay
miştir.
anlaşılır
Ezher 2 0 3 (818-19) yılında
Basra'da
v e f a t e t m i ş t i r . Halîfe b. Hayyât b u tari-
bir
dille yazılmış
İbn Sa'd. et-Tabakât, VII, 294; Halîfe b. Hayyât, et-Tabakât (Ömeri), s. 226; Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr, I, 460-461; Ukaylî, ed-Du'afâI, 132-133; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ue't-ta'dîl, II, 315; İbn Hibbân, eş-Şikât, VI, 69; a.mlf., Meşâhîr, s. 162; Dârekutnî, Zikru esma*i't-tâbi'în, Beyrut 1406/1985, I, 34; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 194-195; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl, II, 323-325; Zehebî, el-'İber, I, 265; a.mlf., Mîzânü'l-i'tidâl, I, 172; a.mlf.. A'lâmü'n-nübelâ', IX, 441-442; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, 1, 202-203; Süyûtî, Taba/câfü7-hu/"/az (Ömer), s. 143; Hazrecî, Hulâsatü Tezhîb, s. 25. r—ı İsi
şi'l-Ezheriyye
fî halli
elfâzi'l-Mukad-
(Kahire 1304). İbnü'l-
MÜCTEBA
UĞUR
lanmıştır. 2. Temrînü't-tullâb c
ti'l-i râb.
ilâ
şmâ'a-
Mu'arribü'l-Elfiyye
adıyla
d a t a n ı n a n ve İbn M â l i k et-Tâî'nin el-
Elîiyye'sindeki
beyitlerin i'rabını yapa-
r a k n â d i r kelimelerini açıklayan b u şerh 8 8 6 ' d a (1481) t a m a m l a n m ı ş ve birçok d e f a basılmıştır (Bulak 1252, 1292; Kahire 1274 (taşbaskıl, 1289, 1292, 1299, 1301, 1302, 1305, 1308, 1310, 1312, 1317, 1335, 1374; Bulak 1294; İstanbul 1305). 3. Şer-
hu'1-Âcurrûmiyy e. İbn  c u r r û m ' u n elü z e r i n e k a l e m e alınan
mıştır. Eser ilk d e f a H o l l a n d a ' d a
( ^ğjiıjVI .aıla^t j j JJU- )
(nşr.
Schnabel, Amsterdam 1756), d a h a sonra
Ebü'l-Velîd Zeynüddîn Hâlid b. Abdillâh b. Ebî Bekr el-Vakkad el-Ezherî (ö. 9 0 5 / 1 4 9 9 ) A r a p dil âlimi.
d a Mısır'da (Bulak 1251, 1259, 1274, 1280, 1284, 1290; Kahire 1262, 1265, 1281, 1290) ve Fas'ta (1315) basılmıştır. K i t a p üzerin e M u h a m m e d M ü c â h i d Ebü'n-Necâ bir
J
8 3 8 (1435) yılı civarında Yukarı Mısır'ın (Saîd) Çerce ş e h r i n d e d o ğ d u . Bu sebeple
hâşiye yazmıştır (Bulak 1284; Tunus 1290; Kahire 1305, 1306, 1319). 4.
rûmiyye.
Vrâbü'l-Âcur-
Bir n ü s h a s ı S ü l e y m a n i y e Kü-
t ü p h a n e s i ' n d e b u l u n m a k t a d ı r (Serez, nr.
Cercâvî (Cercî, Cercevî) nisbesiyle d e anı-
2859, vr. 30 b -44 b ). S. et-Taşrih
lır. Tehzîbü'l
mûni't-Tavzîh.
müellifi E b û M a n s û r
Şerhu't-Tasrîh
M u h a m m e d b. A h m e d el-Ezherî'nin (ö.
Tavzîh
3 7 0 / 9 8 0 ) s o y u n d a n geldiği söylenmek-
en-Nahvî'nin Evdahu'l-mesâlik
t e d i r (Hansârî, III, 278). K ü ç ü k y a ş ı n d a
îiyyeti
bi-mazQ
ale't-
adıyla d a anılan eser, İbn H i ş â m
İbn Mâlik
ilâ
di'l-i'râb.
El-
adlı şerhine yazdığı bir
m a n 1985) ve M u h a m m e d İ b r â h i m S â l i m (Kahire 1989) t a r a f ı n d a n y a y ı m l a n m ı ş t ı r . Ezher şeyhi Hasan el-Attâr'ın d a b u esere bir hâşiye yazdığı bilinmektedir. 7. el-
Mukaddimetü'l-Ezheriyye 'Arabiyye.
dü'l-cevheriyye
hâvî, III, 172). Ö ğ r e n i m i n i
t a l e b e o k u t m a k ve eser telif
etmekle
geçen E z h e r î ' n i n m e ş h u r talebeleri ara-
elfâzi'l-Ezhe-
adlı bir şerhi. H a s a n el-Attâr (Bu-
1299, 1301, 1304, 1307, 1317, 1345), Muh a m m e d b. M u h a m m e d es-Sünbâvî (Bulak
1286,
1296), M u h a m m e d
Mücâhid
E b ü ' n - N e c â (Kahire 1312) ve E b û Bekir eş-Şenvânî'nin
hâşiyeleri
bulunmakta-
dır. 8. el-Elğâzü'n-nahviyye.
şeyh
Hâlid
Elğâzü'ş-
adıyla d a anılan eser basıl-
mıştır (Kahire 1281, 1304). 9.
fiye (GAL SuppL, Fehhâm,
Şerhu'l-Kâ-
I, 534). M u h a m m e d el-
herhalde
Brockelmann'ın
Dı-
m a ş k Zâhiriyye K ü t ü p h a n e s i ' y l e ilgili kıs a l t m a s ı n ı (Dam. Z.) yanlış a n l a d ı ğ ı için b u eserin D a m a d z â d e (Murad Molla) Küt ü p h a n e s i ' n d e b u l u n d u ğ u n u söylemiştir
(MMLA, XXXII, 24). 10. li'l-mi'e.
iu^ijlJei/^^p^lı^jJbJlljı^l/itjbp;
Ezher'e
tamamladık-
fî halli
el- cUkü-
lak 1270; Kahire 1275, 1281, 1284, 1297,
girdi. Yaîş el-Mağribî, Ali b. A b d u l l a h es-
t a n s o n r a ders v e r m e y e başladı. Hayatı
ilmi'l-
1252, 1287; Kahire 1307). Eser ü z e r i n d e ayrıca Z e y n ü d d i n M a n s û r ' u n
sile başladı. Kur'an'ı ezberleyip bazı te-
Bir s ü r e d e Sehâvî'nin talebesi oldu (Se~
c
E z h e r î ' n i n en m ü h i m eseri o l u p kendi-
"cahil herif" diye a z a r l a m a s ı üzerine tah-
etti.
fî
el-Âcurrûmiyye'-
sinin şerhiyle birlikte b a s ı l m ı ş t ı r (Bulak
l a m b a y a k a r k e n fitili bir t a l e b e n i n kita-
el-Aclûnî'den çeşitli ilimleri tahsil
Ezher'de
den sonra uzun süre okutulan b u kitap
k â d " diye a n ı l a c a k olan Ezherî bir g ü n
el-Cevcerî ve İ b r â h i m
eseri
(1299, 1308) basılmış, ayrıca A b d ü l k e r î m
m a k t a n ibaret o l d u ğ u için sonraları "Vak-
b. A b d ü l m ü n ' i m
adlı
M ü c â h i d ve Sa'd A b d ü l h â d î Teym (Am-
görevi Câmiu'l-Ezher'in kandillerini yak-
S e n h û r î , E m î n el-Aksarâyî, M u h a m m e d
kavâ'idi'l-i'râb
ği b u şerh İstanbul (1285) ve K a h i r e ' d e
altı yaşına k a d a r ilimle m e ş g u l olmayan,
m e l eserleri o k u d u k t a n s o n r a
an
üzerine yazdığı ve 8 9 8 ' d e (1492) bitirdi-
ailesiyle birlikte Kahire'ye yerleşti. O t u z
bı ü z e r i n e d ü ş ü r d ü . Talebenin kendisini
Kavâ'i-
İbn H i ş â m en-Nahvî'nin el-
c
İ'râb
riyye
b u şerh 8 8 7 (1482) yılında t a m a m l a n -
EZHERİ, Hâlid b. Abdullah
- luğa
üzerine
yazılan b u şerh 8 6 7 ' d e (1462) t a m a m -
Âcurrûmiyye's\
L
el-Havâ-
Cezerî'nin tecvide d a i r risâlesi
BİBLİYOGRAFYA:
F
olmalarıdır.
Bilinen eserleri ş u n l a r d ı r ; 1.
dimeti'l-Cezeriyye
hi 2 0 7 (822-23) o l a r a k z i k r e t m e k t e d i r .
1326, 1954). 6. M û ş ı l u t - t u l i â b ilâ
Eserleri. D a h a çok A r a p g r a m e r i sa-
m e d b. Hanbel'in bir başka râviyi Ezher'e
birlikte
Hâlid b. Abduliah el-Ezherî'nin
Şerhu lMukaddimetl'lEzheriyye adlı eserinin ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp.. Ayasofya, nr. 4 4 7 4 )
64 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
Şerhu'l-'Avâmi-
A b d ü l k â h i r el-Cürcânî'nin el-
EZHERİYYE c
Avâmilü!-mi'e'sinin
râvı Z e h r â n t a r a f ı n d a n (Kahire 1988). 11. Takyîd
şükr.
şerhi o l u p Bed-
i m a m l a r ı n d a n ü s t ü n b u l d u ğ u İ m a m Şâ-
b u eseri ü z e r i n d e bir d o k t o r a çalışması
yayımlanmıştır
f i î ' n i n k i t a p l a r ı n d a g e ç e n n â d i r ve g a r î b
y a p m ı ş t ı r (bk. bibi.). 3. Kitâbü
Me'âni'l-
kelimeleri derledi. Fıkıh ve dil çalışma-
kırâ'ât.
sûrelere
larının y a n ı n d a tefsir, hadis, şiir, t a r i h
g ö r e t e k e r t e k e r ele alındığı eserin bir
fi'l-hamdi
ve'ş-
Bilinen n ü s h a s ı R a b a t K ü t ü p h a n e -
seden
eserin
Zecel t ü r ü şiirden nüshası
ve d i ğ e r ilimlerle d e ilgilenen Ezherî b u
nüshası
bah-
a l a n l a r d a d a eserler verdi. H a d i s ilmin-
b u l u n m a k t a d ı r (Reşid Efendi, nr. 22> 4.
Muhammed
el-
F e h h â m t a r a f ı n d a n gösterilen yerde (Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 1273) mevc u t değildir. 13. eş-Şimârü'l-yâni za
uşûl (GAL Suppi, ti "felâ uksimü
kaynaklarda
Kitâbü
Tefsiri
Ezherî'nin karşılaştığı bir olay o n u da-
âye-
yılında h a c d a n d ö n e r k e n içinde bulun-
sihu'l-Kur'ân
bi-mevâla^i'n-nücûm"
d u ğ u kafile ile birlikte Karmatîler'in eli-
Rûh
Kaşîdeti'l-bürde.
n e esir d ü ş t ü . İki yıl s ü r e n e s a r e t hayati
ve's-Sünne,
b o y u n c a bedevî A r a p l a r ' d a n faydalana-
hadîş,
şerhi
esmâ'ıl-hüsnâ
(Sezgin,
Ezherî'nin b u n l a r d a n b a ş k a
fi't-tefsir,
- bürde'sinin
Kütüphanesi'nde
VIII, 204).
ha çok dil çalışmasına şevketti. 3 1 2 (924)
(a.g.e., a.y ). 15. Şerhu Bûsîrî'nin Kasîdetul
d e âlî i s n a d sahibi o l d u ğ u belirtilir.
Süleymaniye
fi'l-
II, 23). 14. Tefsîru
meselelerinin
fî
s i ' n d e d i r (nr. 544). 12. Bulûğu!-emel
fenni'z-zecel.
Kıraat
c
Kitâbü
İleli!-
et-Takrîb
kır â' ât,
ve mensûhuh,
ve mâ
câ'e
fîhi
Me cânî
mine!-Kur'ân
şevâhidi
Ğarîbü'l-fıkh
Nâ-
Kitâbü'rğarîbi'l-
( b u n u n bir önceki
o l u p 9 0 3 (1498) yılında t a m a m l a n m ı ş t ı r .
r a k g a r î b kelimeleri t o p l a d ı ve b u mal-
kitap veya ez-Zâhir ile aynı eser olabileceği
Eser B u l a k ' t a
z e m e y i Tehzîbü'l-luğa
ileri sürülmektedir), Kitâbü'r-Red
(1297), K a h i r e ' d e
(1282,
adlı ü n l ü kita-
c
ale'l-
1286, 1302, 1304, 1308) ve İskenderiye'de
b ı n d a değerlendirdi. Ezherî aynı z a m a n -
Leyş (Halîl b. Ahmed'in talebesi o l u p onun
(1288) basılmış, ayrıca M u h a m m e d
Ali
da, "Sâhibü'l-garîbeyn" diye t a n ı n a n E b û
eserini ikmal e d e n Leys b. Muzaffer'in Ki-
yayımlan-
Ubeyd A h m e d b. M u h a m m e d el-Herevî
tâbul-'Ayn'daki
ile E b û O s â m e C e n â d e b.
tâbü'l-Hayz,
Hasan tarafından B a ğ d a t ' t a m ı ş t ı r (1961, 1966). BİBLİYOGRAFYA:
Hâlid b. Abdullah el-Ezherî, Temrînü't-tullâb fî şınâ'ati'l-i'râb, İstanbul 1305, s. 2; a.mlf., Mûşılü't-tullâb, Kahire 1325, Mukaddime; Sehâvî, ed-Dau'ul-lâmi', Beyrut, ts., 111, 171-172; Gazzf, el-Keuâkibus-sâ' ire, I, 188; İbnü'l-İmâd, Şezerât, Beyrut, ts., VIII, 26; Ali Paşa Mübarek, el-Hıtatü't-Teufîkıyye, Kahire 1990, X, 53; Hânsârî, Rauzâtü'l-cennât, Tahran 1391, III, 278279; Serkîs. Mu'cem, I, 811-812; Brockelmann, GAL, I, 362; II, 34-35; Suppi, I, 524, 534; II, 22-23; a.mlf., "Ezherî", İA, IV, 442; a.mlf., "alAzharî", El2 (İng.), I, 821; îzâhu'Tmeknûn, I, 293; II, 229, 543; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn, IV, 96; Nüveyhiz, Mu'cemü'l-müfessirîn, I, 171; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), II, 297; Ömer Ferruh, Me'âlimul-edebi'l-'Arabî, Beyrut 1985, I, 141-149; Muhammed el-Fehhâm, "eş-Şeyh Hâlid el-Ezherî", MMLA, XXXII (1393/1973)', s". 18-24. m IHI
AHMET TURAN ARSLAN
Muhammed
ve K a r r â b gibi ü n l ü â l i m l e r e hocalık et-
ladığı Tefsîrü 's-Seb'i't-
miştir.
Tefsiri şi cri
K e n d i s i n d e n önceki dil âlimlerini güvenilirlik a ç ı s ı n d a n
ikiye ayıran
Ezherî
güvendiklerini b e ş t a b a k a h a l i n d e ince-
EZHERÎ, M u h a m m e d b. Ahmed ( i^âjVl
^
^
f e r (ö. 1 8 7 / 8 0 3 ' t e n sonra), K u t r u b , İbn Düreyd ve B ü ş t î gibi dilcileri A r a p ç a ' y ı b o z d u k l a r ı gerekçesiyle t e n k i t eder. Anc a k k e n d i çalışmaları d a İbn M a n z û r gibi b u s a h a n ı n otoriteleri t a r a f ı n d a n eleştirilmiştir. Ezherî Rebîülâhir 370'te (Ekim 980) H e r a t ' t a v e f a t etti. Eserleri. 1. Tehzîbü'l-luğa*.
Müellif Öm-
r ü n ü n s o n l a r ı n a d o ğ r u yazdığı b u meşh u r e s e r i n d e harflerin t e l a f f u z u n u e s a s alarak Halîl b. A h m e d ' i n (ö. 170/786) i ü -
tâbü!- cAyn'mda
u y g u l a d ı ğ ı u s u l ü be-
ma
n ü s h a l a r ı b u l u n a n eser
aralarında
A b d ü s s e i â m H â r û n , M u h a m m e d Ali en-
)
Neccâr, M. A b d ü l m ü n ' i m e l - H a f â c î v e M.
Ebû Mansûr M u h a m m e d b. A h m e d b. Ezher el-Ezherî el-Herevî (ö. 3 7 0 / 9 8 0 )
Ebü'l-Fazl İ b r â h i m ' i n d e b u l u n d u ğ u bir g r u p âlim t a r a f ı n d a n neşredilmiştir (I-XV, Kahire 1964-1967, 1979). E z h e r î ' n i n
A r a p dil â l i m i , edip ve fakih. L
J
k o n u d a ayrıca Kitâbü
mantık, 2 8 2 ' d e (895) b u g ü n k ü A f g a n i s t a n ' ı n kuzeybatısında yer alan Herat'ta
doğ-
ışlâhi'l-
ve
mahiyeti
Kitâbü!-Edevât
bilinmeyen Kitâbü
bu
Tefsiri
Maarif eti'ş-şubh
Mu câviye
ad-
dir. 2. ez-Zâhir
fî ğarîbi
lır. Aslen A r a p o l d u ğ u
anlaşılmaktadır.
İ m a m Ş a f i î ' n i n e n y a k ı n a r k a d a ş ı ve ta-
Tahsilini H e r a t ve B a ğ d a t ' t a yaptı. He-
lebesi olan İsmâil b. Y a h y â el-Müzenî'-
r a t ' t a İbn H ü r r e m diye t a n ı n a n m u h a d -
nin İ m a m Ş a f i î ' n i n k i t a p l a r ı n d a n kısal-
dis Hüseyin b. İdrîs ile E b ü ' l - F a z l Mu-
t a r a k m e y d a n a getirdiği
h a m m e d b. E b û Ca'fer el M ü n z i r î ' d e n ,
Müzenî
B a ğ d a t ' t a dil v e l ü g a t bilgini Niftaveyh
dir kelimelerin açıklamalarını ihtiva eder.
Seb'a'yı tıvâl
Ebî Temmâm
Temmâm)
ile
açık-
Kitâbü
(Tefsîru Dîvâ-
ve Ahbâru
Yezîd
b.
adlı eserleri k a y n a k l a r d a zik-
redilmektedir. BİBLİYOGRAFYA: Ezherî, Tehzîbü'l-luğa, I, 1-54, ayrıca naşirlerin mukaddimesi, s. 5-32; a.mlf., ez-Zâhir fî ğarîbi elfâzi'ş-Şâfi'f (nşr. Muhammed Cebr elElfî), Küveyt 1399/1979, nâşirin mukaddimesi, s. 7-22; Kemâleddin el-Enbârî, Nüzhetü'Telibbâ' (nşr. Muhammed Ebü'l-Fazl), Kahire 1386/ 1967, s. 323-324; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', XVII, 164-167; İbnü'l-Kıftî, İnbâhü'r-ruvât, IV, 177-181; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 334-336; Zehebî, Ac lâmü'n-nübelâ', XVI, 315-317; Safedî, el-Vâfî, II, 45-46; Sübkî, Tabafcât, III, 6368; İsnevî, Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye, I, 49; Fîrûzâbâdî, el-Bülğa (nşr. Muhammed el-Mısrî), Küveyt 1407/1987, s. 186; Süyûtî, Buğyetü'luu'ât, I, 19-20; Dâvûdî, TabakâtüT-müfessirîn, II, 61-63; İbnü'l-İmâd, Şezerât, III, 72-73; Hânsârî, Ravzâtü'Tcennâi VII, 336-338; Brockelmann, GAL, I, 134-135; Suppi., 1, 197; Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 49; C. Zeydân, Adâb (Dayf), II, 309-310; Sezgin, GAS, VIII, 201-205; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb, II, 517-520; Selahattin Kıyıcı, Muhammed el-Ezherî, Hayati ue ez-Zâhir fî ğarîbi elfâzi'l-İmâm eş-Şâfiî (doktora tezi, 1985), Atatürk üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, s. 42-117; R. BlachĞre, "al-Azharî", El2 (İng.), 1,
lı eserlerinin b u l u n d u ğ u kaydedilmekte-
d u . B u s e b e p l e Herevî nisbesiyle d e anı-
H
SELAHATTIN K I Y I C I
eifâzi'ş-Şâfi'î.
Muhtaşarü'l-
adlı eserinde geçen g a r î b ve nâ-
fayda-
Bir fıkıh l ü g a t i n i t e l i ğ i n d e k i eser Mu-
landı. D a h a s o n r a fıkıhla m e ş g u l olma-
h a m m e d Cebr el-Elfî t a r a f ı n d a n t a h k i k
ya başladı. Ş â f i î fıkhının usul ve f ü r û u n u
edilerek y a y ı m l a n m ı ş t ı r
inceleyerek dil y ö n ü n d e n d i ğ e r m e z h e p
1979). S e l a h a t t i n Kıyıcı, Ezherî v e o n u n
ve Zeccâc gibi ü n l ü â l i m l e r d e n
ni Ebî
ler. G ü v e n m e d i k l e r i n d e n Leys b. Muzaf-
n i m s e m i ş t i r . Birçok k ü t ü p h a n e d e yaz-
^
hataları hakkındadır), Ki-
Mu callakât-ı
(Küveyt
1399/
F
n
EZHERİYYE
(
)
Halvetiyye tarikatının Hifniyye şubesinin Ebû Abdullah M u h a m m e d b . A b d u r r a h m a n ez-Zevâvî el-Ezherî'ye (ö. 1 2 0 7 / 1 7 9 2 - 9 3 ) nisbet edilen bir k o l u (bk. HALVETİYYE).
65 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZİYET EZİYET (bk. EZÂ).
j
n
EZKÂR (bk. ZİKİR).
L
r
j
n
el-EZKÂR
^
1929). Bu şerh, İbn Hacer'in y a r ı m k a l a n
miştir. Bu a r a d a konuyla ilgili âyetler,
el-Emâlî'sinden
s a h â b e ve t â b i î n sözleri n a k l e d i l m i ş , di-
m e k t e d i r . el-Ezkâr
ğ e r bazı k i t a p l a r d a n bilgiler aktarılmış-
f ı n d a n ihtisar e d i l m i ş o l u p b u n l a r ara-
Şerhu'l-Mühezzeb,
s ı n d a Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin el-
tır. Bazı k o n u l a r d a
Şerhu
Sahihi
Müslim
gibi k e n d i kitap-
p e k çok nakil ihtiva et-
Kelimü't-tayyib
çeşitli â l i m l e r tara-
adlı eseri
günümüze
larına atıflar y a p a n Nevevî u z u n babları
k a d a r g e l m i ş t i r (Beyrut 1403/ 1983; nşr.
k e n d i içerisinde fasıllara ayırmıştır.
M. Nâsırüddin el-Elbânî, Beyrut
el-Ezkâr'm
Çeşitli t a r i h l e r d e basılan
1405/
1985). M. N â s ı r ü d d i n el-Elbânî b u eseri
( JISjVI )
(Kahire 1306, 1312, 1331, 1375) M u s t a f a
Şahîhu'l-Kelimi't-tayyib
Nevevî'nin (ö. 6 7 6 / 1 2 7 7 ) zikir ve d u a y a dair hadisleri bir araya getiren eseri.
Hüseyin A h m e d (Kahire 1356), Abdülka-
ihtisar e t m i ş t i r (Beyrut 1400, 4. bs.). Ay-
dir el-Arnaût (Dımaşk 1391/1971), Ah-
rıca A h m e d b. Hüseyin er-Remlî'nin
m e d R â t ı b H a m û ş (Dımaşk 1983), M. En-
taşarü'l-Ezkâr'ı,
ver Baltacî (Kahire 1406), M u h y i d d i n Met-
Ezkâr
t û (Dımaşk 1407/1987), A h m e d Abdul-
Emâlî'sinden
şi'ârü'l-
lah B â c û r (Kahire 1988), Beşîr M u h a m -
dığı Tuhfetü'l
ve'l-ezkâri'l-
m e d Uyûn (Dımaşk 1988, Süyûtî'nin Tuh-
adlı ta'liki (bk. bibi.), Ş e m s e d d i n İbn To-
fetil'l-ebrâr'\
lun'un İthâfü'l-ahyâr
T a m adı Hilyetü'l-ebrâr
ahyâr
k ı n d a çeşitli âlimlerin görüşleri zikredil-
ve
fî telhîsi'd-de'avât
müstehabbe
fi'l-leyl
j
ve'n-nehâr
olup
ile birlikte) ve Ali eş-Şürbecî
6 6 5 (1266-67) yılında k a l e m e alınmıştır.
ile Kasım en-Nürî (Beyrut 1412/ 1992) ta-
Nevevî b u eserinde, bir insanın
r a f ı n d a n tenkitli neşirleri yapılmıştır.
b o y u n c a karşılaşacağı çeşitli
hayatı
durumlar
Tertibi ve m u h t e v a s ı birçok â l i m ta-
ve y a p a c a ğ ı ibadetlerle ilgili o l a r a k top-
r a f ı n d a n t a k d i r edilen el-Ezkâr
ladığı d u a ve zikirleri k o n u l a r ı n a
d e çeşitli ç a l ı ş m a l a r yapılmıştır. İbn Ha-
göre
üzerin-
on d o k u z b ö l ü m , 3 5 6 b a b h a l i n d e sıra-
cer el-Askalânî'nin el-Emûlî
lamış, ayrıca eserin s o n u n a genel dua-
lan Netû'icul-efkâr
larla ilgili o t u z k a d a r h a d i s ilâve etmiş-
si'l-Ezkâr
tir. G ü n l ü k h a y a t t a k i çeşitli davranışlar,
talebesi Sehâvî b u çalışmayı s ü r d ü r m ü ş -
n a m a z , z e k â t , oruç, hac gibi ibadetler,
se d e t a m a m l a y a m a d a n v e f a t e t m i ş t i r .
el-Ezkâr'ı
pılması u y g u n olan d u a ve zikirleri ve-
hâtü'r-rabbârıiyye
rirken
veviyye
İbn A l l â n es-Sıddîkî c
ale'1
ehâdîkalmış,
el-Fütû-
-Ezkâri'rı-Ne-
Muh-
Ezkârü'l-
Süyûtî'nin
adlı m u h t a s a r ı ve İbn Hacer'in elde f a y d a l a n a r a k kaleme al-
- ebrâr
bi-nüketi'l-Ezkâr fî
nüketi'l-Ezkâr'ı
eser üzerinde yapılan diğer başlıca çalışm a l a r olarak zikredilebilir.
Muhammed
Ali es-Sâbûnî d e e s e r d e n yaptığı seçmeleri el-Münteka'l-muhtâr
fî
Kitâbi'l-Ez-
kâr adıyla y a y ı m l a m ı ş t ı r (Kahire 1986).
diye d e anı-
tahrîci
adlı çalışması y a r ı m
cihad, sefer, e v l e n m e gibi olaylarda yayer yer hadisleri açıklamış, ha-
fî
adıyla t e k r a r
BİBLİYOGRAFYA : Nevevî, el-Ezkâr (nşr. Abdülkadir el-Arnaût), Dımaşk 1391/1971; Süyûtî, Tuhfetü'l-ebrâr (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1410/1990; Keşfü'z-zunûn, 1, 688-689; Serkîs, Mu cem, II, 1878; Brockelmann, GAL, I, 501; İ. Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı, İstanbul 1989, s. 125-
adıyla şerhetmiştir (Kahire 1348/
S
SELMAN BAŞARAN
dis ilimleriyle ilgili bilgiler vermiş, f ı k h î k a i d e l e r d e n ve a h l â k k u r a l l a r ı n d a n bahsetmiştir.
el-Ezkâr'daki
hadislerin seçiminde Bu-
el-Câmfu's-şahîh'-
h â r î ve M ü s l i m ' i n
N e v e v î ' n i n el-Ezkâr
a d l ı e s e r i n i n i l k iki s a y f a s ı (Süleymaniye K t p . . Hacı Mahmud Efendi, nr. 589)
leriyle E b û D â v ü d , Tirmizî ve N e s â f n i n e s - S ü n e n ' i e r i esas alınmış, bu a r a d a diğ e r h a d i s kitaplarına
da
fei-s f
başvurulmuş,
f^UM^.—
-Ü.
Nevevî'nin ifadesine g ö r e cüzler ve müsnedlerdeki hadislere çok az yer verilmiştir.
Umumiyetle
sahih
hadisler
tercih
e d i l m e k l e b e r a b e r sahih h a d i s bulunam a y a n k o n u l a r d a b a z a n zayıf hadisler d e a l ı n m ı ş , f a k a t çok d e f a b u n l a r ı n zayıf o l d u ğ u belirtilmiştir. Seçilen hadislerin kolay anlaşılır o l m a s ı n a d i k k a t edilmiş, eserin h a c m i n i b ü y ü t m e m e k için rivayetlerin senedleri v e r i l m e m i ş t i r .
Ge-
nellikle hadislerin b a ş ı n d a , b a z a n d a son u n d a kaynakları ve s a ğ l a m l ı k dereceleri k a y d e d i l m i ş , B u h â r î ve M ü s l i m ' d e n ^allplijıllijıî J l î . i ü ^ M ^ ı ^ l ^ l ^ k ^ l k i ' j î
n a k l e d i l e n hadislerin s ı h h a t derecesine i ş a r e t e t m e y e g e r e k g ö r ü l m e m i ş t i r . Tirmizî'nin lerin
es-Sünen'inden
sağlamlık
alınan
derecesinin
hadis-
tesbitinde
ise o n u n bu konudaki görüşleri esas alınmıştır. O k u n m a s ı n d a g ü ç l ü k b u l u n a n ke-
' U ^ ^ J ^ ^ İ İ Ö ^ İ S ^ J İ İ J ^ U U ^ I İ I Aj^îi)s. b -A^iipk^Vi^ku^ı^uacH-^b'j/iiVi!^
^ ^ a i y ı t j f i j j ^ f ipfis « ' ^ ' ^ ^ J J Î Û İ - J 1 ! OuUjU^LlÂiS opVMt^i^^fcsŞSlj&lfiSlj ÜkM^6 J-aij-^-nJ İki i L&^E. J
limelerin nasıl o k u n a c a ğ ı belirtilmiş, garîb kelimeler a ç ı k l a n m ı ş ve b u n l a r hak-
66 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZRAÎ
(
ye ayrılır, a) Üçlü f a l okları. Herkesin ya-
)
n ı n d a t a ş ı d ı ğ ı ü ç o k u n birinde, " R a b b i m
Câhiliye Arapları'nın fal o k l a n n a verilen ad.
^
bana
emretti"
veya
"yap";
diğerinde,
" R a b b i m b a n a y a s a k etti" y a h u t "yapm a " diye yazılır, ü ç ü n c ü s ü n d e ise yazı
" K e s m e k , i n c e l t m e k , d ü z e l t m e k " an-
b u l u n m a z ve çekilen k ı s m e t t e n e çıkar-
l a m ı n d a k i z e l m k ö k ü n d e n t ü r e m i ş ze-
sa o n a g ö r e h a r e k e t edilirdi. E ğ e r yazı-
i e m k e l i m e s i n i n ç o ğ u l u olan e z l â m , söz-
sız o k i s a b e t ederse k ı s m e t ç e k m e işle-
l ü k t e u c u n d a d e m i r parçası ve ü z e r i n d e
m i t e k r a r l a n ı r d ı , b) Yedili f a l okları. Kâ-
k a n a t b u l u n m a y a n ince oklar d e m e k t i r .
b e ' n i n içindeki H ü b e l adlı p u t u n yanın-
Terim o l a r a k Câhiliye Arapları'nın, üze-
d a veya kâhinlerle h a k i m l e r i n n e z d i n d e
rine "evet" veya "hayır" gibi d e ğ i ş i k al-
b u l u n a n ve her biri ü z e r i n d e "evet", "ha-
t e r n a t i f l e r yazdıkları ve bir işe girişme-
yır", "sizden", " b a ş k a s ı n d a n " , "açık de-
den önce aralarından birini ç e k m e k ama-
ğil", "diyet", "su" i f a d e l e r i n d e n biri ya-
cıyla sakladıkları okları i f a d e eder. Bâ-
zılmış olan yedi o k bir işi y a p m a k veya
billiler'den itibaren çeşitli milletlerce uy-
y a p m a m a k , nesebi ş ü p h e l i g ö r ü l e n bir
g u l a n a n b u t ü r bir fal u y g u l a m a s ı n a , Ki-
ç o c u ğ u n babasını belirlemek, ö l d ü r ü l e n
tâb-ı
Mukaddes'te
belirtildiğine
K u d ü s ' ü n fethi öncesinde
göre
Buhtunnasr
Kur'ân-ı K e r î m ' d e iki y e r d e g e ç e n ezl â m m , ş e y t a n ı n işlerinden biri o l a r a k nitelendirilen k ı s m e t ç e k m e işinde kullanıldığına i ş a r e t e d i l m i ş ve b u t ü r o k l a r a yasaklanmıştır
(el-Mâide
5 / 3 , 90). A k l â m (kalemler) kelimesi K u r ' a n ' d a e z l â m l a aynı a n l a m d a
k i m s e n i n diyetini ö d e t m e k , su
Lisânul-'Arab, "zlm" md.; Müsned, IV, 176; Buhârî, "Enbiyâ 5 ", 8; İbnü'l-Kelbî, Kitâbü'l-Esnâm, s. 18; EzrakI, Ahbâru Mekke (Melhas), I, 117-118; Ya'kûbî, Târîh, I, 259; Taberî, Câmi'ul-beyân (Bulak), III, 183-184; İbnü'l-Cevzl, Zâdü'l-mesîr, II, 284; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb, VI, 45; XI, 135-136; İbn Saîd elEndelüsî, Neşuetü't-tarab fî târihi câhiliyyeti'l'Arab (nşr. Nusret Abdurrahman), Amman 1982, II, 757; Kalkaşendî, ŞubhuT-a'şâ, I, 458; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bulûğu'l-ereb, III, 67-68; Reşîd Rızâ, Tefsîrü'l-menâr, VI, 149-151; VII, 57; Elmalılı, Hak Dini, II, 1566-1567; Cevâd Ali, el-Mufaşşal, VI, 776-781; VII, 779. B
F
de
kulla-
nılmıştır (Âl-i İmrân 3 / 4 4 ; Taberî, IH, 183184). H a d i s l e r d e d e e z l â m d a n söz edilm i ş t i r . İbn A b b a s ' t a n g e l e n bir rivayet e g ö r e Hz. P e y g a m b e r , Hz. İ b r â h i m ile o ğ l u İsmâil'i ellerinde f a l okları ile birlikte tasvir e d e n bir r e s m i g ö r ü n c e imh a e d i l m e s i n i e m r e t m i ş ve onların asla fal okları k u l l a n m a d ı ğ ı n ı bildirmiştir (Bu5
hârî, " E n b i y â " , 8). E b û S ü f y â n ' ı n U h u d S a v a ş ı ' n d a n ö n c e f a l o k u çektiği ve kıs-
Ö z
n
(bk. ÜZEYİR).
L
j
kuyusu
a ç m a k , e v l e n m e k gibi d e ğ i ş i k m a k s a t o l a r a k k ı s m e t i n i tayin e t m e k isteyen kişi hediyelerle birlikte Kabe'nin
MUSTAFA
EZRÂ
r
EZRAÎ
larla kullanılırdı. Bu işlerden biriyle ilgili
d a b a ş v u r m u ş t u r (Hezekiel, 2 1 / 2 1 ) .
başvurulması
BIBLIYOGRAFYA:
yısına ve b u l u n d u ğ u k i m s e l e r e g ö r e iki-
EZLÂM
hizmet-
( ^J^
)
Ebü'l-Abbâs Şihâbüddîn A h m e d b. H a m d â n b. A h m e d el-Ezraî
çisine y a h u t yedi o k u b u l u n a n k â h i n l e r e
(ö. 7 8 3 / 1 3 8 1 )
gider, k ı s m e t çektirir, çıkan sonucun put-
Şâfiî fakihi.
ların iradesine u y g u n o l d u ğ u n a inanır ve o n a g ö r e h a r e k e t ederdi. 2. K u m a r Ok-
Şam'ın 106 k m . güneyinde b u g ü n Der'a
ları. On o k t a n o l u ş a n ve bir t ü r p i y a n g o
adıyla anılan Ezriât'ta d o ğ d u . D o ğ u m ta-
çekilişine benzeyen b u okların ü ç ü b o ş
rihi k a y n a k l a r d a 7 0 7 (1307), 7 0 8 ve 7 0 9
bırakılır, yedisine b i r d e n yediye
kadar
o l a r a k g e ç m e k t e d i r . Ş a m ' d a k i ilk öğre-
hisseler t a k d i r edilip yazılırdı. On kişi ara-
n i m i sırasında Y û s u f b. A b d u r r a h m a n
s ı n d a yapılan çekilişte b o ş okları çeken-
el-Mizzî, Zehebî, İ b n ü ' n - N a k î b el-Mısrî,
ler ortaya k o n a n m a l d a n p a y a l a m a d ı k -
İbn C ü m l e , Takıyyüddin es-Sübkî, Fah-
ları gibi k u m a r a k o n u teşkil e d e n m a l ı n
r e d d i n el-Mışrî gibi â l i m l e r d e n fıkıh tah-
parasını d a öderlerdi. Bu t ü r oklar d a h a
sil etti ve bazılarından icâzet aldı. Ş a m ' ı n
ç o k bir deveyi kesip etini çeşitli hissele-
çeşitli k e s i m l e r i n d e k a d ı nâibliği yaptı.
re a y ı r m a k suretiyle o y n a n a n k u m a r d a
Ö ğ r e n i m i n e Kahire, İskenderiye ve Ku-
kullanılırdı (bk. MEYSIR).
d ü s ' t e d e v a m etti. D a h a s o n r a H a l e p ' e d ö n e r e k bir s ü r e şehrin kadısı E b û Ab-
m e t i n e "evet" yazılı o k çıktığı için sava-
F a h r e d d i n er-Râzî, f a l okları çekme-
şa g i t m e y e k a r a r verdiği nakledilir (Ce-
nin y a s a k l a n m a s ı n ı Allah'a m a h s u s o l a n
dullah Nûreddin es-Sâiğ'ın nâibiiğini yap-
v â d Ali, VI, 780).
gaybı b i l m e ve p u t l a r a ulûhiyyet
tı. Kadı v e f a t edince nâiblik görevini bı-
Câhiliye A r a p l a r ı y o l c u l u ğ a ç ı k m a , sa-
isnat
e t m e gibi m a h z u r l a r t a ş ı m a s ı n a bağlar-
r a k a r a k k e n d i n i telif, ö ğ r e t i m ve f e t v a
k e n ( M e f â t î h u ' l - ğ a y b , XI, 136) Reşîd Rı-
işlerine verdi. Ayrıca b u r a d a k i Zâhiriyye
v a ş a g i t m e , e v l e n m e , ş ü p h e l i çocukların
z â , aklî ve ilmî hiçbir gerekçeye dayan-
(Sultâniyye) ve Esediyye
n e s e b i n i t a y i n e t m e , t i c a r e t y a p m a , su
m a d ı ğ ı için f a l ve k u m a r oklarının ya-
Dârü'l-hadîsi'l-Bahâiyye'de çeşitli ders-
k u y u s u a ç m a , h a t t a k u m a r o y n a m a gi-
s a k l a n d ı ğ ı n ı söyler (Tefsîrü'l-menâr,
VI,
ler verdi. Fetvaları H a l e p civarında şöh-
bi k e n d i l e r i n c e ö n e m l i o l a n işlere başla-
149-151). Zira y a p ı l m a s ı d ü ş ü n ü l e n
bir
madan
r e t b u l d u . el-Halebiyyât
medreseleriyle
adıyla bilinen
ö n c e t a h t a d a n y a p ı l m ı ş ve ka-
işin hayırlı o l u p o l m a d ı ğ ı n ı , bir y e r d e su-
n a t t a k ı l m a m ı ş ince oklar ü z e r i n e "yap,
y u n b u l u n u p b u l u n m a d ı ğ ı n ı veya nesebi
r a k d ö n e m i n m e ş h u r Ş â f i î â l i m i Takıy-
y a p m a " ş e k l i n d e a l t e r n a t i f l e r yazıp bir
ş ü p h e l i g ö r ü l e n bir ç o c u ğ u n
y ü d d i n es-Sübkî ile çeşitli y a z ı ş m a l a r d a
babasının
e s e r i n d e t o p l a d ı ğ ı meselelerle ilgili ola-
t o r b a y a koyarlar, d a h a s o n r a içlerinden
k i m o l d u ğ u n u fal o k u çekerek belirlemek
birini ç e k e r e k çıkan yazıya g ö r e girişi-
m ü m k ü n değildir. İnsanların akıl gücü-
len işin kendileri için u ğ u r l u veya uğur-
n e h i t a p eden İslâmiyet her işin açık de-
re'ye gitti (772/1370). B u r a d a
s u z o l a c a ğ ı n a inanır ve o n a g ö r e hare-
lillere ve d o ğ r u bilgilere b a ş v u r u l a r a k ya-
s ü r e içinde â l i m l e r o n u n ilim sohbetle-
k e t ederlerdi. E z l â m ı n beyaz çakıl taş-
pılmasını e m r e t m i ş , b u t ü r yollara giril-
r i n d e b u l u n d u l a r . A r d ı n d a n Halep'e dö-
l a r ı n d a n y a p ı l m ı ş tavla zarı ş e k l i n d e ve-
mesini yasaklamıştır. A b d ü s s e l â m
Mu-
nen ve ö m r ü n ü n sonuna kadar b u r a d a
ya s a t r a n ç t a ş l a n gibi o l d u ğ u n u rivayet
h a m m e d H â r û n , f a l ve k u m a r oklarıyla
k a l a n Ezrâî'yi B e d r e d d i n ez-Zerkeşî ve
e d e n l e r d e vardır. A r a p tarihçileri ezlâ-
Câhiliye âdetlerini el-Meysir
B u r h â n e d d i n el-Bîcûrî gibi â l i m l e r ziya-
m ı iki g r u p t a toplarlar. 1. Fal Okları. Sa-
adlı e s e r i n d e incelemiştir (Kahire 1987).
ve'l-ezlâm
bulundu. Ezraî bir m ü d d e t s o n r a t e k r a r Kahikaldığı
ret e d e r e k i l m i n d e n f a y d a l a n d ı l a r . Bil-
67 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZRAÎ diklerini çok ç a b u k ve kolay bir şekilde
A b d ü l g a f f â r b. A b d ü l k e r î m
yazıya d ö k e b i l m e kabiliyetine s a h i p olan
nin el-Hâvi'ş-şağir"m\n
Ezraî her g ü n bir d e f t e r teşkil e d e c e k
Muhtasarü'l-Hâvî
k a d a r yazı yazardı. A n c a k u z u n s ü r e de-
larda z i k r e d i l m e k t e d i r .
v a m ettiremediği bu çalışmalarının ürünleri m ü s v e d d e h a l i n d e k a l m ı ş ve d a h a sonra da kaybolmuştur. Fıkhî m e s e l e l e r d e çok titiz
davranan
Ezraf n â d i r h a l l e r d e belli sayıdaki kişilere f e t v a izni verirdi ki Ş e r e f e d d i n M û s â b. M u h a m m e d el-Ensârî ile Ş e r e f e d d i n e d - D â d î h î b u n l a r d a n d ı r . Ö m e r el-Bârînî, halk arasındaki yüksek mevkiine
rağ-
m e n cevap v e r e m e d i ğ i g ü ç meselelerle ilgili o l a r a k Ezraî'nin g ö r ü ş l e r i n e m ü r a caat ederdi. Ezraî 15 Cemâziyelâhir 783'-
adlı eserleri kaynak-
YUNUS VEHBI
YAVUZ
~ı
EZRAK
tâli c'mde
(bk. HAMMÂD b. ZEYD).
1, 210-211) k a y n a k ola-
nu, Yâsir'den sonra A m m â r ' ı n annesi Süm e y y e ile evlendiğini, Tâif
g a m b e r ' i n y a n ı n a geldiğini ve â z a t edild i k t e n sonra M e k k e ' d e yerleştiğini, çocuklarının
rerek İ b n ü ' z - Z ü b e y r ' i n d o ğ u m ö l ü m ta-
önceleri kendilerinin
EZRAKÎ, Ebü'l-Velîd ( J ^ )
n
olduklarını söyledikleri h a l d e d a h a sonraki yıllarda Gassânîler'den E b û Şemir'in dirir (et-Tabakât, bu
kaynak-
III, 247). Fück makale-
konudaki
rivayetleri
ayrıntılı
^
m e d b. M u h a m m e d o l m a k üzere İbrâhim b. M u h a m m e d ve M u h a m m e d rivayetlerde
bulundu.
b. Yahİshak
b.
A h m e d el-Huzâî ile İ b r â h i m b. Abdüss a m e d el-Hâşimî gibi bazı kişiler d e on-
Ahbâru Mekke adlı eseriyle meşhur olan tarihçi.
d a n haber nakietmişlerdir. ^
Ezrakî'nin vefat tarihi kesin olarak belli değildir.
sayısız
k u z e y Araplar'ın-
d a n Benî Tağlib ve Benî İkeb'e m e n s u p
yâ'dan
1, 151). Eserleri. B a ş v u r d u ğ u
mensup
kazandıklarını,
J
(ö. 2 5 0 / 8 6 4 [?])
adlı eserini
Ezraî'ye n i s b e t e t m e k suretiyle ikinci bir
(a.g.e.,
oğullarına
o l a r a k ele a l m a k t a d ı r (bk. bibi.).
Ebü'l-Velîd M u h a m m e d b. Abdillâh b. A h m e d b. M u h a m m e d el-Ezrakî
k a f î ' n i n biyografisini yanlışlıkla birleşti-
Ezraî biyografisi d a h a v e r m i ş t i r
Ümeyye
kızlarla evlenerek n ü f u z
Ezrakî, b a ş t a dedesi E b ü ' l - V e l î d Ahr
h e m e n ö n c e gelen İbnü'z-Zübeyr es-Se-
rihlerini v e Milâkü't-te'vîl
Muhasarası
sırasında E b û Bekre ile birlikte Hz. Pey-
el-Bedrut-
Ezraî'nin biyografisiyle o n d a n
II, 49) İbnü'n-Nedîm de
e s - S e k a f î ' n i n R u m asıllı kölesi olduğu-
sinde
de d o ğ r u olarak verdikten sonra (Mu'cerak kullandığı Şevkânî'nin
s. 31) Takıyyüddin el-Fâsî ile
soyundan geldiklerini iddia ettiklerini bil-
r
Kehhâle, Ezraî'nin biyografisini bir yer-
mul-mü'elliftn,
ru Mekke,
(el-'ikdus-şemîn,
Sa'd ise dedesi Ezrak'ın Hâris b. Kelede
İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye, III, 141-143; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine, 1, 125-128; a.mlf., inbâ'ul-ğumr, II, 61-63; İbn Tağrîberdî, en-tSücûmuz-zâhire (Popper), XI, 216; a.mlf., el-Menhetü'ş-şâfl I, 291-294; Keşfuz-zunûn, 1, 627, 930; II, 1361, 1636, 1873, 1915; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VI, 278-279; Şevkânî, el-Bedrut-tâlC, I, 33-36, 151; Hediyyetü'l-'âriftn, I, 115; Brockelmann, GAL Suppi., I, 680, 753; 11, 108; Ziriklî, el-A'lâm, I, 117; Kehhâle, Mu'eemul-muellifîn, 1, 151, 210211; a.mlf., el-Müstedrek, Beyrut 1406/1985, s. 48; Mu. Fİ, V, 363. m m
m e n s u p o l d u ğ u n u söylediği gibi ( Ahbâ-
(el-Fihrist, s. 124) o n u teyit ederler. İbn
BİBLİYOGRAFYA:
t e (6 Eylül 1381) Halep'te vefat etti ve Bâb ü l m a k â m ' ı n dışına defnedildi.
el-Kazvînî'-
m u h t a s a r ı olan
M e k k e ' d e d o ğ d u . Dedelerinden Ezrak'a
Fâsî, o n u n
Abbâsî
Halifesi
M ü n t a s ı r - B i l l â h d e v r i n d e (861-862) ha-
t a n y a p t ı ğ ı nakillerin ç o k l u ğ u y l a d i k k a t i
nisbetle Ezrakî diye m e ş h u r
olmuştur.
y a t t a o l d u ğ u n u kaydeder, ancak ölümüy-
ç e k e n Ezraî'nin eserleri şunlardır. 1. et-
Ailesinin m e n ş e i h a k k ı n d a
d e ğ i ş i k gö-
le ilgili kesin bir t a r i h vermez. K â t i b Çe-
Tavassut
rüşler vardır. Kendisi aslen Gassânîler'e
lebi 2 2 3 ' t e (838) ö l d ü ğ ü n ü söyler. F u a t
Şerh.
ve'l-feth
beyne'r-Ravza
ve'ş-
A b d ü l k e r î m e r - R â f i î ' n i n , Gazzâlî'-
nin m e ş h u r eseri el-Vecîz tığı Fethu'l- Cazîz
ü z e r i n e yap-
adlı şerh ile Nevevî'-
Ravzatut-tâlibîn
nin b u ş e r h e yazdığı
a d ı n d a k i m u h t a s a r e s a s a l ı n m a k sure-
E b ü ' l - V e l î d e l - E z r a k î ' n i n Ahbâru
Mekke
a d l ı e s e r i n i n i l k v e s o n s a y f a l a r ı (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2948)
tiyle h a z ı r l a n a n yirmi ciltlik bir eserdir (yazma nüshalar için bk. Brockelmann, I, 753; II, 108). 2. Ğunyetü'l-muhtâc.
Kütü'l-muhtâc.
Bu iki eser,
3.
Uzlb-J
müellifin
Nevevî'nin Minhöcut-tâlibîn'\
üzerine
y a p t ı ğ ı iki ayrı şerhi o l u p birincisi sekiz, ikincisi o n cilttir. Birbirini
tamamlayıcı
Kütül-muh-
m a h i y e t t e olan eserlerden
tâc'ı
Ebü's-Senâ M a h m û d b. A h m e d el-
Hamevî Lübâbü'l-Küt
adlı eserinde özet-
l e m i ş t i r (bu iki eserin nüshaları için bk.
a.g.e., I, 680; II, 108). Bunlardan başka EzraFnin, Cemâleddin el-İsnevî'nin Nevevî'nin adı geçen
zatü't-tâlibîn'ine c
ale'ı-Ravza
yazdığı
Rav-
el-Mühimmât
adlı şerh üzerine yaptığı üç
ciltlik bir t a ' l i k t e n i b a r e t olan ve t a l â k
Ta'lîka
b a h s i n d e n sonrası y a z ı l a m a y a n
'ale'l-Mühimmat hâmi'l-Mühimmat),
(et-Tenbîhât
c
alâ ev-
bazı fıkıh meselele-
riyle ilgili fetvaları içeren
el-Halebiyyât,
68 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
u
EZRAKÎ-i HEREVÎ Sezgin'e g ö r e ise 2 5 0 ' d e (864) v e f a t et-
bir k i m s e için yazdığı kasideye rastlan-
miştir.
m a m ı ş t ı r . Alparslan'ın ö l ü m ü n d e n
câ'e
tîhâ
Hindî'nin ö n c ü l e r i n d e n sayılır.
ve
liliğinde bırakılan, bir rivayete g ö r e ise
lûp kullandığı için belâgatla ilgili
Melikşah'a
ku's-sihr
b o r ç l u d u r . D a h a ç o k dedesi A h m e d
b.
karşı a y a k l a n d ı ğ ı
için
İsfa-
Dönemi-
n e k a d a r alışılagelmişin dışında bir üs-
adlı eserine
Mekke
mine'l-âsâr
ca ince m â n a l a r a yer veren Ezrakî sebk-i
ra Melikşah t a r a f ı n d a n yine Horasan va-
Ezrakî ş ö h r e t i n i Ahbâru
mâ
son-
Hadâ'i-
adlı e s e r i n d e R e ş î d ü d d i n Vat-
M u h a m m e d ' i n rivayetlerine dayanan Ah-
h a n ' d a h a p s e d i l e n D o ğ a n ş a h , yine Me-
v â t o n u eleştirmiştir. Divanın Ali Abdür-
bâru Mekke,
likşah t a r a f ı n d a n
gözlerine
resülî ve Saîd-i Nefîsî t a r a f ı n d a n iki ayrı
m a k t a n ç o k şehrin yerleşim planı ve to-
mil çekilen M î r â n Ş a h ' t a n sonra gelen
basımı yapılmıştır (Tahran 1336 hş.). Tez-
pografık yapısı, özellikle Kâbe ve hac me-
ve h e m e n h e m e n hepsi şairleri k o r u y a n
kireler Ezrakî'nin, Hint kökenli olup Arap-
n â s i k i n e a i t yerler h a k k ı n d a g e n i ş bilgi
Melikşah, M a h m u d , B e r k y a r u k gibi hü-
ça'ya çevrilen ve Farsça olarak s o n r a d a n
siyasî ve sosyal bir tarih ol-
veren bir eserdir (bk. AHBÂRU MEKKE). BIBLIYOGRAFYA : Ezrakî, Ahbâru Mekke (nşr. Rüşdî Salih Melhas), s. 31; nâşirin mukaddimesi, s. 11-15; İbn Sa'd, et-Tabakât, İli, 247; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 124-125; Sem'ânî, Ertsâb, I, 201; Kalkaşendî, Nihâyetü'l-ereb, Beyrut 1405/1985, s. 93; Fâsî, el-'İkdü's-semîn, II, 49-50; 111, 176; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, I, 79; Sehâvî, eli'lân bıt-teubîh, s. 279-281, 292, 329; Keşfuz-zunûn, I, 306; Brockelmann, GAL, 1, 143, Suppi, 1, 209; Ziriklî, el-A'lâm, VII, 93; J. W. Fück, "Der Ahn Des Azraqi", Studi Orientalistiei in Onore di Giorgio Leui Della Vida, Roma 1956, I, 336-340; a.mlf., "Azrakı", El2 (ing.), I, 826-827; Kehhâle. Mu'eemul-muellifîn, X, 198; F. Rosenthall. A History of the Müslim Historiography, Leiden 1968, s. 43, 126, 164, 480; el-Kâmüsul-islâmî, 1, 77; "Ezrakî", İA, IV, 442443; Abdülkerim Özaydın, "Ahbâru Mekke", DİA, I, 491-492. ı—ı 1*1
ABDÜLKERÎM
ÖZAYDIN
esir edilip
k ü m d a r l a r için k a s i d e y a z m a m ı ş olması,
M u h a m m e d b. Ali b. M u h a m m e d ez-Zâ-
o n u n b u olaylar sırasında veya d a h a ön-
hirî es-Semerkandî t a r a f ı n d a n 600 (1203-
ce ö l d ü ğ ü , y a h u t çok sevdiği D o ğ a n ş a h
1204) yılında yeniden kaleme alınan Sind-
ve M î r â n Şah'ın feci akıbetlerini
bâdnâme'y\
görüp
n a z m a çektiğini k a y d e d e r .
bir d a h a k a s i d e y a z m a d ı ğ ı ş e k l i n d e yo-
Avfî, E z r a k î ' n i n D o ğ a n ş a h ' ı n iktidarsızlı-
r u m l a n a b i l i r . Kasidelerinden h e r k e s için
ğını g i d e r m e k üzere o d ö n e m i n müsteh-
m e t h i y e y a z a c a k bir şair o l m a d ı ğ ı anla-
cen sayılan eserlerinden Elfiyye
şılan Ezrakî'nin ö l ü m ü için Rızâ Kulı Han
/iyye'yi n a z m e t t i ğ i n i söyler. K â t i b Çele-
H i d â y e t ' i n verdiği 5 2 6 (1132) ve Takıy-
bi'nin, m u h t e m e l e n B e n â k i t î ' n i n
yüddîn-i Kâşî'nin k a y d e t t i ğ i 5 2 7 (1133)
tü li'1-elbâb
tarihlerinin d o ğ r u olması p e k m ü m k ü n
ensâb
değildir.
d u ğ u n u belirttiği (Keşfuz-zunûn,
Eserleri. Ezrakî'nin k a s i d e ve rubâîlerd e n oluşan divanındaki beyit sayısı muhtelif y a z m a l a r ı n a g ö r e 2 6 0 0 - 2 7 0 0 aras ı n d a d e ğ i ş m e k t e d i r . Kasideleri
genel-
likle Unsurî t a r z ı n d a d ı r . B ü y ü k bir şair o l d u ğ u n u söyleyen ve şiirlerinde kendin e h a s t e ş b i h , t e r k i p ve tasvirlere, ayrı-
ve ŞelRavza-
fî tevârîhi'l-ekâbir
ve'l-
adlı eserine d a y a n a r a k ona ait ol11, 1003)
b u iki eser g ü n ü m ü z e u l a ş m a m ı ş t ı r . Nizâmî-i Arüzî'nin Çehâr
Makâle'sine
ta'-
likat y a z a n M u h a m m e d - i Kazvînî, Tahran Kraliyet K ü t ü p h a n e s i ' n d e b u l u n a n ve aynı adı t a ş ı y a n bir eserin Ezrakî'ye ait olabileceğini ileri s ü r m e k t e d i r {Çehâr Makale, ta'likat, s. 222).
n
R
N
EZRAKÎ-İ HEREVİ
( J j j » -JJJ
)
Ebû Bekr (Ebü'l-Mehâsin) Zeynüddîn b. Ismâîl
E z r a k l - i H e r e v i d i v a n ı n ı n i l k i k i s a y f a s ı (Süleymaniye Ktp., H e k i m o ğ l u Ali Paşa, nr. 6 6 9 / 8 )
V. (XI.) yüzyılda yaşayan İranlı şair.
L
J
tM^jti.'
H e r a t ' t a d o ğ d u . Aynı ş e h i r d e kitapçılık y a p a n babasının, Gazneli M a h m u d ' u n
airtV: fi^^uc
- u u ' • V u ^ - L ü b f i
.ın^ku^
g a z a b ı n d a n kaçıp H e r a t ' t a k e n d i s i n e sığ ı n a n Şâhnâme
müellifi Firdevsî'yi bir
.Î.UJflüU^ i ç f i i U l u M
V
E z r a k î ' n i n eserlerinden o l d u k ç a iyi bir
'VÜ&tiM" '"^-JMül r^Ue^î «ltfu6>la/, ^trb
öğrenim
TW»,UC,V j-Vı&'JCöı îTfeUc -. • -
süre evinde barındırdığı gördüğü
rivayet edilir.
anlaşılmaktadır.
ve e d e b i y a t a ilgisi b ü y ü k bir
Şiir
.
'ÂsJJİ,/-./,!/!
.
UuL-lgi/Zi^ U^uil-İ .m^Us»!
- ' - . ••
• •
--
n a k l a r ü n l ü s ü f î l e r d e n Hâce Abdullah-ı E n s â r î ile (ö. 4 8 1 / 1 0 8 8 ) t a n ı ş t ı ğ ı n ı
ve
o n u n için k a s i d e yazdığını n a k l e d e r . Bir k a s i d e s i n d e ç o k g e n ç y a ş t a şiir yazmaya b a ş l a d ı ğ ı n ı söylediğine g ö r e Alparsi n t i s a p ettiği sırada yirmi
b e ş o t u z y a ş l a r ı n d a olmalıdır. B u n a göre E z r a k î ' n i n 4 2 5 - 4 4 0 (1034-1048) yılları arasında d o ğ d u ğ u n u söylemek m ü m k ü n d ü r . O n u n D o ğ a n ş a h , Kirman Selçuklularımdan Kavurd Bey'in oğlu Mîrân Şah E n s â r î dışında
kijj^j^,
UAJ.tfctfUı tAjMt «tlt^illl.
î & f e f t : -l^ü^/ ^^dfjf: JJttjij.îcU; Jofti •• • - " -! V^i^yi ••-•-.• çîîSliKfijM^ ISÖİSsSi f M I l İ l i S S ^
.UİİJ-J^UJ"
fSsÖÖSŞfglgş^^ üfiı' I " ÇvV . ' t i
lUrifUM,^ i ;t ıtgkfaZt&s, k^UjjîiJ Ş-'J&Ai'f*
lan'ın o ğ l u H o r a s a n Valisi Ş e m s ü d d e v l e
ve A b d u l l a h - ı
"î^iLtu.Ai
ihtimalle
b a b a s ı n ı n mesleğiyle bağlantılıdır. Kay-
Doğanşah'a
Mietif^l
(f y te- W-*» l
herhangi
pzt ^ i j ^ ı u
,
• --
ter
%tillı^i&c.lKjtll • s a i ^ i A j C ' f -
^la^ilıf
^ 4.U
TJjhUİ.AU.,,
U- W •ĞJ^uv-W''«I^Sİ» k
. « » u A /jI i
-^^JİuLuMJ^Of U^Jlİ'AUİ^LjAİlr İ^jt-JjUj^jjT bUttCJCo-S^U* ; 'aULta-p^; f g i g p » ^ •UğuyglS,Ijl,! ,-Siij, ISllIISpM • ....
î -^MHSrisJg.f
.. ,
69 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZRAKİ-İ HEREVÎ BİBLİYOGRAFYA : Ezrakî-i Herevî, Dîuân (nşr. Ali Abdürresûlî), Tahran 1336 hş., naşirin mukaddimesi; a.e. (nşr. Saîd-i Nefîsî), Tahran 1336 hş., nâşirin mukaddimesi; Nizâml-i Arûzl, Çehâr Makale (nşr. Muhammed-i Muîn — Muhammed-i Kazvînî), Tahran 1333 hş., s. 69-71, 80, ta'likat, s. 193, 213, 215-219, 222-223; Avfî, Lübâb, II, 86-104; Devletşah, Tezkire (nşr. Muhammed-i Abbasî), Tahran 1337 hş., s. 82-83; Keşfü'z-zunün, II, 1003; Hidâyet, Mecma'u'l-fuşaha , Tahran 1295/1878, I, 139; Tebrîzî, Reyhânetü'l-edeb, I, 62; A. Hayyâmpûr, Ferheng-i Sühanuerân, Tebriz 1340 hş., s. 37; Neffsî, Târth-i Nazm u rieşr, I, 53; Zehrâ Nâtil Hânlerî (Kiyâ), Ferheng-i Edebiyyât-ı Fârst-yi Dert, Tahran 1348 hş., s. 26-27; Rypka, HİL, s. 195; a.mlf., Edebiyyât-ı Jrân der Zamârı-ı Selçûkıyyân ve Moğolân (trc. Ya'küb Ajend), Tahran 1364 hş., s. 140; Bedîüzzaman Fürûzanfer, Sühan ue Sühanverân, Tahran 1350 hş., s. 202-207; Safa,"Edebiyyât, II, 432-438; Rızâzâde-i Şafak, Târth-i Edebiyyât-ı Jrân, Tahran 1352 hş., s. 307-310; EthĞ, Târth-i Edebiyyât, s. 103-104; E. G. Brovvne, Târih-i Edebiyyât-ı Jrân ez Firdeust tâ Sa c df (trc. Gulâm-ı Hüseyn-i Sadrî Efşâr), Tahran 1366 hş., II, 26-27, 234-235; "Ezrakî", İA, IV, 443; H. MasSĞ, "Azrakı", El2 (Fr.), I, 850; Dihhudâ, Luğatnâme, III, 1978-1981; Khaleghi Motlagh, "Azraqı", Elr., III, 272-273; DMF, I, 115. H
A . NACI TOKMAK
d a n geçen iki ö n e m l i ticaret y o l u n d a n en
miştir. R o m a k a r a r g â h ı n d a n k a l m a ka-
eskisi Ezruh'a u ğ r u y o r d u . Bu yolun milâ-
le ve d u v a r kalıntılarının fotoğrafları Do-
d î 105 yılına k a d a r kullanıldığı bilinmek-
maszevvski
t e d i r (Cevâd Ali, III, 58; VI, 595). Câhiliye
B u g ü n M a a n ' ı n ö t e s i n d e E z r u h (Üzruh-
n
EZRUH
(
d ö n e m i n d e M e k k e - S u r i y e a r a s ı n d a gi-
Adroa) adını t a ş ı y a n bir d e m i r y o l u istasy o n u vardır.
r u h ' a u ğ r a r d ı . A r a b i s t a n , Mısır ve Suri-
B u h â r î ve M ü s l i m ' d e yer a l a n Hz. Pey-
ye'yi birbirine b a ğ l a y a n yollarda rehber-
g a m b e r ' i n c e n n e t t e k i havuzuyla ilgili bir
lik ve kervan m u h a f ı z l ı ğ ı y a p a n C ü z â m
h a d i s t e E z r u h Cerbâ ile birlikte zikredi-
kabilesi d e b u y ö r e d e o t u r m a k t a y d ı . Bi-
lir (Buhârî, "Rikâk", 53; Müslim, " F e z â ' ü " ,
z a n s n ü f u z u a l t ı n d a y a ş a y a n ve aslen
34, 35; ayrıca bk. CERBÂ).
y a h u d i o l d u ğ u söylenen Ezruh halkı Mût e Savaşı'nda İslâm o r d u s u n a karşı sav a ş m ı ş t ı (Hamîdullah, İslâm
Peygamberi,
I, 328, 611). T e b ü k Seferi sırasında Ezruh temsilcisi Eyle p i s k o p o s u ile birlikte Hz. P e y g a m b e r ' i n h u z u r u n a g e l m i ş ve yılda 100 d i n a r cizye karşılığında h i m a y e edilmeyi k a b u l e t m i ş t i r . Resûl-i E k r e m d e k e n d i l e r i n e b u n u belirten bir a h i d n â m e vermiştir. Hz. Ali ile M u â v i y e a r a s ı n d a
cereyan
e d e n Sıffîn Savaşı'ndan sonra seçilen hakemler önce Dûmetülcendei'de,
ardın-
d a n da Ezruh'ta toplanıp görüşmüşlerdir. Burası bir ara Haricîler'in
sığınağı
o l m u ş , bir rivayete g ö r e d e Hz. A l i ' n i n etmiştir. M ü s l ü m a n coğrafyacıların verdiği bil-
)
gilere g ö r e E z r u h z a m a n l a Belkâ veya Ü r d ü n ' d e A m m a n ' a bağlı bir köy.
^
BİBLİYOGRAFYA: Buhârî, "Rikâk", 53; Müslim, "Fezâ'il", 3435; Vâkıdî, el-Meğâzt, III, 1031-1032; İbn Hişâm, es-Stre, II, 525; İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 289-290; Belâzürî, Fütüh (Fayda), s. 85, 99; Taberî, Târth (Ebü'1-Fazl), III, 108; V, 57, 66, 324; Hemdânî, Şifam Ceztreti'l-'Arab (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva'), Riyad 1397/1977, s. 272; Hudûdu 1-'âlem (Sutûde), s. 173; Makdisî, Ahsenut-tekâstm, s. 54, 155; Bekrî, Mu'cem, I, 130; Yâküt, Mucemul-büldân, I, 129-130; Rudolf E. Brünnow — A. V. Domaszevvski, Die Prouincia Arabta, Strassburg 1904-1905, I, 431, 443; Cevâd Ali, el-Mufaşşal, III, 58; VI, 595; Kehhâle, Mu'cemü kabâ'ili'l-'Arab, Beyrut 1402/ 1982, 1, 174; Hamîdullah, el-Veşâ'iku's-siyâsiyye, Beyrut 1405/1985, s. 118-119; a.mlf., İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 328, 611; Koksal, İslâm Tarihi (Medine), IX, 227-228; Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul 1989, s. 119, 124; H. Lammens, "Ezruh", İA, IV, 443-444; a.mlf. - L. Veccia Vaglieri, "Adhruh", E!2 (İng.), I, 194.
Ş e r â t bölgesinin ö n e m l i şehri haline gel-
H
di. XI. yüzyıla k a d a r H â ş i m î mevâlîsinin B u g ü n Üzruh denilen b u yer, Ü r d ü n ' ü n
geyi ele g e ç i r m e s i n d e n s o n r a yaptıkları
ler'in b a ş ş e h r i o l a n Petra a r a s ı n d a bir
k a t l i a m , g ö ç e z o r l a m a gibi m u a m e l e l e r
R o m a o r d u g â h ı idi. Suriye toprakların-
neticesinde ö n e m i n i t a m a m e n
M a a n ile e s k i d e n
RECEP USLU
yerleşim yeri olan E z r u h Haçlılar'ın böl-
Nabatî-
güneyindeki
yayımlanmıştır.
d i p gelen Kureyş t i c a r e t kervanları Ez-
o ğ l u Hz. H a s a n Muâviye'ye b u r a d a b i a t r
tarafından
r
kaybet-
70 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
EZVÂC-ı TÂHİRÂT (bk. ÜMMEHÂTÜ'l-MÜ'MİNÎN).
n
F lı m â n a ve h ü k ü m l e r i n çıkarılmasına se-
FÂ
bep olmaktadır. Türkçe'ye g i r m i ş bazı yabancı kelime-
A r a p alfabesinin yirminci harfi.
l e r d e p v e v ile yer d e ğ i ş t i r d i ğ i g ö r ü l e n (İsfahan/İspahan,
fâm/vâm
"renk", fay-
t o n / p a y t o n gibi) f harfi ebced hesabınO s m a n l ı ve Fars a l f a b e l e r i n d e yirmi
d a s e k s e n sayısına t e k a b ü l eder. Sırala-
" f û m " ( f j i ) gibi. "İn t u h s i n ileyye fallâJ 1 C r ^ ü'
ü ç ü n c ü , Latin asıllı b u g ü n k ü T ü r k alfa-
hu mücâzîke" (
=
m a ve s ı n ı f l a n d ı r m a l a r d a 7 r a k a m ı , no-
b e s i n d e yedinci h a r f o l u p "fe" diye söy-
Eğer bana iyilik edersen seni ödüllendirecek
t a işaretlerini harflerle g ö s t e r e n sistem-
lenir. Birçok yazı s i s t e m i n d e aslî sesler
olan Allah'tır) i f a d e s i n d e f, bir isim ve ce-
d e d e "fa" sesi yerine kullanılır.
(fonem) a r a s ı n d a yer a l m a y a n f Ural-Al-
v a p c ü m l e s i o l a n "Allâhü
tay, H i n t - A v r u p a v e S â m î dil ailelerinin
ö n ü n e , ş a r t ile s o n u ç (cevâbü'ş-şart) ara-
bazı kollarında p, p h ve w
seslerinden
s ı n d a irtibatı t e m i n e t m e s i için gerekli
t ü r e m i ş görünmektedir-, dolayısıyla ye-
g ö r ü l ü p z â i t o l a r a k getirilmiştir. B u r a d a
^
mücâzîke"nin
BİBLİYOGRAFYA:
rini b a z a n d u d a k - diş f o n e m l e r i n i n sada-
" f â " n ı n gerekli g ö r ü l m e s i n i n sebebi, nor-
lısı (cehrî, sonore) o l a n "v"ye, b a z a n du-
m a l d e ş a r t ve s o n u ç k i p i n d e k i cümle-
d a k seslerinden "b"ye, "p"ye veya çift
lerde, biri d i ğ e r i n i n m e y d a n a g e l m e s i n e
d u d a k sesi "w"ye, b a z a n d a nefesli du-
yol açacak istikbal bildiren iki fiil cümlesi
d a k seslerinden "bh", "ph"ye bırakır-, me-
b u l u n u r k e n söz k o n u s u ö r n e k t e s o n u ç
selâ Y u n a n , E r m e n i , Sanskrit, Tibet ve
cümlesinin fiil değil isim cümlesi olması-
Kore dillerinde f y e r i n e p h kullanılır. Es-
dır. Ç ü n k ü isim c ü m l e s i a r a d a k i irtibatı
ki Mısır, Kıbrıs ve Numidya dilleri ile İber-
t e m i n e d e m e m e k t e , bu görev için bir atıf
ce, Çince v e J a p o n c a ' d a a n a sesler ara-
edatına ihtiyaç duyulmaktadır. Gramerci-
sında sayılan " f ye genel Türk dilinin a n a
ler e d a t l a r a r a s ı n d a yalnız f â h a r f i n e b u
sesleri a r a s ı n d a b u l u n m a d ı ğ ı için O r h u n
görevi yüklemişlerdir (a.g.e„ I, 253). İstik-
ve Yenisey kitabelerinde r a s t l a n m a z ; La-
bale yönelik şart cümlelerinde f â edatı,
t i n c e ' y e d e eski S â m î dillerdeki "vav"-
yukarıdaki ö r n e k t e ve, "İn k ü n t ü m tuhib-
d a n d ö n ü ş e r e k geçmiştir.
bûna'llâhe fettebiûnî yuhbibkümu'llâh"
Fâ Arap alfabesinin ilk noktalanan harfl e r i n d e n d i r ve n o k t a s ı yalnız M a ğ r i b yazısında altına ( ^ ), d i ğ e r İslâmî yazıların t a m a m ı n d a ise ü s t ü n e konulur. Arapç a ' d a h u r ü f ü ' l - m e b â n î d e n (ana sesler, radicals) sayılan f â h a r f i d u d a k ünsüzlerin i n (hurûfü'ş-şefeviyye, labiale) s e r t ve sadasız (mehmûs, sourd) şekli o l u p ü s t ö n
( < j y « j l 4
«iıl c r - S
ü' = Eğer Al-
lah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin) â y e t i n d e (Âl-i İmrân 3 / 3 1 ) olduğ u gibi şartın s o n u c u n u g ö s t e r e n cümlelerin b a ş ı n a g e l m e k t e , "lev" ile başlayan ş a r t cümleleri için ise m â z i anla-
S
HALİT ZEVALSIZ
m ı taşıdıklarından dolayı kullanılmamaktadır.
F
dişlerin a l t d u d a ğ a bastırılarak n e f e s i n
Bir e d a t olarak Kur'ân-ı Kerîm'de 2987
sürekli verilmesi suretiyle çıkarılır: sız-
yerde geçen (İsmâil Ahmed Amâyire — Ab-
m a l ı ve titreşimsiz, zayıf sesli bir d u d a k -
d ü l h a m î d M. es-Seyyid, s. 287-331) f â har-
diş f o n e m i d i r . Fi'l ( J ^ )
ö l ç ü s ü n ü n (ve-
fi emir, nehiy, soru, d u a , t e m e n n i , beyan
zin) birinci harfini teşkil ettiği için b u ve-
ve o l u m s u z l u k bildiren c ü m l e l e r e cevap
z i n d e k i kelimelerin ilk h a r f i
"fâü'l-fi'l"
Lisânü'l-'Arab, "fâ'" md.; Tâcü'l-'arûs, "fâ s " md.; Lane, Lexicon, VI, 2321-2323; Kâmûs-ı Türkî, 11, 975; Türk Lügati, III, 602; Nedim Mar'aşlı — Üsâme Mar'aşlı, eş-Şıhâh fi'l-luğa ve'l'ulûm, "iâ'" md.; İbrâhim Enis v.dğr., el-Mu'cemü'l-uasît, "fâ s " md.; M. Saîd İsber — Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil, "fâ 3 " md.; J. W. Redhouse, A Turkish and English Lexicon, "i" md.; Halîl b. Ahmed, el-Hurûf (nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1969, s. 30; İbn Cinnî, Sırru şınâ'ati'li'râb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1985,1, 247276; Kâlî, el-Emâlî, Beyrut, ts., II, 34-35; Mehmed Zihni, el-Muktedab (İstanbul 1304), İstanbul 1981, s. 222, 334-338, 341; Alphabete und Schriftzeichen des Morgen-und des Abenlandes, Berlin 1969, tür.yer.; Ali Kemal Belviranlı, Tecuid, Konya 1980, s. 16; S. Moscati, An Introduetion to the Comparative Grammar of the Semitic Languages, Wiesbaden 1980, s. 24-27; İsmâil Ahmed Amâyire — Abdülhamîd M. es-Seyyid, Mu'cemü'l-edeuât ve'z-zamâ'ir fi'l-Kur'âni'l-Kerîm, Beyrut 1986, s. 278-331; B. Mcritz, "Arabistan (Yazı)", İA, I, 500; A. Schaade, "Fa", a.e„ IV, 445; H. Fleisch, "Fâs", El2 (İng.), II, 725; Yusuf Çotuksöken, "F", TDEA, III, 137.
n
FÂCİR
) Kâfir veya g ü n a h k â r m ü m i n a n l a m ı n d a bir terim. L
J
teşkil e d e n gizli "en" ile n a s b e d i l m i ş mu-
S ö z l ü k t e " y a r m a k , bir şeyi g e n i ş ç e ya-
olarak
zâri fiillerin b a ş ı n d a kullanılır ve iki ayrı
rıp a ç m a k " a n l a m ı n d a k i fecr veya f ü c ü r
geldiği gibi bir b a ş k a aslî h a r f i n yeri-
c ü m l e n i n a n l a m ı n ı t e k bir c ü m l e d e top-
k ö k ü n d e n t ü r e y e n bir s ı f a t o l a r a k "din-
n e bedel olarak, b a z a n d a atıf, cevâ-
lar. Meselâ, "Lâ t e ş t ü m h u f e y e ş t ü m e k "
darlık perdesini yırtan, f ü t u r s u z c a
b ü ' ş - ş a r t vb. nin ö n ü n e z â i t o l a r a k gelir
(
n a h a d a l a n , h a k t a n bâtıla s a p a n k i m s e "
(İbn Cinnî, I, 247). Meselâ aslî h a r f ola-
sana küfretmesin) gibi. " S â i d e n "
r a k fi'l ö l ç ü s ü n ü n ilk (
"kat" ( k » ) , " h a s b ü " ( s — )
adını alır. Kelimelerin aslî harfi
f a h m ) , ikinci
( & e
bû
•
iv 4* OL .yVP i
& fc»
H•
143 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FALNÂME
Kalender
Pasa
tarafından hazırlanan
bilgi vererek n e ş r e t m i ş t i r (bk. bibi.). XVI.
lendiği, Fransızca'ya t e r c ü m e e d i l d i k t e n
yüzyıl divan şairi Zaîff d e "bir g ö n ü l eğ-
s o n r a T ü r k ç e ' y e d e çevrildiği
lencesi" o l a r a k "fâl-ı m ü r g â n " (kuş falı)
y a y ı m l a n a n Tuhfetü't-ta'bîrât
t a n z i m e t m i ş t i r . Bazıları m ü k e r r e r elli
bir f a l n a m e d i r (İstanbul |?], ts.). Bu kitap-
d o k u z k u ş i s m i n i n her biri için yazılmış
ta
ikişer b e y i t t e n m e y d a n a g e l e n b u fal-
y a r d ı m ı y l a ulaşılan, h e m e n hepsi âşık-
falı İle İlgili
100 h â n e l i bir cetveldeki
rakamlar
n â m e C e m a l K u r n a z t a r a f ı n d a n yayım-
m â ş u k ilişkisi üzerine k u r u l m u ş m â n i l e r
l a n m ı ş t ı r (bk. bibi.).
yer a l m a k t a o l u p b u n l a r h a l k içinde ç o k
1 1 7 2 (1758) yılında Hacı
revaç b u l a n , niyet veya m â n i falı adıyla
M e h m e d A ğ a adlı bir kişiye hediye edil-
ve özellikle g e n ç kızlar a r a s ı n d a yaygın
Falnâme' de Hz. Yûnus
kaydıyla adlı eser
Amasya'da
m e k üzere istinsah edilmiş
Falnâme-i
bir e ğ l e n c e vasıtası o l a r a k y a ş a y a n tü-
(TSMK, Hazine,
Esâmi
Falnâme-ı
r ü n g ü z e l birer ö r n e ğ i d i r .
nr. 1703, vr. 3 5 ' )
Meyvehâ
minyatür
ma a Remz maa
ve Hâzâ
Remz
taşıyan
İsmail H i k m e t Ertaylan İstanbul, Ana-
a l t m ı ş a r beyitlik iki m a n z u m e d e çiçek
d o l u ve A v r u p a k ü t ü p h a n e l e r i n d e t e s b i t
lerde p e y g a m b e r isimlerine d ö r t halife
ve m e y v e isimlerine dayalı d e ğ i ş i k bir
e d e b i l d i ğ i yirmi d ö r t f a l n â m e nüshası-
ile Hz. H a s a n ve Hz. H ü s e y i n ' i n adları d a
f a l n â m e ö r n e ğ i d i r (Millî Ktp., nr. 2837, vr.
nın listesini v e r m i ş t i r (Falnâme, s. 29-
dahil edilmiştir.
77 a -78 b ; 79 a -80 a ). Müellifi belii o l m a y a n
31). B u n d a n b a ş k a T o p k a p ı Sarayı Mü-
b u f a l n a m e l e r d e n nasıl f a y d a l a n ı l a c a ğ ı
zesi K ü t ü p h a n e s i y a z m a l a r ı
açıklanmamıştır. Son kısmında
r ı n d a (Karatay, Türkçe Yazmalar,
Yukarıda tanıtılan f a i n â m e türlerinin hiçbirine u y m a y a n
bazı f a l n â m e l e r
de
kataloglaI, 641-
642; a.mlf., Farsça
Tâli'nâ-
k a d d i m e n i n a r d ı n d a n " e l i f t e n "yâ"ya ka-
bazı f a l n â m e nüshaları tanıtılmış,
Burûc) adlı Farsça m e n s u r
d a r her h a r f e a i t falın ü ç e r beyitle açık-
nâ Müzesi
l a n d ı ğ ı bir K u r ' a n falı yer a l m a k t a d ı r .
Farsça iki f a l n â m e n ü s h a s ı n a işaret edil-
n î ' n i n külliyatı içinde b u l u n a n
f a l n â m e d e (İÜ Ktp., FY, nr. 123) h e r falın sonunda
ise (vr.
80 b -81 b ) başlıksız, on altı beyitlik bir mu-
vardır. M e s e l â İranlı şair Ubeyd-i Zâkâ-
me (Falnâme-i
adlarını
bir r u b â î yer a l m a k t a d ı r .
Bu
Falnâme
adını
taşımamakla
birlikte
Yazmalar
Yazmalar,
I, 108-109)
Mevlâ-
Katalogu'nda
da
m i ş t i r (Gölpınarlı, III, 95, nr. 2930). Ayrıca
f a l n â m e özelliği g ö s t e r e n eserler d e var-
Millî K ü t ü p h a n e ' d e çeşitli y a z m a f a l n â m e
zılmış eserlerle alay e d i l m e s i d i k k a t çe-
dır. Meselâ ç o k eski z a m a n l a r d a
n ü s h a l a r ı b u l u n m a k t a d ı r (nr. 153, 165,
kicidir. Aynı külliyat içinde yer a l a n Fal-
kabilelerinden birisi t a r a f ı n d a n
e s e r d e f a l a i n a n a n l a r l a ve b u a l a n d a ya-
nâme-i
Vuhûş
ile Falnâme-i
Tuyûr
Arap
düzen-
592, 1133, 1881, 2461, 2703, 3793, 5179).
adlı
risalelerde k u ş l a r a ve d i ğ e r hayvanlara d a y a n ı l a r a k çıkarılan fallar alaycı bir ifadeyle a n l a t ı l m a k t a d ı r . S ü l e y m a n i y e Küt ü p h a n e s i ' n d e (Reşid. Efendi, nr. 984) Aristo'dan
nakledilen
Gâlib-Mağlûb
Falı
adlı bir f a l n â m e b u l u n m a k t a d ı r .
Şeyh Hamdullah'ın II. Bayezid için yazdığı Kur'an nüshasının sonunda yer alan " F i ' t - t e f e ' ü l min kelâmillâh" başlıklı Farsça K u r ' a n f a l ı (İÜ Ktp., A Y , nr. 6 6 6 2 , vt. 4 4 4 l - 4 4 5 ' )
Fal için k u l l a n ı l m a n ı n yanı sıra bir ne•s.
vi s a n a t g ö s t e r m e k ve h o ş v a k i t geçirmek
gayesiyle çeşitli risâleler
kaleme
alınmıştır. B u n l a r ı n e n t a n ı n m ı ş ı ,
Cem
Sultan'ın
olan
manzum
"Fâl-i R e y h â n " mesnevisidir.
bir çiçek falı
adlı kırk sekiz Şair eserin
"Der
cân-ı
sâdık / Gönül
"VHHMMPB
, ,--4-"
< t; , '4
beyitlik
V
Tarîk-i
Niyyet" başlıklı b ö l ü m ü n d e , "Gel ey yâr-ı muvâfık
VS*
esrarına
s e n s i n m u v â f ı k / / Bu e z h â r ı n birin kıl
1
B
B
İ
B
—
İ
i ir > t fr.
d i l d e i h f â / Ki sen d e m e d e n ola Aşikâr a " diyerek çiçek a d l a r ı n d a n
tutulacak
niyetlerle k a l p t e gizli olan şeylerin ortaya çıkacağını söyler. Son beyitlerinde ise,
•
r-
A.
-
1
—
"Değildir h ü k m - i g a y b î k a s d ı m el-hak /
L.
—
s 'ı-Îİ*
H e m a n m a k s û d o l a n s a n ' a t t ı r el-hak II Ki h ü k m - i gayba Hak'tır a n c a k a h k e m /
r* «451
B u d u r s ö z d o ğ r u s u v a l i â h u a ' l e m " diyer e k m a k s a d ı n ı n gaybı b i l m e k olmadığını, g a y b ı Allah'ın bileceğini, eserini sad e c e s a n a t y a p m a k için k a l e m e aldığını belirtir. İsmail H i k m e t Ertaylan'm faksimilesini verdiği b u eseri Halil tek daha
nüshasına sonTa
dayanarak
Ersoylu
yayımlamış,
Münevver Okur-Meriç
yeni t e s b i t e t t i ğ i bir n ü s h a y ı
a i i a p ı a ı a E g g F ;
de
hakkında
144 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
!*
«i>.
FÂRÂBÎ B ü t ü n b u f a l n â m e türleri dışında baş-
m a " gibi a t a s ö z ü ve tekerlemeler söylen-
Bir yanlış a n l a m a s o n u c u İ b n ü ' n - N e d î m
t a Kur'ân-ı Kerîm o l m a k ü z e r e bazı ki-
m i ş t i r . Bu a r a d a divan şiiri k a d r o s u n d a
f i l o z o f u n H o r a s a n b ö l g e s i n d e k i Fâryâb'-
t a p l a r d a t e f e ' ü l amacıyla kullanılmıştır.
da falla ilgili birçok m a z m u n ve remiz ye-
da
K u r ' a n ' d a n t e f e ' ü l şöyle yapılır: Bir ni-
rini almıştır (çeşitli örnekler için bk. Onay,
368). Latin O r t a ç a ğ ı ' n d a A l f a r a b i u s ve
y e t t u t u l a r a k K u r ' a n açılır. S a ğ s a y f a d a ,
s. 164-165; Eyüboğlu, I, 98; II, 178).
A b u n a s e r diye anılır. Babasının Vesiç Ka-
g ö z e ç a r p a n ilk âyetin m â n a s ı n d a n çı-
lb
Buhârî, "T ". 42; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 781808; Kitâbü Fâl, İstanbul 1273, s. 4; Tefe'ülç o k bilgi b u l u n m a k t a d ı r . II. M e h m e d , nâme-i Muhyiddin Arabî, İstanbul 1330, s. 3-4; 1 4 4 6 ' d a t a h t ı b a b a s ı n a t e r k e d i p ManiAbdülkâdir, Baht Aynası, İstanbul 1332, s. 3-8; sa'ya d ö n m e k z o r u n d a k a l d ı ğ ı n d a MolSeyyid Süleymân el-Hüseynî, Tefe'ülnâme-i Hüla Hüsrev kendisini teselli e t m e k için seynî, İstanbul 1339; Bahtnâme, İstanbul [?], ts., Kur'an'dan tefe'ül etmiş, pek yakında s. 3-6; Risâletü't-tefe'ülâti'l-müteferrika, Millî yine p a d i ş a h olacağı m ü j d e s i n i vermişKtp., nr. 2837, vr. 77a-81b; Tuhfetut-ta'bîrât, İstanbul, ts., s. 16, 20; İ. Hikmet Ertaylan, Falnâti. Özellikle sıkıntılı z a m a n l a r d a ç o k yayme, İstanbul 1951; Karatay, Türkçe Yazmalar, 1, gın o l a r a k b a ş v u r u l a n b u usul K u r ' a n ' ı n 641-642; a.mlf., Farsça Yazmalar, I, 108-109; anlaşılıp u y g u l a n m a s ı n ı engellediği için FME, s. 273; Gölpınarlı, Katalog, 111, 95; E. Kemal Mehmed Akif tarafından, "İnmemiştir Eyüboğlu, Onüçüncü Yüzyıldan Günümüze Kahele K u r ' a n b u n u hakkıyla bilin / Ne medar Şiirde ue Halk Dilinde Atasözleri ue Deyimler, İstanbul 1973-75, I, 98; II, 178; Özeğe, zarlıkta o k u n m a k n e d e f a l b a k m a k için" Katalog, I, 112, 383; IV, 1783-1784; Cemal Kurbeytiyle t e n k i t edilmiştir. naz, "XVI. Asır Şairlerinden Za'îfî'nin 'Fal-ı M e v l â n â Celâleddîn-i R û m î ' n i n M e ş Murgan'ı", Şükrü Elçin Armağanı, Ankara 1983, s. 221-234; Ahmet Talat Onay, Eski Türk nevî'si ve Dîvûn-ı Kebîr'i ile S a ' d î ' n i n Edebiyatında Mazmunlar (haz. Cemal Kurnaz), Gülistân' ı, Hafız, Y û n u s E m r e , Niyâzî-i Ankara 1992, s. 164-165; Ayşe Duvarcı, TürkiMısrî'nin divanları d a t e f e ' ü l amacıyla yede Falcılık Geleneği ile Bu Konuda İki Eser: kullanılmıştır. Ahmediyye, MuhammeRisâle-i Falnâme li-Ca'fer-i Sâdık ue Tefeülnâd i y y e ve Envârü'l-âşıkirı gibi bazı eserme, Ankara 1993; A. Süheyl Ünver, "Türk Milerle tefe'ül e t m e k h a l k arasında çok yaytolojisinde Yaşayan Lokman Hekim ve Hipokrat", Tıp Fakültesi Mecmuası, IV/15, isg ı n bir g e l e n e k t i r . Bunların m ü n e v v e r tanbul 1941, s. 1973-1979; Halil Ersoylu, "Fal, z ü m r e arasında en çok r a ğ b e t bulanı Falnâme ve Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultan", İsM e v l â n â ' n ı n M e ş n e v f s i ile Sa'dî'nin Gülâm Medeniyeti Mecmuası, V/2, İstanbul 1981, listanı ve Hâfız-ı Şîrâzî'nin divanıdır. s. 69-81; a.mlf., "Bir Açıklama", TT, XVII/99 Özellikle Dîvân-ı Hâliz'm k i t a p falları (1992), s. 131-132; K. Rührdanz, "Die miniatua r a s ı n d a ayrı bir yeri vardır. Bu e s e r d e n ren des Dresdener, 'Falnâme', Persica, sy. 12 (1987), s. 1-55; Chahryar Adle, "K. Rührdanz, f a l a ç m a k için söylenen, "Ey Hâfız-ı ŞîDie miniaturen des Dresdener, 'Falnâme', r â z î b i z e bir b a k ! B e n bir f a l a ç m a k i s t i - , Abstracta tranica, XII (1989), s. 161; Münevver y o r u m , s e n d e b ü t ü n gizlilikleri bilirsin" ."f Okur-Meriç, "Cem Sultan'm Yeni Bulunan m â n a s ı n a gelen şu Farsça t e k e r i e m e büFâl-ı Reyhân-ı Cem Sultan Adlı Eseri", TT, t ü n İ s l â m d ü n y a s ı n d a Dîvân-ı Hâfız'XVI/96 (1991), s. 24-27; XVII/97 (1992), s. 64; Dihhudâ, Luğatnâme, XXI, 34-37; "Fal-Falcıd a n t e f e ' ü l ü n ö n şartı gibi k a b u l edilelar", IsLA, X, 5506-5508; H. MassĞ, "Fâl-nârek asırlarca t e k r a r l a n m ı ş t ı r : "Ey Hâfız-ı ma", E!2 (İng.), II, 760-761; Mustafa Öz, "Ca'fer Şîrâzî / B e r m â n a z a r e n d â z î / M e n tâes-Sâdık", DİA, VII, 1; Metin Yurdagür, "Cefr", lib-i yek f â l e m / Tu kâşif-i her râzî*. Faa.e.,VII, 215, 217. r-ı sîh A h m e d D e d e ' n i n divanı d a Mevlevirihî kaynaklarda bu t ü r tefe'ülle ilgili p e k
I®
ler a r a s ı n d a b u m a k s a t l a ç o k kullanılan
MUSTAFA U Z U N
F
s a n ı n b u eserlere ç o k sık m ü r a c a a t et-
doğmasına sebep olmuştur. olarak
a d l a n d ı r ı l a n b u d a v r a n ı ş l a r için Türkçe'd e "fal a ç m a k , f a l t u t m a k , f a l ç e k m e k , fal b a k m a k , t e f e ' ü l , t e f e ' ü l e t m e k , fâl-i
s.
k ı n d a bilgi y o k t u r . S â m â n î l e r Devleti'nin h â k i m i y e t i n d e ö n e m l i bir e ğ i t i m ve kült ü r m e r k e z i k o n u m u n d a b u l u n a n Fârâb'd a e ğ i t i m p r o g r a m ı n ı n dinî, e ğ i t i m dilinin ise A r a p ç a o l d u ğ u , Farsça'nın d a kısm e n e d e b i y a t dili o l a r a k o k u t u l d u ğ u bil i n m e k t e ve b u o r t a m d a Fârâbî'nin iyi bir t a h s i l g ö r d ü ğ ü a n l a ş ı l m a k t a d ı r . Anc a k a n a y u r d u n d a k i b u e ğ i t i m i n ayrıntıları ve hocalarının kimler o l d u ğ u hakkınd a bilgi m e v c u t değildir. Fârâbî'nin buradaki tahsilini t a m a m l a d ı k t a n sonra bir s ü r e kadılık yaptığı, f a k a t ilim ve kültür ü n t a d ı n a varınca mesleğini t e r k e d e r e k k e n d i s i n i i l m e verdiği y o l u n d a k i rivayet i n (İbn E b û Usaybia, III, 224) d o ğ r u l u k derecesini t e s b i t e t m e k m ü m k ü n değils e d e b u y ö n d e k i a m a c ı n ı gerçekleştirm e k ü z e r e b i l i n m e y e n bir t a r i h t e m e m l e k e t i n d e n ayrıldığı ve hayatı
boyunca
d e v a m e d e c e k olan bir s e y a h a t e başladığı b ü t ü n k a y n a k l a r t a r a f ı n d a n
belir-
t i l m e k t e d i r . Klasik k a y n a k l a r d a açık bilgiler b u l u n m a m a k l a b e r a b e r Fârâbî'nin bu a k a d e m i k seyahat esnasında
önce
B u h a r a , S e m e r k a n t , M e r v ve Belh gibi k e n d i bölgesinin veya İran'ın ö n e m l i ilim ve k ü l t ü r merkezlerini ziyaret ettiği, dah a s o n r a B a ğ d a t ' a vardığı t a h m i n edilm e k t e d i r . B a ğ d a t ' a g i t t i ğ i n d e kırk yaşını g e ç m i ş b u l u n u y o r d u . Zira b ü t ü n kaynaklar o n u n b u şehirde, d ö n e m i n e n b ü y ü k dil â l i m l e r i n d e n olan ve 9 2 9 yılında vef a t e t m i ş bulunan İbnü's-Serrâc'dan Arapça o k u d u ğ u n u , kendisinin d e ona m a n t ı k o k u t t u ğ u n u bildirdiğine g ö r e b u tariht e n çok önce B a ğ d a t ' a gelmiş olması gerekir. Ayrıca d ö n e m i n e n b ü y ü k dil bilginiyle b u l u ş m a s ı ve karşılıklı o l a r a k bir-
J j ™
n
bî'nin d a h a önce çok iyi y e t i ş m i ş olduğu-
)
Ebû Nasr M u h a m m e d b. M u h a m m e d b. Tarhan b. Uziuğ el-Fârâbî et-Türkî (ö. 3 3 9 / 9 5 0 )
m a k , " k i t a p falı" d e n i l e n bir fal t ü r ü n ü n
"kitap açmak"
FÂRÂBÎ
(
tiği b i l i n m e k t e d i r . Bu k i t a p l a r d a n fal aç-
Halk a r a s ı n d a
(el-Fihrist,
birlerinden i s t i f a d e e t m i ş olmaları Fârâ-
bir eserdir. U y g u l a n m a s ı kolay o l d u ğ u için eski t o p l u m h a y a t ı n d a h e r sınıf in-
kaydeder
lesi k u m a n d a n ı olduğu dışında ailesi hak-
BİBLİYOGRAFYA:
k a n s o n u ç ile t e f e ' ü l edilir. E d e b î ve ta-
doğduğunu
^
İslâm felsefesini metot, terminoloji ve problemler a ç ı s ı n d a n temellendiren ü n l ü Türk filozofu.
,
Fârâbî'yi tasvir eden
hayr, gözleri f a l t a ş ı gibi a ç ı l m a k , falı
bir tablo
k u t l u o l m a k vb." birçok d e y i m kullanıl-
T ü r k i s t a n ' ı n F â r â b şehri (bugünkü Ka-
m ı ş ; "Fal yalancı g ö n ü l eğlenci"; "Falcı
zakistan sınırları içinde eski bir şehir olan
falcıya f e n d e t m e z " ; "Neyse halin çıksın
Otrar) yakınlarındaki Vesiç'te yaklaşık 2 5 8
(odur) f â l i n " ; "Fala i n a n m a , falsız d a kal-
(871-72) yılında d o ğ d u ğ u s a n ı l m a k t a d ı r .
(Özbek Sovyet Enlsiklopediyası, Taşkent 1979, XII, 129)
145 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ nu, m a n t ı k okutacak kadar Arapça bildi-
olan yakın ilişkisine d i k k a t çekerek bu
ğini, ancak bu dilin incelikleriyle ilgili ba-
k o n u d a aslı olmayan birtakım menkıbe-
maya girerler; Fârâbî hepsine baskın çıkınca susup onu dinlemeye, sonra da
zı meselelerde İbnü's-Serrâc'a başvurdu-
lere yer verdikleri görülür (aş.bk.). Fârâ-
defterlerini çıkarıp not almaya başlar-
ğ u n u göstermektedir. Dolayısıyla o n u n
bî'nin Dımaşk'a gittiği tarihte bu şehir
lar. Meclis dağıldıktan
babasıyla birlikte k ü ç ü k yaşta Bağdat'a
İhşîdîler Devleti'nin elinde bulunuyordu
başbaşa
gittiği (El2 [ing.l, II, 778) ve Arapça'yı bu-
ve ancak 334'te (945) Seyfüddevle tara-
üzerine mûsiki
rada öğrendiği yolundaki rivayetlerin tu-
f ı n d a n alınmıştı; bu tarihten bir yıl önce
lar çalar; f a k a t Fârâbî hiçbirini beğen-
tarlı bir gerekçesi yoktur.
de emîr Halep'te iktidarı ele geçirmişti.
m e z ve yaptıkları hataları söyler; yanın-
kalan
sonra
filozofla
Seyfüddevle'nin topluluğu
bazı
isteği parça-
Fârâbî Bağdat'ta, Nestûrî bir hıristi-
Dolayısıyla ister Dımaşk'ta ister Halep'te
da taşıdığı tablayı açarak ona
yan olan m ü t e r c i m ve şârih Ebû Bişr
olsun, filozofun Seyfüddevle ile olan iliş-
verdikten sonra neşeli bir parça çalar
düzen
M a t t â b. Y û n u s ' t a n m a n t ı k okudu. Kay-
kisi ancak bu tarihlerden sonra gerçek-
ve orada b u l u n a n herkesi g ü l d ü r ü p eğ-
naklar o sırada bu âlimin d a h a yaşlı, Fâ-
leşmiş ve en çok üç yıl s ü r m ü ş olmalıdır.
lendirir. Ardından çalgı aletini bir baş-
râbî'nin ise o n d a n d a h a zeki o l d u ğ u n u
İlerlemiş yaşına r a ğ m e n Fârâbî 337'de
ka şekilde düzenleyerek hüzünlü bir par-
ve en karmaşık problemleri kolay bir üs-
(948) Mısır'a kısa bir seyahat yaptıktan
ça çalar ve herkesi ağlatır. Nihayet ye-
lûpla ifade e t m e yöntemini bu hocadan
sonra Dımaşk'a d ö n d ü ve Receb 339'da
ni bir d ü z e n verdiği aletle ağır bir par-
öğrendiğini belirtirler (İbn Hallikân, V, 153-
(Aralık 950) seksen yaşlarında orada öl-
ça çalınca nöbetçilere varıncaya
154). Fakat öyle anlaşılıyor ki Fârâbî'nin
d ü (Mes'ûdî, s. 106). Cenazesine ö n d e
herkes uykuya dalar; bu sırada Fârâ-
m a n t ı k ve felsefe alanında kendisinden
gelen on beş (İbn Hallikân'a göre dört) dev-
bî d e çıkıp gider (İbn Hallikân, V, 155-
b ü y ü k ölçüde istifade ettiği kişi Harran-
let büyüğüyle birlikte Emîr Seyfüddevle
156). Aynı kaynak k a n u n denen sazı ilk
lı .Yuhannâ b. Haylân olmuştur. Ancak
katıldı ve na'şı Bâbüssagîr denilen sem-
defa Fârâbî'nin icat ettiğini söyler. Ün-
Kâdî Sâid ve o n d a n nakilde b u l u n a n İb-
tin dışında t o p r a ğ a verildi. Her ne ka-
lü bir mûsikişinas olmakla birlikte Fâ-
nü'l-Kıftî ile İbn Ebû Usaybia Fârâbî'nin
dar Beyhakî, o d ö n e m i n ünlü şairi Mü-
râbî'nin b u r a d a anlatılan efsanevî olay-
İbn
okuduğunu
tenebbî'nin d r a m a t i k ölümüyle ilgili ola-
la bir ilgisinin o l m a m a s ı gerekir. Aslın-
belirtirken nisbeten geç d ö n e m tarihçi-
yı Fârâbî'ye isnat ederek o n u n Dımaşk
da aynı olay, filozofun yaşadığı dönem-
lerinden olan İbn Hallikân onun Harran'a
ile Askalân arasında yolunu kesen eşkı-
de kaleme alınan (334/945 civarı) İhvân-ı
gittiğini ve orada İbn Haylân'dan m a n t ı k
ya t a r a f ı n d a n ö l d ü r ü l d ü ğ ü n ü iddia edi-
Safâ
tahsil ettiğini söyler. İbn Ebû Usaybia ise
yorsa da (Tetimme, s. 19) bu rivayet ta-
196). Ancak orada olayın
konuyla ilgili olarak Fârâbî'nin kaybol-
m a m e n bir yakıştırmadan ibarettir.
d a n söz edilmezken burada rol Fârâbî'-
Haylân'dan
Bağdat'ta
d u ğ u sanılan bir eserinden alıntı yapar.
Eldeki veriler ışığında filozofun haya-
Risaleleri'nde
kadar
de geçmektedir (I, kahramanın-
ye verilmiştir.
Buna göre filozof, felsefenin d o ğ u ş u n u
tını b ü t ü n yönleriyle a y d ı n l a t m a k m ü m -
Menkıbede yer alan filozofun y e t m i ş
ve Aristo'dan sonra felsefe öğretiminin
k ü n değildir. Tarihte ünlü kişilerin adı
dil bildiği hususuna gelince, şüphesiz bu
Atina'dan İskenderiye'ye ve oradan da
ve şahsiyeti etrafında örülen menkıbe-
telakki o n u n çok dil bildiği a n l a m ı n d a
Antakya'ya nasıl geçtiğini, başlıca tem-
ler ağı Fârâbî için de söz konusudur. Bu
mecazi bir ifadedir ve abartılmış da olsa
silcilerinin kimler o l d u ğ u n u anlatır ve
menkıbelere d a h a ziyade, filozofun ölü-
bir gerçeği vurgulamaktadır. Zira filozo-
Kitâbü'l-Bur-
m ü n d e n 300 yıl kadar sonra kaleme alı-
f u n Kitâbü'l-Hurûf,
s o n u n a k a d a r oku-
n a n kültür tarihi niteliğindeki kaynak-
mele
d u ğ u n u , halbuki o z a m a n a k a d a r İsken-
kendisinin İbn Haylân'dan
hân'\ (II. Analitikler)
el-Elfâzü'1-müsta
fi'l-mantık
ve
c
-
el-Mûsîka'l-kebîr
larda rastlanmaktadır. Meselâ anlatıldı-
adlı eserlerinde bazan Arapça bir kelime
Hıristiyanlı-
ğına göre Fârâbî ilk defa Seyfüddevle'nin
veya terimin Grekçe, Süryânîce, Farsça
ğa zarar verir endişesiyle "el-Eşkâlü'l-
sarayına hayatı boyunca giyindiği Türk
ve Soğdca'daki
Vücûdiyye"den sonrasını o k u t m a n ı n ya-
kıyafetiyle girer. Emîr kendisine otur-
bakılırsa o n u n ana dilinden başka beş
Cciyûnü'l-
masını söyleyince filozof, "Benim yerime
altı dili az veya çok bildiğini kabul e t m e k
III, 225-226). Öte y a n d a n Fârâbî'-
mi, senin yerine m i ? " diye sorar. Emîrin
gerekir. Öte y a n d a n Fârâbî'nin Grekçe
deriye okulu
geleneğinde,
s a k l a n m ı ş o l d u ğ u n u belirtir
enba,
nin D ı m a ş k ' t a tahsil g ö r d ü k t e n
karşılıklarını
verdiğine
sonra
ondan kendisine lâyık olan yere oturma-
"sofist" kelimesinin etimolojisini yanlış
B a ğ d a t ' a gittiğini söyleyen ç a ğ d a ş ba-
sını istemesi üzerine filozof orada bulu-
vermesinden (İhşâ'ul-'ulûm,
zı felsefe tarihçilerinin (bk. Macit Fahri,
n a n topluluğu yararak geçip Seyfüddev-
bu dili bilmediği sonucu çıkarılamaz. Zi-
İslam Felsefesi Tarihi, s. 91) bu g ö r ü ş ü n ü
le'nin yanına o t u r u r ; b u n u n l a da yetin-
ra Arapça'ya aktarılan Helenistik k ü l t ü r
destekleyen hiçbir kaynak
meyerek onu sıkıştırıp o t u r d u ğ u yerden
ürünlerinde bu t ü r hatalara rastlanma-
kaydırır. B u n u n üzerine emîr ö n d e ge-
sı olağan sayılmaktadır; dolayısıyla bu
bulunmadı-
ğına da işaret e t m e k gerekir.
s. 65) onun
Yirmi yıl k a d a r B a ğ d a t ' t a o t u r a n ve
len devlet büyüklerine, sadece kendi ara-
d u r u m önceki bir yanlış y o r u m d a n kay-
eserlerinin çoğunu burada kaleme alan
larında kullandıkları bir dille Fârâbî'ye
n a k l a n m ı ş olabilir.
filozof, bu şehirde m e y d a n a gelen karı-
bazı şeyler soracağını belirtir ve cevap
şıklıklar sebebiyle 330'da (941) veya bir
veremezse
edebe aykırı davranan
bu
Fârâbî'nin Dımaşk'taki hayatıyla ilgili olarak orada bostan bekçiliği yaptığı ve
yıl sonra Dımaşk'a gitti. İbnü'l-İbrî o n u n
ihtiyarı dışarı atmalarını emreder. Konu-
geceleri bekçi fenerinin ışığından fay-
önce Halep'e geçtiğini, üzerindeki sûfî
şulanları anlayan Fârâbî aynı dille emîre
d a l a n a r a k k i t a p o k u d u ğ u yolundaki ri-
kıyafetiyle H a m d â n î
vayetin de (İbn Ebû Usaybia, III, 223) ger-
Seyfüddev-
sabretmesini, işin s o n u n u n önemli oldu-
le'nin sarayında ağırlandığını, ardından
ğ u n u söyler. Seyfüddevle hayretle, "Sen
çekle bir ilgisi yoktur. Ç ü n k ü henüz ha-
onunla birlikte Dımaşk'a gittiğini söyler
bu dili biliyor m u s u n ? " deyince filozof,
yatta iken üne kavuşmuş bulunan ve son
Emîri
295-296).
"Ben yetmişten fazla dil bilirim" karşılı-
sekiz yılını bu bölgede geçiren bir filo-
Fârâbî'nin buradaki hayatından söz eden
ğını verir. Ardından o mecliste b u l u n a n
zof her k e s i m d e n halk nezdinde b ü y ü k
kaynakların,
âlimler çeşitli konularda onunla tartış-
bir itibar k a z a n m ı ş olmalıdır.
(Târîhu
muhtasarı
d-düuel,
özellikle
s.
Seyfüddevle
ile
146 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ Şahsiyeti. F â r â b î kısa boylu, k ö s e sa-
B u r a d a , Fârâbî'nin İ m â m i y y e veya İs-
kallı, zayıf n a h i f bir b ü n y e y e s a h i p o l u p
mâiliyye Şîası'na m e n s u p bir Şiî o l d u ğ u
s a b i t t u t a b i l m e k için b a z a n iki eseri bir
y a ş a d ı ğ ı sürece giydiği Orta Asya T ü r k
yolundaki iddiaları (Corbin, s. 160) destek-
başlık a l t ı n d a gösterilmiştir. Öyle anla-
kıyafetini hiç d e ğ i ş t i r m e m i ş t i r (İbn Hal-
leyici h e r h a n g i bir k a y n a k b u l u n m a d ı ğ ı -
şılıyor ki b u n d a n a m a ç , Organon
likân, V, 155). M a d d î servete d e ğ e r ver-
na, ayrıca vasiyet, i s m e t , takıyye ve Hz.
a l t ı n d a t o p l a n a n ve sekiz k i t a p t a n oluş a n m a n t ı k külliyatı gibi t a b i a t ilimleri
meyen,
şöhret
gösterişten
Bu
sayıyı
başlığı
nefret
P e y g a m b e r ' i n s o y u n d a n gelenlere karşı
e d e n , r u h ve a h l â k t e m i z l i ğ i n i h e r şeyin
aşırı saygı gibi Şîa'da t e m e l sayılan ilke-
k a p s a m ı n a giren eserleri de aynı sayı al-
ü s t ü n d e t u t a n bir z â h i d idi. İlim ve sa-
lerin f i l o z o f u n eserlerinde yer almadığı-
t ı n d a t o p l a m a k suretiyle e ğ i t i m ve öğre-
n a t a d a m l a r ı n a b ü y ü k d e ğ e r vermesiyle
n a ve b u n l a r a en u f a k bir i m a d a bulu-
t i m d e kolaylık s a ğ l a m a k t ı r . Ayrıca Fârâbî
t a n ı n a n S e y f ü d d e v l e filozofa i k r a m
ve
n u l m a d ı ğ ı n a işaret e t m e k gerekir. Esa-
ilim ve sanatları taşıdıkları d e ğ e r açısın-
ihsanda b u l u n m a k istemişse de Fârâbî
sen Fârâbî, k e n d i d ö n e m i n d e k i m e z h e p
d a n d a bir t a s n i f e t â b i t u t m u ş t u r . B u n a
g ü n l ü k ihtiyacını karşılayacak 4 d i r h e m
ve fırkaların hiçbirinin lehinde veya aley-
g ö r e bir i l m i n d e ğ e r i k o n u s u n u n şerefli
g ü m ü ş p a r a d a n b a ş k a s ı n ı k a b u l etme-
h i n d e bir tavır sergilemiş değildir. Do-
o l u ş u n d a n , kullandığı delillerin kesin so-
m i ş t i r (İbn Ebû Usaybia, III, 224). Genel-
layısıyla o n u n "medîne-i fâzıla" adını ver-
n u ç v e r m e s i n d e n veya p r a t i k t e
likle m ü n z e v i bir h a y a t y a ş a m a y ı seven
diği ideal devletiyle Şîa'nın devlet anlayı-
yarar s a ğ l a m a s ı n d a n kaynaklanır. Astro-
Fârâbî
hiç
ve
sayısı hiç d e ğ i ş m e m e k t e d i r .
evlenmemiş
ve
mülk
şı a r a s ı n d a bir benzerlik k u r m a y a çalış-
nomi
e d i n m e m i ş t i r . Fırsat b u l d u k ç a su kıyıla-
m a k z o r l a m a d a n ö t e bir a n l a m t a ş ı m a -
ilimler d e ü ç ü n c ü y e ö r n e k gösterilebilir.
rında ve b a ğ l ı k b a h ç e l i k yerlerde gezi-
maktadır.
Ancak
nir, öğrencileriyle b u r a l a r d a
Tahşîlü's-sa Qâde bir f i l o z o f u n
adlı
mal
büyük
buluşurdu.
eserinde
niteliklerinden,
kâmil
"Öğrenim
sırasında karşılaştığı g ü ç l ü k l e r e katlanmalı, ü s t ü n bir z e k â ve kavrayışa s a h i p b u l u n m a l ı , d o ğ r u l u ğ u ve d o ğ r u l a r ı , adaleti ve âdil olanları
seven, o n u r l u
bir
şahsiyet olmalı, altın, g ü m ü ş ve benzeri şeylere
değer
vermemeli, yeme
içme
k o n u s u n d a aç g ö z l ü ve n e f s a n î arzularına d ü ş k ü n olmamalı, doğruya
ulaşmak
için a z i m ve iradesi g ü ç l ü b u l u n m a l ı d ı r " (s. 94) ş e k l i n d e söz e d e r k e n â d e t a kendisini a n l a t m a k t a d ı r . İslâm
dünyasında
ilk d e f a
Kindî'nin
İlimler Tasnifi ve Mantık. İlimler Tasnifi. Bu tasnif, bir filozofun ilim ve m e t o t anlayışının yanı sıra o n u n d ü n y a g ö r ü ş ü n ü de
yansıtması
bakımından
önemlidir.
Kindî'den sonra Fârâbî de b u a m a ç l a kal e m e aldığı İhsâ'ul-
'ulûm'da
kendi dö-
birinciye, g e o m e t r i bunlardan
birinci
ikinciye, ile
dinî
üçüncüyü
m e t a f i z i k altında t o p l a m a k m ü m k ü n d ü r
(en-Nüket, s. 77). Mantık. mantık
Fârâbî
alanında
en
büyük
başarısını
göstermiştir.
Filozof,
k e n d i s i n d e n önceki ş â r i h ve yorumcuların eserlerinden d e f a y d a l a n a r a k Aris-
n e m i n d e k i ilimlerin tasnifini y a p m ı ş , her
to'nun
i l m i n t a n ı m ı n ı , t e o r i k ve p r a t i k a ç ı d a n
k a p s a m ı n a giren h e r k i t a p ü z e r i n d e ça-
Organon
adlı m a n t ı k
külliyatı
d e ğ e r i n i belirterek e ğ i t i m ve ö ğ r e t i m -
lışmış; b u n l a r ı n şerh, t e f s i r veya m u h -
deki ö n e m i n e işaret etmiştir. Fârâbî Tah
tasarlarını h a z ı r l a m a k suretiyle b u kül-
sîlü's-sa
c
sa câde
ve e f - T e v ü e adlı
âde,
et-Tenbîh
c
alâ
sebîli's-
liyatın i n c e l e n m e d i k ve açıklığa kavuş-
eserlerinde
t u r u l m a d ı k hiçbir noktasını bırakmamış-
de d a h a m u h t a s a r bazı tasnifler vermek-
tır. Özellikle d e Kindî ve d i ğ e r mantıkçı-
tedir. Filozof önce ilimleri b e ş a n a başlık
ların g ö r m e z l i k t e n gelerek ç ö z ü m s ü z bı-
altında
raktıkları kıyas ve i s p a t teorisiyle ilgili
sınıflandırır, sonra d a
aşağıda
b a ş l a t t ı ğ ı felsefî h a r e k e t e ve o n u n şe-
g ö r ü l d ü ğ ü şekilde her ilmin k a p s a m ı n -
p r o b l e m l e r i ü s t ü n bir liyakatla
killendirdiği M e ş ş â î a k ı m a , k e n d i i n a n ç
daki diğer ilimleri sıralar: 1. Dil: Sarf, na-
k a v u ş t u r m u ş t u r (Kâdî Sâid el-Kurtubî, s.
hiv. 2. Mantık: Organon'un
61). Ayrıca kendisi de m a n t ı ğ ı n her bölü-
ve k ü l t ü r ü n ü n t e m e l i n i o l u ş t u r a n
ulû-
kapsamında
çözüme
hiyyet, n ü b ü v v e t ve m e â d akidesinin ya-
yer a l a n sekiz k i t a p . 3. Matematik: Arit-
m ü için m ü s t a k i l k i t a p l a r k a l e m e a l a r a k
nı sıra E f l â t u n ve Yeni
Eflâtunculuk-
m e t i k , g e o m e t r i , optik, a s t r o n o m i , mü-
s o n r a k i nesillere z e n g i n bir l i t e r a t ü r bı-
t a n aldığı bazı unsurları d a k a t a r a k ek-
zik, m e k a n i k . 4. Fizik ve Metafizik (burada
r a k m ı ş t ı r . Bu b a ş a r ı s ı n d a n dolayı haklı
lektik bir s i s t e m k u r a n Fârâbî, kazan-
fizikten maksat Aristo'nun tabiat ilimleri ala-
o l a r a k Muallim-i S â n î unvanıyla
dığı
nındaki sekiz kitabıdır). S. Medenî İlimler:
F â r â b î y a p t ı ğ ı bir t a k s i m l e m a n t ı ğ ı "ta-
A h l â k , siyaset, fıkıh, k e l â m .
savvurât" (kavramlar) ve " t a s d î k â t " (hü-
haklı ş ö h r e t t e n
dolayı
Aristo'dan
sonra "Muallim-i Sânî" unvanıyla anılmış-
anılan
kümler, önermeler) o l m a k ü z e r e ikiye ayı-
tır. "Sen m i d a h a bilgilisin, Aristo m u ? "
Aristo'nun ilimleri teorik, p r a t i k ve po-
diye s o r a n l a r a , " E ğ e r Aristo'ya yetişsey-
e t i k şeklindeki üçlü tasnifiyle Kindî'nin
rır ki ( K i t â b u l - B u r h â n , s. 19) böyle bir
d i m o n u n en seçkin t a l e b e l e r i n d e n olur-
beşerî ve dinî ilimler t a r z ı n d a k i ikili tas-
y a k l a ş ı m Aristo'da g ö r ü l m e z . F â r â b î ' d e n
d u m " diyerek k e n d i n d e n b e k l e n e n ölçü-
nifi incelendiği t a k d i r d e Fârâbî'nin da-
s o n r a İslâm d ü n y a s ı n d a yazılan
lü davranışı g ö s t e r m i ş t i r . "Sürekli d a m -
ha k a p s a m l ı ve k e n d i n e h a s bir t a s n i f
m a n t ı k kitapları b u p l a n a bağlı kalmış-
layan
tır. Her n e k a d a r Tj. d e Boer b u ayrımın
su taşı
deler" ö z d e y i ş i n d e n
reketle b a ş a r ı n ı n sırrını belli bir üzerinde
yoğunlaşmada
gören
bütün
ha-
y a p t ı ğ ı g ö r ü l ü r . Özellikle m e d e n î ilimler
konu
k a p s a m ı n d a saydığı fıkıhla k e l â m ı teo-
F â r â b î ' d e n sonraki filozoflar t a r a f ı n d a n
filozof
rik ve p r a t i k o l m a k ü z e r e iki k ı s m a ayı-
yapıldığını iddia ediyorsa d a (İA, VI, 780-
s. 63), belki d e b u
r a r a k E b û H a n î f e ' n i n b u y ö n d e k i yakla-
781) b u
Kitâbun-Nefs'in
şımını d e v a m e t t i r m i ş t i r . Fârâbî'nin tas-
h e r h a n g i bir şey h a k k ı n d a bilgi edinir-
n i f i n d e yer alan f i z i k t e n m a k s a t s a d e c e
k e n zihnin iki a ş a m a l ı bir işlem yaptığını
A r i s t o ' n u n Fizika'sı
o l m a y ı p o n u n tabi-
k a b u l e d e r ; önce d ü ş ü n c e n i n yapı taşları
d u m " diye y a z m ı ş , yine A r i s t o ' n u n es-
a t ilimleri a l a n ı n d a k a l e m e aldığı b ü t ü n
d u r u m u n d a k i kavramlara, sonra da bu
Semâ'u't-tabfî
adlı eseri için,
eserleridir. A n c a k b u n l a r ı n sayısı sekiz-
kavramları kullanarak h ü k ü m l e r e
"Ben b u n u kırk d e f a o k u d u m , yine d e
d e n fazla o l d u ğ u h a l d e Fârâbî'nin ü ç ay-
ö n e r m e l e r e ulaşır. Filozofun m a n t ı ğ ı b u
(Risale
fîmâ yenbaği,
s e b e p l e A r i s t o ' y a ait (De Anima) olarak, "Ben
kenarına kesretten
kinâye
b u kitabı y ü z d e f a
(Fizika)
oku-
iddia
isabetli değildir.
Fârâbî,
yani
o k u m a k ihtiyacını h i s s e d i y o r u m " demiş-
rı eserde y a p m ı ş o l d u ğ u t a s n i f t e
(bk.
şekilde bir a y r ı m a t â b i t u t a r a k incele-
tir (İbn Ebû Usaybia, III, 227; İbn Halli-
Kaya, s. 128-131) b u l u n a n kitapların ismi
m e s i son derece y e r i n d e bir h a r e k e t t i r .
kân, V, 156).
ve sıra d ü z e n i d e ğ i ş m e k t e , f a k a t sekiz
B u n a g ö r e birinci b ö l ü m d e t e r i m l e r ve
147 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ tarifi m e y d a n a g e t i r e n t e m e l u n s u r l a r ,
ru d ü ş ü n m e n i n kurallarını vermektir. Dil
m i ş ve bir m e t o d o l o j i o l a r a k bilim ala-
ikinci b ö l ü m d e d e ö n e r m e l e r , kıyas ve
bir dış k o n u ş m a ise m a n t ı k d a iç konuş-
n ı n d a kullanılmasını kolaylaştırmıştır.
çeşitli i s p a t şekilleri söz k o n u s u
m a d ı r . Bir b a ş k a söyleyişle dilin lafızlar-
Felsefesi. Fârâbî'nin s i s t e m i varlığın il-
la olan ilişkisi n e ise m a n t ı ğ ı n kavram-
kesini m â n e v î s a y m a k l a birlikte geomet-
sekiz
larla olan ilişkisi d e o d u r . Şu var ki gra-
ri ve m a n t ı ğ ı t e m e l alan, f i z i k t e n (tabiat
kitabı mahiyetleri açısından üçe ayırmış-
m e r bir milletin diliyle ilgili kuralları içe-
ilimleri) g e ç e r e k m e t a f i z i ğ e y ü k s e l e n bir
tır. a) Kategoriler,
rirken m a n t ı k b ü t ü n insanlığın düşünce-
s i s t e m d i r . E f l â t u n , A r i s t o ve Yeni Eflâ-
edil-
mektedir. Fârâbî Organon
kadrosundaki
Önermeler
ve I. Ana-
litiklerden
oluşan üç k i t a p Burhân'a
(II.
sine ait kanunları ifade e t m e k t e d i r . Gra-
t u n c u l u k t a n gelen ve s i s t e m i n
Analitikler)
bir giriş ve m a l z e m e hazırla-
m e r bilmeyen h a t a s ı z k o n u ş a m a z , man-
içinde yer yer g ö r ü l e n e k l e k t i s i z m rast-
t ı k b i l m e y e n d e her z a m a n d o ğ r u düşü-
geie bir d e r l e m e t a r z ı n d a o l m a y ı p ken-
n e m e z (İhşâ'ul-'ulûm,
di m a n t ı ğ ı içinde son derece tutarlıdır.
m a d u r u m u n d a d ı r , b) Burhan
kesin ve
z o r u n l u bilginin ilke ve kurallarını verdi-
s. 54-63).
Fârâbî'nin m a n t ı ğ a s a r s ı l m a z bir gü-
ği için m a n t ı ğ ı n esasıdır ve başlıca ilim
bütünü
Bu f e l s e f e d e b ü t ü n k â i n a t sürekli hare-
sonra ge-
venle b a ğ l a n d ı ğ ı açıkça belli o l m a k t a d ı r .
k e t e d e n bir d ö n m e d o l a p ş e k l i n d e ta-
ve Poe-
Öyle ki sıradan bir m a n t ı k p r o b l e m i n d e n
savvur edilecek olursa inişli çıkışlı bu sis-
tika ise kıyasın u y g u l a m a alanlarıdır (İh-
h a r e k e t e d e r e k m e t a f i z i ğ i n en k a r m a ş ı k
t e m içinde en ulvîsinden en süflîsine ka-
şâ'ü'l- culûm,
meselelerini g ü n d e m e getirir ve m a n t ı k
dar
açısından
her varlık t ü r ü n ü n yeri ve işlevi belirlen-
s a y ı l m a k t a d ı r , c) Burhan'dan len Topika,
Sofistika,
Retorika
s. 72). F â r â b î ' d e n
itibaren
"beş s a n a t " diye anılan k o n u l a r a
dair
bunları ç ö z ü m l e m e y e
çalışır.
maddî-mânevî,
organik-inorganik
epistemolojik
Meselâ m ü m k ü n ve m ü t e k a b i l önerme-
diği için aynı z a m a n d a
a ç ı d a n şöyle d e ğ e r l e n d i r m e k t e d i r : Bur-
lerin y o r u m u n u y a p a r k e n b u b a ğ l a m d a
gayeci bir felsefedir. Bu b a k ı m d a n Fârâ-
hûn'ın
Allah'ın bilgisinin nasıl a n l a ş ı l m a s ı
b u eserlerin m u h t e v a s ı n ı
d e t e r m i n i s t ve
ge-
bî'ye g ö r e felsefe varlık o l a r a k varlığın
Aristotâ-
bilgisidir (el-Cem\ s. 80); yani b ü t ü n kâi-
bilgidir.
lîs fi'l- zİbâre, s. 97-101). Ö t e y a n d a n Ba-
natı ö n ü m ü z e seren ve her şeyi k u ş a t a n
diyalektik kıyas şekillerini (ce-
tı'da Kant'la birlikte ö n e m k a z a n a n öner-
küllî bir ilimdir. Şu halde varlığın ilk pren-
del) k o n u a l d ı ğ ı n d a n i f a d e ettiği bilgi-
melerin analitik ve s e n t e t i k o l m a k üzere
sibini ve en son gayesini a r a ş t ı r a n , o n u n
Sofistika
iki k a t e g o r i d e değerlendirilmesi gerekti-
işleyişini s e b e p - s o n u ç ilişkisi içinde yo-
kıyaslar-
ği d ü ş ü n c e s i F â r â b î t a r a f ı n d a n yüzyıllar
rumlayan filozofun bilgisi de küllî olacak-
d a n o l u ş t u ğ u için b u r a d a h a t a payı bü-
ö n c e ortaya k o n m u ş t u r (el-Mesâ*ilü'l-fel-
tır. B u n d a n dolayı Fârâbî, "Filozofun yap-
yüktür.
sefiyye, s. 97).
öncüllerini o l u ş t u r a n
önermeler
kesinlik i f a d e ettiği için b u t ü r bir kıyasın s o n u c u d a kesin ve d o ğ r u
Topika
lerde d o ğ r u l u k payı fazladır. hayal ve k u r u n t u y a Eğer bu t ü r
dayanan kıyaslara
bilerek
b a ş v u r u l u r s a s o n u ç t a elde edilen
rektiğini tartışır ( Şerh li-Kitabi
bilgi
Fârâbî,
m a s ı g e r e k e n şey k e n d i g ü c ü ö l ç ü s ü n d e
Aristo'nun
Organon'da
söz
Allah'a b e n z e m e k t i r " d e r k e n (Risâle fî-
s a f s a t a ve d e m a g o j i d e n b a ş k a bir şey
k o n u s u ettiği t a m t ü m e v a r ı m y a n ı n d a ,
mâ yenbaği,
değildir. Retorika'da
(hitabet) h a l k ara-
bazı p a r ç a l a r d a n ö r n e k l e m e y a p m a k su-
a r ı n m a n ı n yanı sıra f i l o z o f u n f i k r e n d e
s ı n d a genel k a b u l g ö r e n ö n e r m e l e r d e n
retiyle b ü t ü n h a k k ı n d a bir y a r g ı d a bu-
a y d ı n l a n a r a k Tanrı gibi varlığın evren-
(müsellemât, meşhûrât) o l u ş a n
kıyaslara
l u n m a k şeklindeki eksik t ü m e v a r ı m üze-
sel bilgisine sahip olmasını kastediyordu;
b a ş v u r u l u r . Bu t ü r kıyaslarda d o ğ r u ve
rinde d e d u r m u ş , b u n u n b i l i m d e ve gün-
b u n a karşılık r u h u n u ve ahlâkını arındır-
yanlış payı eşit d u r u m d a d ı r . Şiir s a n a t ı
delik h a y a t t a en çok başvurulan bir yön-
m a kaygısı t a ş ı m a y a n ve sadece teorik
d e m e k olan Poetika'da
t e m o l d u ğ u n a d i k k a t ç e k m i ş t i r . Her n e
bilgilerle yetinen kimseye " s a h t e filozof"
ise s a n a t k â r ha-
s. 62) b u n d a n , ruhî ve a h l â k î
k a d a r b u y ö n t e m e ilk d e f a Bacon'ın dik-
diyordu (Tahşîlus-sa'âde,
irle i f a d e edilen bilgi e d e b i y a t ve e ğ i t i m
k a t çektiği, S t u a r t Mill'in d e o n u geliş-
sefe y a p a n k i m s e n i n en son a m a c ı ö n c e
a ç ı s ı n d a n değerli o l m a k l a birlikte m a n -
tirdiği söylenirse d e (Öner, s. 164) Fârâ-
k e n d i ahlâkını, s o n r a ailesinin ve ülke-
t ı k b a k ı m ı n d a n geçerli değildir. Fârâbî'-
bî, b u n u n b i l i m d e , d i n d e , h u k u k ve ah-
sindekilerin a h l â k î d u r u m l a r ı n ı d ü z e l t i p
ye g ö r e i n s a n neyin d o ğ r u , neyin yanlış
yal ve d u y g u y u ö n p l a n a çıkardığı için şi-
s. 95). Zira fel-
l â k a l a n ı n d a yaygın bir şekilde kullanıl-
iyileştirmek olmalıdır (Risâle
o l d u ğ u n a a n c a k b u bilgi türlerini öğren-
dığını s ö y l e m e k t e d i r . N i t e k i m o n a gö-
baği, s. 62).
d i k t e n s o n r a k a r a r verebilir. Ç ü n k ü
re
bu
çoğunlukla
b e ş s a n a t b ü t ü n söylem türlerini içer-
herkes
m e k t e d i r (el-Elfâzul-müsta'mele,
iyi
âdildir.
davranış
Öyleyse
sergileyen
davranışlarının
s. 96-
hepsi d i k k a t e a l ı n m a d a n âdil bir kimse-
100). Felsefî ve ilmî bilgi kesin s o n u ç ve-
nin birçok şey h a k k ı n d a k i şahitliği ge-
ren b u r h a n î kıyaslara, k e l â m diyalektik
çerli sayılmalıdır. Uslu ve vakur olan kim-
kıyaslara d a y a n ı r k e n
senin davranışlarının hepsi d i k k a t e alın-
politikacılar
hita-
b e t t e çokça kullanılan temsîlî kıyas (ana-
m a k s ı z ı n sadece b u iki nitelik o n u n ka-
loji) şekillerine başvururlar. Filozof, doğ-
rakterinin
ru ve t u t a r l ı d ü ş ü n c e n i n ilke ve kuralla-
yeter (el-Cem
rını veren m a n t ı ğ ı felsefenin bir parça-
yâs, s. 61).
sı veya bir b a ş k a şey için sadece bir alet olarak g ö r m e y i u y g u n b u l m a z . O n u n dü-
nasıl
olduğunu
göstermeye
s. 82; özellikle Kitâbul-Kı-
fîmâ
Kindî m a t e m a t i k b i l m e d e n
yen-
felsefede
başarılı o l u n a m a y a c a ğ ı n ı söylerken (Fel-
sefî Risaleler,
s. 164) Fârâbî felsefeye ge-
o m e t r i ve m a n t ı k bilgisiyle girileceğini, f a k a t fizik b i l m e d e n d e b u a l a n d a varlık g ö s t e r m e n i n m ü m k ü n
bir
olamaya-
cağını belirtir. Ç ü n k ü fizik bizim en kolay a n l a y a b i l e c e ğ i m i z ve bize en yakın bir a l a n d ı r (Risâle
fîmâ
yenbaği,
s. 62).
Bu k o n u d a F â r â b î felsefe öğrencilerine
Klasik m a n t ı k a l a n ı n d a yeni bir şey
d e bazı ö ğ ü t l e r d e b u l u n u r : G e r ç e ğ e ula-
etmekle
ş a b i l m e k için h e r ş e y d e n ö n c e h a z ve
birlikte Fârâbî'nin m a n t ı ğ a olan katkısı
ş e h v e t d u y g u s u n u y e n e r e k a h l â k ı n ı dü-
b u disiplini s a ğ l a m bir terminolojiye ka-
zeltmeli, s a ğ l a m bir iradeye s a h i p ola-
v u ş t u r m a n ı n yanı sıra y a p t ı ğ ı g e n i ş yo-
b i l m e k için zihnî melekelerini geliştirip
benzerlik ve sıkı ilişki b u l u n d u ğ u h u s u s u
rumlamalar,
güçlendirmeli, hırs derecesinde bir istek-
ü z e r i n d e ö n e m l e d u r u r . Ona g ö r e dil bil-
d ü ş ü n c e , i n a n ç ve k ü l t ü r d e ğ e r l e r i n d e n
le sürekli çalışmalı, başlıca
gisi hatasız k o n u ş m a n ı n , m a n t ı k d a doğ-
verdiği z e n g i n örneklerle o n u
alanı ilim olmalıdır (a.e., s. 63).
ş ü n c e s i n e g ö r e m a n t ı k b a ğ ı m s ı z bir disiplin sayılmalıdır (a.e., s. 107-108). F â r â b î dil ile m a n t ı k a r a s ı n d a
yakın
söylemenin
güçlüğünü
kabul
ayrıca y a ş a d ı ğ ı
toplumun geliştir-
148 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
meşguliyet
FÂRÂBÎ Fârâbî, k o z m i k d ü z e n d e yer a l a n her
le ay altı â l e m i n d e öncelikle d ö r t u n s u r
varlığı ve m e y d a n a gelen her olayı sebep-
(toprak, su, hava ve ateş) oluşur. M a d d î
lığın ya z o r u n l u (vâcib) ya m ü m k i n (zo-
sonuç ilişkisi içinde y o r u m l a m a k t a , o n u n
varlıklar alanının yapı taşları d u r u m u n -
runsuz) veya imkânsız (muhal) o l d u ğ u söy-
inişli çıkışlı s i s t e m i n d e bir önceki varlığı
d a k i b u d ö r t u n s u r d a n h e r birinde so-
lenebilir. a) Z o r u n l u varlık, ö z ü itibariyle
bir s o n r a k i n i n m a d d e s i , o n u d a
bunun
ğ u k l u k - s ı c a k l ı k , k u r u l u k - y a ş l ı k t a n iba-
z o r u n l u ve b a ş k a s ı n a
sureti s a y m a k t a d ı r . A n c a k iniş m ü k e m -
ret d ö r t z ı t nitelik vardır ki b u n l a r d a n
o l m a k ü z e r e iki k ı s m a ayrılır. Ö z ü itiba-
m e l d e n d a h a az m ü k e m m e l e d o ğ r u ko-
ikisinin
riyle z o r u n l u olan, var olması ve varlığını
lay bir şekilde gerçekleştiği h a l d e çıkış
m e y d a n a gelir. Bu d a ilk s o m u t m a d d e -
d e v a m ettirmesi için hiçbir sebebe muh-
m ü k e m m e l o l m a y a n d a n m ü k e m m e l e ge-
nin yani cismin m e y d a n a
t a ç o l m a y a n d ı r . Bir a n için o n u n var ol-
bulunması
sonucunda
karışım
gelmesi
de-
üç i f a d e d e bulunulabilir. Söz konusu var-
nisbetle
zorunlu
çiş t a r z ı n d a o l d u ğ u için zor gerçekleş-
m e k t i r . Şu h a l d e ilk a ş a m a d a i n o r g a n i k
madığı
m e k t e ve z a m a n a l m a k t a d ı r .
varlıklar, s o n r a o r g a n i k varlıklar oluşur.
m a n t ı k î i m k â n s ı z l ı ğ a yol a ç a r ; yani o n u n
farzedilecek
olursa
bu
durum
1. Ontoloji. Fârâbî'ye g ö r e i n s a n aklı-
Esasen Fârâbî'nin cisimler â l e m i d e r k e n
hakkında yokluk düşünülemez.
nın ulaşabildiği en genel k a v r a m varlık-
k a s t e t t i ğ i g ö k cisimleri, d ö r t u n s u r , ma-
var olan ve y o k l u ğ u d ü ş ü n ü l e m e y e n b u
tır. Bu y ü z d e n varlığın t a n ı m ı y a p ı l a m a z ,
denler, bitki, hayvan ve insanları içeren
varlık Allah'tır.
ç ü n k ü t a n ı m cins ve fasıldan oluşur. Var-
b ü t ü n m a d d î kâinattır. A n c a k g ö k cisim-
r u n l u varlık ise ö z ü b a k ı m ı n d a n
lığı k u ş a t a c a k d a h a küllî bir k a v r a m bu-
lerinin a n a m a d d e s i d ö r t u n s u r değil ha-
kin o l d u ğ u h a l d e b a ş k a s ı n a nisbetle zo-
l u n m a d ı ğ ı n a göre o n u n t a n ı m ı n ı y a p m a k
v a d a n d a h a f i f olan esîrdir
m ü m k ü n değildir. Bu b a s i t ve yalın kav-
medertiyye,
s. 31-41 ;
Başkasına
Bizâtihi
nisbetle zomüm-
(es-Siyâsetul-
runlu sayılan varlıktır. Meselâ g ü n e ş ö z ü
el-Medîrıetül-fâzıla,
b a k ı m ı n d a n m ü m k i n bir varlıktır, ç ü n k ü
r a m ı t a n ı m l a m a k için gösterilecek her
s. 57-58). Böylece filozofa g ö r e â l e m i çe-
yaratılmıştır; f a k a t yaratıldıktan
çaba s a d e c e akla yapılan bir uyarı du-
peçevre k u ş a t t ı ğ ı farzedilen en d ı ş t a k i
o n u n ısı ve ışık k a y n a ğ ı oluşu bir zorun-
r u m u n d a k a l a c a k ve bilinenin tekrarın-
f e l e k t e n (el-feleku l-aksâ) e n a ş a ğ ı d a yer
l u l u k t u r . b) M ü m k i n varlık sebepli, yani
d a n ö t e h e r h a n g i bir a n l a m t a ş ı m a y a -
alan d ö r t u n s u r a k a d a r b ü t ü n
varlığını bir b a ş k a şeyden alan varlıktır.
kâinatta
sonra
caktır. Şu h a l d e varlık vardır ve apaçık-
b o ş l u ğ a yer y o k t u r . Bu g ö r ü ş ü y l e F â r â b î
M ü m k i n olanı bir a n için yok saydığımız-
t ı r ; b u k o n u d a b i r t a k ı m spekülasyonla-
A r i s t o ' d a n beri d e v a m e d e n M e ş ş â î ge-
da bu d u r u m
ra k a l k ı ş m a k bilgimize yeni bir şey kat-
leneği t a k i p e d e r e k a t o m i z m i r e d d e d e r
bir ç ı k m a z a s ü r ü k l e m e z . M ü m k i n
m a y a c a k t ı r Ctlyûnü'l-mesâ'it,
(el-Mesâ'ilü7-
bir s e b e b e bağlı olarak varlık kazanmış-
s. 65).
Fârâbî varlıkları sınıflandırırken en üst-
felsefiyye, s. 108-109).
Küllî-Cüz'î. Fârâbî varlık
bağlamında
t e bulunan, en salt ve en m ü k e m m e l olan
küllîler p r o b l e m i n i t a r t ı ş ı r k e n cevherleri
"ilk s e b e p " t e n (Tanrı) b a ş l a y a r a k basit-
ilk ve ikinci cevherler diye ikiye ayırır.
lik ve m ü k e m m e l l i ğ i n en alt d ü z e y i n d e
İlk cevherler m a d d î varlık alanını oluş-
yer alan ilk m a d d e y e (heyûlâ) k a d a r iner.
t u r a n fertler ve tikel (cüz'î) nesnelerdir.
B u n a g ö r e varlık m e r t e b e l e r i n i n ilki, in-
B u n l a r insanı çepeçevre k u ş a t t ı ğ ı ve du-
s a n aklının ulaşabildiği en k u t s a l varlık
yularla algılanabilir o l d u ğ u için ilktir ve
olan T a n n ' d ı r . İkincisi, filozofun "ikinci-
bir b a k ı m a cevher adını a l m a y a en lâyık
ler" (es-sevânî) ve " m a d d e d e n ayrık akıl-
olan d a b u t ü r varlıklardır. İnsan aklının
bizi m a n t ı k
bakımından olan
tır, h e m var h e m d e y o k olabilir. O n u n var o l m a m a s ı genel varlık d ü z e n i n d e bir eksiklik sayılmaz. B u n a g ö r e A l l a h ' t a n b a ş k a b ü t ü n varlıklar m ü m k i n varlıklar kategorisine
girmektedir,
c)
İmkânsız
o l a n a gelince, o hiçbir z a m a n varlık alanına ç ı k a m a y a c a ğ ı ve y o k l u k a n l a m ı n a geldiği için o n d a n söz e t m e n i n
gerek-
sizliği o r t a d a d ı r .
lar" (el -ukülü'l-müfârıka) adını verdiği, sayı-
s o y u t l a m a işlevi s o n u c u ilk cevherlerden
ları gökkürelerinin sayısına t e k a b ü l eden
k a l k a r a k elde ettiği küllî k a v r a m l a r ise
varlıklar sebepli varlıklardır. A n c a k bun-
d o k u z a k ı l d a n o l u ş a n varlık alanıdır. Fâ-
ikinci cevherlerdir. Aklın b i r l e ş t i r m e ve
larda sebeplilik zinciri sonsuza k a d a r sü-
r â b î ' n i n r ü h â n î l e r ve m e l e k l e r mertebe-
ç o k l u ğ u birlik haline g e t i r e r e k k a v r a m a
r ü p g i d e m e z . Şu h a l d e b u t ü r varlıkların
s i n d e g ö r d ü ğ ü bu akıllar varlıklarını Tan-
özelliğinin bir s o n u c u o l a r a k ortaya çı-
e n i n d e s o n u n d a z o r u n l u bir ilk varlıkta
rı'dan alırken kendileri h e m ü ç ü n c ü var-
k a n k a v r a m l a r bilginin yapı taşları ma-
son b u l m a l a r ı
lık m e r t e b e s i n i o l u ş t u r a n faal aklın h e m
hiyetindedir. Meselâ bir ö n e r m e d e k i hü-
T a n n ' d ı r . Z o r u n l u varlığın hiçbir sebebi
de gökkürelerinin varlık sebebidirler. Ona
k ü m , k o n u ve y ü k l e m diye adlandırdığı-
y o k t u r ve varlığını
g ö r e dinî t e r m i n o l o j i d e Cebrâil veya Rû-
mız iki t e r i m i n bir m u k a y e s e sonucu bir-
o l a m a z ( c(Jyûnü'l-mesâ'il,
Her n e şekilde olursa olsun
mümkin
gerekir ki b u ilk varlık başkasından
almış
s. 66-67).
h u l k u d ü s adı verilen f a a l akıl, Tanrı ile
leştirilmesinden ibarettir. Bu bize ikinci
ay altı â l e m i a r a s ı n d a aracı d u r u m u n d a -
cevherlerin yani k a v r a m l a r ı n n e
kadar
kisi g ü n d e m e g e l m e k t e ve m ü m k i n var-
dır. D ö r d ü n c ü m e r t e b e d e yine
lıklar alanını o l u ş t u r a n k â i n a t ı n meyda-
B u r a d a ister i s t e m e z Tanrı-varlık iliş-
mânevî
ö n e m l i o l d u ğ u n u gösterir. Şu h a l d e Fâ-
ve basit bir varlık olan nefis b u l u n u r . Ne-
râbî'ye g ö r e k a v r a m birleşik, küllî ve bir
n a gelişinde b u ilişkinin nasıl gerçekleş-
fis g ö k cisimlerinde dairevî h a r e k e t i ; in-
olana delâlet eden şeydir. Bir b a ş k a söy-
tiği s o r u l m a k t a d ı r . Filozof b u n u n ceva-
s a n , hayvan ve bitkilerde ise biyolojik,
leyişle f e r t l e r e nisbetle cins ve t ü r
bını d a v e r m e k t e d i r .
fizyolojik, f i z y o n o m i k ve psikolojik
her
ise cüz'îlere g ö r e küllî d e odur. B u n a gö-
t ü r l ü aktiviteyi i f a d e e t m e k t e d i r . Beşin-
re ikinci cevherler m a d d î o l m a d ı ğ ı için
ci ve altıncı varlık m e r t e b e s i n i o l u ş t u r a n
değişikliğe d e u ğ r a m a z l a r , süreklidirler.
s u r e t (form) bir m a d d e basit birer varlık
B u n l a r cevher adını almaya ferdî ve cüz'î
o l m a k l a birlikte y e t k i n l i k t e n
olan birinci cevherlerden d a h a lâyıktırlar
uzaktırlar.
B u n l a r birbiri için gereklidir-, biri olmazsa diğeri b u l u n a m a z . B u n u n l a
beraber
s ü r e t a k t i f ve şekil verici, m a d d e ise pasif ve verilen şekli k a b u l edici d u r u m d a d ı r . Bu iki b a s i t ilkenin birleşmesiy-
ne
(a.g.e., s. 95-96). Vâcib-Mümkin. Fârâbî'nin varlıkla ilgili
2. Sudûr Teorisi. B ü t ü n s e m a v î kitaplarda, m ü m k i n varlıklar t a n ı m ı n a giren k â i n a t ı n Allah'ın h ü r iradesi ve m u t l a k kudretinin sonucu olarak s o n r a d a n yaratıldığı ş e k l i n d e ç o k açık bir i n a n ç ve telakki b u l u n m a s ı n a r a ğ m e n İslâm felsefesi tarihinde ilk defa Fârâbî dinî geleneğin
y a p t ı ğ ı t a s n i f l e r d e n bir diğeri d e vâcib-
dışına çıkarak Tanrı-varlık ilişkisini s u d û r
m ü m k i n ayrımıdır. M u t l a k olarak varlık
veya k o z m i k akıllar teorisi denilen
kavramı dikkate alındığında bu k o n u d a
s i s t e m l e y o r u m l a m ı ş t ı r . Her şeyden ön-
bir
149 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ ce b u r a d a akla gelen soru ş u d u r : Fârâbî
y a ğ ı olan m ü m k i n varlıkları a m a ç edin-
ş ü n m e s i s o n u c u n d a ise ikinci felek, yani
ve s u d û r u s a v u n a n sonraki filozoflar ne-
m e z . Şu h a l d e en ü s t ü n d e r e c e d e cö-
s a b i t yıldızlar küresinin nefsi ve m a d d e -
d e n böylesine k a r m a ş ı k bir d o k t r i n i be-
m e r t l i k ve yetkinlikle n i t e l e n e n Allah'ın
si m e y d a n a gelmiştir. Böylece her akıl
n i m s e m e k d u r u m u n d a k a l m ı ş l a r d ı r ? Fi-
irade ve ihtiyarı o l m a d a n k â i n a t tabii bir
k e n d i n d e n s o n r a bir b a ş k a aklı ve nef-
lozofların konuyla ilgili m a n t ı k î gerekçe-
zorunlulukla O ' n d a n çıkarak (sudûr) mey-
siyle birlikte bir g ö k k ü r e s i n i
lerini şu şekilde s ı r a l a m a k m ü m k ü n d ü r :
d a n a gelmiştir. Yalnız b u r a d a k i zorunlu-
getirir. Bu d u r u m
a) Allah m u t l a k a n l a m d a birdir. K â i n a t
l u k m a n t ı k b a k ı m ı n d a n o l m a y ı p bizzat
gezegenlerin sayısınca d e v a m e d e r e k ay
ise ç o k l u k ve çeşitliliği s e r g i l e m e k t e d i r .
Allah'ın z o r u n l u varlık o l m a s ı n d a n kay-
k ü r e s i n i n aklı olan f a a l akılda son bu-
E ğ e r b u â l e m i n d o ğ r u d a n y a r a t m a ile
n a k l a n a n bir özelliktir. Yani O ' n u n zo-
lur. O n u n c u akil olan f a a l akıl ay altı
m e y d a n a geldiği k a b u l edilecek olursa o
r u n l u ve y e t k i n sıfatlarıyla nitelenişi ve
â l e m i n d e k i her t ü r l ü fizikî, kimyevî, bi-
z a m a n Allah'ın z â t ı n d a d a çokluk bulun-
inâyetinin bol oluşu, iradesine gerek kal-
yolojik oluş ve b o z u l u ş u n ilkesi sayılmak-
duğu
m a d a n varlığın k e n d i s i n d e n
t a d ı r (el-Medînetü'l-fâzıla,
h a t ı r a gelir ve b u d u r u m
O'nun
çıkmasına
nü'l-rrıesa'il,
güneş
meydana
sistemindeki
s. 61-62; cUyû-
s. 68-69).
m u t l a k birliği ilkesine t e r s d ü ş e r . Sudûr-
sebep olmuştur. Daha doğrusu
cu filozoflar b u
kurtulmak
olan Allah aynı z a m a n d a salt akıldır, ken-
Fârâbî, Allah ile m a d d î k â i n a t arasın-
için, " B i r d e n a n c a k bir çıkar" h i p o t e z i n e
di zâtını bilir, dolayısıyla kendisi tarafın-
d a aracı bir g ü ç o l a r a k g ö r d ü ğ ü f a a l ak-
b a ş v u r a r a k görüşlerini
temellendirmek
d a n bilinir. D e m e k oluyor ki 0 h e m akıl
lın dinî t e r m i n o l o j i d e k i Cebrâil'e t e k a b ü l
istemişlerdir, b) Varlığın s o n r a d a n yara-
h e m a k l e d e n (âkil) h e m d e akledilendir
ettiğini iddia ediyorsa d a d i n d e Allah'tan
tıldığı k a b u l edilecek olursa z a m a n kav-
(ma'kül). Bu k a v r a m l a r ı n
aldığı vahyi t e b l i ğ e t m e s i d ı ş ı n d a Ceb-
r a m ı n d a n k a y n a k l a n a n bazı problemle-
h a k k ı n d a aynı şeyi yani m u t l a k
rin ortaya çıktığı g ö r ü l ü r . Meselâ yarat-
i f a d e e t m e k t e d i r . İşte Allah'ın k e n d i zâ-
verilmiş değildir. Filozofun b u
m a bir fiildir ve bir s ü r e ç t e gerçekleşir.
tını bilmesi varlığın O ' n d a n
Yeni E f l â t u n c u ve Sâbiî doktrinlerden et-
Halbuki m a d d e ve h a r e k e t (değişim) yok-
s e b e p o l m u ş , bilgi ve d ü ş ü n c e
ken z a m a n ı n
illet teşkil e t m i ş t i r . Fârâbî'ye g ö r e
çıkmazdan
varlığından
a n l a m s ı z d ı r . Ayrıca, "Âlem
söz
edilmesi
sonradansa
Allah o n d a n ö n c e n e y a p ı y o r d u ? "
diye
bir soru a k l a gelebilir. E ğ e r bir şey yapmıyor idiyse âtıl ve p a s i f bir Tanrı kavr a m ı ortaya çıkar. P r o b l e m l e ilgili başka husus, âlem sonradansa
bir
mantıkî
o l a r a k Allah'ın â l e m i y a r a t m a d a n önceki iradesiyle y a r a t t ı ğ ı a n d a k i iradesi aras ı n d a bir f a r k b u l u n m a s ı gerekir. İrade s ı f a t ı n d a k i b u değişiklik O ' n u n z â t ı n d a d a bir d e ğ i ş m e n i n olabileceğini akla getirir. B u n u n ulûhiyyet kavramıyla
bağ-
d a ş m a s ı m ü m k ü n değildir. Konuyla ilgili olarak, " N e d e n Allah belli bir a n d a varlığı
yaratma
iradesinde
bulunmuştur,
a c a b a d a h a ö n c e veya d a h a s o n r a yar a t m a s ı n a engel olabilecek ya d a iradesini o a n d a k u l l a n m a s ı n ı gerekli kılacak b a ş k a bir k u d r e t ve irade m i
vardı?"
ş e k l i n d e bazı sorular d a ileri sürülebilir, c) Fârâbî'nin y o k t a n y a r a t m a a k î d e s i n e karşı s u d û r u t e m e l l e n d i r m e s i n d e e t k e n olan ö n e m l i h u s u s l a r d a n biri de şer kavr a m ı n a m â k u l bir y o r u m g e t i r e r e k varlıktaki k ö t ü l ü ğ ü n Allah ile bir ilgisinin bulunmadığını göstermektir.
mutlak
ü ç ü d e Allah bilinci
çıkmasına eyleme bu
b a ğ l a m d a b i l m e ile y a r a t m a aynı anlamdadır.
râil'e dünyayı i d a r e e t m e gibi bir görev konuda
kilendiği d ü ş ü n ü l m e k t e d i r . Feyz ve s u d û r u n z o r u n l u o l d u ğ u tezinin ilâhî iradeyi sınırlayıcı bir
mahiyet
taşıdığı, s u d û r d a bir fiil o l d u ğ u n a g ö r e
Ş ü p h e s i z b u anlayış â l e m i n ezelî oldu-
tıpkı y a r a t m a gibi z a m a n içinde gerçek-
ğ u d ü ş ü n c e s i n i d e b e r a b e r i n d e getirir.
l e ş m i ş o l m a s ı gerektiği, s u d û r u n gerek-
Ç ü n k ü Allah'ın bilgisi zâtı gibi ezelî oldu-
çesi olarak gösterilen, "Birden a n c a k bir
ğ u n a ve O ezelden beri kendisini bildiği-
çıkar" h i p o t e z i n i n m a n t ı k ve t e c r ü b e y l e
n e g ö r e b u b i l m e n i n s o n u c u n d a meyda-
çeliştiği, A l l a h ' t a n m a d d î varlıklar çıka-
na gelen varlığın d a ezelî o l m a s ı mantı-
mayacağı fikrinden hareketle bu m a d d e
kî bir zorunluluktur. Dolayısıyla s u d û r te-
d ü n y a s ı n ı n f a a l a k ı l d a n d o ğ d u ğ u n u ileri
orisinin s e m a v î dinlerde, "Âlem Allah'ın
s ü r m e n i n bir çelişki d o ğ u r d u ğ u , zira fa-
hür
yaratılmıştır"
al aklın d a m â n e v î o l d u ğ u , s e m a v î akıl-
şeklinde ifade edilen "halk" ilkesiyle bağ-
lar h e m Allah'ı h e m d e kendilerini bilir-
d a ş m a s ı m ü m k ü n değildir. S u d û r ile ya-
k e n Allah'ın s a d e c e k e n d i z â t ı n ı bildiği-
r a t m a kavramlarını b a ğ d a ş t ı r m a y a çalış-
ni s a v u n m a n ı n Allah'ın yetkinliği ilkesiy-
m a k insanı içinden çıkılmaz çelişkilere
le b a ğ d a ş m a d ı ğ ı
iradesiyle
sonradan
gibi gerekçelerle su-
d û r teorisine ö n e m l i eleştiriler yöneltil-
götürür. "Birden a n c a k bir çıkar" ilkesi gere-
m i ş t i r (bk. SUDÛR).
ğ i n c e z o r u n l u varlık olan Allah'ın k e n d i
3. Fizik. Fârâbî'nin fizik felsefesini an-
zâtini d ü ş ü n m e s i ve bilmesi s o n u c u n d a
l a y a b i l m e k için ö n c e o n u n â l e m tasav-
o n d a n m â n e v î bir g ü ç olan ilk akıl çık-
v u r u n u b i l m e k gerekir. O n a g ö r e â l e m
mıştır. Bu akıl Allah'a nisbetle z o r u n l u ,
b a s i t cisimlerden
k e n d i ö z ü itibariyle m ü m k i n bir varlıktır
ve â l e m i n dışında hiçbir şey y o k t u r , ya-
o l u ş m u ş bir
küredir
ve b u sebeple çokluk karakteri taşımak-
ni o n u n ö t e s i n d e h e r h a n g i
tadır. İlk akıl da zorunlu varlık olan Allah
veya d o l u l u k t a n söz e d i l m e z , şu
bir
boşluk
gibi d ü ş ü n ü r . F a k a t b u akıl h e m kendi-
o n u n m e k â n ı y o k t u r . Bu t e l a k k i y e g ö r e
halde
s i n d e n s u d û r ettiği Allah'ı, h e m d e ken-
â l e m ay ü s t ü ve. ay altı o l m a k ü z e r e iki
olanla
disinin m ü m k i n varlık o l d u ğ u n u d ü ş ü n -
ayrı varlık alanına a y r ı l m a k t a ve ay ü s t ü
s o n r a d a n olan, d e ğ i ş m e y e n l e değişikli-
m e k z o r u n d a d ı r . D ü ş ü n c e d e k i b u farklı-
â l e m i o l u ş t u r a n g ö k k ü r e l e r i n i n esîr de-
ğ e u ğ r a y a n , bir ve m u t l a k olanla çok ve
lık sebebiyle d e ç o ğ a l m a b a ş l a m a k t a d ı r .
n e n , h a v a d a n d a h a h a f i f bir m a d d e d e n
m ü m k i n olan varlıklar a r a s ı n d a k i ilişkiyi
Şöyle ki, ilk aklın Allah'ı d ü ş ü n m e s i n d e n
m e y d a n a geldiği kabul edilmektedir. Ana
belirlemek, böylece b ü t ü n k â i n a t ı hiye-
ikinci akıl, k e n d i s i n i n m ü m k i n varlık ol-
m a d d e l e r i n i n t e k ve basit oluşu sebebiy-
rarşik bir s i s t e m içinde y o r u m l a m a k is-
d u ğ u n u d ü ş ü n m e s i n d e n d e birinci gö-
le zıtları b u l u n m a y a n bu küreler bir mer-
t e m i ş t i r . B u n a g ö r e ilk varlık olan Allah
ğ ü n (felek) nefsi ve m a d d e s i
k e z e t r a f ı n d a kesintisiz o l a r a k
her türlü
iyilik, güzellik ve yetkinliğin
gelmiştir. İkinci akıl d a ilk akla g ö r e zo-
k a y n a ğ ı d ı r . 0 hiçbir şeye m u h t a ç olma-
runlu, ö z ü itibariyle m ü m k i n varlıktır. Bu
Bir b a ş k a ifadeyle g ö k k ü r e l e r i n i n hare-
dığı için h e r h a n g i bir a m a ç d a g ü t m e z .
aklın Allah'ı d ü ş ü n m e s i y l e ü ç ü n c ü
akıl,
keti m e k a n i k değil dinamiktir. Fakat mil-
Zira yüce ve aşkın olan varlık süflî ve ba-
k e n d i s i n i n m ü m k i n varlık o l d u ğ u n u dü-
yarlarca yıldan beri bir d ü z e n içinde ke-
Sudûr
teorisiyle
Fârâbî
ezelî
meydana
şekilde h a r e k e t e t m e k
150 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
dairevî
durumundadır.
FÂRÂBÎ sintisiz dönen bu küreler dinamizmini
larak fizik dünyadaki organik ve inor-
E f l â t u n c u l u k t a n gelen ve ruh telakkile-
nereden almaktadır? Fârâbf'ye göre bun-
ganik varlık türlerinde görülen her türlü
rini içeren literatüre de sahip olduğu bilinmektedir. İşaret edilmesi gereken bir
lar sınırlı birer m a d d î varlık oldukları
oluşum ve değişimi hareket kavramı bağ-
için güçlerinin de sınırlı olması gerekir.
lamında açıklamaktadır. Hareketi "güç
nokta da onun tarafından kullanılan ne-
Zira sınırlı bir niceliğin sınırsız güç kay-
halinden fiil alanına çıkış" diye tarif eden
fis teriminin biyolojik, fizyolojik ve psi-
nağı olması kabul edilemez. İlk ve Or-
filozof, gök cisimlerinin dairevî şekilde
kolojik b ü t ü n aktiviteleri ifade ettiği için
t a ç a ğ l a r d a maddenin çekim gücü bilin-
hareket etmelerine karşılık ay altı ale-
ruh teriminden daha kapsamlı olduğu
mediği için gökkürelerine bu dinamizmi
mindeki
hususudur.
sağlayanın akıl olduğu kabul ediliyordu.
olarak düz yani çizgi boyu hareket et-
Aristo gibi Fârâbî de bir yandan nefsi
Bu anlayışa göre her kürenin madde-
tiklerini belirtir. Hareketin y ö n ü n ü ise
"güç halindeki tabii organik cismin ilk yetkinliği" diye tarif ederken [a.g.e., s.
varlıkların
bir m e k â n a
bağlı
den soyutlanmış kendine özgü bir aklı
maddenin ağır veya hafif oluşu belirler.
vardır ve o akla ulaşmak (onun gibi soyut
Buna göre ağır cisimler çevreden mer-
108) öte yandan nefsin bedenin bir sûre-
bir cevher olmak) için iştiyakla kesintisiz
keze, hafif cisimler ise merkezden çev-
ti olduğunu söyler. Burada nefse güç,
dönmektedir. Her kürenin arzu ve işti-
reye doğru hareket ederler. Ayrıca ha-
yetkinlik (kemal) ve sûret o l m a k üzere
yakı farklı olduğundan d ö n ü ş hızları da
reketi yer değiştirme, d ö n ü ş ü m , artma-
üç nitelik izâfe edildiği görülmektedir.
farklıdır. Fakat sonunda hepsi bir t e k
eksilme, oluş ve bozuluş şeklindeki ge-
Bu husus şöyle bir örnekle açıklanabilir:
varlığı sevme ve arzulamada birleşirler
leneksel ayrımı içinde inceleyen Fârâbî,
Bir buğday tanesi organik bir cisim ol-
ki o da ilk sevgili olan Tann'dır. Gökkü-
bunlardan yer değiştirmenin doğrudan
d u ğ u için güç halinde (potansiyel olarak)
relerinin bir düzene göre iç içe hareket
cevherle ilgili olması sebebiyle hareket
canlı sayılmaktadır. Bu t a n e uygun bir
ederken birbirine t e m a s etmesiyle (bir-
kavramını daha iyi ifade ettiğini, diğer-
ortama
birini etkilemesiyle) ve faal aklın da kat-
lerinin ise arazlara ilişkin olduğunu, ya-
üzere k a b u ğ u n u çatlatır. Bu olayda ta-
bırakıldığı
zaman
çimlenmek
kısıyla ay altı âleminde dört unsur mey-
ni cisimlerdeki biyolojik ve kimyasal de-
nenin sahip olduğu güç fiil haline gele-
dana gelmiştir. Bu olayda gökküreleri-
ğişimleri belirlediğini söyler (el-Mesâ'i-
rek kabuğu çatlatmış ve t a n e önceki
nin farklı hareketi dört unsurun sürat-
lul-felsefiyye,
s. 100-101). Bundan baş-
d u r u m u n a nisbetle gelişerek bir yetkin-
lerinin farklı oluşuna, gökkürelerinin du-
ka filozof diğer bir açıdan hareketi ira-
lik kazanmıştır ki buna ilk yetkinlik den-
rumlarındaki değişiklikler de dört un-
desiz ve iradeli olmak üzere iki kısma
mektedir. Daha sonra bu aktivite devam
surun karışımına ve bunun sonucu mey-
ayırmaktadır. Bitkilerin hareketi irade-
ederek t o h u m
dana gelen cisimlerdeki oluş ve bozulu-
siz, hayvanların ve gökkürelerinin hare-
taneler meydana getirir, bu d u r u m a da
şa (kevn ve fesâd) sebep olmaktadır. Bu-
keti ise iradelidir.
rada şu husus belirtilmelidir ki ay üstü âleminin ay altı âlemini bu derece etkilediğini kabul eden Fârâbî astrolojiye i n a n m a m a k t a ve konuyla ilgili olarak kaleme aldığı erı-Nüket
fîmâ yeşıhhu ve mâ lâ yeşıhhu min ahkâmi'n-rıücûm adlı eserinde astrolojiye bağlı her türlü kehaneti reddetmektedir.
kendi suretinde
başka
son yetkinlik denilir. Buna göre her canlı
Filozofun, klasik fizikte hareket kavramıyla bağlantılı olarak incelenen z a m a n
t ü r ü n e sahip olduğu g ö r ü n ü m ü veren onun nefsidir.
ve m e k â n konularına yaklaşımında her-
Muhtemelen yukarıdaki Aristocu ta-
hangi bir yenilik göze çarpmaz. Ona gö-
rif kendisini t a t m i n etmediği için Fârâbî
re zamanın varlığı hareketle birlikte kav-
Eflâtun gibi nefis-beden ikileminden ha-
ranır; hareket varsa z a m a n da vardır.
reketle nefsin bedenden bağımsız basit
Şu halde zaman, dış dünyada bir ger-
bir cevher olduğu sonucuna ulaşır. Şu
çekliği mevcut olmayıp sadece değişi-
halde nefis fizyolojinin veya sinir hücre-
Küre şeklinde basit birer varlık olan
m e bağlı bir şuur olayıdır. Kesintisiz bir
lerinin bir fonksiyonu değil mânevî bir
dört unsurdan her biri sıcaklık, soğuk-
nicelik olan zamanın en küçük birimine
cevherdir. Ne var ki filozof bu iki yakla-
luk, yaşlık ve kuruluk gibi dört zıt nite-
"an" denmektedir; bir bakıma bu çizgi
şım arasındaki çelişkinin farkındadır; zi-
likten ikisine sahiptir. Bunlardan ilk iki-
ile nokta arasındaki ilişki gibidir, yani
ra nefis sûret ise mânevî cevher, mânevî
si aktif, son ikisi pasiftir. Karışım ola-
an geçmişle gelecek arasında hayalî bir
cevher ise söret olamaz. Bu açmazdan
yında iki zıt nitelik bulunur ve bunlar-
sınırdır. Mekân da z a m a n gibi metafi-
kurtulmak için Fârâbî mahiyeti itibariyle
dan hangisi ötekine üstün gelirse mey-
zik bir kavramdır ve "şudur" diye işa-
nefsin cevher, cisimle olan sıkı ilişkisi
dana çıkan cisimde onun özelliği ağır
retle gösterilecek s o m u t bir şey değil-
sebebiyle de sûret olduğunu söyler. Ta-
basar. Bu anlayışa göre karışım sonu-
dir. Dolayısıyla günlük dildeki bir nes-
biatıyla bu anlayış nefsin bedenle birlik-
cunda sırasıyla taşlar, madenler, bitki-
nenin b u l u n d u ğ u
"yer" ile felsefedeki
te yaratıldığı fikrini de beraberinde getirmektedir. Fakat ölümle birlikte sûret
ler ve hayvanlar ortaya çıkmakta, yüce
"mekân" birbirinden farklıdır. Felsefede
yaratıcının karışımdan istediği en ideal
mekân, kuşatan cismin iç yüzeyiyle ku-
dağılacağına göre bu d u r u m insan nef-
kıvam oluşunca da insan meydana gel-
şatılan cismin dış yüzeyi arasında var
sinin ölümlü olduğu fikrine yol açar ki
mektedir CUyûnül-mesâ'il,
olduğu kabul edilen hayalî bir şeydir.
bu husus aşağıda tartışılacaktır.
Medîrıetül-fâzıla,
s. 69-71; el-
s. 63-78).
4. Psikoloji. Modern psikolojinin kurul-
Fârâbî nefsin basit bir cevher oluşu-
Fârâbî'ye göre fizik, basit olsun birle-
d u ğ u XIX. yüzyıla gelinceye kadar me-
nu, onun m a d d e d e n bağımsız olan kav-
şik olsun tabii cisimlerin ilkelerini, özel-
tafiziğin temel disiplinlerinden biri sayı-
ramları algılayışından, bu işi herhangi
liklerini ve onlardaki değişimi sağlayan
lan psikoloji fizyolojiyle bir arada müta-
bir organa gerek d u y m a d a n yapışından
prensipleri araştıran bir ilimdir. Burada
laa ediliyordu. Hatta Fârâbî'nin yüz de-
ve nihayet zıtları bir hamlede birlikte
şunu da belirtmek gerekir ki genellikle
De Anıma adlı eseri psikolojiden çok bir fizyoloji kitabı niteliğini taşımaktadır. Bunun yanı sıra Fârâbî'nin, Eflâtun ve Yeni
İlk ve Ortaçağ fiziği varlığın menşei, özellikle de hareket teorisi üzerinde yoğunlaşmıştır. Fârâbî de bu anlayışa bağlı ka-
fa o k u d u ğ u n u söylediği Aristo'nun
kavrayışından yola çıkarak kanıtlamakta, m a d d î olan bir şeyin bu aktiviteyi göstermesinin m ü m k ü n olmadığını söylemektedir.
151 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ bir
t u l d u ğ u n u , bir b a ş k a deyişle aklın nasıl
Bu
anlayışla nefsi n e b a t î , hayvanî ve i n s a n î
Bundan
sonra filozof
s o y u t l a m a yaptığını açıklarken Aristo'-
m a d d e d e n t a m b a ğ ı m s ı z bilgilere ulaşır.
o l m a k ü z e r e ü ç k ı s m a ayırarak inceler.
d a n beri M e ş ş â î g e l e n e k t e d e v a m e d e n
Bu sayede insan kendini bildiği gibi küllî
Bunlardan
psikolojik akıllar teorisine b a ş v u r u r . Bu
ve a k s i y o m a t i k bilgilere de s a h i p olur.
ilki b ü t ü n
olarak b u l u n a n
Eflâtuncu
canlılarda
ortak
beslenme, b ü y ü m e
aşamada
akıl
soyutlama
yaparak
ve
d a Aristo'nun g ü ç ve fiil a y r ı m ı n d a n kay-
Bu m e r t e b e d e k i akılla bilgi özdeşleşmiş-
ü r e m e güçlerine sahiptir. Hayvanî ne-
n a k l a n a n bir teoridir. Bu d o k t r i n e g ö r e
t i r ; tıpkı m u m ü z e r i n e basılan d a m g a -
fiste b u n l a r a h a r e k e t ve algı güçleri ka-
g ü ç halindeki bir şey k e n d i l i ğ i n d e n fiil
daki yazı ve m o t i f l e r i n m u m a
tılır. Bu k a t e g o r i d e k i varlıkların hareke-
a l a n ı n a ç ı k a m a z . Şu h a l d e g ü ç halindeki
m u m u n d a artık bir d a m g a y a d ö n ü ş m e -
t i n i n başlıca iki k a y n a ğ ı vardır-. Hoşa gi-
i n s a n aklı k e n d i l i ğ i n d e n bilgi üretemez-,
si gibi. c) M ü s t e f â d akıl. Duyu algılarıyla
deni elde e t m e d o ğ r u l t u s u n d a
hayvanı
o n u n k e n d i dışındaki bir e t k e n tarafın-
hiçbir ilişkisi b u l u n m a y a n bu akıl insanın
t a h r i k e d e n istek g ü c ü ile sevilmeyen,
d a n fiil .alanına çıkarılması gerekir. Bu
ulaşabileceği en y ü k s e k d ü z e y d i r ; sezgi
zararlı
e t k e n sürekli fiil h a l i n d e
bulunmalıdır,
ve i l h a m a açık o l d u ğ u için faal akılla iliş-
m a y ı s a ğ l a y a n ö f k e g ü c ü . Algı g ü c ü d e
aksi h a l d e e t k e n o l a m a z . Böyle bir ge-
ki k u r m a i m k â n ı n a sahip b u l u n m a k t a d ı r .
iki
Bunlar
rekçeden yola çıkan Aristo, g ü ç halinde-
İnsan teorik d ü z e y d e d ü ş ü n m e ve akıl
b e ş d u y u ile hayal (mütehayyile), v e h i m ,
ki i n s a n aklına d ı ş a r ı d a n tesir e d e n ve
y ü r ü t m e i m k â n ı n a b u akıl sayesinde ula-
d ü ş ü n m e ve h a t ı r l a m a
d a i m a a k t i f d u r u m d a b u l u n a n bir f a a l
şır. Fârâbî, s i s t e m i n i n b ü t ü n ü n e
aklın varlığından söz e t m i ş t i r .
Böylece
olan hiyerarşinin b u r a d a d a söz k o n u s u
n u d a Fârâbî'nin ortak duyu ile hayal güç-
katı bir rasyonalist o l a r a k bilinen Aris-
o l d u ğ u n a dikkat çeker ve bir önceki aklın
leri a r a s ı n d a kesin bir ayırım y a p m a d ı ğ ı
to, bilginin irrasyonel bir k a y n a k t a n gel-
sonraki için m a d d e , o n u n da s û r e t duru-
d i k k a t i ç e k m e k t e d i r . Ayrıca filozof ve-
diğini s a v u n m a k l a b u k o n u d a eleştirdiği
munda
h i m g ü c ü n ü hayvanlardaki i ç g ü d ü karşı-
hocası E f l â t u n ' a hayli y a k l a ş m ı ş gözük-
'akl, s. 49-56; el-Medînetü'l-fâzıla,
lığında kullanırken b u insanlarda düşün-
m e k t e ve f a a l aklın varlığını k a b u l et-
104; c C l y û n ü i - m e s â ' i l , s. 74-75).
m e g ü c ü (müfekkire) o l a r a k t e z a h ü r et-
m e k l e de İşrâkîiiğe kapı a ç m ı ş bulun-
m e k t e d i r (el-Medînetü'l-fâzıla,
maktadır.
ve
korkulu
kaynaktan
şeylerden
uzaklaş-
beslenmektedir.
şeklindeki
psi-
kolojik g ü ç l e r d e n o l u ş m a k t a d ı r . Bu ko-
c
Uyûnul-mesâ'il,
s. 87-100;
s. 74; et-Ta clîkât,
s. 38-
39, 47, 50-91). Nefsin en g e l i ş m i ş kısmı olan insanî nefse ise " d ü ş ü n e n nefis" (ennefsü'n-nâtıka) adı v e r i l m e k t e d i r ki b u d a a k ı l d a n ibarettir. 5. Bilgi Teorisi. Fârâbî bilginin kayna-
m ı n ı çeşitli eserlerinde b ü t ü n
boyutla-
hâkim
b u l u n d u ğ u n u belirtir ( M e câ n i ' l s. 101-
6. Eflâtun'la Aristo'yu Uzlaştırma Çabası. Helenistik ve p a t r i s t i k
İslâm filozofları a r a s ı n d a akıl kavra-
geçmesi,
dönemlerde
birçok filozof, felsefenin birliği tezini sav u n m a amacıyla Eflâtun'la öğrencisi Aris-
rıyla inceleyen d ü ş ü n ü r Fârâbî o l m u ş t u r .
to'nun
Özellikle Me câni'l- cakl
adlı risâiesinde
d o ğ r u l t u s u n d a çeşitli eserler k a l e m e al-
b u t e r i m i n h a l k dilinde, k e l â m t e r m i n o -
mışlardır. İslâm filozofları içinde yalnız
lojisinde, A r i s t o ' n u n ff. Analitikleri
felsefî
doktrinlerini
uzlaştırma
nde,
Fârâbî, b u iki f i l o z o f u n sistemleri ara-
altıncı kitabın-
sında t e m e l e ilişkin bir f a r k b u l u n m a d ı -
ğ ı n ı n d u y u l a r o l d u ğ u n u s a v u n a r a k Ef-
Nikomakhos
l â t u n ' u n " d o ğ u ş t a n bilgi" teorisini red-
d a , D e Anima
deder. O n a g ö r e yeni d o ğ m u ş bir çocu-
a n l a m l a r a geldiğini t a r t ı ş m a k t a d ı r . Ona
ğ u n u i s p a t için el-Cem c
ğun
düşünme
g ö r e akıl öncelikle a m e l î ve nazarî o l m a k
yi'l- hakîmeyn
m e l e k e l e r i n e ve algı aracı d u r u m u n d a k i
ü z e r e ikiye ayrılır. A m e l î akıl, i n s a n a öz-
Ş ü p h e s i z Fârâbî açısından b u u z l a ş t ı r m a
d u y u o r g a n l a r ı n a sahiptir. Bu o r g a n l a r
gü her türlü
teşebbüsünün
vasıtasıyla çocuk bilinçsiz olarak dış dün-
k o y m a d a e t k e n olan akıldır. Nazarî akıl
s e b e p filozofun "tek h a k i k a t " ilkesine sı-
y a d a n sürekli izlenimler alır. Z a m a n için-
ise nefis cevherinin gelişip o l g u n l a ş a r a k
kı sıkıya bağlı o l u ş u d u r . O n a g ö r e haki-
d e b ö l ü k p ö r ç ü k ve gelişigüzel oluşan b u
akıl cevherine d ö n ü ş m e s i n d e n ibarettir.
k a t t e k t i r , t e a d d ü t e t m e z . Bu iki filozof
bilgi birikimi ş u u r u n t e ş e k k ü l ü ile ifade-
Özne-nesne ilişkisinde d u y u l a r d a n
ge-
da hakikati dile getirdiklerine göre, muh-
sini b u l u n c a bazıları ç o c u ğ u n bunları do-
len izlenimler n a z a r î akıl t a r a f ı n d a n ü ç
telif z a m a n ve z e m i n d e değişik terimler-
ğ u ş t a n g e t i r d i ğ i n i z a n n e d e r l e r . Halbuki
a ş a m a l ı bir d e ğ e r l e n d i r m e y e t â b i tutu-
le ortaya koydukları fikirler ilk b a k ı ş t a
akıl d u y u deneylerinden b a ş k a bir şey
lur ve her a ş a m a d a k i bilgi akıl o l a r a k
farklıymış gibi g ö z ü k s e d e bunları yo-
değildir. Bu deneyler n e k a d a r çok olur-
adlandırılır, a) G ü ç halindeki akıl (el-ak-
r u m l a m a k suretiyle bir o r t a k
sa i n s a n zihni o k a d a r m ü k e m m e l a k l a
lü'l-heyülânî, el-akl bi'l-kuvve). Bir b a k ı m a
u z l a ş t ı r m a k ve böylece f e l s e f e n i n birli-
s a h i p sayılır. Şu var ki d u y u l a r nesneleri
nefis veya n e f s i n bir c ü z ü ya d a gücü-
ğini ortaya
b u l u n d u k l a r ı şekliyle algıladığı için d u y u
d ü r . Varlığa ait r e n k ve şekilleri soyut-
yandan
bilgileri tikeldir; akıl ise b u n l a r ı n analiz
layarak k a v r a m haline g e t i r m e g ü c ü n e
f i l o z o f u n dinle felsefeyi d e u z l a ş t ı r m a k
ve sentezini gerçekleştirip t ü m e l i n bilgi-
s a h i p olan b u akıl, üzerine d a m g a ba-
d u r u m u n d a olduğu kendiliğinden
sine ulaşır ve m u k a y e s e l e r y a p a r a k yeni
s ı l m a m ı ş p ü r ü z s ü z m u m gibidir; faal ak-
d e m e g e l m e k t e d i r ki esasen o n u n sistem i n i n b ü t ü n ü n d e b u h u s u s açıkça görül-
zihni
bomboştur; fakat
Ahlâkı'nin
ve Metafizika'da
dengeli davranışı
hangi
ortaya
ğını, farklılığın b a s i t ve yüzeysel oldu-
beyne
re'ye-
adlı bir eser y a z m ı ş t ı r . arkasında yatan
koymak
gerçek
paydada
mümkündür.
h a k i k a t i n birliğini s a v u n a n
Öte bir gün-
bilgiler üretir. Aklî bilginin t e m e l i n i du-
lın etkisi o l m a d a n kendiliğinden faaliye-
yu bilgileri o l u ş t u r d u ğ u için filozof son-
t e geçip s o y u t l a m a y a p a r a k bilgi ürete-
m e k t e d i r . Sonuç olarak Fârâbî Eflâtun'la
r a d a n Kant'ın da tekrarlayacağı şu cüm-
mez. Filozof b u d u r u m u güneşle göz ara-
A r i s t o ' n u n görüşlerini u z l a ş t ı r m a çaba-
leyi ısrarla vurgular: "Duyu verileri dışın-
sındaki ilişkiyle izah eder; nasıl ki g ü n e ş
sında başarılı o l a m a m ı ş s a d a b u h u s u s ,
d a aklın k e n d i s i n e ö z g ü bir işi y o k t u r "
ışığını g ö n d e r i p çevreyi a y d ı n l a t m a d ı k ç a
o n u n e n g i n bir d ü ş ü n c e d ü n y a s ı n a s a h i p
(el-Cem c, s. 99).
g ö z varlığa ait r e n k ve şekilleri algılaya-
o l d u ğ u n u g ö s t e r m e s i ve b a ş k a eserlerin-
m a z s a f a a l akıl d a feyzini g ö n d e r m e d i k -
d e r a s t l a n m a y a n bazı g ö r ü ş l e r i n e ulaş-
davranan
çe insanın sahip o l d u ğ u b u pasif akıl hiç-
maya i m k â n sağlaması açısından önem-
izlenimlerin
bir şey bilemez, b) Fiil halindeki akıl. G ü ç
lidir (bk. el-CEM' BEYNE RE'YEYİ'l-HAKÎ-
akıl t a r a f ı n d a n nasıl bir işleme t â b i tu-
halindeki akim a k t i f d u r u m a geçmesidir.
MEYN).
Bilginin kaynağı k o n u s u n d a buraya kadar t a m Fârâbî,
bir sensualist gibi duyulardan
gelen
152
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ 7. A h l â k . Fârâbî'nin a h l â k felsefesinin t e m e l i n i e ğ i t i m ve iyi davranışlar, hedefini ise m u t l u l u k
son
li davranışları k a z a n m a ve k a z a n d ı k t a n
ni g ö s t e r m e y e y e t m e y e c e ğ i n i
sonra
k o n u s u n d a sürekli
rek m u t l u l u k olayında dost, servet, sağlık, siyasî n ü f u z , soyluluk ve m ü k e m m e l
onları koruma
söyleye-
oluşturmaktadır.
ve ciddi çaba göstermesi gerekir. Erdem-
İnsan m u t l u o l m a k için y a r a t ı l m ı ş t ı r ve
li davranışın n e o l d u ğ u h u s u s u n a gelin-
bir fizikî yapıya s a h i p o l m a gibi dış fak-
sınırlı d a olsa b u m u t l u l u ğ u t e k b a ş ı n a
ce, b u k o n u d a F â r â b î A r i s t o gibi d ü ş ü n -
törlerin de ö n e m l i payı b u l u n d u ğ u n u be-
g e r ç e k l e ş t i r m e g ü ç ve i m k â n ı n a sahip-
m e k t e ve ifrat-tefrit d e n e n iki aşırı uç-
lirtir (bk. Kaya, s. 242). F a k a t Fârâbî b u
tir. Ş ü p h e s i z her insanın iradeli davra-
t a n u z a k , eksiği ve fazlası o l m a y a n den-
gerçekleri hiç h e s a b a
nışlarının belli bir a m a c ı vardır; b u hu-
geli
siz b u d u r u m , o n u n m i s t i k t a v r ı n d a n ve
bir davranışa
önem
vermektedir.
ay altı â l e m i n d e o r g a n i k ve
Şüphe-
inorganik
s u s a r a ş t ı r ı l d ı ğ ı n d a g ö r ü l ü r ki insan da-
Meselâ yiğitlik korkaklıkla
ima
c ö m e r t l i k cimrilikle s a v u r g a n l ı k arasın-
varlıklarda ortaya çıkan her t ü r l ü akti-
a m a ç e d i n m e k t e ve o d o ğ r u l t u d a hare-
d a dengeli, dolayısıyla erdemli birer dav-
viteyi m a h i y e t i d a h i b i l i n m e y e n f a a l ak-
k e t e t m e k t e d i r . F a k a t bazı a m a ç l a r da-
ranıştır. Ne var ki a h l â k î faziletler söz
la b a ğ l a m a d ü ş ü n c e s i n d e n
ha m ü k e m m e l i elde e t m e k için a r a ç sa-
k o n u s u o l d u ğ u n d a orta yolu b u l m a k nis-
maktadır.
yılırken bazıları d o ğ r u d a n a m a ç t ı r ve hiç-
b e t e n kolay olsa d a bilgi ve a d a l e t gibi
Ö t e y a n d a n Fârâbî'nin m u t l u l u k anla-
bir şeye araç o l a m a z . Meselâ ilâç kullan-
e r d e m l e r d e b u h u s u s yeterince belirgin
yışının İ s l â m ' d a k i m u t l u l u k telakkisiyle
m a a m a ç değil sağlığa k a v u ş m a k için bir
değildir ( a.g.e., s. 36-40).
iyi ve m ü k e m m e l
olanı
kendisine
a r a ç t ı r ; ilim ise d o ğ r u d a n a m a ç olacağı gibi m a k a m , mevki, ş ö h r e t ve servete araç yapılabilmektedir. M u t l u l u k öyle bir d e ğ e r d i r ki hiçbir şeye araç olmayıp doğrudan
doğruya
amaçtır.
Çünkü
insan
m u t l u l u ğ u elde e t t i k t e n sonra her t ü r l ü t a t m i n i o n d a b u l u p b a ş k a hiçbir şeye ih-
saldırganlık,
katmaz.
d e b a ğ d a ş ı r bir yanının
kaynaklan-
bulunmadığına
F â r â b î b ü t ü n insanlığın s a h i p o l d u ğ u
işaret e t m e k gerekir. Zira İslâm'a g ö r e
faziletleri nazarî, fikrî, a h l â k î ve a m e l î
bir m ü m i n için en yüce m u t l u l u k Allah'ın
o l m a k ü z e r e d ö r t k a t e g o r i d e değerlen-
rızâsını k a z a n m a k t ı r . B u n u n s o n u c u n d a
dirir. Nazarî faziletler, a priori ve aksi-
m ü m i n c e n n e t e ve Allah'ın cemâlini mü-
y o m a t i k bilgi t ü r l e r i n d e n başlayarak bü-
şâhedeye
t ü n t e o r i k ilim dallarını ve varlığın
en
ilâhî e m i r ve yasakları titizlikle uygula-
nâil olacaktır.
Bu d a
ancak
son ve e n y ü k s e k ilkesi olan Allah ile
m a k , a h l â k î faziletleri h a y a t ı n vazgeçil-
tiyaç d u y m a z ( F u ş û l ü l - m e d e n î , s. 62; et-
m â n e v î varlıklar h a k k ı n d a k i bilgileri ifa-
m e z ilkesi s a y m a k ve t a k v â
Tenbîh,
de eder. Ancak halkın teorik alandaki bil-
s a m i m i bir dinî h a y a t s ü r m e k l e gerçek-
s. 47-491
A n c a k bazı
insanlar
m u t l u l u ğ u servette, bazıları m a d d î hazlarda, bazıları politik g ü ç t e , bazıları d a bilgide a r a r ; Fârâbî'ye g ö r e ise g e r ç e k ve en y ü k s e k m u t l u l u k bilgiyle aydınlanm a k t ı r . Bu d a i n s a n aklının
olgunlaşıp
f a a l akılla i r t i b a t k u r m a s ı (ittisal) ve evrensel bilgiyle aydınlanması olayıdır. Böyle bir m u t l u l u ğ a s ı r a d a n i n s a n l a r değil a n c a k p e y g a m b e r l e r ve filozoflar ulaşabilir. Şu h a l d e bu m u t l u l u ğ u n
gündelik
dildeki m u t l u l u k l a yani b e d e n î haziarla, r e f a h veya geçici t a t m i n l e r l e bir ilgisi y o k t u r . G e r ç e k m u t l u l u k , i n s a n aklının m a d d e n i n h â k i m i y e t i n d e n b ü t ü n ü y le sıyrılıp m â n e v î bir varlık olan faal aklın feyziyle a y d ı n l a n m a s ı ve o n d a n
pay
almasıdır.
t ü l ü ğ e eşit ölçüde yatkın olarak doğar. Şüphesiz bu d u r u m , ahlâk eğitimin önemli
gileri yüzeysel o l u p genel k a b u l l e r e da-
leşir. Bu şekilde d a v r a n a n k i m s e n i n sos-
y a n ı r k e n seçkinlerin bilgisi m a n t ı k î ka-
yal ve k ü l t ü r e l s t a t ü s ü n e olursa olsun
nıtlara d a y a n m a k t a d ı r .
din onu h e m dünyada h e m de âhirette
Fikrî faziletler,
d ü ş ü n m e g ü c ü n ü n f e r t ve m i l l e t için en yararlı olanı a r a ş t ı r m a çabasıdır. Özel-
ve alışkanlıkların olduğunu
konusunda son
derece
göstermektedir.
Her
mutlu saymaktadır. 8. Siyaset. E r d e m l i bir h a y a t ı n a n c a k
likle b u e r d e m i n ahlâkçılarla k a n u n ko-
ideal bir t o p l u m d a
yucularda
Bununla
şüncesi t a r i h b o y u n c a filozof ve şairler
birlikte s a n a t t a ve p r a t i k h a y a t t a fay-
için tatlı bir hayal o l m u ş t u r . E f l â t u n ' u n
bulunması
gerekir.
gerçekleşeceği
dü-
dalı ve g ü z e l olanı araştırıp ortaya koy-
Devlet
m a faaliyeti h e p f i k r î faziletlerin ü r ü n ü -
realiteden u z a k ü t o p i k devlet d ü z e n i n e
d ü r . A h l â k î faziletler insanın iradeli dav-
b e n z e r bir d ü ş ü n c e y e ilk d e f a Fârâbî'nin
ranışlarında
her t ü r l ü
aşırılıktan
uzak
olarak iyiyi, doğruyu ve güzeli a m a ç edinmesidir. Bu k o n u d a e ğ i t i m ve ö ğ r e t i m i n ö n e m i b ü y ü k t ü r . A m e l î faziletler, insanın çeşitli s a n a t ve mesleklere karşı eğilimlerini geliştirerek o a l a n d a iyi yetiş-
Fârâbî'ye g ö r e her insan iyiliğe ve kö-
ölçüsünde
m e s i a n l a m ı n a g e l m e k t e d i r . Fârâbî b u a l a n d a k i e r d e m l e r i n gelişmesi için teşvik, r e k a b e t ve yerine g ö r e z o r l a m a n ı n gerekli o l d u ğ u n u söyler ( Tahsîlus-sa'â-
de, s. 68-76).
diyalogunda
el-Medînetü'l-lâzıla'smöa
tasarımını
ve
verdiği
kısmen
d i ğ e r eserlerinde r a s t l a n m a k t a d ı r . Fârâbî öncelikle devletin menşei meselesini t a r t ı ş ı r ; i n s a n t o p l u l u k l a r ı bir arad a y a ş a m a ve devlet d e n e n en ü s t düzeyde t e ş k i l â t l a n m a fikrini n e r e d e n alm ı ş l a r d ı r ? Bu soruya şu cevaplar verilebilir.- a) Genel varlık p l a n ı n d a k i
düzeni
g ö r e n i n s a n t o p l u l u k l a r ı k e n d i aralarınd a d a böyle bir s i s t e m k u r m a y ı d ü ş ü n m ü ş olabilirler (ontolojik teori), b) Kendi
nihaî
v ü c u d u n d a kalp, beyin ve çeşitli fonksi-
ğ u için y a p a r a k ve y a ş a y a r a k öğrenilir.
a m a ç m u t l u l u k olmakla birlikte t a m a m e n
yonlara s a h i p iç ve dış o r g a n l a r ı n koor-
Nasıl ki h e r h a n g i bir s a n a t ı ö ğ r e n i p o
m e t a f i z i k ve m i s t i k bir k u r u n t u d a n iba-
dineli bir şekilde çalışmasını, kalbin bey-
k o n u d a gerekli beceriyi k a z a n m a k için
ret olan b u m u t l u l u k anlayışının insanın
ne, o n u n d a d i ğ e r o r g a n l a r a
çok a l ı ş t ı r m a y a p m a y a ve t e k r a r a ihti-
beklentileri ve hayatın gerçekleriyle hiç-
etmesini örnek alan insanoğlu
y a ç varsa ahlâklı o l a b i l m e k için d e iyi ve
bir ilişkisi b u l u n m a m a k t a d ı r . Ç ü n k ü mut-
g e r ç e k l e ş t i r m i ş olabilir (biyo-organik te-
ş e y d e n ö n c e a h l â k p r a t i k bir ilim oldu-
Fârâbî'nin
ahlâk
felsefesinde
kumanda devleti
g ü z e l davranışları b e n i m s e y i p onları h u y
lu o l m a k için d ü ş ü n c e hayatının ve ahlâ-
ori). c) İnsan d o ğ u ş t a n m e d e n î bir varlık-
ve ikinci bir k a r a k t e r haline g e t i r m e y e
kî faziletlerin t e k b a ş ı n a yeterli olmaya-
tır. Tek b a ş ı n a ü s t e s i n d e n gelemeyece-
ihtiyaç vardır. A h l â k alışkanlıklar sonu-
cağı t a r t ı ş m a
ği ihtiyaçlarını karşılayabilmek için iş bö-
götürmez
bir
gerçektir.
değişebilmekte-
Dünyevî hiçbir şeye s a h i p o l m a y a n biri-
l ü m ü n ü n ve d a y a n ı ş m a n ı n en yüksek dü-
s. 30-31). Şu h a l d e
ni m u t l u s a y m a k m ü m k ü n m ü d ü r ? Ni-
zeyde gerçekleşeceği b ü y ü k ç a p t a bir ör-
insanın m u t l u l u k t a n pay alabilmesi için
t e k i m Aristo, bir t e k kırlangıcın veya sa-
g ü t l e n m e y i d ü ş ü n e r e k devleti k u r m u ş -
kendisini m u t l u l u ğ a g ö t ü r e c e k erdem-
dece güneşli bir g ü n ü n b a h a r ı n geldiği-
t u r (fıtrat teorisi), d) İnsan toplulukları-
cu k a z a n ı l d ı ğ ı n a dir (Fuşûlü'l-medenî,
göre
153
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ n m bir a r a d a y a ş a m a s ı n ı s a ğ l a y a c a k iki
ci içinde görevlerini y a p m a k
ö n e m l i g ü ç v a r d ı n Sevgi ve a d a l e t . Mut-
dadırlar. B u r a d a b a ş k o o r d i n a t ö r o l a r a k
g a m b e r ile f i l o z o f u n ü s t ü n
lu o l m a gayesiyle yaratılan i n s a n m u t -
devlet b a ş k a n ı n ı n ö n e m i ortaya çıkmak-
birleştirmek istemiştir
l u l u k t a n t a m o l a r a k nasibini a l a b i l m e k
tadır. Fârâbî faziletli devletin ideal baş-
zıla, s. 117-174;
için a d a l e t i gerçekleştirecek g ü ç l ü
k a n ı n d a şu nitelikleri a r a r :
s. 69-107).
bir
durumun-
Mükemmel
şahsında yani İslâm halifelerinde Hz. Peyözelliklerini
(el-Medînetü'l-fâ-
es-Siyâsetul-mederıiyye,
k u r u l u ş a ihtiyaç d u y m u ş ve b u a m a ç l a
bir fizikî yapı, sağlıklı a n l a m a ve değer-
9. Din Felsefesi. İslâm d ü n y a s ı n d a he-
devleti m e y d a n a g e t i r m i ş t i r (adalet teo-
l e n d i r m e y e t e n e ğ i , g ü ç l ü h â f ı z a , kıvrak
n ü z felsefe hareketleri b a ş l a m a d a n ön-
risi).
z e k â , i f a d e ve ü s l û p güzelliği, bilim sev-
ce
gisi ve t u t k u s u , yeme, içme, oyun, eğlen-
a l a n ı n a giren meseleleri b ü t ü n boyutla-
D a h a sonra Fârâbî'nin i n s a n topluluk-
Mutezile
kelâmcıları
din
felsefesi
larını sınıflandırdığı g ö r ü l ü r ve b u n u ya-
ce ve cinsel ilişki gibi geçici k a b a hazla-
rıyla t a r t ı ş ı p t e m e l l e n d i r m e y e çalışmış-
p a r k e n ihtiyaç, d a y a n ı ş m a ve a h l â k î yet-
ra d ü ş k ü n o l m a m a , d o ğ r u l u k ve dürüst-
lardı. D a h a sonra b u meseleler, kelâm-
kinliği
d a n felsefeye geçişi s a ğ l a y a n Y a ' k ü b b.
bir
lük sevgisi, kişilik sahibi ve insanlık onu-
kriter o l a r a k d a i m a g ö z ö n ü n d e bulun-
runa d ü ş k ü n o l m a , a d a l e t sevgisi, karar-
İshak el-Kindî t a r a f ı n d a n farklı bir yön-
d u r u r . B u n a g ö r e insan toplulukları t a m
lılık ve u y g u l a m a cesareti, g ö n ü l zengin-
t e m l e ele a l ı n a r a k y o r u m l a n m ı ş , Fârâbî
gerçekleştirebilme
imkânını
g e l i ş m i ş ve az g e l i ş m i ş o l m a k ü z e r e iki-
liği ve t o k g ö z l ü l ü k . Bu on iki t e m e l ni-
ile d e e n o l g u n d ü z e y e k a v u ş t u r u l m u ş -
ye ayrılabilir. T a m g e l i ş m i ş olan toplu-
t e l i ğ e s a h i p b u l u n a n bir k i m s e h e m er-
t u r . Filozofun, din felsefesinin en t e m e l
luklar k ü ç ü k (şehir), orta (devlet) ve bü-
d e m l i devletin h e m milletin h e m d e bü-
meseleleri olan ulûhiyyet, n ü b ü v v e t ve
y ü k (birleşik devletler) diye ü ç g r u b a ay-
t ü n y e r y ü z ü n ü n reisi ve i m a m ı d ı r .
m e â d k o n u l a r ı n a dair d ü ş ü n c e l e r i şöy-
rılır. Az g e l i ş m i ş t o p l u l u k l a r d a aile, so-
Fârâbî, b ü t ü n b u özelliklerin bir insan-
k a k , m a h a l l e ve köy o l m a k ü z e r e d ö r d e
d a b u l u n m a s ı n ı n g ü ç bir şey o l d u ğ u n u n
ledir: a) Ulûhiyyet. İnsan aklının ulaşabildiği
ayrılır.
f a r k ı n d a d ı r . Bu d u r u m d a yapılacak şey,
en genel k a v r a m varlık, en k u t s a l kav-
a ş a ğ ı d a k i altı özelliği t a ş ı y a n yeni baş-
r a m ise Tann'dır. Fârâbî'ye g ö r e m a n t ı k
çeken
k a n ı n bir önceki b a ş k a n ı n k o y d u ğ u ka-
b a k ı m ı n d a n varlık d e n e n şey h a k k ı n d a
h u s u s eski Y u n a n ' d a böyle bir sınıflan-
nunları u y g u l a m a s ı olacaktır. Bu özellik-
"zorunludur, m ü m k i n d i r " şeklinde a n c a k
d ı r m a n ı n bulunmayışıdır. Ç ü n k ü o n l a r d a
ler şunlardır: Bilge o l m a k ,
iki i f a d e kullanılır. Z o r u n l u varlık (vâci
aile ve sitenin ö t e s i n d e devlet veya bir-
k o y d u ğ u k a n u n ve töreleri b i l m e k , ön-
bü'l-vücûd) ö z ü itibariyle z o r u n l u olandır.
leşik devletler fikri yoktur. Halbuki Fârâ-
cekilerin g ö r ü ş beyan e t m e d i ğ i bir ko-
O n u n varlığı bir a n için y o k farzedildi-
bî'nin devlet felsefesinde nihaî a m a ç bü-
nuda kanun
t ü n insanlığı içine alacak, a h l â k î erdem-
f o r m a s y o n u n a , yeni bir meseleyi çöze-
yol a ç a r ve b u t a k d i r d e varlığın oluşumu,
Filozofun m e d e n î t o p l u l u k l a r ı b u şekilde s ı n ı f l a n d ı r m a s ı n d a
dikkati
öncekilerin
koyabilecek k a d a r
hukuk halka
ğinde bu d u r u m
mantıkî
imkânsızlığa
leri ilke e d i n m i ş , iş b ö l ü m ü ve sosyal da-
bilecek ü s t ü n zekâya, k a n u n l a r ı
y a n ı ş m a n ı n en m ü k e m m e l şekilde ger-
k a b u l e t t i r e b i l m e k için ü s t ü n ikna kabi-
her şeye r a ğ m e n irade d ı ş ı n d a meyda-
çekleştiği, sevgi ve saygının yaygın oldu-
liyetine ve savaş sırasında aldığı karar-
n a gelen birçok olay izah e d i l e m e z olur.
ğ u , h u k u k î ve sosyal adaletin t a m olarak
ları y ü r ü t e c e k irade ve k u d r e t e
u y g u l a n d ı ğ ı birleşik devletlerdir.
bulunmak.
sahip
genel varlık p l a n ı n d a k i
düzen
ve
Filozofa g ö r e Tanrı h a k k ı n d a y o k l u k t a n söz edilemez; varlığının hiçbir sebebi bul u n m a m a k t a d ı r ve var olan her şeyin ilk
Fârâbî, m e d e n î t o p l u l u k l a r ı n tasnifin-
Bu ü s t ü n niteliklerin hepsi bir kişide
d e n s o n r a devlet (medînel şekilleri üze-
bulunmayabilir. O t a k d i r d e devleti iki ki-
r i n d e d u r a r a k b u k o n u d a faziletli olan
şi yönetecektir. B u n l a r d a n biri kesinlikle
ve o l m a y a n devlet diye başlıca iki toplu-
bilge olacak, öteki ise d i ğ e r özelliklere
l u k t a n s ö z eder. Faziletli devletin sade-
s a h i p b u l u n a c a k t ı r . Bu niteliklerden her
ce bir şekli b u l u n u r k e n faziletsiz dev-
biri ayrı kişilerde b u l u n d u ğ u
letler sapık, f â s ı k , d e ğ i ş e b i l e n ve cahil
devlet altı erdemli b a ş k a n t a r a f ı n d a n yö-
d e f a Fârâbî'nin ortaya k o y d u ğ u b u on-
o l m a k üzere d ö r d e ayrılır. B u n l a r d a n ca-
netilecek d e m e k t i r . E ğ e r devleti yöne-
tolojik delil z o r u n l u ve m ü k e m m e l kav-
hil devletin d e altı ayrı şekli b u l u n m a k -
t e n k a d r o d a altı nitelikten beşi b u l u n u p
r a m l a r ı n d a n yola çıkılarak
t a d ı r . B ü t ü n b u devlet şekillerinin sınıf-
bilgelik b u l u n m a y a c a k olursa o e r d e m l i
için b u k o n u d a k i k o z m o l o j i k delillerden
l a n d ı r ı l m a s ı n d a devlet reisinin zihnî ve
devlet b a ş k a n s ı z sayılır ve her a n teh-
d a h a çok d o y u r u c u s a y ı l m a k t a d ı r . Daha
a h l â k î yapısının, idarecilerin a d a l e t , hu-
likeyle y ü z yüzedir. E ğ e r bir bilge kişi
sonra b u delil İbn Sînâ ve St. A n s e l m ta-
k u k , a h l â k ve insanlık anlayışlarının be-
bulunamayacak
lirleyici rolü vardır.
yıkılır.
olursa
sebebi O'dur; hiçbir şey O ' n u n varlığına delil o l a m a z , a k s i n e O her şeyin delilidir. Şu h a l d e O ' n u n varlığı t a m ve m ü k e m meldir.
takdirde
giderek
devlet
Allah'ın varlığını i s p a t k o n u s u n d a
ilk
hazırlandığı
r a f ı n d a n geliştirilmiş, Descartes, Spinoza ve Leibniz gibi filozofiarca d a farklı şekillerde i f a d e edilmiştir.
Filozof, erdemli devleti biyoorganik açı-
F â r â b î ' n i n faziletli bir t o p l u m meyda-
d a n sağlıklı bir b e d e n e benzetir. Önemi-
n a g e t i r m e k üzere t a s a r ı m ı n ı verdiği er-
M ü m k i n varlığa gelince o ö z ü itibariy-
n e g ö r e b e d e n d e her o r g a n ı n bir görevi
d e m l i devletin E f l â t u n ' u n ü t o p i k devle-
le z o r u n l u o l m a y a n d ı r , varlığı y o k sayıl-
vardır ve bunların verimli çalışmaları kal-
t i n i n izlerini t a ş ı d ı ğ ı n d a ş ü p h e y o k t u r .
d ı ğ ı n d a h e r h a n g i bir m a n t ı k î imkânsız-
be bağlıdır. Tıpkı b u n u n gibi devletin ku-
Filozofların kral ve kralların filozof ol-
lık ortaya ç ı k m a z ; o n u n y o k l u ğ u
r u m ve kuruluşlarının d a verimli ve koor-
m a s ı n ı ö n e r e n E f l â t u n ' d a n farklı o l a r a k
varlık d ü z e n i içinde f a r k bile
genel
edilmez.
dineli çalışmaları devlet b a ş k a n ı n ı n ka-
Fârâbî, kişinin d ü n y a ve â h i r e t m u t l u l u -
Başka
biliyet ve t u t u m u y l a ilgilidir. A n c a k k a l p
ğ u n u ve t o p l u m u n dirlik ve d ü z e n l i ğ i n i
sine giren varlıkların bir sebebi bulun-
ve d i ğ e r o r g a n l a r görevlerini tabii ola-
sağlayacak bir n i z a m v a a d e d e n Kur'ân-ı
m a k t a ve b u n l a r varlıklarını
başkasın-
r a k y a p a r k e n devletteki k u r u m ve kuru-
Kerîm'in ortaya k o y d u ğ u h a y a t tarzını
dan
varlıkların
luşlar hiyerarşik s i s t e m içinde k e n d i ka-
d a d i k k a t e a l a r a k "ilk reis" ve " i m a m "
sebeplilik zincirinde s o n s u z a d e k s ü r ü p
biliyet, irade ve s o r u m l u l u k l a r ı n ı n bilin-
diye nitelediği ideal devlet
gitmeleri imkânsız o l d u ğ u n d a n
başkanının
154 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
bir i f a d e ile m ü m k i n
almaktadırlar.
Mümkin
kategori-
en so-
FÂRÂBÎ n u n d a zorunlu bir ilk varlıkta
nihayet
A n c a k Allah'ın bilgisi küllî ve z a m a n üs-
lozof olan Fârâbî nübüvveti, akılla nakli
b u l m a l a r ı gerekir. İşte bu ilk varlık Tan-
t ü o l d u ğ u n d a n bu k o n u d a geçmiş, ş i m d i
veya felsefe ile dini bir o r t a k p a y d a d a
n ' d ı r ( c U y u n u l - m e s â ^ i l , s. 66-67). Fârâ-
ve gelecek gibi m ü m k i n varlıklar alanın-
t o p l a m a y a en elverişli vasıta olarak gö-
bî'nin m ü m k i n varlık k a v r a m ı n d a n yola
d a geçerli olan z a m a n a ait birim ve kav-
rür; b u n u n için d e vahyin mahiyetini, ul-
çıkarak Tanrı'nin varlığını ispata yönelik
r a m l a r söz k o n u s u değildir. Zira Allah'ın
vî â l e m l e süflî â l e m arasındaki
bu y ö n t e m i d e " i m k â n delili" adıyla anıl-
kendi zâtını bilmesi, her şeyi bilmesi ve
sağlayan p e y g a m b e r i n vahyi nasıl aldı-
ilişkiyi
m a k t a d ı r . B u n l a r d a n b a ş k a o n u n Aris-
varlığın m e y d a n a gelmesi için yeter se-
ğını k e n d i n e has bir y ö n t e m l e
t o ' d a n beri bilinen hareket delili, kelâm-
b e p sayılmaktadır. Bu da ilim, irade ve
m a y a çalışır. Filozofun birçok p r o b l e m i
cıların çokça b a ş v u r d u ğ u h u d û s delili ile
k u d r e t s ı f a t l a n a r a s ı n d a bir f a r k bulun-
ç ö z m e d e sihirli bir f o r m ü l gibi başvur-
gaye ve n i z a m delili gibi kozmolojik delil-
m a d ı ğ ı a n l a m ı n a gelir. O ' n u n bilgisi, in-
d u ğ u faal akla b u k o n u d a d a rol verdiği
lere d e b a ş v u r d u ğ u bilinmektedir.
san bilgisi gibi özne-nesne ilişkisi sonu-
g ö r ü l m e k t e d i r . Fakat vahiy gerçeğini rü-
cu herhangi bir aracıya veya organa bağ-
ya olayı ile irtibatlandırarak akılla d u y u arasında aracı d u r u m u n d a b u l u n a n mu-
Fârâbî, Allah'ın varlığını ontolojik ve
açıkla-
çalıştıktan
lı olarak b ö l ü k p ö r ç ü k bir şekilde oluş-
sonra sıfatların y o r u m u n a geçer. Şüphe-
m u ş değildir. Fârâbî'nin felsefesinde yer
hayyile g ü c ü n ü n etkinliğine bağladığı için
siz bu m e s e l e Allah-âlem ilişkisini d e ih-
alan bu g ö r ü ş , d a h a sonra b a ş t a Gazzâlî
ö n c e bu ilişkinin nasıl k u r u l d u ğ u n u gör-
tiva ettiği için son derece k a r m a ş ı k t ı r .
o l m a k üzere kelâmcılar t a r a f ı n d a n sert
m e k gerekir. Ona g ö r e muhayyile g ü c ü
Gerçekte filozofların bu k o n u d a
genel
bir şekilde eleştirilmiştir (bk. ILIM). Allah
bir yandan sürekli bir şekilde duyulardan
eğilimi, Allah'ın birliği ilkesini zedeler en-
zâtını bilir ve b u n u n sonucu olarak evre-
gelen izlenimleri a l a r a k d ü ş ü n m e gücü-
dişesiyle zât-sıfat a r a s ı n d a h e r h a n g i bir
ni ve evrendeki her şeyi d e bilir. Allah
ne iletmekte, ö t e y a n d a n d a istek gücü-
ayrım y a p m a m a veya O'nu selbî sıfatlar-
ezelden beri zâtını bildiğine ve b u bilgisi
n ü n etkisi a l t ı n d a b u l u n m a k t a d ı r . Mu-
la n i t e l e m e y ö n ü n d e d i r . Bununla birlikte
ezelî o l d u ğ u n a göre bilgisinin gereği ola-
hayyile g ü c ü a n c a k uykuda iken bu güç-
zâtı itibariyle hiçbir şeye b e n z e m e y e n o
rak varlık k a z a n a n â l e m de ezelîdir; yani
lerin etkisinden k u r t u l u p serbest kalır.
kozmolojik
delillerle
ispata
aşkın varlığın sadece zihnî bir k a v r a m
â l e m i n var o l m a d ı ğ ı
hiçbir
zamandan
değil m u t l a k ve biricik h a k i k a t olduğu-
söz edilemez. A n c a k â l e m z a m a n bakı-
dığı izlenimleri
Ne var ki muhayyile g ü c ü d a h a ö n c e al-
nu ifade e d e b i l m e k için sıfatlarından d a
m ı n d a n ezelî ise d e z â t ve m e r t e b e ba-
serbest kalabildiği uyku halinde onların
söz e t m e n i n gerekliliği ortadadır. Bun-
k ı m ı n d a n Allah'tan sonra gelir (ed-De-
üzerinde b i r t a k ı m işlemlerde
d a n dolayı F â r â b î Allah'a s ı f a t i s n a t et-
'âua'l-kalbiyye,
s. 7). Bununla birlikte Fâ-
meselâ onların analiz ve sentezini yaptı-
m e d e bir sakınca g ö r m e z . A n c a k bu ko-
râbî s u d û r şeklinde d e olsa â l e m i n yok-
ğı gibi taklitlerini d e (sembol) oluşturabi-
n u d a Kur'ân-ı Kerîm'den ziyade felsefe-
t a n y a r a t ı l m ı ş o l d u ğ u n u ve s o n u n d a yi-
lir. Bedenin mizacına g ö r e fonksiyoner
d e kullanılan terimleri tercih eder. Me-
ne yok olacağını kabul eder. Özellikle Ef-
olan muhayyile duyu, d ü ş ü n c e ve duygu-
selâ Allah'ı ilk (evvel), bir (vâhid), ilk var
lâtun'la A r i s t o ' n u n görüşlerini uzlaştır-
lara ait izlenimleri ya oldukları gibi veya
olan (el-mevcûdü'l-evvel), ilk prensip (el-
m a y a çalışırken şöyle der: "Âlemin za-
bir benzeriyle t a k l i t e d e r e k canlandırır.
mebdeü'l-evvel), ilk s e b e p (es-sebebü'l-ev-
m a n b a k ı m ı n d a n bir başlangıcının bulun-
İşte rüyada y a ş a n a n çeşitli olaylar, görü-
vel), biricik varlık (el-vücûdü'l-vâhid), zo-
ması imkânsızdır. Fakat bu k o n u d a şöyle
len güzel ve çirkin m a n z a r a l a r uyku sı-
runlu varlık (vâcibü'l-vücûd) ve sırf iyi (hay-
s ö y l e m e k d o ğ r u olur: Yüce yaratıcı za-
rasında serbest kalan muhayyile gücü-
run mahz) şeklinde nitelediği gibi alîm,
m a n olmaksızın bir a n d a feleği yaratmış,
n ü n etkinliklerinin bir s o n u c u d u r .
h a k î m , m ü r î d , h a k , hay, akıl, âkil ve ma'-
o n u n hareketi s o n u c u n d a z a m a n meyda-
kül sıfatlarıyla da niteler. Allah'ın k â m i l
na gelmiştir" ( el-Cem c, s. 101).
k o r u y u p sakladığı
için
bulunur;
Faal aklın etkisiyle g ü ç h a l i n d e n fiil alanına çıkan insan aklı m ü s t e f â d akıl-
bir varlık o l d u ğ u n u i f a d e e t m e k üzere
M ü n e z z e h ve m ü t e â l bir Tanrı fikrine
da son yetkinliğe ulaşarak m e t a f i z i k bil-
ona i s n a t edilen s ü b û t î ve z â t î sıfatlar
u l a ş m a k için filozofun sıfat diye zikret-
giye (vahiy, ilham) açık hale g e l m e k t e d i r . Bu m e r t e b e d e k i akıl nazarî ve a m e l î ol-
n e k a d a r çok ve çeşitli olursa olsun bir
tiği k a v r a m l a r Allah'ın zâtının birer yan-
t e k h a k i k a t e delâlet e t m e k t e d i r ; bu sı-
sıması şeklinde d ü ş ü n ü l m ü ş o l u p ger-
m a k üzere çift y ö n l ü bir f o n k s i y o n a sa-
f a t l a r O ' n u n z â t ı n d a h e r h a n g i bir çoklu-
çekte hepsi d e z â t a
indirgenmektedir.
hiptir. Faal aklın etkisi m ü s t e f â d akıl-
ğ u n b u l u n d u ğ u n u değil O ' n u n aşkın ve
Ş u n u b e l i r t m e k gerekir ki g e r e k Allah-
d a n sonra muhayyile g ü c ü n e ulaşınca,
k â m i l bir varlık o l d u ğ u n u göstermekte-
â l e m gerekse Allah-insan ilişkisi konu-
b u g ü ç nazarî ve a m e l î alanlara ait ol-
dir. Meselâ Allah m u t l a k a n l a m d a şu-
s u n d a Kur'ân-ı Kerîm'in ortaya k o y d u ğ u
m a k üzere aldığı etkileri kendi şekille-
ur sahibi o l d u ğ u için akıl, kendisini bil-
"yaratan, y ö n e t e n , d a l ı n d a n d ü ş e n yap-
riyle m u h a f a z a ettiği gibi b a ş k a şekiller-
diği için âkil ve kendisi t a r a f ı n d a n bilin-
rağın d ü ş ü ş ü n ü ve kalpten geçen duygu-
d e d e canlandırır. Bunlar m a d d î varlık
diği için d e m a ' k ü l d ü r ; yani b u ü ç t e r i m
ları dahi bilen, kullarına şah d a m a r ı n d a n
alanına aitse gerçekleşen rüyalar (rü'yâ-yı
aynı z â t ı i f a d e e t m e k t e d i r . Allah kendi
d a h a yakın olan" Allah telakkisiyle Fârâ-
sâdıka), m â n e v î varlıklarla ilgili ise gaip-
k e n d i n e yeterli bir varlık
bî'nin Tanrı anlayışı arasında t e m e l d e ol-
t e n h a b e r v e r m e (nübüvvet) t a r z ı n d a or-
m a s a bile sıfatların y o r u m u n d a n kaynak-
taya çıkar. Bu d u r u m p e k n â d i r olarak
l a n a n bir f a r k vardır.
bazı k i m s e l e r d e uyanıkken d e gerçek-
olduğundan
O'na yetkinlik ve ü s t ü n l ü k ifade
eden
h a n g i s ı f a t izâfe edilirse edilsin bu dur u m O ' n u n k e m a l i n e hiçbir şey k a t m ı ş o l m a z , s a d e c e bizim O'nu d a h a iyi anlam a m ı z a yardımcı olur ( el-Medînetul-fâ-
zılâ, s. 46-49, 59-60; Risâletü
Zînûni'l-ke-
bîr, s. 5-6).
b) Nübüvvet. B ü t ü n semavî dinler vahye dayanır. P e y g a m b e r Allah t a r a f ı n d a n üstün
yeteneklerle
donatılmış,
O'nun
leşir. Bu t e m e l l e n d i r m e l e r d e n filozof, peygamberlerin
sonra
metafizik
artık var-
e m i r ve iradesini insanlara u l a ş t ı r m a k l a
lıklar ve â h i r e t ahvaliyle ilgili verdikleri
görevlendirilmiş ü s t ü n bir şahsiyet ola-
bilgilerin, kabir hayatı, cennet ve cehen-
Filozofun Allah'a ilim, irade ve k u d r e t
rak k a b u l edilir. Sistemini "tek h a k i k a t "
n e m h a k k ı n d a yaptıkları tasvirlerin ma-
sıfatlarını d a isnat ettiği g ö r ü l m e k t e d i r .
ilkesi üzerine k u r a n ve bir m ü s l ü m a n fi-
hiyetini rahatlıkla izah edecektir. Şöyle
155 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ ki: Bir insanın muhayyile gücü son dere-
ber filozoftur, f a k a t her filozof peygam-
çıktıktan sonra varlığını d e v a m ettirme-
ce g e l i ş m i ş olursa ve aldığı her t ü r l ü iz-
ber değildir.
si için b e d e n e ihtiyacı b u l u n m a d ı ğ ı n ı be-
Din ile felsefeyi u z l a ş t ı r m a n ı n ötesin-
lirtir. Bu a r a d a Fârâbî E f l â t u n ' u n savun-
de
de Fârâbî'nin nübüvvet meselesini bu de-
d u ğ u ruh göçü (metampsikoz) fikrini red-
gelen
rece t e m e l l e n d i r m e k isteyişinin ö n e m l i
d e d e r e k her b e d e n i n bir r u h u bulundu-
canlandırabilir.
lenim b u g ü c ü p e k etkilemiyorsa o zam a n tıpkı u y k u d a k i gibi uyanıkken serbest kalabilir ve faal akıldan
bir sebebi de Asr-ı s a â d e t ' t e n sonra hız-
ğ u n u , r u h u n b e d e n d e n bedene göç eden
B u n l a r o r t a k d u y u d a d a t e m s i l î olarak
la yayılan fetihlerin
bir seyyah o l m a d ı ğ ı n ı kesin bir dille ifa-
canlanınca g ö r m e g ü c ü n ü etkiler ve bu-
d ü n y a s ı n d a p e y g a m b e r l i k karşıtı hare-
d e eder {'Uyûnul-mesâ'it,
r a d a n dışa yansıyarak s a y d a m bir o r t a m
ketlerin ortaya çıkmış olmasıdır. Kayna-
lîkât, s. 51).
olan h a v a d a g ö r ü n m e y e başlar. Sonra
ğını çeşitli inanç ve d ü ş ü n c e l e r d e n alan
Fârâbî'ye g ö r e nefis m â n e v î bir cev-
göz bu g ö r ü n t ü l e r i algılayarak t e k r a r or-
bu t ü r hareketlere İslâm t o p l u m u n d a n
her o l d u ğ u n a ve akıl da o n u n en geliş-
t a k d u y u ve muhayyile g ü c ü vasıtasıyla
d a katılanlar o l m u ş ve yaygın k a n a a t e
m i ş fonksiyonu sayıldığına göre ister güç
değerlendirir. Böylece faal aklın s u n d u ğ u
göre İbnü'r-Râvendî ile Ebû Bekir er-Râ-
ister fiil isterse m ü s t e f â d
bilgiler o insan t a r a f ı n d a n bizzat görül-
zî gibi düşünürler peygamberlik kurumu-
b u l u n s u n akla s a h i p b u l u n a n her nefsin
m ü ş olur. Bir insanın, böylesine m ü k e m -
nu eleştirerek İslâm t o p l u m u n d a
inanç
ö l ü m s ü z olması gerekir; yani ölümsüz-
m e l bir şekilde gelişmiş olan muhayyile
bunalımına yol a ç m a k istemişlerdir. Baş-
lük aklın bilgiyle aydınlanmasına bağlı ol-
gücü sayesinde ulaşabileceği en son mer-
t a Mu'tezilî ve S ü n n î kelâmcılarla filozof
m a y ı p t a m a m e n iradesi dışında insana
t e b e n ü b ü v v e t mertebesidir. Bu merte-
Kindî o l m a k üzere birçok â l i m bunlara
verilen bir o l g u d u r . A n c a k Fârâbî ölüm-
etkileri
duyu
gücünde
neticesinde
İslâm
s. 75; et-Ta c-
seviyesinde
bedeki insan faal akıldan (Cebrail) gelen
karşı m ü s t a k i l eserler k a l e m e almışlar-
s ü z l ü ğ ü n aklî melekelerini çalıştırıp ge-
feyzi (vahiy) d ü ş ü n m e y e ve akıl yürütme-
dır. Fârâbî d e yaşadığı d ö n e m i n güncel
liştirenlerin hakkı o l d u ğ u n u da savuna-
ye g e r e k k a l m a d a n bir a n d a u y a n ı k k e n
meselelerinden biri olan n ü b ü v v e t konu-
r a k bir çelişkiye d ü ş m e k t e d i r . Bu ikinci
d e alır. Böylece ulvî â l e m l e r e ait varlık-
s u n d a üzerine d ü ş e n görevi yerine getir-
açıdan filozof nefisleri üç kategoride de-
ları gerçekten görür, hal ve istikbale dair
m e k amacıyla peygamberliği aklî ve ilmî
ğerlendirir. 1. D o ğ u ş t a n s a h i p oldukları
bilgiler verir. D ü n y a d a bir ö r n e ğ i n i n bu-
açıdan y o r u m l a y a r a k vahyin ve mûcize-
akıl g ü c ü n ü çalıştırıp (fiil alanına çıkarıp)
lunması imkânsız olan bu son derece gü-
nin aklen de m ü m k ü n o l d u ğ u n u ispat et-
bilgiyle a y d ı n l a n m a y a n
zel ve m ü k e m m e l varlıkları g ö r e r e k Al-
m e k istemiştir. Ş u n u da b e l i r t m e k ge-
b e d e n l e birlikte ebediyen yok olacaktır.
lah'ın k u d r e t ve a z a m e t i karşısında hay-
rekir ki hiçbir z a m a n bu teoriden nübüv-
2. G ü ç halindeki akıllarını çalıştırıp fiil
ranlık duyar. B u n d a n d a h a a ş a ğ ı mer-
vetin kesbî o l d u ğ u sonucu
alanına
t e b e d e b u l u n a n velîler bazı keşif ve il-
Ç ü n k ü faal akıl kanalıyla gelen ilâhî vah-
halde davranışlarını o l g u n l a ş t ı r m a k için
h a m l a r a m a z h a r olsalar d a ruhanî varlık-
yi a n c a k ü s t ü n yaratılıştaki peygamber-
h e r h a n g i bir çaba g ö s t e r m e y e n fâsıkla-
ları g ö r e m e z l e r . Sıradan halka gelince,
ler alabilir.
rın nefsi ö l ü m s ü z d ü r , f a k a t e b e d î ola-
onların muhayyile gücü zayıf o l d u ğ u n d a n u y k u d a d a uyanıkken d e faal akılla asla ilişki k u r a m a z l a r I el-Medînetü'l-fâzıla, s. 108-1 16; Risâletü
Zînûni'l-kebîr,
Siyâsetti't-medeniyye,
s. 8; es-
s. 79-80).
çıkarılamaz.
yükselttikleri
cahillerin
(bilgi
nefsi
ürettikleri)
Nübüvvet k o n u s u n d a ortaya k o y d u ğ u
rak işkence görecektir. 3. M ü s t e f â d akıl
bu orijinal teziyle Fârâbî, p e y g a m b e r l i k
düzeyine yükselen ve a h l â k î e r d e m l e r l e
d ü ş ü n c e s i n e yabancı olan ve rüya vası-
d e b e z e n m i ş b u l u n a n l a r ı n , yani
tasıyla d a olsa m e t a f i z i k â l e m h a k k ı n d a
ve a m e l î h i k m e t e s a h i p olanların nefis-
bilgi e d i n m e n i n imkânsızlığını
leri ise ebediyen m u t l u olacaktır [el-Me-
savunan
nazarî
dînetü'f fâzıla, s. 142-144).
F â r â b î n ü b ü v v e t kavramını bu şekilde
Aristo'dan b ü s b ü t ü n ayrılmıştır. Ayrıca
y o r u m l a m a k l a din ile felsefenin aynı kay-
onun bu tezi İbn Sînâ, İbn Rüşd, İbn Mey-
Fârâbî'nin r u h u n ö l ü m s ü z l ü ğ ü y l e ilgili
n a k t a n yani faal akıldan geldiğini, dola-
m û n , A l b e r t u s M a g n u s ve Spinoza tara-
görüşleri arasındaki b u çelişkiye İbn Tu-
yısıyla aralarında m a h i y e t farkı değil sa-
fından benimsenmiştir.
feyl d i k k a t ç e k m e k t e ve bu k o n u d a da-
dece derece farkının b u l u n d u ğ u n u gös-
c) Meâd. İnsanın yapısında var olan
ha b ü y ü k sakıncalar içeren bir b a ş k a id-
t e r m e k istemiştir. Ona göre aynı haki-
ebediyet d u y g u s u , o n u r u h u n ölümsüz-
d i a d a b u l u n m a k t a d ı r . Ona g ö r e Fârâbî,
kati farklı t e r i m ve y ö n t e m l e r l e değişik
l ü ğ ü fikrine ve ö l ü m d e n sonra ikinci bir
Aristo'nun Ethica
kesimlere a k t a r a n din ile felsefe ara-
hayatın varlığı üzerinde d ü ş ü n m e y e sev-
ne yazdığı ve g ü n ü m ü z e u l a ş m a y a n şer-
Nicomachea'sı
üzeri-
sında sanıldığı gibi bir u ç u r u m yoktur,
ketmiştir. Hayatın ö l ü m l e noktalanaca-
h i n d e m u t l u l u ğ u n sadece bu
bunları
ğı gerçeği karşısında insanın
duyduğu
gerçekleşen bir olgu olduğunu, b u n u n dı-
m ü m k ü n d ü r . Öte y a n d a n bazılarının id-
kaygı ve korkuyu g i d e r m e k için birçok
şında anlatılan her şeyin h u r a f e d e n iba-
dia ettiği gibi (bk. ibn Tufeyl, s. 63) b u
iyimser g ö r ü ş ortaya k o n m u ş s a d a bun-
ret b u l u n d u ğ u n u söylemiştir ( Hay b. Yak-
teziyle Fârâbî, akıl ve d ü ş ü n c e g ü c ü sa-
lardan hiçbiri f e r d î r u h u n
ölümsüzlüğü
zân, s. 62-63). Fakat İbn Tufeyl'in aktar-
yesinde f a a l akılla ilişkiye geçen filozo-
ve ö l ü m d e n sonra ikinci bir hayatın varlı-
dığı bu bilgiyi eldeki veriler karşısında
f u b u ilişkiyi muhayyile gücüyle gerçek-
ğı fikri k a d a r doyurucu olmamıştır. Fârâ-
kabul e t m e k m ü m k ü n değildir. Ç ü n k ü
leştiren p e y g a m b e r d e n d a h a ü s t ü n tut-
bî d e meselenin ç ö z ü m ü n ü r u h u n ölüm-
Fârâbî temel eserlerinde r u h u n ölümsüz-
m u ş değildir. Y u k a r ı d a belirtildiği üzere
süzlüğü
faal aklın etkisi önce p e y g a m b e r i n müs-
nefsin b e d e n d e n
t e f â d aklına, o r a d a n da son derece ge-
cevher o l d u ğ u n u , ö l ü m d e n
lişmiş olan muhayyile g ü c ü n e ulaşmakta-
bir yapıya s a h i p b u l u n m a d ı ğ ı n ı , b u n d a n
pık
dır. Şu h a l d e böylesine m ü k e m m e l iki
dolayı b e d e n d e n sonra d a varlığını de-
m ü k â f a t ı y l a ilgili görüşlerini a k t a r ı r k e n ,
algı g ü c ü n e s a h i p b u l u n a n
vam
bir
ortak
paydada
toplamak
peygamber
dünyada
Filozof
l ü ğ ü n ü ve â h i r e t hayatının varlığını her
b a ğ ı m s ı z m â n e v î bir
vesile ile s a v u n m a k t a d ı r . Öyle anlaşılı-
fikrine b a ğ l a m a k t a d ı r .
etkilenecek
yor ki İbn Tufeyl, Fârâbî'nin cahil ve saşehir
halkının
âhiretteki
ceza
ve
nefsin
" B ü t ü n bunlar, bazı kimselerin diğerle-
filozoftan
var olabilmesi için b e d e n i n ş a r t olduğu-
rini a l d a t m a k için kullandığı hile ve sah-
ü s t ü n olacaktır. Buna göre her peygam-
nu, f a k a t nefsin bir d e f a varlık alanına
t e k â r l ı k t a n b a ş k a bir şey değildir" şek-
s a d e c e akıl gücüyle yetinen
ettireceğini
söyler. Ayrıca
156 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ Ündeki ifadesini {el-Medînetü'l-fâzıla, 160) o n u n
kendi düşüncesi
s.
sanmıştır.
[ihsâ'ul-'u-
y ü k ölçüde etkili o l m u ş t u r
beşten fazla baskısı yapılmış, ilmî neşrini ise Albir Nasrî Nâdir gerçekleştirmiştir
lüm, mukaddime, s. 14-22).
Ayrıca Fârâbî'ye yönelttiği eleştirinin de-
Kaynağını Plotin'den alan ve Fârâbî fel-
(Beyrut 1968). Eser Almanca, Fransızca,
v a m ı n d a o n u n nübüvvet nazariyesini de
sefesinde sisteme kavuşan sudûr teorisi,
İngilizce ve İspanyolca'dan başka Nafiz
yanlış yorumladığı görülen İbn Tufeyl'in
b u n a bağlı olarak ittisal, s a a d e t ve nü-
Danışman (istanbul 1956) ve A h m e t Ars-
verdiği bilgileri ihtiyatla karşılama za-
büvvet nazariyeleri İhvân-ı Safâ ile İbn
lan (Ankara 1990) t a r a f ı n d a n Türkçe'ye
rureti ortaya çıkmaktadır.
Sînâ başta o l m a k üzere İslâm ve Latin
çevrilmiştir. Z.
es-Siyâsetü'l-medeniy-
Fârâbî, "Beden öldükten sonra ruh için
Ortaçağ filozofları üzerinde doğrudan ve-
ye. Bazı kaynaklarda yanlış olarak es-
ya m u t l u l u k veya azap vardır. Her ruh
ya dolaylı olarak etkili olmuştur. Robert
Siyâsâtü'l-medeniyye
lâyık o l d u ğ u şekilde farklı bir mutlulu-
H a m m o n d The Philosophy
eser Mebâdî'ul
ğa erecek veya azap görecektir; bu da
and fls fnfluence
of
on Medieval
Alfârâbî Thoııght
şeklinde
- mevcûdât
geçen
adıyla
da
anılmaktadır (ibn Ebû Usaybia, III, 232).
adaletin gereği ve zorunlu bir olgudur"
(New York 1947) adlı eserinde skolastik
Muhteva ve üslûptaki olgunluğa baka-
CUyûnul-mesâ'il,
felsefenin en ünlülerinden olan St. Tho-
rak filozofun bu eseri hayatının sonları-
s. 75) diyerek âhiret
hayatının ruhanî o l d u ğ u n u savunur. Dinî
m a s ile Fârâbî felsefesinin karşılaştırma-
na d o ğ r u kaleme aldığı söylenebilir. An-
naslara ters d ü ş e n bu g ö r ü ş m a d d e n i n
sını y a p m ı ş ve St. Thomas felsefesinin
cak eserde b ö l ü m ve konu başlıkları tes-
her türlü eksikliği temsil ettiği, onun bu-
â d e t a Fârâbî sisteminin bir tekrarı ma-
bit edilmediğinden iç plan itibariyle el-
lunduğu yerde mutluluğun t a m olamaya-
hiyetinde o l d u ğ u n u göstermiştir.
Medînetü'l
cağı fikrine d a y a n m a k t a d ı r . Stoa ve İskenderiye felsefelerinin
uzantısı
Fârâbî'nin din felsefesinin en orijinal
oldu-
yanını oluşturan nübüvvet nazariyesi İbn
ğ u bilinen bu düşünceyi d a h a sonra İbn
Sînâ tarafından benimsenip geliştirilmiş,
Sînâ er - Risâle tü'l-adhaviyye
adlı ese-
rinde felsefî açıdan temellendirmeye ça-
yahudi filozofu İbn M e y m û n ile Yeniçağ filozoflarından Spinoza da vahiy ve ilha-
lışacaktır. Gazzâlî ise âhirette cesetle-
m ı n muhayyile g ü c ü n ü n bir fonksiyonu
rin dirileceğini açık bir şekilde bildiren
olarak
Kur'an âyetlerine ters d ü ş e n bu görüş-
Öte y a n d a n Muhyiddin
lerinden dolayı iki filozofu da tekfir et-
vahdet-i vücûd felsefesinde varlık mer-
miştir. Daha sonra gelen
Ebü'l-Hasan
gerçekleştiğini
teorisinden
retteki bedenin d a h a m ü k e m m e l bir ya-
kabul edilmektedir.
pıda olacağını, sonsuz ve sınırsız bir mutlikte bulunacağını
söyleyerek
kelâmcı-
larla bir ortak n o k t a d a birleşmeye çalışmışlardır.
Îbnü'l-Arabî'nin
tebeleri nazariyesinin Fârâbî'ye ait sudûr
el-Âmirî ve İbn Rüşd gibi filozoflar âhi-
luluğu veya işkenceyi tadabilecek özel-
savunmuşlardır.
mülhem
olduğu
genellikle
Eserleri. Fârâbî'den geriye büyük küçük 100'den fazla eser kalmıştır. Z a m a n l a çeşitli araştırmalara konu olan bu eserlerin bir kısmı Latince, İbrânîce, Türkçe, Farsça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İs-
Etkileri. Genellikle İslâm felsefesi tari-
panyolca ve Rusça'ya t e r c ü m e edilmişse
hinde Meşşâî okulun İbn Rüşd dönemi-
d e klasik kaynaklardan m o d e r n araştır-
ne k a d a r olan yaklaşık 250 yıllık geçmi-
malara k a d a r gerek bu eserlerin sayısı
şi a n a hatlarıyla Fârâbî felsefesinin izle-
gerekse isimleri üzerindeki tereddütler
rini taşır. O n u n k u r m u ş olduğu felsefî
henüz giderilebilmiş değildir. Meselâ fi-
doktrin gerek öğrencileri ve eserleri, ge-
lozofun çağdaşı olan İbnü'n-Nedîm'in el-
rekse onu eleştiren d ü ş ü n ü r l e r kanalıy-
Fihrist'indeki
la kısa z a m a n d a Mâverâünnehir'den En-
id'in
dülüs'e k a d a r b ü t ü n İslâm coğrafyasına
nü'l-Kıftî'nin İhbârul-'ulemâ*
yayıldı. Fârâbî'nin en seçkin talebesi olan
rinde y e t m i ş dört, İbn Ebû Usaybia'nın
Yahyâ b. Adî, hocasının ö l ü m ü n d e n son-
c
ra B a ğ d a t m a n t ı k o k u l u n u n başkanı sa-
Özellikle b u n l a r d a n önemli bir kısmının
yılıyordu. Onun öğrencilerinden Ebû Sü-
g ü n ü m ü z e kadar ulaşmadığı dikkate alı-
eser sayısı yedi, Kâdî Sâ-
Tabakâtü'l-
Uyûnü'l-enbâ'
ümem'inöe
dört, İbadlı ese-
adlı eserinde 113'tür.
leyman es-Sicistânî, Ebû Bekir el-Âdemî,
nırsa bu konuda güvenilir bir eser listesi
îsâ b. Ali, İbn Zür'a, Ebû Hayyân et-Tev-
hazırlamanın g ü ç l ü ğ ü ortaya çıkar. Fâ-
hîdî, İbnü's-Semh, İbnü'l-Hammâr ve di-
râbî'nin g ü n ü m ü z e k a d a r gelen önemli
ğerleri t a r a f ı n d a n bu doktrin devam et-
eserleri şunlardır: 1.
tirildi. Şunu d a belirtmek gerekir ki Fâ-
la". Fârâbî'nin Bağdat'ta telifine başlayıp
el-Medînetü'l-fâzı-
râbî'nin ortaya k o y d u ğ u m a n t ı k külliya-
Dımaşk'ta 941 -942 yıllarında t a m a m l a -
t ı n d a n sonra hıristiyan Süryânîler artık
dığı ve ö l ü m ü n d e n iki yıl önce Mısır'da
bu alanda yazılmış Süryânîce kaynakla-
iken tekrar gözden geçirerek konu baş-
ra b a ş v u r m a ihtiyacını duymamışlardır
lıklarını düzenlediği bu eser, onun felsefî
(N. Rescher, s. 160). Onun yapmış olduğu
doktrinini ana hatlarıyla ortaya koyan
ilimler tasnifi, bu sahada eser yazan İs-
en olgun eseri sayılmaktadır. Kitap ilk
l â m müellifleri üzerinde olduğu
kadar
defa F. Dieterici tarafından yayımlanmış
Ortaçağ Latin yazarları üzerinde de bü-
olup (Leiden 1895) g ü n ü m ü z e k a d a r on
- fâzıla
kadar sistematik de-
ğildir. Bu iki kitap m u h t e v a b a k ı m ı n d a n birbirini t a m a m l a r mahiyettedir. İlk defa Luvîs Şeyho t a r a f ı n d a n
yayımlanan
(Beyrut 1902) eserin daha sonra Haydarâbâd (1927, 1931), Leiden (1930) ve Bombay (1937) baskıları gerçekleştirilmişse de ilm î neşrini Fevzî Mitrî en-Neccâr yapmıştır (Beyrut 1964). M û s â b. Samuel b. Tibbon'un İbrânîce tercümesi Z. Philippovvski tarafından
neşredilmiş
(London
18501,
Dieterici'nin Almanca çevirisi de ölümünden sonra yayımlanmıştır (Leiden 1904). Eseri
es-Siyâsetu'l-Medeniyye
Mebâdi'ul-Mevcudat
veya
başlığı
altında
M e h m e t Aydın, Abdülkadir Şener ve M. Rami Ayas Türkçe'ye çevirmişlerdir (istanbul 1980). 3. Kitâbü'l-Mille.
İki bölü-
m e ayrılan eserin birinci b ö l ü m ü n d e genel olarak dinin, dinî liderin ve fıkıh ilminin felsefe ile olan yakın ilişkisi üzerinde durulur. Bu kısım
el-Medînetü'l-fâzıla
ve es-Siyâsetü'l-medeniyye'deki
bilgi-
lerin â d e t a bir tekrarı gibidir. İkinci bölüm
ise İhsâ'ü'l-'ulûm'daki
"medenî
ilimler" başlığını taşıyan beşinci faslın büyük ölçüde tekrarı mahiyetindedir. Eserin tenkitli neşri Kitâbü'l-Mille
uhrâ
ve
nusûsun
başlığıyla Muhsin Mehdî tarafın-
d a n gerçekleştirilmiştir (Beyrut 1967). 4.
İhsâ'ü'l- Culûm*.
Filozofun ilimlerin tas-
nifine dair bu eserinin beşinci faslı "fi l İlmi'l-medenî ve ilmi'l-fıkh ve ilmi'l-kel â m " başlığı altında çeşitli
kütüphane
kataloglarında müstakil bir kitap olarak yer almaktadır. Muhsin Mehdî
Mille
Kitâbü'l-
ile birlikte bu kısmı da yayımla-
mıştır (s. 69-76). İhşâ'ü'l- Culûm'un neşrini ilk defa
Osman
Emîn
ilmî yapmış
(Kahire 1350/1931), ikinci baskısında da (Kahire 1949) eserin ö n s ö z ü n ü geliştirerek konu hakkında değerli bilgiler vermiştir. Eser Latince, İbrânîce, Almanca, Fransızca, İngilizce ve İspanyolca'dan baş-
157
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ ka A h m e t Ateş tarafından İlimlerin
Sa-
yımı adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir (İstanbul 1955). S. Tahşîlü's-sa'âde.
Bazı kay-
naklarda Neylü's-sa'âdât
şeklinde de
meretü'l
- marzıyye
başlığı altında top-
ladığı Fârâbî'ye ait bazı risâleler arasın-
de l'Augustinisme Avicennisant; ou le texte mâdieval de intellectu d'Alfarabi"
da yayımlamış (Leiden 1890, s. 1-33) ve
başlığıyla Archives
bunları Alfârâbî's
nale
philosophische
Ab-
et litteraire
yımlamıştır
d'histoire
du Moyen
(1 IParis
doctori-
Age'da
19261, s.
ya-
149; IV
anılan eserde filozofun içtimaî, siyasî ve
handlungen
ahlâkî problemleri bir arada işlediği gö-
miştir (Leiden 1892). Daha sonra bu ri-
11929], s. 108-141). Eser Hilmi Ziya Ülken
rülür. İçinde ilimler tasnifine de yer ve-
sâleler el-Mecmû c
adıyla tekrar yayım-
ve Kıvâmüddin Burslan tarafından Türk-
adıyla Almanca'ya
çevir-
rilmekle birlikte kitap genel muhtevası
lanmıştır (Kahire 1325/1907). Eser Mah-
çe'ye çevrilmiştir ( Fârâbî ; İstanbul 1940,
itibariyle ahlâka dair bir eser sayılmak-
m u t Kaya tarafından "Eflatun ile Aristo-
s. 190-206; diğer dillere yapılan tercüme-
tadır. H a y d a r â b â d (1345) ve Bombay'da
teles'in Görüşlerinin Uzlaştırılması" baş-
leri için bk. M. Cunbur v.dğr., s. 4). 11. Ri-
(1354) yayımlanan eserin ilmî neşrini Ca'-
lığıyla Türkçe'ye t e r c ü m e edilmiştir (Fel-
sâle fîmâ
fer Âl-i Yâsîn gerçekleştirmiştir (2. bs„
sefe Arkiüi, sy. 24 [İstanbul 1984), s. 221-
le te'allümi'l-felsefe.
lerine bir kılavuz o l m a k üzere yazılan bu
yenbağı
en yükaddem
kab-
Felsefe öğrenci-
Beyrut 1403/1983). Hilmi Ziya Ülken ve
254; diğer dillere yapılan tercümeleri için
Kıvâmüddin Burslan tarafından Türkçe'-
bk. el-Meurid, I V / 3 IBağdad 1395/19751,
ye çevrilen eseri ( Fârâbî ; İstanbul 1940, s.
s. 235). 9. el-İbâne
154-189) ayrıca Hüseyin Atay "Mutlulu-
lîs fî Kitabi
Fârâbî,
eserlerinin tasnifini y a p m a k t a ve bu filo-
ğ u K a z a n m a " başlığıyla t e r c ü m e ederek
d ö r t sayfa t u t a n bu risâleyi Aristo'nun
zofun doktrinini anlayabilmek için uygu-
Fârâbî'nin
Metafizika
adlı eserini t a n ı t m a k ama-
lanması gereken y ö n t e m üzerinde dur-
tır (Ankara 1974, s. 3-62; diğer dillere ya-
cıyla kaleme almıştır. Filozof, kendi dö-
m a k t a d ı r . Risâle ilk defa M. A. Schmöl-
pılan tercümeleri için bk. Cunbur v.dğr., s.
n e m i n d e birçok kimsenin Aristo'nun bu
ders tarafından Latince tercümesiyle bir-
eserini kelâma dair sanarak o k u d u ğ u n u ,
likte Documenta
eser
f a k a t muhtevasını çok farklı bulunca şa-
adlı eseri içinde (Bonn 1836, s. 3-10), da-
muhtevası itibariyle bir öncekinin deva-
şırdığını, halbuki on birinci m a k a l e (ger-
ha sonra F. Dieterici t a r a f ı n d a n es - Şe-
Üç Eseri içinde yayımlamış-
44). 6. et-Tenbîh Mutluluk
ahlâkını
c
sebîli's-sa câde.
alâ konu
alan
bu c
c
an ğarazi
Aristotâ-
Mâ ba'de't-tabfa.
risâlede Fârâbî İlkçağ'daki yedi felsefe ekolünü
tanıttıktan
sonra
Aristo'nun
Philosophiae
alâ es-
çekte on ikinci olacak) dışında teolojiyle il-
meretü'l
âde olarak da anılan kitabın
gili bir bahsin bulunmadığını belirtir. Fâ-
49-55) yayımlanmıştır. Haydarâbâd (1312
çeşitli baskılarından başka (Haydarâbâd
râbî'nin tesbiti gerçekten d o ğ r u d u r ; zira
/ 1894) ve Kahire (1907, 1910) baskıları da
1346/ 1927, 1931; Bombay 1937; Kahire
İbn Sînâ dahi Metafizika'y\
kırk defa
b u l u n a n risâleyi Dieterici Almanca'ya çe-
1948) Ca'fer Âl-i Yâsîn (Beyrut 1405/1985)
o k u d u ğ u halde bir türlü kavrayamadığı-
virmiş (Leiden 1892), M a h m u t Kaya da
mı mahiyetindedir. et-Tenbîh c
bâbi's-sa
ve S a h b â n Halîfât (Amman
1987) tara-
f ı n d a n ilmî neşirleri yapılmıştır.
Hilmi
Ziya Ülken ve Kıvâmüddin Burslan eseri ( Fârâbî , istan-
Türkçe'ye çevirmişlerdir
- marzıyye'de
Arabum
(Leiden 1890, s.
nı, ancak Fârâbî'nin bu risâlesini gördük-
"Felsefe Ö ğ r e n i m i n d e n
ten sonra anlayabildiğini söyler (bk. İb-
Gereken Konular" başlığıyla
nü'l-Kıftî, s. 270). İlk defa Dieterici tara-
t e r c ü m e etmiştir (Felsefe Arkiui,
f ı n d a n eş - Şemeretü'l
listanbul 19871, s. 185-192). 12.
- marzıyye
içinde
Önce
Bilinmesi Türkçe'ye sy. 26
'Uyûnü'l-
bul 1940, s. 127-154). Kitabın Ortaçağ'da
yayımlanan risâlenin (Leiden 1890, s. 34-
mesâ 'il. Ahlâk ve siyaset dışında Fârâbî
Latince'ye yapılan çevirisini H. Salman
38) Kahire (1907), H a y d a r â b â d
(1349/
felsefesinin özeti sayılabilecek olan bu
et
1930), Bombay (1937) baskılarından son-
eser ilk defa yine M. A. Schmölders ta-
içinde yayımlamıştır (XII, Pa-
ra Muhsin Mehdî ilmî neşrini gerçekleş-
rafından Documenta
ris 1940, s. 33-40). İbrânîce tercümesi
tirmiştir (Beyrut 1960). İbrânîce tercüme-
bum'da
British M u s e u m ' d a b u l u n m a k t a d ı r (el-
si bulunan eseri Dieterici Almanca'ya çe-
ra Dieterici t a r a f ı n d a n
Meurid, İV/3 IBağdad 1395/1975], s. 253).
virerek Alfârâbî's
marzıyye
Recherches
de theologie
medievale
7. Fuşûlü'l-medenî.
ancienne
Fârâbî'nin başta si-
yaset ve ahlâk olmak üzere çeşitli meselelere dair görüşlerinin kısa fasıllar halinde ifadesinden ibaret olan bu eser ilk defa D. M. Dunlop tarafından İngilizce çevirisiyle birlikte yayımlanmış (Cambridge 1961), Fevzî Mitrî en-Neccâr da başka yazma
nüshalara
münteze
dayanarak
Fuşûlün
c
a adıyla d a h a m ü k e m m e l bir
neşrini gerçekleştirmiştir (Beyrut 1971). Hanifi Özcan eseri Fusûlul
yaset
Felsefesine
Dair
- medenî Görüşler
- Si-
başlı-
ğıyla Türkçe'ye çevirmiştir (İzmir 1987). 8. el-Cem
beyne re
yeyi'l-hakîmeyn*.
E f l â t u n ile Aristo'nun görüşlerini uzlaşt ı r m a k amacıyla k a l e m e alınan eserde ihtilâf k o n u s u olan on üç mesele tesbit edilmiş, bunların farklı açılardan yorumlanmasıyla iki filozofun o r t a k bir noktada birleşecekleri ispat edilmeye çalışılmıştır. Eseri ilk defa F. Dieterici, eş-Şe-
handlungen
philosophische
Ab-
içinde neşretmiştir (Leiden
1892, s. 54-60). 10. Mekânıl-'akl.
Kay-
Philosophiae
Ara-
(Bonn 1836, s. 24-34), d a h a son-
eş-Şemeretü'l-
içinde (Leiden 1890, s. 55-65)
neşredilmiştir. Delhi (1312/1892) ve Kahire'de d e {1907, 1910) basılan eseri Die-
naklarda isminin başına "kitab", "risâle"
terici Alfârâbî's
ve "makale" kelimeleri getirilerek zikre-
Almanca'ya (Leiden 1892, s. 92-107), Mah-
dilen bu eserde Fârâbî akıl teriminin altı
m u t Kaya "Felsefenin Temel Meseleleri"
ayrı anlamı b u l u n d u ğ u n u söyler. Bunlar-
adıyla Türkçe'ye (Felsefe Arkiui, sy. 25 lis-
d a n Aristo'nun II. Analitikleri
tanbul
ile De
philosophische
içinde
19841, s. 203-212) çevirmişlerdir
söz konusu ettiği akıl kav-
(diğer dillere olan tercümeleri için bk. el-
ramı üzerinde d u r a r a k bu g ü c ü n nasıl
Meurid, İV/3 IBağdad 1395/1975], s. 249).
Anima'sında
soyutlama yaptığını, bilginin a ş a m a aşa-
13. Fuşûşü'l-hikem.
m a nasıl m e y d a n a geldiğini anlatır. Die-
itibariyle d a h a çok İşrâkI bir filozofun
terici «tarafından
zıyye
eş-Şemeretü'l-mar-
içinde yayımlanan
eser
(Leiden
Genel
muhtevası
kaleminden çıktığı izlenimini verdiği için mevsukiyeti tartışmalı olan risâle Fârâbî'-
1890, s. 39-48) d a h a sonra Kahire'de ba-
nin eserleri arasında üzerine en çok şerh
sılmış (1907, 1927), ilmî neşrini ise M.
yazılanıdır. İlk defa İstanbul'da
Boyges Risâle
fi'l- cakl
adıyla gerçek-
(I29l),
d a h a sonra Dieterici t a r a f ı n d a n es - Şe-
leştirmiştir (Beyrut 1938). Ortaçağ'da De
meretü'l
Intellectu
başlığı altında Latince'ye ter-
s. 66-82) neşredilen eserin başka baskı-
c ü m e edilen bu metni (Venedik 1495; Pa-
ları da vardır (Kahire 1907, 1916, 1924,
ris 1638) E. Gilson çeşitli nüshalarla kar-
1926; Bombay 1937; Haydarâbâd
şılaştırarak "Les Sources greco-arabes
1345). Dieterici'nin yaptığı Almanca ter-
158 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
- marzıyye
içinde (Leiden 1890,
1343,
FÂRÂBÎ cümesi Alfârâbî's
philosophische
için-
de yayımlanmıştır (Leiden 1890, s. 108138). 14. el-Mesâ'ilul-felsefiyye c
ecvibetü
anhâ
(Leiden
ve'l-
1890;
Kahire
olarak da bilinir. Fârâ-
rüşlerini içeren bağımsız bir hüviyet ka-
bî'nin, Aristo'nun talebesi Büyük Zenon
zanmıştır. Buna r a ğ m e n filozof geleneği
tuz-Zînûniyye
ile Şeyh-i Yûnânî'ye (Plotinus [?]) ait bazı
sürdürerek eserine Kitâbü'l-Hurûf
risâleleri
vermiştir. Eserin ilmî neşri Muhsin Mehdî
hıristiyanların
şerhettiklerini,
adım
1907, 1925; Haydarâbâd 1925, 1931; Bom-
f a k a t hakkını veremediklerini söyleyerek
tarafından
bay 1931). Cevâb
li-mesâ'il
kendisinin bu risalede d a h a çok din fel-
1970). 24. Risâle
karşı maddî kâinatta boşluğun bulunma-
c
sü'ile
anhâ
{Ceuâbât)
ve M e s â ' i l ü
gerçekleştirilmiştir
fi']-halâ'
(Beyrut
Atomculuğa
müteferrika
sefesini ilgilendiren meseleleri altı mad-
adlarıyla da anılan eser, felsefe ve man-
de halinde özetlediği kaydedilir. Fakat
dığını ispat e t m e k üzere kaleme alınan
tık alanında sorulan kırk üç soruya ve-
genel muhtevası itibariyle b u n u n Fârâ-
ve bilim tarihi açısından büyük ö n e m ta-
rilen cevaplardan oluşmaktadır. Eserin
bî'ye ait bir eser olduğunu söylemek zor-
şıyan eseri Necati Lugal ve Aydın Sayılı
ilmî neşrini Ca'fer Âl-i Yâsîn gerçekleş-
dur. Eser Hilmi Ziya Ülken ve Kıvâmüd-
Türkçe çevirisiyle birlikte yayımlamışlar-
din Burslan t a r a f ı n d a n Türkçe'ye çevril-
dır (Ankara 1951). 25. Vücûbü
d e yayımlamıştır (Beyrut 1407/ 1987, s.
miştir ( Fârâbî, İstanbul 1940, s. 108-114).
ti'l-kimyâ'
râbî'nin Simya Sanatının Lüzûmu Hakkın-
tirmiş ve Risâletâni
felsefiyyetârı
için-
şmâ'a-
Aydın Sayılı tarafından "Fâ-
79-116). Ortaçağ'da İbrânîce'ye çevrilen
19. İsbâtul-müfârakât
eseri Dieterici Almanca'ya (Leiden 1890),
Haydarâbâd 1345; Bombay 1354). Ay üs-
daki Risâlesi" başlığıyla Türkçe'ye çevrile-
Hilmi Ziya Ülken ve Kıvâmüddin Burs-
t ü âleminde m a d d e d e n bağımsız şekilde
rek metniyle birlikte neşredilmiştir (TTK
ian Türkçe'ye ( Fârâbî ; İstanbul 1940, s. 42-
b u l u n d u ğ u ve gezegenlerin d i n a m i k ola-
Belleten, XV/57 |Ankara 1951], s. 65-79).
57) çevirmişlerdir. 15. en-Nüket
fîmâ ye-
rak
26. el - Elfâzü'l - müsta c mele
şıhhu
ahkâmi'n-
akılların (yk.bk.) ispatını konu alan bir ri-
Klasik kaynaklarda adı geçmeyen kitap,
(Leiden 1890; Kahire (907; Hay-
sâledir. Hilmi Ziya Ülken ve Kıvâmüddin
bir bakıma Fârâbî'nin m a n t ı k alanında
darâbâd 1345/1926, 1931, 1368/1948). eJ-
Burslan'ın Türkçe'ye t e r c ü m e ettiği risâ-
kaleme almış olduğu eserlerin bir hulâ-
lenin (Fârâbî, istanbul 1940, s. 99-108) Hü-
sası mahiyetindedir. Eserde daha çok dil-
seyin Aydın t a r a f ı n d a n yeni bir çevirisi
m a n t ı k ve dil-düşünce arasındaki iliş-
yapılmıştır (Uludağ
ki üzerinde d u r u l m a k t a , sıra itibariyle
ve mâ lâ yeşıhhu
nücûm
Cihetü'lletî
min
c
yeşıhhu
aleyha'l-kavlü
bi-ahkâmın-nücûm, şıhhu
Tezâkîr fîmâ ye-
ve mâ lâ yeşıhhu
nücûmve
min
ahkâmi'n-
c
Fazîletü'l-
ulûm
ve'ş-şmâ-
c
ât adlarıyla da anılmaktadır. Astronomi
hareketini
Fakültesi
(Kahire
sağladığı
kabul
Üniversitesi
1345;
edilen
İlâhiyat
Dergisi, 1/1 IBursa 1986], s. 9-
12). 20. Felsefetü
Aristotâlîs.
Kitâbü'1-Makülât'tan
fi'l-mantık.
önce gelmekte-
Aristo'nun
dir. Muhsin Mehdî t a r a f ı n d a n ilmî neşri
(astroloji) hakkında bir kısmı doğru, bir
ahlâk ve siyaset dışındaki eserlerinin bir
yapılan eseri (Beyrut 1968) Fevzî Mitrî en-
kısmı yanlış o l m a k üzere bazı bilgiler ve-
kritiği mahiyetinde olup Muhsin Mehdî
Neccâr da yayımlamıştır (Beyrut 1971).
ren eser aynı z a m a n d a müellifin felse-
tarafından tenkitli neşri yapılmış (Beyrut
fesine ait t e m e l görüşleri de ihtiva et-
1961) ve Hüseyin Atay t a r a f ı n d a n Türk-
mektedir. Eserin ilmî neşrini Ca'fer Âl - i
çe'ye çevrilerek Fârâbi'nin
Yâsîn y a p m ı ş ve Risâletâni
de yayımlanmıştır (Ankara 1974, s. 87-
tân
felsefiyye-
içinde yayımlamıştır (Beyrut 1407/
167). 21. Felsefetü
Üç Eseri için-
Eflâtûn.
Eflâtun fel-
1987, s. 45-65). Dieterici t a r a f ı n d a n Al-
sefesini t a n ı t m a k amacıyla kaleme alı-
manca'ya çevrilen eseri (Leiden 1890) Hil-
nan eseri önce Franz Rosenthal ve Ric-
m i Ziya Ülken ve Kıvâmüddin
Burslan
hard Rudolf Walzer neşretmiş (London
Türkçe'ye
1943), d a h a sonra da A b d u r r a h m a n Be-
"Fazîletü'l- C ulûm" tercüme
başlığıyla
etmişlerdir
( Fârâbî ; İstanbul
1940, s. 58-73). 16. et-Ta'lîkât
devi Eflâtûn
fi'l-İslâm
(Tahran 1974) için-
(Hayda-
d e yayımlamıştır. Eser Hüseyin Atay ta-
râbâd 1927, 1931; Bombay 1937). Bazı kay-
rafından Türkçe'ye çevrilmiştir (Fârâbî'-
naklarda Te câlîk
nin Üç Eseri, Ankara 1974, s. 65-84). 22.
fi'l-hikme
adıyla da
anılan eser, çeşitli felsefe problemleriyle
Telhîşu
ilgili 101 kısa n o t u n bir araya getirilme-
Nomoi
Nevâmîsi
siyle o l u ş m u ş bir risâledir. İlmî neşrini
olup A b d u r r a h m a n Bedevi tarafından Ef-
(Kanunlar)
Eflâtun'un
Ca'fer Âl-i Yâsîn'in yaptığı eser (Beyrut
lâtûn
1408/1988) Hilmi Ziya Ülken ve Kıvâmüd-
yımlanmış ve Fahrettin Olguner tara-
din Burslan t a r a f ı n d a n Türkçe'ye çev-
f ı n d a n Eflâtun'un
rilmiştir
( Fârâbî; İstanbul 1940, s. 73-99).
17. ed-De'âva'l-kalbiyye
fi'l-İslâm
Eflâtûn.
adlı eserinin hulâsası
(Tahran 1974) içinde ya-
Kanunlarının
Öze-
ti adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir (Ankara
(Haydarâbâd
1985). 23. Kitâbü'l-Hurûf.
Aristo'nun on
1349/1930, 1931; Bombay 1354/ 1935).
d ö r t b ö l ü m d e n oluşan
Metafizika'sının
ed-De'âva'l-felsefiyye
Tecrîdü'd-
bölümleri Grek alfabesinden bir h a r f ile
adlarıyla da anılan
birbirinden ayrıldığı için eser tercüme-
de'âva'l-kalbiyye
ve
eser, k o n u ve m u h t e v a itibariyle
nul-mesâ'il
z
Uyû-
gibi Fârâbî felsefesinin te-
c
z
ler d ö n e m i n d e M â ba de't-tabî a nında Kitâbü'l-Hurûf
ya-
olarak da litera-
mel problemlerine ait bir özet niteliği-
t ü r e geçmiştir. Fârâbî bu eseri şerhet-
ni t a ş ı m a k t a d ı r . Eseri Hilmi Ziya Ülken
m e k amacıyla işe başlamış, f a k a t o dö-
ve Kıvâmüddin Burslan Türkçe'ye çevir-
n e m d e güncel bir problem olan mantık-
mişlerdir ( Fârâbî , İstanbul 1940, s. 115-
la dil ve g r a m e r arasındaki ilişki konu-
127). 18. Risâletü
(Hay-
suna ağırlık verdiğinden kitap bir bakı-
darâbâd 1349; Bombay 1937). er-Risâle-
m a filozofun dil felsefesi alanındaki gö-
Zînûni'l-Kebîr
27. et-Tevü'e.
Mantıkla ilgili meselele-
re kısa bakışlar şeklinde telif edilmiş olan eseri önce Dunlop İngilizce çevirisiyle (IQ, V / 3 11956-1957], s. 224-235), d a h a sonra da M ü b a h a t Türker Türkçe tercümesiyle birlikte ( DTCFD, XVl/3-4
(19581,
s. 187-194) neşretmişlerdir. Eserin Refîk el-Acem tarafından d a h a sıhhatli bir neşri gerçekleştirilmiştir (el-Mantık
c
in-
de'I-Fârâbî I, Beyrut 1985, s. 54-62). 28. elFusûlü'l-hamse.
Mantığa yeni başlayan-
Fusûlün
lar için özet bilgiler içeren ve
yuhtâcü
ileyhâ
fî
smâ'ati'l-mantık
adıyla da anılan risâle Dunlop (/Q, V / 2 11955],
s.
264-282),
Mübahat
Türker
(DTCFD, XVI/3-4 11958], s. 203-213) ve R e f î k e l - A c e m (el-Mantık
'inde'l-Fârâbî
/, Beyrut 1985, s. 63-73) t a r a f ı n d a n yayımlanmıştır (risâlenin diğer dillere olan tercümeleri için bk. el-Mevrid, IV/3 (Bağdad 1395/19751, s. 253). 29. Îsâğücî
Medhal). goriler
(el-
Her ne k a d a r Aristo'nun Kateadlı eserine giriş
mahiyetinde
Porphirios'un (Furfûriyüs) yazdığı, beş külliyi k o n u alan eseriyle aynı adı taşıyorsa da tertip ve muhteva itibariyle ondan oldukça farklıdır. İlk defa Dunlop'ın İngilizce çevirisiyle birlikte yayımlanan eserin (/Q, V / 3 11956-1957], s. 115-138) Refik elAcem t a r a f ı n d a n d a h a sıhhatli bir neşri gerçekleştirilmiştir (el-Mantık
râbî I, Beyrut 1985, 1, 75-87). 30.
c
inde'l-FâKitâbü'l-
159 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂRÂBÎ ve M. Grignnaschi, eserin tenkitli metnini ' £(,_
hiyye.
Ebû M u h a m m e d (Ebü's-Suûd) Abdülkâdir b. Alî b. Yûsuf el-Fihrî el-Fâsî (ö. 1 0 9 1 / 1 6 8 0 )
fî
adlı eserinin şer-
hidir (el-Hizânetü'l-âmme, nr. 95). 13. Zeh-
rü'ş-şemârîh
(I-II, Fas 1319). Fıkha dairdir. 2. el-Fık-
FÂSİ, Abdülkâdir b. Ali
bi-şerhi'l-
Endülüs
rıage mentionnes
asıllı
Abd
dans l'lgaza du
Cheikh
el-Fasy, Paris 1907). 6. el-
al-Qadir
desi E b ü ' l - M e h â s i n el-Fâsî ve o n u n şey-
o l u p Fas'a yerleşen, birçok â l i m ve mu-
hinin m e n â k ı b ı n a dairdir (el-Hizânetü'l-
tasavvıfın yetiştiği
â m m e , nr. 522, 1222, 1449, 2627, 3306,
t u r . İlk tahsilini b a b a s ı n ı n ve d i ğ e r âlim-
f ı n d a n şerhedilmiştir (Rabat el-Hizânetü'l-
3582, 61451. 15. Ezhârü'l-bustân
fî me-
lerin y a n ı n d a yaptı. Ö ğ r e n i m i n i sürdür-
âmme, nr. 496). 7.
nâkıbi'ş-Şeyh
Ebü'l-
m e k maksadıyla 1025 (1616) yılında Fas'a
de fi'r-red
M e h â s i n el-Fâsî'nin Ârif el-Fâsî diye ta-
gitti. Aralarında Ârif el-Fâsî diye t a n ı n a n
di'l-Meşmûde.
'Abdirrahmân.
bir aileye
'Akide.
mensup-
Oğlu A b d u r r a h m a n el-Fâsî tara-
'alâ
en-Netîcetü'l-mahmûzâ'imi
milkiyyeti
Vâ-
Bir n ü s h a s ı F a s ' t a el-
n ı n a n k a r d e ş i E b û Zeyd A b d u r r a h m a n
b a b a s ı n ı n a m c a s ı E b û Zeyd (Ebû Muham-
Hizânetü'l-Ahmediyye'de m e v c u t t u r (Ab-
b. M u h a m m e d el-Fâsî'nin biyografisine
med) A b d u r r a h m a n
düsselâm b. Abdülkâdir b. Sûde, I, 62). Fâ-
b. M u h a m m e d
el-
dairdir (el-Hizânetü'I-Haseniyye, nr. 583).
Fâsî, E b ü ' l - K a s ı m b. E b ü ' n - N u a y m el-
sî'nin ayrıca el-Ferâ*iz
16. Tuhfetü'l-ekâbir
{ah-
Gassânî, Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m -
bir eseri o l d u ğ u k a y d e d i l m e k t e d i r (Kâ-
Babası Ab-
m e d e l - M a k k a r î ve İbn Âşir el-Fâsî'nin
dirî, II, 272).
d ü l k â d i r el-Fâsî'nin biyografisine dair-
b u l u n d u ğ u birçok h o c a d a n d e r s aldı. Bu
A b d ü l k â d i r el-Fâsî'nin hayatı hakkın-
dir (el-Hizânetul-Haseniyye, nr. 643, 707).
a r a d a m u t a s a v v ı f l a r l a tanıştı. Ç o k etki-
d a m ü s t a k i l eserler telif edilmiştir. Bun-
17. Zikru
fil-ka-
lendiği Şeyh A b d u r r a h m a n b. M u h a m -
ların a r a s ı n d a
İ b n ü ' l - A h m e r ile d i ğ e r bazı müel-
m e d el-Fâsî'ye i n t i s a p etti. İlim ve tak-
Zeyd A b d u r r a h m a n ' ı n
Fâ-
vası ile kısa z a m a n d a ş ö h r e t e k a v u ş a n
fî
adıyla y a y ı m l a n a n eserin (Ra-
A b d ü l k â d i r , dedesi E b ü ' l - M e h â s i n el-Fâ-
kitabıdır. Yine A b d u r r a h m a n t a r a f ı n d a n dedesinin
bâri)'ş-Şeyh
dîm.
fî menâkıbi
'Abdilködir.
ba'zı
meşâhîri
Fâs
liflere d e n i s b e t edilen ve Büyûtâtü
si'l-kübrâ
adlı
en t a n ı n m ı ş ı , o ğ l u
menâkıbi'ş-Şeyh
Ebû
Tuhfetü'l-ekâbir 'Abdilködir
adlı
bat 1972) A b d u r r a h m a n el-Fâsî tarafın-
sî'nin Fas'ta k u r d u ğ u
d a n ihtisar edildiği ve k i t a b a bazı ilâve-
siyye'nin şeyhi o l d u . B u r a d a ve Câmiu'l-
olarak yazılan Ezhârü'l-bustân
lerde b u l u n u l d u ğ u s ö y l e n m e k t e d i r (Fâ-
Karaviyyîn'de b a ş t a h a d i s o l m a k
nâkıbi'ş-Şeyh
sî'nin eserleri için ayrıca bk. M u h a m m e d
çeşitli dersler verdi ve çok sayıda öğren-
d ü l k â d i r el-Fâsî'ye d a i r h a b e r ve m e n -
ci yetiştirdi. A r a l a r ı n d a o ğ l u E b û Zeyd
kıbeleri ihtiva e t m e k t e d i r .
el-Fâsî'nin bibliyografyadaki makalesi).
ez-Zâviyetü'l-Fâ-
ve's-sünen
üzere
A b d u r r a h m a n ile E b û Ali el-Yûsî, Ebü'l-
BİBLİYOGRAFYA : Muhammed el-Arabî el-Fâsî, Mir' âtü'l-mehâsin min ahbâri'ş-Şeyh Ebi'l-Mehâsin, Fas 1323/1905, s. 147-150; Kâdirî. tieşrü'l-meşânî, 11, 325-329; Selâvî, Kitâbü'l-Istikşâ, VII, 45, 108; izâhu'l-meknûn, I, 9, 106, 113, 162, 296, 378; II, 142, 234, 412, 499, 525, 561, 659; Brockelmann, GAL, 11, 612; Suppi, il, 694-695; Serkîs, Mu'cem, I, 1010; Kehhâle, Mu'cemulmüellifin, V, 145; Abdüsselâm b. Abdülkâdir b. Sûde, Detîlü mü'errihi'l-Mağribi'l-aksâ, Dârüibeyzâ 1960-65, I, 62," 144, 175, 176,' 185, 196, 217, 236; II, 289, 313, 377, 403, 407, 430; Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris, II, 735-736; a.mlf., et-Terâtîbü7-idâriyye (Özel), III, 21-23; A. L. de Premare, Sîdi 'Abd er-Rahmân el-Mejdûb, Paris 1985, s. 155-189; İbrahim Harekât, et-Teyyârâtus-siyâsiyye ue'l-fikriyye bi'l-Mağrib kable'l-himâye, Dârüibeyzâ 1405/1985, s. 263; a.mlf., es-Siyâse ue'i-müctema' fi'l-asri'sŞa'dt Dârüibeyzâ 1987, s. 192; Ömer Ferruh, Me'âlimul-edebi'l-'Arabî, Beyrut 1406/1986, II, 777-781; Muhammed el-Fâsî, "el-'Âlimü'lmevsû'î Ebû Zeyd 'Abdurrahman el-Fâsî ma'a k â ' i m e kâmile li-mü'ellefâtih", MMLA, LVIII (1986), s. 122-140; aynı makale, el-Menâhil, XXXV, Rabat 1986, s. 55-80; E. Levi-Provençal, " 'Abd al-Rahmân al-Fâsi", Et 2 (İng.), I, 86; Ch. Pellat, "al-Fâsi", El 2 Suppi (ing.), s. 302. H
İBRÂHİM H A R E K Â T
Hasan
el-Hureyşî,
Muhammed
b. Ab-
d ü s s e l â m e l - B e n n â n î ve E b û S â l i m elAyyâşî gibi t a n ı n m ı ş âlimlerin d e bulund u ğ u öğrencileri h a k k ı n d a o ğ l u Abdurr a h m a n İbtihâcü'l-beşâ'ir
rate
'ale'ş-Şeyh
fî men
'Abdilködir
ka-
adıyla bir
eser yazmıştır. R e s m î görev a l m a y ı k a b u l
etmeyen
A b d ü l k â d i r el-Fâsî k i t a p istinsah
ede-
rek hayatını k a z a n m ı ş t ı r . En ç o k istinsah ettiği k i t a p l a r B u h â r î ve M ü s l i m ' i n
el-Câmi'u'ş-şahîh'leridir.
A b d ü l h a y el-
Sahîh-i
Kettânî, Fâsî'nin yazdığı nefis bir
Buhârî
nüshasının
kendisinde
mevcut
o l d u ğ u n u söyler ( Fihrisü'l-fehâris, 11, 776). Fâsî 8 R a m a z a n 1091 (2 Ekim 1680) tarihinde vefat etti ve vasiyeti üzerine kendi zâviyesine d e f n e d i l d i . Bazı kaynaklard a v e f a t g ü n ü 9 R a m a z a n o l a r a k geçmektedir. Eserleri. A b d ü l k â d i r
el-Fâsî'nin
a m c a s ı Ârif el-Fâsî'yle
'Abdirrahmân
ilgili
fî
me-
da
Ab-
BİBLİYOGRAFYA: Abdurrahman b. Abdülkâdir el-Fâsî, Tuhfetu l-ekâbir ft menâkıbi'ş-Şeyh 'Abdilkâdir, Rabat el-Hizânetü'l-melikiyye, nr. 707; a.mlf., Ezhârü'l- bustân, Rabat el-Hizânetü'l-âmme, nr. 2074, s. 406; Ahmed b. Ya'küb el-Veliâlî. Mebâhisü'l-enuâr, Rabat el-Hizânetü'l-âmme, nr. 2305; Muhibbi. Hulâşatü'l-eşer, II, 444-446; Kâdirî. Neşrü'I-mesânî, II, 270-279; Versilânî, NüzhetuTenzâr fî fazli 'itmi't-târîh ue'l-ahbâr, Beyrut 1394/1974, I, 124; Selâvî, Kitabü'l-lstikşâ, VII, 4, 45, 105, 108; Serkîs, Mu'cem, I, 207; II, 1430; Mahiüf. Şeceretü'n-nür, s. 314-315; Brockelmann, GAL Suppi, I, 263; II, 708; Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris, II, 763-771, ayrıca bk. İndeks; Ziriklî, el-A'lâm, IV, 166; Kehhâle. Mu'cemuTmü'ellifîn, V, 295; Muhammed Dâvûd, Târîhu Tıtuân, Tıtvân 1379/1959, I, 304-309; Abdüsselâm b. Abdülkâdir b. Sûde, Delîlü mü'errihi'l-Mağribi'l-akşâ, Dârüibeyzâ 1960-65, I, 62, 179, 196; II, 315; Ömer Ferruh, Me'âlimul-edebi'l-'Arabî, Beyrut 1406/ 1986, II, 777-781; E. LĞvi-Provençal, "'Abd alKâdir al-Fâsi", El 2 (ing.), I, 70; Ch. Pellat, "alFâsı", El 2 Suppi (ing.), s. 302-303.
çoğu
S
ÎBRÂHİM
HAREKÂT
öğrencileri t a r a f ı n d a n t o p l a n ı p bir araya g e t i r i l m i ş f e t v a ve d e r s n o t l a r ı n d a n
^
FÂSÎ, Ebû İmrân
;
(bk. EBÛ İMRÂN el-FÂSİ).
oluşan belli başlı eserleri şunlardır; 1. en-
Nevâzilü'l-kübrâ
(el-Ecvibetul-kübrâ)
211 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂSÎ, Takıyyüddin
FÂSÎ, Takıyyüddin ( ^ Ji^j* ) Ebü't-Tayyib Takıyyüddîn Muhammed b. Ahmed b. Alî el-Hasenî el-Fâsî (ö. 832/1429)
iade edildi. 828'de (1425) gözleri görmez
târihi
oldu ve 3 Şevval 832 (6 Temmuz 1429)
dört defa ihtisar edilen Şifâ'ü'l-ğarâm'irı bazı bölümleri 1859'da Leiden'de basılmış, bazı bölümleri de F. Wüs-
tarihinde vefat etti. Fâsî çeşitli âlimlerin övgüsüne mazhar olmuştur. Makrîzî el- cUküd'da,
Mek-
ke ve Medine'de iken sık sık görüştüğü Fâsî'nin Hicaz bölgesinde benzeri bu-
Mekke tarihi hakkındaki eserleriyle tanınan Mâlikî fakihi.
lunmayan bir bilgi hazinesi olduğunu zikretmektedir. İbn Hacer el-Askalânî Mısır, Şam, Yemen ve diğer memleketler-
10 Rebîülevvel 775'te (30 Ağustos 1373)
de hadis tahsil ederken Fâsî'nin kendi-
Mekke'de doğdu. Kendisinin bildirdiği-
siyle ders arkadaşlığı ettiğini, şer'î me-
ne göre nesebi Ebû Tâlib'e varmaktadır.
seleleri birlikte çözdüklerini, onun gibi
Fâsî nisbesi aslen Faslı olduğunu, Hase-
bir âlimin kaybına çok ü z ü l d ü ğ ü n ü söy-
nî nisbesi de nesebinin Hz. Ali'nin oğlu
lemektedir. İbn Hacer'in öğrencisi Şem-
Hz. Hasan'a dayandığını
göstermekte-
seddin es-Sehâvî de Fâsî'nin büyük bir
dir. Annesi, Mekke başkadısı Ebü'l-Fazl
âlim, fakih ve hâfız-, hadis, tarih, fıkıh
Mekkete'l
- müşerrefe
adlarıyla
tenfeld tarafından Leipzig'de yayımlanmıştır ( Die Chroniken der Stadt Mekka Iserisi içinde], 1857-1861, II, 55 vd.). Daha sonra Kahire'de (1956) ve Ömer Abdüsselâm Tedmürî tarafından Beyrut'ta iki cilt halinde neşredilmiştir (1405/1985). 2. el- cİkdü's-şemîn fî târîhi'l-beledi'l -
emîn. Mekke'nin tarihi, valileri, burada yetişen veya buraya gelip yerleşen âlim, fakih, şair, edip vb. şahsiyetler hakkında yazılmış en hacimli ansiklopedik eserdir. Müellif kitabına, Şifâ^ü'l-ğarâm ve
ez-Zühûrü'l-muktetafe min târihi Mekkete'l-müşerrefe adlı eserlerinden kıve usûl-i fıkıhta söz sahibi; iyi huylu, Kemâleddin M u h a m m e d b. A h m e d ensalttığı bir girişle başlamaktadır. Bu kıdin ve dünya işlerini iyi bilen bir kişi; deNüveyrî'nin kızıdır. Kur'an'ı ezberlediksımda Mekke'deki evlerin satılması ve ha sahibi ve tatlı dilli bir kimse olduğuten sonra Mekke ve Medine'den başka kiralanmasıyla ilgili şer'î hükümler, Meknu kaydeder. defalarca gittiği Şam ve Kahire'de tahke'nin isimleri, Kâbe ve müştemilâtına silini sürdürdü. Ayrıca Yemen'de ve sedair bilgiler, haccın menâsiki, hacılarla Eserleri. 1. Şifâ'ul-ğarâm bi-ahbâyahatleri sırasında uğradığı Gazze, Remilgili haberler ve siyere dair konular yer ri'l-beledi'l-harâm. Ezrakî'nin Ahbâru le, Nablus ve İskenderiye'de bazı hocaalmaktadır. Fâsî siyerle ilgili bilgileri AlâMekke ve mâ câ'e fîhâ mine'l-âsâr'ı lardan ders aldı. Şehâbeddin İbnü'n-Nâeddin Moğultay b. Kılıç el-Hanefî'nin esile Fâkihî'nin Târîhu Mekke 'sinden sonsih, Nûreddin en-Nüveyrî, Cemâleddin Sîretü'ş-şuğrâ'sından almıştır. Girişten ra bu alanın en önemli eseri sayılmakİbn Zahîre, Nûreddin el-Heysemî, Zeysonra müellif kitabına aldığı şahısların tadır. Fâsî, kırk bab üzerine tertip ettiği nüddin el-lrâkî ve Ebû Hüreyre b. Şemhal tercümelerini alfabetik sıraya göre eserin önsözünde Ezrakî'den sonra geseddin ez-Zehebî gibi tanınmış hocalarkaydetmiş, ancak M u h a m m e d ve Ahlen Mekkeli âlimlerin Ezrakî'nin tarihidan hadis; Sirâceddin el-Buiklnî, İbnü'lm e d isimlerini öne almıştır. Bu arada ne benzer bir eser telif e t m e konusunMülakkın, Şemseddin el-Kalyûbî, Şerîf kendi hal tercümesine de M u h a m m e d daki ihmallerine şaştığını söyledikten Abdurrahman b. Ebü'l-Hayr el-Fâsî, Zey1 adını taşıyan kişiler arasında 38. sırada sonra Şifâ'ü'l-ğarâm 1 yazarken bazı nüddin Halef b. Ebû Bekir et-Tahrîri"geniş bir şekilde yer vermiştir (I, 331bilgileri kitabelerden, bazılarını sözüne den fıkıh ve fıkıh usulü; ayrıca bazı ho363). Bizzat müellifi tarafından c Ucâgüvenilir kişilerden, bazılarını bizzat şacalarından kendi eserlerini veya hocaletü'l-kırâ li'r-râğıb fî târihi ümmi'lhit olduğu olaylardan, bazılarını da vakc larının eserlerini, Burhâneddin İbn Ferkurâ adıyla kısaltılan elİkdü'ş-semîn'e fiyelerden elde ettiğini belirtmiştir. Eser h û n ' d a n da Matarî'nin Târîhu'l-MediFâsî'nin öğrencilerinden Necmeddin İbn Câhiliye devrinden IX. (XV.) yüzyılın başFehd ed-Dürrü'l-kemîn bi-zeyli'i-cİkne'sini okudu. Bizzat kendisi, hadis dinlarına kadarki Mekke hakkında dinî, küldi's-semîn ismiyle bir zeyil yazmıştır. lediği ve icâzet aldığı hocalarının 500 citürel, siyasî, iktisadî ve içtimaî bilgiler Eser dört cilt halinde iki defa basılmış varında olduğunu söylemektedir (el-'lkvermektedir. Bu çerçevede Mekke'nin (Kahire 1289-1290; Mekke 1314), daha sonduş-şemîn, I, 340). 799 (1396) yılında topografyası, Kâbe'nin örtüsü, Kâbe'ye ra M. Fuâd Seyyid tarafından sekiz cilt Kahire'de İbn Haldûn ile görüştü. Bu göhizmet edenler, buraya gönderilen heolarak yayımlanmıştır (Kahire 1378/1958r ü ş m e onun tarih araştırmalarına ilgi diyeler, Mekke'deki medreseler, ribât1388/1969). Bu baskının ilk cildini Muduymasında etkili oldu. lar, sular ve kuyular, Hz. Peygamber devh a m m e d Hâmid el-Fıkî, son cildini de rinden müellifin zamanına kadar görev Takıyyüddin el-Fâsî, Memlükler'den Fuâd Seyyid'in vefatından sonra Mahyapan Mekke valileri, şehrin uğradığı sel Sultan el-Melikü'n-Nâsır Ferec b. Berkuk m û d M u h a m m e d et-Tanâhî tahkik etfelâketleri ve salgın hastalıklar, Mekke'tarafından 807 Şevvalinde (Nisan 1405) miştir. 3. el-Muknf min ahbâri'l-münin isimleri, haremin sınırları ve MesMekke'de Mâlikî kadılığına getirildi. Bu lûk ve'l - huleîâ' ve vülâti Mekkete'şcid-i Harâm'ın imarı, bölgedeki diğer vazife Mekke'de kendisinden önce kimşürefâ\ Eserin Abbâsî halifelerinin som u k a d d e s m e k â n ve m a k a m l a r , Kâbe'seye müstakil olarak verilmemişti. 813'nuna kadar olan birinci kısmını Francisnin özellikleri, z e m z e m ile ilgili haberte (1410) Bengal Sultanı Mansûr Gıyâcus E r d m a n (Kazan 1822), t a m a m ı n ı ise ler, haccın menâsiki, Câhiliye döneminseddin Ebü'l- Muzaffer A'zamşah taraM u h a m m e d Altuncî (Dımaşk 1406/1986) de Kureyş kabilesi, Mekke'nin fethi, Câfından Mekke'de yaptırılan el-Medreseneşretmiştir. 4. er-Rızâ ve'l-kabûl fî t ü ' s - Sultâniyyetü'l - Gıyâsiyyetü'l - Ben- hiliye ve İslâm devirlerinde Mekke çarfezâ" ili'1-Medine ve ziyâreti'r-Resûl. şıları gibi konular ele alınmaktadır. Bizcâliyye'ye Mâlikî müderrisi olarak tayin el- cİkdü'ş-şemîn'in Mekke baskısının zat müellifi tarafından Tuhfetü'l-kirâm edildi (814/1411). Ayrıca Mescid-i Hasayfa kenarında yayımlanmıştır (1314). bi- ahbâri'l - beledi'1 - harâm, Tahşîlü'l- S. Erba'ûne hadisen mütebâyinetü'lr â m ' d a dört mezhebe göre fıkıh dersmerâm min târîhi'l- beledi'l -harâm, isnâd ve'l-mütûn. Nevevî'nin kırk haleri verdi. 817 (1414) ve 819 (1416) yılHâdî zevi'l-efhâm ilâ târîhi'l-beledi'ldisinin tahrîci olup bir nüshası Süleymalarında kadılık görevinden iki defa azleharâm ve ez-Zühûrul-muktetafe min dilmişse de aynı yıllar içinde görevine
212
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FASÎH AHMED DEDE niye K ü t ü p h a n e s i ' n d e d i r (Şehid Ali Paşa, nr. 541). 6. îzâhu
Buğyeti
fî zeyli'1-İşâıe.
Z e h e b î ' n i n el-lşâre
biyografik eserine Buğyetü
şâ'ir
fî
delâ'ili'l-İşâre
zeyle y i n e
kendisi
FÂSİD
ehli'l-beşâ'ir
(bk. FESAD).
adlı
ehli'l-be-
adıyla
yazdığı
tarafından
yapılan
L
J
F
FASÎH AHMED DEDE
şerhtir. Eserin 2 1 0 y a p r a k h a l i n d e 904't e (1498) istinsah edilen birinci c ü z ü n ü n y a z m a n ü s h a s ı A k h i s a r Z e y n e l z â d e Kü-
^
(ö. 1111/1699) Divan şairi ve hattat. L
Ahmed
fî ruvâti's-sünen
Adı A h m e d , m a h l a s ı Fasîh'tir. El yazı-
ve'l-mesönid.
sı ile t e r t i p ettiği Türkçe divanının (Mil-
Mevlevîhânesi
zeyli o l u p
let Ktp., Ali Emîrî, M a n z u m , nr. 328) ba-
hazîresindeki
İbn N u k t a ' n ı n et-Takyîd'inin
K e m â l Y û s u f el-Hût t a r a f ı n d a n edilerek iki cilt h a l i n d e (Beyrut
Dede'nin
Zeylü't-
m e k t e d i r (Şeşen, 1, 387 vd.). 7.
Takyîd
Fasih
J
t ü p h a n e s i ' n d e (nr. 754) m u h a f a z a edil-
tahkik
ş ı n d a k i Ali E m î r î ' n i n , "Fasîh D e d e mer-
yayımlanmıştır
h u m u n hatt-ı destiyle şöyle g ö r ü l m ü ş -
1410/1990). 8. eş-Şürefa
(Dı-
maşk 1406).
Galata
mezar tası Tünel / istanbul
t ü r " diyerek d ü ş t ü ğ ü n o t ile divanın diğ e r bir n ü s h a s ı n d a k i k a y d a g ö r e (Millet
mevlevîhânede k a l e m e alan
Fâsî'nin ilmî faaliyetleri a r a s ı n d a ihti-
Ktp., Ali Emîrî, M a n z u m , nr. 326, vr. 73 a )
d e ' n i n m e l â m e t neşvesi, h a k k ı n d a de-
Fasîh De-
s a r ve zeyil çalışmaları d a b ü y ü k bir yer
künyesi Fasîh A h m e d b. M e h m e d b. Du-
d i k o d u m a h i y e t i n d e bazı
t u t m a k t a d ı r . O n u n M e k k e tarihiyle ilgili
k a k i n z â d e A h m e d Bey b. M e h m e d Pa-
o l u ş m a s ı n a yol açmıştır.
ihtisarlarından
ed-
ş a b. A h m e d Paşa ş e k l i n d e t e s b i t edil-
İbn
m e k t e d i r . N i t e k i m Belîğ o n u n Dukakin-
dostlarını ziyaret etti ve dervişlerle t e k
z â d e diye t a n ı n d ı ğ ı n ı (fiuhbetü'l-âsâr,
t e k helâlleşti. Naaşım vasiyeti
Demîrî'nin
başka
Kemâleddin
Hayâtü'l-hayevân'ma,
Râfi'in İbn Neccâr e l - B a ğ d â d î ' n i n
Târî-
vr.
Fasîh A h m e d
menkıbelerin
Dede v e f a t ı n d a n
önce
üzerine
y a p t ı ğ ı zeyline ihtisar-
71 a ), M ü s t a k i m z â d e d e c e d d i n i n vüze-
Şâbaniyye t a r i k a t ı n ı n
ları d a vardır. Zeyil çalışmaları arasın-
r â d a n D u k a k i n z â d e o l d u ğ u n u ( Tuhfe, s.
n u n pîri M e h m e d
d a , Z e h e b î ' n i n Siyerü
644) söyler. Bu d u r u m d a A h m e d Dede'-
kadı. C e n a z e s i n d e b ü y ü k bir
nin, Fâtih S u l t a n
hazır b u l u n d u ve G a l a t a Mevlevîhânesi'-
hu
Bağdâd'ına
i â ' s ı n a y a z d ı ğ ı İrşâdü
tekmili
c
Kitâbi'l-A lâm
a'lâmı'n-nübezevi'l-efhâm
ilâ
zikredilebilir (Zi-
riklî, el-A zlâm, VI, 228).
Arnavutluk'un
Mehmed
zamanında
fethedilmesiyle
İslâmi-
yet'i b e n i m s e y e n ve d a h a s o n r a devlet
nin h â m û ş â n ı n a
Nasühiyye
kolu-
N a s û h î Ü s k ü d â r î yıkalabalık
defnedildi. Vefatı için
N i h â d î ve Ş e h d î gibi şairler t a r a f ı n d a n
K a y n a k l a r d a Fâsî'nin Ş â f i î m e z h e b i n e
a d a m ı , â l i m ve şairler yetiştiren Duka-
mersiye ve t a r i h l e r yazılmıştır. Kabrin-
g ö r e e z k â r , d a a v â t ve m e n â s i k kitapla-
k i n z â d e ailesine m e n s u p o l d u ğ u n u ka-
de, Ş â h i n Giray'ın, " G ö ç t ü b â k î m ü l k ü -
rı yazdığı, ayrıca Cevâhirü'l-
fi'l-
bul e t m e k g e r e k m e k t e d i r . A n c a k k e n d i
n e dervîş Fasîh-i Mevlevî" mısraını ihti-
adlı bir eseri o l d u ğ u kaydedilmek-
eserlerinde, S a f â î ve S â l i m gibi devrin
va e d e n t a r i h kıtasının yazılı o l d u ğ u b a ş
d i ğ e r ş u a r â tezkireleriyle Mevlevî kay-
taşı b u l u n m a k t a d ı r . Fasîh Dede'nin kab-
n a k l a r ı n d a b u k o n u d a h e r h a n g i bir bil-
rinin y a n ı n a s o n r a d a n E s r a r D e d e def-
gi y o k t u r .
nedilmiştir.
hadîs
usûl
t e d i r [El 2 ling.l, 11,829). BİBLİYOGRAFYA: Fâsî, Şifâ'ü'l-ğarâm bi-ahbâri'l-beledi'l-harâm (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1405/1985, I, 5-22; a.mlf., el-'İkduş-şemîn, I, 331-363; İbn Hacer, İnbâ'ul-ğumr, VIII, 187-188; Ahmed b. Ömer el-Hârizmf, Tercümetuş-Şeyh Taktyyiddirt el-Fâsî, Dârü'l-Kütübi'z-Zâhiriyye, Tarih, nr. 3863, vr. 93 a -106 b ; İbn Tağrîberdî, el-Menhelü'ş-şâfî, I, 403-405; Nu'mânî, er-Ravzü'l-'âtir, Berlin Staatsbibliothek, nr. 289; Sehâvî, ed-Dau'ul-lâmi', VII, 1820; Süyûtî, Tabakâtü'İ-huffâz (Ömer), s. 545; İbnü'I-İmâd, Şezerât, VII, 199; Ahmed Bâbâ etTinbüktt, Neytul-ibtihâc (İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb içinde), Kahire 1329, s. 304; Şevkânî, el-Bedrut-tâli\ II, 114-115; F. VVüstenfeld, Die Geschichtschreiber der Araber urıd ihre Werke, Göttingen 1882, s. 473; Serkis, Mu cem, II, 1429-1430; Brockelmann, GAL, II, 172; Suppi, II, 221; a.mlf., "Fâsî", İA, IV, 517; F. Rosenthal, A History of Müslim Historiography, Leiden 1952, s. 404, 408, 414, 524; a.mlf., "al-Fâsi", El 2 (ing ), II, 828-829; Ziriklî, el-A clâm, VI, 228; Ramazan Şeşen, Hevâdirü'lmahtûtâti'l-'Arabiyye, Beyrut 1975, I, 387-388; Abdülvehhâb İbrâhim Ebû Süleyman, Kitâbetulbahsi'l- cilmî, Cidde 1983, s. 592-594; Abdullâh Akîl Ankavî, "el-Mü'orrih Takıyyüddin elFâsî ve kitâbühû Şifâ'ü'l-ğarâm bi-ahbâri'lbeledi'l-harâm", Sources for the History of Arabia, > (1399/.979). «.61-67. H ^ ^
Fasîh Dede XVII. yüzyılın ikinci çeyreğinin başlarında İstanbul'da d o ğ d u . Tahsiline d a i r bilgi b u l u n m a m a k l a
birlikte
hakkındaki övgülü ifadelerden, Arapça
Daha
sonraki yıllarda
iki k a b i r bir i h a t a duvarıyla
her
çevrilerek
üzerine 2 7 Receb 1 3 3 0 ' d a (12 Temmuz 1912) t a m i r edildiklerini belirten bir kitâbe konmuştur.
ve Farsça'ya v u k u f u n d a n , şiir ve inşâda-
Dili m a h l a s ı n ı n i f a d e ettiği şekilde fev-
ki ustalığıyla h a t , resim ve m i n y a t ü r sa-
k a l â d e güzel kullanan, vezne h â k i m olan
h a l a r ı n d a k i m a h a r e t i n d e n iyi bir t a h s i l
Fasîh Dede p ü r ü z s ü z söyleyişi,
gördüğü
m a z m u n ve b e n z e t m e unsurları ile ken-
anlaşılmaktadır.
Dîvân-ı H ü m â y u n
Bir
müddet
kâtipliği yaptı.
sonra K ö p r ü l ü z â d e Fâzıl A h m e d
Daha Paşa'-
d i n e h a s bir ü s l û p ortaya
orijinal
koymuştur.
Özellikle ç o ğ u r i n d â n e ve â ş ı k a n e o l a n
nın hazine kâtibi ve m u s â h i b i oldu. O n u n
gazellerinde b ü y ü k bir başarı g ö s t e r m i ş ,
h i m a y e ve y a r d ı m l a r ı n ı g ö r d ü . Bu göre-
şiirlerinde h a t , resim ve m û s i k i
vi sırasında m e ş h u r h a t t a t Derviş Ali'-
larına yer vermiş, d e y i m ve atasözlerini
unsur-
d e n s ü l ü s ve nesih ö ğ r e n e n Fasîh h ü r d e
ustalıkla k u l l a n m ı ş t ı r . D o k u n a k l ı mersi-
ta'lik hattını ilk yazan h a t t a t olarak anıl-
yeleri çok b e ğ e n i l e r e k belirli
maktadır.
mersiyehanlar tarafından
Köprülüzâde'nin hazine kâtipliğinden ayrıldıktan s o n r a m u h t e m e l e n
1670'ii
yılların b a ş l a r ı n d a G a l a t a Mevlevîhânesi Şeyhi Gavsî D e d e ' y e i n t i s a p etti. Haya-
günlerde
okunmuştur.
B a ş t a Necâtî ve Fuzûlî o l m a k ü z e r e o t u z b e ş şairin 1 0 0 ' d e n f a z l a gazelini b ü y ü k bir başarıyla t a n z î r e d e n Fasîh D e d e ' n i n bazı gazelleri b e s t e l e n m i ş t i r .
t ı n ı n b u n d a n s o n r a k i yıllarını h a t dersi
Fasîh Dede, Şinâsi ve Fasîhî gibi divan
v e r m e k ve divanını y a z m a k l a geçirmiş-
sahibi iki şair yetiştirmiş, N e d î m , Esrar
tir. Eserlerinin h e m e n hepsini ö m r ü n ü n
Dede ve Şeyh Galib b a ş t a o l m a k ü z e r e
son o t u z yıla yakın kısmını geçirdiği b u
p e k çok şairi d e etkilemiştir. Şiirleri da-
213 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FASÎH AHMED DEDE di, nr. 3301; TSMK, Revan Köşkü, nr. 1978;
1
FASÎH-i HÂFt
Konya İl Halk Ktp., Uzluk, nr. 7012). 4. Mü-
nâzara-i
( Jb*) A h m e d b. Celâliddîn M u h a m m e d b. Nasîriddîn Yahyâ (ö. 8 4 5 / 1 4 4 1 [?])
Gül ü Mül. Temsilî bir eser olan
ve dinî, ahlâkî, tasavvufî d ü ş ü n c e l e r e yer verilen eserin on ü ç y a z m a n ü s h a s ı aras ı n d a en iyileri İstanbul Üniversitesi (TY,
Timurlular d ö n e m i n d e yaşayan devlet a d a m ı ve tarihçi.
nr. 492, 1776) ve Süleymaniye (Esad Efen-
j
di, nr. 2 6 8 2 / 3 ) k ü t ü p h a n e l e r i n d e mev-
u Şeb. Yaz-
7 7 7 ' d e (1375) H e r a t ' t a d o ğ d u . Hora-
m a nüshası bulunamayan bu tasavvufî -
san'ın H â f ş e h r i n d e n gelip Herat'ta dev-
t e m s i l î eser M u h a m m e d Lebîb tarafın-
let h i z m e t i n e giren bir ailenin çocuğu-
c u t t u r . S. Münâzaıa-i Fasih A h m e d Dede divanının
Rûz
1278). 6.
d u r . Bazj k a y n a k l a r d a a d ı n a Fasîh-i He-
Divan n ü s h a l a r ı n ı n so-
revî şeklinde r a s t l a n d ı ğ ı gibi, Fasîhud-
ilk sayfası
dan yayımlanmıştır
(Süleymaniye Ktp.,
Tenbâkûnâme.
Esad Efendi,
(İstanbul
n u n d a veya Münşeât'm
nr. 2 6 8 2 )
içerisinde yer
d i n lakabının kısaltılmış biçimi olan Fa-
a l a n l a r d a dahil b e ş n ü s h a s ı t e s b i t edi-
sîh adı yerine yanlış o l a r a k Fasîhî nisbe-
ha sonraki d ö n e m l e r d e d e sevilerek oku-
len bu eserde t ü t ü n ve içki h a k k ı n d a bil-
sinin kullanıldığı d a g ö r ü l ü r . Bu son şe-
n a n Fasîh Dede, Ş e y h ü l i s l â m Zekeriyyâ-
gi verilmiştir. İ s t a n b u l Üniversitesi (TY,
kil o n u n Mücmel-i
z â d e Y a h y â Efendi, Nâilî, Neşâtî, Nedîm-i
nr. 5561) ve S ü l e y m a n i y e (Nâfiz Paşa, nr.
d o ğ m u ş olmalıdır.
Fasîhî
adlı eserinden
K a d î m gibi ç a ğ d a ş ı b ü y ü k şairler ara-
1514/14) k ü t ü p h a n e l e r i n d e k i y a z m a l a r ı
s ı n d a a n ı l m a y a h a k k a z a n m ı ş z a r i f bir
m e v c u t n ü s h a l a r ı n en iyileridir. 7. Ka-
yılları h a k k ı n d a k a y n a k l a r d a bilgi yok-
şahsiyettir.
lem
tur. Ancak tayin edildiği görevler ve Müc-
Makalesi.
K a l e m i n Ievh-i m a h f û z -
Fasîh-i H â f î ' n i n
ç o c u k l u k ve gençlik
Fasîh Dede'nin yeni
d a n itibaren h ü k m ü n ü icra ettiği husu-
mel-i
y a z d ı ğ ı şiirlerini d e ilâve e t m e k suretiy-
s u n u n işlendiği, Kalem sûresinin ilk âye-
d ı ğ ı n a g ö r e iyi bir ö ğ r e n i m
le b i r k a ç d e f a t e r t i p ettiği divanı vefa-
tiyle b a ş l a y a n eserin ü ç ü Süleymaniye'-
T i m u r ' u n ö l ü m ü n d e n ( 8 0 7 / 1 4 0 5 ) sonra
t ı n d a n s o n r a p e k çok d e f a istinsah edil-
d e o l m a k ü z e r e (Reşid Efendi, nr. 855;
veya b u n d a n bir süre önce devlet hizme-
miştir.
edilebilen
Nâfiz Paşa, nr. 1514/ 14; Esad Efendi, nr.
t i n e girdi ve maliye b a k a n l ı ğ ı niteliğin-
o t u z yedi n ü s h a s ı a r a s ı n d a (meselâ bk.
2 6 8 2 / 1 ) altı y a z m a n ü s h a s ı bilinmekte-
d e bir k u r u m olan d i v a n d a çalıştı. He-
İÜ Ktp., TY, nr. 492, 1776, 2919; Süleyma-
dir (İÜ Ktp., TY, nr. 5561; Millet Ktp., Ali
rat'ta Timur'un yerine geçen Ş â h r u h Mir-
niye Ktp., Esad Efendi, nr. 2 6 8 2 / 1 , Hâlet
Emîrî, M a n z u m , nr. 328; Wien, Hofbibliot-
za'nın S e m e r k a n t ' t a k i hazinesini getirt-
Efendi, nr. 678; Millet Ktp., Ali Emîrî, Man-
hek, nr. 710).
Eserleri. 1. Divan.
Bu
bakımdan
tesbit
zum, nr. 326-330; Millî Ktp., Fahri Bilge,
Fasîh A h m e d
nr. 5 5 0 / 1, 5 5 3 / 2 ) bazı f a r k l a r mevcut-
adı g e ç e n Hüsrev
t u r . Eserin M u s t a f a
Ayâz
Çıpan
tarafından
Fasîhî'nin
m u h t e v a s ı n d a n anlaşılgörmüştür.
m e k için görevlendirdiği ü ç k i ş i d e n biri Dede'nin
kaynaklarda
d e Fasîh-i Hâfî'dir. Fasîh 8 1 8 (1415) yı-
Mahmûd
u
lına k a d a r A l â e d d i n Ali T u r h a n ' ı n emir-
ve Behiştâbâd
adlı
lerinden birinin yanında çalıştı; d a h a son-
bulunamamıştır.
ü Şîrîn,
( H â s u Ayâz)
h a z ı r l a n a n tenkitli m e t n i n d e (bk. bibi.)
eserleri
Onun
ra d a Ş â h r u h ' u n h i z m e t i n e girdi. 819'-
altı kaside, 4 7 2 gazel, b e ş terkip, iki ter-
T o p k a p ı Sarayı M ü z e s i (Hazine, nr. 1127,
d a (1416) d i v a n d a k e n d i s i n e tevcih gö-
henüz
cî, yedi m e s n e v i , yirmi bir kıta, yirmi iki
1968; E m a n e t Hazinesi, nr. 1470), Süley-
revi verildi. Ertesi yıl iki kişiyle birlikte
n a z ı m , 1 6 0 r u b â î , yedi t a r i h , bir m u a m -
m a n i y e (Esad Efendi, nr. 2 6 8 2 / 1) ve Mil-
tayin
m â , seksen altı m a t l a ' ve a l t m ı ş bir müf-
let (Ali Emîrî, nr. 328, 329, 377) k ü t ü p h a -
8 2 1 ' d e (1418) uzaklaştırıldı. Üç yıl son-
red b u l u n m a k t a d ı r . 2. Dîvânçe.
nelerinde b u l u n a n çeşitli m e c m u a l a r d a
ra K i r m a n ' d a k i m a l î işleri t a k i p m e m u r -
d a şiirleri vardır.
l u ğ u n a getirildi. 8 2 7 ' d e (1424) Kirman'-
Şairin
Farsça şiirlerini ihtiva e d e n e s e r d e b e ş kaside, o t u z ü ç gazel, bir mesnevi, kırk rubâî,
ü ç tarih,
bir m u a m m a ,
on
bir
m a t l a ' ve on iki m ü f r e d vardır. On bir y a z m a n ü s h a s ı bilinen eser (meselâ bk. İÜ Ktp., FY, nr. 492, 1776; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3682/ i ; TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 1629; Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 326, 328) şairin Farsça'ya v u k u f u n u g ö s t e r m e s i b a k ı m ı n d a n ö n e m l i d i r . 3.
Münşeât.
Fasîh
Dede
Mecmuası
adıyla
d a a n ı l a n ve o n u n i n ş â a l a n ı n d a k i kabiliyetiyle s e ç m e zevkini g ö s t e r e n b u eserd e Türkçe ve Farsça bazı şiirler, t a r i h î
Safâf, Tezkire, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2549, vr. 268a-269b; Belîğ, Nuhbetü'lâsâr, İÜ Ktp., nr. 1182, vr. 71 a -72 b ; Sâkıb Dede, Sefine, III, 101-102; Sâlim, Tezkire, İstanbul 1315, s. 530-541; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 644-645; Esrar Dede, Tezkire, Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp., nr. 1502, vr. 255°-256"; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 193IV, 2 1 ; Osmanlı
leri, II, 113-114; Nail Tuman, Tuhfe-i
Müellif-
milî,
Millî Ktp., nr. 611, II, 1101-1104; Karatay. Türkçe Yazmalar, s. 163-164, 267, 323; TYDK, II, 494504; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik (İstanbul 1953), İstanbul 1983, s. 212-214, 309, 446-447; Mustafa Çıpan, Fasîh
hikâyeler, fıkralar, tarihler, risâleler, hal
Ahmed
t e r c ü m e l e r i ve çeşitli eserlerden örnek-
Dîvânının Tenkidli Metni (doktora tezi, 1991), Selçuk üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; "Fasîh Ahmed Dede", TDEA, III, 161.
ler b u l u n m a k t a d ı r . Münşeât'm hası
t e s b i t edilebilmiştir
d ö r t nüs(Süleymaniye
Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 1514/14, Esad Efen-
214
Dîvân-ı A'lâ
görevinden
d a n d ö n e r e k B â d g î s ' t e Ş â h r u h ' l a görüş-
BİBLİYOGRAFYA:
195; Sicill-i Osmânî,
edildiği
Dede, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve
t ü . 8 2 8 ' d e (1425) tayin edildiği Ş e h z a d e B a y s u n g u r ' u n m a l î işlerini y ö n e t m e görevini 8 3 6 (1432) yılına k a d a r s ü r d ü r d ü . Muhtemelen
MUSTAFA ÇIPAN
eleştir-
Gevherşad
t a r a f ı n d a n hapsettirildi. Bir m ü d d e t sonra s e r b e s t bırakılan Fasîh-i H â f î 8 4 5 ' t e (1441) t e k r a r hapsedildiyse d e kısa bir s ü r e sonra s e r b e s t bırakıldı. Fasîh'in b u t a r i h t e n s o n r a k i hayatı h a k k ı n d a
bilgi
y o k t u r . Olayları kronolojik sıraya
göre
yazdığı e s e r i n d e son o l a r a k 8 4 5 tarihli v a k ' a l a r d a n söz e t t i ğ i n e g ö r e aynı yıl veya bir m ü d d e t s o n r a ö l m ü ş olmalıdır. Eserleri. Fasîh-i H â f î ş ö h r e t i n i
mel-i S
devlet y ö n e t i m i n i
diğinden Şâhruh'un hanımı
Fasîhî
Müc-
adlı Farsça e s e r i n e borç-
l u d u r . U z u n yıllar s ü r e n ç a l ı ş m a l a r so-
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
el-FASL m e s i gibi h u s u s l a r Tevrat'ın t a h r i f edil-
n u n d a birçok k i t a p t a n f a y d a l a n a r a k ka-
ler ve Tevrat, hıristiyanlar ve İncil, İslâ-
leme aldığı bu eserde Hz. Â d e m ' d e n ken-
m î fırkalar ve b u n l a r ı n belli başlı i t i k a d î
m i ş o l d u ğ u n u g ö s t e r e n çelişkili ve yan-
di d ö n e m i n e k a d a r İslâm d ü n y a s ı n d a k i
meselelere dair g ö r ü ş l e r i n i n t e n k i d i ko-
lış bilgiler a r a s ı n d a zikredilir. Bu b ö l ü m
olayları kronolojik sıraya g ö r e kısa ve öz-
nularını ihtiva eder. Eserde k o n u l a r ba-
Tevrat'ın nasıl t a h r i f edildiğini
lü bir şekilde anlatır. Eser bir m u k a d d i -
z a n "fasl", b a z a n "bab", b a z a n d a "el-
bir kısımla sona erer.
anlatan
m e , iki b ö l ü m (makale) ve bir h â t i m e d e n
k e l â m fî..." başlığı altında t o p l a n m ı ş , dü-
meydana
zenli bir s i s t e m t a k i p e d i l m e m i ş t i r .
rulur. Burada, m e v c u t İnciller'le Tevrat'ın
İhtiva ettiği konuları d i k k a t e
alarak
m u k a y e s e s i yapılarak aralarındaki çeliş-
d ö r t b ö l ü m d e incelemek m ü m -
kiler t e s b i t edilir; kırk ü ç fasılda incele-
gelmiştir. M u k a d d i m e d e
Hz.
 d e m ' d e n Hz. P e y g a m b e r ' e , ilk b ö l ü m -
Ü ç ü n c ü b ö l ü m d e İnciller ü z e r i n d e du-
d e Hz. P e y g a m b e r ' i n d o ğ u m u n d a n hic-
el-Faşl'ı
rete, ikinci b ö l ü m d e hicretten 8 4 5 (1441)
k ü n d ü r . Birinci b ö l ü m iki k ı s ı m d a ele alı-
n e n b u çelişkili bilgiler İnciller'in hıristi-
yılına k a d a r k i olaylar ve b u a r a d a şair-
nabilir. Birinci k ı s ı m d a h a k i k a t i n bilgisi-
y a n azizlerince yazıldığının delili o l a r a k
ler h a k k ı n d a bilgi verilmiş, h â t i m e d e ise
n e u l a ş t ı r a n istidlâl m e t o t l a r ı
üzerinde
zikredilir. Y i n e aynı b ö l ü m d e hıristiyan-
m ü e l l i f i n d o ğ u p yetiştiği Herat'ın sosyal
d u r u l u r ve sofistlere ait karşı g ö r ü ş l e r
ların İnciller d ı ş ı n d a k i d i n î k i t a p l a r ı n d a
d u r u m u anlatılmıştır. A r a p ç a ve Farsça
eleştirildikten s o n r a Allah'ın varlığı ko-
bulunan
bazı şiirlerin d e yer aldığı Mücmel-i
n u s u n a geçilir. B u r a d a â l e m i n
öncesiz
larca m ü s l ü m a n l a r a yöneltilen tenkitler-
şîhî Seyyid M a h m û d Horasânî t a r a f ı n d a n
o l d u ğ u n u , dolayısıyla bir yaratıcısı bulun-
le b u n l a r ı n cevapları, hıristiyanların Şiî
y a y ı m l a n m ı ş t ı r (Meşhed 1339-1341 hş ).
m a d ı ğ ı n ı k a b u l edenlerce h u d û s görü-
rivayetlerine itibar e t m e l e r i ve
ş ü n e yöneltilen itirazlar cevaplandırıldık-
yanlışlığı, K u r ' a n ' ı n t e v â t ü r yoluyla sa-
t a n sonra âlemin yaratılmış
olduğuna
bit oluşu, m ü l h i d l e r i n zayıf rivayetlere
ve y ü c e bir yaratıcısı b u l u n d u ğ u n a iliş-
d a y a n a r a k İslâm'a yönelttikleri itirazla-
Fa-
BİBLİYOGRAFYA: Fasîh-i Hâfî, Mücmel (nşr. Seyyid Mahmûd Horasânî), Meşhed 1339-41, naşirin önsözü; Ferheng-i Fârsî, VI, 1367-1368; Zehrâ-yi Hânlerî (Kiyâ), Ferheng-i Edebiyyât-ı
Fârsî-yi Dert,
Tahran 1348 hş., s. 381, 450; İsfizârî, Rauzâtü'l-cennât
fî eoşâfi târihi Herât (nşr. Muham-
med Kâzım), Tahran 1338-39, I, 222; Brovvne, LHP, III, 426-428; Storey. Persian Literatüre, I, 90-91; Safâ, Edebiyyât, IV, 473, 494-496; a.mlf., Gencîne-i
Sühan,
VI, 1-8; Rypka. HIL, s. 441;
Nefîsî. Târîh-i Nazm
u Neşr, I, 238; Hânbâbâ,
Fihrist, IV, 4542; Ahmed-i Gülçîn-i Maânî, Târîh-i Tezkirehâ-yı Fârsî, Tahran 1350 hş., II, 113-174-, Barthold, Türkistan, s. 57-58; Dih-
hudâ, Luğatnâme, XXX, 269; DMF, II, 1905. B
RIZA
KURTULUŞ
(bk. FASIL). L
J
r
n
el-FASL ( J-31 )
T a m adı el-Fasl
ve'n-nihal
fi'l-milel
bunun
rın reddi, d ü n y a n ı n k ü r e ş e k l i n d e o l u ş u
lozof E b û Bekir er-Râzî t a r a f ı n d a n ileri
ve nasların b u n u h a b e r verişi, d ü n y a n ı n
s ü r ü l e n ve nefs, m e k â n , halâ (boşluk) ve
s o n a eriş z a m a n ı n ı n bilinemeyeceği gibi
z a m a n ı n d a Allah gibi ezelî o l d u ğ u n u sa-
k o n u l a r a yer verilir.
v u n a n teorinin yanı sıra evrenin b i r d e n
Yaklaşık ü ç b u ç u k cilt t u t a n d ö r d ü n -
fazla yaratıcısı b u l u n d u ğ u n u iddia e d e n
cü b ö l ü m d e itikadî İslâm m e z h e p l e r i in-
çeşitli dinî ve felsefî g ö r ü ş l e r d e t e n k i t
celenir. B u r a d a Ehl-i s ü n n e t , Eş'ariyye,
edilir.
Bu
arada
hıristiyanların
çeşitli
Mu'tezile, Mürcie, Şîa ve Havâric'den olu-
mezheplerince b e n i m s e n e n ulûhiyyet an-
ş a n başlıca İslâmî m e z h e p l e r
layışlarına t e m a s
d o ğ r u y a en yakın olan m e z h e b i n
edilir. Â l e m i n
bütün
arasında Ehl-i
unsurlarıyla bir a n d a ve t o p l u c a yaratıl-
s ü n n e t o l d u ğ u belirtilerek h a k mezhe-
dığını ö n e sürenlerin iddiaları cevaplan-
bin görüşleri delillendirilmeye ve d i ğ e r
dırılarak b u kısım t a m a m l a n ı r . İkinci kı-
m e z h e p l e r i n görüşleri ç ü r ü t ü l m e y e çalı-
s ı m d a nübüvveti ve melekleri i n k â r eden
şılır. Her f ı r k a n ı n k e l â m
B r a h m a n i z m ' d e n söz edilerek nübüvve-
den birine bağlı olarak ortaya çıkışı, Ehl-i
t i n l ü z u m u ve m û c i z e ile ispatı gibi ko-
s ü n n e t dışındaki m e z h e p l e r i n , özellikle
n u l a r ü z e r i n d e d u r u l u r , m û c i z e ile sihir
Şîa'nın İ s l â m ' d a n u z a k l a ş m a s ı ,
a r a s ı n d a k i f a r k l a r a t e m a s edilir. Hay-
birliği ve yaratıklara b e n z e m e k t e n ten-
vanlara
gönderildiğine
zihi, sıfat k a v r a m ı n ı n Allah'a a f f e d i l m e -
dair g ö r ü ş ü n t e n k i d i n d e n sonra t e n â s ü h
sinin yanlışlığı, Allah'a m e k â n nisbeti ve
da
peygamber
İslâm a k a i d i n e aykırı
olduğu
problemlerin-
Allah'ın
istivâ meselesi, ilâhî isim ve sıfatların
belirtilir. Şeriatları i n k â r eden felsefî gö-
m â n a l a r ı b u b ö l ü m d e incelenen
rüşlerin
l a r d a n d ı r . D a h a s o n r a rü'yetullah, hal-
reddedilmesinin
ardından
ya-
konu-
h u d i , hıristiyan ve Mecûsîler'in bir kısım
ku'l-Kur'ân, Kur'an'ın i'câz yönleri, k a z â
p e y g a m b e r l e r i t a s d i k e d i p bir
ve k a d e r , h i d â y e t - d a l â l e t , kullara ait fi-
kısmını
i n k â r e t m e l e r i n i n yanlışlığı anlatılır.
illerin Allah t a r a f ı n d a n yaratılması, ta'dîl ve tecvîr meselesi, i m a n - k ü f ü r , i t a a t -
(veya el-Fi-
İkinci b ö l ü m d e yahudilerin Tevrat adı-
şal) diye t a n ı n ı r . Müellif eserin m u k a d -
nı verip ellerinde dolaştırdıkları k i t a p t a
isyan, v a ' d - v a î d , g ü n a h k â r l a r a
dair
ve İnciller'de açık çelişkilerin b u l u n d u ğ u
isimler ve t e k f i r k o n u l a r ı n a yer verile-
p e k ç o k k i t a p yazıldığını, f a k a t bazıları
belirtilerek b u n l a r ı n t a h r i f e u ğ r a m ı ş ol-
rek Ehi-i s ü n n e t ' e m u h a l i f görüşler red-
ç o k hacimli o l d u ğ u n d a n g ü ç anlaşıldık-
d u k l a r ı s o n u c u n a varılır. T e v r a t ' t a
dedilir. Peygamberlerin ismeti, H â r û t ve
larını, bazıları d a m u h t a s a r o l d u ğ u n d a n
 d e m ' i n h e m bir ilâh h e m d e bir i n s a n
M â r û t ' l a ilgili bazı rivayetlerin asılsızlığı
inceledikleri konuları yeterince tahlil edip
o l a r a k g ö s t e r i l m e s i , Hz. N ü h ve çocuk-
ve meleklerin g ü n a h s ı z l ı ğ ı , t a k l i d i ima-
eleştiremediklerini, k e n d i s i n i n ise İslâm
larının y a ş l a n k o n u s u n d a farklı r a k a m -
nın geçerliliği, f e t r e t d e v r i n d e yaşayan-
dışı dinlerin ve İslâm içinde ortaya çıkan
ların verilmesi, Hz. L û t ' u n kızlarıyla cin-
larla irtidad e t t i k t e n s o n r a t e k r a r i m a n
m e z h e p l e r i n görüşlerini belirleyip değer-
sî m ü n a s e b e t t e b u l u n d u ğ u n u n iddia edil-
edenlerin d u r u m l a r ı , â h i r e t halleri, ba'sa
l e n d i r m e k amacıyla orta h a c i m d e bir ki-
m e s i , İsrâiloğulları'nın Mısır'da kalış sü-
i m a n e t m e y e n l e r i n k â f i r oldukları, cen-
t a p yazdığını söyler.
resiyle ilgili rivayetlerin farklılık arzet-
n e t ve c e h e n n e m l e ilgili meseleler, imâ-
m e s i , Hz. H â r û n ' u n İsrâiloğullan'nca ta-
m e t , t a f d î l ve a s h a p a r a s ı n d a k i ihtilâf-
pınılan buzağıyı y a p m a k l a
lara ilişkin t a r t ı ş m a l a r , çocuklarla kadın-
dimesinde
olan eser el-Faşl
ve'l-ehvâ 3
hıristiyan-
kin çeşitli deliller zikredilir. Tabiatçı fi-
inancının
İbn H a z m ' j n (ö. 4 5 6 / 1 0 6 4 ) dinler ve mezheplere dair eseri.
bilgilerin yanlışlığı,
dinler
ve
mezheplere
Allah'ın varlığı ve â l e m i n
hudûsünün
k a n ı t l a n m a s ı ile b a ş l a y a n eser yahudi-
itham
Hz.
edil-
verilen
215 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
el-FASL tirilen Eş'ariyye'ye yer yer hatalı görüşlerin a t f e d i l m e s i , bir iki Eş'arî â l i m i n e ait kanaatlerin b ü t ü n mezhebe teşmil edilmesi, ayrıca z a m a n , m e k â n ve nefsin k ı d e m i meselesi d a h a ö n c e E b û Hât i m er-Râzî (ö. 322/933-34) t a r a f ı n d a n incelendiği h a l d e (A c lâmü'n-nübüuue, 10-14) b u k o n u l a r a ilk d e f a
s.
el-Faşl'da
yer verildiğinin iddia edilmesi, eserin ihtiva ettiği bazı bilgilerin
güvenilirliğini
zedeleyici m a h i y e t t e g ö r ü l m ü ş t ü r . Süleymaniye Kütüphanesi'nde y a z m a nüshaları
bulunan
(Bağdatlı Vehbi, nr.
824; Cârullah Efendi, nr. 1267) el-Faşl
ilk
d e f a Kahire'de y a y ı m l a n m ı ş (1317-1320), i
»-"-ey ^V ^A^V^-'Jirt'»!»'
d a h a sonra M u h a m m e d
İbrâhim
Nasîr
ve A b d u r r a h m a n Umeyre t a r a f ı n d a n tahk i k edilerek b ü y ü k boy b e ş cilt h a l i n d e n e ş r e d i l m i ş t i r (Cidde 1402/1982). BİBLİYOGRAFYA: İbn Hazm, el-Faşl (Umeyre); Ebû Hâtim erRâzî, A clâmü'n-nübüuue, Tahran 1397/1967, s. 10-14; Brockelmann, GAL Suppi, 1, 696; Kemâleddin el-Enbârî, ed-Dâ'î ile'l-İslâm, Beyrut 1409/1988, s. 212; Yusuf Şevki Yavuz, İslâm
e / - F a ş / ' i n ilk iki s a y f a s ı (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1267)
Akaidinin
ların halife o l a m a y a c a k l a r ı
hususunda
r e d d e d e r e k âlimlerin ç o ğ u n u n
â l i m l e r i n ittifakı, m e f d û l ü n
imâmetinin
objektifliği ve orijinalliği h u s u s u n d a bir-
el-Faşl'ın
câiz oluşu, h i l â f e t i n geçerliliğinin şartla-
leştiğini söylerler. Gerçeğin b i l i n m e s i n e
rı, e m i r b i ' l - m a ' r û f nehiy a n i ' l - m ü n k e -
k a t k ı d a b u l u n a c a ğ ı d ü ş ü n c e s i y l e dinleri
rin şekli, f â s ı k bir halifenin idaresi altın-
ve m e z h e p l e r i i n c e l e m e d e n ö n c e epis-
d a y a p ı l a n ibadetlerin geçerli oluşu gi-
t e m o l o j i ve ontoloji k o n u l a r ı n a yer veri-
bi h u s u s l a r a yer verildikten s o n r a ehl-i
len el-Faşl'da,
Üç Şahsiyeti,
İstanbul 1989, s. 105-
108, 111-114, 120; Muhammed Ebu Laila, "An Introduction to the Life and Work of ibn Hazm", 10, sy. 29 (1985), s. 93-170; Abdülkadir Mahmûd, "el-Faşl fi'l-milel ve'l-ehvâ ve'nnihal", Tl, VII, 542-561. S
F
Y U S U F ŞEVKI Y A V U Z
n
FASLÜ'l-HİTÂB
d a h a önceki b e n z e r ki-
b i d ' a t ı n k ü f r e g ö t ü r e n veya aklî a ç ı d a n
t a p l a r d a b u l u n m a y a n İslâm dışı d i n ve
( sjUSBÜI J ^ â )
m u h a l olan görüşleri, k e r â m e t ve sihir
m e z h e p l e r i n m u k a y e s e l i o l a r a k incelen-
yoluyla varlıkların mahiyetlerini
m e s i , ayrıca kaynakları a r a s ı n d a
Kur'ân-ı Kerîm'de yer a l a n bir tabir; sözlü ve yazılı ifadelerde b a ş l a n g ı ç cümlesini asıl k ı s ı m d a n ayıran tabir a n l a m ı n d a belâgat terimi.
değiş-
bulu-
t i r m e n i n imkânsızlığı, isimle m ü s e m m â -
n a n C h r y s o s t u m , A t r i c a n u s ve Saadiya
nın farklı o l d u ğ u , tekvin ile m ü k e v v e n i n
G a o n ' u n (veya Saîd el-Feyyûmî) eserle-
aynı o l d u ğ u , m â n a ve ahval gibi sıfat te-
rinden doğru iktibaslarda
orilerinin eleştirisi, y a r a t m a n ı n devamlı-
nihayet kutsal kitap metinlerini
lığı ve Allah'ın evreni her a n y a r a t m a s ı ,
l a ş t ı r m a d a m o d e r n hıristiyan bilimcile-
bulunulması, karşı-
L
J
cevher ve a r a z l a r a ilişkin h ü k ü m l e r , kü-
rinin d i k k a t i n i çekerek onlara
öncülük
A r a p ç a fasl (ayırmak, ayırt etmek) ve
m ü n - z u h ü r ve tevellüd meseleleri, ru-
y a p m a s ı , eserin objektifliği ve orijinalli-
h i t â b (karşılıklı k o n u ş m a k ; söylenen söz
h u n cisim oluşu, cisimlerin s o n s u z c a bö-
ğ i n e ait deliller a r a s ı n d a
ve yapılan konuşma) kelimelerinden mey-
l ü n m e s i n i n i m k â n ı ve kelâmcıların a t o m
S i s t e m a t i k bir m e t o t kullanılarak
bir-
d a n a gelen bir isim t a m l a m a s ı d ı r . Fasl
nazariyesinin reddi, b ü t ü n bilgilerin za-
d e n f a z l a t a n r ı y a i n a n a n çeşitli din ve
m a s d a r olarak "karşılıklı k o n u ş m a y ı kes-
ruri o l u ş u ve t e k â f ü ü ' l - e d i l l e n i n
mezheplerin ortak noktalarının
m e k , kavgayı a y ı r m a k ; davayı
reddi
gibi k o n u l a r ü z e r i n d e d u r u l a r a k eser tamamlanır. İtikadî İslâm mezhepleriyle İslâm dışı din ve m e z h e p l e r i tasvirci bir m e t o t yerine t e n k i t ç i bir y a k l a ş ı m l a inceleyen el-
Faşl'ın
objektifliği ve orijinalliği
konu-
gösterilebilir.
belirle-
çözüme
n i p b u n a g ö r e t a s n i f l e r y a p ı l m a s ı ve ke-
kavuşturan kesin h ü k ü m " ; ism-i fâili olan
lâmcıların
fâsıl ise "hakkı b â t ı l d a n ayırt e d e n s ö z ;
özellikle
tabiat
felsefesinin
t e n k i d i n e yer verilmesi el-Faşl'ın
dik-
k a t çekici özelliklerindendir.
el-Faşl'da
sözü d u a k ı s m ı n d a n ayıran ' e m m â b a ' d ü ' i f a d e s i " a n l a m ı n a gelir.
zikredilen isbât-ı vâcib de-
F a s l ü ' l - h i t â b Kur'ân-ı K e r î m ' d e (Sâd
lillerinin K e m â l e d d i n el-Enbârî'ye ait ed-
3 8 / 2 0 ) , Hz. D â v û d ' a verilen bir n i m e t ve
s u n d a a r a ş t ı r m a c ı l a r farklı g ö r ü ş l e r ile-
Dâ'î
adlı eserde bazı kelime
ü s t ü n y e t e n e ğ i belirten bir t a b i r o l a r a k
ri s ü r m ü ş l e r d i r . M. W a t t ve Svveetman
farklılıklarıyla aynen tekrar edilmesi, ese-
g e ç m e k t e d i r . Bazı t e f s i r âlimleri b u n u ,
gibi bazı m ü s t e ş r i k l e r el-Faşl'ın
rin d a h a s o n r a k i âlimlerin
s ö z ü d u a k ı s m ı n d a n ayıran " e m m â ba'-
objek-
ile'l-İslâm
başvurduğu
t i f ve orijinal bir eser o l m a d ı ğ ı n ı ileri sü-
önemli
r e r k e n M u h a m m e d E b û Leylâ ve Israel
Bununla
birlikte eserde, ilâhî sıfatlara
r a k y o r u m l a m a k t a d ı r . A n c a k Şehâbed-
Friedlaender gibi bazı yazarlar bu iddiayı
dair g ö r ü ş l e r i n d e n dolayı ş i d d e t l e eleş-
d i n M a h m û d el-Âlûsî, Hz. D â v û d ' u n a n a
bir k a y n a k o l d u ğ u n u
gösterir.
d ü " (bundan sonrasına gelince) ifadesi ola-
216 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FASLÜ'I - MAKÂL Faşlü'l-makâl'in
başında
hâb (Beyrut 14i 1/1990) adlı kitapları bun-
eseri y a z m a k t a k i asıl a m a c ı n ı n , felsefe
sayılamayacağını ileri s ü r e r e k tabirin b u
lar a r a s ı n d a sayılabilir.
ve m a n t ı k gibi yabancı kökenli d ü ş ü n c e
t a ve b u n u t a k i p eden, "Ey M u h a m m e d ! S a n a davacıların haberi ulaştı m ı ? " (Sâd 3 8 / 2 1 ) m e â l i n d e k i âyete d a y a n a r a k fasl ü ' i - h i t â b ı n "kavgayı a y ı r m a , davayı kök ü n d e n çözecek isabetli bir h ü k ü m verme"
anlamına
(Rûhu'l-me'ânî,
geldiğini XXIII,
söylemektedir
177-178). Bu ta-
biri, ilk d e f a Hz. D â v û d ' u n
muhakeme-
d e bir ilke o l a r a k ortaya k o y d u ğ u , "Davacıya delil, davalıya y e m i n gerekir" söz ü ile y o r u m l a y a n l a r d a o l m u ş t u r . K o n u ş m a ve y a z ı ş m a l a r d a ilk d e f a Hz. Dâvûd, Hz. M u h a m m e d , K â ' b b. Lüey (ö. m. 454), Kus b. S â i d e (ö. m. 600 |?|) ve Y a ' r u b b. K a h t â n t a r a f ı n d a n kullanıldığı c
rivayet edilen ( Lisânü'l- Arab, " b ' a d " md.; İsferâyînî, II, 259) e m m â b a ' d ü ifadesinin
zarfın t a m l a y a n ı n ı n
dua
olarak
disiplinlerinin İslâm dini (şeriat) açısın-
BİBLİYOGRAFYA : Cevheri, es-Sıhâh, "b'ad" md.; Lisânü'l- cArab. "b'ad" md.; Tehânevî, Keşşaf, II, 1165, 1862; Tâcü'I-'arûs, "b'ad" md.; İbnü'l-Esîr, el-Meşelü's-sâ'ir, Kahire 1381/1962, II, 244; Hatîb elKazvînî, el-Jzâh (nşr. Abdülmün'im el-Hafâcî), Kahire 1400/1980, II, 597-598; İbn Kayyim elCevziyye, el-Fevâ'idü'l-müşevvik ilâ culûmi'iKur'ân, Beyrut 1402/1982, s. 210-213; ibn Hişâm, Muğni'l-iebîb (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire, ts. (Matbaatü'l-Medenî), 1, 56-59; Zerkeşî, el-Burhân, IV, 242-244; Teftâzânî, el-Mutavvei, İstanbul 1286, s. 437-441; a.mlf., Muhtasarü'l-Me'ânî, İstanbul 1307, s. 458-461; isferâyînî, el-Atvel, İstanbul 1284, II, 258-259; Desûkl Haşiye 'alâ Muhtaşari'l-Me'ânı, İstanbul 1290, li, 664-665; Seyyid Ahmed elHâşimî, Cevâhirü'l-belâğa, Beyrut, ts. (Dârü'lKütübi'I-ilmiyye), s. 421; Âlüsî, Rûhu'l-me'âni, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi't-türâsi'l-'Arabî), XXIII, 177-178. m İSİ
İslâm öncesi d ö n e m e ve p u t p e r e s t K â ' b b. Lüeyy'e d e n i s b e t edilmesi sebebiyle,
mevâkıfi'l-aş-
Rüşd
Garsî'nin Faşlü'l-hitâb
d e n i n k a y d a d e ğ e r bir n i m e t ve y e t e n e k m â n a y a hasredilmesini doğru b u l m a m a k -
İî
İbn
dilinin A r a p ç a o l m a d ı ğ ı n ı , ayrıca b u ifa-
TEVFİK R Ü Ş T Ü T O P U Z O Ğ L U
ğ u n u belirtir. Filozof, b u k o n u d a sağlıklı bir k a r a r a v a r a b i l m e k için öncelikle felsefenin t e m e l gayesinin belirlenmesi gerektiğini söyler. Ona göre felsefenin amacı, varlık ü z e r i n d e esaslı a r a ş t ı r m a l a r d a b u l u n a r a k son t a h l i l d e var olan her şeyi Allah'ın m e v c u d i y e t i n e delâleti bakımından
değerlendirmektir (Faşlü'l-makâl,
s. 64). Şeriat varlığı araştırıp incelemeyi teşvik ettiği için felsefenin (ontoloji) şer'î b a k ı m d a n m e n d u p veya vâcip sayılması gerekir. B u r a d a
İbn R ü ş d ' ü n ,
Kur'ân-ı
K e r î m ' d e yer a l a n (el-Haşr 5 9 / 2 ) ve "ibret a l m a , d e ğ e r l e n d i r m e " a n l a m ı n a gelen i ' t i b â r ile " b a k m a , g ö r m e ve bilme, d ü ş ü n m e " a n l a m l a r ı n a gelen n a z a r (el A'râf 7 / 185; el-Gâşiye 8 8 / 17) terimlerini çıkış n o k t a s ı olarak aldığı g ö r ü l m e k -
r
n
FASLÜ'I-MAKÂL
kabul
( J M
edilmesi d a h a u y g u n o l d u ğ u n d a n terkibi " e m m â b a ' d e d u ' â î leke (sana duam-
J^â )
m e k gerekir. Bu i b a r e İslâmî e d e b i y a t t a k o n u ş m a l a r d a , h u t b e l e r d e , yazışmalar-
tedir.
insanları,
var
olanları ya akıl yoluyla veya h e m
Buna
g ö r e şeriat
aklî
h e m d e şer'î yolla d e ğ e r l e n d i r m e y e (na-
İbn R ü ş d ' ü n (ö. 5 9 5 / 1 1 9 8 ) dinle felsefeyi uzlaştırmak amacıyla kaleme aldığı eseri.
d a n sonrasına gelince) ş e k l i n d e düşün-
zar ve i'tibâr) d a v e t e t m e k t e d i r . Bu ise m a n t ı k t a k i kıyas veya kıyas vasıtasıyla elde edilen bilgilerden b a ş k a bir şey değildir. Şu h a l d e şeriatın ö n g ö r d ü ğ ü de-
d a ve eserlerin m u k a d d i m e l e r i n d e besm e l e , ha'mdele ve salveleden sonra asıl
T a m adı k a y n a k l a r d a farklı biçimler-
söze g e ç m e , asil k o n u y a g i r m e ifadesi
d e g e ç m e k t e d i r . Müller ve A l b e r t Nasrî
o l a r a k kullanılır. Eski eserlerde
d a n m e ş r u i y e t i n i n t e s b i t edilmesi oldu-
bazan
Nâdir'in kaydettikleri gibi Escurial Lib-
kısa, b a z a n d a u z u n olabilen d u a ve se-
rary'deki y a z m a n ı n (nr. 629) b a ş ı n d a ese-
l â m kısmı g ü n l ü k k o n u ş m a ve yazışma-
rin adı Kitâbü
Faşli'1 -makâl
l a r d a s ö y l e n m i ş ve yazılmış f a r z e d i l e r e k
ru mâ
- şerî'a
söze "ve b a ' d ü " (imdi) tabiriyle başlanır.
ne'l-ittişâl
beyne'ş
ve
takrî-
ve'l-hikme
mi-
ğ e r l e n d i r m e m a n t ı k t a " b u r h a n " adı verilen şeydir. Bu sebeple şeriatın
man-
t ı k t a söz k o n u s u edilen b u r h a n ı teşvik e t t i ğ i n i s ö y l e m e k şeriatın r u h u n a aykırı o l m a z (a.g.e., s. 64-66).
Faşlü'l-makörde
İbn R ü ş d , böyle bir
şeklindedir. Bibliotheque Na-
istidlalin şeriata aykırı o l d u ğ u n u söyleyen u l e m â y a , fakihlerin Kur'ân-ı Kerîm'-
E m m â b a ' d ü ifadesi b e l â g a t kitapla-
t i o n a l e n ü s h a s ı n d a ise h e r h a n g i bir is-
rında, şiirde ve n e s i r d e ayrı konularda-
m e r a s t l a n m a m a k t a d ı r . İbn E b û Usay-
ki iki s ö z ü n birinden d i ğ e r i n e u y g u n bir
bia'nın
m ü n a s e b e t d ü ş ü r e r e k g e ç m e anlamın-
beyne'l-hikme
zikrettiği
Faşlü'l-makâl
d e yer a l a n " t e f a k k u h " (et-Tevbe 9 / 1 2 2 ) t e r i m i n d e n f ı k h î kıyası anladıkları
gibi
mine'l-it-
â r i f kişinin d e (filozof) "i'tibâr" terimin-
ve
tişâl a d ı ise ( c ü y û n ü ' l - e n b â \ s. 533) da-
d e n aklî kıyası anlayabileceğini belirte-
b u n u n zıddı o l u p ilgi k u r m a d a n doğru-
h a s o n r a gelen yazarlar t a r a f ı n d a n he-
rek cevap vereceğini söyler. Hz. Peygam-
d a n geçiş y a p m a m â n a s ı n a gelen •" ikti-
m e n h e m e n a y n e n kullanılmıştır. Nite-
ber d e v r i n d e b u l u n m a d ı ğ ı için aklî kıya-
d a r ı n bir t ü r ü sayılmaktadır. Ç ü n k ü b u
k i m E r n e s t R e n a n ' l a (Auerroes
el l'Auer-
sın bid'at olduğu söylenebilir. Ancak onun
t a b i r s ö z ü n d u a k ı s m ı n ı asıl
roisme, s. 457) Faşlü'l-maköl'in
e n son
d ö n e m i n d e f ı k h î kıyas d a y o k t u , f a k a t
daki
"tahallus"a yakın
görülmekte
maksada
ve'ş-şerî'a
fîmâ
b a ğ l a r k e n ayrı k o n u l a r d a k i iki s ö z ü d e
tenkitli neşrini y a p a n M u h a m m e d A m â -
k i m s e b u n u n b i d ' a t o l d u ğ u n u iddia et-
a y ı r m a k t a d ı r (Teftâzânî, el-
re b u o k u n u ş u e s a s almışlardır. Anavva-
m e m e k t e d i r (a.g.e., s. 67-68).
s. 440-441; İsferâyînî, II, 258-
ti ise eserin adını k ü ç ü k bir değişiklik-
birbirinden
Mutavvel,
le Faşlü'l-makâl
259; Desûkl, II, 664-665). Faslü'l-hitâb
tabiri
ayrıca
"doğruyu
y a n l ı ş t a n ayıran söz, açık ve kesin hük ü m " a n l a m ı n d a çeşitli ilimlere dair bazı eserlere u n v a n o l m u ş t u r . H a l e f â n b. Cümeyyil es-Seyâbî'nin Faşlü'l-hitâb
mes'ele
ve'l-cevâb
fi'l-
(Uman 1404/1984),
E b û İshak el-Huveynî'nin
bi-nakdi
Kitâbi'l-Muğrıî
ve'l-kitâb
li'bn
Kudâme
1985) ve M u h a m m e d
Faşlü'l-hitâb c
ani'l-hıfz
(Beyrut 1405/
Sâlih A h m e d
el-
ve'l-hikme
iîmâ
beyne'ş-şeıî'a
mine'l-ittişâl
olarak kaydet-
m i ş t i r (Muellefâtü
İbn Rüşd, s. 205). An-
cak bizzat İbn R ü ş d kitabının ismini Faş-
lü'l-makâl şerfa
İî muvafakati'1-hikme
c
diye z i k r e t m e k t e d i r (el-Keşf
menâhici'l-edille, fî takriri
hikme
mâ
fi'l-ittişâl
dir (Beyânü
an
s. 185). Takıyyüddin İbn
Teymiyye b u eserin adını
kâl
li'ş-
Tahrîrü'l-ma-
beyne'ş-şerfa
ve'l-
şeklinde kaydetmekte-
telbîsi'l-Cehmiyye,
I, 24).
İbn R ü ş d , ayrıca İslâm d ü n y a s ı n d a sıkça tartışılan, özellikle d e Kindî tarafınd a n ö n e m l e ele alınıp v u r g u l a n a n (Re-
sâ'il,
1, 102-103) " b i z d e n (müslüman) ol-
mayanların"
k u r u p geliştirdikleri
bilim
ve d ü ş ü n c e n i n m ü s l ü m a n l a r t a r a f ı n d a n alınıp a l ı n m a y a c a ğ ı k o n u s u n u
aydınlığa
k a v u ş t u r m a k ister. Kindî'yi t a k i p e d e n İbn R ü ş d ' e g ö r e d e bilgide
devamlılık
esastır; sonra gelenler öncekilerin bilgisinden faydalanırlar. İnsanlığın ortak malı olan ilmî b i r i k i m d e n f a y d a l a n ı p
onu
217 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FASLÜ'I-MAKÂL geliştirmek tabii ve tarihî bir zarurettir
ta genel halk toplulukları
(hatâbiyyûn)
şılaştırarak Fransızca çevirisiyle birlikte
(.Faşlü'l-makâl,
b u l u n m a k t a d ı r ki bunlar ehil olmadık-
yayımlamış (Cezayir 1942) ve bu neşri kü-
s. 68-69).
M ü s l ü m a n olmayanların geliştirdikle-
ları için asla te'vile yeltenmemelidirler.
çük
ri bilimlere eklektik bir tavırla yaklaşan
İkinci grubu aklî yetenekleri yerinde olan,
(Anawati, s. 207-208). George F. Hourani, Madrid Millî Kütüphanesi'ndeki nüsha ile
bazı
değişikliklerle
tekrarlamıştır
İbn Rüşd, eski düşünürlerin görüşlerin-
polemik y a p m a g ü c ü n e sahip bulunan-
den f a y d a l a n m a n ı n İslâm açısından va-
lar (cedeliyyûn) oluşturur. Bunlar her ne
(nr. 5013) karşılaştırmalı olarak eserin
cip olduğu sonucuna varır. Aynı zaman-
k a d a r te'vil yapabilirlerse de gerçek an-
yeni bir neşrini yapmış (Leiden 1959), bu neşir Albert Nasrî Nâdir t a r a f ı n d a n mu-
da ünlü bir fakih olan İbn R ü ş d ' e göre
l a m d a te'vile yetkili olanlar "burhâniy-
felsefe o k u d u ğ u için yolunu şaşıranların
y û n " adını verdiği üçüncü gruptur. Ya-
k a d d i m e ve bazı açıklamalar e k l e n m e k
b u l u n m a s ı felsefenin yasaklanması için
pılan te'villeri ehil olmayanlara aktaran-
suretiyle tekrarlanmıştır (Beyrut 1961).
gerekçe teşkil etmez. Nitekim fıkıh oku-
lar k ü f r e girmeye vesile olurlar ki küfre
M u h a m m e d A m â r e de eseri Kahire nüs-
y u p da d o ğ r u yoldan sapan p e k çok in-
vesile o l m a k da k ü f r ü gerektirir. Eser-
hasıyla (Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye, Teymû-
san b u l u n d u ğ u halde kimse insanları fı-
de bu y ö n d e n M u t e z i l e ve Eş'arîler ten-
riyye, nr. 133) karşılaştırıp d a h a sıhhatli
kıh o k u m a k t a n alıkoymaya çalışmamak-
kit edilir.
bir m e t i n halinde yayımlamıştır (Kahire
tadır (a.g.e., s. 72-73).
Bu kitabında ele aldığı meseleleri ye-
Böylece Faşlü'l-maköl'de
felsefenin
1969) Son iki neşir d a h a sonra birçok
ni bir eserde ayrıca inceleyeceğini belir-
defa tekrarlanmıştır (Faşlü'l-makâl
Bekir Karlığa], nâşirin önsözü, s. 60). İbn
|nşr.
İslâm dini karşısındaki d u r u m u s a ğ l a m
t e n müellif, m ü s l ü m a n l a r ı n içine düştü-
temeller üzerine oturtulduktan sonra in-
ğ ü ihtilâflardan fazlasıyla rahatsız oldu-
R ü ş d ' ü n Aristo üzerine yazdığı şerhler
sanların dini ve felsefeyi a n l a m a kapa-
ğ u n u bildirir ve felsefe ile dinin iki ar-
d a h a başlangıçta Ortaçağ Latin dünya-
sitelerinin farklılığı üzerinde durulur. İn-
k a d a ş veya s ü t kardeş olduklarını açık-
sının yakın ilgisini çekerek Batı'nın or-
sanlar, anlayış ve yetenek b a k ı m ı n d a n
layarak eserini bitirir. Yazmayı düşün-
t a k bilim ve kültür dili olan Latince'ye
herhangi bir fikri ancak delillendirildiği
d ü ğ ü bu eserin el-Keşf
t a k d i r d e kabul edenler, tartışarak veya
edille
dinleyerek benimseyenler o l m a k üzere
maktadır.
üç kısma ayrılır. Kur'ân-ı Kerîm'in hitabında bu üç insan tipi de dikkate alın-
c
an
menâhici'l-
o l d u ğ u o n u n ö n s ö z ü n d e n anlaşıl-
Faşlü'l-makâl'de
akıl-vahiy, din-bi-
lim, şeriat-hikmet ilişkisi
konularında
oldukça tutarlı görüşler ileri s ü r ü l m ü ş ,
çek o l d u ğ u için b u r h a n a dayalı akıl yü-
filozofun bu görüşleri İslâm dünyasınd a n çok Ortaçağ Batı'da yeni y o r u m ve
hakikatler birbirine ters d ü ş m e z . Eğer
anlayışlara z e m i n hazırlamıştır. "Tehâ-
şeriatın içerdiği bilgiyle burhanî bilgi ara-
f ü t " tartışmaları bir yana bırakılırsa İbn
sında zâhirî bir çelişki varsa şeriatın ver-
R ü ş d ' ü n din-felsefe uzlaşmasına ilişkin
diği bilgiyi te'vil e t m e k gerekir (a.g.e., s.
görüşleri İslâm dünyasında yeterli yan-
76-77). Eserde "te'vil" terimi
kı b u l a m a m ı ş t ı r . Yalnız
üzerinde
İbn
Faşlü'l-ma-
m e edilmemiştir. Sadece
kâi'in
mıştır (bk. en-Nahl 16/125). İkisi de gerr ü t m e ile ilâhî şeriatın ortaya koyduğu
çevrildiği halde o n u n dinî eserleri tercüm u h t e m e l e n XIII veya XIV. yüzyıl-
da yapılmış İbrânîce tercümesinden dört n ü s h a Leiden, Oxford ve Paris Millî kütüphanelerinde g ü n ü m ü z e ulaşmıştır. H. Golb bu İbrânîce çeviriyi,
Proceedings
of the American
for
Research'in
Academy
Jewish
XXV (1956, s. 91-113) ve
XXVI. (1957, s. 41 -64) sayılarında yayımlamıştır (Anawati, s. 208-209).
Faşlü'l-makâr'm
çağdaş Batı dillerin-
Teymiyye
deki ilk tercümesi L6on Gauthier tara-
de durularak b u n u n ö z ü n ü n "bir kelime-
ciddi eleştirilerle İbn R ü ş d ' d e n alıntılar
f ı n d a n yapılan Fransızca çevirisidir. Bu
yi hakikat mânasının dışında mecazi an-
yapmıştır (Beyânü
t e r c ü m e XIV. Orientalistler Kongresi bil-
lamına
24-31; a.mlf., Der'ü
h a m l e t m e k yani
yorumlamak"
olduğu belirtilir. Buna göre fakihler gibi
telbîsi'l-Cehmiyye, te'âruzi'l-'akl
I,
ue'n-
nakl, III, 397-438; VI, 212-249; VII, 345-
dirilerinin toplandığı Recueil
de
memoi-
res et de textes içinde "L'Accorde d e la
filozoflar da Kur'an'ın naslarını çeşitli
352; VIlf, 163-244; IX, 69-132, 321-402;
religion et de la philosophie" başlığıyla
şekillerde yorumlayabilirler.
X, 141-319). Şeriatla felsefenin arasını
yayımlanmış (Paris 1905, s. 269-318), da-
birleştirdiğini iddia ettiği kitabında İbn
ha sonra da Arapça metniyle birlikte (Ce-
Rüşd'ün
zayir 1942) ve ardından yalnızca t e r c ü m e
Faşlul-makâl'de
Gazzâlî'nin filozof-
ları tekfir eden t u t u m u da tartışılmakta, b u n u n Gazzâlî'ye ait
Fayşalü't-tefri-
A a ' d a k i m ü s a m a h a k â r görüşlerle çeliş-
te'vil
konusundaki
Faşlü'l-makâl'den
fikirlerini
bölümler a k t a r a r a k
olarak (Paris 1988) yeniden neşredilmiş-
eleştiren İbn Teymiyye, onun bazı görüş-
tir. George F. Hourani, eseri yukarıda sö-
tiği belirtilmektedir. Eserde ayrıca Al-
lerini uygun bularak benimserken bü-
zü edilen İbrânîce nüshalarla
karşılaş-
lah'ın, anlaşılması g ü ç olduğu için ancak
y ü k bir b ö l ü m ü n ü de reddetmeye çalışır
tırarak On
Religions
burhanla (aklî istidlal) bilinebilecek konu-
(krş. İbn Teymiyye, Beyânü
and Philosophy
ları insanlara
miyye, I, 226-239; ibn Rüşd, Faşlü'l-ma-
misallerle açıkladığı,
bu
misallerin zâhirinin herkes tarafından, bâtınının ise ancak ehli olanlar tarafın-
telbîsi'l-Ceh-
the Harmony
of
adıyla İngilizce'ye çevir-
miştir (London 1961).
kâl, s. 89-98).
Faşlül-makâl'l
Nevzat Ayasbeyoğlu
Escurial Library'de bulunan
nüshası
İbn R ü ş d ' e ait el-Keşf
c
an
menâhici'l-
d a n anlaşılabileceği belirtilir. İbn Rüşd.
esas alınarak Faşlü'l-makâl
bu zâhir ve bâtın ayırımının mistik ve
1859 yılında Marcus Joseph Müller tara-
adıyla Türkçe'ye çevirerek yayımlamış
und The-
(Ankara 1957), ardından her iki eser Sü-
adıyla neşredilmiş-
leyman Uludağ t a r a f ı n d a n t e r c ü m e edi-
ilk defa
edille
ile birlikte İbn Rüşd'ün
Felsefesi
h e r m e t i k akımlar tarafından çokça baş-
f ı n d a n M ü n i h ' t e Philosophie
vurulan bâtınî y o r u m a kapı aralayacağı-
ologie
nı d ü ş ü n m ü ş olmalı ki d a h a sonra kale-
tir (Anavvati, s. 205). Daha sonra yine ay-
lerek Felsefe-Din
m e aldığı eserinde (el-Keşf can
nı n ü s h a esas alınıp eser Kahire'de beş
redilmiştir (istanbul 1985). H. Bekir Kar-
defa basılmıştır (Faşlü'l-makâl
lığa, önceki çevirileri de d i k k a t e alarak
ci'l-edille,
menâhi-
s. 132-133) "zâhir" ve "te'vil
von Averroes
|nşr. Be-
İlişkileri
adıyla neş-
edilmiş" (müevvel) şeklindeki ayırımı ter-
kir Karlığal, naşirin önsözü, s. 59). Leon
eseri yeniden Türkçe'ye t e r c ü m e e t m i ş
cih etmiştir. Eserde insanlar te'vil ehli-
Gauthier, Faşlü'l-makâl'in
Arapça met-
ve diğer neşirlerle karşılaştırdığı Arap-
yeti b a k ı m ı n d a n üçe ayrılır. Birinci grup-
nini Müller neşri ve öteki neşirlerle kar-
ça aslı ile birlikte yayımlamıştır (İstanbul
218 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂTIMA 1992). Seyyid Ca'fer-i Seccâdî d e eseri
n a m a z k ı l m a k t a olan Resûl-i
Ekrem'in
Resûl-i E k r e m Hz. F â t ı m a ' y a son has-
Farsça'ya çevirerek n e ş r e t m i ş t i r (Tahran
secdeye vardığı sırada o m u z l a r ı n a m ü ş -
talığı sırasında Kur'ân-ı Kerîm'i Cebrâil
1979). BIBLIYOGRAFYA: İbn Rüşd Faslul-makâl:
Felsefe ve Din iliş-
kisi (trc. ve nşr. Bekir Karlığa), İstanbul 1992; a.e., naşirin önsözü, s. 59-60; İbn Rüşd, el-Keşf "an menâhici'l-edille (nşr. Mahmûd Kasım), Kahire 1964, s. 132-133, 185; Kindî, Resâ'îl, 1, 102-103; İbn Ebû Usaybia, e U y ü n ü ' l - e n b â s . 533; İbn Teymiyye, Beyânü telbîsi'l-Cehmiyye (nşr. Muhammed b. Kasım), Mekke 1931, i, 24-31, 226-239; a.mlf., Der'ü te'âruzi'l-'akl ve'n-nakl (nşr. M. Reşâd Salim), Riyad 1981, III, 397-438; VI, 212-249; VII, 345-352; VIII, 163-244; IX, 69-132, 321-402; X, 141-319; E. Renan, Averro&s et l'Averroisme (nşr. Fuat Sezgin), Frankfurt 1985, s. 457; L. Gauthier, İbn Rochd, Paris 1948, s. 17-40; Mahmûd Kasım, ibn Rüşd ve felsefetühü'd-dîniyye, Kahire 1969, s. 62-76; G. C. Anawati, Mü'ellefâtü ibn Rüşd, Cezayir 1978, s. 205-209; Mâcid Fahrî, ibn Rüşd: Feylesûfü Kurtuba, Beyrut 1986, s. 26-37; Hilmi Ziya Ülken, "İbn Rüşd", İA, V/2, s. 789, 796; R. Arnaldez, "ibn Ruşhd", E! 2 (ing.), III, 9119 1 3
'
-
H . BEKIR
KARLIĞA
rikler t a r a f ı n d a n bir devenin döl yatağı-
ile her yıl bir d e f a birbirlerine okuduk-
nın a t ı l m a s ı üzerine g e n ç F â t ı m a ' n ı n ko-
larını (bk. ARZA), b u s e n e Cebrâil'in aynı
ş a r a k b a b a s ı n ı n üzerindeki pislikleri te-
m a k s a t l a iki d e f a geldiğini, b u n u n
m i z l e m e s i ve b u n u y a p a n l a r a kızıp söy-
vefatının yaklaştığına
işaret
ise
olduğunu
l e n m e s i d i r (Buhârî, " V u d û 3 " , 69; Müslim,
söylemesi üzerine F â t ı m a a ğ l a m a y a baş-
" C i h â d " , 107-110). Hicretten bir m ü d d e t
l a m ı ş ; Hz. P e y g a m b e r ' i n , ailesinden ilk
s o n r a Hz. F â t ı m a ' n ı n , y a n l a r ı n d a Hz. Ali
ö n c e k e n d i s i n e o n u n kavuşacağını, ayrı-
ile a n n e s i F â t ı m a b i n t Esed o l d u ğ u hal-
ca o n u n m ü m i n kadınların
d e Şevde, kız k a r d e ş i Ü m m ü K ü l s ü m ve
disi o l d u ğ u n u söylemesi üzerine d e gü-
hanımefen-
E b û Bekir'in ailesiyle birlikte Medine'ye
l ü p s e v i n m i ş t i r (Buhârî, " F e z â ' i l ü aşhâ-
hicret ettikleri b i l i n m e k t e d i r .
bi'n-nebî", 12, "İsti'zân", 43; Müslim, "Fe-
F â t ı m a o n b e ş yaşını t a m a m l a d ı k t a n
z â ' i l ü ' s - ş a h â b e " , 97-99).
s o n r a o n u n l a ö n c e Hz. E b û Bekir, ardın-
Hz. P e y g a m b e r ' e çok d ü ş k ü n olan Fâ-
d a n d a Hz. Ö m e r e v l e n m e k i s t e m i ş , Re-
t ı m a babasının vefatından dolayı çok sar-
sûl-i E k r e m her iki teklife d e o l u m l u ce-
sıldı. Resûl-i Ekrem defnedildikten sonra
v a p v e r m e m i ş , b u n u n a r d ı n d a n Hz. Ali
g ö r d ü ğ ü E n e s b. Mâlik'e, "Resülullah'ın
F â t ı m a ' y a t a l i p o l m u ş ve b u t a l e b i Re-
ü z e r i n e ç a r ç a b u k t o p r a k a t m a y a eliniz
sûlullah t a r a f ı n d a n k a b u l e d i l m i ş t i r (ibn
nasıl vardı, g ö n l ü n ü z nasıl razı
Sa'd, VIII, 19). O sıralarda f a k i r bir deli-
diyerek a ğ l a d ı ve d a h a sonra d a günler-
kanlı olan Hz. Ali m e h i r verecek k a d a r
ce gözyaşı d ö k t ü .
m a l ı b u l u n m a d ı ğ ı n d a n Bedir Gazvesi'n-
Hz. P e y g a m b e r ' i n v e f a t ı n ı n
oldu?"
ardından
d e g a n i m e t t e n payına d ü ş e n zırhı, bazı
F â t ı m a ile A b b a s b. A b d ü l m u t t a l i b Hali-
FÂTIMA
rivayetlere g ö r e ise devesini ve bir kısım
f e E b û Bekir'e gelerek Resülullah'ın mi-
( Uali )
eşyasını s a t a r a k 4 5 0 d i r h e m g ü m ü ş ci-
r a s ı n d a n hisselerini istediler. Bu m i r a s
U m m ü ' l - Haseneyn Fâtıma bint M u h a m m e d ez-Zehrâ (ö. 1 1 / 6 3 2 )
varında bir m e h i r vermiştir. Hz. Fâtıma'-
Fedek ve Hayber'deki h u r m a l ı k l a r l a Me-
nın çeyizi d e k a d i f e bir ö r t ü , içine hur-
dine'deki bir b a h ç e d e n i b a r e t o l u p Hz.
m a lifi d o l d u r u l m u ş deri bir yastık, iki
P e y g a m b e r b u arazilerin gelirini a m m e
H z . Peygamber'in soyunu d e v a m ettiren kızı.
el d e ğ i r m e n i ve d e r i d e n y a p ı l m a iki su
işlerine, yolcularla m i s a f i r l e r e ve k e n d i
k a b ı n d a n ibaretti. Düğünleri Resülullah'ın
ailesine
Hz. Â i ş e ile e v l e n m e s i n d e n d ö r t b u ç u k
Resülullah'ın p e y g a m b e r l e r i n m i r a s bı-
P
^
harcamaktaydı.
Halife
onlara,
Bi'setten yaklaşık bir yıl ö n c e (m. 609),
ay s o n r a 2. yılın Z i l k a d e (Mayıs 624) ve-
rakmayacağına
İbn Sa'd ile ( et-Tabakât, VIII, 19) bir kı-
ya Zilhicce (Haziran 624) ayında gerçek-
r a k o n u n m i r a s ı n ı n söz k o n u s u olamayacağını, f a k a t ailesinin g e ç i m i n i n eski-
dair hadisini
hatırlata-
s ı m tarihçilere g ö r e ise Kureyş'in Kâbe'-
leşti. Hz. F â t ı m a 3. yılın R a m a z a n ayın-
yi y e n i d e n inşası sırasında (m. 605) Mek-
d a (Şubat 625) ilk ç o c u ğ u olan Hasan'ı,
d e n o l d u ğ u gibi yine buraların gelirin-
ke'de d o ğ d u . Bazı k a y n a k l a r d a Hz. Âişe'-
bir yıl s o n r a Ş â b a n (Ocak) ayında Hüse-
d e n s a ğ l a n a c a ğ ı n ı , k e n d i s i n i n b u araziyi
d e n b e ş y a ş k a d a r b ü y ü k o l d u ğ u kay-
yin'i d ü n y a y a getirdi. Daha sonraki yıl-
Hz. Peygamber'in yaptığı şekilde bir mü-
d e d i l d i ğ i n e g ö r e (meselâ bk. İbn Hacer,
larda k ü ç ü k y a ş t a ölen M u h a s s i n ile (İbn
tevelli gibi kullanacağını söyledi. Hz. Âişe
el-İşâbe, VIII, 54) birinci g ö r ü ş ağırlık ka-
Kuteybe, s. 211; İbn Hacer, el-İşâbe, VI,
ile d i ğ e r bazı s a h â b î l e r i n b u hadisi tas-
z a n m a k t a d ı r . Öz kardeşleri Z e y n e b ile
243) Ü m m ü K ü l s ü m ve Z e y n e b d o ğ d u .
dik etmeleri üzerine miras iddiasından
Evliliklerinin ilk yıllarında Hz. Ali ile Fâ-
vazgeçildi (Buhârî, " H u m u s " , 1, " F e z â ' i l ü
Rukıyye'den k ü ç ü k , Ü m m ü
Külsûm'dan Hz.
t ı m a a r a s ı n d a k ü ç ü k ç a p t a bazı anlaş-
aşhâbi'n-nebî", 12, " M e ğ â z î " , 14, 38, "Na-
P e y g a m b e r ' i n en k ü ç ü k kızı o l d u ğ u gö-
mazlıklar o l m u ş (Buhârî, "Edeb", 113, "İs-
fakât", 3, "İ'tisâm", 5; Müslim, " C i h â d " ,
r ü ş ü d a h a d o ğ r u k a b u l e d i l m e k t e d i r (İbn
t i ' z â n " , 40), a n c a k Resûl-i E k r e m ' i n . a r a -
51-55). A n c a k Hz. F â t ı m a halifenin
Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb,
XII, 441; a.mlf.,
larını b u l m a s ı ve Hz. F â t ı m a ' y a kocasına
t a v r ı n a g ü c e n e r e k v e f a t edinceye k a d a r o n u n l a bir d a h a bu k o n u ü z e r i n d e ko-
büyük
olduğu
söylenmekteyse de
bu
el-İşâbe, VII, 648). Z e h e b î ' n i n b e l i r t t i ğ i n e
itaati tavsiye e t m e s i ü z e r i n e kırgınlıklar
g ö r e künyesi " b a b a s ı n ı n a n n e s i , a n a m "
son b u l m u ş , Hz. Ali d e a r t ı k eşini hiçbir
n u ş m a d ı (Buhârî, "Ferâ'iz", 3). Bir riva-
m â n a s ı n a gelen " Ü m m ü e b î h â " idi. Bu
şekilde
y e t e g ö r e ise E b û Bekir, Hz. F â t ı m a ' y ı
künyeyi a l m a s ı n ı n sebebi, Fâtıma'yı an-
Hacer, el-İşâbe, VIII, 59).
n e sevgisiyle seven Resülullah'ın kendisine b u şekilde h i t a p e t m e s i olmalıdır. Lakabı "beyaz, p a r l a k ve aydınlık y ü z l ü k a d ı n " a n l a m ı n d a Z e h r â o l m a k l a beraber "iffetli ve n a m u s l u k a d ı n " anlamınd a k i B e t û l lakabıyla anıldığı d a
görül-
m e k t e d i r (Ebû Nuaym, (I, 39). K a y n a k l a r d a Hz. F â t ı m a ' n ı n
çocukluk
üzmeyeceğini
söylemiştir
(ibn
v e f a t ı n d a n bir m ü d d e t önce ziyaret ede-
U h u d Gazvesi'nde o n h a n ı m l a birlikte gazilere yiyecek ve su t a ş ı y a n Hz. Fâtım a aynı z a m a n d a yaralıları t e d a v i etti. Bu s a v a ş t a Hz. P e y g a m b e r ' i n dişinin kı-
r e k g ö n l ü n ü a l m ı ş t ı r (İbn Sa'd, VIK, 27; Zehebî, A c lâmun-nübelâ',
II, 121).
Hz. F â t ı m a , Resülullah'ın
ölümünden
b e ş b u ç u k ay sonra 3 R a m a z a n 11 (22
rılması üzerine y ü z ü n d e k i k a n l a n temiz-
Kasım 632) t a r i h i n d e v e f a t etti. M u h a m -
lemeye çalıştı. Kanın d i n m e d i ğ i n i görün-
med
ce bir hasır parçasını y a k ı p küllerini Re-
ma'yı Hz. Ali yıkadı (Zehebî,
sülullah'ın y ü z ü n e
bastırmak
suretiyle
el-Bâkır'm b e l i r t t i ğ i n e g ö r e Fâtı-
nübelâII,
A zlâmü'n-
128). Ö l ü m ü n d e n s o n r a vü-
ve gençlik yıllarına dair p e k a z bilgi bu-
a k a n kani d u r d u r m a y ı başardı (Müslim,
c u d u n u k i m s e n i n g ö r m e m e s i için vasi-
lunmaktadır.
" C i h â d " , 101).
yeti ü z e r i n e o n u Hz. Ali ile Hz. E b û Be-
Bunlardan
biri,
Kâbe'de
219 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂTIMA kir'in hanımı Esmâ bint Umeys'in yıka-
beni ü z m ü ş olur" (Buhârî, "Fezâ'ilü aş-
dığı da zikredilmektedir [a.g.e., II, 129).
hâbi'n-nebî", 12, 29; Müslim, "Fezâ'ilü'ş-
Hz. Fâtıma, kadın cenazelerinin erkek-
şahâbe", 93-94; Hâkim, 111, 154) ve, "Bana
lerinki gibi üzerine örtülen bir kefenle
melek gelerek Fâtıma'nm cennetliklerin
sarılmış olarak herkesin gözü
hanımefendisi olduğunu müjdeledi" de-
önünde
bulunmasından rahatsız olduğunu Esmâ
miş (Hâkim, 111, 151), cennetlik kadınların
bint Umeys'e söylediğinde Esmâ ona Ha-
en faziletlilerini saydığı bir başka hadi-
beşistan'da cenazelerin t a b u t içinde ta-
sinde de önce Hz. Hatice ile Fâtıma'nın,
şındığını anlatmış, b u n u n üzerine Fâtı-
sonra da Âsiye ile Meryem'in adlarını söy-
m a kendi cenazesinin de böyle taşınma-
lemiştir [Müsned, I, 293).
sını vasiyet etmişti. Nitekim onun cenazesi Esmâ bint Umeys'in tarifi üzerine yapılan tabutla taşındı. Cenaze namazını Hz. Abbas veya Hz. Ali kıldırdı. Vasiyeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü'l-bakî'a defnedildi. Resûlullah'ın terbiyesiyle yetişen Hz. Fâtıma onun hem hayâ ve edep gibi özelliklerine, hem de konuşma tarzından (Tirmizî, "Menâkıb", 60) yürüyüşüne kadar (Müslim, "Fezâ'ilü's-sahabe", 98) birçok vasfına sahip oldu. Babasının uygun görd ü ğ ü hayat tarzını benimseyerek onun gibi sade yaşadı. El değirmeninde un ö ğ ü t m e k t e n usanan Fâtıma ile kuyudan su çekip t a ş ı m a k t a n yorulduğunu söyleyen Ali bu hususta Hz. Peygamber'den yardım istemeye karar verdiler. Hz. Fâtıma Medine'ye bir savaş esirinin geldiğini duyunca babasına giderek ondan kendisine ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi talep etti. Resûlullah da esiri, mescidde yatıp kalkan fakir müslümanların (ehl-i Suffe) ihtiyaçlarını karşılamak üzere satacağını, bu sebeple kendisine bir hizmetçi veremeyeceğini, buna karşılık yatağa girdiği vakit otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillâh, Allâhüekber demesinin istediği hizmetçiden kendisi için daha hayırlı olacağını söyledi (Buhârî, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebî", 9, "Nafakât", 6-7, "Da'avât", 11). Bu güzel vasıfları sebebiyle Resûl-i Ekrem Fâtıma'yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini t u t a r a k yanaklarından öper, ona iltif a t edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Fâtım a da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı (Müslim, "Fezâ'ilü'ş-sahabe",
98;
Ebû Dâvüd, "Edeb", 143, 144; Tirmizî, "Menâkıb", 60). Hz. Peygamber sefere giderken aile fertlerinden en son Fâtıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü (Ebû Dâvüd, "Tereccül", 21). Kadınlardan en çok Fâtıma'yı, erkeklerden de Ali'yi sevdiğini söyleyen (Tirmizî, "Menâkıb", 60) Resûl-i Ekrem, "Fâtıma benim bir parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de
Hz. Peygamber'in Fâtıma'ya olan sevgisini gösteren önemli bir olay, Mekke'nin fethinden sonra Hz. Ali'nin Ebû Ce-
Fâtıma ve Ali isimlerinin birlikte yazıldığı Muhittin Serin
hil'in kızı Cüveyriyye ile (İbn Hacer, Fet-
hattıyla celî - ta'lik levha (Muhittin Serin koleksiyonu)
hu'l-bârî, VII, 108) evlenmek istemesi veya Ebû Cehil'in yakınlarının kızlarını Hz. Ali ile evlendirmek için Resûl-i Ekrem'in iznini talep etmeleri üzerine onun gösterdiği tepkidir. Bu vesile ile yaptığı konuşmalarda Fâtıma'nın kendisinin bir parçası olduğunu, onun üzülmesini istemediğini, Resûlullah'ın kızı ile Allah düşmanının kızının bir araya gelemeyeceğini, Cenâb-ı Hakk'm helâl kıldığı bir şeyi h a r a m kılmamakla beraber bu evliliğe izin vermeyeceğini, ancak Ali'nin Fâtıma'yı boşadıktan sonra bir başka kadınla evlenebileceğini söyledi (Buhârî, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebî", 16, "Nikâh", 109). Resûl-i Ekrem'in bu konudaki hassasiyeti, Hz. Fâtıma'nın itidalini koruyamayacağı düşüncesinden kaynaklanıyordu (Müslim, "Fezâ'ilü'ş-şahâbe", 95-96). Diğer taraftan Hz. Peygamber'in konuşmasına başlarken öbür d a m a d ı Ebü'lÂs'ın kendisine verdiği sözde durduğunu belirtmesi, Ebü'l-Âs'a Zeyneb'in üzerine bir başka kadınla evlenmemeyi şart koştuğunu hatıra getirmekte, aynı şekilde Hz. Ali'den de böyle bir söz aldığını, f a k a t Ali'nin bunu u n u t m u ş olabileceğini düşündürmektedir. Bu olaydan sonra Hz. Ali Fâtıma'nın vefatına kadar bir başka kadınla evlenmediği gibi câriye de edinmemiştir. Resûl-i Ekrem'in her fırsatta onların evine gelerek ikisinin arasına oturması, hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi ifade etmesi onları birbirine bağlamış, hatta z a m a n z a m a n her biri Resûlullah'ın kendisini daha çok sevdiğini ileri sürerek onun gönlündeki müstesna yerlerinden emin olduklarını göstermişlerdir. Fâtıma da fırsat buldukça babasının yanına gider, ona hizmet etmekten zevk duyardı. Mekke'nin fethedildiği yıl Resûlullah evinde yıkanırken Fâtıma'nın onu bir perde ile setretmeye çalışması (Buhârî, "Ğusül", 21, "Şalât", 4) onların bu yakınlığının derecesini göstermektedir. Resûl-i
Ekrem, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'yi ve çocukları Hasan ile Hüseyin'i abâsının altına alarak, "Allahım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl" diye dua etmiştir. Hz. Fâtıma ile ilgili önemli hususlardan biri de Resûlullah'ın neslinin onun çocukları vasıtasıyla devam etmiş olmasıdır. Hz. Fâtıma'dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup t a m a m ı Kütüb-i
Sitte'de
yer almakta, bunlardan ikisi hem Şahîh-i
Buhârî
hem de Şahîh-i
Müslim'de
bu-
lunmaktadır. Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan ile Hüseyin, Hz. Âişe, Ü m m ü Seleme, Hz. Peygamber'in hizmetkârı Ümm ü Râfi'in karısı Selmâ, Enes b. Mâlik ve başkaları rivayette bulunmuşlardır. Ayrıca Hz. Hüseyin'in kızı Fâtıma'nın ve daha başka râvilerin ondan mürsel rivayetleri vardır. Kaynaklarda Hz. Fâtıma'ya nisbet edilen bazı şiirler ve beyitler b u l u n m a k t a (meselâ bk. İbn Seyyidünnâs, s. 358; Ali Fehmi Câbic, s. 126, 128), bunları Hz. Peygamber'in vefatından sonra söylediği belirtilmektedir. Zehebî, Fâtıma'nın Resûlullah'ın vefatı dolayısıyla söylediği ileri sürülen, "Başıma g ü n d ü z ü geceye çevirecek büyük musibetler geldi" şeklindeki beytin ona ait olmadığını kaydetmektedir [A clâmun-nübela',
11, 134). Fâ-
tımîler, Hz. Fâtıma'nın soyundan geldiklerini iddia ederek kurdukları hânedana ona izâfeten bu adı vermişlerdir. Şiî Kaynaklarına Göre Fâtıma. ŞİÎ kaynaklan, Hz. Fâtıma'nın bi'setin 2 veya S. yılında d o ğ d u ğ u n u iddia ederler. Hatta Hz. Hatice'nin Fâtıma'ya isrâ ve mi'rac hadisesinden sonra hamile kaldığını ileri süren kaynaklar da vardır. Bu t ü r ri-
220 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂTIMA ması, Resülullah'ın ilk halifesinin isabet-
mi'racda
nahlardan k o r u n m u ş olduğu görüşüdür
b u l u n d u ğ u sırada kendisine i k r a m edi-
(bk. ÇÂRDEH MA'SÛM-i PÂK). Ehl-i sün-
li h ü k ü m verdiğini g ö s t e r m e y e yeterli-
len cennet meyvesinden yediği, Fâtıma'-
net âlimleri, Resûl-i Ekrem'in Hz. Ali, Fâ-
dir (geniş bilgi için bk. FEDEK).
nın b u meyveden hâsıl o l d u ğ u , Resûl-i
t ı m a , Hasan ve Hüseyin'i abâsının altına
Hz. Fâtıma'yı alet e t m e k suretiyle Hz.
Ekrem'in o meyvenin k o k u s u n u özledik-
alarak, "Ey Ehl-i beyt! Allah sizden sa-
Ömer'i k a r a l a m a k için uydurulan ve gü-
çe Fâtıma'yı ö p t ü ğ ü kaydedilir. Hz. Fâtı-
dece g ü n a h ı g i d e r m e k ve sizi t e r t e m i z
venilir hiçbir k a y n a k t a g ö r ü l m e y e n bir
m a ' n ı n mi'rac olayından çok önce doğ-
y a p m a k istiyor" (el-Ahzâb 3 3 / 3 3 ) meâ-
iddiaya göre Fâtıma ve kocası Ebû Be-
m u ş olması b u t ü r rivayetlerin tutarsız-
lindeki âyeti o k u d u ğ u n u kabul e t m e k l e
lığını ortaya k o y m a k t a d ı r (bu rivayet ve
beraber (Müslim, "Fezâ'iluş-şahâbe", 61)
tenkidi için bk. Kandemir, s. 185-186). Yi-
b u n d a n onların m â s u m i y e t i n i n anlaşıla-
ne aynı nitelikteki rivayetlerde Fâtıma'-
mayacağını, böyle yapmakla Hz. Peygam-
vayetlerde, Hz. Peygamber'in
ya hamile olduğu sırada annesinin onun-
ber'in onları Allah'ın emirlerine uymaya
la konuştuğu, doğacağı esnada Sâre, Âsi-
çağırdığını, ayrıca i s m e t sıfatının sade-
ye, Meryem ve Şuayb p e y g a m b e r i n kızı
ce peygamberlere m a h s u s olması sebe-
Safûrâ'nın y a r d ı m a geldiği, d o ğ a r doğ-
biyle onların
m a z kelime-i ş e h â d e t getirerek babası-
belirtirler (bk. ÂL-I ABA; EHL-I BEYT).
mâsum
sayılamayacağını
kir'e biat etmeyip evlerine çekilince Ömer onları biat etmedikleri t a k d i r d e evlerini yakmakla
t e h d i t etmiş, h a t t a
evlerini
basıp kapıyı kırmış, içeri girdiği sırada kapı ile duvar arasına sıkışan Fâtıma'nın kaburgaları kırılmış ve b u sırada çoc u ğ u Muhassin'i d ü ş ü r m ü ş t ü r
(Meclisî,
XL1I1, 197-199; ibrahim Emini, s. 204-210). Seyyid Mukarrib Ali en-Nekavî el-Hüsey-
nın k i m o l d u ğ u n u , kocasının k i m olaca-
Şiî kaynaklarında, Hz. Fâtıma'nın mev-
ğını söylediği ve oradakilere adlarıyla hi-
cut K u r ' a n ' d a n t a m a m e n farklı ve o n u n
t a p ettiği, d o ğ u m u y l a birlikte olağan üs-
şıdi ihrâkı
üç misli b ü y ü k l ü ğ ü n d e bir m u s h a f a sa-
t ü hadiselerin m e y d a n a geldiği anlatıl-
adıyla bir kitap yazılmasına sebep olan
hip o l d u ğ u belirtilmektedir. İddiaya gö-
m a k t a , d a h a sonra da Cebrâil'in Resûl-i
bu iddia, m u h t e m e l e n Hz. Ömer'in hilâ-
re bu m u s h a f , Resûl-i Ekrem'in vefatın-
f e t k o n u s u n d a Hz. Fâtıma'yı ikaz e t m e hadisesinin t a h r i f edilmesinden kaynak-
E k r e m ' e gelerek Fâtıma'nın Hz. Ali ile
d a n sonra Hz. F â t ı m a ' n ı n yaşadığı za-
evlenmesini Allah'ın m ü n a s i p g ö r d ü ğ ü -
m a n zarfında Cebrâil'in onu teselli mak-
n ü , eğer Aii olmasaydı y e r y ü z ü n d e ona
sadıyla söylediği sözlerin Hz. Ali tarafın-
bir d e n k b u l u n a m a y a c a ğ ı n ı haber ver-
d a n kaydedilmesiyle m e y d a n a
diği iddia e d i l m e k t e ve bu d ü ğ ü n ü n g ö k
tir. Bu m u s h a f m içinde şer'î h ü k ü m l e r i n
gelmiş-
ehli t a r a f ı n d a n da kutlandığı abartılı ifa-
-özellikle cezaların- ayrıntılı bir şekilde
delerle a n l a t ı l m a k t a d ı r (Muhammed
b u l u n d u ğ u , kıyamete k a d a r gelecek bü-
b.
Cerîr b. Rüstem et-Taberî, s. 12-13; İbn
t ü n idarecilerin adlarının ve meydana ge-
Şehrâşüb, 111, 340, 346; Meclisî, XL1I1, 2-
lecek olayların kaydedildiği söylenmekte-
4, 92-93; M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî, s.
dir. Mutedil Şiî âlimleri ise Fâtıma mus-
60-64). L. Veccia Vaglieri, Hz. Fâtıma'nın
hafını kabul etmekle beraber bu musha-
d ü n y a ve â h i r e t hayatına dair Şiîler ta-
f m bir Kur'an olmadığını ve eldeki Kur'-
rafından
nakledilen
menkıbevî
haber-
lerin geniş bir özetini vermektedir (El 2 |Fr.], II, 865-868).
a n ' d a noksanlık b u l u n m a d ı ğ ı n ı belirtirler. B u n d a n b a ş k a Hz. Fâtıma'nın elinde b u l u n a n , kendisiyle Hz. Ali'nin ve d a h a
Şiî kaynaklarında Hz. Fâtıma hakkın-
sonra gelecek vasîlerin adlarının yer al-
beyti Fâtıma
li-kâ-
(Hindistan 1281)
lanmıştır. Rivayete göre, Ebû Bekir'in hilâfetine h e n ü z gönülleri y a t m a m ı ş olan Hz. Ali ve Zübeyr'in Fâtıma ile b u konuyu birkaç defa görüştüklerini haber alan Hz. Ömer, çıkabilecek bir fitneyi önlem e k maksadıyla Hz. Fâtıma'yı ziyaret etm i ş ve ona d ü n y a d a en çok Resûlullah'ı, sonra d a o n u n kızını sevdiğini söylemiş, ancak bu sevginin "hilâfet k o n u s u n u karıştırıp d u r a n " kimselerin o n u n
evinde
t o p l a n m a s ı halinde bu evi onlar içeride iken y a k m a s ı n a engel olmayacağını belirtmiş, Hz. Fâtıma da onlara Ömer'in bu s ö z ü n ü naklederek artık bir d a h a hilâf e t meselesini kendisine getirmemele-
daki abartılı bilgilerden biri de onun isim-
dığı bir sayfadan da söz
leriyle ilgilidir. S ü n n î kaynaklarında Fâ-
(Küleynî, 1, 239-242; M u h a m m e d b. Cerîr
t ı m a ' n ı n sadece Zehrâ, bazan d a Betûl
b. Rüstem et-Taberî, s. 29-30; Şeyh Mü-
Bazı Şiî kaynaklarında Hz. Fâtıma'nın
lakabından söz edildiği halde Şiî kaynak-
fîd, s. 210; M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî,
faziletleri h a k k ı n d a pek aşırı ifadelerin
larında çeşitli âyetlerle zoraki bir ilgi ku-
s. 125-129).
kullanıldığı g ö r ü l m e k t e , Ehl-i beyt'e da-
rularak o n u n ayrıca Sıddîka, M ü b â r e k e ,
edilmektedir
nî t a r a f ı n d a n en-Nârü'l-hâtıma
Fedek arazisinin Resûl-i Ekrem'in şah-
Tâhire, Zekiyye, kendisine ilham gelen
sî m ü l k ü o l d u ğ u n u , Ebû Bekir'in bu ara-
ve meleklerle k o n u ş a n a n l a m ı n d a Mu-
ziyi Fâtıma'ya v e r m e m e k l e ona haksız-
rini istemiştir (İbn Ebû Şeybe, VII, 432).
hil diğer d ö r t kişi gibi o n u n da n u r d a n yaratıldığı, kıyamete kadar o l m u ş ve olacak her şeyi bildiği, soyundan i m a m l a r
haddese, hayız ve nifas sıkıntısı çekme-
lık ettiğini ileri süren Şiîler, peygamber-
ve vasîler geleceğini Cenâb-ı Hakk'ın ona
yen a n l a m ı n d a Betûl, bâkire a n l a m ı n d a
lerin m i r a s bırakmayacağına dair riva-
bildirdiği, h a t t a Hz. Ali ile evlenmesini
Azrâ gibi isimleri o l d u ğ u iddia edilmek-
yetin Süleyman'ın Dâvûd'a mirasçı oldu-
mi'racda Allah Teâlâ'nın
te, h a t t a , "Ey huzura k a v u ş m u ş i n s a n !
ğ u n u belirten Kur'an âyetine (en-Neml
ve o n u n tarafını tutanların
Sen O ' n d a n h o ş n u t , O da senden hoş-
2 7 / 1 6 ) ters d ü ş t ü ğ ü n ü
ederler.
a z a b ı n d a n kurtulacağı ileri sürülmekte-
n u t olarak rabbine d ö n " (el-Fecr 89/27-
iddia
kararlaştırdığı cehennem
Halbuki bu âyette sözü edilen mirasın
dir ( M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî, s. 179;
28) m e â l i n d e k i âyette "râziye" ve "mar-
mal m ü l k değil peygamberlik olduğu, ba-
İbrahim Emînî, s. 133-135).
ziyye" kelimeleriyle onun kastedildiği ile-
zı âyetlerde m i r a s kelimesinin ilim ve
ri s ü r ü l m e k t e d i r (İbn Şehrâşüb, III, 357-
hikmet
bilinmektedir.
mevkiini ve ü s t ü n l ü ğ ü n ü belirtirken üze-
358; M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî, s. 79-
Öte y a n d a n geride birçok çocuk bırak-
rinde ö n e m l e durdukları hususlardan bi-
140).
m ı ş olan D â v û d ' a sadece S ü l e y m a n ' ı n
ri de m ü b â h e l e olayıdır. 10 (631-32) yı-
Hilâfetin Hz. Ali ile o n u n soyuna ait
mirasçı o l d u ğ u düşüncesinin ilâhî hik-
lında Medine'ye gelen Necran hıristiyan-
o l d u ğ u iddiasının önemli dayanakların-
m e t e uygun düşmeyeceği açıktır. Ayrıca
iarının Hz. îsâ'nın ilâhlığı konusunda ısrar
d a n biri, kocası Ali ile soylarından gelen
Hz. Ali'nin de halife o l d u k t a n sonra Fe-
etmeleri üzerine nâzil olan Âl-i İ m r â n
on bir i m a m gibi Hz. Fâtıma'nın da gü-
d e k arazisini Hz. Ebû Bekir gibi kullan-
süresindeki âyetlerden birinde ifade edii-
için
kullanıldığı
Şiîler'in, Hz. Fâtıma ile Ehl-i beyt'in
221 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂTIMA grupların Hz. Fâtıma hakkındaki aşırı-
re 1953); M u h a m m e d Kâzım el-Kifâî, ez-
lıklarını ele almaktadır.
Zehm
Literatür. Hz. Fâtıma'nın hayatına dair çoğu Şiîler tarafından olmak üzere pek
Delâ'ilü'l-
çok eser kaleme alınmıştır.
imâme
di'nin celî - sülüs levhası (Muhittin Serin koleksiyonu)
Fâtımatü'z-Zehm
(Kahire 1972, 1986);
Abdüssamed et-Türkî, Fî beyti
Fâtıma
(Küveyt 1973); Seyyid Tâlib Horasân, el-
habere yer veren (s. 12-58) Râfizî müel-
Zehrn
lifi Ebû Ca'fer M u h a m m e d b. Cerîr b.
tiyle ilgili çoğu zayıf olan kırk hadisi ihtiva
et-Taberî'nin yaptığı gibi
bu
fî fezâ'ili
Fâtımati'z-
(Kum 1411; Hz. Fâtıma'nın fazile-
etmektedir); Abdürrezzâk Mükerrem, Ve-
eserlerde zayıf veya asılsız rivayetlere
fâtü'ş-Şıddîkati'z-Zehrâ'
geniş bölümler ayrılmıştır. Seyyid Mu-
M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî,
h a m m e d Murtazâ el-Hüseynî el-Cevnfû-
tü'z-Zehrâ*
rî'nin Kühlü'n-nâzırîn
mehd
fî
tafdîli'z-Zeh-
(Beyrut 1983);
'aleyhe's-selâm
ile'l-lahd
Fâtımamine'l-
(Beyrut 140.4/1984, 5.
(bs.
bs.; daha çok Şiî kaynaklarından alman
yeri yok, 1302) adlı eserinin aşırılığı is-
asılsız pek çok haberi ihtiva etmektedir);
'ale'l-enbiyâ'
ve'l-mürselîn
minden bile anlaşılmaktadır. Hz. Fâtıma
Nezîh Kumeyha, Şerhu Hutbeti
ile ilgili başlıca kitaplar şunlardır: A) Arap-
ti'z-Zehm
ça Eserler. M u h a m m e d el-Bâkır (ö. 117/
Abdülmaksûd, Fâtımatü'z-Zehrâ'
735), Tezvîcü Fâtıma
Beyrut 1986); Şerîf Seyyid el-Âmilî, Fâ-
binti'r-Resûl
Selâhaddin el-Müneccid, Beyrut
diği gibi (âyet 61), her iki tarafın başta
ve'l-edeb
Lü'lü'ü'l-beyzâ 3
râ 3
olanların adlarını ihtiva eden Kazasker Mustafa izzet Efen-
ve't-târîh
da Hz. Fâtıma ile ilgili pek çok uydurma
Rüstem
Hz. Fâtıma'nın da içinde bulunduğu Ehl-i beyt'e dahil
(Beyrut 1408/ 1988) adlı kitabın-
fi's-sünne
(I-II, Necef 1369-1371); Tevfîk Ebû Alem,
(nşr. 1963);
Fâtıma-
(Beyrut 1984); Abdülfettâh
tımatü'z-Zehrâ':
el-Meselüi-a'lâ
(I-II,
li'l-
M u h a m m e d b. Hârûn er-Rûyânî, C ü z 3
mer'eti'l-müslime
fîhi tezvîcü
M u h a m m e d Beyyûmî Mehrân, es-Sey-
'Alî
Fâtıma
b. Ebî
bint Resûlillâh
Tâlib
bi-
'aleyhime's-selâm
(Beyrut 1409/1988);
yide Fâtımatü'z-Zehrâ3
(Beyrut 1990);
kendileri olmak üzere çocuklarını ve ka-
(nşr. Selâhaddin el-Müneccid, Beyrut, ts.);
A h m e d er-Rahmânî el-Hemedânî, Fâtı-
dınlarını çağırarak Allah'tan yalancılara
İbn Şâhîn, Fezâ'ilü
matü'z-Zehm
lânet
(nşr. Muhammed Saîd et-Turayhî, Beyrut
etmesini
istemelerinden
ibaret
Fâtımati'z-Zehm eş-Şüğürü'l-bâsi-
: Behcetü
kalbi'l-Muş-
tafâ (Beyrut 1410/1990); Sâdık b. Mehdî el-Hüseynî eş-Şîrâzî,
Fâtımatü'z-Zeh-
olan bu olayda Şiîler, Hz. Peygamber'in
1405/1985); Süyûtî,
arkasına Fâtıma'yı (bazı rivayetlere göre
me fî fezâ'ili's
onun arkasına da Ali'yi), yanına Hasan ve
he's-selâm
Hüseyin'i alarak Necranlılar'ın karşısına
rayhî, Beyrut 1988; nşr. Mecdî Fethi es-
dülazîm, el-Haşâ'işü'l-Fâtımiyye
çıktığını ve böylece Kur'an'daki "kadın-
Seyyid, Tanta, ts.; es-Şüğürü'l-bâsime
ft
ran 1318); Hüseyin İmadzâde-i İsfahânî,
Fâ-
Fâtımatü'z-Zehrâ3 (Tahran 1336); Abdülhüseyin el-Mü'minî, Zindegânî-yi c Hazret-i Fâtima-i Zehrâ 3 aleyhe'sselâm (Tahran 1350 hş.) ; Ali Şerîatî, Fâtıma Fâtıma est (Tahran 1350/1971); Seyyid Ca'fer eş-Şehîdî, Zindegânî-yi Fâtıma-i Zehrâ 3 'aleyhe's-selâm (1365 h ş . / 1986, 7. bs.; a.mlf., Fâtıma Duhter-i Muhammed, Tahran 1341); Seyyid Hüseyin el-Vâizî es-Sebzevârî, Fâtımiyyât (Meşhed 1351 hş.; Hz. Fâtıma'nın büyüklüğüne dair çeşitli mevzun sözleri ihtiva eder); Celâleddin Riyâsetî, Fâtıma (Şîraz 1351); M u h a m m e d Rızâ Nusayrî, Fâtıma (Tahran, ts.) ; Nasîrüddin Mîr Sâdıkî Tahrânî, Fâtıma (Tahran 1347); Şeyh M u h a m m e d Vâsıf, Fâtıma-i Zehrâ 3 ez-Nazar-1 Rivâyât-ı Ehl-i Sünnet (Kum 1351); Ali Kerbelâî, Fâtıma, Fezâ'îl ve Muşîbet-i Fâtıma-i Zehrâ3 (Tahran 1351) (diğer Farsça eserler için bk. Abdülcebbâr er-Rifâî, s. 57-104).
- seyyide
Fâpma
'aley-
(nşr. Muhammed Saîd et-Tu-
larımız" ifadesiyle sadece Hz. Fâtıma'nın
menâkıbi
kastedildiğini ileri sürerek onun mâsu-
tımati'z-Zehm
miyeti ve yüceliği etrafındaki iddialarını
de muhtelif hadis kitaplarından Hz. Fâtı-
güçlendirmek
istemişlerdir.
Mübâhele
Fâtıma);
a.mlf., Müsnedü
(Beyrut 1413/1993; eser-
ma ile ilgili 284 rivayet derlenmiştir); Mu-
olayından bahseden bazı Sünnî kaynak-
h a m m e d Abdürraûf el-Münâvî,
larında Hz. Fâtıma'dan söz edilmezken
sâ'il
(İbn Sa'd, 1, 357-358; Hâkim, II, 593-594)
kıb: Seyyidetü
bir kısmında Hz. Fâtıma'nın da orada bu-
tımatü'z-Zehrâ'
bimâ
li-Fâtimate nisâ'i
İthâfü's-
mine'l-menâehli'l-cenne
Fâ-
(Bulak 1987); Muham-
l u n d u ğ u kaydedilmektedir (Belâzürî, s.
m e d Bâkır el-Meclisî, Târîhu
seyyideti
75; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 293; İbn Kesîr,
nisâ'i'l-'âlemîn
seyyidi'l-
II, 43-44). Kasım Kufralı İslâm
mürselîn
pedisi'ne
yazdığı Fâtıma
Ansiklo-
maddesinde
ve bed'atü
(Beyrut 1404/1983;
Bihâru'l-
enuâr külliyatının XLI1I. cildi olan bu ese-
(IV, 520) m ü b â h e l e olayında Hz. Fâtıma'-
rin baştan 236 sayfası Hz. Fâtıma ile ilgili-
nın da hazır bulunduğu hususunu bü-
dir); Abdullah
t ü n m ü s l ü m a n l a r kabul ediyormuş gibi
ed-Dürretü'l-yetime
göstermekte ve iddiasına kaynak ola-
seyyideti'l-
rak Hâzin ve Beyzâvî tefsirlerini vermek-
et-Turayhî, Beyrut 1405/1984-85); Abdül-
b. İbrâhim
el-Mîrganî,
fî ba'zı
fezâ'ili's-
'azîme (nşr. Muhammed Saîd
tedir. Halbuki Hâzin, olayı rivayetin za-
hüseyin b. Şerefüddin el-Mûsevî, el-Ke-
yıflığını gösteren bir ifade ile naklet-
limetü'l
mekte, Beyzâvî ise mübâhele konusunda
da 1347; Necef 1967; eserde bazı âyetle-
herhangi bir bilgi vermemektedir. Louis
re dayanılarak Hz. Fâtıma'nın faziletleri an-
Massignon, La Mubâhala
latılmaktadır); Ömer Ebü' n- Nasr, Fâtı-
et l'Hyperdulie
de Fatıma
de
Medine
(Melun 1944;
râ' fi'l-Kur'ân
- ğarrâ'
fî tafdîli'z-Zehrâ3
ma bint Muhammed
(Say-
B) Farsça Eserler. Bâkır b. İsmâil b. Ab-
(s.a.) (Beyrut 1353/
Paris 1955) adıyla yaptığı küçük çaplı ça-
1935; Kahire 1947); Ma'rûf b. Muhammed
lışmasında ve "La notion du voeu et la
el-Arnâvûd,
devotion m u s u l m a n â Fâtıma" (bk. bibi.)
1942); Abbas M a h m û d el-Akkid, Fâtı-
adlı makalesinde bu olayı ve bazı dinî
matü'z-Zehrâ 3
Fâtımatü'l-Betül ve'l-Fâtımiyyûn
(Dımaşk (Kahi-
(Beyrut 1991).
(Tah-
C) Türkçe Eserler. Fâtıma Şâdiye, Ke-
rîme-i Âlem
Muhtereme-i Seyyidetü
ret-i Fâtımatü'z-Zehrâ bul 1321; Hanımlara
222 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
Hazret-i
nisâi'l - âlemîn el-Betûl Mahsus
Fahr-i Haz(İstan-
Gazete'nin
FÂTIMA müdîresinin yazdığı bu küçük risâle, devrin teknik imkânlarına göre en m ü k e m m e l şekilde iki renkli basılmış ve gazete ile birlikte yayımlanmıştır); Hacı C e m a l
Fâtımatü'z-Zehrâ
(istanbul
Öğüt,
1359/1940;
Hz. Fâtıma'dan b a h s e d e n her nevi eserden derlenen
bilgilerin yer aldığı
kitap
devrin âlimlerinin takrizleriyle beraber yayımlanmıştır); Y a k u p K e n a n
Fâtıma
Anamız
(İstanbul
Necefzâde,
1968); Mus-
t a f a Necati Bursalı, Hz. Fâtıma-i
râ (İstanbul nek İslam
Zeh-
1982); İ b r a h i m E m i n i ,
Kadını
Hz. Fatıma
Ör-
(a.s.) (trc.
Fahrettin Altan — Seyyid Seccad Hüseyni, Kum 1412/ 1992; Hz. Fâtıma konusunda
hem
Ehl-i
sünnet'in
hem
de
Şia'-
nın ifrat ve tefrite d ü ş t ü ğ ü n ü söyleyen müellif Fâtıma hakkındaki Şiî g ö r ü ş ü n ü yansıtmaktadır). A b d ü l c e b b â r er-Rifâî, " M u c c e m ü kütibe
c
mâ
a n F â t ı m a t i ' z - Z e h r â 3 " adlı ma-
k a l e s i n d e (bk. bibi.) Hz. F â t ı m a hakkınd a ç o ğ u Şiîler t a r a f ı n d a n yapılan 250'd e n f a z l a A r a p ç a , Farsça ve Urduca çalışmayı t e s b i t e t m i ş t i r . BİBLİYOGRAFYA: VVensinck, el-Mucem, VIII, 219-220, 241; a.mlf. Miftâhu künûzi's-sünne, Beyrut 1403/ 1983, s. 378-379; Müsned, I, 93, 98, 104, 108, 118, 293; VI, 282-283; Buhârî, "Vudû a ", 69, "Ğusül", 21, "Şalât", 4, "Hibe", 27, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebî", 9, 12, 16, 29, "Humus", 1, "Meğâzî", 14, 38, 83, "Nikâh", 109, "Nafakât", 3, 6-7, "Edeb", 113, "İsti'zân", 40, 43, "Da'avât", 11, "Ferâ'iz", 3, "İ'tişâm", 5; Müslim. "Cihâd", 51-55, 101, 107-110, "Fezâ'ilu ş-şahâbe", 61, 93-99; Ebû Dâvûd, "Edeb", 143, 144, "Tereccül", 21; Tirmizî, "Siyer", 44, "Menâkıb", 60; Vâkıdî, el-Meğazî, I, 249-250, ayrıca bk. İndeks; İbn Sa'd, et-Tabakât, 1, 357-358; VIII, 19-30; İbn Şebbe, Târîhu'l-Medîneti'l-müneuuere, s. 105-110, 196-202; İbn Ebû Şeybe, el-Muşannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/ 1989, VII, 432; İbn Kuteybe (Ukkâşe). s. 142143, 158, 210, 211; Belâzürî, Fütûh (Rıdvan), s. 75; Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Taberî, Delâ'ilü 7- imime, Beyrut 1408/1988, s. 558; Taberî, Târih, II, 410, 486, 533, 537; III, 207208, 240, ayrıca bk. İndeks; Dûlâbî. ez-Zürriyyetut-tâhire (nşr. Seyyid M. Cevâd el-Hüseynî el-Celâlî), Beyrut 1408/1988, s. 89-98, 149; Küleynî, el-Uşüi minel-Kâfi, I, 238-242; Hâkim, el-Müstedrek, II, 593-594; III, 151-163; Şeyh Müfîd, el-İhtisas, Beyrut 1402/1982, s. 210212; Ebû Nuaym, Hilye, II, 39-43; İbn Abdülber, el-lstfâb, IV, 373-381; İbn Şehrâşüb, Menâkıbü âli Ebî Tâlib, Beyrut 1405/1985, III, 318-366; İbnü'l-Esîr, Üsdulğâbe, VII, 220226; a.mlf., el-Kâmil, II, 293; Beyzâvî, Envarü't-tenzti {Mecmû'a mine't-tefâsîr içinde), Beyrut 1314, I, 510-511; Hâzin. Lübâbü't-te'ufl (Mecmü'a mine't-tefâsîr içinde), Beyrut 1314, I, 510-511; İbn Seyyidünnâs, Minehu'l-midah (nşr. İffet Visâl Hamza), Dımaşk 1407/1987, s. 355-358; İbn Kesîr, Tefsîrul-Kur' ân, II, 43-
44; Zehebî, A'lâmun-nübelâ', II, 118-134; c a.mlf.. Târîhu'/• islâm: Ahdul-hulefâ'i'r-râşidîn, s. 21-27, 43-48; Heysemî. Mecme'u'zzeuâ'id, IX, 201-212; İbn Hacer, el-İşâbe (Bicâvî), VI, 243; VII, 648; VIII, 53-60; a.mlf.. Tehzîbü't-Tehzîb, XII, 440-442; a.mlf.. Fethu'l-bârî, VII, 107-108; Semhûdî, Vefâ'ul- uefâ', I, 330-334; Hazrecî, Hulâşatü Tezhîb, s. 494; Muttaki el-Hindî. Kenzü'l- C ummâl, XIII, 674687; Şâmî, Sübülul-hüdâ' ue'r-reşâd fî sîreti hayrı l-'ibâd, Kahire 1411/1990, VI, 640-650; Şevkânî. Derrü's-sehâbe, s. 273-279, 603; Mir'âtü'l-Haremeyn, II, 466-467, 976-979; Ali Fehmi Câbic, Hüsnü'ş-şıhâbe fî şerhi eş'âri's-şahâbe, İstanbul 1324, s. 125-128; Hacı [Mehmet] Cemal Öğüt, Fâtımatü'z-Zehrâ, İstanbul 1359/ 1940; L. Massignon. La Mubâhaia de Medine et l'Hyperdulie de Fatıma, Paris 1955; a.mlf., "La notion du voeu et la devotion musulman â Fâtıma", Studi Orientalistici in inore di Giorgio leui Della Vida, Roma 1956, II, 102-126; Abdülhüseyin b. Şerefeddin el-Mûsevî, el-Kelimetü'l-ğarrâ* fî tafdîti'z-Zehrâ*, Necef, ts. (Dârü'n-Nu'mân); SââtI, el-Fethu'r-rabbânî, XXII, 92-97; Murtazâ el-Hüseynî el-FTrûzâbâdî, Fezâ'itü'l-hamse mine'ş-sıhâhi's-sitte, Beyrut 1402/ 1982, s. 150-204; Meclisî, Bihârü'l-enuâr, Beyrut 1403/1983, XLiII, 2-236; A'yânü'ş-Şî'a, I, 306-323; M. Kâzım el-Kazvînî, Fâtımatü'z-Zehrâ' 'aleyhe's-selâm mine'l-mehd ile'l-lahd, Beyrut 1404/1984, s. 60-64, 79-140, 179; Hâirî, Terâcimü a'lâmi'n - nisa', Beyrut 1407/1987, II, 301-338; M. Yaşar Kandemir, Meozû Hadisler, Ankara 1991, s. 185-186; M. Tâhir Â!-i Şübbeyr el-Hâkânî, Şerhu Hutbeti's-Şıddîka Fâtımâtü'z-ZehrâKum 1412; İbrahim Emini, Örnek islam Kadını Hz. Fatıma (a.s.) (trc. Fahrettin Altan — Seyyid Seccad Hüseyni), Kum 1412/ 1992; Jane Dammen McAuliffe, "Chosen of Ali Women: Mary and Fâtıma in Ghır'ânic Exegesis", Islamochristiana, VII, Roma 1981, s. 19-28; Abdülcebbâr er-Rifâî, "Mu'cemü m â kütibe 'an Fâtımati'z-Zehrâ'", Türâsünâ, IV/ 14, Kum 1409, s. 57-104; Kasım Kufralı, "Fâtıma", İA, IV, 518-521; L. Veccia Vaglieri, "Fâtıma", £72(Fr.), li, 861-870.
bırlı, g ü z e l ahlâklı ö r n e k bir m ü s l ü m a n h a n ı m ı o l a r a k tasvir edilir. Bu t ü r met i n l e r d e i s m i n i n T ü r k h a l k a ğ z ı n d a aldığı F a t m a veya F a d i m e şekilleri y a n ı n d a F a t m a A n a , ayrıca beyaz tenli olması sebebiyle Zehra (Fâtımatü'z-Zehrâ),
iffetli
o l u ş u n d a n dolayı Betûl, bir h a d i s t e cenn e t t e k i en faziletli d ö r t k a d ı n d a n
biri
diye tanıtıldığı için " c e n n e t h a t u n u " , kıy a m e t t e kendisinden şefaat beklendiği için de "kıyamet h a t u n u " ve "seyyidetü'nn i s â " unvanlarıyla a n ı l m a k t a d ı r . Hz. F â t ı m a , Resûl-i E k r e m ' i n hayatını a n l a t a n m a n z u m ve m e n s u r siyerlerde o n u n d a i m a en y a k ı n ı n d a b u l u n a n , özellikle
kız
çocuklarına
değer
vermeyen
A r a p t o p l u m u n d a b u k ö t ü â d e t i n ortad a n kaldırılmasını s a ğ l a y a n d e ğ e r i dolayısıyla en sevgili ç o c u ğ u olarak anılmıştır. Başta Süleyman Çelebi'nin
necât'ı
Vesîletü'n-
o l m a k ü z e r e birçok m e v l i d m e t -
ninde, bilhassa v e f a t bahri içinde Hz. Fât ı m a ' d a n bahsedildiği g ö r ü l m e k t e d i r . Bu b ö l ü m l e r d e d a h a çok Resülullah'ın hastalanması,
vefat
edeceğini
bildirmesi,
Azrâil'in o n u n r u h u n u k a b z e t m e y e geld i ğ i n d e F â t ı m a ' n ı n o n u k a r ş ı l a m a s ı , vef a t ı n d a n sonra ü z ü n t ü s ü n ü bir a ğ ı t halinde dile getirmesi söz k o n u s u edilmekt e d i r (Vesîletü'n-necat-Mevlid, 190, 194). Ayrıca mevlidlerin
s. 136, 138, genellikle
m a t b û n ü s h a l a r ı n d a v e f a t b a h r i n i n sonunda
"Vefâtü Fâtımate'z-Zehrâ
radi-
yallâhü a n h â " veya "Ahvâl-i F â t ı m a " başlıklı m ü s t a k i l bir b ö l ü m yer a l m a k t a d ı r (meselâ bk. Hikâye-i
Mevlîdun-nebî,
s.
24-27; Mevlid-i Şerîf, vr. 1 17 a -121 b ). Bur a d a Hz. F â t ı m a ' n ı n b a b a s ı n ı n hastalığı
S
M . YAŞAR
KANDEMIR
a r d ı n d a n ağlayıp sızladığı, y e m e k t e n ve içmekten
•
E D E B İ Y A T . Hz. Peygamber'in nes-
kesildiği,
sonunda
Hz.
Pey-
g a m b e r ' i n Fâtıma'yı y a n ı n a çağırtıp ken-
lini d e v a m e t t i r m e s i , o n u n e n sevdiği kı-
disine ilk k a v u ş a c a k yakınının o oldu-
zı ve Ehl-i beyt'in b e ş r ü k n ü n d e n biri ol-
ğ u m ü j d e s i n i vermesi, d u r u m u eşine ve
m a s ı dolayısıyla Hz. F â t ı m a ' n ı n
çocuklarına h a b e r veren F â t ı m a ' n ı n kı-
Resûl-i
E k r e m ' i n h a y a t ı n d a ö n e m l i bir yeri var-
sa bir vasiyetten sonra b a b a s ı n a kavuş-
dır. Bu s e b e p l e Hz. P e y g a m b e r ve Ehl-i
tuğu
b e y t i n d e n b a h s e d e n birçok m a n z u m ve
Bazı mevlid m e t i n l e r i n e e k l e n e n "Hikâ-
m e n s u r eserde F â t ı m a ' n ı n adı ve vasıf-
ye-i Cemel"in s o n u n d a ise Hz. Peygam-
lirik bir ü s l û p l a
vefatına
anlatılmaktadır.
ları sık sık anıldığı gibi az sayıda d a ol-
ber'in
sa o n u n bazı e d e b î eserlere k o n u teşkil
yerlere çarpıp can veren deveyi Hz. Fâ-
dayanamayarak
başını
ettiği d e g ö r ü l m e k t e d i r . Hz. F â t ı m a ' d a n
t ı m a ' n ı n kefenleterek defnettirdiğinden
b a h s e d e n eserleri Türk edebiyatının kla-
b a h s e d e n kısa bir b ö l ü m yer alır (bk. Al-
sik metinleriyle t e k k e ve h a l k edebiyatı-
bayrak, s. 124).
na ait parçalar, folklorik ürünler ve Türk
Son devrin t a n ı n m ı ş
mutasavvıfların-
h a l k inançlarında yer a l a n l a r o l m a k üze-
d a n M u h a m m e d E s a d Erbîlî, S ü l e y m a n
re g r u p l a n d ı r m a k m ü m k ü n d ü r . Bu eser-
Çelebi mevlidinin v e z n i n d e (fâilâtün fâilâ-
lerde F â t ı m a eşine, evine ve çocuklarına
tün fâilün) "Mevlid-i Şerîf-i Hazret-i Fâ-
bağlı, onlara h i z m e t e d e n , becerikli, sa-
t ı m a t ü ' z - Z e h r â r a d ı y a l i â h ü a n h â " baş-
223 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂTIMA lıklı y e t m i ş d ö r t beyitlik Farsça bir man-
tiva eden m u h a r r e m ilâhilerindendir (no-
z u m e kaleme almıştır. "Evvelâ nâm-ı Hu-
tası için bk. Türk Musikisi
d â y â d â v e r î m / Ş ü k r g ü y â n fikr-i eltâ-
ilâhîler,
f e ş k ü n î m " beytiyle b a ş l a y a n b u
Klasiklerinden
II, 62).
m a A n a ' n ı n eli" diyerek d o ğ u m u n kolay olacağına i n a n d ı ğ ı n ı belirtir ve h a s t a y a t e l k i n d e b u l u n u r . Ayrıca d o ğ u m
esna-
man-
B e k t a ş î d e r g â h l a r ı n d a m ü r ş i d i n pos-
s ı n d a k a d ı n l a r a " F a t m a A n a eli" ( a n a s t a -
zumeyi Erbîlî'nin o ğ l u M e h m e d Ali Efen-
t u n u n s a ğ ı n d a Hz. Fâtıma'yı t e m s i l eden
t i k a h i e r o c h u n t i c a ) denilen bir bitki kay-
di Türkçe'ye çevirmiş ve ilk beytini, "Ev-
bir ocak b u l u n u r . Niyazlar önce m ü r ş i d e ,
natılıp suyu içirilir. Bu s e b e p l e Anadolu'-
vel Allah adını zikr e d e l i m / Fikr e d i p el-
o n iki i m a m a ve Hz. Fâtıma'ya, sonra d a
d a b u l u n m a y a n ve özellikle çölde yeti-
tâfına
diğer m a k a m l a r a yapılır. B ü t ü n nikâh du-
şen b u bitki h a c d a n d ö n e n l e r t a r a f ı n d a n
şükr edelim" şeklinde
tercüme
e t m i ş t i r . Her iki m a n z u m e E s a d
Erbîlî
alarında yer aldığı gibi B e k t a ş î tekkele-
getirilir, kıymetli bir hediye olarak hami-
divanının yeni b a s k ı s ı n d a yer a l m a k t a -
r i n d e yapılan e v l e n m e t ö r e n l e r i n d e
de
le k a d ı n l a r a verilirdi. Bazı yörelerde ye-
dır (s. 250-275). A n c a k b u r a d a t e r c ü m e -
gençlere m ü r ş i d ö n ü n d e yapılan d u a d a ,
ni d o ğ a n kız çocuklarına g ö b e k adı ola-
nin E s a d E f e n d i ' y e ait o l d u ğ u
"Bu gençlerin evliliği F a t m a
belirtil-
m e k t e d i r ki b u yanlıştır (bk. İbnülemin, IV, 2155).
Ana'mızla
Hz. Ali'nin evliliği gibi m u t l u olsun" te-
rak F a t m a adının verildiği d e bilinmektedir.
m e n n i s i t e k r a r edilir. Yine Bektaşî-Alevî
Hz. F â t ı m a ' n ı n e d e b î m e t i n l e r d e yer
edebiyatında
çeşitli r e n k ve
kokuların
a l m a s ı n a vesile olan d i ğ e r bir özelliği de
Ehl-i beyt'ten birini sembolize ettiği inan-
Hz. Ali'nin eşi olmasıdır.
cı vardır. B u n a g ö r e siyah r e n k ve n a r
Dinî-tasavvufî
k o n u l a r d a eser y a z a n p e k ç o k m ü e l l i f i n y a n ı n d a özellikle Alevî, B e k t a ş î şairlerin
k o k u s u Hz. Fâtıma'yı t e m s i l eder.
şiirlerinde Hz. F â t ı m a ' n ı n b u yönüyle söz
lâklı
edilirken
bunla-
k o n u s u edildiği g ö r ü l m e k t e d i r . Kul Him-
rın Hz. Âişe ve Hz. F â t ı m a ' n ı n
soyun-
m e t i n , "Gül k o k u s u M u h a m m e d ' i n teri-
d a n geldikleri söylenir (Dede Korkut Ki-
dir / Â h e t t i k ç e karlı d a ğ l a r eritir / Ha-
tabı, 1, 76).
tice F â t ı m a Hakk'ın yâridir / O n u n kat a r ı n d a n a y ı r m a bizi" d ö r t l ü ğ ü y l e
Edib
söz
y a p m ı ş , d o ğ u m e s n a s ı n d a leğen aranm ı ş , h e r k e s ç a m a ş ı r yıkadığı için leğen bulunamamış;
Dede K o r k u t h i k â y e l e r i n d e ü s t ü n ahkadınlardan
Halk a r a s ı n d a yaygın olan bir rivayete g ö r e Hz. F â t ı m a c u m a r t e s i g ü n ü d o ğ u m
bunun
üzerine
Fâtıma,
" C u m a r t e s i g ü n ü ç a m a ş ı r y ı k a y a n a şef a a t e t m e m " d e m i ş ve b u n d a n dolayı cum a r t e s i g ü n ü ç a m a ş ı r y ı k a n m a m a s ı gerektiği şeklindeki batıl i n a n ç
doğmuş-
t u r . N i t e k i m b u g ü n A n a d o l u ' n u n birçok
Türk f o l k l o r u n d a Hz. F â t ı m a k ü l t ü n ü n ö n e m l i bir yeri vardır. A n a d o l u ' d a kadın-
yöresinde
bilhassa
yaşlı
hanımlar
cu-
martesi g ü n ü çamaşır yıkamazlar.
H a r â b î ' n i n , "Nâciye f a k î r e k e m t e r bacı-
lar F a t m a (Fadime) A n a dedikleri Hz. Fâ-
dır / M u h a m m e d Ali'ye k u l d u r nâcidir /
tıma'yı u ğ u r ve b e r e k e t i n t i m s a l i say-
H a t s a n a t ı n d a Ehl-i beyt mensupları-
C ü m l e erenlerin başı tâcıdır / İşte Fâtı-
mışlardır. A n a d o l u ' n u n birçok y ö r e s i n d e
nın adlarını ihtiva e d e n çeşitli istiflerle
m a t ü ' z - Z e h r â ' m ı z vardır" d ö r t l ü ğ ü
ocak duvarları sıvanır veya
boyanırken
bazı t e k k e ve c a m i l e r d e k i Hulefâ-yi Râ-
n a ö r n e k teşkil eder. Ayrıca H a s a n ile
is ile el işareti basılır. U ğ u r ve b e r e k e t
şidîn isimleri y a n ı n d a Hz. F â t ı m a ' n ı n adı,
Hüseyin'in
getirsin diye basılan b u el " F a t m a A n a
H a s a n ve Hüseyin ile birlikte u m u m i y e t -
eli"dir.
le celî-sülüs hattıyla levhalar halinde ya-
anneleri
olması
bu-
dolayısıyla
özellikle Kerbelâ vak'ası ü z e r i n e yazılan m a k t e l ve mersiyelerle Ehl-i b e y t sevgisini işleyen d i ğ e r e d e b î ü r ü n l e r d e
Hz.
F â t ı m a ile İlgili fasıllara, beyit, kıta ve
"Pençe-i Âl-i a b â " adı verilen elin b a ş
zılmıştır.
p a r m a ğ ı Hz. Peygamber'i, işaret parma-
F a t m a adı A n a d o l u ' n u n
d e ğ i ş i k böl-
ğı Ali'yi, o r t a p a r m a ğ ı Fâtıma'yı, y ü z ü k
gelerinde yaygın o l a r a k
mesnevilere d a h a çok r a s t l a n m a k t a d ı r .
p a r m a ğ ı Hasan'ı, serçe p a r m a ğ ı
bu arada
Meselâ
yin'i t e m s i l eder. Bu b a k ı m d a n Âl-i abâ'-
Fato, Fatoş, Fattey şekilleri d e kız ço-
nın zikredildiği birçok m a n z u m e d e
cuklarına a d o l a r a k v e r i l m e k t e d i r .
türünün
en t a n ı n m ı ş
makteli
olan Fuzûlî'nin Hadîkatü's-süadâ
adlı
eserinin d ö r d ü n c ü b ö l ü m ü Hz. Fâtıma'ya ayrılmıştır. B u r a d a o n u n h a y a t hikâyesi yer yer m a n z u m
parçalar eklene-
rek a n a hatlarıyla anlatılır.
HüseHz.
F â t ı m a d a söz k o n u s u edilir.
kurarken, h a m u r
yoğurur-
ken, evin geçimi iyi olsun diye o c a ğ a şeoku-
ker a t a r k e n , h a s t a olan k i m s e n i n sırtı-
n a n m e r s i y e ve ilâhilerde d e Hz. F â t ı m a
nı sıvazlarken, "El b e n i m elim değil Fat-
çeşitli
m a A n a ' n ı n eli" diyerek b a ş l a r ve biti-
Muharrem
ayında d e r g â h l a r d a
vasıflarıyla
E m r e ' y e atfedilen,
yer
almıştır.
Yûnus
"Kerbelâ'nın
yazıla-
rirler. Bu m o t i f t e
bir b a k ı m a
Pençe-i
rı / Şehid d ü ş m ü ş bâzıları / F a t m a A n a
Âl-i a b â ' d a n şifa b e k l e n d i ğ i g ö r ü l m e k -
k u z u l a r ı / H a s a n ile Hüseyin'dir II
Ker-
tedir. Diğer bir h a l k i n a n c ı n a g ö r e d e
b e l â ' d a eli bağlı / Âşıkların kalbi
dağ-
Fatma Ana külde e k m e k
Hüseyin'dir"
bilhassa yaşlı k a d ı n l a r k ü l ü yere d ö k m e z
mısralarının yer aldığı hi-
ve ü z e r i n e b a s m a z l a r . Ö r g ü ve d a n t e l
Yunus
gibi el işlerine başlayan h a n ı m l a r a ya-
ciğer dağlı / H a s a n
caz ilâhi (güfte ve notası için bk.
Emre Diuanı lardan zam
pişirdiğinden
ile
lı / F a t m a A n a
ll-llt, s. 569-570, 817) bun-
biridir.
Bestekârı
makamında,
meçhul
"Kurretü'l-ayn-i
hüzha-
bîb-i kibriyâsm yâ Hüseyn / Nûr-i çeşm-i şâh-ı m e r d a n m u r t a z â s ı n yâ Hüseyn / Hem ciğer-pâre-i Zehrâ Fâtıma hayrü'n-
nındakiler,
F a d i m e , Fadik, Fadili, Fadiş,
BİBLİYOGRAFYA :
A n a d o l u ' d a h a n ı m l a r y o ğ u r t mayalarken, turşu
kullanılmakta,
"Kolay gelsin, altın t a ş ol-
sun, elin k u ş o l s u n ; Hızır yoldaşın, Fatm a A n a k o m ş u n olsun" derler. Türk halkı iyi k o m ş u l a r ı için, "Allah seni â h i r e t t e Fatma Ana'mıza k o m ş u etsin" temennisinde bulunur.
nisâ I Ehl-i beyt-i m u r t a z â Âl-i a b â ' s m
E b e d o ğ u m y a p a n k a d ı n ı n sırtını sı-
yâ Hüseyn" ilâhisi d e aynı özellikleri ih-
vazlarken de, "El b e n i m elim değil Fat-
Dede Korkut Kitabı (nşr. Muharrem Ergin), Ankara 1958, 1, 76; Meulid-iŞerîf, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmûd Efendi, nr. 4339, vr. 117a121 b; Hikâye-i Meulidü'n-nebî, İstanbul 1311, s. 24-27, 35-37; Süleyman Çelebi, Vesîletunnecât-Meulid (haz. Ahmed Ateş), Ankara 1954, s. 65-66, 136, 138, 190, 194; Yunus Emre Diuanı ll-lli (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1948, s. 569-570, 817; Muhammed Es'ad Erbîlî, Diuân-ı Es'ad: Farsça-Türkçe (trc. Ali Nihad Tarlan, haz. Cemal Bayak), İstanbul 1411 / 1991, s. 250-275; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, IV, 2155; Türk Musikisi Klasiklerinden İlâhîler (istanbul Konservatuarı neşriyatı), istanbul 1933, II, 62-63; Nurettin Albayrak, Dînî Türk Halk Hikâyelerinden Geyik, Güuercin ue Deue Hikâyeleri (yüksek lisans tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 22705, s. 123-124; Hasibe Mazıoğlu, "Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler", Türkoloji Dergisi, VI/1, Ankara 1974, s. 31-62 (59); Müjgân Üçer, "Anadolu Folklorunda Fadime Ana", TFAY Belleten, 1975 (1976), s. 147-156; "Fâtıma", TDEA, III, 162-163.
224 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
S
MUSTAFA
UZUN
FÂTIMA bint SA'D el-HAYR
r
Kaynaklarda
FÂTIMA bint ALÂEDDİN es-SEMERKANDİYYE ( SJJİ^-JI jjjJI.Hfc
«Jfli )
fıkıh âlimi. L S e m e r k a n d ' d a d o ğ d u . D o ğ u m ve ö l ü m bilgisi-
ni, d ö n e m i n m e ş h u r H a n e f î f a k i h i olan b a b a s ı A l â e d d i n e s - S e m e r k a n d î ' d e n (ö.
kaha
Tuhfetü'l-fil-
adlı eserini ezberledi. Z a m a n ı n d a
revaçta olan bazı ilim ve s a n a t dallarınd a ilerleyerek fıkıh ve h a d i s âlimi, ayrıca bir hüsn-i h a t ustası oldu. Alâeddin
es-Semerkandî
güzelliğiyle
de dikkatleri çeken kızını, aralarında bazı Türk h ü k ü m d a r l a r ı n d a b u l u n d u ğ u birçok t â l i b i n e r a ğ m e n talebesi K â s â n î ile evlendirdi. Kâsânî, u z u n s ü r e d e r s aldığı hocasının Tuhfetü'l-fukahâ'sına
dâ'i'u'ş-şanâ'f
edilme-
Be-
fî tertibi'ş-şera?
adıy-
nunla beraber Resûl-i E k r e m ' e peygam-
mektedir.
o l m a d ı . H a t t a o ğ l u Ali'nin M e k k e ' n i n Ci-
NUSRETTİN
BOLELLİ
ş e r h e t t i ve kızıyla evlendi" s ö z ü
Evlilikten sonra
aynı
D a h a sonra
Mahmud
Z e n g î ' d e n b ü y ü k itibar g ö r d ü . Fâtıma'ya ç o k d e ğ e r veren N û r e d d i n bazı ö n e m l i
L
r
ve M e d i n e ' y e ilk hicret e d e n k a d ı n sahâbîlerden
olduğu
tahmin
edilmekte-
dir. Oğlu Ali Resûlullah'ın kızı F â t ı m a ile evlenince geliniyle aynı evde y a ş a m a y a başladı. Hz. P e y g a m b e r y e n g e s i n i n iyiliklerini hiç u n u t m a z , o n u
Medine'de-
ki evinde ziyaret e d e r ve z a m a n z a m a n o r a d a ö ğ l e u y k u s u n a y a t a r d ı (İbn Sa'd, VIII, 222).
Resûl-i
Ekrem'in
"annemden
sonra
a n n e m " dediği Fâtıma b i n t Esed hicretin d ü n c ü yılda (Koksal, İslâm
Tarihi, [Medi-
ö l ü m ü n e ü z ü l e n Hz. P e y g a m b e r sırtınyaptı,
F â t ı m a b i n t Esed, H â ş i m o ğ u l l a r ı soJ
y u n d a n ilk e r k e k ç o c u ğ u d ü n y a y a getiren H â ş i m î ve b u s o y d a n g e l e n ilk hali-
n
FÂTIMA bint ESED ( -LJ q
fenin annesi o l m a k l a m e ş h u r d u r (Zübeyrî, s. 40). Bu s o y d a n gelen d i ğ e r halife-
iili )
lerin anneleri, Hz. H a s a n ' m a n n e s i Hz. Fâtıma bint Esed
F â t ı m a ile H â r û n ü r r e ş î d ' i n h a n i m i ve Ha-
b. Hâşim b. Abdimenâf
m u n a gelen F â t ı m a , b a z a n eşi Kâsânî'-
life E m î n ' i n a n n e s i Z ü b e y d e ' d i r (İbnü'l-
ei-Kureşiyye el-Hâşimiyye
nin h a t a l a r ı n ı d ü z e l t t i ğ i gibi z a m a n za-
Esîr, VII, 217).
(ö. 4 / 6 2 5 - 2 6 [?])
m a n K â s â n î d e t e r e d d ü d e d ü ş t ü ğ ü fıkL
Hz. Ali'nin annesi, s a h â b î .
BİBLİYOGRAFYA : J
v u r u r d u . H a t s a n a t ı n d a d a m â h i r olan Kocası E b û Tâlib a m c a s ı n ı n
oğludur.
y a z a r ve eşiyle babası b u fetvaları ş â h i t
Annesi, Â m i r b. Lüey o ğ u l l a r ı n d a n
sıfatıyla i m z a ederlerdi. F â t ı m a bilezik-
bey b i n t H e r e m b. R e v â h a
Hu-
el-Kureşiy-
lerini s a t a r a k bir r a m a z a n ayı b o y u n c a
ye'dir. E b ü Tâlib'den Tâlib, Akil, Ca'fer
fıkıh âlimlerine iftar y e m e ğ i vermiş, böy-
ve Ali a d ı n d a d ö r t o ğ l u ; Ü m m ü Hânî, Cü-
lece H a l e p ' t e k e n d i s i n d e n sonra d a sü-
m â n e a d ı n d a iki kızı, bazı siyer âlimleri-
regelen bir â d e t i b a ş l a t a n ilk h a n ı m ol-
n e g ö r e ise Rayta ve E s m â ile birlikte
muştur.
d ö r t kızı d ü n y a y a gelmiştir.
rı Kubûrü's-sâlihîn M e z a r l ı ğ ı ' n d a
m e n sonra ve hicretten y a k l a ş ı k iki yıl ö n c e F â t ı m a ' n ı n İslâmiyet'i k a b u l ettiği
ü z e r i n e y e t m i ş t e k b i r aldı. Kabrinin ka-
kadın sahâbî
H a n e f î fıkıh otoritelerinden biri duru-
H a l e p ' t e v e f a t e d e n F â t ı m a ' n ı n meza-
n ü söyledi. E b û Tâlib'in ö l ü m ü n d e n he-
zılmasıyla d a b i z z a t ilgilendi.
(bk. ÜMMEHÂTÜ'l-MÜ'MİNİN).
işlerinde o n u n l a istişare e d e r ve çeşitli
F â t ı m a fetvalarını b i z z a t k e n d i hattıyla
o l m a s ı n ı n h e r k e s t e n çok Ali'ye d ü ş t ü ğ ü -
daki g ö m l e ğ i çıkarıp o n a k e f e n
b o ş a n d ı ğ ı rivayet edilen
f ı k h î m e s e l e l e r d e görüşlerini alırdı.
hî meselelerde kendisinin g ö r ü ş ü n e baş-
d e b u n u n o r m a l karşıladığını, a m c a s ı n ı n o ğ l u n a a r k a ç ı k m a s ı n ı n ve o n a yardımcı
c e n a z e n a m a z ı n ı kıldırdı ve cenazesinin
fakat o n u n l a birleşmeden
kadar
b u r a d a k a l a n K â s â n î - F â t ı m a çifti, Halep ve Ş a m a t a b e ğ i N û r e d d i n
~
Hz. Peygamber'le n i k â h l a n d ı ğ ı ,
Halep'e
yerleşen ve ö m ü r l e r i n i n s o n u n a
FÂTIMA bint DAHHÂK ( dlbi^JI C-J üjsli )
evde
o t u r a n b a b a - k ı z - d a m a t tabii bir fetva heyeti o l u ş t u r d u .
g u n g ö r ü p g ö r m e d i ğ i n i s o r d u . E b û Tâlib
ne|, IV, 135) M e d i n e ' d e v e f a t etti. O n u n r
Kâsân'da
likte n a m a z kıldığını d u y u n c a t e l â ş l a n d ı ve kocasına o ğ l u n u n bu davranışını uy-
ilk yıllarında, bazı tarihçilere g ö r e dörH
sânî için söylenen, " S e m e r k a n d î ' n i n Tuhmeşhur olmuştur.
müslüman
y â d m a h a l l e s i n d e Hz. P e y g a m b e r ' l e bir-
Yâküt, Mu cemul--buldan, III, 246-250; Kureşî, el-Cevâhirü'l-mudıyye, III, 18; IV, 25-28; İbn Kutluboğa, Tâcü't-terâcim, s. 84; Taşköprizâde. Miftâhu's-sa'âde, II, 274; a.mlf., Meuzûâtul-ulûm, I, 736; a.mlf., Tabakâtü't-fukahâ', Musul, ts. (el-Mektebetü'l-Merkeziyyetü'lâmme), s. 102-103; Ali el-Kârî, el-Eşmârü'lceniyye fî esmâ'i'l-Hanefiyye, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1841/1, vr. 91"; Leknevî, el-Feuâ'idil'i-behiyye, s. 158; Mehmed Zihni, Meşâhîrü'n-nisâ, İstanbul 1982, II, 128 129; Zeyneb Fevvâz, ed-Dürrü'l-mensur fî ta bakâti rabbeti'l-hudûr, Bulak 1312, s. 367; Al Himmet Berki, Büyük Türk Hükümdarı İstan bul Fatihi Sultan Mehmet Han ue Adâlet Ha yatı, İstanbul 1953, s. 39; Yusuf Ziya Kavakcı XI ue XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Mâ vara' ai-tiahr islâm Hukukçuları, Ankara 1976 s. 96, 122-124, 296-297; Abdullah Sehhâte. el Mer'e fi'l-İslâm beyne'l-mâzî ve'l-hâzır, Ka hire 1977, s. 82; Kehhâle, A c lâmu n - nisâ', IV, 94-95; Mustafa es-Sibâî, el-Mer'e beyne'l-fıkh ve'l-kânün, Beyrut 1984, s. 165; Heffening, "Kâsânî", İA, VI, 374.
la bir şerh y a z m ı ş t ı . B u n d a n dolayı Kâ-
fe'sini
r ı n d a n ö n c e o n u d o y u r u p gözetirdi. Buberlik geldiği z a m a n h e m e n
BİBLİYOGRAFYA:
VI. (XII.) yüzyılda yaşayan
5 3 9 / 1 1 4 4 ) aldı. Babasının
söz
a l a n l a r ı n d a bazı eserleri o l d u ğ u belirtil-
Fâtıma bint M u h a m m e d b. A h m e d es-Semerkandiyye
tarihleri belli değildir. İlk fıkıh
adlarından
m e k l e birlikte F â t ı m a ' n ı n h a d i s ve fıkıh
Hz. P e y g a m b e r , dedesinin ö l ü m ü n d e n
Kâsâ-
sonra a m c a s ı E b û Tâlib t a r a f ı n d a n hi-
nî'nin kabri y a n ı n d a o l u p h a l k a r a s ı n d a
m a y e edilince F â t ı m a o n a sekiz yaşın-
b u iki k a b i r "karı kocanın m e z a r ı " (kab-
d a n itibaren a n n e l i k yaptı. Resûl-i Ek-
rü'l-mer'e ve zevcihâ) diye bilinir.
r e m ' i n b e l i r t t i ğ i n e g ö r e k e n d i çocukla-
İbn Sa'd, et-Tabakât, 1, 122; VIII, 222; Zübeyrî, Mesebü Kureyş, s. 39-40; İbn Kuteybe. el-Ma'ârif ilikkâşe), s. 71, 120, 203; Hâkim, elMüstedrek, III, 108; İbn Abdülber, el-istfâb, IV, 381-382; İbn Kudâme, et-Tebyîn fî ensâbi'lKureşiyyîn (nşr. M. Nâyif ed-Düleymî), Beyrut 1408/1988, s. 111, 174; İbnü'l-Esîr, üsdü'lğâbe (Bennâ), VII, 217; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', II, 118; İbn Hudeyde el-Ensârî, ei-Mişbahul-mudî fî küttâbi'n-nebiyyi'Tümmî (nşr. Muhammed Azîmüddin), Beyrut 1405/1985, I, 70; Heysemî, Meema cu'z-zeuâ'id, IX, 356357; İbn Hacer, el-işâbe, IV, 380; Muttaki elHindî, Kenzul-'ummâl, XIII, 636; Şevkânî. Derrü's-sehâbe, s. 539-540; Koksal, islâm Tarihi (Mekke), İstanbul 1981, s. 77, 153; a.e. (Medine), IV, 134-137. m LÜL
MEHMET
AYKAÇ
225 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂTIMA bint SA'D el-HAYR naklarla t a b a k a t ve siyer kitapları
FÂTIMA bint ESVED ( jj-Vı
i )
H z . Peygamber z a m a n ı n d a hırsızlık yaptığı için cezalandırılan k a d ı n s a h â b î .
J
Babasının adı bazı k a y n a k l a r d a Esed veya Ebü'i-Esved olarak da kaydedilmekt e d i r (İbn Kayyim el-Cevziyye, XII, 3 1 ; İbn Hacer, Fethu 1-bârT, XII, 91; Aynî, XIII, 115). Esved İslâmiyet'i k a b u l e t m e m i ş ve Bedir S a v a ş ı ' n d a Hz. H a m z a t a r a f ı n d a n ö l d ü r ü l m ü ş t ü r . B u n a g ö r e bazı kaynakl a r d a m ü s l ü m a n o l d u ğ u ve s a h â b e sayıldığı y ö n ü n d e verilen bilgiler geçersiz k a l m a k t a d ı r . Hz. P e y g a m b e r ' i n
hanım-
l a r ı n d a n Ü m m ü S e l e m e ' n i n d a h a önceki kocası E b û Seleme el-Mahzûmî, Fâtıma'nın a m c a s ı d ı r . F â t ı m a ' n ı n İslâmiyet'i k a b u l
k a t onların İslâmiyet'i h a k din
Müsned, III, 295, 386; V, 409; VI, 329; Dârimî, "Hudûd", 5; Buhârî. "Fezâ'ilü ashâbi'nnebî", 18, "Enbiyâ3", 54, "Hudûd", 12, 13; Müslim, "Hudûd", 8, 9, 10; İbn Mâce, "Hudûd", 6; Ebû Dâvûd, "Hudûd", 4; Tirmizî. "Hudûd", 6; Nesâî, "Sârik", 5, 6; İbn Sa'd, et-Tabakat, VIII, 263, 264; Hâkim. el-Müstedrek, IV, 379-380; Hatîb el-Bağdâdî, el-Esmâ' ü'l-mübheme fi'lenbâ'il-muhkeme (nşr. izzeddin Ali es-Seyr), Kahire 1405/1984, s. 256-258; İbnü'l-Esîr, Üsdul-ğâbe, VII, 218; İbn Hacer, el-İşâbe, IV, 380; a.mlf., Fethu 1-bârT (Hatîb), XII, 89-99; Aynî, c Umdetul-kârî, Kahire 1392/1972, XIII, 111, 307; XIX, 256, 257; Kirmânî, Şerhu l-Buhârî (Buhârî, eş-Şahth içinde), Beyrut 1981, XIV, 105; XV, 13; Kastallânî, İrşâdus-sâri, Kahire 1327 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî), V, 434; VI, 128; IX, 456; Azîmâbâdî, ' A u n u l - m a ' b û d , XII, 31; Şevkânî, Neyiul-eutâr, Vll, 148-149; Mübârekfûrî. Tuhfetü'l-ahuezt, Kahire 1383-87/ 1963-67, IV, 698; Sehârenfûrî, Bezlui-Mechüd, XVII, 312; Mehmed Zihni, Meşâhîrü'n-nisâ (nşr. Bedreddin Çetiner), İstanbul 1982, II, 111.
ettikten S
SALİM
ÖĞÜT
rinin z î n e t eşyasını çaldığı için cezalann
FÂTIMA bint HATTÂB ( SJUÜJI Ç j Âjsü )
sırasında m e y d a n a geldi. Fâtıma'nın Mahdise Kureyşliler'i çok ü z d ü . B u n u kabileleri a d ı n a bir o n u r meselesi y a p a n ba-
Hz. Ömer'in kız kardeşi, s a h â b î .
J
L
diği Ü s â m e b. Zeyd'i aracı o l a r a k gön-
Bazı kaynaklarda adının Ü m e y m e oldu-
derdiler. Ü s â m e d u r u m u Resûl-i Ekrem'e
ğu kaydedilmekteyse de Ü m e y m e onun
a r z e t t i ğ i n d e y ü z ü r e n k t e n r e n g e giren
lakabıdır. A n n e s i n i n adı H a n t e m e
Hz. P e y g a m b e r , "Allah'ın verdiği bir ce-
Hâşim'dir. İslâmiyet'i k a b u l e t m e d e n ön-
z a n ı n affı için m i ş e f a a t e d i y o r s u n ? " diy e r e k ö f k e l e n d i ve b u n u n
ü z e r i n e as-
h a b a hitaben yaptığı k o n u ş m a d a
daha
ö n c e k i milletlerin hırsızlık y a p a n soyluları b a ğ ı ş l a y ı p soylu o l m a y a n l a r ı h e m e n cezalandırmaları
sebebiyle
helâk
edil-
diklerini söyledi ve, "Allah'a y e m i n eder i m ki M u h a m m e d ' i n kızı F â t ı m a hırsızlık etseydi o n u n d a elini k e s e r d i m " dedi (Buhârî, " H u d û d " , 13). Hz. Âişe, F â t ı m a b i n t Esved'in y a p t ı ğ ı n d a n dolayı p i ş m a n olduğunu,
bazı
ihtiyaçları
için
zaman
z a m a n k e n d i s i n e geldiğini ve isteklerini Hz. P e y g a m b e r ' e ilettiğini belirtmekt e d i r (Müslim, " H u d û d " , 9). H a d i s l e r d e F â t ı m a ' n ı n i s m e n zikredilmeyip "el-Mahzûmiyye" diye anılması se-
korkmadık-
larını
söylemeleri
büyük
bir cesaretle
ü z e r i n e y u m u ş a d ı . Eve g i r m e d e n okunduğunu
duyduğu
şeyleri
istediğini söyledi. F â t ı m a ,
önce
görmek
kardeşinden
K u r ' a n âyetlerinin yazılı b u l u n d u ğ u deri parçalarını y ı r t m a y a c a ğ ı n a
dair
alıp boy a b d e s t i a l m a s ı n ı d a
sağladık-
tan
kendisine
sonra
Kur'an
âyetlerini
söz
verdi. Bu âyetleri okuyunca Hz. Peygamber'i g ö r m e k istediğini söyleyen Ö m e r ' e Resûl-i E k r e m ' i n b u l u n d u ğ u
Erkam'ın
evini t a r i f etti. Ö m e r ' i n İslâmiyet'i k a b u l e t m e s i n d e hiç ş ü p h e s i z F â t ı m a ' n ı n dinin e s a m i m i y e t l e bağlı o l m a s ı n ı n
büyük
etkisi o l m u ş t u r . Bu o l a y d a n s o n r a k i hayatı Fâtıma'nın
hakkında Hz. Pey-
g a m b e r d e n h a d i s rivayet ettiği söylen-
bint
ceki hayatı h a k k ı n d a bilgi b u l u n m a m a k t a , a m c a s ı A m r b. Nüfeyl'in t o r u n u ve aşere-i
mübeşşere*den
olan
lirtilmemiştir. BİBLİYOGRAFYA:
Ü m m ü Cemîl Fâtıma bint el-Hattâb b. Nüfeyl el-Kureşiyye el-Adeviyye
z û m k a b i l e s i n d e n o l m a s ı sebebiyle ha-
f e d i l m e s i için Hz. P e y g a m b e r ' i n çok sev-
n ü l d e n b a ğ l a n d ı k l a r ı n ı , d o ğ r u yolu buld u k t a n sonra k e n d i s i n d e n
m e k l e b e r a b e r rivayetlerinin sayısı beF
l a t t ı ğ ı n a g ö r e b u olay M e k k e ' n i n f e t h i
zı m ü s l ü m a n l a r F â t ı m a ' n ı n cezasının af-
olduğu
için seçtiklerini, Allah'a ve R e s u l ü ' n e gö-
bilgi b u l u n m a y a n
s o n r a Resûl-i E k r e m ' e b i a t ettiği ve bidırıldığı b i l i n m e k t e d i r . Hz. Âişe'nin an-
bul e t m e l e r i n e k ı z a r a k eniştesi Saîd b. Zeyd'i ve kız kardeşini t a r t a k l a d ı . Fa-
BİBLİYOGRAFYA:
Fâtıma bint el-Esved b. Abdilesed el-Mahzûmiyye
L
bu
h u s u s t a g ö r ü ş birliği içindedirler.
Saîd
İbn İshak, es-Sîre, s. 124; İbn Hişâm; es-Sfre2, I, 271, 367-369; ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 268; VIII, 267; İbn Beşküvâl, Ğauâmizü'l-esmâ'il-mübheme (nşr. izzeddin Ali — M. Kemâleddin izzeddin), Beyrut 1407/1987, II, 809811; İbn Hacer, el-İşâbe, IV, 381, 437; M. Hüseyin Heykel. Hazreti Muhammed Mustafa (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1945, s. 90-91; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Mutlu), I, 8485; Kehhâle, A'lâmü'n-nisâ', IV, 50-52; Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, İstanbul 1986, 1, 234236; Koksal, İslâm Tarihi (Mekke), III, 171; IV, 225-228; Mübârekfûrî, er-Rahtku'l-mahtûm, Beyrut 1408/1988, s. 100-103.
b.
S
HÜSEYIN
ALGÜL
Zeyd ile evlendiği ve b u evlilikten Abdurr a h m a n a d ı n d a bir ç o c u ğ u o l d u ğ u , Mek-
r
k e d e v r i n d e m ü s l ü m a n l a r a yapılan ezi-
(
y e t l e r d e n k u r t u l m a k için kocasıyla birDârülerkam'a
geçmesinden önce kocasıyla birlikte müsl ü m a n olan F â t ı m a , K u r ' a n o k u m a y ı zam a n z a m a n evlerine g e l e n H a b b â b
n
Sjali )
Ü m m ü Abdillâh Fâtıma bint el-Hüseyn b. Alî b. Ebî Tâlib (ö. 1 1 0 / 7 2 8 )
likte Habeşistan'a hicret ettiği bilinmektedir. Hz. P e y g a m b e r ' i n
FÂTIMA bint HÜSEYİN
L
H z . Hüseyin'in kızı.
J
b.
Eret'ten ö ğ r e n d i . O sıralarda Benî A d î b.
4 0 (660) yılında d o ğ d u ğ u t a h m i n edil-
K â ' b kabilesinin reisi o l a r a k M e k k e yö-
m e k t e d i r . A n n e s i Talha b. Ubeydullah'ın
n e t i m i n d e s e f â r e t görevini y ü r ü t e n kar-
kızı Ü m m ü İshak'tır. Evlenme ç a ğ ı n a ge-
deşi Ö m e r b. H a t t â b , Resûl-i E k r e m hak-
lince b a b a s ı o n u kardeşi Hz.
k ı n d a verilen ö l ü m kararını
uygulamak
o ğ l u H a s a n l a M e d i n e ' d e evlendirdi. Bu
Benî Zühre'-
evlilikten A b d u l l a h , İ b r â h i m , Hasan, Zey-
nın kızı Ü m m ü A m r b i n t S ü f y â n b. Ab-
ye m e n s u p b i r i n d e n F â t ı m a ' n ı n m ü s l ü -
n e b ve Ü m m ü K ü l s ü m a d ı n d a b e ş çocu-
dülesed'le ilgili o l d u ğ u n u söyleyenler var-
man
de-
ğ u oldu (Zübeyrî, s. 51, 52). Hz. Hüseyin'in
sa d a , söz k o n u s u hadisi ş e r h e d e n kay-
ğiştirip o n u n evine gitti. İslâmiyet'i ka-
ş e h i d edilmesi sırasında (10 Muharrem
bebiyle hırsızlık olayının, o n u n
amcası-
ü z e r e yola k o y u l d u ğ u n d a
Hasan'ın
olduğunu
ö ğ r e n d i ve y o l u n u
226 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂTIMA bintSA'Del-HAYR 6 1 / 10 Ekim 6801 Fâtıma d a kocasıyla bir-
nin M ü s n e d ü
likte o r a d a b u l u n u y o r d u . Hz. Hüseyin'in
maktadır.
kesik başı b e r a b e r l e r i n d e o l d u ğ u h a l d e H â ş i m î l e r ' d e n esir alınan o n iki kişiyle birlikte Ubeydullah b. Ziyâd t a r a f ı n d a n ö n c e Kûfe'ye, a r d ı n d a n Ş a m ' a Yezîd b. Muâviye'nin y a n ı n a g ö t ü r ü l d ü l e r . Yezîd, Hz. Hüseyin'in şehid e d i l m e s i n d e n duyd u ğ u ü z ü n t ü y ü i f a d e etti ve kendilerine iyi d a v r a n d ı . Kısa bir m ü d d e t sonra d a onları M e d i n e ' y e g ö n d e r d i . Fâtıma (97/715)
kocasının
ölümünden
evlenmemeye
yemin
sonra ederek
bir yıl y a s t u t t u . M e d i n e Valisi Ö m e r b. A b d ü l a z î z kendisiyle e v l e n m e k için Halif e Velîd b. A b d ü l m e l i k ' e m e k t u p yazar a k izin istediyse d e h a l i f e d e n cevap gelinceye k a d a r Hz. O s m a n ' ı n t o r u n u olan
c
Alî
adlı e s e r i n d e yer al-
ler. Fâtıma d u r u m u Hz. Peygamber'e bildirince Resûl-i E k r e m Muâviye'nin yoksul o l d u ğ u n u , E b û C e h m ' i n d e kadınlara
BİBLİYOGRAFYA: İbn Sa'd, et-Tabakât, VIII, 473-474; Zübeyrî. Nesebii Kureyş, s. 51-52; Taberî, Târîh (Ebü'lFazl), VII, 533; İbn Abdürabbih, el-'ikdul-ferîd, Beyrut 1953, II, 293; VI, 124, 126; VII, 85-86; Hatîb. Târîhu Bağdâd, V, 385-386; ibn Asâkir. Târîhu Dımaşk (Şihâbîl, VI, 272-287; İbnü'lEsîr," el-Kâmil, Beyrut 1965, IV, 86; V, 65, 113, 231, 518, 522; VI, 216; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl, XXXV, 254-260; Zehebî, Târîhu'l-İslâm: sene 101-120, s. 442; Yâfiî. Mir'âtü'l-cenân (Cubûrî), I, 261; İbn Hacer, Fethu'i-bârî, Beyrut 1985, III, 156; a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb, XII, 442-443; Âmilî, ed-Dürrü'l-menşûr, Kahire 1312, s. 361362; A cyânü'ş-Şî'a, VIII, 387-388; Kehhâle, A clâmu n-nisâ', IV, 44-47; Abdullah Mîr Mühennâ, Ahbâru n-nisâ' fî Kitabi'i-Eğanî, Beyrut 1409/1988, s. 269-270. r—ı İSLI
ASRI
ÇUBUKÇU
karşı sert d a v r a n d ı ğ ı n ı söyleyerek Üsâm e b. Zeyd ile evlenmesini tavsiye e t t i ; o d a Ü s â m e ile evlendi. Bu olay b i r t a k ı m f ı k h î ictihadlara ve itirazlara yol a ç m ı ş , F â t ı m a ' n ı n i d d e t sırasında kocasından nafaka
alamadığını
ve o n u n evinde o t u r a m a d ı ğ ı n ı g ö z önün e alan bazı â l i m l e r b u y ö n d e , bazıları d a aksi y ö n d e f e t v a vermiştir. Hz. Ö m e r ve Hz. Âişe F â t ı m a ' n ı n b u k o n u d a k i rivayetine karşı çıkmış, h a t t a Hz. d o ğ r u söyleyip s ö y l e m e d i ğ i
Ömer
bilinmeyen
bir k a d ı n ı n rivayetine b a k a r a k Allah'ın kitabini ve r e s u l ü n ü n demeyeceğini
sünnetini
belirtmiş,
bazı
terke-
kimseler
ve yakışıklılığı sebebiyle " M u t r a f " laka-
o n u n b u t a v r ı n d a n a s h a b ı n birbirini ya-
bıyla t a n ı n a n A b d u l l a h b. A m r 1 milyon
lanladığı m â n a s ı n ı bile ç ı k a r m ı ş t ı r (AhF
d i r h e m gibi y ü k s e k bir m e h i r vererek
( ı_r_s C^J î j a l i )
o n u n l a evlendi. Fiivayete g ö r e H a s a n vef a t e t m e d e n önce Fâtıma'dan
özellikle
A b d u l l a h b. A m r ile e v l e n m e m e s i n i ist e m i ş ve b u k o n u d a k e n d i s i n d e n söz almıştı. Fâtıma'nın b u evlilikten Kasım, çok g ü z e l o l d u ğ u için "Dîbâc" lakabıyla anılan M u h a m m e d ve Rukıyye adlı çocukları d o ğ d u . A b d u l l a h ' ı n ö l ü m ü n d e n sonra
da
M e d i n e Valisi A b d u r r a h m a n
b.
D a h h â k b. Kays el-Fihrî onunla evlenmek .istedi. F â t ı m a b u teklifi k a b u l etmeyince vali o n u b ü y ü k o ğ l u Abdullah'ı içki cezasına ç a r p t ı r m a k l a t e h d i t etti. Fâtıma'nın d u r u m u Halife Yezîd b. A b d ü l m e l i k ' e bildirmesi ü z e r i n e vali g ö r e v i n d e n azledildi. D a h a sonra A b d u l l a h b. M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n b. E b û Bekir ile evlendi. Bu evlilikten d e E m i n e adlı kızı d ü n y a y a geldi.
n
FÂTIMA bint KAYS
L
m e d Emîn, s. 216-217). Hz. Ö m e r ' i n ö l d ü r ü l m e s i sırasında şû-
Fâtıma bint Kays b. Hâlid el-Kureşiyye (ö. 5 4 / 6 7 4 [?])
râ meclisi k e n d i evinde t o p l a n a n ve da-
B o ş a n m a s ı fıkhî h ü k ü m l e r e
k a r d e ş i D a h h â k b. Kays'ın (674-678) ya-
h a sonra M e d i n e ' d e n ayrıldığı kaydedilen F â t ı m a , Muâviye'nin K ü f e valisi olan
k o n u olan k a d ı n s a h â b î .
J
Babası Kays F i h r o ğ u l l a n ' n d a n , a n n e s i
nına g i t m i ş ve bir s ü r e sonra o r a d a vef a t etmiştir. F â t ı m a b i n t Kays Hz. P e y g a m b e r ' d e n
Ümeyye b i n t Rebîa ise K i n â n e o ğ u l l a n ' n -
otuz dört hadis nakletmiş,
dandır. F â t ı m a Medine'ye hicret e d e n ilk
biri h e m Şahîh-i
k a d ı n s a h â b î l e r a r a s ı n d a yer aldı. Koca-
Müslim'de,
Buhârî
bunlardan
h e m de
ayrıca üçü Şahîh-i
Şahîh-i Müslim'-
sı E b û A m r b. H a f s b. M u g î r e o n u Hz.
de yer almıştır. K e n d i s i n d e n h a d i s riva-
Ali ile birlikte çıktığı Y e m e n seyahati sı-
yet edenler arasında Şa'bî, Kasım b. Mu-
r a s ı n d a boşadı ve b u kararını Ayyâş b.
h a m m e d b. E b û Bekir, Saîd b. Müsey-
E b û Rebîa vasıtasıyla k e n d i s i n e bildirdi.
yeb, Urve b. Z ü b e y r ve S ü l e y m a n b. Ye-
Bu a r a d a bir m i k t a r d a yiyecek gönder-
sâr gibi m e ş h u r m u h a d d i s l e r b u l u n m a k -
di. A n c a k F â t ı m a o n u n g ö n d e r d i ğ i yiye-
t a d ı r . Hz. Âişe ile Ü m m ü S e l e m e d e on-
ceği k a b u l e t m e y e r e k evinde
oturmak
d a n h a d i s nakletmişlerdir. F â t ı m a ' n ı n ri-
istedi ve k e n d i s i n d e n n a f a k a t a l e b i n d e
vayetleri b a ş t a Kütüb-i
F â t ı m a , kızı Rukıyye ile evli olan Hi-
b u l u n d u . Kocasının ailesi b u n a karşı çı-
re b ü t ü n m e ş h u r h a d i s k i t a p l a r ı n d a yer
ş â m b. A b d ü l m e l i k ' i n hilâfeti z a m a n ı n -
kınca d u r u m u Hz. P e y g a m b e r ' e bildirdi.
almıştır.
d a Kahire'de v e f a t etti.
B o ş a n m ı ş bir k a d ı n ı n k o c a s ı n d a n nafa-
Güzelliği k a d a r dindarlığı ile d e tanın a n ve şairlik t a r a f ı d a o l d u ğ u
bilinen
ka almaya ve o n u n evinde o t u r m a y a hakkı o l m a d ı ğ ı n ı söyleyen Resûl-i
Ekrem,
F â t ı m a ' n ı n , b a b a s ı Hz. Hüseyin ile koca-
o n a i d d e t * i n i g e ç i r m e s i için ö n c e Üm-
sı H a s a n h a k k ı n d a şiirler y a z d ı ğ ı nakle-
m ü Şerîk'in evinde k a l m a s ı n ı tavsiye et-
d i l m e k t e d i r . Ayrıca b a b a s ı n d a n , k a r d e ş i
m i ş k e n d a h a sonra o r a d a r a h a t e d e m e -
Zeynelâbidîn Ali, halası Z e y n e b b i n t Ali,
yeceğini d ü ş ü n e r e k a m c a z â d e s i Abdul-
Hz. Âişe, İbn A b b a s ve E s m â bint Umeys'-
lah b. Ü m m ü M e k t û m ' u n evinde iddeti-
t e n h a d i s rivayet etmiştir. Hz. F â t ı m a ile
ni t a m a m l a m a s ı n ı , süre dolunca d a ken-
Bilâl-i H a b e ş î ve E s m â b i n t U m e y s ' t e n
disine h a b e r vermesini, zira o n u kendi-
olan rivayetleri m ü r s e l d i r .
sinin evlendireceğini söyledi. F â t ı m a Hz.
Kendisinden
oğulları A b d u l l a h , İ b r â h i m , H a s a n , kızı
Peygamber'in
O m m ü Ca'fer ile Âişe b i n t Talha, Z ü h e y r
evleneceği a n l a m ı n ı çıkardı. İddetini ta-
bu
sözünden
kendisiyle
b. Muâviye ve başkaları rivayette bulun-
m a m l a y ı n c a Muâviye b. E b ü S ü f y â n ve
m u ş l a r d ı r . Rivayetleri E b û Dâvüd, Tirmi-
Ebû Cehm  m i r b. Huzeyfe (yahut Abdur-
zî ve İbn M â c e ' n i n sünenleriyle Nesâî'-
rahman b. Avf) o n u n l a e v l e n m e k istedi-
Sitte o l m a k üze-
BİBLİYOGRAFYA :
Müsned, MI, 373-374, 411-418; Müslim, "Talâk", 36-54, "Fiten", 119-120; İbn Sa'd, et-Tabakât, VIII, 273-275; Taberî, Târîh (Ebü'l-Fazl), IV, 234; Hâkim. el-Müstedrek, IV, 55-56; İbn Mencüye. Ricâlü Şahîhi Müslim, H, 419; İbn Abdülber, el-İstî'âb, IV, 383; İbnü'l-Esîr, Üsdü'lğâbe (Bennâ), VII, 230; Mizzî. Tuhfetü'l-eşrâf bi-ma'rifeti'l-etrâf (nşr. Abdüssamed Şerefeddin), Haydarâbâd 1401/1981, XII, 461-471; Zehebî, A'lâmun-nübelâ', 11, 319; İbn Hacer, elİşâbe, IV, 384; a.mlf., Tehzîbut-Tehzîb, XII, 443-444; Ahmed Emîn. Fecrul-islâm, Kahire 1965, s. 216-217; Kehhâle, A e lâmu n-nisâ', IV, 92-93; Ziriklî, el-A'lâm IFethullah), V, 131-132; Mustafa es-Sibâî, es-Sünne ue mekânetühâ fi't-teşrf i'I-islâmî, Beyrut 1398/1978, s. 264S
SELMAN
BAŞARAN
227 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FÂTIMA bint SA'D el-HAYR FÂTIMA bint S A ' D el-HAYR Ü m m ü Abdilkerîm Fâtıma bint Sa'di'l-Hayr b. M u h a m m e d el-Ensâriyye (ö. 6 0 0 / 1 2 0 3 ) Muhaddis.
leri olan E b û M a n s û r M u h a m m e d b. Abdullah el-Bendenîcî (İbn Ufeyce el-Hammâ-
İskenderiyeli m u h a d d i s A b d u r r a h m a n b.
mî), Feth b. A b d ü s s e l â m ,
M u k a r r e b , H a t î b ü M e r d â diye bilinen fa-
İbn Sasrâ, Ebü'1-Fazl A b d ü s s e l â m b. Ab-
kih ve m u h a d d i s M u h a m m e d b. İsmâil
dullah ed-Dâhirî ve Şerefünnisâ b i n t Ahm e d b. Â b e n û s î gibi m u h a d d i s l e r icâzet
d a n , M ü n z i r î d e icâzet yoluyla rivayette
verdi. T a n ı n m ı ş f a k i h ve m u h a d d i s İz-
b u l u n d u l a r . O n d a n icâzetle en son riva-
z e d d i n b. C e m â a gibi â l i m l e r e
yaptı. Talebesi M u h a m m e d el-Vânî on-
A h m e d b. E b ü ' l - H a y r S e l â m e ' d i r .
d a n dinlediği kırk k a d a r c ü z ü n adını zik-
kaynaklarda
o n u İ s f a h a n ' a g ö t ü r d ü ğ ü d e söylenmek-
da kaydedilmektedir.
t e d i r (Kehhâle, IV, 59). Babası Ebü'l-Ha-
han'ın hadis alanında t a n ı n m ı ş rinden Fâtıma bint Abdullah niyye T a b e r â n î ' n i n
el-Mu
c
İsfa-
isimle-
el-Cûzdâ-
cemü'1-ke-
bîr' ini o k u t t u ğ u sırada babasıyla birlikt e o n u n m e c l i s i n d e b u l u n d u . D a h a sonra b a b a s ı o n u B a ğ d a t ' a g ö t ü r e r e k Hibet u l l a h b. H u s a y n ' ı n v e f a t ı n d a n az ö n c e k e n d i s i n d e n h a d i s dinlemesini t e m i n etti. O r a d a y i n e hayatlarının son d ö n e m -
Diğer hocaları a r a s ı n d a b a b a s ı ve E b û
HFFL
Bağdâd'm
F
tekke yaptıran
İbnü'l-Cevâlîkî ve d a h a b a ş k a l a r ı yer almaktadır.
M . YAŞAR
bint
Süleyman
m a ş k ' t a v e f a t etti. BİBLİYOGRAFYA: Zehebî, el-'İber, IV, 18; a.mlf., Tezkiretulhuffâz, IV, 1485; Yâfiî, Mir'âtul-cenân, IV, 244; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine, III, 222223; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VI, 17; Mehmed Zihni, Meşâhirü'n-nisâ, İstanbul 1295, II, 115116; Kehhâle, A ' l â m u n-nisâ', IV, 61-65; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), V, 131. S
NUSRETTİN B O L E L L İ
KANDEMİR
FÂTIMA bint SÜLEYMAN
n
r
FÂTIMÎLER
(
)
909-1171 yılları a r a s ı n d a Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye'de h ü k ü m süren bir Şiî devleti. I. SİYASÎ TARİH
Muhaddis.
F â t ı m a , İbn Nüceyye diye bilinen dev-
Fâtıma
12 R e b î ü l â h i r 7 0 8 ' d e (29 Eylül 1308) Dı-
Ü m m ü Abdillâh Fâtıma bint Süleyman b. Abdilkerîm el-Ensâriyye ed-Dımaşkıyye (ö. 7 0 8 / 1 3 0 8 )
h a m m e d eş-Seybânî, dil ve l ü g a t â l i m i
hayatını il-
m e veren, servetiyle b i r k a ç m e d r e s e ve
( j L L Cw '«UlaU )
râvisi A b d u r r a h m a n b. Mu-
hocalık
r e t m e k t e d i r (Kehhâle, IV, 62-64). Hiç e v l e n m e y e r e k b ü t ü n
İbnü'd-Dübeysî. el-Muhtasarü'l-muhtaç ileyhi min Târihi Ibni'd-Dübeyst (nşr. Mustafa Cevâd), Bağdad 1397/1977, III, 269; İbnü'l-Ebbâr. Tekmile (nşr. F. Codera), Madrid 1887-89, II, 747, nr. 2124; İbnü's-Sâbûnî, Tekmiletü İkmâli'l-İkmâl, Beyrut 1406/1986, s. 95, 225, 253, 327; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', XXI, 412413; a.mlf., Tezkiretul-huffâz, IV, 1369; İbnü'lİmâd, Şezerât, IV, 347; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), V, 131; Kehhâle, A'lâmu n-nisâ\ IV, 59-60. r-ı
Târîhu
M a n s û r el-Kazzâz diye t a n ı n a n
Bazı
olduğu
BİBLİYOGRAFYA:
lerini y a ş a y a n E b û G â l i b b. B e n n â ' d a n ve Z â h i r b. T â h i r ' d e n h a d i s tahsil etti.
fakih
(15 Kasım 1203) Mısır'da v e f a t etti.
h a d d i s t i . Bu s e b e p l e F â t ı m a ç o k k ü ç ü k m u h i t i y l e t a n ı ş t ı ve
Fâtıma'nın
F â t ı m a b i n t Sa'd 8 Rebîülevvel 6 0 0 ' d e
s a n Sa'dü'l-Hayr h e m t â c i r h e m d e m u hadis
Ebü'l-Kasım
b. A h m e d el-Makdisî gibi â l i m l e r doğru-
reyn'de d o ğ d u ğ u , d a h a s o n r a b a b a s ı n ı n
yaşta
el-Makdisî,
y e t t e b u l u n a n k i m s e Z e h e b î ' n i n hocası
_l
5 2 2 ' d e (1128) İ s f a h a n ' d a d o ğ d u . Bah-
M û s â A b d u l l a h b. A b d ü l g a n î el-Cemmâflî el-Makdisî, h â f ı z Z i y â e d d i n
II. MEDENİYET TARİHİ
rin t a n ı n m ı ş vâizi, fakih ve müfessiri Zey-
III. SANAT
n ü d d i n Ebü'l-Hasan Ali b. İ b r â h i m b. Ne-
6 2 0 ' d e (1223) d o ğ d u . Kıraat ve h a d i s
L
câ ile evlenerek Mısır'a gitti. İbn Nücey-
â l i m i olan b a b a s ı o n u e r k e n y a ş l a r d a Dı-
J
ye, k e n d i s i n d e n Z i y â e d d i n el-Makdisî ve
maşklı muhaddislerden
M ü n z i r î gibi h a d i s h â f ı z l a r ı n m rivayette
m e d el-Mâzinî, Kerîme b i n t Abdülveh-
H â n e d a n adını Hz. F â t ı m a ' d a n alır. Ku-
b u l u n d u ğ u , Selâhaddîn-i E y y û b î ' n i n ve
h â b ve İbn R e v â h a gibi t a n ı n m ı ş âlimle-
rucuları Hz. F â t ı m a ve Hz. Ali yoluyla Hz.
I. SİYASÎ TARİH
M ü s l i m b. Ah-
o ğ l u el-Melikü'l-Azîz'in itibar ettiği bir
rin derslerine dinleyici o l a r a k g ö t ü r m e -
P e y g a m b e r ' i n s o y u n d a n geldiklerini id-
â l i m d i . B u sebeple son derece m ü r e f f e h
ye başladı. B a b a s ı n d a n , ayrıca Ş a m , Irak
dia ederler. Bu iddianın d o ğ r u l u ğ u eski
bir h a y a t yaşadılar. F â t ı m a önceleri Dı-
ve Hicaz bölgelerine m e n s u p
ve yeni â l i m l e r a r a s ı n d a t a r t ı ş m a konu-
m a ş k ' t a , d a h a s o n r a Mısır'da h a d i s ri-
y ü z d e n fazla m u h a d d i s t e n
vayet etti. K e n d i s i n d e n h a d i s hafızı E b û
Kendisine, çeşitli h a d i s k i t a p l a r ı n ı n râvi-
100'den
faydalandı.
su o l m u ş t u r . İfrîkıye'de ortaya çıkan F â t ı m î Devlet i ' n i n esası İsmâilîlik h a r e k e t i n e daya-
,1 V
Sıcifya
nır. Bu h a r e k e t , altıncı i m a m Ca'fer es-
VJ
Sâdık'ın çevresinde başlatılan t a r t ı ş m a -
/KARADENIZ
larla ortaya çıktı. İsmâilîler Ca'fer es-
\B&ANSdMPARATORLU$tf
Sâdık'ın, o ğ l u İsmâil'i n a s yoluyla h a l e f t a y i n ettiğini k a b u l ederler. İsmâil 1 4 5
Glhr
AKDENİZ ŞAMo aBERKftı -İSKENDEŞİYE
• JJJSJ
zaman
^JU-İİ 4İİ1
bazılarını
bazılarının
meziyet ve liyakatlerini teslim
jJ^U-J j' iö ifo1- • j-k—iy «Jı* j'J ^c^jZ j d - . oiu ^jy.y • *%> u-ı j«> J^o/jfi
Fatîn tezkiresinin şair çerçevesini çok
zaman
olarak yüceltici,
ise
etmek-
ten uzak oluşu dolayısıyla çok geçmeden birtakım tenkitleri d e beraberinde getirir. Bizzat kendisi, iyiyi k ö t ü d e n ayırt et-
geniş t u t m u ş , t e k m a n z u m e s i n i , hatta
meye kabiliyeti olmadığı halde tezkire
bir beytini görebildiklerine dahi eserin-
tertibine kalkışıp şair diye birtakım cahil ve değersiz kimselere orada yer ver-
de yer vermiştir. Sanatça değerleri yön ü n d e n bir seçim gözetip değersiz gördüklerini eserlerinin kadrosuna almayan
—
—
«
«
E
S
ı
D
S
m i ş o l d u ğ u yolunda uğradığı tenkidi bir şiirinde bahis konusu eder (Divan, "Kıta-
259
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FATÎN EFENDİ
nağı oluşu k a d a r bıraktığı yerden Fatîn'e
kendisini voyvoda k â t i b i diye gösterdi-
ettiği h u s u s l a r ı n ç o ğ u n u n yerine getiril-
y a p ı l m ı ş b ü y ü k bir zeyil olan Son
ği, üstelik bir divan sahibi iken hakkın-
diği
Türk Şairlennde
görülmektedir.
İfadesinin
bilin-
başlıca kay-
m e y e n b u yeni b a s k ı d a Şinâsi'nin işaret
kâtipliği yaptığı
tamamlanmadığı
Osmânî'nin
tünüyle
halde
divan
neden
s u n d a Sicill-i
lar", s. 56). Meselâ B a y b u r t l u Zihnî'nin, vezirlere
lüzum-
Asır
İbnülemin devamlı on-
d a "bir m i k t a r eş'ârı vardır" d e d i ğ i için
s u z s ü s ve u n s u r l a r d a n arındırılarak da-
d a n i s t i f a d e ettiği gibi, ayrıca şiirlerine
Fatîn'i Sergüzeştnâme
h a öz ve s a d e bir hale k o n u l m a s ı , şair-
b a ş k a yerlerde ö r n e k b u l u n a m a y a n şa-
detle hicvettiği g ö r ü l m e k t e d i r (Ziyâeddin
lerin e d e b î şahsiyet ve değerleri
irler için d e o n u n verdiği m e t i n l e r e mü-
Fahri Fındıkoğlu, Bayburtlu
k ı n d a k i m ü b a l a ğ a l ı h ü k ü m ve ifadelerin
adlı eserinde şid-
Zihnî,
İstan-
bul 1950, s. 61-62; İbnülemin, Son
Türk Şairleri,
Asır
tamamen
kaldırılması y a n ı n d a
hak-
racaat etmiştir.
her iki
Fatîn'in eserini sırf râbia rütbesine nâil
1941, XI, 2017). H e m e n be-
t e ş e b b ü s e a i t ilânlarda istendiği şekil-
olmak maksadıyla
l i r t m e k gerekir ki kendisiyle İstanbul'-
d e önceki şiir örneklerinin bazılarının ye-
Hersekli  r i f H i k m e t ' t e n gelen rivayet,
d a t a n ı ş ı p g ö r ü ş m ü ş olan S a h a f l a r Şey-
rine d a h a b a ş k a l a r ı k o n u l m u ş , ilk bas-
o n u n acele h a z ı r l a n m ı ş o l d u ğ u k a n a a t i n i
h i z â d e M e h m e d E s a d E f e n d i d e o n u Fa-
kının yapıldığı 1 8 5 5 yılından b u t a r i h e
d e s t e k l e r g ö r ü n s e bile vesikaları
t î n ' d e n evvel k a l e m e aldığı t e z k i r e s i n d e
k a d a r o r a d a k i hal t e r c ü m e l e r i n d e mey-
t e d i l m e m i ş bir a l a n d a getirdiği h i z m e t
d a n a g e l e n değişiklikler g ö s t e r i l m i ş , ev-
ve e d e b i y a t t a r i h i n e kazandırdıkları kar-
voyvoda k â t i b i o l a r a k zikreder.
tertip ettiğine
dair
zap-
ge-
velce haklarında bilgi e d i n i l e m e m i ş olan-
şısında f a z l a
r e k e n n o k t a l a r ı n ı f a r k e d e n Fatîn Efen-
larla a r a d a geçen z a m a n içinde edebi-
tedir.
di, h e r h a l d e y a p ı l m ı ş t e n k i t l e r i n d e te-
y a t â l e m i n e yeni çıkan şairlerin d e hal
siriyle, o k u n a k s ı z ve k u s u r l u t a ş baskısı
tercümeleri
bulunmakta-
ka, d o ğ r u d a n d o ğ r u y a k e n d i eliyle aldı-
yerine o n u n g ö z d e n geçirilmiş, m a t b a a
dır (ayrıntılı bilgi için bk. Akün, TDED, XI
ğı m e t i n l e r d e ince zevk sahibi bir seçici
dizgisiyle yeni baskısını y a p m a ihtiyacı-
119611, s. 67-98; a.mlf., TM, XIV 11965], s.
o l d u ğ u n u ortaya k o y a n tezkiresinin Dâ-
nı duyar. Basılışı ü z e r i n d e n h e n ü z on do-
277-336).
rülmaârif, Mekteb-i Maârif-i Adliyye, Be-
Eserinin eksiklerini, d ü z e l t i l m e s i
k u z ay k a d a r bir z a m a n geçtiği sırada bununla
ilgili o l a r a k verdiği bir ilânla,
Hâtimetü'l
ilâve e d i l m i ş
- eş'âr, g e r e k t i ğ i gibi bir iç
bir şey i f a d e
etmemek-
Fatîn Efendi'nin b ü t ü n b u n l a r d a n baş-
yazıt Rüşdiyesi gibi devrin getirdiği yeni
kay-
e ğ i t i m m ü e s s e s e l e r i n d e n y e t i ş m i ş seç-
mukayese
kinleri g ö s t e r e n kayıtları ile, y e n i l e ş m e
t e t k i k t e n g e ç i r i l m e d e n ve e m s a l i
eserini hazırlarken h a b e r ve bilgisi dı-
naklarla a r a s ı n d a esaslı bir
şında
y a p ı l m a d a n , sadece b i r t a k ı m kusurları-
devri m a a r i f t a r i h i m i z e dair hazır mal-
m e m i ş eski veya h a y a t t a k i şairlerin hal
n a b a k ı l a r a k birbirlerini
z e m e sakladığını
t e r c ü m e l e r i n d e o n u n telif ve y a y ı n ı n d a n
y e t i n e n z a m a n ı m ı z müelliflerince bütü-
kaldıklarından
tezkiresine
gire-
tekrarlamakla
ilâve e t m e k
yerinde
olur.
s o n r a k i değişikliklerin, b u n l a r d a düşül-
nüyle f a z l a e h e m m i y e t ve d e ğ e r i olma-
m ü ş bilgi h a t a l a r ı n ı n , a l ı n m ı ş ilk şiir ör-
y a n bir eser o l a r a k g ö r ü l m ü ş t ü r . A n c a k
n e k l e r i n d e n yenileri veya d a h a başkala-
k e n d i ç a ğ d a ş l a r ı h a k k ı n d a verdiği bilgi-
Dîvân-ı Fatîn, İstanbul 1283;
rı ile d e ğ i ş t i r i l m e k istenenlerin kendisi-
ler b a k ı m ı n d a n faydalı olacağı k a b u l edi-
V (1314), s. 3417; Sicill-i Osmânî, IV (1315), s.
n e bildirilmesini d u y u r u r ( Cerîde-l Hava-
len t e z k i r e n i n kusurları ü z e r i n d e duru-
dis, nr. 802, 8 Muharrem 1273).
l u r k e n t a ş ı d ı ğ ı meziyetler ise t a m a m e n
Bir s o n u ç v e r m e y e n b u t e ş e b b ü s , tezkirenin d e ğ e r ve e h e m m i y e t i n i
takdir
g ö z d e n k a ç m ı ş t ı r . Eser, y u k a r ı d a i ş a r e t edildiği gibi R â m i z ' d e k i k a d r o n u n boş-
BİBLİYOGRAFYA: [Râsim], "Terceme-i Hâl-i Sâhib-i Dîvân", Kâmûsü'l-a'lâm,
2 5 ; Fâik Reşâd, Terâcim-i Ahvâl-i Meşâhîr, İstanbul 1313, s. 49-52; "Fatîn Efendi", Terakki, nr. 44, 5 Muharrem 1316, s. 175 (bu son iki
yerde Fatîn Efendi hakkında yazılmış olanlar, divanın başındaki hal tercümesi metninin birkaç kelime değişikliğiyle aynen tekrarından ibarettir); Osmanlı Müellifleri (1338), II, 373-
e t t i ğ i n d e n , kendisi gibi, yeni ve g ö z d e n
luklarını t a m a m l a m a k , Sâlim'in bıraktı-
geçirilmiş bir baskının y a p ı l m a s ı n ı iste-
ğı y e r d e n k e n d i s i n e k a d a r divan şiirinin
y e n Şinâsi t a r a f ı n d a n yedi sene sonra
s o n 130 yıllık şair m e v c u d u n u n , b u dev-
1 8 6 3 yılında t e k r a r ele a l ı n a r a k b u hu-
reye ait b a ş k a eski k a y n a k l a r ı n herhan-
s. 389-390; İbnülemin M a h m û d Kemal, "Bay-
s u s a d a i r yazdığı bir b a ş m a k a l e d e tez-
gi b i r i n d e g ö r ü l m e y e n şekilde t e k başı-
burtlu Z i h n î ve E r z u r u m Şairleri", TTEM, ye-
kireye yeni ve d a h a ileri bir hüviyet ve-
n a t o p l u bir envanterini vermek, en azın-
374; J. H. Mordtmann, "Fatîn Efendi", El, III, 92; Babinger, GOVV (1927), s. 359-360; a.e. (trc.),
g ö n d e r i l m e s i duyurulur. O z a m a n d a n b u
n e g e t i r m e k t e d i r . Ayrıca Mısır ve Trak-
ni seri 1/1 (Ağustos 1929), s. 58-59; a.mlf.. Son Asır Türk Şairleri, I (1930), s. 8-9; II (1931), s. 367-370; Orhan F. Köprülü, "Fatîn Efendi", İA (1947), IV, 528-529; Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi (1949), s. 131; Ömer Faruk Akün, "Şinâsi'nin B u g ü n e Kadar Ele G e ç m e y e n Fatin Tezkiresi Baskısı", TDED, XI (1961), s. 6798; a.mlf., "Şinâsi'nin Fatin Tezkiresi Bask ı s m d a k i Y e n i Biyografik Bilgiler", TM, XIV (1965), s. 277-336; Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi (1973), s. 339-345, 478; Banarlı, RTET,
y a n a e n k ü ç ü k bir izine r a s t l a n m a d ı ğ ı n -
ya havalisinde b u l u n u p isim ve hayat-
II (1977), s. 843; [Reşad Ekrem Koçu], "Fatin",
d a n b u t e ş e b b ü s ü n d e ötekisi gibi hiç
ları b a ş k a k a y n a k l a r a g e ç m e m i ş şairle-
g e r ç e k l e ş m e d i ğ i sanılagelmiştir. Bir asır
rin varlığını ö ğ r e n m e k o n u n vasıtasıyla
recek bir p r o g r a m l a ilân edilir (Tasvir-i
d a n her derece ve her sınıftan t e s b i t et-
Efkâr, nr. 135, 27 Rebîülâhir 1280). Belir-
t i ğ i şairler ve o n l a r d a n seçtiği örnekler-
tilen esaslar d a i r e s i n d e ü z e r i n d e deği-
le divan şiirinin XIX. yüzyılın ilk yarısın-
şiklik y a p ı l m a k suretiyle, y a h u t ilk d e f a
d a v a r m ı ş o l d u ğ u g e n i ş yayılımı ve kim-
o l m a k ü z e r e t e z k i r e d e yer a l m a s ı iste-
ler t a r a f ı n d a n t e m s i l
n e n hal t e r c ü m e l e r i y l e yeni şiir örnekle-
ö n ü n e koyan bir malzemeyi edebiyat ta-
rinin g a z e t e i d a r e h a n e s i n e acele o l a r a k
rihine m a l e t m e k gibi bir h i z m e t i yeri-
edildiğini
gözler
baş
m ü m k ü n o l m a k t a d ı r . Kendi ç a ğ d a ş ı şair-
t a r a f ı n d a n baskısı y a p ı l m ı ş elli iki say-
lere dair hal t e r c ü m e l e r i ç o ğ u n l u k l a on-
falık
s ü r e s i n c e m e ç h u l k a l d ı k t a n sonra
Faruk
ların b i z z a t k e n d i l e r i n d e n a l ı n m ı ş oldu-
konulmakla
ğ u n d a n h e r k a y n a k t a r a s t l a n m a y a n bâ-
Şinâsi baskısının sadece tasavvurdan iba-
kir bilgiler getirirler. XIX. yüzyılın ilk ya-
r e t k a l m a d ı ğ ı a r t ı k belli o l m u ş t u r . Bü-
rısında y e t i ş m i ş şairlerin hayatları husu-
bir
kısmının
varlığı
Akün tarafından meydana
Ömer
İst A, X, 5569-5570; Fahir İz, "Fatin", El 2 (Fr.), Kaynaklarından Türkçe Şu'ara Tezkireleri, Erzurum 1991, s. 145-147. rn
II, 884; Halûk İpekten, Türk Edebiyatının
İSİ
F
260
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
Ö M E R FARUK
FATMA (bk. FÂTIMA).
AKÜN
n
FATMA ÂLİYE HANIM FATMA ÂLİYE HANEM (1862-1936)
Efendi'dir. Eserlerini okuyarak A h m e d
zılan ilk kadın yazar olmasından gelir.
M i d h a t Efendi'yi tanıyan Fatma Âliye bir
Hâtıra, tarih ve felsefe alanında da eser-
mektuplaşmaya
leri b u l u n a n Fatma Âliye yazı hayatında
başladı. Bu m e k t u p l a ş m a bir t a r a f t a n
T a n z i m a t edebiyatının genel çizgilerine
m ü d d e t sonra onunla
İlk Türk kadın romancı ue yazar.
F a t m a Âliye'nin yetişmesinde faydalı ol-
bağlı kalmıştır. Romanlarında genellikle
d u ğ u gibi diğer taraftan da A h m e d Mid-
sade bir dil kullanan müellifin tarih ve
devlet a d a m l a r ı n d a n h u k u k ç u ve tarih-
h a t Efendi'nin Fatma
felsefe alanındaki eserleriyle makalele-
çi A h m e d Cevdet Paşa ile Adviye Râbia
hud
Hanım'ın kızıdır. Çağdaşlarından
Neş'eti
İstanbul'da d o ğ d u . Son devir Osmanlı
farklı
Âliye
Bir Muharrire-i
Hanım
ya-
Osmâniyye'nin
(İstanbul 1311) adlı eseriyle Os-
rinde bu sadelik görülmez.
Üslûbunun
bir özelliği de yazılarında z a m a n z a m a n
olarak birçok özel hocadan ders aldı,
manlı t o p l u m u n d a bir kadın yazarın ha-
Fransızca kelimelere yer vermesidir. Ro-
Fransızca öğrendi ve iyi bir eğitim gör-
yatını anlatan ilk monografiyi yazması-
manlarında d a h a çok Osmanlı aile ha-
dü. Babasının resmî görevleri dolayısıy-
na sebep olmuştur.
yatını bir kadının bakış açısıyla zarif ve
la Halep, Yanya, Ş a m ve Beyrut vilâyetlerinde b u l u n d u .
1 8 7 8 ' d e II. Abdülha-
Tercüme çalışmaları yanında telif eser-
duygulu bir biçimde yansıtmaya çalışır.
ler d e veren Fatma Âliye ilk olarak Ah-
Bunu yaparken ideal tipler yanında nor-
mid'in yâverlerinden Kolağası Fâik Bey'-
m e d M i d h a t Efendi ile birlikte
le evlendi.
ve Hakikat
Fatma Âliye bir t a r a f t a n
çocuklarını
Hayal
m a l ve zayıf erkek, kadın, a n n e tipleri-
adlı romanı kaleme aldı. Ar-
ne d e yer verir. İnanılmaz rastlantılar
d ı n d a n yabancılara m ü s l ü m a n
Osman-
sonucu gelişen olaylara karşılık romanın
lı aile hayatına dair d o ğ r u bilgiler ver-
kişilerini gerçekçi bir yaklaşımla anlat-
na girdi. İlk olarak "Bir Kadın" t a k m a
m e k maksadıyla, bizzat g ö r ü ş t ü ğ ü ki-
tığı söylenebilir. İlk r o m a n l a n n d a k i duy-
adıyla George Ohnet'in Volonte
şilerle yaptığı konuşmaların
gusallığın yerini giderek gerçekçilik al-
yetiştirirken diğer t a r a f t a n yazı hayatı-
nını Meıâm
roma-
adıyla Fransızca'dan Türk-
çe'ye çevirdi. Servet'te
(31 Kânunusâni
1305/12 Şubat 1890) ve Tercümân-ı
Ha-
na dayanan Nisvân-ı
İslâm
hâtıralarıadlı eseri-
Aynı z a m a n d a devrin çeşitli sosyal fa-
kîkat gazetesinde (5 Receb 1307/25 Şu-
aliyetleri içinde yer alan Fatma Âliye,
bat 1890) bu t e r c ü m e hakkında bazı ya-
1897 Türk-Yunan Savaşı'nda şehid olan-
zıların çıkması sebebiyle edebî muhitler
larla gazilerin ailelerine yardım amacıy-
yanında kısa s ü r e d e geniş kitlelerin de
la Cem'iyyet-i İmdâdiyye derneğini ku-
ilgisini çekti. Tercümeyi yapanın bir ka-
rarak bir yardım kampanyası
dın olması dolayısıyla Meıâm
ğından
kısa za-
II. A b d ü l h a m i d
başlattı-
tarafından
bir
m a n d a m e ş h u r oldu-, F a t m a Âliye Ha-
beratla takdir edildi. Ayrıca Hilâliahmer
nım da Tercümân-ı
Cemiyeti'nin d e ilk kadın m e n s u b u ola-
Hakikat
gazetesin-
d e aynı t a k m a adla kadınlarla ilgili yazı-
rak Trablusgarp ve Balkan Savaşı şehid-
lar y a z m a y a başladı. Bir ara "Müterci-
lerinin aileleriyle savaş mâlüllerine yar-
me-i M e r â m , Âliye" ismini kullanan ya-
d ı m t o p l a n m a s ı çalışmalarında göster-
zar d a h a sonra Tercümân-ı
diği başarı dolayısıyla Hilâliahmer Cemi-
Hakîkat'te
yayımlanan "Sürat: Eiler'in Prensese Yir-
yeti t a r a f ı n d a n bir madalya ile ödüllen-
mi Birinci M e k t u b u " başlıklı yazısında
dirildi.
F a t m a Âliye imzasını kullanarak yayın dünyasında gerçek kimliğini açığa vurd u (23 Safer 1 3 0 8 / 8 Ekim 1890).
Fatma Âliye Hanım sağlığının bozulması sebebiyle 1924 yılından
itibaren
yavaş yavaş yazı yazmayı bırakmakla be-
Çocukluğundan itibaren birçok kişiden
raber hayatının son günlerine k a d a r sa-
özel ders alan F a t m a Âliye Hanım'ın ha-
n a t ve edebiyat çalışmalarını t a k i p et-
yatında önemli bir yer t u t a n iki hocası
ti. Nötre D a m e d e Sion m e z u n u , k ü ç ü k
olmuştur. Bunlardan biri babası A h m e d
kızı Zübeyde İsmet hanımın ailesinden
Cevdet Paşa, diğeri ise A h m e d
ayrılarak katolik rahibesi olmasıyla so-
Midhat
nuçlanan maceranın ve bu konu etrafında devrin gazetelerine akseden haberlerin kendisini şiddetle sarstığı, yayımlanan m e k t u p l a r ı n d a n anlaşılan
Fatma
Aliye Hanım, bu acıyla İstanbul'da vefat etti ve Feriköy Mezarlığı'na defnedildi. Türk edebiyatında yazdıklarından çok
Fatma Âliye Hanım
mıştır. A h m e d M i d h a t Efendi'nin etkisiyle olaylar karşısında gözlemci olarak
ni yazdı.
k a l m a k t a n ziyade z a m a n z a m a n kendisi de kişiler arasına girer, problemlere çözümler bulmaya ve r o m a n kişilerine yol göstermeye çalışır. Yine A h m e d Midh a t Efendi gibi bazan olayların akışını durdurur, açıklamalar yapar ve olay hakkında bilgi verir. Ayrıca T a n z i m a t dönem i için yenilik sayılan m e k t u p tarzında r o m a n y a z m a Fatma Âliye Hanım'ın bir diğer özelliğidir. Romanlarında
olduğu
gibi diğer m a k a l e ve yazılarında da kadın ve aile konularını ele alan yazar, İslâmiyet'in insana vermiş olduğu değerden hareketle Allah'a ve t o p l u m a karşı görevlerinde kadınla erkeğin eşit sorumluluk ve hak sahibi oldukları gerçeği üzerinde durur. Bu a r a d a genç kızların ve kadınların eğitilmesinin faydalarını
da
vurgular. Fatma Âliye ne yalnız Batı kült ü r ü n d e n ne de yalnız Doğu kültüründen yana g ö r ü n m ü ş t ü r . Ancak İslâmiyet'i samimiyetle benimsemiş, o yıllarda üzerinde çok durulan İslâm dininin ilmî gelişmeye engel o l d u ğ u iddiasının aksini savunmuştur. Ona göre insanı medeniyete ulaştıran en emin yol Doğu'nun m â n e v î değerlerini koruyarak
Batı'nin
t e k n i ğ i n d e n faydalanmaktır. Eserleri. Fatma Âliye Hanım'ın başlıca eserleri şunlardır: 1. Merâm
(İstanbul
yaptıklarıyla kendine belli bir yer edi-
1307). George Ohnet'in Volonte
adlı ro-
nen Fatma Âliye Hanım'ın yazdıklarının
manının tercümesidir. 2. Hayal
ve Ha-
b ü y ü k bir edebî değeri o l d u ğ u n u söyle-
kikat
(İstanbul 1309). Önce
Tercümân-ı
m e k m ü m k ü n değildir. Onun asıl ö n e m i
Hakikat
Türk edebiyatında t e r c ü m e yapan, ro-
r o m a n ı "Bir Kadın" t a k m a adıyla ve Ah-
m a n yazan, sosyal faaliyetlere
m e d Midhat'la birlikte yazmıştır. 3. Mu-
katılan
ve hakkında m ü s t a k i l bir m o n o g r a f i ya-
hâdarât
gazetesinde tefrika edilen bu
(İstanbul 1309). Yazarın F a t m a
261
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FATMA ÂLİYE HANIM Türkçe Kadın Dergileri Bibliyografyası,
İn-
deks). Y a ş a d ı ğ ı d ö n e m i n k a d ı n y a z a r ve şairlerinden N i g â r H a n ı m , M a k b u l e Le. . /•JS.VJ
-• S—* 1 r I "
- . J3>j> —
m a n , F a h r ü n n i s â H a n ı m ile aynı çevre-
"•
lerde b u l u n a n yazar, M u a l l i m Nâci gibi Fatma
o yılların ö n d e gelen edebiyatçılanyla d a
Âliye Hanım'ın el yazısı ve imzası
çeşitli
konularda
yazışmalarda
bulun-
m u ş t u r . F a t m a Âliye H a n ı m ' ı n özel ev-
(A. U ç m a n
rakı a r a s ı n d a r a s t l a n a n y a y ı m l a n m a m ı ş
arşivi)
şiirlerinde çeşitli t o p l u m s a l k o n u l a r ya-
Âliye i m z a s ı n ı k u l l a n d ı ğ ı ilk r o m a n ı d ı r .
Zevcât" adıyla y a y ı m l a n a n ç o k evlilik le-
n ı n d a sevgi, v a t a n ve f e d a k â r l ı k t e m a l a -
E s e r d e XIX. yüzyıl s o n u O s m a n l ı toplu-
h i n d e k i yazısına e k n i t e l i ğ i n d e olan b u
rını işlediği g ö r ü l ü r (bk. Kızıltan — Genç-
m u n d a k i varlıklı aile hayatı ayrıntılı bir
m a k a l e "Taaddüd-i Zevcât" ile birlikte
türk, s. 38-40, 42).
b i ç i m d e ele alınıp işlenmiştir. A n a t e m a
yayımlanmıştır.
ise baskı ile yapılan evliliğin m u t s u z l u k -
Felâsife
Nisvârı-ı
la s o n u ç l a n d ı ğ ı gerçeğidir. 4.
İslâm
(İstanbul 1309). 1891 yılında Ter-
Terâcim-i
9.
Ahvâl-i
BİBLİYOGRAFYA:
(İstanbul 1317). M ü e l l i f b u ese-
BA, Yıldız Tasnifi, Ks. 18, Zrf. 93, Kar. 38, Evr.
r i n d e f e l s e f e n i n ö n e m i ü z e r i n d e dura-
5 5 3 / 5 4 0 , 547, 6 1 2 , 6 1 5 ; Ks. 31, Zrf. 27, Kar.
r a k b u ilimle u ğ r a ş a n l a r ı n haksız yere
79, Evr. 2 7 / 5 ; A h m e d M i d h a t , Fatma
tefrika
dinsizlikle suçlandığını b e l i r t m e k t e , ba-
nım
edildikten sonra k i t a p haline getirilen b u
zı Y u n a n ve İslâm d ü ş ü n ü r l e r i n i n h a y a t
eser, F a t m a Âliye H a n ı m ' ı n T ü r k ailesi
hikâyelerini a n l a t m a k t a d ı r . 10.
cümân-ı
Hakîkat
gazetesinde
Tedkîk-i
yahud
Neş'eti,
Bir
Muharrire-i
İstanbul
1311;
Âliye Ha-
Osmâniyye'nin
a.mlf.,
"Mütercime-i
M e r â m : B i r E d î b e " , Tereilmân-ı
Hakîkat,
İs-
tanbul 5 R e c e b 1307, s. 3 ; a.mlf., " K â r i î n - i Ki-
ve özellikle h a r e m hayatı h a k k ı n d a bil-
Ecsâm
gi e d i n m e k isteyen Batılı bazı kadınlar-
şik felsefe a k ı m l a r ı n a g ö r e m a d d e kav-
s. 1-15; M ü b a h a t S. K ü t ü k o ğ l u , " C e v d e t P a ş a
(İstanbul 1317). Bu e s e r d e deği-
r a m a ; F a t m a  l i y e " , Muhâdarât,
İstanbul 1309,
la y a p t ı ğ ı ç o k evlilik, cariyelik ve örtün-
r a m ı a ç ı k l a n m a y a çalışılmıştır. Türkçe'-
v e A i l e İçi M ü n â s e b e t l e r i " , Ahmed
m e konuları üzerindeki g ö r ü ş m e l e r i n d e n
d e felsefe k o n u l a r ı n d a ilk d e f a bir ka-
Paşa
d o ğ m u ş t u r . Bu h a y a t ı n O s m a n l ı kimli-
dın t a r a f ı n d a n k a l e m e a l ı n m ı ş eser ol-
ğ i n i n bir parçası o l d u ğ u n a dair görüş-
m a özelliği t a ş ı y a n ve Hanımlara
lerin yer aldığı Nisvârı-ı
sus
İslâm,
Gülnar
adını a l a n R u s şarkiyatçısı Olga d e Lab e d e f f t a r a f ı n d a n Les Femmes
manes
f ı n d a n d a Les Musulmanes
raines
musul-
(Paris, ts.), N a z i m e R o u k i e tara(Paris
1894) adıyla
Gazete'de
Mah-
tefrika edildikten sonra
ayrıca basılan b u iki k i t a p y a z a r ı n a ilmî
Cevdet
1985)
Bildiriler,
İstanbul 1986, s. 199-222; İstanbul
Kütüpha-
nelerindeki
Dergileri
Eski Harfli
Bibliyografyası, Hanım,
Kadın
İstanbul 1992, bk. İndeks; H.
E m e l Aşa, İlk
Aliye
Türkçe
Türk
Kadın
Hayatı,
Romancısı
Eserleri,
Fatma
Fikirleri
(dokto-
m u h i t l e r d e ö n e m l i bir m e v k i kazandır-
ra tezi, 1993), İÜ Edebiyat Fakültesi; Mübeccel Kızıltan,
(İstanbul 1328). F a t m a
contempo-
Âliye'nin b u son r o m a n ı , h e m k o n u h e m d e kalabalık k a h r a m a n kadrosuyla M u -
t e r c ü m e edilmiştir. Bu eseriyle Chicago
hâdarât'a
Kitap Sergisi'nde d i k k a t i ç e k e n
Osmâniyye'nin
benzemektedir.
Bir
12.
Devre-i
Âliye H a n ı m ' a bir d e ö d ü l verilmiştir (BA,
mesi-Kosova
Yıldız Tasnifi, Ks. 18, Zrf. nr. 93, Kar. nr.
meti
38, Evr. nr. 5 5 3 / 6 1 2 ) . B u n u n h e m e n ar-
nuları ele aldığı t e k eseridir. 13.
d ı n d a n eser Ta'rîbü
Cevdet
nisâ'i'l-müslimîn
(27-28 Mayıs
mıştır. 11. Enîn
Fransızca'ya Fatma
Semineri
Zaferi
v e Ankara
ve Zamanı
Aliye
ve Nisvân-ı
Hanım-Yaşamı, İslâm,
Sana-
İstanbul
h i n d e F a t m a A l i y e H a n ı m ' ı n Y e r i " , Kuram -
Kitap
Mühim-
Bir K a d ı n Y a z a r : F a t m a A l i y e H a n ı m " ,
HeziAhmed
(İstanbul 1332).
1993;
a.mlf., " T ü r k K a d ı n H a k l a r ı M ü c a d e l e Tari-
Târîh-i
(İstanbul 1331). Müellifin t a r i h î ko-
Paşa
Fatma
tı, Yapıtları
1, İstanbul 1993, s. 83-93; a.mlf., " Ö n c ü
Fahir
İz Armağanı
TUBA
I, XIV (1990), s. 2 8 3 - 3 2 3 ;
a.mlf., " G i z e m l i B i r Ö y k ü n ü n P e ş i n d e " , Top-
lumsal
Tarih, 111/16, İstanbul 1995, s. 13-21;
a . m l f . — Tülây G e n ç t ü r k , Atatürk
ma Aliye
Hanım
Evrakı
Kitaplığı
Katalogu
Fat-
-1, İstanbul
adıyla Arapça'ya d a çevrilmiştir (Beyrut
Yazar, b a b a s ı n ı n hayatı h a k k ı n d a birin-
1993;
1309). Nisvân-ı
ayrıca Ameri-
ci elden k a y n a k n i t e l i ğ i n d e o l a n b u ese-
H a n ı m H a z r e Ü e r i " , Hanımlara
k a ' d a İngilizce'ye t e r c ü m e edildiğini ya-
rinde, o n u n d o ğ u m u n d a n b a ş l a y a r a k ço-
te, 2 3 Mart 1316, s. 3 ; E r c ü m e n t E k r e m Talu,
zarın kendisi söylemektedir (bk. Kızıltan -
c u k l u ğ u n u , e ğ i t i m ve gençlik d ö n e m l e -
Gençtürk, s. 27). S. Re'fet(İstanbul
1314).
rini, katıldığı s a n a t - e d e b i y a t toplantı-
A l i y e H a n ı m ' ı n H a y a t H i k â y e s i " , Hayat
K o n u s u n u gerçek h a y a t t a n alan b u eser-
larını ve 1 2 7 2 (1855-56) yıllarına k a d a r
muası,
İslâm'ın
Mahmud
Zeki, " I s m e t l ü
" F a t m a A l i y e " , Son
Posta,
Fatma
Mahsus
15 T e m m u z
g e ç e n siyasî olayları a n l a t m a k t a d ı r . Ki-
Ö l ü m Y ı l d ö n ü m ü n d e , 1892'de Ç ı k a n
t a p t a Cevdet Paşa'nın hayatının son kırk
darat'ı
siyle birlikte verdiği m ü c a d e l e anlatılır.
yılındaki olaylar yer a l m a d ı ğ ı n d a n eserin b i t i r i l e m e m i ş o l d u ğ u k a b u l edilmekt e d i r (yazarın diğer eserleri ve yazılarının
kazanabileceği
fikrini işleyen bir r o m a n d ı r . Eser Gusta-
tam listesi için bk. Kızıltan, Fatma
ve Seon t a r a f ı n d a n Oudi
Hanım,
Luth
la joueuse
de
adıyla Fransızca'ya t e r c ü m e edil-
m i ş t i r (İstanbul 1900). 7. Levâyih-i
Ha-
yât (İstanbul 1315). On m e k t u p t a n meyd a n a gelen b u r o m a n , r o m a n ı n kahram a n ı b e ş k a d ı n ı n evlilikleriyle ilgili olar a k birbirlerine yazdıkları m e k t u p l a r d a n oluşmaktadır.
8. Taaddüd-i
Zevcât'a
Zeyl (İstanbul 1316). M a h m u d Esad Efendi'nin Malûmat
g a z e t e s i n d e "Taaddüd-i
1936;
Muha-
Batı'da d a T a n ı n a n İlk K a d ı n Roman-
cımız: Fatma Aliye Hanım",
Dergisi,
Milliyet
Sanat
sy. 2 4 0 , İstanbul 13 T e m m u z 1 9 7 7 ; İn-
ci E n g i n ü n , " F a t m a  l i y e H a n ı m " , 166-167.
Aliye
Mec-
sy. 1, Mayıs 1 9 7 7 ; Behçet Necatigil, "40.
d e yakınlarının haksızlığına u ğ r a y a n ye-
r a k n a m u s u y l a hayatını
Gaze-
Bedia E r m a t , "İlk T ü r k K a d ı n Y a z a r ı F a t m a
t i m bir kızın ö ğ r e t m e n o l m a k için anne6. Ûdî (İstanbul 1315). Bir k a d ı n ı n çalışa-
Aliye
TDEA, III,
m İMİ
H . EMEL
AŞA
s. 33-37).
F a t m a Âliye H a n ı m ' ı n A h m e d
Midhat
P
Efendi'ye yazdığı m e k t u p l a r ı n b ü y ü k bir k ı s m ı Tercümân-ı
Hakîkat
gazetesin-
de, kadınlarla ilgili yazıları ise
Hanım-
lara
Ümmet
Mahsus
ve İnkılâb
Gazete,
Mehâsin,
^
FATMA SULTAN CAMİİ
^
İstanbul Bâbıâli'de XVIII. yüzyılda yaptırılan cami.
^
adlı k a d ı n dergilerinde ya-
İ s t a n b u l ' d a E m i n ö n ü s e m t i n d e şimdi-
y ı m l a n m ı ş t ı r (Fatma Âliye'nin devrin ka-
ki Vilâyet (eski Bâbıâli) b i n a s ı n ı n karşı-
dın dergilerinde yayımlanan yazıları için bk.
s ı n d a inşa edilen F a t m a S u l t a n Camii'n-
İstanbul
d e n b u g ü n e hiçbir iz k a l m a m ı ş t ı r . Cami,
Kütüphanelerindeki
Eski
Harfli
262
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FATMA SULTAN CAMİİ III. A h m e d ' i n kızı ve S a d r a z a m Nevşehir-
ülevvelin sekizinci c u m a g ü n ü III. A h m e d
li Darnad İbrahim Paşa'nın h a n ı m ı Fat-
ve S a d r a z a m İbrâhim Paşa'nın da işti-
m a Sultan t a r a f ı n d a n Terzibaşı Pîrî A ğ a
rakiyle açılışı yapılmış, Şeyh Yahyâ Efen-
Mescidi'nin yerinde yaptırılmıştır. Nev-
di b u açılışta bir vaaz vermiştir. F a t m a
şehirli İbrâhim Paşa b u mescidin yakı-
Sultan kendi camiini ayrıca ziyaret ede-
nında bir saray inşa ettirirken
Fatma
rek şeyhe, vâiz Hasan Efendi ile müte-
Sultan b u r a d a k i mescidin h a r a p oldu-
velli, kâtip, i m a m l a r ve hatibe, Galata
ğ u n u g ö r ü p sarayının arazisinden d e bi-
Voyvodası A h m e d Ağa'ya, m i m a r ağaya
raz yer ilâve ederek b ü y ü k bir cami in-
s a m u r kürkler, müezzinbaşı, n a ' t h a n ve
şa ettirmiştir. Devrin ü n l ü şairi Nedîm,
devirhanlara çuha feraceler, d ö r t müez-
divanında "Târîh berây-ı Câmi-i Şerîf-i
zin, beş kayyim, bir kandilci, beş aşir-
Fâtıma Sultân der Nezd-i
h a n a 10'ar k u r u ş ihsan etmiştir.
Paşakapısı"
başlığı altında on d ö r t beyitlik bir tarih
A h m e d Refik t a r a f ı n d a n t e s b i t edilen
m a n z u m e s i n d e caminin yapımıyla ilgili
bir arşiv belgesinden, 1140 yılının 4 Re-
Gümûşhaneli sokağıW "
bilgi verir:"... O hâkân-ı kerîmin duhter-i
bîülevveiinde (20 Ekim 1727) yazılan bir
pâkîze-ahlâkı
/ Semiyy-i Hazret-i Zeh-
h ü k m e g ö r e Rumeli'de "Paşa sancağın-
Fatma Sultan Camii ve Gümüshânevî Tekkesi'nin tahmini
râ cenâb-ı Fâtıma Sultân / ... Geçerken
d a Berkofça nahiyesinde senevî 60.000
k r o k i s i ( M İktisat
devlet ü izzetle bir g ü n g ö r d ü k i m ol-
akçe malı olan Çetrofça ve tevâbii ve yi-
m u ş / Sarâya m u t t a s ı l mescid mürûr-ı
n e liva -yı m e z b û r d a M a n a s t ı r ve Florina
dehr ile vîrân / Karîn-i izdivâcı â s a f İb-
nahiyelerinde senevî 60.000 akçe malı
Fakültesi
Mecmuası,
XLIII, 5 1 1 , rs. 2 0 )
râhim Paşa'ya / Buyurdu kasdım etmek-
olan Zagoriça ve tevâbii mukâtaaları, ha-
tir b u n u bir câmi-i zîşân / ... O s â a t e m r
vâss-ı h ü m â y u n d a n
ifraz ve kendilere
yine 1 Harf-i cevherdâr ile İzzet d e d i m
edip bu ma'bed-i zîbâyı yaptırdı / Ki olur
t e m l i k o l u n u p câmi-i m e z b û r a vakfol-
târihini / Etti sultân câmiin M a h m û d Han
tarh-ı m a t b û u n t e m â ş â eyleyen hayrân /
m a k üzere" tahsis edildiği öğrenilmek-
ihyâ yine" (1243/1827-28).
... Bu mısra'la N e d î m â söyledi târîh-i it-
tedir. Berkofça ve Manastır kadılarına
cevâmi'in
m â m ı n / Ne a'lâ cami' ihyâ etti el-hak
caminin açılışından d ö r t g ü n önce yazı-
k e n a r d a bu h u s u s şu kayıtla destekle-
Fâtıma S u l t â n " (1140/ 1727-28). Hüseyin
lan b u h ü k ü m inşa tarihine t a m uymak-
nir: "Ba'de'l-harîk Haremeyn Hazinesi'n-
Ayvansarâyî d e caminin kapısı üstünde-
tadır. F a t m a Sultan, Patrona Halil ayak-
den bina ve i m a r o l u n m u ş t u r , 1245".
ki tarih kaydı olarak bu m a n z u m e n i n son
lanması ile babasının t a h t t a n
beytini zikreder.
kocasının ö l d ü r ü l m e s i n d e n ü ç yıl sonra
(1863-64) A h m e d Ziyâeddin
F a t m a Sultan Camii'nin yapıldığı yıl-
17 Receb 1 1 4 5 ' t e (3 Ocak 1733) h e n ü z
nevî'nin k u r d u ğ u , Nakşibendî tarikatı-
larda yaşayan ve 1141 (1728-29) tarihi-
yirmi d o k u z yaşında vefat ederek Yeni-
nın Hâlidî koluna bağlı bir tekkenin mer-
n e k a d a r geçen olayları kitabında anla-
cami hazîresine defnedilmiştir.
kezi o l m u ş t u r (bk. GÜMÜŞHÂNEVÎ TEK-
t a n Küçükçelebizâde İsmâil Âsim Efen-
indirilip
G ü n ü m ü z e kadar gelmeyen Fatma Sul-
Hadîkatü'l-
bir y a z m a n ü s h a s ı n d a k i der-
F a t m a Sultan Camii 1 2 8 0 ' d e n sonra Gümüşhâ-
KESI). Burası, tekkelerin 1925'te kapa-
di bu h u s u s t a çok geniş biigi vermekte-
t a n Camii'nin kapısı ü s t ü n d e k i
dir. Y a p t ı r m ı ş oldukları m u h t e ş e m sa-
de yok o l m u ş t u r . 2 2 Zilhicce 1168 (29
gelen tarikat merkezlerinden biri olmuş-
rayın yakınındaki Pîrî A ğ a
kitâbe
tılmasına
kadar İstanbul'un
en
başta
Mescidi'nin
Eylül 1755) gecesi çıkan Hocapaşa yan-
t u r . Tekkenin k a p a n m a s ı ile h i z m e t dışı
h a r a p halini g ö r d ü ğ ü n d e F a t m a Sultan
gını Babıâli ve çevresini h a r a p e t t i ğ i n e
kalan cami, yanındaki d e r g â h binası ve
bu i b a d e t yerinin evvelkinden d a h a ge-
göre caminin de zarar g ö r d ü ğ ü t a h m i n
şeyh m e ş r u t a s ı ile birlikte bir süre jan-
niş, kâgir bir cami olarak yapılmasını is-
edilmektedir.
d a r m a k o ğ u ş u ve deposu olarak kulla-
temiştir. Caminin içine avize ve kandil-
1175 (1761 -62) yılı olayları arasında, yıl-
nılmış, b u a r a d a minaresinin şerefeden
ler asılmış, i m a m , hatip, m ü e z z i n ve di-
dırım düşmesiyle Yeni Vâlide Sultan Ca-
yukarısı yıkılmıştır. 1950 yıllarında Tür-
mii minaresiyle F a t m a Sultan Camii'nin
kiye Anıtlar D e m e ğ i ' n c e ihya ettirilecek
ğ e r hizmetliler görevlendirilmiş ve rebî-
Fatma Sultan Camii'nin eski bir f o t o ğ r a f ı - Eminönü / ist a n b u l (S. Eyice fotoğraf arşivi)
Şem'dânîzâde
tarihinde
yıkıldığı bildirilmektedir. Eğer b u kayıt
camiler listesine F a t m a Sultan Camii de
Paşakapısı'ndaki (Eminönü) F a t m a Sul-
alınmıştı. Fakat b u tasarı gerçekleşme-
t a n Camii ile ilgiliyse (başka bir Fatma
den 1956-1957 yıllarında "imar" adı al-
Sultan Mescidi Topkapı'dadır) b u t a r i h t e
t ı n d a yapılan yıkımlarda cami de birkaç
cami ö n e m l i ölçüde zarar g ö r m ü ş de-
g ü n içinde yıkılıp o r t a d a n kaldırılmıştır.
mektir. 2 7 R a m a z a n 1 2 2 3 ' t e (16 Kasım
Sonraları caminin arsası Defterdarlık ta-
1808) A l e m d a r M u s t a f a P a ş a ' n ı n
r a f ı n d a n alınarak oto parkı ve yeşil alan
ölü-
müyle ilgili kargaşa sırasında çıkan yan-
halinde düzenlenmiştir.
gının d a F a t m a Sultan Camii'ne sıçra-
itmUm^ I
I tf § g'.i * S
H
I
M
H
J» '-fSS
H
IHHpMİ
F a t m a Sultan Camii'nin ilk yapıldığın-
m ı ş o l d u ğ u akla gelmektedir. Fakat ca-
daki biçimi b i l i n m e m e k t e d i r .
mi, 2 7 Zilhicce 1241'de (2 Ağustos 1826)
o dönemin zevkine uygun olarak çok zen-
ikinci Hocapaşa yangınında ciddi şekil-
gin şekilde süslenmişti. II. M a h m û d ta-
Herhalde
d e h a r a p o l m u ş ve kapısı ü s t ü n d e ta'lik
rafından 1827-1828'de inşa ettirilen ca-
hatla işlenen k i t a b e d e belirtildiği gibi II.
mi
M a h m û d t a r a f ı n d a n ihya edilmiştir: "Fâ-
m i n d e olup k e s m e t a ş t a n minaresi XIX.
t ı m a Sultân'ın ihyâ etti r ü h u n p â d i ş â h /
yüzyıl minareleri tipinde idi. Caminin kâ-
Buldu eski revnakın bu m a ' b e d - i zîbâ
gir duvarlarının sıvası altında ilk bina-
ise u z u n l a m a s ı n a
dikdörtgen
biçi-
263
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FATMA SULTAN CAMİİ sından bir iz b u l u n u p b u l u n m a d ı ğ ı araş-
Dikdörtgen planlı ve ü s t ü a h ş a p çatılı
rihinde Osmanlı Devleti'ne karşı başlatı-
tırılmadığı için b u h u s u s t a d a bir şey
olan mescid
1940'lı yıllarda yıkılmaya
lan A r a p bağımsızlık hareketinde önemli
söylemek m ü m k ü n değildir. Caminin üs-
terkedilmiş, z a m a n l a d ö r t duvardan iba-
rol oynadı. Babası e m r i n d e k i bedeviler-
t ü k i r e m i t kaplı a h ş a p bir çatı ile örtül-
ret bir h a r a b e haline gelmişti. A n c a k
le o l u ş t u r d u ğ u A r a p o r d u s u n u n kuman-
m ü ş t ü . A h ş a p kaplı olan son c e m a a t ye-
1971 'de mahallî bir dernek bu tarihî ese-
dasını Faysal'a verdi. Ş a m bölgesinin Os-
rinden harime açılan kapısı üstünde, harf
rin yok olmasını önleyerek ihyasını sağ-
manlı Devleti'nden koparılmasında Fay-
inkılâbı yapıldığı sırada "gayretli" bir ida-
lamıştır; cami g ü n ü m ü z d e i b a d e t e açıl-
sal ve k u m a n d a s ı n d a k i ordu İngilizler'in
reci t a r a f ı n d a n alçı ile ü s t ü
m ı ş olarak kullanılmaktadır.
yardımıyla a k t i f görev yaptı. Savaştan
kapatılmış
t u ğ r a n ı n iki yanında Sultan M a h m u d dön e m i t a m i r i n i bildiren d ö r t mısralık kit â b e bulunuyordu.
F a t m a Sultan Mescidi m i m a r i bakım-
sonra Ocak 1919'da t o p l a n a n Paris Ba-
d a n d i k k a t e d e ğ e r bir özelliğe sahip de-
rış Konferansı'na İngiltere'nin desteğiy-
ğildir. Esası eski olan minaresi bilinme-
le Hicaz temsilcisi olarak katılan Faysal
yen bir t a r i h t e yıkılmış (belki 1766 zelze-
b u r a d a A r a p bağımsızlığını savunduysa
mahfille son derece sade bir m i n b e r ve
lesi), d a h a sonra gövdesi g ü d ü k bir bi-
d a İngiltere ve Fransa b u n u kabul etme-
m i h r a p vardı. Duvarlar k a l e m işi nakış-
ç i m d e t a m i r edilmiştir. Kürsü ve p a b u ç
yerek 1 9 1 6 ' d a k i gizli a n t l a ş m a l a r ı yö-
larla b ö l ü m l e r e ayrılmış, a h ş a p tavanın
kısımlarının klasik Osmanlı-Türk mima-
n ü n d e bölgede m a n d a rejimi kurulma-
ortasında bir ş e m s e yer almıştı. Cami
risi k a r a k t e r i n d e olmasına karşılık çok
sına karar verdiler. Faysal 1920 Ocak
sol t a r a f ı n d a iki sıra halindeki pencere-
b o d u r gövde ve b u n u n üzerindeki şere-
başlarında Şam'a d ö n d ü ve 8 Mart 1920'de toplanan Suriye Genel Meclisi'nce ilân
Caminin esas m e k â n ı n d a içeride bir
lerden ışık alıyordu. S a ğ d a ise h a r i m e
fe çıkması geç bir d ö n e m e işaret eder.
yarım yuvarlak bir çıkma teşkil eden ka-
F a t m a Sultan Mescidi, s a n a t bakımın-
edilen B ü y ü k Suriye'nin krallığına geti-
fesli bir m a h f i l eklenmişti. Yan s o k a k t a
d a n kayda d e ğ e r bir tarafı o l m a m a k l a
rildi. Fakat Nisan 1920'de t o p l a n a n San
olan avlu girişinin ü s t ü kubbeliydi. Av-
beraber Yavuz Sultan Selim'in kızının ve
R e m o Konferansı b u n u t a n ı m a y a r a k Su-
l u n u n içinde şadırvandan b a ş k a t e k k e
A h m e d Paşa'nın zevcesi bir sultan hanı-
riye ve Lübnan'ı Fransa'nın
binası ile şeyh m e ş r u t a s ı vardı. Bunlar
mın
verdi. B u n u n üzerine Fransız birlikleri 14
dış görünüşlerinin sadeliğiyle eski İstan-
yer a l m a y a lâyık bir eserdir.
hayratı olarak İstanbul
tarihinde
T e m m u z 1920'de Şam'ı işgal edip Faysal'ı t a h t t a n uzaklaştırdı. Ş a m ' d a n çıka-
bul a h ş a p evlerinden farksızdı.
BIBLIYOGRAFYA:
BIBLIYOGRAFYA:
rılan Faysal, önce İtalya'ya, o r a d a n d a
Hadîkatü'l-ceuâmi', a.mlf.. Camilerimiz Ansiklopedisi: Ayvansarâyî,
Nedim, Divan (nşr. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1972, s. 175-176; Küçük Çelebizâde Âsim, Târih, İstanbul 1282, s. 498-499; Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-ceuâmi', 1, 156; a.mlf.. Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadikatü'l-ceuâmi' (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 213; Ahmed Refik [Altınay], Hicrî On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), İstanbul 1930, s. 97-98; Broşür s. 31, nr. 7; H. Rahmi Saruhan, Âbidelerimiz, İstanbul 1954, s. 312; Semavi Eyice, "İstanbul'un K a y b o l a n Eski Eserlerinden: F a t m a S u l t a n C a m i i ve G ü m ü ş h a n e l i Dergâhı", İFM Prof. Dr. Sabri F. Ülgener'e Armağan, XLI1I (1984-85), s. 475-511; R. Ekrem Koçu, "Fatma Sultan Camii", İst. A, X, 5580. m
1,
157;
Hadikatü'T
ceuâmi' (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 214; Semavi Eyice, "İstanbul Minareleri", Güzel Sa-
natlar Akademisi Türk Sanatı Tarihi Araştırma ue incelemeleri, I, İstanbul 1963, rs. 154; Fâtih Camileri ue Diğer Târihî Eserleri (haz.
Fatih Müftülüğü), İstanbul 1991, s. 95.
(nşr. Türkiye Anıtlar Derneği), İstanbul, ts. [19511,
1İH
S
r
FAYSAL I
^
başlandı.
Faysal'ın
pılarak pekiştirildi ve Faysal 2 3 A ğ u s t o s
Arap milliyetçilik hareketinin ö n d e ge-
d a İngilizler'in desteğiyle çeşitli çalışma-
Irak kralı
lar yaptı. 10 E k i m 1 9 2 2 ' d e milliyetçileJ
rin ısrarlı m u h a l e f e t i n e r a ğ m e n İngiltere ile ittifak gibi g ö r ü n e n , gerçekte ise
2 0 Mayıs 1 8 8 5 ' t e T â i f ' t e d o ğ d u . Hâ-
İrak'ta İngiliz m a n d a y ö n e t i m i n i düzen-
şimî ailesinden Şerîf Hüseyin'in oğludur.
leyen yirmi yıllık bir a n t l a ş m a imzaladı.
İlk öğrenimini Hicaz'da yaptı.
Antlaşma
1891'de
da on sekiz yıl kaldı. 1 9 0 9 ' d a
d ö n d ü k t e n sonra Asîr'de İdrîsî'ye karşı
lim'in kızı ve S a d r a z a m Kara A h m e d Pa-
girişilen askerî h a r e k â t a katıldı (1912-
şa'nın h a n ı m ı F a t m a Sultan t a r a f ı n d a n
1913). 1913'te Osmanlı Meclis-i Meb'û-
yaptırılan k ü ç ü k bir m a h a l l e mescididir.
sanı'na seçildi ve burada Cidde nâibi ola-
A h m e d Paşa'nın M i m a r Sinan t a r a f ı n d a n
rak görev yaptı. Ş a m ' d a Cemal Paşa'nın
yapılan külliyesi (bk. AHMED PAŞA KÜLLI-
yanında çalışmaya başlaması, Hicaz emî-
YESI) mescidin az yukarısında yer aldı-
ri olan babasını bölgedeki gelişmelerden
da
h a b e r d a r e t m e s i n e i m k â n verdi. Arap-
h e r h a l d e bu çevrede b u l u n u y o r d u (Fat-
lar'ın bağımsızlığı amacıyla Ş a m ' d a ku-
m a S u l t a n ı n bu mescidi yaptırması sıra-
rulmuş olan gizli cemiyetlerle t e m a s kur-
sında karşılaştığı güçlükler ve bu hususta-
d u ve el-Arabiyyetü'l-fetât teşkilâtının
ki bazı kararlar için bk. EDIRNEKAPı CAMII
yeminli üyesi oldu. Faysal, babası Şerif
ve KÜLLIYESI).
Hüseyin t a r a f ı n d a n 5 Haziran 1916 ta-
metninin
yayımlanmasından
sonra halk sert tepki gösterince süre
Hicaz'a
m a ç t a b u l u n m a k t a d ı r . Yavuz Sultan Se-
Paşa'nın konağı
hazırlıklara
krallığı A r a p Devlet Konseyi t a r a f ı n d a n
k a d a r t a h t t a kaldı ve b u z a m a n zarfın-
(1885-1933)
babasıyla birlikte İstanbul'a gitti ve ora-
ğına g ö r e A h m e d
gerekli
len liderlerinden biri olan Faysal 1933'e
( JjVl J ^ i )
n
Topkapı'da Yenibahçe vadisine inen ya-
rarlaştırıldı ve o n u n t a h t a çıkması için
n
(1921-1933).
İstanbul Topkapı'da XVI. yüzyıla ait mescid.
sonucu
Faysal'ın İrak Devleti'nin kralı olması ka-
1921 t a r i h i n d e t a h t a çıktı.
SEMAVI EYICE
FATMA SULTAN MESCİDİ
İngilizler'in daveti üzerine Londra'ya gitti. B u r a d a yapılan g ö r ü ş m e l e r
onaylandıktan sonra bir r e f e r a n d u m ya-
SEMAVI E Y I C E
L F
mandasına
264
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAYSAL b. ABDÜLAZÎZ d ö r t yıla indirildi. M a r t 1 9 2 4 ' t e topla-
rafını t u t a n l a r o l d u ğ u için g ö r ü ş ayrılığı
n a n k u r u c u meclis ü l k e d e p a r l a m e n t e r
belirdi. Ordu, Kral Faysal'ın vasîsi oian
s i s t e m e geçiş y ö n ü n d e bazı d ü z e n l e m e -
A b d ü l i l â h ' ı y u r t dışına g ö n d e r e r e k o n u n
ler yaptı. Sert eleştirilere r a ğ m e n İngil-
yetkilerini devraldı ve n â i b l e r meclisini
t e r e ile y a p ı l a n a n t l a ş m a o n a y l a n d ı ve
t o p l a y a r a k Şerif Ş e r e f i krala vasî t a y i n
k a b u l edilen o r g a n i k yasa ile devlet sis-
etti. Bir m ü d d e t sonra İngiltere ile yeni
t e m i d ü z e n l e n d i . Türkiye ile İrak arasın-
bir a n t l a ş m a y a p ı l a r a k eski vasî Abdüli-
d a k i sınır 5 Haziran 1 9 2 6 t a r i h i n d e im-
lâh t e k r a r görevine d ö n d ü . 1941 yılında
z a l a n a n A n k a r a A n t l a ş m a s ı ' y l a belirlen-
Reşîd Ali t a r a f ı n d a n başlatılan ihtilâlden
di. Aynı yıl B a ğ d a t ' t a t o p l a n a n
s o n r a Kral Faysal tahsilini t a m a m l a m a k
parla-
m e n t o y u k u r a n Kral Faysal ülkesini ba-
üzere İngiltere'ye gönderildi. 1943'te ana-
ğ ı m s ı z l ı ğ a g ö t ü r e c e k faaliyetleri hızlan-
y a s a d a yapılan bir değişiklikle krala ge-
dırdı. 30 Haziran 1930'da İngiltere ile im-
r e k t i ğ i n d e b a ş b a k a n ı d e ğ i ş t i r m e yetkisi
zaladığı yeni bir a n t l a ş m a ile d e İrak'ın
verildi. 1 9 4 8 ' d e İngiltere ile P o r t s m o u t h
bağımsızlığına
kavuşmasını
sağladı.
BİBLİYOGRAFYA: S. H. Longrigg, lraq; 1900 to 1950, London 1953, s. 276, 280, 307, 344-345; a.mlf., "Faysal II", El 2 (İng ), II, 872; G. L. Harris, Iraq, New Haven 1958, s. 92-101; Salih Tuğ, İslam Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969, s. 302; Enver el-Hatîb, el-Mecmû'atud-düştüriyye, Beyrut 1971, s. 326 vd., 364-383; Ahmed Serhal, en-Nüzumü's-siyâsiyye ve'd-düstûriyye fî Lübnân ve'd-düveli'l-'Arabiyye, Beyrut 1980, s. 312-315; İsmâil Yâgî, Hareketü Reşîd 'Alî el-Geylânî, Beyrut, ts., tür.yer.; "Faysal II.", TA, XVI, 183. fT] ISI
r
MUSTAFA L .
FAYSAL b. ABDÜLAZÎZ ( j i j ^ ^
BİLGE
n
öf J - ^ )
3
A n t l a ş m a s ı i m z a l a n d ı . 1 9 3 7 ' d e imzala-
E k i m 1 9 3 2 ' d e ülkesinin Milletler Cemi-
n a n S â d â b â d P a k t ı ' n d a n ayrı olarak Sov-
yeti'ne k a b u l edilmesini t e m i n e d e n Fay-
y e t l e r ' e karşı bölgeyi k o r u m a k ve Ba-
sal, İngiltere'ye g i d e r k e n u ğ r a d ı ğ ı İsviç-
tı d ü n y a s ı n ı d e s t e k l e m e k amacıyla Tür-
re'nin Bern ş e h r i n d e 8 Eylül 1 9 3 3 tari-
kiye'nin d e a k t i f rol aldığı bir s a v u n m a
h i n d e k a l p s e k t e s i n d e n ö l d ü . Cenazesi
hattı
bu
Kasım 1 9 0 6 ' d a Riyad'da d o ğ d u . Suudi
B a ğ d a t ' a getirilerek b u r a d a
m a k s a t l a Türkiye'yi ziyaret etti ve b u n u n
A r a b i s t a n ' ı n k u r u c u s u A b d ü l a z î z b. Su-
sonucunda Bağdat'ta 24 Şubat 1955'te
û d ' u n oğludur. Geleneksel bir eğitim gör-
iki ü l k e a r a s ı n d a B a ğ d a t Paktı'nın özü-
d ü . 1 9 1 9 yılında o n ü ç y a ş ı n d a iken ba-
defnedildi.
Yerine o ğ l u G â z î Irak kralı oldu. BİBLİYOGRAFYA: Arabistan
Boundaries:
Primary
Documents
1853-1957 (nşr. R. Schofield - G. Blake), Oxford 1988, II, 157-169, 172; Fevzî el-Kavukcî, Müzekkerât 1912-1913, Beyrut, ts., I, 61-64, 95, 139; Emfn er-Reyhânî, Faysal el-Evvel, Beyrut 1 3 5 3 / 1 9 3 4 ; Ziriklf, el-A'lâm, V, 372-373; Abdullah b. Hüseyin, Müzekkerâtî, Kudüs 1945, s. 125, 332, 167-168, 173; T. E. Lavvrence, Seven Pillars ofWisdom, Bucks 1965, tür.yer.; E. Monroe, Phllby of Arabia, London 1973, s. 81, 104-125; Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devletine Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi 1908-1918, Ankara 1982, s. 207-208, 246; Yûsuf el-Hakîm, Sûriye ve'l-'ahdi'l-Fayşalî, Beyrut 1986; Emîn Saîd, es-Sevretü'l-'Arabiyyetui-kübrâ, Kahire, ts., I, 105-116; II/1, s. 1-84, 118-211; IH/2, s. 99-107; S. H. Longrigg, "Faysal I", El2 (İng.), II, 872. ı—ı İmi
F
MUSTAFA L .
FAYSAL II ( J®
BILGE
n
)
(1935-1958)
oluşturan
çalışıldı.
Faysal
bir a n t l a ş m a
Suudi Arabistan kralı (1964-1975).
L
imzalandı.
bası t a r a f ı n d a n I. D ü n y a Savaşı'nın ga-
Bu a n t l a ş m a y a s o n r a d a n İran, P a k i s t a n
liplerinden olan İngilizier'i t e b r i k e t m e k
ve İngiltere'nin d e katılmasıyla i t t i f a k ı n
ü z e r e d i p l o m a t i k bir heyetle İngiltere'ye
t a b a n ı genişledi. 1 9 5 8 Ş u b a t ı n d a Ü r d ü n
g ö n d e r i l d i . B u r a d a bir s ü r e kaldı, aldığı
Kralı Hüseyin b. Tallâl ile m ü ş t e r e k e n
özel derslerle İngilizce ve Fransızca öğ-
A r a p Federasyonu'nu k u r a n Kral Faysal
rendi. B a b a s ı n ı n Şerif Hüseyin'i y e n e r e k
aynı yılın m a y ı s ayında b u f e d e r a s y o n u n
Hicaz bölgesini ele g e ç i r m e s i n d e n son-
b a ş k a n ı oldu. A n c a k t e m m u z ayında vu-
ra Hicaz e m i r l i ğ i n e (1926) ve a r d ı n d a n
k u b u l a n bir ihtilâl s o n u c u n d a
öldürül-
Dışişleri bakanlığına getirildi (1930). Suudi
Abdülkerîm
A r a b i s t a n Krallığı ilân edildiğinde (23 Ey-
Kasım t a r a f ı n d a n Batılılar'ın isteklerine
lül 1932) b a ş b a k a n o l a r a k tayin edilen
dü.
İhtilâli
gerçekleştiren
f a z l a b o y u n e ğ d i ğ i ileri s ü r ü l e r e k suçla-
Faysal'a çeşitli b a k a n l ı k l a r ı n ve emirlik-
n a n İrak'ın ü ç ü n c ü ve son kralı Faysal ile
lerin s o r u m l u l u ğ u verildi. 1 9 3 5 ' t e Mec-
birlikte, O s m a n l ı Devleti'ne karşı b a ğ ı m -
lisü'ş-şürâ'nın başkanlığını da üstlendi
sızlık h a r e k e t i n e girişen Şerif Hüseyin'in
ve Dışişleri b a k a n ı sıfatıyla sık sık y u r t
bağlı o l d u ğ u
dışı gezilerine ç ı k a r a k p e k ç o k y e r d e ül-
H â ş i m î sülâlesi
Suriye'nin a r d ı n d a n Irak'ın
Hicaz ve
idaresinden
kesini t e m s i l e t t i ; b u a r a d a
Birleşmiş
de çekilmiş oluyordu. II. Faysal'ın komşu-
Milletler'in k u r u l u ş u n u n gerçekleştirildiği
ları ile k u r d u ğ u B a ğ d a t Paktı d i ğ e r A r a p
S a n Francisco K o n f e r a n s ı ' n a d a katıldı
ülkelerini d e h a r e k e t e geçirmiş,
Mısır
(25 Nisan-26 Haziran 1945) ve S u u d i Ara-
ve Suriye'nin bir araya g e l e r e k 1 9 5 8 ' d e
b i s t a n a d ı n a bildiriyi imzaladı. 9 K a s ı m
Birleşik A r a p C u m h u r i y e t i ' n i
Irak kralı (1939-1958).
nü
oluşturmaya
(1906-1975)
rında rol oynamıştır.
kurmala-
1953 tarihinde veliaht ilân edildikten sonra a ğ a b e y i S u û d ' u n krallığı z a m a n ı n d a
J
d a b a ş b a k a n l ı k ve dışişleri b a k a n l ı ğ ı gö-
H â ş i m î ailesindendir. B a ğ d a t ' t a doğ-
t e kral nâibiliğine, 2 K a s ı m 1 9 6 4 ' t e Su-
d u . B ü y ü k dedesi, A r a p b a ğ ı m s ı z l ı k ha-
û d ' u n g ö r e v d e n a l ı n m a s ı ü z e r i n e krallı-
r e k e t i n i n ö n d e g e l e n i s i m l e r i n d e n Mek-
ğ a getirildi.
L
revlerini s ü r d ü r e n Faysal 2 3 M a r t 1964'-
k e Emîri Şerif Hüseyin'dir. Babası Gâzî'-
Faysal krallığı d ö n e m i n d e başarılı bir
nin bir k a z a d a ö l ü m ü üzerine k ü ç ü k yaş-
y ö n e t i m sergiledi. S u u d i A r a b i s t a n ' ı n iç-
t a t a h t a çıktı (1939). 1 9 3 9 - 1 9 5 3 yılları
t e ve dışta birçok meselesini çözerek mil-
a r a s ı n d a h e n ü z reşîd o l m a d ı ğ ı n d a n kral-
letlerarası a l a n d a s ö z ü dinlenir bir dev-
lık yetkileri, kısa kesintiler d ı ş ı n d a aynı
let haline g e l m e s i n i s a ğ l a d ı . K o m ş u ül-
aileden A b d ü l i l â h t a r a f ı n d a n
kelerle olan sınır a n l a ş m a z l ı k l a r ı n ı hal-
kullanıldı.
T a h t a g e ç t i ğ i yıl b a ş l a y a n II. Dünya Sa-
letti. 1 9 7 3 Arap-İsrail S a v a ş ı ' n d a Mısır
v a ş ı ' n d a Irak İngiltere'nin y a n ı n d a yer
ve Suriye'yi m a l î y ö n d e n destekledi. Sa-
aldığı h a l d e h ü k ü m e t içinde A l m a n y a ta-
v a ş t a n s o n r a petrol ihraç e d e n A r a p ül-
265
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAYSAL b. ABDÜLAZÎZ nin erken ö l d ü ğ ü g ö z ö n ü n e alınırsa Fay-
lattıkları bir a n l a ş m a y a g ö r e o n iki yıl
p a n t e k eşinin İffet H a n ı m o l d u ğ u söy-
süreyle ülkeye girip çıkacak m a l l a r için
lenebilir.
İngiltere'nin onayı şartını getirdiler; ayrıca s u l t a n ı n U m a n t o p r a k l a r ı ü z e r i n d e
BİBLİYOGRAFYA: Kahire 1 9 7 5 ; R. B. Win-
t a s a r r u f t a b u l u n a b i l m e s i n i d e yine ken-
der, " F a y s a l b. A b d a l - A z i z , a P e r s o n a l Re-
dileriyle yapılacak istişareye b a ğ l a d ı l a r .
H. Tantâvî, el-Fayşal, m i m s c e n c e " , Arabian
and Islamic
Studies,
sex 1983, s. 257-267; a.mlf., " F a y s a l b. a l - ' A z î z " , El
2
Suppi.
kelerinin Batılı ülkelere karşı petrol amb a r g o s u u y g u l a m a l a r ı n d a a k t i f rol oy-
c
Abd
o l a r a k bilinen A z z â n b. Kays'ın
co World
Magazine,
s. 18-23.
Aram•
X X V I / 4 , New York 1975,
ler ve S u l t a n Faysal'ın i m a m l ı ğ ı n ı k a b u l
[Tl liSil
e t m e d i l e r . Bu m ü c a d e l e 1 8 9 5 isyanı ile
MUSTAFA L . B İ L G E
m e t m a k a m ı n a m e ş h u r U m a n tarihçisi
FAYSAL b. TÜRKÎ ( J y
S â l i m î ' n i n y e ğ e n i S â l i m b. R â ş i d el-Ha-
ji J-*» )
rûsî seçildi; böylece ü l k e d e s u l t a n ı n ya-
(ö. 1282/1865)
n ı n d a bir d e i m a m o l m u ş o l d u . N i t e k i m
Suûdî ailesine mensup Vehhâbî emîri
A r a p birliği d ü ş ü n c e s i n e karşı İslâm bir-
Faysal'ın o ğ l u T e y m û r s a d e c e
(bk. SUÛDÎLER).
hususta
Maskat
sultanı o l a r a k bilinmiştir. J
b ü y ü k gayretler g ö s t e r d i ve m ü s l ü m a n
n a (Rabat 1969) ve İslâm Konferansı Teş-
ölümü
ile b u m a k a m ı n b o ş kaldığını d ü ş ü n d ü -
g ü ç k a z a n d ı ve nihayet 1913 yılında imâ-
r
tırdı. Dış politikada Cemal A b d ü n n â s ı r ' ı n
toplanması-
destek
re, 1/3, Riyad 1395/1975, s. 1-293 (Faysal özel
lar sayesinde h a z i n e n i n gelirlerini art-
İslâm Zirve Konferansı'nın
İngilizler'den
sayısı); P. L. M o n t g o m e r y , " F a y s a l , M o n a r c h ,
o l a r a k kullandı, h e m d e y ü k s e l e n fiyat-
ü l k e liderleriyle g ö r ü ş m e l e r y a p a r a k ilk
Faysal d a babası Türkî b. Saîd gibi iç meseleler karıştıkça
a r a m ı ş t ı r . Gâfirîler iç k e s i m l e r d e i m a m
n a d ı ve b u yolla h e m p e t r o l ü bir silâh
liğini s a v u n a n Kral Faysal b u
Es-
(İng.), s. 305-306; ed-Dâ-
S t a t e s m e n a n d P a t r i a r c h , 1905-1975", Faysal b. Abdüiaziz
rının a r k a s ı n d a n 19 M a r t 1891'de imza-
s a l ' a u z u n s ü r e h a y a t a r k a d a ş l ı ğ ı ya-
Faysal d ö n e m i n d e önceleri kardeş deviet Z e n g i b a r iie m ü n a s e b e t l e r iyi gitti.
FAYSAL b. TÜRKÎ el-BÛ SAİDÎ (
j^1 J y
y.
n
Faysal s u l t a n o l d u ğ u n d a a m c a s ı
Halîfe
b. Saîd d e Z e n g i b a r sultanı idi ve hedi-
)
yeler g ö n d e r e r e k kendisini t e b r i k etmiş-
k i l â t ı n ı n k u r u l u p faaliyete geçirilmesi-
(ö. 1913)
n e ö n e m l i k a t k ı l a r d a b u l u n d u . İslâm ül-
Uman sultanı
olan Halîfe'nin k a r d e ş i Ali b. Saîd 1893'-
kelerinin birliği ve d a y a n ı ş m a s ı y o l u n d a
(1888-1913).
t e ö l ü n c e t a h t a y e ğ e n i H a m e d b. Süvey-
ti. D a h a sonra 1 8 9 0 ' d a Z e n g i b a r sultanı
J
a t t ı ğ ı adımların kısa z a m a n d a b ü y ü k başarılara ulaştığı g ö r ü l ü r . Kral Faysal h e r z a m a n y u r t t a ş l a r ı ile
n î çıktı. H a m e d ç o c u k l u ğ u n u
Uman'da
1865 yılında M a s k a t ' t a d o ğ d u . Uman'-
geçirmişti ve 1 8 9 4 yılındaki zayıf duru-
d a h a l e n h ü k ü m s ü r e n Bû Saîd h â n e d a -
m u n d a n f a y d a l a n a r a k g a y e t iyi bildiği
çözümüne
n ı n d a n Seyyid T ü r k î b. Saîd'in o ğ l u d u r .
b u ülkeyi Z e n g i b a r ' a b a ğ l a m a y ı
ö n e m v e r m i ş ve h e r f ı r s a t t a k e n d i s i n i n
Üç kardeşin ortancası olan Faysal, 1888'-
yordu. H a m e d ' i n
idareci d e ğ i l İslâm'ın davetçisi o l d u ğ u n u
d e b a b a s ı ö l ü n c e a ğ a b e y i n i n aczi üzeri-
l a r ' d a n A b d u l l a h b. Sâlih, Şeyh M u h s i n
belirterek ülkesinde İslâmî r u h u n m u h a -
n e kendisini s u l t a n ilân e t t i ğ i n d e yirmi
Ö m e r ve H a m û d b. Saîd el-Cühafî ken-
f a z a s ı için çalıştığını söylemiştir. Sosyal
ü ç y a ş ı n d a ve sevilen bir kişiydi. O dö-
disini ziyarete g i d i p o n u n verdiği silâh
ve e k o n o m i k h a y a t a çeşitli r a h a t l a m a l a r
n e m d e b ö l g e d e kuvvetli n ü f u z u b u l u n a n
ve c e p h a n e ile geri d ö n d ü l e r ve bir ha-
g e t i r m i ş ve e ğ i t i m a l a n ı n d a ö n e m l i yeni-
Batılı devletlerle ve k o m ş u A r a p ülkele-
zırlık d ö n e m i n d e n sonra M a s k a t ' ı işgal
likler g e r ç e k l e ş t i r m i ş olan Faysal ayrıca
riyle olan m ü n a s e b e t l e r i n i iyi y ü r ü t m e -
ettiler. Faysal ailesiyle birlikte ö n c e İn-
ilk b e ş yıllık k a l k ı n m a planını (1970-1975)
sine r a ğ m e n babası Türkî b. Saîd devrin-
giliz elçiliğine, d a h a s o n r a d a şehirdeki
hazırlatmış ve ulaşım, haberleşme, t a r ı m ,
de başlayan iç h u z u r s u z l u ğ u n ö n ü n e ge-
Celâlî Kalesi'ne sığındı. Civardan katılan-
s a ğ l ı k ve i m a l â t sektörlerine b ü y ü k kay-
ç e m e d i ve z a m a n z a m a n isyan derece-
larla birlikte şehirdeki isyancıların sayısı
nakların
Bir
sine v a r a n hareketlerle karşılaştı. Ülke-
arttı ve R u s t a k ' t a n gelen S u û d b. A z z â n
y a n d a n y u r t dışına p e k çok öğrenci gön-
sinin her k e s i m i n d e sultanlığının k a b u l ü
h a r e k e t i n g e r ç e k lideri o l d u ğ u n u
derirken diğer y a n d a n ülkesinin üniversi-
a n c a k 1890 yılında İngiltere'nin kendisi-
ladı. D u r u m g i d e r e k U m a n ' d a k i
t e l e r i n e İslâm d ü n y a s ı n d a n ç o k sayıda
ni t a n ı m a s ı ü z e r i n e m ü m k ü n olabildi.
vîler ve Gâfirîler'in ç a t ı ş m a s ı şekline dö-
ilgilenip
onların
dertlerinin
aktarılmasını
sağlamıştır.
öğrencinin gelmesine i m k â n tanımıştır. Faysal b. A b d ü l a z î z , 2 6 M a r t 1 9 7 5 ta-
M ü s r i f bir kişiliğe s a h i p o l a n Faysal'ın döneminde
Uman'ın
deniz
hâkimiyeti
r i h i n d e bir h a l k g ö r ü ş m e s i sırasında uğ-
gerilemiş, Batılı devletlere olan b a ğ ı m -
radığı s u i k a s t sonucu ö l d ü ve yerine kar-
lılığı a r t m ı ş t ı r . Dedesi Saîd b. S u l t â n ' ı n
deşi Hâlid geçti. D ö r t d e f a evlenen Fay-
devletin i d a r e m e r k e z i n i
s a l ' ı n birçok ç o c u ğ u o l m u ş ve
olan Z e n g i b a r ' a
hemen
taşıması
daha ile
verimli
Zengibar
hepsi A m e r i k a Birleşik Devletleri ile İn-
U m a n ' a h e r yıl belli bir y a r d ı m y a p m ı ş
giltere'de tahsil g ö r m ü ş t ü r .
ve b u y a r d ı m l a r Faysal d ö n e m i n d e
Bunlardan,
Türkiye'nin A d a p a z a r ı şehrinde b ü y ü m ü ş
de
devam etmiştir. B u n d a n başka M a s k a t
a k r a b a l a r ı n d a n S ü n e y y â n ailesine men-
L i m a n ı ' n d a n elde edilen g ü m r ü k vergile-
s u p İffet adlı h a n ı m ı n d a n d o ğ a n l a r Türk-
ri Uman'ın h u r m a ziraatı dışındaki önem-
çe'yi m ü k e m m e l şekilde ö ğ r e n m i ş l e r d i r .
li bir gelir k a y n a ğ ı n ı o l u ş t u r m u ş t u r . İn-
Hanımlarından
gilizler Faysal'ı s u l t a n o l a r a k t a n ı m a l a -
ikisinin b o ş a n d ı ğ ı ,
biri-
desteklediği
planlıUmanlı-
açık-
Hinnâ-
n ü ş t ü . İsyancılar Uman'ı Zengibar Sultanı H a m e d b. Süveynî'ye b a ğ l a m a k veya Sult a n Faysal'ı değiştirerek A z z â n b. Kays'ın oğullarından birini U m a n sultanı y a p m a k istiyorlardı. A n c a k 8 M a r t 1 8 9 5 ' t e tarafların a n l a ş m a s ı ile d u r u m y a t ı ş t ı ; ardınd a n d a isyancıların reisi Sâlih b. Ali'nin ö l d ü r ü l m e s i (1896) ve İ b r â h i m b. Kays'ın ö l ü m ü y l e (1898) Faysal
muhaliflerinden
k u r t u l m u ş oldu. F a k a t kendisinin i m a m lık meselesi h a l l e d i i e m e d e n kaldı. Faysal 1 8 9 5 - 1 8 9 8 yılları a r a s ı n d a İng i l t e r e ' d e n h a f i f t o p l a r ve b a r u t
266
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
ithal
FAYSALÜ't-TEFRİKA e d e r e k M a s k a t ' t a k i kaleleri ilâve toplar-
s u l t a n ı n hesaplarını incelemeye aldırdı.
tefrika
la kuvvetlendirdi. Bu d ö n e m d e s u l t a n ı n
Ç ü n k ü İngiliz H i n d i s t a n h ü k ü m e t i , kre-
r a k adlandırılan eser Gazzâlî'nin, İslâm
beyne'l-İslâm
ve'z-zendeka
ola-
g ü c ü n ü n M a s k a t ve B â t ı n e sahil kesimi-
dilerin d e v a m ı için g ü m r ü k l e r dahil ül-
d ü ş ü n c e tarihi b o y u n c a "tekfir" başlığı
nin d ı ş ı n d a k i iç k e s i m l e r d e o l d u k ç a za-
k e n i n b ü t ü n gelir kaynaklarını
kontrol
a l t ı n d a tartışılagelen i m a n l a k ü f ü r ara-
yıf kaldığı görülmektedir. İngilizler'in böl-
e t m e k istiyordu. S o n u ç t a bir z a m a n l a r
sındaki sınırın n e olabileceği, hangi inanç,
g e d e a r t a n n ü f u z u n a karşılık Fransızlar
açık d e n i z l e r d e söz sahibi olan
i f a d e ve h a r e k e t i n kişiyi m ü s l ü m a n ol-
d a onların yasakladıkları t i c a r e t için is-
t e k n i ğ i n ilerlemesi, buharlı gemilerin ica-
m a k t a n çıkarabileceği, b u k o n u d a ölçü
t e y e n g e m i l e r e b a y r a k ve seyir evrakı
dı ve 1 8 6 9 ' d a açılan Süveyş K a n a l ı ' n i n
ve kriterin n e olabileceği sorularına ce-
vererek t a r a f t a r t o p l a m a y a g a y r e t etti-
y a v a ş y a v a ş ticarî etkilerini
gösterme-
v a p verdiği ö n e m l i bir risâlesidir. A k a i d
ler. 1897 yılı itibariyle açık denizlerde ça-
si ü z e r i n e ö n e m i n i k a y b e t m e y e başladı.
k o n u l a r ı n d a b i r b i r i n d e n farklı m e t o t l a r
lışan o t u z sekiz k a d a r U m a n gemisi Zen-
A ğ ı r dış borçlarla faiz ö d e m e l e r i için ge-
b e n i m s e y e n d ö n e m i n d ö r t b ü y ü k fikir
gibar'daki Fransız konsolosluğundan bay-
lirler y e t m e z oldu. B ü t ü n b u n l a r a bir d e
a k ı m ı n ı n (Selefiyye, Ehl-i bid'at, Ehl-i sün-
Uman
r a k ve e v r a k a l m ı ş b u l u n u y o r d u . İngil-
iç isyanlar ve kökleri öncelere d a y a n a n
net ve Felâsife) m u t a a s s ı p l a r ı
t e r e ise b u d ö n e m d e U m a n ' a yeni pro-
i m a m l ı k a n l a ş m a z l ı ğ ı eklenince ü l k e iç-
y o ğ u n ve ö l ç ü s ü z bir şekilde s ü r d ü r ü l e n
arasında
j e l e r için krediler a ç m ı ş ve b u kredilerin
t e ve dışta zor d u r u m d a kaldı. 1 9 1 3 yı-
karşılıklı t e k f i r f a a l i y e t i n d e n rahatsızlık
ö d e m e planını s u l t a n a o n a y l a t a r a k ül-
lında i m a m l ı k meselesi t e k r a r çatışma-
d u y a n Gazzâlî, eserini ö l ç ü s ü z l ü k ve eh-
kenin g ü m r ü k gelirlerine ve Zengibar'-
lara s e b e p oldu. İ m a m S â l i m b. R â ş i d el-
liyetsizliğin h ü k ü m s ü r d ü ğ ü n e i n a n d ı ğ ı
d a n gelen ö d e m e l e r e el k o y m u ş t u r . İn-
H a r û s î Nizve, İzkî ve Smâyil bölgelerini
b u k o n u d a bir ölçü o l m a s ı dileğiyle ka-
giltere
münasebetlerini
ele geçirerek s u l t a n ı n k o n t r o l ü n d e bu-
l e m e almıştır. Birçok
d o ğ r u d a n değil d a i m a Hindistan'daki İn-
l u n a n verimli B â t ı n e bölgesinin y o l u n u
k a y n a k t a Gazzâlî'ye n i s b e t . edilen Fay-
giliz h ü k ü m e t i kanalıyla s ü r d ü r m ü ş , açı-
a ç m ı ş oldu. B u n u n karşısında Faysal, ya-
şalü't-tefrika'nm
lan krediler ve b u kredilerin f a i z ve a n a
bancı güçlerle olan m ü n a s e b e t l e r i n i an-
s. 166) o t a n t i k bir eser o l d u ğ u ,
p a r a l a r ı n ı n tahsili meselesi
l a ş m a l a r yolu ile g ü ç l e n d i r e r e k kendisi-
m ü e l l i f i n d i ğ e r eserlerinde b u risâlesine
d a k i İngiliz yetkilileri t a r a f ı n d a n ele alın-
ni M a s k a t ve çevresinde kuvvetli t u t m a -
y a p t ı ğ ı atıflarla teyit e d i l m e k t e d i r (me-
mıştır. Bir a r a b u n u f ı r s a t bilen Hindis-
ya çalıştı. Ancak aynı yıl ekim ayında kan-
selâ bk. et-Müstaşfâ,
t a n ' d a k i İngiliz idaresi U m a n ' ı h i m a y e s i
serden öldü ve yerine en b ü y ü k oğlu Tey-
ne'd-dalâl,
altına a l m a k i s t e m i ş , a n c a k Fransa b u
m û r geçti. Faysal b. Türkî d ö n e m i n d e
işe karşı çıkmıştır. Ö t e y a n d a n
basılan p a r a l a r d a n biri İstanbul Arkeolo-
sıldan oluşmaktadır. Gazzâlî eserinin mu-
Faysal İngiliz isteklerine yavaş yavaş bo-
ji müzelerinin
k a d d i m e s i n d e dinî konularda katı ve mü-
y u n e ğ d i ve U m a n ' d a y a ş a y a n İngilizler'-
koleksiyonunda bulunmaktadır.
Uman'la
olan
Hindistan'-
Sultan
le Hintliler'in İngiltere t a r a f ı n d a n himaye e d i l m e s i n e razı o l d u . 1903 yılı başlarında, Sultan Faysal muh a t a b ı o l a n H i n d i s t a n h ü k ü m e t i y l e münasebetlerini iyi t u t m a k gayesiyle b ü y ü k o ğ l u Seyyid T e y m ü r ' u b i r t a k ı m hediyelerle birlikte B o m b a y ' a g ö n d e r d i . B u n u n ü z e r i n e H i n d i s t a n ' d a k i İngiliz kral n â i b i Lord C u r z o n aynı yıl içinde M a s k a t ' ı ziyaret ederek
Faysal'a
imparatorluğun
G r a n d Cross nişanını taktı. Bu a r a d a Faysal'ın İngiliz H i n d i s t a n h ü k ü m e t i n e olan borçları 9 0 . 0 0 0 rupiye varmıştı. Lord Curz o n U m a n ' ı n r e s m e n h i m a y e altına alınm a s ı n ı İngiliz h ü k ü m e t i n e t e k l i f ettiyse
M a h r ü k i z â d e Cafer
tinden
buharlı gemiler edinmek,
P
(
rağmen hacca
g i d e b i l m e s i için 2 0 . 0 0 0 rupi d a h a istedi. B u n u n ü z e r i n e İngiltere Lahey Milletlerarası A d a l e t Divanı'na
başvurarak
Fayşalü't-tefrika
bir girişle o n ü ç fa-
yışı ortaya koyarak b u dairenin dışına çıkanları k ü f ü r ve zındıklıkla suçladıklarını i f a d e eder ve eserin giriş k ı s m ı n d a b u m ü s a m a h a s ı z kişilerin, bazı eserlerinde selef-i sâlihîn ile m ü t e h a s s ı s k e l â m ulem â s ı n ı n görüşlerine aykırı fikirler bulund u ğ u n u ileri s ü r e r e k k e n d i s i n e d e a ğ ı r t e n k i t l e r yönelttiklerini belirtir. "Bu has e t ehline g ö r e Eş'arî m e z h e b i n d e n bir m i l i m bile a y r ı l m a k , e n b a s i t bir mesel e d e bile o n l a r d a n farklı d ü ş ü n m e k sapıklık, z u l ü m h a t t a k ü f ü r d ü r " (s. 31-33). Giriş kısmında Gazzâlî ayrıca küfürle imanın a n l a m ve m a h i y e t i n i n a n c a k y ü k s e k mişlik, g ö n ü l t e m i z l i ğ i
gibi
meziyetler
n
Fayşalü't-tefrika'nm
I J^j )
(ö.
lemeyecekleri h u s u s u tartışılmakta, Eş'a-
505/1111)
riyye ve Mu'tezile u l e m â s ı n ı n Allah'ın sı-
L
fatları konusundaki J
Bazı k a y n a k l a r d a et-Tefrika
İslâm
beyne'l -
görüş
ayrılıkların-
d a n ö r n e k l e r verilerek b u t ü r
mesele-
l e r d e farklı d ü ş ü n c e y e s a h i p
olanların
birbirini t e k f i r e t m e m e s i g e r e k t i ğ i be-
diye anılan
lirtilmektedir. İkinci fasıl i m a n l a k ü f r ü n
îzâhu'l-
tarifine, bir kimseyi şer'î bir h ü k ü m olan
1, 300; Brockelmann, I, 539), an-
k ü f ü r l e i t h a m e d e b i l m e k için şer'î delil-
Faysalü't-
lerin bilinmesi g e r e k t i ğ i k o n u s u n a ayrıl-
(îmân)
ve'z-zendeka
(meselâ bk. Kâdî İyâz, 11, 1065;
meknûn,
birinci f a s l ı n d a
m u k a l l i t l e r i n k ü f r ü n m a h i y e t i n i bilip bi-
imanla küfür arasındaki sınırın ne olabileceği konusuna dair eseri.
rupilik bir b ö l ü m ü borçlar ve faizleri kar-
b i r k a ç kişinin
BİLGE
Gazzâlî'nin
len gelirlerin her ay d ü z e n l i o l a r a k 3 0 0
Faysal ailesinden
MUSTAFA L .
FAYSALÜ't-TEFRİKA
ni krediler aldı. A r t ı k Z e n g i b a r ' d a n ge-
nın 1 0 0 . 0 0 0 rupiye v a r m a s ı n a
mi-
sayesinde kavranabileceğini söyler.
Teymür'u evlendirmek gibi sebeplerle ye-
y o r d u . 1 9 0 5 A ğ u s t o s u n d a borç miktarı-
I, 117; el-Münkız
s. 23).
bir dinî duyarlılık, zihnî ve a h l â k î gelişB
oğlu
şılığı o l a r a k İngilizler t a r a f ı n d a n kesili-
bizzat
Bunların s o n derece d a r bir İslâm anla-
Delîlü'l-Halîc (Târih), II, 809-822, 962; VII, 3836-3854; Abdullah Humeyd es-Sâlimî, Tuhfetü'l-a'yân, Kahire 1347, II, 294-300; Ziriklî, el-A'lâm, V, 164-165; Zekî M. Mücâhid, el-A clâmü'ş-şarkıyye, Kahire 1949, I, 24; 'ümân ue'ssâhilul-cenubî li'l-Halîci'l-Fârisî (nşr. Aramco), Kahire 1951, s. 59-82; M a h m û d Ali edDâvûd, el-Halîcul-'Arabî ue'l-'alâkâti'd-düveliyye 1890-1914, Kahire 1961, s. 107-108; Cemâl Zekeriyyâ Kasım, el-Halîcul-'Arabî, Kahire 1966, s. 111, 121, 122, 131; Artuk, İslâmî Sikkeler Katalogu, I, 294, İv. XXXV, nr. 919; W. Phillips, Oman History, Beyrut 1971, s. 148157; W. D. Peyton, Old Oman, London 1983, s. 9; R. S. Ruete, "The A l B u Sa'id Dynasty i n O m a n a n d East Africa", JCAS, XVI (1929),
ek
o l a r a k S u l t a n Faysal İngiltere h ü k ü m e -
(Abdurrahman Bedevî,
s a m a h a s ı z olan bazı kişilerden yakınır.
BİBLİYOGRAFYA:
d e u y g u n g ö r ü l m e d i . Ülkeyi İngilizler'e bağımlı hale getiren bu d u r u m l a r a
Bey
bio-bibliyografik
cak bizzat müellifi t a r a f ı n d a n
267
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAYSALÜ' t - TEFRİKA mıştır. Müellif ü ç ü n c ü fasılda "tasdik" ile
b u i i m i n k u l l a n d ı ğ ı ince m e t o d u n her-
n a n İspanyol m ü s t e ş r i k i Asin
"tekzip" terimlerinin tanımlarını yapmak-
kes t a r a f ı n d a n k a v r a n a m a y a c a ğ ı
ise Fayşalü't-tefrika'nin
t a ; b u m ü n a s e b e t l e t a s d i k ve t e k z i b e
t i l m e k t e , halkı irşat e d i p imanını güçlen-
cümesini, Gazzâlî'nin el-İktişâd
k o n u olan varlığı d a z â t î , hissî, hayalî,
d i r m e k için Kur'an'ın " g ü z e l ö ğ ü t " tav-
kad
aklî ve ş i b h î ş e k l i n d e b e ş b ö l ü m e ayıra-
siyesinin yerine getirilmesi i s t e n m e k t e -
olan El Justo
r a k i n c e l e m e k t e ; d ö r d ü n c ü fasılda
da
dir. On birinci fasılda hiçbir k i m s e n i n ilâ-
d e v e r m i ş t i r (Madrid 1929).
belir-
b u b e ş nevi varlığın te'vil ile m ü n a s e b e -
hî r a h m e t i d a r a l t m a y a h a k k ı b u l u n m a -
tini ele a l m a k t a d ı r . Gazzâlî beşinci fasıl-
dığı i f a d e e d i l m e k t e , kendilerine İslâm
d a , n a s l a r ı n z â h i r i n e titizlikle bağlı kal-
daveti u l a ş m a m ı ş olan f e t r e t ehli hak-
m a gayreti içinde olanların bile z a m a n
k ı n d a d i k k a t e d e ğ e r t e s b i t ve gruplan-
z a m a n te'vile b a ş v u r m a z a r u r e t i n i his-
d ı r m a l a r y a p ı l m a k t a d ı r . On ikinci fasıl-
settiklerini, b u m e t o d u n ö n e m l i temsil-
d a bir kişiyi t e k f i r ederken aklın mı yok-
cisi A h m e d b. H a n b e l ' d e n örnekler verip
sa nassın m ı esas alınması gerektiği hu-
ortaya
koymaya
çalışmaktadır.
altıncı f a s l ı n d a , te'vilin m u t l a k a
Eserin
s u s u n a cevap a r a n m a k t a d ı r . Eserin son
belirli
f a s l ı n d a ise bir m ü s l ü m a n a k â f i r diyen
p r e n s i p l e r e bağlı k a l ı n a r a k y a p ı l m a s ı n ı n
k i m s e n i n i m a n î d u r u m u n u n n e olacağı
ve te'vil k o n u s u n d a m u h a t a b ı n seviyesi-
meselesi t a r t ı ş ı l m a k t a , Hz. Peygamber'in
nin d i k k a t e alınmasının gereği ile a v a m -
konuya ışık t u t a n , "İki m ü s l ü m a n d a n bi-
h a v a s ayırımının ö n e m i ü z e r i n d e durul-
ri diğerini k ü f ü r l e i t h a m ederse b u iddia
m u ş t u r . Gazzâlî b u fasılda bazı te'vil kai-
m u t l a k a ikisinden birine râci olur" anla-
delerini ö z e t o l a r a k v e r d i k t e n sonra ay-
m ı n d a k i hadisi (Müslim, " î m â n " , 111; Tir-
el-Kıstâsü'l-müstakim,
rıntılı bilgi için
Mihakkü'n-nazar
adlı eserlerine gön-
d e r m e y a p a r . Te'vilin kısımlarının incelendiği yedinci fasılda, t e m e l itikadî esasların d ı ş ı n d a k a l a n bazı ö n e m s i z meselelerle ilgili isabetsiz y o r u m l a r ı n tekfiri g e r e k t i r m e y e c e ğ i , önemli
akaid
ancak
İslâm'daki
esaslarıyla alâkalı
konu-
l a r d a k e s i n delile d a y a n m a d a n nasların z â h i r î m â n a l a r ı n ı t a h r i f e d e c e k şekilde te'vile kalkışanların t e k f i r edileceği belirtilir. G a z z â l î T e h â f ü î ü ' i - f e i d s i f e ' s i n d e İslâm filozoflarının bazı görüşleri için sıraladığı t e k f i r m a d d e l e r i n i
burada
da
t e k r a r l a r . Müellif b u faslın
devamında
"zındık" t e r i m i n i n m u t l a k ve m u k a y y e t ş e k l i n d e bir ayırıma t â b i tutulabileceğini b e l i r t e r e k h e r iki z ı n d ı k g r u b u n aras ı n d a k i farkları inceler. Tekfiri gerektiren ve g e r e k t i r m e y e n hususları izah etm e n i n ciltler d o l u s u y a z m a y ı icap ettireceğini belirten Gazzâlî, eserinin sekizinci f a s l ı n d a o k u y u c u l a r ı n a ehl-i kıbleyi t e k f i r e t m e k t e n k a ç ı n m a l a r ı tavsiyesinde b u l u n d u k t a n
sonra t e k f i r konu-
s u n d a u y u l m a s ı g e r e k e n a n a ilkeyi d e belirler. B u n a g ö r e "usûl-i selâse" denilen Allah'a, n ü b ü v v e t e ve â h i r e t e i m a n esasları ile t e v â t ü r e n s a b i t o l m u ş aslî ve fer'î k o n u l a r a yönelik b ü t ü n red ve i n k â r l a r a p a ç ı k k ü f ü r , b u a n a esasların ayrıntılarına ilişkin meselelerle ilgili red ve i n k â r l a r ise h a t a ve bid'attır.
lü't-tefrika'nin
Fayşa-
d o k u z u n c u f a s l ı n d a bir
kişiyi veya bir g r u b u t e k f i r e t m e d e n ön-
mizî, "îmân", 16; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 15)
Palacios
ö z e t bir ter-
fi'l-i cti-
adlı eserinin İspanyolca t e r c ü m e s i
medio
en la creencia
BİBLİYOGRAFYA: Müslim, " î m â n " , 111; Tirmizî, " î m â n " ,
16; Fayşalü'ttefrika (nşr. S ü l e y m a n Dünyâ), Kahire 1381 / 1961; a.mlf., el-Müstaşfâ, Kahire 1934, 1, 117; a.mlf., el-Münkız mine'd-dalal, İstanbul 1287, s. 2 3 ; Kâdî İyâz, eş-Şifâ', II, 1065; Keşfuz-zunûn, I, 1304; İzâhu'l-meknûn, I, 300; Osmanlı Müellifleri, 1, 105; Brockelmann, GAL, I, 539; F. Jabre, La Notion de certitude selon Ghazali, Paris 1958, s. 406-435; Y u s u f Ziyâeddin Ersal, Vahiy ue Risâlet, Ankara 1960, s. 17-19, 29-33; Abdurrahman Bedevî, Mü'ellefâtü'l-Gazzâlî, Küveyt 1977, s. 166-167; Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi: Giriş, İstanbul 1985, s. 273, 281-282; L. Gardet, "Les N o m s et les statuts", St/, V (1956), s. 72, dipnot 3 ; Kasım Kufralı, " G a z z â l î " , İA, İV, 752-753; W. Montgomery Watt, " a l - G h a z â l i " , EV 2 (İng.), II, 1040. ı—ı Ebû Dâvûd, " S ü n n e t " , 15; Gazzâlî,
incelenmektedir.
m
EMRULLAH
YÜKSEL
Çeşitli k ü t ü p h a n e l e r d e p e k ç o k yazm a n ü s h a s ı b u l u n a n Fayşalü'
FAZIL AHMED PAŞA
t -tefrika' -
nin (Abdurrahman Bedevî, s. 166; Brockel-
(bk. KÖPRÜLÜZÂDE FÂZIL AHMED PAŞA).
m a n n , 1, 539) birçok baskısı yapılmıştır (meselâ B o m b a y 1283; Kahire 1319, 1325, 1328). Eserin en ciddi ilmî neşri, Gazzâlî
r
ile ilgili çalışmalarıyla t a n ı n a n S ü l e y m a n Dünyâ t a r a f ı n d a n gerçekleştirilmiştir (Kahire 1381/1961). Nâşir k i t a b ı n b a ş taraf ı n a G a z z â l î ' n i n hayatı ve özellikle
bu
için-
L
r
FAZIL AHMET AYKAÇ
n
j H
(bk. AYKAÇ, Fazıl Ahmet). J
eseriyle alâkalı bazı d e ğ e r l e n d i r m e l e r ih-
FÂZIL-1 ENDERÛNÎ
n
tiva eden bir b ö l ü m , son kısmına da Şeh-
(bk. ENDERUNLU FÂZIL).
j
el-Milel
ristânî'nin
ve 'n- nihâi
'inden
y a p t ı ğ ı alıntıları e k l e m i ş ; B e r â h i m e , Se-
FÂZIL MUSTAFA PAŞA
neviyye, z e n â d ı k a ve dehriyye gibi fırkalar h a k k ı n d a bilgi vermiştir. S ü l e y m a n D ü n y â ' n ı n b u çalışması A. T u r a n Arslan t a r a f ı n d a n İmam
für
Sınırı
Gazâli
ve
adıyla Türkçe'ye
(İstanbul
îman-Küçevrilmiştir
1992). Bursalı M e h m e d
L
r
Tâhir,
(bk. KÖPRÜLÜZÂDE FÂZIL MUSTAFA PAŞA).
FÂZIL PAŞA, Mustafa
n
j n j
T ü r k t a s a v v u f d ü n y a s ı n d a d a h a ç o k Sa-
(bk. MUSTAFA FÂZIL PAŞA).
lâhî E f e n d i o l a r a k t a n ı n a n A b d u l l a h Sa-
Fayşalut-
lâhî Uşşâkî'nin (ö. 1196/1782)
tefrika'yı
d e d e r ( O s m a n l ı Müellifleri, man
maha
FAZİLET
Türkçe'ye t e r c ü m e ettiğini kay-
( îLüil )
1, 105). Süley-
U l u d a ğ d a eseri İslâmda
Müsa-
adıyla Türkçe'ye çevirmiştir (İstan-
bul 1972). B u t e r c ü m e n i n s o n u n d a Gaz-
el-Könûnü'l-
zâlî'nin aynı konuyla ilgili
küllî
fi't-te'vil
adlı bir b a ş k a risâlesinin
L
t e r c ü m e s i d e yer a l m a k t a d ı r .
Fazîlet kelimesinin t ü r e t i l d i ğ i fazl ke-
Faysa-
limesi m a s d a r o l a r a k " a r t m a k , fazlalaş-
R u n g e ta-
m a k , ü s t ü n o l m a k " , isim o l a r a k ise "ek-
Şarkiyatçıların d i k k a t i n i ç e k e n
ce g ö z ö n ü n d e b u l u n d u r u l m a s ı g e r e k e n
lü't-tefrika,
h u s u s l a r incelenir. Eserin o n u n c u faslın-
rafından
d a a v a m ı t e k f i r e d e n bazı k e l â m âlim-
terscheidung
leri t e n k i t e d i l m e k t e , k e l â m ilminin ve
başlığıyla A l m a n c a ' y a
Hans-Joachim
Untersuchung von
über
İslam
und
İnsanın iyilik yapmasını ; kötülükten uzak durmasını sağlayan ruhî yetenekler için kullanılan bir ahlâk terimi.
die
Un-
sikliğin (naks) zıddı, artık, fazlalık, ihsan"
Ketzerei
gibi m â n a l a r a gelir (bk. FAZL). Klasik söz-
çevrilmiştir (Kiel-
1938). Gazzâlî ile ilgili çalışmaları bulu-
l ü k l e r d e fazlın
ileri derecesine
d e n d i ğ i belirtilmiştir (Lisânul-'Arab,
268
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
fazilet "fzl"
FAZİLET m d . ; Fîrûzâbâdî, el-Kârnûsü'l-muhît,
"fzl"
yetlerinin tanıtıldığı "fezâil" veya "me-
"fzl" md.). R â g ı b el-
nâkıb" başlığını taşıyan b ö l ü m l e r d e İs-
niyye" başlığı altında fazileti "insana has
İsfahânî, felsefe k ü l t ü r ü n ü n geliştirdiği
l â m a h l â k ı n d a fazilet sayılan niteliklere
değerli huy" şeklinde t a r i f etmiştir. Kin-
anlayışın etkisiyle fazilet terimini "insa-
dair ö n e m l i bilgiler b u l u n m a k t a d ı r . Bu-
dî eski filozofların felsefe tariflerini sı-
nın b a ş k a l a r ı n d a n ü s t ü n ve imtiyazlı ol-
n u n yanında ameller, vakitler, şahıslar,
ralarken felsefenin insanı t a m faziletli kılan bir disiplin o l d u ğ u n u belirtir; diğer
m d . ; Tâcü'l-'arûs,
en geniş yeri ayırdığı "el-Fezâilü'l-insâ-
masını sağlayan d u r u m , kişiyi mutlulu-
şehir, ülke ve milletlerin faziletlerine dair
ğ a g ö t ü r e n şey" diye t a r i f e t m i ş ve bu-
m ü s t a k i l kitaplar d a k a l e m e alınmıştır
bir tarifi açıklarken d e t u t k u l a r ı öldür-
n u n zıddına rezîlet denildiğini belirtmiş-
(bk. FEZAÎL). Daha sonraki d ö n e m l e r d e
meyi faziletin yolu sayar ki b u ifadeler-
yazılan ahlâk, edep, mev'iza ve hikemi-
d e fazilet, İslâmî literatürde m u h t e m e -
t i r (ez-Zerfa,
s. 132).
Fazilet kavramının bir terim olarak ahlâk
literatüründe
kapsamlı
mânalar
yat t ü r ü eserlerde faziletler hakkında bil-
len ilk d e f a Latince virtus (İng. virtue, Fr.
sonradan
kazandığı
gi verilirken ilgili âyetler yanında hadis
vertu) teriminin
âyet ve
hadislerde
l i t e r a t ü r ü n d e n de geniş ölçüde faydala-
Türkçe'de e r d e m kelimesiyle karşılanan
g e ç m e m e k l e birlikte birçok âyet ve hadiste çeşitli a h l â k î faziletlere geniş şe-
nılmıştır.
karşılığı olan ve yeni
bir ahlâk terimi olarak kullanılmıştır. Kin-
Felsefî literatürün dışındaki ilk dönem-
dî insana has gerçek faziletleri nefsin iyi
Kerîm'in
lere a i t İslâmî kaynaklarda fazilet keli-
huyları ve bunların ahlâkî kalitesine gö-
genelinde adalet, itidal, hoşgörü, doğ-
mesi "ahlâkî e r d e m " a n l a m ı n d a nâdiren
re dışa yansıyan adaletli davranışlar şek-
kilde yer verilmiştir. Kur'ân-ı
ruluk ve d ü r ü s t l ü k , a z i m ve sebat, ülfet,
kullanılmıştır. Meselâ
kardeşlik ve dostluk, sevgi ve dayanış-
el-Edebü'l
İbnü'l-Mukaffa'ın
linde ikiye ayırmıştır. Ayrıca yine ilk de-
b u a n l a m a ya-
f a Kindî, E f l â t u n ' d a n beri d e v a m e d e n
- kebîr'inde
m a , barışçılık, cömertlik, tövbe, tevekkül,
kın bir k o n u m d a birkaç defa geçmekte-
anlayışa uygun olarak ruha (nefis) ait dört
kanaatkârlık, i t a a t ve teslimiyet, hikmet,
dir. Bu kaynaklarda ahlâkî faziletleri top-
t e m e l faziletten söz etmiş,
hayırda y a r ı ş m a , güler yüzlülük, ölçü ve
luca ifade e t m e k üzere d a h a ziyade "me-
h i k m e t i d ü ş ü n m e g ü c ü n ü n , yiğitliği ga-
tartıda dürüst davranma, selâmlaşma,
bunlardan
hâsin" ve " m e k â r i m " , reziletler için d e
lebe g ü c ü n ü n faziletli oluşu
ağırbaşlılık, cesaret ve k a h r a m a n l ı k gibi
"mesâvî" ve "mesâlib" kelimeleri kulla-
İffetin h a n g i psikolojik y e t e n e k t e n kay-
birçok faziletli t u t u m ve davranış üze-
nılmıştır. Ayrıca e d e p ve â d â b ı n çok ge-
naklandığını belirtmemişse de b u n u n l a
rinde d u r u l m u ş t u r . Ayrıca bazı âyetler-
niş k a p s a m ı n a faziletler de girmekteydi
ilgili tarifi d i k k a t e alındığında arzu (şeh-
de özellikle faziletlerin işlendiği görülür.
(bk. EDEP). Câhiz'in el-Mehâsin
ve'l-ez-
vet) g ü c ü n ü n dengeli o l u ş u n u iffet sa-
İbrâhim b. M u h a m m e d el-Beyha-
yan geleneksel g ö r ü ş ü b e n i m s e d i ğ i or-
Meselâ Âl-i İmrân sûresinde ( 3 / 133-135)
dûd,
Kur'an'ın t e m e l fazilet olarak ısrarla vur-
kî'nin el-Mehâsin
guladığı takvaya s a h i p olanlardan bah-
b. Hüseyin el-Beyhakî'nin el-Âdâb,
sedilirken bunların başlıca nitelikleri şöy-
h a m m e d b. Ca'fer b. Sehl el-Harâitî'nin
ve'l-mesâvî,
Mu-
c
le sıralanır: Bollukta da darlıkta da mal-
M e k â r i m ü ' l - ahlâk
larını Allah için harcarlar, öfkelerine hâ-
kitapları b u t ü r eserlerden
k i m olurlar, insanları bağışlarlar, kötü-
Geniş a n l a m d a
l ü k t e ısrar etmezler. Bu âyetlerde cö-
eserlerde
ve
Ahmed
me âlîhâ
adlı
bazılarıdır.
saymıştır.
taya çıkar. Kindî, Aristo a h l â k ı n d a n hareketle b u t e m e l faziletlerden her birinin fazlalık (ifrat) ve eksiklik (taksir) şeklindeki iki aşırı ucun ortası o l d u ğ u n u belirtmektedir. Şu halde her fazilet bir den-
bu
gedir (itidal) ve ister fazlalık isterse ek-
kültüründe
siklik şeklinde olsun her aşırılık bir re-
mertlik, hilim, a f f e t m e ve tövbe erdem-
b e n i m s e n m i ş olan erdemler ve bunların
zilettir. Kindî galebe g ü c ü n ü n dengeli ol-
lerinin yer aldığı görülür. Bakara sûre-
zıtları olan k ö t ü l ü k l e r bir t a s n i f e t â b i
masıyla m e y d a n a çıkan fazilete yiğitlik
sinin bir â y e t i n d e (2/177) Kur'an'ın di-
t u t u l m a d a n sıralanmış; her bir fazilet
(necdet) adını vermişse d e sonraki kay-
ğ e r bir t e m e l a h l â k kavramı olan birrin
veya rezilet hakkında fikrî ve felsefî tah-
n a k l a r d a b u şecaat olarak yaygınlık ka-
k a p s a m ı içinde iman, ibadet ve hayır se-
a h l â k î mahiyetteki
genellikle
İslâm
lile girişilmeden âyet ve hadislerle Arap-
z a n m ı ş t ı r ; aynı şekilde filozofun
verlik konuları yanında a h d e vefa, sa-
İslâm büyüklerinin h i k e m î
mahiyetteki
dediği d ö r d ü n c ü fazilet d a h a sonra ada-
bır, m e t a n e t , d o ğ r u l u k ve takvâ fazilet-
sözlerinden alıntılar yapılarak antolojik
let adıyla anılmıştır. Kindî adaleti, son-
lerine işaret edilir.
bilgiler verilmiştir. Meselâ Câhiz'in el-
raki anlayışa göre r u h u n ahlâkî yatkın-
Mehâsin
konulardan
lıkları veya melekeleri arasındaki u y u m
çoğu dile h â k i m olma, sır s a k l a m a , is-
yerine bu yatkınlıklardan kaynaklanan fiil
tişare, t e ş e k k ü r , sıdk, af, sabır, sevgi,
ve hareketlerin p r a t i k değeri olarak dü-
Hadis m e c m u a l a r ı n d a çeşitli faziletlere dair p e k çok hadis
bulunmaktadır.
Özellikle " K i t â b ü ' l - E d e b " ve "Kitâbü'lBir" başlıklı b ö l ü m l e r i n ağırlıklı konuları arasında a n a babaya itaat, hısım akrabayı ziyaret (sıia-i rahim), kardeşlik, dostluk, sevgi, d a y a n ı ş m a ve y a r d ı m l a ş m a , insanlarla iyi g e ç i n m e , d o ğ r u
sözlülük,
a d a l e t ve ihsan, misafirperverlik, hayâ, vera' ve t a k v â , tövbe, tevekkül, tevazu, hilim, sabır, ş ü k ü r gibi a h l â k î faziletler
ve'l-ezdâd'ındaki
itidal
dostluk, arkadaşlık, iyimserlik, vefa, cö-
ş ü n m ü ş t ü r ki bu t a m a m ı y l a Aristocu bir
mertlik, yiğitlik, v a t a n sevgisi, Allah'a
yaklaşımdır. Nitekim A r i s t o ' d a
güven, nasihat, z ü h d gibi geleneksel İs-
gibi Kindî'ye göre de fiil ve hareketler
lâm ahlâkında b e n i m s e n m i ş olan erdem-
bir haksızlık ve z u l ü m içeriyorsa rezilet
olduğu
leri ihtiva e t m e k t e d i r . Bu t ü r eserlerde
halini a l m ı ş olur. Böylece fazilet gibi re-
fazilet ve reziletlerin sayısı farklılık ar-
zilet de h e m r u h u n k ö t ü nitelikleri, h e m
z e t m e k l e birlikte geniş ölçüde k o n u ve
d e b u n l a r d a n k a y n a k l a n a n haksız fiiller
m e t o t benzerliği görülür.
için kullanılmıştır.
d e yer alır. Tahâret, zekât, ticaret, hibe,
Fazilet kelimesinin özellikle ahlâkî er-
cihad, z ü h d , r e k i i k , istîzan, s e l â m , imâ-
demleri ifade e d e n bir t e r i m olarak kul-
nın bir aracı saydığı fazileti
re gibi k o n u l a r a dair b ö l ü m l e r d e de b u
lanılması ve s i s t e m a t i k bir fazilet teori-
oldukça farklı bir yaklaşımla ele almış-
faziletler h a k k ı n d a hadisler nakledilmiş-
sinin oluşması felsefî kültürle
tır. Filozof, Tahşîlü's-sa câde
tir. Ayrıca geçmiş peygamberler, Hz. Mu-
başlamıştır. İlk İslâm filozofu Kindî, fel-
h a m m e d , E b û Bekir, Ömer, O s m a n ve
sefî terimleri açıkladığı Risâle
fî
hudû-
nazarî faziletler, fikrî faziletler, ahlâkî
Ali ile d i ğ e r sahâbîlerin a h l â k ve şahsi-
di'l-eşyâ3
eserinde
faziletler ve p r a t i k m a h a r e t l e r şeklinde
v e rüsûmihâ
adlı
birlikte
Fârâbî, en y ü k s e k m u t l u l u ğ a ulaşmaKindî'den adlı ese-
rinde m u t l u l u ğ a ulaştıracak meziyetleri
269
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAZİLET d ö r d e ayırmıştır. Nazarî faziletler, akıl
Kindî'nin fazilet ve rezilet anlayışı İbn
gücünün bilmeye konu olan varlık ve olay-
Sînâ, İbn Miskeveyh ve d a h a sonraki he-
Gazzâlî de ismini vermemekle
lara yöneltilmesi suretiyle kazanılan zih-
men
ana
Râgıb el-İsfahânî'den geniş ölçüde faydalanıp t e m e l faziletlerle ilgili görüşle-
bütün
ahlâkçılar t a r a f ı n d a n
açıklamalar getirmiştir (a.e., s. 270-384). birlikte
nî gelişme ve bilgi zenginliğidir. Fikrî fa-
hatlarıyla benimsenmiştir. İbn Sînâ'nın
ziletler d ü ş ü n m e g ü c ü n ü n ferde, toplu-
c
adlı k ü ç ü k risâlesi tama-
rini aynı m e t o t l a açıklamıştır. Bununla
ma, ülkeye en faydalı ve hayırlı olanı ara-
men faziletler ve reziletlerin tarifi ve tas-
birlikte Gazzâlî, başta Muhâsibî'nin er-
yıp bulması için olanca g ü c ü n ü sarfet-
nifinden ibarettir. Bu eserde de dört te-
Ri'âye
mesiyle kazanılan erdemlerdir. Bu g ü ç
mel fazilet ile (hikmet, şecaat, iffet, ada-
Mekkî'nin Kütü'l-kulûb'ü
yüksek bir gayeye yönelik olarak düşün-
let) bunların iki reziletin ortasını teşkil
tasavvufî kaynaklardan istifade ederek
ce üretirse b u n a fikrî fazilet denir, fa-
ettiği
tasavvuf literatüründe "haller" veya "ma-
k a t k ö t ü bir gayeyi gerçekleştirmek için
tâli derecedeki fazilet ve reziletler hak-
kamlar" denilen faziletlere son şeklini
çalışırsa böyle adlandırılamaz. Çünkü bu
kında da bilgi verilmiş olup bunların yu-
vermiştir. Bu sebeple Gazzâlî'nin fazilet
d u r u m d a d ü ş ü n m e faaliyeti artık fazi-
karıda sözü edilen antolojik mahiyette-
ve reziletlerle ilgili asıl t a s n i f ve tahlille-
letli o l m a niteliğini kaybetmiştir (Tahşî-
ki eserlerde sıralananlarla benzerlik ta-
ri İhyâ'ü
lus-sa'âde,
s, 68-69). Fârâbî, d ü ş ü n m e
şıdığı dikkati çekmektedir. İbn Sînâ'nın
lerinde yer almaktadır.
g ü c ü n ü n bu şekilde kötüye kullanılma-
çağdaşı ve özellikle bir a h l â k d ü ş ü n ü r ü
Daha sonraki d ö n e m l e r d e telif edilen
sına filozofların "hubs, hile, mekîde" gi-
olarak t a n ı n a n İbn Miskeveyh, h e m İbn
a h l â k kitaplarında, b ü y ü k ölçüde Fârâbî
bi rezilet ifade eden isimler verdiğini be-
Sînâ'nın yaptığından kısmen farklı bir
ve İbn Miskeveyh'in felsefî mahiyetteki
lirtir (Fuşûlü'l-medenî,
şekilde hikmet, iffet ve şecaata bağlı fa-
fazilet ve rezilet anlayışıyla Gazzâlî'nin
ziletlere gelince, Fârâbî konuyu ele aldı-
ziletlerin, h e m de adalet erdeminin al-
tasavvuf ağırlıklı anlayışının
ğı Tahşîlü's-sa'ûde'de
t ı n d a yirmi k a d a r tâli faziletin listesini
m ı ş o l d u ğ u görülür. Bu k o n u d a
vermiştir (Tehzîbü'l-ahlâk,
istisnalardan
s. 164). Ahlâkî fabu faziletlerin
açık bir tasnifini vermemiştir. Ancak Fu-
şûlü'l
-medenî'de
İlmü'l-ahlûk
anlayışı
sürdürülmüştür.
Ayrıca
s. 40-45). İbn
li - hukûkıllâh'ı
c
ulûmi'd-dîn"\n
biri, aynı
ve Ebû Tâlib elo l m a k üzere
111 ve IV. cilt-
uzlaştırılnâdir
uzlaştırmacılığı
Eflâtun ve Aristo an-
Miskeveyh yaygın kanaatin dışına çıka-
sürdüren Nasîrüddîn-i Tûsî'nin fazilet-
layışına uygun bir fazilet tarifi ve tas-
rak hikmet, iffet, şecaat ve adalet fazi-
t e n biri nicelik, diğeri nitelik bakımın-
nifi b u l u n m a k t a d ı r . Buna göre fazilet,
letlerinin zıtlarının b u l u n d u ğ u n u
belir-
d a n o l m a k üzere iki türlü s a p m a n ı n ola-
"nefsin biri fazlalık, diğeri eksiklik ol-
terek bunları "cehl, şereh, cübn ve cevr"
bileceği yolundaki düşüncesidir. Klasik
m a k üzere ikisi de rezilet olan iki aşırı
şeklinde sıralamakta, böylece Stoa ahlâ-
anlayıştaki ifrat ve tefrit veya fazlalık
eğilimi arasında b u l u n a n orta meleke"-
kında olduğu gibi faziletlerin ancak zıt-
ve eksiklik nicelik b a k ı m ı n d a n uzaklaş-
dir. A r i s t o ' n u n d ü ş ü n d ü ğ ü gibi (bk. 7/-
larının bulunabileceğini hatıra getirmek-
madır. Bu a n l a m d a k i rezilet ahlâka uy-
mü'l-ahlâk,
11, 1) insan tabiatı itibariy-
teyse de (a.e., s. 39) faziletleri yeniden
g u n değilse de tabiata u y g u n d u r (aşırı
le ne faziletli ne d e k ö t ü ahlâklıdır. Ge-
ve d a h a ayrıntılı biçimde ele alarak her
cinsel arzu gibi). Tûsî'nin "redâet" keli-
rek faziletler gerekse reziletler, bunla-
fazileti iki reziletin ortası sayan g ö r ü ş e
mesiyle ifade ettiği nitelik b a k ı m ı n d a n
ra ü y g u n fiillerin uzun süre tekrar edil-
d ö n m e k t e d i r (a.e., s. 45-48). İbn Miske-
s a p m a ise (erkeğin erkekle cinsel ilişkisi
mesi ve alışkanlık halini almasıyla ger-
veyh bu orta anlayışının d o ğ u r d u ğ u bir
gibi) h e m ahlâka h e m de t a b i a t a aykırı-
çekleşir (Fârâbî, Fuşûlü'l-medenî,
s. 108-
g ü ç l ü ğ e d e işaret etmektedir. Buna gö-
dır (Ahlâk-1 Nâşırî, s. 226-228, 233, 239).
109). Şu halde faziletin birinci niteliği
re b ü t ü n ahlâkî yatkınlıkların kazanılma-
iradî oluşudur. Ç ü n k ü insanın d o ğ u ş t a n
sında t a m ortayı b u l m a k oldukça zor-
sahip o l d u ğ u melekeler fazilet veya ku-
dur. Zira t a m ortanın, diğer bir deyişle
sur sayılamaz (a.e., s. 109-110). Faziletin
t a m faziletin bir t e k olmasına karşılık
ikinci niteliği kapsamlı oluşudur. Buna
b u n u n her iki yanında sayısız aşırılıklar,
göre yalnız isteyeni için hayırlı olan şe-
şerler ve reziletler b u l u n m a k t a d ı r . Bun-
ye faydalı denebilirse de faziletli dene-
d a n dolayı İbn Miskeveyh, k ö t ü l ü k se-
mez. Fârâbî, "İnsanın başkası için iste-
beplerinin iyilik sebeplerinden çok fazla
m e d i ğ i hiçbir iyilik ahlâkî fazilete dönü-
o l d u ğ u n u belirterek k ö t ü l ü k y a p m a n ı n
ş e m e z " derken Kant'ı hatırlatmaktadır
iyilik y a p m a k t a n daha kolay olduğu şek-
(bk. Tahşîlus-sa'âde,
lindeki Aristocu görüşe katılmıştır (a.e.,
s. 71; krş. Kant, s.
40-41, 96). Faziletin üçüncü niteliği içer-
s. 45-46; krş. Aristo, X, 7.4).
diği hayrın sürekli oluşudur. Buna göre
Kindî'den itibaren Grek kaynaklı d ö r t t e m e l fazilet fikri yaygınlaşmakla
bir-
likte bu faziletler z a m a n z a m a n farklı kavramlarla ifade edilmiştir. En yaygın kavramlar hikmet, şecaat, iffet ve adalettir. Ancak dört t e m e l fazilet meselâ Kindî'de h i k m e t , necdet, iffet ve itidal; İbn H a z m ' d a (el-Ahlâk ve's-siyer, s. 59) f e h m , necdet, cûd ve adalet şeklinde sıralanır. İbn Miskeveyh cûd ve hilmi d e t e m e l fazilet saymış olup b u n d a Kur'an ve S ü n n e t ahlâkının etkili o l d u ğ u açıktır. Onun gibi İbn Hazm da bir yerde (a.e.,
bir ülke, bir millet veya milletler için or-
İbn Miskeveyh, felsefî metotla işledi-
t a k olan erdemli bir gayeye u l a ş m a d a
ği ahlâk görüşlerini yer yer İslâmî nas-
s. 80) yaygın anlayışa uygun olarak, "Fa-
en verimli ve en uzun ö m ü r l ü olan fazi-
larla da teyit etmiş, bu t u t u m sonraki
zilet ifrat ve tefritin ortasıdır" derken
let gerçek fazilettir (Tahşîlus-sa'âde,
s.
ahlâkçılarca d a h a da geliştirilmiştir. Ni-
başka bir yerde faziletlerin sadece zıt-
71). Nazarî, fikrî ve ahlâkî faziletler ya-
t e k i m Râgıb el-İsfahânî, d ö r t t e m e l fa-
larından söz e t m i ş ve bunları cevr, cehl,
nında d ö r d ü n c ü bir meziyet o l m a k üze-
ziletle ifrat ve tefritten ibaret olan rezi-
cübn ve şuh şeklinde sıralamıştır (a.e.,
re her faaliyet alanının o alanda çalışan-
letler hakkındaki felsefî görüşleri âyet
s. 59).
lar için gerekli kıldığı pratik maharetleri
ve hadislere dayanarak İslâmîleştirmeye
de k a z a n m ı ş olan kişi Fârâbî'nin idealin-
çalışmış (ez-Zerfa,
Belli başlı a h l â k kitaplarında d ö r t te-
s. 100-105, 110-112,
mel fazilet altında ayrıca diğer bazı fa-
deki erdemli insan, gerçek eğitimci, t a m
142), ayrıca Kur'an ve S ü n n e t ' e dayalı
ziletler sıralanarak bir t a s n i f yoluna gi-
filozof, birinci devlet başkanı, kanun ko-
a h l â k geleneğinde fazilet sayılan mele-
dilmişse de bu tasniflerde gerek fazilet-
yucu, melik ve i m a m d ı r (a.e., s. 74).
ke ve davranışlara da geniş yer vermiş,
lerin sayısı gerekse adlandırılması ko-
bunlarla ilgili terimlere orijinal tarif ve
n u s u n d a uyumsuzluklar b u l u n m a k t a d ı r .
270
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAZL Bu d u r u m , fazilet ve reziletleri sınırla-
zıl adı verilir. Z a m a n l a bir insanın iyilik
verir" (Âl-i İmrân 3 / 7 3 ; el-Hadîd 57/29);
m a n ı n ve belli k a t e g o r i l e r d e
toplama-
y a p m a düşüncesiyle b a ş k a birine sağla-
"Allah s a n a bir hayır dilerse O ' n u n fazlı-
kaynaklanmakta-
dığı f a y d a y a d a fazl d e n i l m i ş t i r ( Mefâtî-
n a e n g e l olabilecek bir k i m s e y o k t u r "
nın i m k â n s ı z l ı ğ ı n d a n
dır. Bazı g e ç d ö n e m a h l â k müellifleri ise
hu'l-ğayb,
VII, 99). N i t e k i m B a k a r a sü-
(Yûnus 10/107). Çeşitli â y e t l e r d e d ü n y a
d ö r t t e m e l fazilet anlayışını
resinin 2 3 7 . â y e t i n d e k e l i m e n i n b u an-
ve â h i r e t m u t l u l u ğ u , c e n n e t ve c e n n e t
t e r k e t m i ş l e r d i r . Meselâ Hüseyin Vâiz-i
l a m d a kullanıldığı g ö r ü l ü r . B u r a d a zifaf-
n i m e t l e r i , Allah'ın bazı g ü n a h k â r l a r ı he-
Kâşifî'nin Ahlâk-ı
adlı eserinin
t a n ö n c e b o ş a n m a k isteyen k a d ı n ve er-
men
t a m a m ı n a yakın k ı s m ı n d a geleneksel İs-
k e ğ i n g ö n ü l l ü o l a r a k birbirlerine ikram-
f i f l e t m e s i , g ü n a h l a r ı n ı b a ğ ı ş l a m a s ı , hüs-
l â m a h l â k ı n d a k i kırk fazilet, Celâlzâde
d a b u l u n m a l a r ı , karşı t a r a f lehine m a d -
randan koruması, bilmediğini öğretme-
M u s t a f a Çelebi'nin siyaset a h l â k ı ağırlık-
dî h a k l a r ı n d a n f e r a g a t e t m e l e r i
öğüt-
si, hidayete erdirmesi, hayırlara fazlasıy-
lı Mevâhibü'l-hallâk
- ah-
l e n m i ş t i r (a.g.e., VI, 145). Cürcânî fazlı kı-
la sevap vermesi, i m a n , İslâm, vahiy, pey-
lâk' m d a elli civarında f a z i l e t ile bazı re-
saca "karşılıksız iyilik e t m e " şeklinde ta-
g a m b e r l i k , ş e f a a t gibi Allah'ın insanlığa
ziletler,
Bostanzâde
nımlamış
Mir'âtü'l
- ahlâk'mda
Muhsinî
tamamen
iî merâtibi'l Yahyâ
Efendi'nin
ise yirmi d ö r t fa-
zilet incelenmiştir. BİBLİYOGRAFYA : el-Müfredât, "fzl" md.; ila mekârimi'ş-şerfa, Kahire 1405/1985, s. 100-105, 110-112, 132, 142, 270-384; Lisânü'l-'Arab, "fzl" m d . ; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsul-muhtt, "fzl" md.; Tâcul-'arûs, "fzl" md.; M. F. Abdülbâki, el-Mucem, "fzl" md.; VVensınck, el-Mu'cem, "fzl" md.; AristoRâgıb
el-İsfahânî,
a.mlf., ez-Zerfa
c
tales [Aristo], İlmü'l-ahlâk
(trc. Ahmed Lütfi
es-Seyyid), Kahire 1927, II, 1; X, 7.4; İbnü'l-
el-Edebul-kebîr, Kahire 1331, s. 32, 41, 49, 67, 70; Kindî, Resâ'il, Kahire 1398/ 1978, s. 122, 127-129; Fârâbî, Tahşîlus-sa'âMukaffa',
(et-Ta'rîfât,
"fzl" md.);
Râgıb
el-İsfahânî ise k e l i m e n i n a n l a m ı n ı
"bir
ları d a " b ü y ü k bir f a z l " o l a r a k nitelend i r i l m e k t e o l u p (Fâtır 3 5 / 3 2 ) b u r a d a k i
recesini, k ö t ü olanına d a aşırı öfkelen-
f a z l d a n a h l â k î f a z i l e t k a s t e d i l m i ş t i r . Bir
meyi ö r n e k vermiştir. Sözlüklerde, ge-
â y e t t e Allah ve R e s u l ü ' n e i t a a t edenle-
nellikle o l u m l u fazlalığı i f a d e e t m e k üze-
rin O ' n u n n i m e t i n e m a z h a r kılınmış bu-
re fazl, o l u m s u z olanı i f a d e e t m e k üze-
l u n a n p e y g a m b e r l e r , sıddîklar, şehidler
re d e f u z û l kelimelerinin kullanıldığı be-
ve sâlihlerle b e r a b e r olacağı belirtildik-
lirtilir.
t e n s o n r a , "Bu Allah'ın bir fazlıdır" de-
Râgıb
el-İsfahânî'nin
yaptığı,
daha
s o n r a k i bazı k a y n a k l a r d a d a t e k r a r edi-
şısında üç y ö n d e n ü s t ü n l ü ğ e s a h i p olabilir. a) Cins bakımından-. Hayvan cinsinin
"fzl" md.) fazl
bitki cinsine ü s t ü n l ü ğ ü g i b i ; b) Tür (fasıl) bakımından.- İnsan t ü r ü n ü n
hayvan
t ü r ü n e ü s t ü n l ü ğ ü gibi (Râgıb el-İsfahânî, insanın diğer birçok yaratıktan ü s t ü n kılın-
J " A r t m a k , f a z l a l a ş m a k ; m e z i y e t sahibi masdar
olan fazl kelimesi "fazlalık (eksikliğin |naks|
olmak,
nama
ve yergilerden
k o r k m a m a k , Al-
lah'ın
sadece dilediği
kimselere
nasip
ettiği birer l u t u f olarak değerlendirilmiştir (el-Mâide 5 / 5 4 ) . K u r ' a n ' d a çeşitli varlık ve i m k â n l a r d a Allah'ın insanların geçimi ve b a r ı n m a s ı
c) Z a t b a k ı m ı n d a n : Bir kişinin b a ş k a bir
için y a r a t m ı ş o l d u ğ u
kişiye ü s t ü n l ü ğ ü gibi. "Allah rızık husu-
k a z a n ç , zenginlik, f e t i h , z a f e r ve gani-
gösterilir. B u n a
göre
nesneler, ticaret,
s u n d a kiminizi k i m i n i z d e n ü s t ü n kılmış-
m e t gibi dünyevî i m k â n l a r A l l a h ' ı n lu-
tır" m e â l i n d e k i âyet (en-Nahl 1 6 / 7 1 ) z a t
t u f l a r ı n d a n d ı r (bk. M. F. A b d ü l b â k i , el-
b a k ı m ı n d a n fazla delâlet eder. İlk iki ka-
Mu cem, "fzl" md.). Bazı âyetlerde, "bir kimseyi veya bir
Nitekim
şeyi d i ğ e r i n d e n ü s t ü n k ı l m a " a n l a m ı n a
üstünlüğe
gelen t a f d î l m a s d a r ı n d a n fiillerle Allah'ın
u l a ş m a s ı m ü m k ü n değildir. Z a t a mah-
b ü t ü n insanlığa veya belli k e s i m l e r e şâ-
s u s fazl ise d e ğ i ş k e n o l u p k a z a n ı l m a s ı
m i l f a z l ı n d a n d a söz e d i l m e k t e d i r . Nite-
d a kaybedilmesi de m ü m k ü n d ü r (el-Müf-
k i m İsrâ s û r e s i n d e ( 1 7 / 7 0 ) Â d e m oğul-
redât, "fzl" md.).
larının bazı m a z h a r i y e t l e r i n d e n
Kur'ân-ı K e r î m ' d e ve ü s t ü n o l m a k " a n l a m l a r ı n d a
kâfirlere karşı o n u r l u ve g ü ç l ü
Allah y o l u n d a cihad e t m e k , a n l a m s ı z kı-
b a k ı m ı n d a n fazla işaret edildiğini belirtir);
bir hayvanın i n s a n a h a s bir
L
s e v m e k , m ü m i n l e r e karşı alçak g ö n ü l l ü ,
fazl k a p s a m ı n d a
n e ilişkin o l d u ğ u için sabittir.
Genel olarak fazlalık, üstünlük, lutuf ve ihsan anlamına gelen, özellikle de Allah'ın çok yönlü lutuf ve keremini ifade eden bir terim.
nilir (en-Nisâ 3/69-70). B a ş k a bir âyett e d e Allah t a r a f ı n d a n sevilmek ve O'nu
dığını bildiren âyette |el-İsrâ 1 7 / 7 0 ] tür
tegorideki ü s t ü n l ü k farkları varlığın özü( J^i» )
gösterilmiştir.
olanına bilgi ve hilim e r d e m i n i n ileri de-
Dunlop), Cambridge 1961, s. 108-110, 164; İbn
MUSTAFA ÇAĞRICI
içerisinde
d e i f a d e edilen a h l â k î yetkinlik ve çaba-
Miskeveyh, Tehzîbü'l-ahlâk,
S
kapsamı
sonra b u ç o k l u ğ u n iyi
t a s n i f i n e g ö r e bir şey b a ş k a bir şey kar-
İoanna Kuçuradi v.dğr.), Ankara 1980, s. 40-
nin
veya k ö t ü sayılabileceğini b e l i r t m i ş ; iyi
D. M.
ue's-siyer, Beyrut 1405/ 1985, s. 59-80; Tûsî, Ahlâk-ı Naşiri, Leknev 1316, s. 226-228, 233, 239; Hüseyin Vâiz-i Kâşifi, Ahlâk-ı Muhsinî, Tahran 1399; Celâlzâde Mustafa Çelebi, Mevâhibü'l-hallâk fî merâtibi'l-ahlâk, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 706; Bostanzâde Yahyâ, Mir'âtü'l-ahlâk, İÜ Ktp., TY, nr. 3537; i. Kant, Pratik Aklın Eleştirisi (trc.
b ü y ü k l u t u f ve ihsanları fazl kelimesi-
ye a ç ı k l a d ı k t a n
69, 71, 74; a.mlf., Fuşûlü'l-medenî(r)şr.
İbn Hazm, el-Ahlâk
ha-
M ü m i n l e r i n "hayırlarda y a r ı ş m a " şeklin-
len (meselâ bk. Tâcul-'arûs,
nâ, Tis'u resâ'il, Kostantiniye 1928, s. 107-110;
azaplarını
şeyin yeterli m i k t a r d a n ç o k o l m a s ı " di-
de (nşr. Ca'fer Alüyâsîn), Beyrut 1983, s. 68-
s. 39, 40-48; İbn Sî-
cezalandırmaması,
104 yerde
geçen
örnek-
ler verildikten s o n r a , "Onları yarattıkla-
fazl ve b u k ö k t e n t ü r e y e n d i ğ e r kelime-
rımızın b i r ç o ğ u n d a n gerçekten ü s t ü n kıl-
lerin b ü y ü k bir kısmı Allah'ın g e n e l ola-
dık" d e n i l m e k t e d i r . Taberî'ye g ö r e
r a k varlıklar â l e m i n e , b ü t ü n
ü s t ü n l ü k insanın elleriyle iş yapabilme-
insanlara,
si, yiyip içebilmesidir
(Câmi'u'l-beyân,
zıddı), isteyerek yapılan iyilik, l u t u f ve ih-
i n a n a n l a r a ve özel o l a r a k d a
san, sevabı çok olan iş" m â n a l a r ı n d a isim
med
ayrıca belli kişi veya
XV, 125-126). R â z î ise söz k o n u s u â y e t
o l a r a k d a kullanılır (Lisânü'l-'Arab,
"fzl"
z ü m r e l e r e karşı m a d d î ve m â n e v î l u t u f
ü z e r i n d e k ı s m e n felsefî m a h i y e t t e ge-
"fzl"
ve c ö m e r t l i ğ i n i i f a d e e d e r (bk. M. F. Ab-
niş bir y o r u m y a p t ı k t a n s o n r a
dülbâki, el-Mu'cem,
"fzl" m d ). Bu a r a d a ,
geçen "tekrîm" ile "tafdîl" arasındaki far-
er-Râzî'ye g ö r e b u k e l i m e genellikle "ih-
"Allah b ü y ü k fazl sahibidir" ifadesi bir-
kı şöyle açıklar: Y ü c e Allah insanı akıl,
s a n d a ç o k l u k " a n l a m ı n ı i f a d e eder. Baş-
çok â y e t t e t e k r a r edilir. K u r ' a n ' a g ö r e ,
k o n u ş m a ve y a z m a melekeleri y a n ı n d a
kalarına çokça iyilik e d e n kimseye d e fâ-
"Fazl Allah'ın elindedir, o n u
e s t e t i k bir b e d e n ve a y a k t a
md.;
Fîrûzâbâdî,
m d . ; Tâcul-'arûs,
Kâmûsü'l-muhît,
"fzl" md.). Fahreddin
ümmetine,
Muham-
bu
dilediğine
burada
durabilme
271
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAZL gibi özellikleriyle öteki canlılardan ü s t ü n
de, yine fazl kelimesinin k a p s a m ı n d a ol-
şıyan eserinde "Kitâbü'l-Fezâ'ii" ve "Ki-
kılmış o l u p âyetteki
m a k üzere Allah'ın İslâm ü m m e t i n e bah-
t â b ü Fezâ'ili'n-nebî"; T i r m i z f n i n es-Sü-
"tekrîm"
kavramı
"Kitâbü Fezâ'ili'l-cihâd" baş-
şettiği lutufların bir kısmı
bir p e y g a m b e r i n yetişmesi, o n u n birçok
lıklı b ö l ü m l e r b u n l a r a ö r n e k teşkil eder.
sayesinde d o ğ r u bir akîde ve erdemli bir
k o n u d a çevresindeki i n s a n l a r d a n farklı
Aynı eserlerde
ahlâkı k a z a n m a i m k â n ı n ı d a bahsetmiş-
d a v r a n a r a k onları yanlışlık ve sıkıntılar-
layan p e k çok alt b ö l ü m d e b u l u n m a k -
tir. Âyette geçen "tafdîl" kavramı da son-
d a n k u r t a r m a s ı , Allah'ın m ü s l ü m a n l a r a
tadır.
r a d a n kazanılan bu d o ğ r u i n a n ç ve üs-
imanı sevdirmesi, gönüllerini onunla süs-
(Mefâtîhu'l-ğayb,
lemesi, onları inkâr, g ü n a h ve isyandan
XXI, 12-16). Ayrıca bazı insanların biyo-
t i k s i n d i r m e s i şeklinde sıralanmıştır (el-
lojik, dinî, a h l â k î ve insanî değerlerdeki
Hucurât 49/7-8).
t ü n a h l â k ı ifade eder
aralarından
nen'inde
bu fıtrî meziyetlere işaret eder. Allah insana bilhassa akıl ve k a v r a m a yeteneği
farklılıklarına g ö r e Allah'ın onlara yöne-
Fazl kelimesi hadislerde sözlük anlam-
lik l u t u f ve fazlının farklı olacağını bildi-
ları y a n ı n d a K u r ' a n ' d a o l d u ğ u gibi "Al-
ren âyetler d e vardır. B u n a göre, "Allah
lah'ın l u t u f ve ihsanı, cömertliği, zengin
i n s a n l a r d a n bir kısmını diğerlerine üs-
hazinesi"
t ü n kılmıştır" (en-Nisâ 4 / 8 3 ) , "Allah mal-
Hz. Peygamber'in ü m m e t i n e tavsiye et-
mânasında
da
geçmektedir.
ları ve canlarıyla cihad edenleri derece
tiği şu d u a d a fazl bu a n l a m d a kullanıl-
b a k ı m ı n d a n o t u r u p bekleyenlerden üs-
m ı ş t ı r : "Allahım! B a n a helâlinden yeteri
t ü n kılmıştır" (en-Nisâ 4 / 9 5 ) . Â h i r e t t e
k a d a r rızık vererek h a r a m kıldıklarından
b u derece ve ü s t ü n l ü k farkları d a h a d a
beni esirge; fazlınla beni z e n g i n kılarak
b ü y ü k olacaktır (el-İsrâ 17/21). Allah bir
s e n d e n b a ş k a s ı n a m u h t a ç o l m a k t a n ko-
zamanlar
İsrâiloğulları'nı
da
âlemlere
ru" (Tirmizî, " D a ' a v â t " ,
i 10). İnsanların
ü s t ü n kılmıştı (el-Bakara 2 / 4 7 , 122); fa-
m a l ı n a g ö z dikmeyi yasaklayan ve Al-
k a t d a h a sonra işledikleri b ü y ü k günah-
lah'ın f a z l ı n d a n istemeyi e m r e d e n d a h a
lar ve isyanları sebebiyle "onlara zillet
b a ş k a hadisler d e vardır (meselâ bk. Bu-
ve m e s k e n e t d a m g a s ı v u r u l d u " (el-Ba-
hârî, " B e d ' u l - v a h y " , 15; Müslim, "Müsâ-
kara 2 / 6 1 ) .
firîn", 68). Birçok h a d i s t e y e m e k , su, çeüs-
şitli mallar gibi m a d d î varlıkların ihtiyaç-
t ü n kılındığının belirtilmesi y a n ı n d a (el-
t a n fazla olan ve başkalarının yararına
E n a m 6 / 8 6 ) bir kısım
s u n u l m a s ı ö ğ ü t l e n e n kısmı d a fazl keli-
Bütün
peygamberlerin
diğerlerinden
âlemlere
peygamberlerin
ü s t ü n yaratıldığını
bildi-
"fazl"
kelimesiyle
baş-
BIBLIYOGRAFYA: Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "fzl" md.; Lisân.ul-'Arab, "fzl" md.; et-Ta'rîfât, "fzl" md.; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü'l-muhit, "fzl" md.; 7acul-'arûs, "fzl" md.; M. F. Abdülbâkl, el-Mu'cem, "fzl" md.; VVensinck, M u ' c e m , "fzl" md.; Seyyid Ali Ekber Karaşî, Kâmûs-ı Kur'ân, Tahran 1367, V, 182-192; Müsned, V, 20, 411; Buhârî, " B e d ' ü ' l - v a h y " , 15, "Eymân", 19; Müslim, "Müsâfirîn", 68; İbn Mâce, " M u k a d d i m e " , 17; Ebû Dâvûd, " c İlim", 1; Tirmizî, "Da'avât", 110; Taberî, Câmi'u'l-beyân, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 ; XV, 125-126; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu'lğayb, VI, 145; VII, 99; XXI, 12-16; Kurtubî, elCâmi', XIV, 264-265; İbn Hacer. Fethul-bârî (Sad), XXV, 63-64; Şevkânî, Fethu'l-kadîr, Beyrut 1412/1991, V, 207-208. S
r
MUSTAFA
ÇAĞRICI
n
FAZL b. ABBAS b. ABDÜLMUTTALİB ( JkJiii
Ji
)
Ebû Abdillâh (Ebû M u h a m m e d ) Fazl b. Abbâs b. Abdilmuttalib el-Hâşimî el-Kureşî (ö. 1 3 / 6 3 4 [?])
mesiyle ifade edilmiştir.
ren âyetler d e vardır (bk. TAFDÎL). Ayrı-
Hadislerde fazl kelimesi "bir kimse-
ca bazı peygamberlerin isimleri anılarak
nin veya bir şeyin d i ğ e r i n d e n ü s t ü n , de-
b u n l a r ı n nâil oldukları özel l u t u f l a r d a n
ğerli ve faziletli olması", t a f d î l masda-
söz edilir. Meselâ Hz. S ü l e y m a n ve oğlu
rından m u h t e l i f kelimeler d e "üstün, ha-
D â v û d , Allah'ın kendilerini m ü m i n kul-
yırlı ve faziletli k ı l m a " m â n a s ı n d a yaygın
Babası Hz. A b b a s , annesi Resûl-i Ek-
larının b i r ç o ğ u n d a n d a h a ü s t ü n kılma-
şekilde k u l l a n ı l m a k t a d ı r : "Âlimin â b i d e
r e m ' i n h a n ı m ı M e y m û n e ' n i n kız kardeşi
Hz. Peygamber'in amcasının oğlu, sahâbî. L
J
sından dolayı O'na h a m d e t m i ş l e r ; Hz. Sü-
ü s t ü n l ü ğ ü dolunayın d i ğ e r yıldızlara üs-
L ü b â b e b i n t Hâris'tir. Fazl Hz. Peygam-
l e y m a n , k e n d i s i n e kuşlarla k o n u ş m a n ı n
t ü n l ü ğ ü gibidir" (Ebû Dâvûd, " c llim", 1;
ber'le birlikte Mekke'nin f e t h i n d e ve Hu-
öğretildiğini ve d a h a birçok şeyin veril-
İbn Mâce, " M u k a d d i m e " ,
17); "Arap'ın
neyn Gazvesi'nde b u l u n d u . Huneyn gü-
diğini söylemiş, b u n u n açık bir fazl ol-
A r a p olmayana... t a k v â d a n b a ş k a bir üs-
nü ordu bozguna uğradığı z a m a n Resûl-i
d u ğ u n u belirtmiştir (en-Neml 27/15-16).
t ü n l ü ğ ü yoktur" ( Müsned , V, 411) gibi. Yi-
E k r e m ' i n e t r a f ı n d a n ayrılmayıp o n u ko-
Bu âyet, devlet a d a m l a r ı n ı n veya b u gö-
n e fazl k ö k ü n d e n o l u p "en hayırlı, d a h a
ruyanlardan biridir. V e d â haccında Müz-
reve t â l i p olanların s a h i p oldukları me-
faziletli, sevabı en çok olan" a n l a m ı n d a k i
delife'den Mina'ya kadar Resûlullah'ın
ziyetler h a k k ı n d a t o p l u m l a r ı n ı
devesinin t e r k i s i n d e gittiği için kendisi-
bilgilen-
efdal kelimesi d e hadislerde sıkça geç-
dirmelerinin uygun olacağı kanaatini ver-
m e k t e d i r . "Sözlerin en hayırlısı şu d ö r t
ne " R i d f ü Resûlillâh" denildi ve o gün-
m e k t e d i r . Müfessirler Hz. Dâvüd'a veril-
sözdür: Sübhânailah, elhamdülillâh,
lâ
d e n sonra b u lakapla t a n ı n d ı . O sıralar-
diği belirtilen fazlı (Sebe' 3 4 / 1 0 ) pey-
ilâhe illallah, A l l â h ü e k b e r " (Buhârî, "Ey-
d a b e k â r ve yakışıklı bir delikanlı olan
g a m b e r l i k , Z e b û r , ilim, k u d r e t , d a ğ l a r ı n
m â n " , 19; Müsned, V, 20) a n l a m ı n d a k i ha-
Fazl'ın g ö z ü Vedâ haccına katılanlar ara-
ve kuşların o n a boyun eğdirilmesi, töv-
dis buna örnek verilebilir. Bu hadisin baş-
sındaki bir kıza takıldı. Hz. P e y g a m b e r
besinin kabul edilmesi, adaletli yönetimi,
ka rivayetlerinde efdal yerine "ehab" (en
birkaç d e f a eliyle o n u n y ü z ü n ü
d e m i r i eritmesi ve işlemesi, sesinin gü-
sevimli) ve "ahyer" (en hayırlı) kelimeleri
t a r a f a çevirerek, " Y e ğ e n i m , bu öyle bir
başka
zel o l m a s ı şeklinde açıklamışlardır (Kur-
kullanılmıştır (İbn Hacer, XXV, 63-64). Ha-
g ü n d ü r ki bu g ü n d e g ö z ü n e , k u l a ğ ı n a
tubî, XIV, 264-265).
dis m e c m u a l a r ı n ı n ç o ğ u n d a bazı konula-
ve diline h â k i m olanın g ü n a h l a r ı n ı Allah
Fazl kavramı, Allah'ın özellikle İslâm
ra, bu arada sevabı bol olan hayırlı amel-
bağışlar" dedi. Fazl, b a b a s ı n ı n tavsiyesi
ü m m e t i h a k k ı n d a k i lutuflarını belirtmek
lere dair hadisleri ihtiva eden özel bölüm-
üzerine Resûl-i E k r e m ' d e n
üzere d e kullanılmıştır. Nitekim müfes-
ler ayrılmıştır. B u h â r î ' n i n
sirler Hadîd sûresinin 29. âyetindeki faz-
şahîh'inde
lı b u a n l a m d a y o r u m l a m ı ş l a r d ı r (meselâ
"Kitâbü Fezâ'ili aşhâbi'n-nebî", "Kitâbü
M u h a m m e d ailesine u y g u n
bk. Şevkânî, V, 207-208). Başka bir yer-
Fezâ'ili'l-Medîne"; Müslim'in aynı adı ta-
ni söyleyen Resûlullah o n u M a h m i y e b.
el-Cûmi'u's-
"Kitâbü Fazli leyleti'l-Kadr",
z e k â t me-
m u r l u ğ u istedi. Z e k â t ı n m a l ı n kiri olduğ u n u , b u sebeple z e k â t
272
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
memurluğunu görmediği-
FAZL-l HAK HAYRÂBÂDÎ Cez'in kızı Safiyye ile evlendirdi ve kızın mehrini de kendisi verdi. Fazl'ın bu evlilikten yalnız Ü m m ü Külsüm adında bir kızı oldu. Ü m m ü Külsüm önce Hz. Hasan'la evlenmiş, daha sonra ondan ayrılarak Ebü Mûsâ el-Eş'arî ile nikâhlanmıştır. Son hastalığında Hz. Ali ile birlikte koluna girerek Resûl-i Ekrem'i mescide çıkaran Fazl'ın vefatı sırasında onun yanında b u l u n d u ğ u ve cenazesi yıkanırken suyunu d ö k t ü ğ ü bilinmektedir. Hz. Peygamber'in
vefatından
FAZL b. DÜKEYN L
F
(bk. EBÛ NUAYM, Fazl b. Dükeyn).
^
FAZL-ı HAK HAYRÂBÂDÎ
n
( jtâ
jr^l
)
Fazl-ı Hak b. Fazl-ı İmâm el-Ömerî el-Çiştî el-Hayrâbâdî (ö. 1279/1862)
Hindistanlı âlim.
sonra
İslâm ordusuyla birlikte Suriye seferine
1211 'de (1796-97) Hayrâbâd'da doğ-
katılan Fazl'ın daha sonraki hayatı hak-
du. Hindistan'ın tanınmış âlimlerinden
kında fazla bilgi b u l u n m a m a k t a , bu se-
Fazl-ı İ m â m ' ı n oğludur. İlk öğrenimini
beple kaynaklar onun nerede ve ne za-
babasından gördükten sonra Abdülkâ-
m a n ö l d ü ğ ü hususunda çelişkili bilgiler
dir ed-Dihlevî'nin hadis derslerine devam
vermektedir. Bazı kaynaklar Fazl'ın Fi-
etti; on üç yaşında tahsilini t a m a m l a d ı .
listin'de Ecnâdeyn Savaşı'na katıldığını,
Doğu Hindistan Şirketi'nin Delhi komi-
Hz. Ömer'in halifeliği d ö n e m i n d e 18'de
serliğinde divan kâtibi olarak memuri-
(639) A m v â s veba salgınında Ürdün ci-
yete başladı.
varında ö l d ü ğ ü n ü ve Filistin'de Remle
Mantık, felsefe, edebiyat, kelâm ve fı-
şehrindeki eski bir kabristana gömüldü-
kıh usulü gibi aklî ve naklî ilimler alanın-
148). 2. er-Ravzü'l-mevcûd iî tahkiki hakikati!-vücûd (Brockelmann, II, 855). 3. Hâşiye calâ Şerhi Süllemi'l-'ulûm. Kâdî Mübârek Gapâmavî'nin eserine yaptığı hâşiyedir (Delhi 1899). 4. er-Risâletü'1 -ğadriyye ( eş-Sevretü'l-Hindiyye). Müellifin Andaman adalarında çektiği sıkıntıları dile getirdiği hâtıratıdır. Eser Abdüşsehid Han Şirvânî tarafından Urduca tercümesi ve bazı notlar ilâvesiyle Bâğı Hindustân adıyla neşredilmiştir (Bijnor 1947). Müellifin diğer belli başlı eserleri de şunlardır; Hâşiye calâ Teihîşi'ş-Şifâel-Cinsul-ğâlî fî şerhi'lc Cevheri'l-'âlî, Hâşiye ale'l-Ufuki'lmübîn, Risâle fi't-teşkîk ve fi'l-mâhiyyât, Risâle fî tahkiki'l-'ilm ve'lma'lûm, Risâle fî tahkîki'l-ecsâm, Risâle fî kâtığüriyâs, el - Kâfî li-halli Isâğücî, Risâle fî tahkiki' 1 - küllî et-tabî zî (eserlerin listesi için bk. Abdülhay el-Hasenî, VII, 376; Rahmân Ali, s. 383). Fazl-ı Hakk'ın bu eserlerden başka çoğu Hz. Peygamber'le ilgili olmak üzere bazı kasideleri de vardır.
ğ ü n ü ileri sürmekte, bazıları da 13 (634)
da iyi yetişen Fazl-ı Hak şöhretiyle uzak
yılında Hâlid b. Velfd kumandasında ce-
ve yakın ülkelerden pek çok öğrenciyi
reyan eden Mercisuffer Savaşı'nda şe-
cezbetmiştir. Bir yandan satranç oynar-
hid edildiğini söylemektedir. Buhârî ve
ken bir yandan da D â m â d M u h a m m e d
İbn Hacer'e göre ise Yermük (veya Yemâ-
Bâkır'ın oldukça muğlak bir mantık met-
nev 1 2 7 9 / 1 8 6 2 , s. 281-295; Sıddîk Hasan Han,
me) Savaşı'nda şehid olmuştur. İbn Hib-
ni olan el-Ufuku'l-mübîn
Ebcedul-'ulûm,
bân onun bu sırada yirmi iki yaşında ol-
rahatlıkla okuttuğu söylenir. Hz. Peygam-
d u ğ u n u kaydetmektedir.
adlı eserini
ber'in bir benzerinin olamayacağı konu-
BİBLİYOGRAFYA: Mînâî, İntihâb-ı
Emîr A h m e d
Yâdgâr,
Lek-
Bopal 1 2 9 6 / 1 8 7 8 , s. 9 1 5 ; Fa-
Hadâ'iku'l-Hanefiy-
kîr M u h a m m e d Cehilemî,
ye, Leknev 1906, s. 4 8 0 ; R a h m a n Ali, Tezkire-i 'Ulemâ-i
Hind,
Karaçi, ts., s. 382-384; Necmül-
Fazl b. Abbas Hz. Peygamber'den yir-
sunda M u h a m m e d İsmâil Şehîd ile uzun
mi dört hadis rivayet etmiş, kendisin-
bir tartışmaya girdi ve ona reddiye olarak
2 3 2 ; Gül Hasan Şah Panipâtî, Tezkire-i
Gausiy-
den de kardeşleri Abdullah ile Kuşem,
birkaç risâle yazdı. Bu tartışma Delhi hal-
ye, Lahor, ts., s. 124-125; Serkîs, Mu
cem,
kardeşinin oğlu Abbas b. Ubeydullah;
kını büyük ölçüde etkiledi; hatta devrin
8 5 3 ; M. M u h s i n et-Tirhûtî, el-Yâni'u'l-cent
Ebû Hüreyre ve başkaları rivayette bu-
hükümdarı II. Bahadır Şah ile şair Mirza
esânîdi'ş-Şeyh
lunmuşlardır. Genç yaşta vefat etmesi
Gâlib de tartışmalara katıldılar. İhtilâf
sebebiyle Abdullah b. Abbas ile Ebû Hü-
uzayıp kötü bir mecraya girince Fazl-ı
g a n î R â m p û r î , Târth-i Auaz,
me'ânî
'Abdülğanî
ehli'r-ricâl
Hak resmî nüfuzunu kullanarak aşırı bir
ru l-'ulemâ', mann,
leri Kütüb-i
Şehîd'e karşı tedbir almaya ikna etti. Bu-
A h m a d , Contribution
Camii'nde yirmi beş yıldan beri sürdür-
Müsned,
1, 210-214; M ü s l i m , " Z e k â t " ,
167;
d ü ğ ü vaaz faaliyetinden menedildi.
İbn Sa'd, et-Tabakât,
IV, 54-55; VII, 3 9 9 ; Bu-
1857 yılında İngilizler'e karşı başlatı-
hârî, et-Târîhu'l-kebîr,
VII, 1 1 4 ; a.mlf., et-Tâ-
lan ayaklanmada öncülük yapan Fazl-ı
rthu'ş-şağîr, ta'dîl,
I, 3 6 ; İbn E b û Hatim, el-Cerh
ue't•
VII, 6 3 ; Taberî, Târih (Ebü'l-Fazl), III, 74,
189, 190, 2 1 2 - 2 1 3 ; İbn H i b b â n , eş-Şikât,
III,
Hak ihanetle suçlanarak ö m ü r boyu sürg ü n cezasına m a h k û m edildi. Sürgünde
'an
Gâlib,
La-
hor 1932, s. 7 1 ; M. B a h â u l l a h G ü p â m e v î , Siye-
Şiî olan Delhi muhafızı Mirza Han'ı İsmâil
BİBLİYOGRAFYA:
(Keşfü'l-esrâr
s. 7 5 ; E l t a f Hüseyin Hâlî, Yâdgâr-1
sel* olduğu da söylenmektedir. Rivayet-
nun üzerine İsmâil Şehîd, Delhi Cuma
I,
fî
kenarında), Delhi 1 3 4 9 / 1 9 3 0 ,
reyre dışındakilerin rivayetlerinin m ü r -
Sitte'Ğe ve diğer meşhur hadis mecmualarında yer almıştır.
Leknev 1919, V,
K a n p û r 1346, s. 22-23; Brockel-
GAL
Suppi,
II, 6 2 2 , 8 5 4 - 8 5 5 ;
of India
to Arabic
Zubaid
Litera-
türe, A i l a h a b a d 1946, bk. İndeks; A b d ü ş ş â h i d Han Şirvânî, Bâğı
Hindustân,
11-76; Seyyid A h m e d Karaçi
1955,
1947, s.
Âşârü'ş-şanâdtd,
s. 86-96; A b d ü l h a y
Nüzhetü'i-hauâtır, lî ör uskî
Bijnor
Han,
el-Hasenî,
VII, 374-377; Abdülhay, Dih-
etrâf, Delhi 1958, s. 30-31, 39-40,
54-55, 61-62, 1 1 3 ; A b d ü l k â d i r R a m p ü r î ,
nâme,
in India:
A Biographical
Dictionary,
Rüz-
Muslims
Karaçi 1960, I, 2 5 8 ; N. K. J a i n ,
New Del-
(nşr.
bulunduğu Andaman adalarında (Kâlâ Pâ-
hi 1979, I, 164; M u j e e b A s h r a f , Müslim
Attitu-
A b d u l l a h el-Leysî), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , II, 6 0 5 ;
nî) öldü ve oraya defnedildi. Fazl-ı Hakk'ın
des Toıvards
Cultu-
İbn Mencûye, Ricâlü
II, 1 3 1 ;
Çiştî nisbesi Serkîs ve Brockelmann ta-
re in India,
III, 208-210; İbn H a z m ,
rafından yanlış olarak Habeşî şeklinde
329-330; Kelâbâzî, Ricâlü
Şahîhi
İbn A b d ü l b e r , el-İstfâb,
Cemhere,
Sahihi'I-Buhârî Müslim,
s. 1 8 ; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
3 6 6 ; Mizzî, Tuhfetul-eşrâf, 2 6 4 - 2 7 1 ; Z e h e b î , Târîhu
lefâ'i'r-râşidîn,
IV,
Beyrut 1403, VIII,
l-İslâm:
'Ahdul-hu-
s. 101, 1 8 2 ; İbn Hacer, el-İşâ-
be, III, 2 0 8 - 2 0 9 ; a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb, 2 8 0 ; M u s t a f a M u r â d e d - D e b b â ğ , Bilâdüna
VIII,
Fi-
listin, A m m a n 1384-96/1965-76, I V / 2 , s. 4544 5 6 ; Ziriklî. el-A'lâm
(Fethullah), V, 149. H
SELMAN BAŞARAN
verilmiştir. Eserleri. 1. el-Hediyyetü's
- sa 'îdiyye fi'I -hikmeti' t -tabî'iyye. Oğlu Abdülhak tarafından t a m a m l a n a n (Kanpûr 1283, 1288, 1292; Kahire 1322) ve R â m p û r Valisi M u h a m m e d Saîd Han'a ithaf edilen eserde Aristo felsefesi işlenmiştir (eserin bir özeti için bk. Zubaid Ahmad, s. 140-
British
Rule
and
Western
Delhi 1982, s. 141, 142, 143, 167,
1 6 8 ; İ n t i z â m u l l a h Şihâbî, Meulânâ
ue 'Abdülhak,
Fazl-ı
Hak
B e d â y ü n , ts.; A b d ü s s e l â m en-
Nedvî, Hükemâ-yı
İslâm,
Delhi, ts., s. 331-334;
Tahrik, Delhi Ağustos 1957 ve Haziran 1960 sayıları; Süreyyâ Dâr, " ' A l l â m e F a z l - ı H a k H a y r â b â d î " , Fikr
u Nazr, X X I I / 1 , İ s l â m â b â d 1986,
s. 51-57; A. S. B a z m e e Ansari, " F a d l - ı H a k k " ,
El 2 (İng.), II, 735-736; a.mlf., "Fazl-ı H a k H a y r â b â d î " , UDMİ, XV, 375-376.
B
A . S. BAZMEE
ANSARI
273
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAZL-ı İMÂM HAYRÂBÂDÎ FAZL-! İMÂM HAYRÂBÂDÎ ( ^JU
^Ul
)
Fazl-ı İmâm b. Muhammed el-Erşed el-Ömerî el-Hargâmî (ö. 1244/1829)
^
Hindistanlı âlim. Leknev'in 75 k m . kuzeyinde bulunan.
Şah Cihan'ın "Hindistan'ın Şîrazı" diye
el-Fetâva'l- zÂlemgîriyye'y\ derleyenlerden biri olan Molla Ebü'l-Vâiz Hargâmî'nin anne tarafından yeğenidir. Tahsilini, o dön e m d e önemli bir eğitim ve kültür merkezi olan Hayrâbâd'da buranın tanınmış âlimlerinden Abdülvâcid Kirmânî'den tamamladı.
tanıttığı Hayrâbâd'da doğdu.
Fazl-ı İ m â m , Doğu Hindistan Şirketi yönetiminde bulunan ve bu şirketin hizmetindeki yerlilerle ilgili konularda en yüksek seviyede danışmanlık görevini yerine getiren Delhi sadrü's-sudûrluğu ve m ü f t ü l ü ğ ü n e tayin edildi. Bu görevi kabul eden ilk Hindistanlı m ü s l ü m a n âlim olan Fazl-ı İ m â m , ayrıca bu unvanla kadılığa tayin edilecekleri seçmek, âlimler, din adamları ve diğer ihtiyaç sahibi aydınlardan gelen malî yardım, emlâk, eimm e arazisi veya "meded m a a ş " tahsisi taleplerini incelemekle de görevliydi; bu görevini emekliye ayrılıncaya kadar devam ettirdi. Aklî ilimlere özel ilgi duyan Hayrâbâdî resmî çalışmaları yanında mantık ve felsefe dersleri de verdi. Öğrencilerini çok sevdiği ve başarılı bir hoca olduğu anlaşılmaktadır. Fazl-ı İmâm, Doğu Hindis-
li ilim adamları ve önde gelen ulemâdan
Bermekî azledilerek yerine Fazl b. Rebî'
bazılarının kısa biyografilerini ihtiva eden
sınırlı yetkilerle vezir tayin edildi.
dördüncü bölümü, Bezmî Ensârî'nin (A.
Hârûnürreşîd, Râfi' b. Leys'in isyanını bastırmak üzere çıktığı sefer sırasında Tûs'ta vefat edince (193/809) Fazl b. Rebî' Hâşimî ileri gelenlerini ve kumandanları toplayıp Emîn için biat aldı ve orduyu Bağdat'a geri gönderdi. Horasan valisi olan ağabeyi M e ' m û n da Emîn'i halife olarak tanıdı.
S. Bazmee Ansari) İngilizce tercümesi ve
Terâcimü'lfuzalâ3 adıyla yayımlanmıştır (Karachi 1956). Müellifin bunlardan başka Teşhîzü'l-ezhân fî şerhi'l-Mîzân, Hâşiye c ale'l-Hâşiyeti'z-Zâhidıyye el-Kutbiyc ye, Hâşiye ale'l-Hâşiyeti'z-Zâhidiyye el-Celâliyye ve Teıceme-i Târîh-i Yemînî adlı eserleri de bulunmaktadır (yazma nüshaları için bk. Ellis, 11, 329-330; Storey, 1/ 1, s. 252; El 2 |İng.|, 11, 736). bazı açıklamalarıyla birlikte
lıktan azletmesi için Halife Emîn'i tahrik ettiler. Sâhibü dîvâni'r-resâil Yahyâ
BİBLİYOGRAFYA: Fazl-ı İmâm Hayrâbâdî,
Terâeimü'l-fuzalâ'
(nşr. A. S. Bazmee Ansari), Karachi 1956, s. I-III, 35-36; Vahîdullah Bedâûnl, Muhtaşaru Seyr-i Hindistan, Muradâbâd 1273/1857, s. 60; Galib, Külliyyât-ı Neşr-i Galib, Leknev 1871, s. 4243; Rahman Ali, Tezkire-i 'Ulemâ-i Hind, Leknev 1332/1914, s. 162; Beşîrüddin Ahmed, Vâkı'ât-ı Dârü'l-hükümet-i Dihlî, Agra 1919, s. 414-415; Gül Hasan Şah Pinîpâtî, Tezkire-i Gausiyye, Lahor, ts., s. 125; M. Bahâullah Güpâmevî. Siyerü'l-'ulemâ*, Kanpûr 1346, s. 2122; Storey. Persian Literatüre, 1/1, s. 252; Zubaid Ahmad, Contribution of tndia to Arabie Literatüre, Allahabad 1946, bk. İndeks; Abdüşşâhid Han Şirvânî, Bâğl Hindustân, Bijnor 1947, s. 16-35; Seyyid Ahmed Han, Âşârü'ş-şanâdtd, Karaçi 1955, IV, 97-98; Abdülhay el-Hasenî, rtüzhetü'Thauâtır, VII, 374; Abdülkadir Râmpûrî, Rüznâme, Karaçi 1960, 1, 257; A. G. Ellis. Catalogue of Arabie Books in the British Museum, London 1967, II, 329-330; A. S. Bazmee Ansari, "Fadl-i i m â m " , El 2 (İng,), II, 736. B
F
A . S. BAZMEE
ANSARI
FAZL b. REBÎ' (
y J^i» )
Ebü'l-Abbâs el-Fazl b. er-Rebî' b. Yûnus (ö. 208/823-24 [?])
t a n Şirketi'ndeki görevinden muhtemelen 1827 yılında ayrılmış, yerine öğrencilerinden Sadreddin Âzürde tayin edilmiştir. Daha sonra Pencap'ta, Sutlej nehrinin güneyinde yarı özerk bir prenslik olan Patiâlâ'nın reisi nezdinde bakan ola-
Halife Emîn tarafından vezirlikte bırakılan Fazl Bağdat'a gelir gelmez İbn Mâhân ile birlikte, Me'mûn'u ve o sırada el-Cezîre valisi olan Mü'temen'i veliaht-
^
Abbâsî veziri.
b. Süleym bu fikre karşı çıkınca halife onu azarladı, "eş-şeyhü'l-muvaffak, elvezîrü'n-nâsıh" olarak tavsif ettiği Fazl b. Rebî'in g ö r ü ş ü n ü n doğru olduğunu söyledi ve hutbede M e ' m û n ' d a n sonra oğlu Mûsâ'nın adını zikrettirdi. Daha sonra her ikisini de azlederek Mûsâ'yı veliaht tayin etti (195 b a ş l a n / 8 1 0 sonları). Bunun üzerine Me'mûn isyan etti; Emîn de sert yönetimiyle tanınan İbn Mâhân'ı bu isyanı bastırmakla görevlendirdi. Ancak İbn Mâhân, Me'mûn'un Tâhir b. Hüseyin kumandasındaki kuvvetleri karşısında m a ğ l û p oldu. Fazl b. Rebî'in aynı yıl Abdurrahman b. Cebele el-Ebnâvî'nin idaresinde gönderdiği ikinci bir ordu da bozguna uğratıldı. Ardından gönderilen üçüncü ordu savaşa girmeden geri dönünce Fazl b. Rebî' son çare olarak meşhur kumandanlarından Abdülmelik b. Sâlih b. Ali'yi Tâhir b. Hüseyin'e karşı şevketti, fakat yine sonuç alamadı. Me'mûn'a bağlı kuvvetler bir yıl süren kuşatmadan sonra Muharrem 198'de (Eylül 813) Bağdat'a girdiler. Emîn Tâhir'in emriyle öldürüldü (24-25 Muharrem 198/ 24-25 Ey-
,
138'de (755-56) doğdu. Babası Rebî'
rak çalışan Fazl-ı İmâm kısa bir süre sonra bu görevden de ayrılarak d o ğ d u ğ u
b. Yûnus Halife Ebü Ca'fer el-Mansûr'un
şehre çekildi ve orada öldü. Oğullarından Fazl-ı Hak da meşhur bir âlimdir.
Devleti'nde İran n ü f u z u n u azaltmak için
Eserleri. 1. el-Mirkâtü'l-Mizdniyye (Delhi 1886, 1888). Genellikle Necmeddin
rın devlet yönetiminde görev almalarını
Ali b. Ömer el-Kâtibî'nin eş-Şemsiyye'si ile Teftâzânî'nin Tehzîbü'l-mantık ve'l-kelâm'ma dayanan mantıkla ilgili
hâcib tayin etti. Oğlu Fazl da Halife Hâdî-
bir ders kitabıdır. Torunu Abdülhak b. Fazl-ı Hak tarafından şerhedilen eser
halde annesi Hayzürân'dan çekindiği için
Urduca'ya da çevrilmiştir. 2. Telhîşü'şŞifâ'. İbn Sînâ'nın eş-Şifâ3 adlı eserinin özetidir. 3. Âmednâme. Farsça'ya yeni başlayanlar için Farsça masdarlar hakkında bilgi veren bu küçük eserin Eved-
idarî görev vermedi. Daha sonra ise Fazl'ı
hâcibi idi. Ebû Ca'fer el-Mansûr, Abbâsî kabiliyetli Araplar'ı destekliyor ve onlaistiyordu. Bundan dolayı Rebî' b. Yûnus'u İlelhak tarafından hâcib tayin edildi. Hârûnürreşîd, Fazl b. Rebî'i çok takdir ettiği onun ölümüne kadar (173/789) kendisine devlet harcamalarıyla ilgili divanda görevlendirdi, ardından da hâcib tayin etti
lül 813), Fazl b. Rebî' ise kaçıp gizlendi. Ancak Bağdat halkı Me'mûn'un Merv'de h ü k ü m sürmesine ve ülke yönetimini Fazl b. Sehl ile Hasan b. Sehl'in eline bırakmasına şiddetle karşı çıkarak İbrâhim b. Mehdî'yi halife ilân etti (201/81617). Bunun üzerine Fazl b. Rebî' tekrar ortaya çıktı. İbrâhim b. Mehdî'nin halifeliği kısa sürünce Fazl bu defa Basra'da bulunan Yezîd b. Müneccâ el-Mühellebî'nin yanına kaçtı. M e ' m û n ' u n emriyle b ü t ü n malları müsâdere edildiyse de daha sonra affedilip parasının 360.000 dirhemi iade edildi. M e ' m û n ' d a n e m a n alarak Bağdat'a dönen Fazl'a hiçbir idarî görev verilmedi. Fazl b. Rebî' 207 (82223) veya 208 (823-24) yılında vefat etti.
(179/795-96). Bermekîler'in gözden düşt ü ğ ü 187 (803) yılında Yahyâ b. Hâlid el-
Bazı tarihçiler Emîn ile M e ' m û n arasındaki
274
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
mücadelenin,
aslında
idarede
FAZL b. SEHL A r a p n ü f u z ve otoritesinin h â k i m olma-
sebebiyle Vezir Yahyâ b. Hâlid el-Berme-
İrak, Fars, Ahvaz, Hicaz ve Y e m e n ' i n , ya-
sı için çalışan Fazl b. Rebî' ile y ö n e t i m -
kî'nin h u z u r u n a çıkmış, d a h a sonra ve-
ni b ü t ü n batı bölgelerinin idaresini kar-
d e İran geleneğini s ü r d ü r m e k
isteyen
zirin çevresiyle yakınlık k u r m u ş ve onla-
deşi H a s a n ' a v e r m e y e ikna etti. Devle-
M e ' m û n ' u n m ü s t a k b e l veziri Fazl b. Sehl
rın telkinleriyle m ü s l ü m a n olmuştu. Oğul-
tin ö n e m l i m a k a m l a r ı n a çoğunlukla İran-
a r a s ı n d a cereyan e t t i ğ i n i ve t a h t kav-
l a r ı n d a n Fazl ve H a s a n ' ı Yahyâ b. Hâ-
lılar'ı getirdi. A n c a k b u d u r u m
gasının altında b u gerçeğin yattığını söy-
lid'e t a k d i m etti. Zekâsı ve Farsça bilgi-
s u z l u k l a r a s e b e p oldu. Hz. Ali evlâdın-
huzur-
lerler. Fazl b. Rebî', Abbâsîler'in ilk döne-
siyle Yahyâ'nın dikkatini çeken Fazl, Ca'-
d a n E b û A b d u l l a h İbn T a b â t a b â ' n ı n is-
m i n e d a m g a s ı n ı vuran ileri g ö r ü ş l ü meş-
f e r b. Y a h y â el-Bermekî'nin
yanını yine aynı aileden M u h a m m e d
h u r devlet a d a m l a r ı n d a n biridir. Aynı za-
girdi. Bermekîler'in b e r t a r a f edilmesin-
M u h a m m e d ' i n isyanı t a k i p etti. -Bunlard a n d a h a tehlikelisi ise el-Cezîre'de Mu-
hizmetine Me'mûn'un
b.
m a n d a babası gibi k i t â b e t t e d e meşhur-
d e n sonra d a o n u n yerine
d u . İlim a d a m l a r ı n ı , e d i p ve şairleri hi-
hocası oldu. 1 9 0 ' d a (806) M ü s l ü m a n l ı ğ ı
d a r Arapları'nı e t r a f ı n a t o p l a y a n
m a y e ederdi. Ünlü dil â l i m i E b û Ubey-
k a b u l etti.
b. Şebes el-Ukaylî'nin isyanı oldu. Nasr
Nasr
ü z e r i n e g ö n d e r i l e n H e r s e m e b. A'yen'in
d e M a ' m e r b. M ü s e n n â , şair A s m a î , şair
H â r û n ü r r e ş î d , Râfi' b. Leys'in isyanını
Ebü'l-Atâhiye, mûsikişinas İshak el-Mev-
b a s t ı r m a k için 192 (808) yılında Hora-
b ü t ü n gayretlerine r a ğ m e n isyan bastı-
sılî, şair İbn M ü n â z i r ö n ü n meclislerinde
s a n ' a h a r e k e t e d e r k e n Fazl,
rılamadı. H e r s e m e ' n i n batı eyaletlerin-
Me'mûn'a
deki isyan ve h u z u r s u z l u k l a r ı n asıl se-
hazır b u l u n a n ü n l ü l e r a r a s ı n d a yer alır.
Bağdat'ta
Ebû Nüvâs başta o l m a k üzere birçok şair
r a s a n ' a g i t m e s i n i tavsiye etti. M e ' m û n
beplerini halifeye a ç ı k l a m a s ı n d a n
kendisini öven şiirler y a z m ı ş t ı r .
o n u n tavsiyesine uyarak b a b a s ı n d a n izin
n e n Fazl o n u n Merv'de i d a m edilmesini
alıp H o r a s a n ' a gitti. Halifenin 2 4
Mart
sağladı. B u n u n üzerine B a ğ d a t ' t a karı-
Ya'kübî, Târîh, II, 406, 429, 433, 434, 436,
8 0 9 t a r i h i n d e ö l ü m ü n d e n sonra Fazl b.
şıklıklar çıktı (816). Hasan b. Sehl'in bun-
442, 451, 454; Taberî, Târîh (Ebü'1-Fazl), bk.
Sehl'in M e ' m û n ü z e r i n d e k i etkisi d a h a
ları
indeks; Cehşiyârî, el-Vüzerâ"
da
kardeşi
b u l u n a n Halife M e ' m û n Hz. Ali evlâdın-
M e ' m û n ' u veliahtlıktan azletmesi iki kar-
d a n Ali er-Rızâ'yı veliaht tayin e t t i ğ i n i
d e ş a r a s ı n d a i k t i d a r m ü c a d e l e s i n e se-
bildirdi. İktidarın A b b â s î ailesinin elin-
b e p oldu. Aslında
Arap
d e n çıkması a n l a m ı n a gelen B a ğ d a t ' t a -
veziri
ki b u gelişmeler üzerine A b b â s î ailesi
BİBLİYOGRAFYA:
ue'Tküttâb, bk. İndeks; Merzübânî, Mu'cemü'ş-şu'arâ* (nşr. F. Krenkow), Kahire 1354 — Beyrut 1402/1982, s. 312; İbn Cinnî, Tefsîrü urcûzeti Ebî Nüuâs (nşr. M. Bchcct el-Escrî), Dımaşk 1 4 0 0 / 1 9 7 9 ; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks; İbnü't-Tıktakâ, el-Fahrî, s. 45, 177, 182, 204, 210, 212213, 215, 219, 232; İbn Hallikân. Vefeyât, IV, 37-40; Handmîr, Düstûru l-uüzerâ' (nşr. Saîd-i Nefîsî), Tahran 2535 şş, s. 57-63; Münşî, Nesâ'imu l-eshâr [nşr. Celâleddin Hüseyn-i Urmevî), Tahran 1337 hş., s. 18; D. Sourdel, Le Vizirat 'abbâside de 749 a 936, Damas 1959-60, I, 183194; a.mlf., "Al-Fadl b. a l - R a b f " , El 2 (İng.), II, 730-731; W. Muir, The Caliphate Its Rise, Decline and Fail, London 1984, s. 485, 487, 488, 498; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), V, 148; Mehmet Aykaç, Abbâsî Devleti'nin İlk Dönemi İdarî Teşkilâtında Dîuânlar 132-232/750-847 (doktora tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 24366, s. 55; Anvvar G. Chejne, "al-Fadl b. al-Rabı c a Politician of the Early A b b a s i d Period", IC, XXVI / 4 (1962), s. 237-244; Fazîletü'ş-Şâmî, "el-Fazl b. er-Rebî c ", el-Muerrihu'l-'Arabî, XXVIII, Bağdad 1986, s. 88-94; Fârûk Ömer Fevzî, "el-Fazl b. er-Rebî'", Mecelietü Külliyeti'l-âdâb, XX, Bağdad 1986, s. 185-204; K. V. Zettersteen, "Fazıl", İA, IV, 531-532; F. Gabrieli. "Amin", El 2 (İng.), I, 437. |—| m
F
OZAYDIN
n
arttı. Halife olan
zihniyetini
temsil
bu
Emîn'in,
mücadele,
eden
Emîn'in
Ho-
yatıştırması
beklenirken
çeki-
Merv'de
Fazl b. Rebî' ile İran zihniyetini t e m s i l
m e n s u p l a r ı ve devlet e r k â n ı
e d e n M e ' m û n ' u n veziri Fazl b. Sehl ara-
h i l â f e t t e n u z a k l a ş t ı r a r a k Halife Mehdî'-
Me'mûn'u
s ı n d a cereyan e t m i ş t i r . Fazl b. Sehl kar-
nin o ğ l u İ b r â h i m ' e b i a t ettiler (817). Fazl
deşi H a s a n ile birlikte b u
mücadelede
b. Sehl'in batı eyaletlerindeki b u geliş-
b a ş r o l ü oynayanlar a r a s ı n d a bulunuyor-
melerden Me'mûn'u haberdar etmemiş
d u . Nihayet M e ' m û n , Tâhir b. Hüseyin
o l m a s ı kuvvetle m u h t e m e l d i r . Bir tesa-
k u m a n d a s ı n d a k i o r d u s u n u n E m î n ' i n or-
d ü f s o n u n d a bu olayları öğrenen M e ' m û n
d u s u ile a r k a a r k a y a girilen iki s a v a ş t a
B a ğ d a t ' a d ö n m e y e k a r a r verdi ve 2 0 2
galip gelmesi üzerine Fazl'ın gayretleriy-
yılı o r t a l a r ı n d a (817 yılı sonu) M e r v ' d e n
le halifeliğini ilân etti. B ü t ü n d o ğ u eya-
ayrıldı. Y o l d a Fazl b. Sehl'e yazdığı mek-
letleri o n u n halifeliğini tanıdı. M e ' m û n ,
t u p t a o n a olan saygısını dile getiriyor,
b u başarıların elde edilmesinde en önem-
istediği h e r şeyi k e n d i s i n e
li rolü oynayan Fazl'ı
hiçbir teklifini geri çevirmeyeceğini bil-
"Zü'r-riyâseteyn"
vereceğini,
askerî
diriyordu (Ya'kübî, II, 451). Serahs'a ge-
h e m d e idarî yetkilerle d o n a t ı l d ı ğ ı için
lindiği z a m a n Fazl, halifenin dayısı Gâ-
vezirlik ve emirliği u h d e s i n d e t o p l a y a n
lib el-Mes'ûdî el-Esved, K o s t a n t i n
ilk idareci o l a r a k t a r i h e geçen Fazl b.
R û m î , Ferec ed-Deylemî, M u v a f f a k es-
Sehl'in b u
Saklebî ve Serrâc e l - H â d î m
unvanıyla vezir t a y i n etti. H e m
unvanı o d ö n e m d e
basılan
bir
er-
tarafından
p a r a l a r d a d a yer almıştır. B a ğ d a t ' ı n ele
büyük
ihtimalle
halifenin
geçirilip Emîn'in ö l d ü r ü l m e s i n d e n ve Ha-
hamamda
emriyle
öldürüldü
(2 Ş â b a n
s a n b. Sehl'in İrak'ın idaresini ele alma-
Ş u b a t 818). M e ' m û n katilleri yakalayıp
202/13
s ı n d a n sonra (813) b u paralar Mısır'a ka-
g e t i r e n e 10.000 d i n a r vereceğini v a a d
d a r b ü t ü n ü l k e d e t e d a v ü l e çıktı. Bir ki-
etti. A b b a s b. Heysem
t â b e d e Fazl b. Sehl'den " m ü d e b b i r u hu-
yakalayıp getirdiği
Zü'r-riyâseteyn Ebü'l-Abbâs
yûlihî" (halifenin atlarının yöneticisi) ve "sâ-
sırasında Fazl'ı halifenin emriyle öldür-
el-Fazl b. Sehl es-Serahsî
h i b ü da'vetihî" (onun propaganda reisi) un-
d ü k l e r i n i söyledilerse d e boyunları vu-
(ö. 2 0 2 / 8 1 8 )
vanlarıyla bahsedilmektedir. Sonuncu un-
ruldu.
FAZL b. SEHL - (
L
ABDÜLKERİM
k a l m a y ı p valisi o l d u ğ u
y. J - ^
1
)
Abbâsî Halifesi Me'mûn'un vezirlerinden.
ed-Dîneverî'nin
katiller,
sorgulama
van vezire Şiî kitlesini k a z a n m a k için veFazl b. Sehl'in öldürülmesiyle İranlı un-
rilmiş olmalıdır.
surlar iktidarı k a y b e t m i ş , b u
J Emîn'e
karşı
girişilen
mücadeleden
ise Me'-
m û n ' u n politikasında ö n e m l i değişiklik-
doğdu.
s o n r a iktidarı t a m a m e n eline a l a n Fazl
lere yol açmıştır. Veliaht Ali e r - R ı z â ' n i n
İran asıllı bir Z e r d ü ş t î olan b a b a s ı Sehl
b. Sehl, h e n ü z yirmi sekiz y a ş ı n d a olan
T û s ' t a ö l ü m ü (203/818), B a ğ d a t ' t a Me'-
Horasan'ın
Serahs
şehrinde
b. Z e d â n f e r û h K ü f e y a k ı n ı n d a Sâbernî-
Halife M e ' m û n ü z e r i n d e b ü y ü k bir nü-
m û n ' u n t e k r a r halife o l a r a k t a n ı n m a -
t â k ö y ü n d e o t u r m a k t a y d ı . Sehl bir d a v a
f u z k u r d u . Halifeyi Merv'de k a l m a y a ve
sını s a ğ l a m ı ş , Fazl'ın t e s i r i n d e n
kurtu-
275
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAZL b. SEHL lan Halife Şîa'yı ve İranlı u n s u r l a r ı des-
ve birbirlerinin a n n e l e r i n c e emzirilerek
m ü ş t ü . Bermekîler'in g i d e r e k a r t a n nü-
t e k l e y e n t u t u m u n d a n v a z g e ç e r e k dev-
s ü t kardeşi oldukları rivayet edilir. Tahsi-
f u z l a r ı n d a n r a h a t s ı z olan halife, h a c dö-
let idaresinde Türkler'e yer vermeye baş-
lini H â r û n ile birlikte t a m a m l a m ı ş t ı r .
n ü ş ü n d e E n b â r y a k ı n ı n d a k i U m r ' d a ko-
lamıştır.
H â r û n ü r r e ş î d halife olunca ( 1 7 0 / 7 8 6 )
n a k l a d ı ğ ı sırada Ca'fer b. Yahya'yı i d a m
Fazl b. Sehl kısa s ü r e n vezirliği sıra-
Y a h y â b. Hâlid'i vezir tayin etti, Fazl'ı d a
ettirdi (1 Safer 1 8 7 / 29 Ocak 803). Baba-
s ı n d a son derece otoriter, k e n d i s i n e ve
o ğ l u E m î n ' i n e ğ i t i m ve ö ğ r e t i m i y l e gö-
sı Y a h y â ile k a r d e ş i Fazl ise h a p s e atıla-
b a ş k a l a r ı n a karşı acımasız,
menfaatle-
revlendirdi. Bu d ö n e m d e m e r k e z î idare-
r a k b ü t ü n malları m ü s â d e r e edildi. Fazl
rini ö n p l a n d a t u t m a y a n bir kişi o l a r a k
d e b a b a s ı n ı n en ö n e m l i yardımcısı olan
altı yıl k a d a r hapiste kaldı. Bu sırada felç
t a n ı n m ı ş t ı r . M e ' m û n o n u k ı z l a r ı n d a n bi-
Fazl, E m î n ' i n birinci sırada veliaht tayin
o l d u ve H â r ü n ü r r e ş î d ' i n ö l ü m ü n d e n kı-
riyle evlendirmek istemiş, a n c a k Fazl bu-
edilmesinde de önemli
sa bir s ü r e ö n c e M u h a r r e m 193'te (Ka-
nu kabul etmemiştir. M e ' m û n ' u n
ilmî
Fazl 1 7 5 ' t e (791) isyan e d e n Y a h y â b.
faaliyetlere verdiği ö n e m i n t e m e l i n d e iyi
A b d u l l a h ile m ü c a d e l e y e m e m u r edildi.
Fazl b. Yahyâ Bermekî ailesinin en mü-
y e t i ş m i ş k ü l t ü r l ü bir vezir o l a n
Hz. Ali e v l â d ı n d a n olan Y a h y â , H o r a s a n
s a m a h a l ı üyesiydi. H o r a s a n valiliği sıra-
ve M â v e r â ü n n e h i r ' d e k i şehirlerde d ö r t
s ı n d a y a p t ı ğ ı i m a r çalışmaları ve t a r ı m
b e ş yıl s a k l a n d ı k t a n s o n r a Deylem'e gi-
a l a n ı n d a k i faaliyetleri sayesinde herke-
d e r e k A b b â s î Halifeliği'ne karşı isyan et-
sin sevgisini k a z a n m ı ş t ı .
m i ş t i . 5 0 . 0 0 0 kişilik bir o r d u ile h a r e k e t
l â m ve h â t e m ü ' l - k i r â m " lakabıyla anılan
Fazl'ın
b ü y ü k payı vardır. BİBLİYOGRAFYA: Halîfe b. Hayyât, et-Târîh (Ömerî), s. 509; Ya'kübî, Târîh, 11, 438, 451; Taberî, Târîh (de Goeje), 111, 709, 771-773, 778-794, 802-805, 808, 830, 841, 925, 977, 997, 1013, 1025-1027; Cehşiyârî, el-Vüzerâ 3 ue'l-küttâb, s. 285-408; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb (Meynard), VI, 424, 438; VII, 2-3, 61; İbn Bâbeveyh, c U y û n ü ahbari'r-Rızâ (nşr. Mehdî el-Hüseynî), Kum 1377, U, 154-159; Merzübânî, Mu'cemuş-şu'arâ3 (nşr. F. Krenkow), Kahire 1354 — Beyrut 1402/1982, s. 313; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XII, 339-343; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, VI, 197, 207, 223-234, 239, 256, 257, 302, 313-315, 326, 346, 347, 357359; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 41-44; Nüveyrî, îiihâyetü'l-ereb, XXII, 208-210; Hândmîr, Düstûru l-uüzerâ' (nşr. Saîd Nefîsî), Tahran 2535 şş., s. 61-67; Ahmed Zekî Safvet, Cemheretü resâ'ili'l-'Arab fî cuşûri'l-'Arabiyyeti'z-zâhire, Beyrut, ts. (el-Mektebetü'l-tlmiyye), IV, 388-389; D. Sourdel, Le Vizirat 'abbaside de 749 a 936, Damas 1959-60, I, 196-213; a.mlf., "al-Fadl b. Sahi", El 2 (Fr.), II, 749-750; Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ue Türkler, İstanbul 1976, s. 6265; W. Muir, The Caliphate, London 1984, s. 484, 492, 494, 496-497; W. Madelung, " N e w D o c u m e n t s C o n c e r n i n g a l - M a ' m ü n , al-Fadl b. Sahi and c Alî al-Rıdâ", Religious and Ethnic Mouements in Medieual İslam, London 1992, s. VI/333-346; Mehmet Aykaç, Abbâsî Deuleti'nin İlk Dönemi İdarî Teşkilâtında Dîuânlar 132-232/750-847 (doktora tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 24366, s. 55; K. V. Zettersteen, "Fazıl", İA, IV, 532. m I®
HAKKI DURSUN
YILDIZ
rol o y n a m ı ş t ı r .
Fazl â l i m ve şairlerle ilgilenir, özellikle
d u ve savaşa g i r m e d e n önce g ö r ü ş m e l e r
şairleri h i m a y e ederdi. R a m a z a n ayı bo-
yoluyla Yahyâ'yı t e s l i m o l m a y a i k n a et-
yunca camilerde kandil y a k m a
ti. Bu başarı o n a H o r a s a n valiliğini ka-
b a ş l a t a n kişinin Fazl o l d u ğ u rivayet edil-
z a n d ı r d ı (176/792). Fazl b. Y a h y â vergi-
mektedir.
leri d ü z e n l i bir şekilde t o p l a t a r a k eyalet i n gelirinin a r t m a s ı n ı sağladı. Bu paralarla Belh'te su kanalları a ç t ı r d ı ; camiler, r i b â t l a r ve kervansaraylar inşa ettirdi. O n u n yaptırdığı camilerin b a ş ı n d a B u h a r a C u m a Camii g e l m e k t e d i r . Fazl b. Y a h y â , H o r a s a n valiliği sırasınd a yalnız i m a r ve z i r a a t s a h a l a r ı n d a değil askerî a l a n d a d a başarılı o l m u ş t u r . M e ş h u r t a b i p B u h t î ş û ' b. Curcîs'in torun u İ b r â h i m b. Cibrâîl'in
kumandasında
Kâbil üzerine bir ordu g ö n d e r d i . İ b r â h i m Kâbil y a k ı n ı n d a k i
Şahbahâr'ı
zaptede-
rek bol m i k t a r d a esir ve g a n i m e t ele geçirdi. Diğer bir ordu d a Üsrûşene'ye karşı g ö n d e r i l e r e k h ü k ü m d a r ı i t a a t e mecb u r edildi. H o r a s a n ' d a İranlılar'dan kuvvetli bir o r d u teşkil edildi. Taberî'ye göre b u o r d u n u n sayısı 5 0 0 . 0 0 0 kişi idi. Bu r a k a m ı n m ü b a l a ğ a l ı o l d u ğ u açıktır. B u n l a r ı n 20.000'i B a ğ d a t ' a
gönderildi.
life t a r a f ı n d a n ilgiyle karşılandı. Baba-
FAZL b. ŞÂZÂN
sı Y a h y â H â r û n ü r r e ş î d ile b e r a b e r 181
(bk. İBN ŞÂZÂN en-NÎSÂBÛRÎ).
L
(797) yılında hacca gidince o n a v e k â l e t etti. H o r a s a n valiliği sırasında kant'taki
FAZL b. YAHYÂ el-BERMEKÎ
(
Ji
)
bir k â ğ ı t
Semer-
imalâthanesini
imalâthanesinin
kurulmasını
(ö. 1 9 3 / 8 0 8 )
J
BİBLİYOGRAFYA:
IA1
r
idarî
g ö r e v l e r i n d e n azledilmiş (Elr., İli, 898),
L
yalnız E m î n ' i n hocası o l a r a k
r
kalmıştır.
B u n a r a ğ m e n özellikle E m î n ' i n
annesi
Z ü b e y d e ' n i n d e s t e ğ i sayesinde merkez-
zir Y a h y â b. Hâlid'in b ü y ü k o ğ l u d u r . Hâ-
H â r û n ü r r e ş î d oğullarını, vezirini ve oğul-
r û n ü r r e ş î d ' d e n bir h a f t a ö n c e d o ğ d u ğ u
larının hocalarını d a b e r a b e r i n d e götür-
YILDIZ
FAZLÎ, Kara (bk. KARA FAZLI).
FAZLİYYE Mu'tezile âlimlerinden Fazl er-Rekâşî'nin görüşlerini benimseyenlere verilen ad
2 3 Zilhicce 148 (19 Şubat 766) tarihinde 1 8 6 (802) yılında t e k r a r hacca g i d e n
HAKKI DURSUN
( 2-LüîI )
deki itibarı d e v a m ediyordu. Medine'de d o ğ d u . Bermekî ailesinden Ve-
âdetini
Ya'kübî, Târîh, II, 407-408, 426, 429; Taberî, Târîh (de Goeje), III, 599, 610-613, 631-637, 645, 647, 679, 733; Cehşiyârî, el-Vüzera' ue'lküttâb, s. 175, 230, 231, 232, 234, 281; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb (Meynard), III, 377, 384; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, VI, 106, 122, 125, 140, 145, 146, 152, 161, 176, 178, 210, 215; İbnü't-Tıktakâ, el-Fahrî, s. 193-194, 201-204; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 27-36; Hândmîr, Düstûru l-uüzerâ3 (nşr. Saîd-i Nefîsî), Tahran 2535 şş., s. 41, 46, 48, 53, 55; L. Bouvat, Les Barmecides, les auteurs arabes et persons, Paris 1912, s. 57-67; D. Sourdel, Le Vizirat 'abbaside de 749 a 936, Damas 1959-60, I, 144-148, 155; a.mlf., "alFadl b. Y a h y â al-Barmakî", El 2 (Fr ), II, 750; a.mlf. - W. Barthold, "al-Barâmika", El 2 (Fr ), I, 1064-1067; M. A. Shaban, Islamic History, Cambridge 1976, II, 31, 33-34, 36; Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ue Türkler, İstanbul 1976, s. 38, 40, 92; a.mlf., "Bermekîler", DİA, V, 518-519; Barthold, Türkistan, s. 114, 218, 219; W. Muir, The Caliphate, London 1984, s. 460, 472, 476, 478; W. Madelung. " A b ü Ishâq al-Şâbi on the Alids of Tabaristân a n d Gilân", Religious and Ethnic Mouements in Medieual İslam, London 1992, s. VII/28; Mehmet Aykaç, Abbâsî Deuleti'nin İlk Dönemi idarî teşkilâtında Dîuânlar 132-232/750-847 (doktora tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 24366, s. 93; K. V. Zettersteen, "Fazıl", İA, IV, 532-533. m
örnek
178 (794-95) yılında
sağladı. Fazl 1 8 3 ' t e (799) b ü t ü n
b. Hâlid el-Bermekî
Hârûnürreşîd devrinin önemli devlet adamlarından.
kâğıt
alarak Bağdat'ta
Ebü'l-Abbâs el-Fazl b. Yahyâ
"HâtimüT-İs-
e d e n Fazl Rey y a k ı n ı n d a k a r a r g â h kur-
1 7 9 ' d a (795) B a ğ d a t ' a d ö n e n Fazl ha-
r
sım 808) R a k k a ' d a v e f a t etti.
L
276
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
(bk. MU'TEZİLE).
FAZLULLAH-l HURÛFÎ F
n
FAZLİYYE ( slüll )
Rifâiyye tarikatının Cemâleddin Muhammed b. Fazlullah el-Hindî el-Burhâııpûrî'ye (ö. 1029/1620)
nisbet edilen bir kolu
n
FAZLİYYE (ıi^iiı)
Hâricîler'in kollarından Sufriyye'ye bağlı bir grup (bk. SUFRİYYE).
l
r
II, 1132) Bağdatlı İsmâil Pa-
maya karar verip zahmetli bir yolculuk-
şa onun nisbesini Esterâbâdî, Tebrîzî ola-
t a n sonra İsfahan'a ulaştı ve dört ay sü-
rak iki şekilde verir. Rızâ Kulı Hidâyet'e
reyle buradaki bir kervansarayda kaldı.
göre Fazlullah aslen Meşhedlidir (Rlyâ-
G ö r d ü ğ ü bir rüya üzerine hac niyetiyle
zü'l- cârifTn, s. 353). M u h a m m e d Ali Mü-
yola çıktı; önce Tebriz'e gitti. Burada Ce-
derris (Reyhânetü 7 - edeb, VI, 218) ve Mu-
lâyirli Sultan I. Üveys'in o n u n sohbetle-
h a m m e d Ali Terbiyet de ( Dânişmerıdân-ı
rine devam ettiği, Fazlullah'ın ona bir
Azerbaycan,
(bk. RİFÂİYYE).
;
fü'z-zunûn,
n
FAZLULLAH-ı HURÛFÎ
s. 376) o n u n Meşhedii oldu-
derviş külahı verdiği, Vezir Zekeriyyâ ve
ğ u n u söylemişlerdir. Halbuki Fazlullah'ın
Sâhibisadr Şeyh Hoca'nın onun dostları
Nevmnûme
arasına katıldığı rivayet edilir. Tebriz'de
'sinde kendinin Esterâbâdlı
o l d u ğ u n u açıkça bildirdiği kaydedilmek-
Esterâbâdlı bir kızla evlendi. Daha son-
tedir (Gölpınarlı, Hurûftlik
Metinleri Kata-
ra Hârizm'e (760/1359), b u r a d a n da İs-
logu, s. 4). Halifesi Ali el-A'lâ da Tevhîd-
fahan'ın güneyinde bulunan Semîrem'e
nûme
giderek orada itikâfa çekildi. Bir süre
adlı eserinde aynı bilgiyi tekrar
ettiğine göre yukarıda adı geçen müel-
ibadetle m e ş g u l olduktan sonra tekrar
liflerin verdiği farklı bilgi d o ğ r u olmasa
yola koyulan Fazlullah rivayete göre, "Ey
gerektir. Halifelerinden Mîr Şerif o n u n
Fazl, gez ve g ö r ! " diye bir ses d u y m u ş ,
seyyid o l d u ğ u n u
söyleyerek şeceresini
ardından birden bire karşısında sekizin-
vr. 78a vd.). Bu-
ci i m a m Ali er-Rızâ'nin belirdiğini gör-
na göre babasının adı Bahâeddin Ha-
m ü ş t ü r . Bu olay o n u n Şîa'ya olan ilgisi-
verir (Beyânü
( JjLT- ^ J " ^ ) Fazlullah b. Seyyid Bahâiddîn el-Esterâbâdî (ö. 7 9 6 / 1 3 9 4 )
Hurûfîlik fırkasının kurucusu. 740'ta (1340) Hazar denizinin güney-
l-vâki',
san olup soyu yedinci i m a m M û s â el-
ni arttırdı. Mekke'ye gitmeyi düşünür-
Kâzım'm oğlu Seyyid Ca'fer'e ulaşır. Ba-
ken b u n d a n vazgeçip Meşhed'e gitme-
zı
Muhammed
ye karar verdi ve b u r a d a bir süre iba-
el-Yemânî'nin nisbesinden hareketle, Ye-
detle m e ş g u l olduktan sonra Mekke'ye
araştırmacılar,
dedesi
m e n ' i n III. (IX.) yüzyılın sonlarından iti-
gitti. Hac d ö n ü ş ü Hârizm'e uğradı. Hâ-
baren
rizm'de iken bir gece tasavvufta istediği
Bâtınîliğin
önemli
merkezlerin-
d o ğ u s u n d a k i E s t e r â b â d şehrinde doğ-
den
aile-
yere gelemediğini d ü ş ü n e r e k o gece d e
du. Hayatı hakkında bilgi veren en eski
nin Bâtınîlik'le ilgisi olabileceğine dikkat
biri o l d u ğ u n a ve dolayısıyla
f ü t u h a t olmazsa tasavvufî hayattan vazgeçmeye karar verir. Rüyasında kendisini
ed-Dürerü'l-
çekmişlerdir. Ancak babasının, tarih bo-
adlı eserinden naklen Se-
yunca S ü n n î o l m a niteliğini koruyan ve
Esterâbâd'daki evinin bahçesinde g ö r ü r
h â v î o n u n künyesini Fazlullah Ebü'l-Fazl
b u n u n için " D â r ü l m ü ' m i n î n " diye anılan
ve burada beklediği f ü t u h a t gerçekleşir.
el-Esterâbâdî el-Acemî şeklinde kaydet-
Esterâbâd'da kâdılkudâtlık görevinde bu-
t i k t e n sonra adının A b d u r r a h m a n oldu-
lunması bu ihtimali zayıflatmaktadır.
kaynaklardan Makrîzî'nin
'uküdi'l-ferîde
ğ u n u , ancak Seyyid Fazlullah-ı Helâlhor diye tanındığını ve 804'te (1401-1402) öld ü r ü l d ü ğ ü n ü söyler ( ed-Dav'ul-lâmi c, VI,
Fazlullah'ın
hayatının ilk d ö n e m i
Abdülbâki Gölpınarlı, bir Seyyid Nesîm î divanının içinde b u l u n a n (İÜ Ktp., FY,
ve
nr. 448, vr. 114 b -115 b ), Fazlullah'a ait ol-
ö ğ r e n i m d u r u m u hakkında Hurûfî kay-
d u ğ u n u söylediği on altı beyitlik mesne-
naklarında yeterli bilgi yoktur. Halifele-
viden hareketle Fazlullah'ın "merd-i ma'nâ, kutb-i â l e m " gibi ifadelerle övülen
174). Aynı müellif başka bir yerde on-
rinden Seyyid İshak-ı Esterâbâdrnin ver-
dan Tebrizli diye bahsederek künyesini
diği bilgiye göre on sekiz yaşında iken
Şeyh Hasan adlı bir bâtınî sûfîye intisap
Fazlullah b. Ebû M u h a m m e d et-Tebrîzî
bir dervişten dinlediği Mevlânâ Celâled-
ettiğini, Faziullah'ı Hurûfîliğe yönlendi-
şeklinde verir ve bid'atçı o l d u ğ u n u bil-
dîn-i R û m î ' n i n , "Bekaya sahip o l d u ğ u n
renin d e bu kişi o l d u ğ u n u ileri sürmüş-
dirir (a.e., VI, 173). İbn Hacer el-Askalâ-
halde ö l ü m d e n
t ü r . Ancak Hurûfî kaynaklarında böyle
ne endişe ediyorsun /
nî de m u h t e m e l e n Sehâvî'den aldığı bu
Hudânın n u r u n a sahipken neden mağa-
bir bilgiye r a s t l a n m a m a k t a d ı r . Fazlullah
ikinci rivayeti tekrarlar ( İ n b â ' ü ' l - ğ u m r ,
rada gizleniyorsun" a n l a m ı n d a k i beyti-
d a h a sonra Hârizm'den ayrılıp önce Ho-
V, 46). Kâtib Çelebi Fazlullah'ın Esterâ-
nin gerçek mânasını hocası Kemâleddin'e
rasan'a, oradan d a İsfahan'a geçti; Tok-
b â d halkından olduğunu belirtirken (Keş-
sormuş, hocası da b u n u n ancak ibadet,
cı mahallesi mescidinde i k a m e t etmeye
Hurûfîler'e göre
riyâzet, aşk ve cezbeyle anlaşılabileceği-
başladı (772/1370-71). Burada rüyaları
ni söylemişti. Seyyid İshak, Fazlullah'ın
yorumlamasıyla t a n ı n a n Fazlullah devri-
756'da (1355) g ö r d ü ğ ü bir rüya ile ken-
nin ünlü âlimlerini çevresinde toplama-
disine rüya y o r u m u bilgisinin Hz. Pey-
yı başardı. Âlimler, vezirler, kadılar ve
g a m b e r t a r a f ı n d a n verildiğini ileri sü-
yöneticiler d e dahil o l m a k üzere b ü t ü n
Fazlullah'ın
rer. Bu d u r u m d a Fazlullah'ın tasavvufî
halk rüyalarını tabir e t t i r m e k için ona
insan
hayatla ilgisi Seyyid İshak'ın
söylediği
gelmeye başladı. Halifesi Seyyid İshak,
yüzündeki
gibi on sekiz yaşında değil d a h a önce
774 yılı Ramazan ayında (Mart 1373) Faz-
tecellisini
başlamış olmalıdır. Fazlullah b u n u n üze-
lullah'a şer'î h ü k ü m l e r i te'vil e t m e bilgi
müsennâ yazı
rine dünya nimetlerinden vazgeçip ken-
ve yetkisinin verildiğini kaydeder. 775'-
(Kemal
dini ibadete verdi. Üzerindeki pahalı el-
t e t e k r a r hacca giden Fazlullah muhte-
biseleri çıkarıp çobanlar gibi
melen Tebriz yoluyla İran'a d ö n d ü . 7 7 6
anlatan
Samancıgil, Bektaşîlik Tarihi, istanbul 1945, s. 161)
keçeden
elbiseler giydi. Bir süre d a ğ l a r d a yaşa-
(1374 -75) yılında Tebriz'de bir rüya gör-
dı. Daha sonra yaya olarak seyahate çık-
d ü ğ ü n ü ileri s ü r d ü . Bu rüyaya göre Hz.
277
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAZLULLAH-l HURÛFÎ Âdem, Hz. îsâ ve Hz. Muhammed Allah'ın
Faziullah'ın idam edilmesine ve mü-
yedi harf bulunmadığı gibi kadının yü-
halifeleri, kendisi ise mehdî ve mesîhtir;
ridleri hakkında sıkı bir takibata geçil-
zünde de baba hatları yoktur. Bu sebep-
peygamberlerin ve velîlerin sonuncusu-
mesine r a ğ m e n halifeleri sayesinde bu
le Fâtiha'ya "ümmü'l-kitâb" denilmiştir.
dur. Böylece nübüvvetle velâyet kendi-
fırka taraftar kazanarak gittikçe güçlen-
Kur'an'ın sırrı yirmi dokuz sûrenin ba-
sinde zuhur etmiş ve ulûhiyyet devri
m i ş ; böylece Hurûfîlik doğuda Hindis-
şında bulunan h u r û f - ı
başlamıştır. Bu rüyayı açıkladıktan son-
tan'a kadar yayılmış, batıda ise Faziul-
dır. Bunların t a m a m ı on dört harften
ra Tebriz ulemâsı tarafından tekfir edi-
lah'ın başhalifesi Ali el-A'lâ'nın gayret-
ibarettir. Bu harfler söylendiği gibi ya-
len Fazlullah bunun üzerine İsfahan'a gi-
leriyle Anadolu'ya geçerek güçlü tesirini
zılırsa sayı on yediye çıkar. Bu on yedi
mukattaa*da-
derek bir mağarada inzivaya çekildi (778/
asırlar boyunca Anadolu ve Rumeli top-
harfe " m u h k e m â t " denir. İnsan g ü n d e
1376). Vefat e t m e k üzere olan bir dervi-
raklarında diğer tarikatlara sızarak gös-
farz olarak on yedi rek'at namaz kılar.
şini ziyarete gittiği bir gün derviş ona
termiştir. Türk edebiyatının ünlü siması
M u h k e m â t buna işarettir. On yedi har-
artık zuhur e t m e zamanının
Seyyid Nesîmî de Faziullah'ın Anadolu'-
fin dışındaki on bir harfe "müteşâbihât"
daki halifelerindendir.
denir. Seferî birinin kıldığı on bir rek'at
geldiğini,
Tebriz'de iken g ö r d ü ğ ü rüyanın
buna
Rüya yoluyla gerçeği bulduğuna ina-
namaz da müteşâbihât sayısıncadır. Bun-
olarak tanıyan ve tanıtan Faziullah'ın çev-
nan Fazlullah âyet ve hadisleri kendi ge-
ların toplamı yirmi sekiz eder. Fazlullah
resinde Fahreddin, Celâl-i Burücîrdî, Faz-
liştirdiği te'villerle açıklayarak fırkasını
böylece b ü t ü n dinî hükümleri yirmi se-
lullah-ı
kurmuş, mensupları onu Allah'ın zuhu-
kiz ve otuz iki sayısına tatbik edip bu
delil olduğunu söyledi. Kendisini mehdî
Horasânî, Abdullah-ı
İsfahânî,
harflerin
insanda
da olduğunu
kabul
Nâyinli ve Reştli iki kişi ve Hurûfî müel-
ru olarak g ö r m ü ş ve eseri
liflerinden Mîr Şerîf'ten ibaret yedi kişi
me'yi ilâhî kitap saymışlardır. Fazlullah,
eder. Fazlullah'a göre ilâhî feyze ancak
toplandı. Bunlar Fazlullah'a ilk inanan-
Bâtınîler'in te'vil metotlarıyla harflerin
rüya
lardır. Daha sonra Tebriz'den ayrılıp Gî-
değerini ve sayılarla olan münasebetini
Hakk'ı g ö r m ü ş olur" anlamındaki hadis
lân ve Damgan'a giden Fazlullah son za-
belirleyerek dinî emir ve mükellefiyetle-
(Buhârî, "Ta'bîr", 10; Müslim, "Rü'yâ". İ D
manlarını Bâküye'de geçirdi. Damgan'da
ri Arap ve Fars alfabelerindeki harflere
ilâhî feyiz kapısının açık olduğunu gös-
gördüğü bir rüya üzerine Timur'u "âyîn-i
irca etmiştir. Kur'an dili olan Arapça'da
termektedir. Fazlullah kendisinin
cedîd" dediği görüşlerine davet etti. An-
yirmi sekiz, Farsça'da otuz iki harf vardır.
feyzi rüya ile keşfetmeye başladığını, hiç-
cak fikirleri şeriata aykırı görüldüğün-
Farsça'daki dört fazla harfin ( ^ j g v )
bir resule vahiy ve ilham yoluyla açıklan-
den Timur tarafından tutuklanması em-
yerine Arapça'da lâmelif ( ^ ) bulunmak-
mayan hakikat ve esrarın kendisine rü-
redildi. Semerkant'ta ulemâ ve fukahâ
tadır. Bu harf o k u n d u ğ u gibi yazılırsa
ya yoluyla âşikâr olduğunu iddia eder.
ile bir toplantı yapan Timur verilen fet-
dört harf eder ( ^ F 1 J ). İnsanın yüzün-
Rüya tabirlerindeki kabiliyeti daha yir-
va uyarınca onun idamına hükmetti. Ti-
de iki kaş, dört kirpik ve saçtan ibaret
mi beş yaşında iken onu üne kavuştur-
m u r ' u n oğlu Mîrân Şah tarafından ya-
yedi siyah h a t mevcuttur. İnsan bu yedi
muş, kırk yaşına gelmeden Kur'ân -i Ke-
kalanan Fazlullah Alıncak Kalesi'nde hap-
Câvidânnû-
yoluyla
ulaşılabilir.
"Beni
gören
ilâhî
hatla doğduğu için bunlara "hutût-ı üm-
rîm'deki hurûf-ı mukattaanın
sonunda
miyye" (anne hatları) denir. Bunlar "hal"
ç ö z d ü ğ ü n ü ileri sürmüş, daha sonra bu
Şirvan Emîri Şeyh İbrâhim'in kadısı Ba-
ve "mahal" yani hatlar ve yerleri bakı-
harflerin özelliklerini göz önünde bulun-
yezid'in fetvası ile 796'da (1394) Alıncak
mından hesaplanınca on dört sayısına
durarak Hurûfîler'ce Kur'an'ın bir çe-
sedildi; yapılan muhakemesi
Câvidânnâme
sırlarını
ulaşılır. Erkekte ergenlik çağında beli-
şit tefsiri sayılan
ip bağlanarak cesedi çarşı
ren yedi hat daha vardır. Bu hatlar yü-
eserini kaleme almıştır. Kur'an'ın ger-
ve pazarda dolaştırıldıktan sonra men-
zün sağ ve sol yanlarında iki bıyık, iki
çek mânasının ancak kendisi tarafından
supları tarafından defnedildi. Bazı Hu-
sakal, iki burun hattı, bir de d u d a k al-
anlaşıldığına
inandığı için kendisinden j J d l " (Kitaptan bir ilmi
Kalesi'nde boynu vurularak idam edildi. Ayaklarına
adlı
tındaki hattan oluşur ve bunlara da "hu-
" sjKJI y, pk
zat Mîrân Şah'ın eliyle uygulandığını ve
tût-ı ebiyye" (baba hatları) denir. Bu hat-
olan kimse, en-Neml 27/40) diye bahset-
kullanılan kılıcın Faziullah'ın
müridleri
lar da hal ve mahal itibariyle toplanınca
miştir (Aksu, a.g.e., s. 110), Fazlullah, "Bu
tarafından altınla kaplandığını, tâzimle
on dört sayısı elde edilir. Böylece anne
Allah'ın fazlıdır" (el-Mâide 5 / 5 4 ) ; "Bu
ö p ü l d ü ğ ü n ü kaydederler (Emîr Gıyâsed-
ve baba hatlarının toplamı yirmi sekize
rabbimin fazlındandır" (en-Neml 27/40)
din, vr. 6 b ). Yine bundan dolayı aynı kay-
ulaşır, bu sayı ise Kur'an'ın yirmi sekiz
meâlindeki âyetlerde olduğu gibi Kur'an'-
naklarda Mîrân Şah'ın ismi "Mâr Şâh"
harfine tekabül eder. Saç ve d u d a k al-
da geçen b ü t ü n
veya "Mârân Şâh-ı Pelîd" diye yazılır (Ak-
tındaki hatların ortadan ikiye ayrılması
kendisinin kastedildiğini, insan yüzün-
su, Amir Gıyaş al-DIrı Muhammed al-As-
ile elde edilen dört hat yirmi sekize ek-
de de "fazl" ( J ^ 4 ) isminin okunduğu-
tarabadl ue İstiva-Mama'si, s. 218).
lenince anne ve baba hatlarının toplam
nu ileri sürmüştür.
rûfî eserleri, Faziullah'ın cezasının biz-
Alıncak'a gömülen Faziullah'ın kabri, idam edilmesinden altı yıl sonra başhalifesi Ali el-A'lâ ile Seyyid Mûsâ ve ar-
sayısı hal ve mahal itibariyle otuz ikiye
Câvidânnâme'nin yazıldığı otuz iki harfe karşılıktır. ulaşmış olur ki bu sayı
"fazl"
kelimelerinden
Fazlullah-ı Hurüfî, bâtınî inançların kök saldığı İran'da fikirlerini bu bâtınî metotlarla k u r m u ş ; fikren bağlı bulundu-
kadaşları tarafından yaptırılmıştır. Me-
Fâtiha sûresi Kur'an'ın özüdür ve ye-
ğu, bâtınî şeyhlerinden olan ve Serbedâ-
zarın yanında hazırlanan iki kabirden
di âyettir; yedi de adı vardır. Bu sûre
rîler'le Horasan'da isyan ve ihtilâllere ka-
birine Seyyid Mûsâ'nın g ö m ü l m e k istedi-
yüzdeki yedi anne hattına karşılıktır ve
rışan Şeyh Hasan-ı Cürîile (ö. 743/1342-
ği rivayet edilir. Alıncak Faziullah'ın idam
Fâtiha o k u n d u k t a n sonra elin yüze sü-
43) onun halifelerinin tesiri altında kök-
edildiği yer olması sebebiyle Hurûfîler'ce
rülmesi buna işarettir. "Âmin" denirse
leşmiş akîdelere dayanarak inançlarını
"Maktelgâh" diye anılmış (Aksu, a.g.e., s.
sûre sekiz âyet olur. Sünnet uyarınca saç
yaymaya çalışmıştır. Faziullah'ın asıl mak-
217) ve Hurüfîler'in kâbesi olarak kabul
da ortadan ikiye ayrılırsa baba hatları
sadının İslâm kültür ve medeniyetinin
edilmiştir.
sekiz olur. Fâtiha sûresinde Arapça'daki
İran'daki etkisini kırmak olduğu, bâtınî
278
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FAZLULLAH-l HURÛFÎ d ü ş ü n c e l e r e d e b u n u n için b a ş v u r d u ğ u
irdir. Müellif, rüya yoluyla kendisine gös-
nr. 152, vr. 7 8 a - 8 1 a ; E m î r Gıyâseddin,
ö n e s ü r ü l m e k t e d i r . N i t e k i m b u t e m e l fi-
terildiğini ileri s ü r d ü ğ ü
Millet Ktp., Ali Emîrî, FY, nr. 825, vr. 6 " ; Mu-
kir, a r t ı k A r a p devrinin bittiğini, A c e m
ve sırlarla b u n l a r ı n tabirlerini b u eserde
devrinin
başladığını
Acem kültürünün
belirten,
tekrar
böylece
bazı
gerçekler
bir araya getirmiştir. Nevmnâme'de
h a m m e d İ ş k u r t Dede, Şalâtnâme,
Mektûb,
Millet Ktp.,
Ali Emîrî, FY, nr. 1043, vr. 5 1 a ; Hoca İshak Efen-
ay-
di, Kâşifu l-esrâr ve dâfi'u'l-eşrâr,
İstanbul 1291,
canlanmasını
rıca Fazlullah'ın g e r e k r ü y a s ı n d a gerek-
s. 3-4; Mîr Fâzılî, Risâle,
i s t e m e k o n u s u n d a d a h a istekli olan ve
se seyahatleri e s n a s ı n d a g ö r d ü ğ ü yer-
FY, nr. 9 9 0 , vr. 6 3 a ; Mecmu
Fazlullah'tan ayrılarak Hurûfîliğin bir şu-
lerin adları, rüyaların tarihleri ve çağda-
Emîrî, FY, nr. 1039, vr. 9 2 a ; Nesîmî, Diuan,
besi d u r u m u n d a k i
kuran
şı olan kişilerin, dostlarının, devrin ileri
M a h m û d - i M e r d û d ' d a (Matrûd) (ö. 8 3 1 /
gelenlerinin isimleri v e r i l m e k t e d i r . Ese-
1427) d a h a açık bir şekilde k e n d i n i gös-
rin Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e iki (Ali Emîrî,
II, 1 1 3 2 ; Hediyyetü7- carifin,
terir (Atalay, s. 35-36).
Farsça, nr. 1011, 1030), Konya
Riyâzul- carifin,
Noktaviyye'yi
Eserleri. Fazlullah-ı
Hurûfî,
kurduğu
c
lerini
ğ e dair eserlerde adı,
Farsça'nın
Esterâbâd
lehçesiyle
Vasi-
y a z m ı ş t ı r . B u n l a r ı n içinde s a d e c e
yetnâme'si nâme*.
Câvidâtı-
y a y ı m l a n m ı ş t ı r . 1.
Hurûfîliğin a n a k a y n a ğ ı d ı r . Hu-
i f a d e ettiği
c
j
*
A r ş n â m e - i İlâhî
me'den
riç, Hurûfîlik
3 ; S â d ı k Keyâ,
bir b a k ı m a Câvidânname'deki
Bektaşi-
İstanbul 1340, s. 35-36; Mu-
Azerbay-
(lisans tezi, 1936), İÜ E d . F a k . , s.
Vâjenâme-i
Gürgânî,
Tahran
1330 hş., s. 9-32; Münzevî, Fihrist, \\/\, s. 11111 1 1 2 ; Tebrîzî, Reyhânetü'l-edeb,
sonra en ö n e m l i eseridir. Mes-
nâme
Hidâyet,
can, Tahran 1 3 1 4 h ş „ s. 3 7 6 ; Rıfkı Melûl Me-
şeklinde
ler Cûvidûnnâme'yi
I, 8 2 2 ;
h a m m e d Ali Terbiyet, Dânişmendân-ı
remzinin
nevi t a r z ı n d a yazılan 1 1 2 0 beyitlik eArş-
Keşfü'z-zunûn,
V, 4 6 ;
s. 3 5 3 ; B e s i m Atalay,
lik ue Edebiyatı,
Câvidânnâ-
g e ç e n b u k i t a p Fazlullah'ın
İÜ
Kahire 1354, VI, 173-174; İbn
Hacer, İnbâ'ul-ğumr,
Mevlânâ
rûfiliğe dair telif edilen diğer b ü t ü n eseresas a l m ı ş o l u p Hu-
Dav'ul-lâmi',
A r ş n â m e . Hurûfîii-
1293) m e v c u t t u r . 6.
a. Millet Ktp., Ali
Ktp., FY, nr. 4 4 8 , vr. 1 1 4 b - 1 1 5 » ; Sehâvî, ed-
M ü z e s i K ü t ü p h a n e s i ' n d e bir n ü s h a s ı (nr.
fırkanın prensiplerini ortaya koyan eser-
Millet Ktp., Ali Emîrî,
E. G. Brovvn, Ez Sa'dt
VI, 218-220;
tâ Câmî
(trc. Ali Asgar
Hikmet), Tahran 1339 hş., s. 6 5 7 ; Ali Alparslan,
fi-
Cauidânnâme'nin
Hesimî'ye
Tesiri
(doktora
rûfîliğin b ü t ü n prensipleri b u esere da-
kirlerin n a z m a d ö k ü l m ü ş şeklidir. Eserin
tezi, (967), İÜ E d . F a k . , s. 3, 4, 13, 22, 26, 2 7 ;
y a n m a k t a d ı r . H e n ü z tenkitli neşri yapıl-
Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e ü ç y a z m a
A b d ü l b â k i Gölpınarlı, Hurûfîlik
nüs-
m a m ı ş olan eserin d ü n y a n ı n çeşitli kü-
hası b u l u n m a k t a d ı r (Ali Emîrî, Farsça, nr.
t ü p h a n e l e r i n d e birçok y a z m a nüshası bu-
993, 1003, 1011). Son z a m a n l a r d a İran'-
l u n m a k t a d ı r (bk. DİA, VII, 178). 2.
da
Dîvân.
neşredilen
kapsamlı
bir
Metinleri
Katalo-
gu, A n k a r a 1973, s. 1 - 9 ; a.mlf., " F a d l A l l a h H u r û f î " , El 2 (İng.), (I, 733-735; H ü s a m e t t i n Aksu, Amir
katalogda
bâdi
Gıyâş
al-Din
Muhammed
ue İstiva-Nâma'si
al-Astarâ-
( d o k t o r a tezi, 1981), İÜ
müsta-
Fazlullah-ı H u r û f î ' n i n çeşitli k ü t ü p h a n e -
E d . F a k . , İSAM Ktp., N M Ç , nr. 1382, s. 13, 28-
kil beyit ve tercilerinden m e y d a n a ge-
lerdeki eserleri h a k k ı n d a g e n i ş bilgi ve-
36, 110, 217-218; a.mlf., " C â v i d â n n â m e " ,
len b u eserin bilinen e n iyi y a z m a nüs-
r i l m e k t e d i r (bk. Münzevî, 11/1, s. 1111-
VII, 1 7 8 ; Y a k u p A j e n d , Hurûfiyye
haları Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e d i r (Ali Emî-
1112; D i h h u d â , XI, 476-490; Aksu,
Fazlullah'ın
gazel,
kıta, r u b â î ,
Muhabbetnâ-
rî, Farsça, nr. 186, 989). 3. üzerine
Buhârî, " T a ' b î r " , 1 0 ; M ü s l i m , " R ü ' y â " ,
sayılan
ulemânın,
seçkinleri
zâhidlerin,
hukemâ
ve ş ü h e d â n ı n son menzillerinin k ı y a m e t
Fazlullah-ı Hurûfî. Nevmnâme,
D i h h u d â , Luğatnâme,
" F a z l u l l a h " , İA, IV, 535-536.
Millet Ktp., Ali Emîrî, FY, nr. 1 0 4 2 ;
vr. 5 0 a ; Mîr Şerîf, Beyânü'l-vâki',
Muhabbetnâme'rim
Anfaenge
d e r H u r ü f î s e k t e " , Oriens, VII/1 (1954), s. 1-54;
Millet Ktp., Ali
Hâbnâme,
Âli el-A'lâ, Tevhîdnâme,
anlatılır.
I s l a m i s c h e n F r ö m m i g k e i t , II; D i e
11;
Emîrî, FY, nr. 1 1 0 1 ; Seyyid İshak-ı E s t e r â b â d î ,
dikleri e s n a d a k i
düşünceleri
"Hurûfi-
Târihî, XIII/5, Tah-
der Hurüfısekte S t u d i e n zur Geschichte der
o l d u ğ u , bunların b u a ş k â l e m i n d e gezing ö r ü ş ve
DİA, Târîh,
ran 1357 hş., s. 2 3 2 ; H. Ritter, " D i e A n f a e n g e
BİBLİYOGRAFYA:
insanların
1369 hş.; Azîzullah-ı Beyât,
y â n " , Mecelle-i ber Resîhâ-yı
Gıyâş al-Dın, s. 75-82).
me. B u m e n s u r e s e r d e sûret-i r a h m â n yaratılan
Tahran
Amir
der
XI, 4 7 6 - 4 8 0 ; Cl. Huart,
İÜ Ktp., FY, nr. 1158, İÜ Ktp., FY,
S
HÜSAMETTIN
AKSU
eksiksiz
bir n ü s h a s ı Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e ka-
17.
yıtlıdır (Ali Emîrî, Farsça, nr. 824). Eser
Hi-
Abdülmecîd
Firişteoğlu t a r a f ı n d a n
dâyetnâme
adıyla Türkçe'ye çevrilmiş-
tir (İÜ Ktp., TY, nr. 9685, m e c m u a içinde). 4. Vaşiyetnâme.
Fazlullah'ın,
kurduğu
ZşM'tASs
Hurûfîlik fırkasının a k î d e ve inançlarının z a p t e d i l e r e k dostlarına ulaştırılması hu-
Jfytî&o'jf
s u s u n d a k i a r z u s u ve vasiyetinden ibaret-
(M^—
tir. Bilinen en iyi y a z m a n ü s h a l a r ı Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e (Ali Emîrî, Farsça, nr.
ç.
ı&vy&v-
993, 1009), bir n ü s h a s ı d a İ s t a n b u l Üni-
"İt»
versitesi K ü t ü p h a n e s i ' n d e (FY, nr. 1291)
"
JfrfC&tfı. L-> yt'
edilen
w j l
V.JU ^
,
>
>
faydalana-
J>J J ı
rak bazı R u m gençlerinin yeniçeri kılığın-
v»iıJU#v
«"t-ay
X
J
d a A r a p ve A c e m a t a s ö z l e r i n d e n çeviriler, İslâmiyet'le ilgili hikâye ve kıssalar, «c-V.
a s t r o n o m i ve sanayi ü z e r i n e m a k a l e l e r . Batı dillerinden çeşitli t e r c ü m e l e r ve tiy a t r o incelemeleri yayımlamış,
Gündoğ-
du' d a ise "dilde tasfiyecilik"
görüşüne
v^aa
« f e r t t e * . «•>
u y g u n bir anlayışla k a l e m e aldığı incel e m e l e r e yer vermiştir.
Js . -
Ferâizcizâde g e r e k y a ş a d ı ğ ı
dönem-
d e g e r e k s e g ü n ü m ü z d e fazla bir şöhret e s a h i p o l m a m a k l a b e r a b e r s a d e Türk-
>&!?»J>f'
s/.' .- ^ M» t. 4 > t L I
^
•'-yy'ıy'-'y-yy-y .r-'^r.' ^^ J eh^htv-jir+sAlziJı
•rr.'yj.ij.y.}, •jJÖj&ZfJİ. * J ^ j f y
i
; 4,js>
çe'si ve s a ğ l a m tiyatro anlayışıyla g ü n ü m ü z s a h n e l e r i n d e d e r a h a t ç a oynanabilecek bazı oyunlar yazmıştır. A n c a k b u
364 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
y
>V
FERÂİZİYYE şekilde işlendiği b u son iki e s e r d e MoiiĞre'in Tartuffe'ünün
b ü y ü k ölçüde etki-
si vardır. Her iki eser d e birçok y ö n d e n t ö r e k o m e d i s i n e b e n z e m e k t e d i r . 7. Za-
vallı
Gilbert
yahut
Bir Mahkûmun
Zev-
cesi (İstanbul 1307). Başarısız bir melodr a m olan b u e s e r d e olaylar P a r i s ' t e iki iş o r t a ğ ı a r a s ı n d a geçer. M e t i n A n d b u o y u n u n Ferâizcizâde'ye a i t o l m a d ı ğ ı gör ü ş ü n d e d i r ( T D l , sy. 228 [19701, s. 442). 8. Persenk.
1310'da
(1894)
Bursa'da
k a l e m e alınan eser y a z m a h a l i n d e o l u p 163 b ü y ü k v a r a k t ı r (Millet Ktp., Ali Emîrî, Sözlük, nr.
128). Y a z a r b u
eserinde
T ü r k dilinin A r a p ç a ve F a r s ç a ' d a n
üs-
t ü n o l d u ğ u n u , h a t t a b ü t ü n dillerin Türkç e ' d e n d o ğ d u ğ u n u ileri s ü r m e k t e d i r . II. A b d ü l h a m i d ' e s u n u l a n Persenk
iki bö-
l ü m d e n oluşmaktadır. Birinci b ö l ü m "Pers e n k " , ikinci b ö l ü m , sayfa kenarlarındaki a ç ı k l a m a l a r d a n o l u ş a n "Türk Dilinin Lisân-ı A d e m î - M e n ş e Z e b a n
Olduğuna
Dair P e r s e n k A ç ı k l a m a s ı " başlığını taşım a k t a d ı r . Eserin ilk s a y f a s ı n d a d a Per-
senk, nisâr-ı
Sarf-ı
Lisân-ı
Zebân-ı
Osmânî
Umûmî
Şükfıfe-
BİBLİYOGRAFYA:
b u görevi yerine g e t i r e n k i m s e m ü s l i m
Ferâizcizâde Mehmed Şâkir, Euhâmî (haz. Cevdet Kudret), İstanbul 1974, s. 4-13; BA, SicilTi Ahuâl Defterleri, XXII, 385-386; Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü. (İstanbul 1960), İstanbul 1983, s. 163; Niyazi Akı, XIX. Yüzyıl Türk Tiyatrosu Tarihi, Erzurum 1963, s. 49-50; a.mlf., Türk Tiyatro Edebiyatı Tarihi I, İstanbul 1989, s. 76, 86-88; Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ue Sadeleşme Eureleri, Ankara 1972, s. 289-290, 428; Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Ankara 1979, s. 46; Özeğe, Katalog, 111, 1106; Hasan Duman, Katalog, s. 306; Sevinç Sokullu, Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi, Ankara 1993, s. 228, 237, 246; Tahir Alangu, "Ferâizcizâde Şakir Efendi", TDl., sy. 16 (1953), s. 210-215; Metin And, "Duru Türkçe Yazmış Bir Tanzimat Moliere'i", a.e., sy. 228 (1970), s. 436-442; Kemal Özmen, "Bir Türk Moliere'i: Ferâizci - zâde Mehmet Şakir", FDE Yazın ue Dilbilim Araştırmaları Dergisi, sy. 10, Ankara 1982, s. 78-87; Adnan Akgün, "Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Edebiyatçılarımızın Resmi Hal Tercümeleri III; «Ferâizcizâde Mehmed Şâkir»", Yedi iklim, İV/33, İstanbul 1992, s. 8185; "Ferâizcizâde Mehmet Şakir", TA, XVI, 246; İnci Enginün, "Ferâizcizâde Mehmed Şakir", TDEA, III, 191; Ömer Faruk Akün, "Ahmed Vefik Paşa", D/A, II, 149. İT] Ifflll
ismi yer almak-
NURETTIN ALBAYRAK
t a d ı r . Ferâizcizâde'nin, "Cenâb-ı H a k k ' ı n c e n n e t t e Hz. Â d e m ' e ö ğ r e t t i ğ i isimlerin
n
FERÂİZİYYE ( Â^I^II )
karıştırır karıştırmaz keşfettiğini"
söylediği b u kitabı, Cumhuriyet'ten sonra (1935 yılında) Türkçe'nin, diğer b ü t ü n dillerin k e n d i s i n d e n d o ğ d u ğ u bir a n a dil ol"Güneş-Dil
teorisi"ne
^
XIX. yüzyılda İngilizler'in Bengal'i işgalinden sonra H a c ı Şerîatullah (ö. 1840) tarafından başlatılan dinî ve içtimaî muhtevalı İslâmî hareket.
asıl n ü s h a s ı n d a n
b a ş k a Dehri Dilçin t a r a f ı n d a n
istinsah
edilen d i ğ e r bir n ü s h a s ı d a T ü r k Dil Kur u m u K ü t ü p h a n e s i ' n d e d i r (A/244, iki cilt).
likle d e pîrlere ve d e r g â h l a r a gösterilen aşırı h ü r m e t i tasvip e t m e y i p onlara benz e m e d i ğ i n i g ö s t e r m e k amacıyla
kendi-
sine "pîr" y e r i n e " ü s t a d " , m e n s u p l a r ı n a d a " m ü r i d " yerine " ş â k i r d " d e n i l m e s i n i istemiştir. Hanefî m e z h e b i n e sıkı şekilde bağlı olan Hacı Şerîatullah, İngiliz hâkimiyetinde b u l u n m a s ı n d a n dolayı Hindistan'ı d â r ü i h a r p saydığı için c e m a a t l e kılınan c u m a ve b a y r a m n a m a z l a r ı n ı n e d a edilm e s i n i m e n e t m i ş , bid'atlar, d o ğ u m , evl e n m e ve ölümlerde uygulanan debdebeli m e r a s i m l e r e , m u h a r r e m ayı tâziyelerine ve h u r a f e l e r d e n k a y n a k l a n a n geleneklere ş i d d e t l e karşı çıkmıştır. Bu h u s u s l a r d i k k a t e alındığı t a k d i r d e
Ferâiziyye'nin
t a k v â y a yönelik bir ıslah ve yeniden canl a n m a karakteri taşıdığı görülür. Hacı Şerîatullah, 1781 yılında Bengal'de Medâripûr'un Şamâil köyünde fakir bir ailenin ç o c u ğ u o l a r a k d ü n y a y a geldi. giderek
B e ş a r e t Ali'nin K u r ' a n d e r s h a n e s i n e deşı d u y d u ğ u n e f r e t t e n dolayı
memleke-
t i n d e n g ö ç e t m e y e k a r a r veren hocası ile birlikte M e k k e ' y e gitti. B u r a d a Şâfiî â l i m l e r i n d e n Şeyh Tâhir e s - S ü n b ü l elM e k k î ' n i n öğrencisi oldu. Kâdiriyye tari,
bir a n l a m d a z e m i n hazırlayan çalışmalard a n biridir. Persenk'in
h a r e k e t i n k u r u c u s u Hacı Şerîatullah bazı m u t a s a v v ı f l a r ı n u y g u l a m a l a r ı n ı , özel-
v a m etti. 1 7 9 9 ' d a , İngiliz idaresine kar-
u m û m i y y e n i n b u n d a n çıkarıldığını Per-
d u ğ u n u savunan
larla eşit h a k l a r a s a h i p olur. Bu a r a d a
On iki y a ş ı n d a iken K a l k ü t a ' y a F
T ü r k lisanı ü z r e o l d u ğ u n u " ve "elsine-i
senk'i
veya m ü m i n adını a l a r a k d i ğ e r m e n s u p -
k a t ı n a i n t i s a p eden ve iki yıl k a d a r Kahire'de E z h e r Üniversitesi'nde t a h s i l gö-
Adını, "bir m ü s l ü m a n ı n y a p m a k zorund a o l d u ğ u görevi" a n l a m ı n d a k i farizanın
ren
Şerîatullah
1 8 1 8 yılında
ç o ğ u l u olan f e r â i z d e n almıştır. Ferâiziy-
duizm'den
ye, İslâm d ü n y a s ı n ı n Avrupalı
iç içe o l d u ğ u n u g ö r ü n c e ,
güçlerin
Bengal'e
d ö n d ü . M ü s l ü m a n l a r ı n h u r a f e l e r ve Hinkaynaklanan
uygulamalarla muhtemelen
h â k i m i y e t i n e g i r m e s i n d e n sonra ortaya
V e h h â b î h a r e k e t i n i n tesiriyle d i n e aykırı
g i n Moliere etkisi, d a h a çok o n u n Bur-
çıkan
k a b u l ettiği i n a n ç ve hareketlerle mü-
sa'da vali olan A h m e d Vefik Paşa'nın ya-
o l u ş u m l a r ı n d a n birini teşkil eder. Bu ha-
cadeleye başladı. O n u n zihnini
n ı n d a b u l u n m a s ı n a b a ğ l a n m a k t a d ı r . Ah-
reket, Kuzey Hindistan'da etkili olan ben-
eden önemli
m e d V e f i k P a ş a B u r s a ' d a kaldığı s ü r e
zeri a k ı m l a r ı n
t o p r a k sahipleri ve Avrupalı çivit ziraat-
içinde bir tiyatro k u r a r a k b u r a d a sık sık
B e n g a l ve A s a m ' d a f a k i r m ü s l ü m a n ta-
Ferâizcizâde'nin
oyunlarındaki
belir-
İ s l â m î uyanışın
aksine
Hint
daha
kıtasındaki
çok
Doğu
Moliere'in oyunlarını sahneler. Bu oyun-
b a k a a r a s ı n d a yayılmıştır. A k ı m ı n men-
l a r d a n e t k i l e n e n Ferâizcizâde'nin eser-
supları, farzları ve özellikle İslâm'ın b e ş
lerini A h m e d Vefik'in B u r s a ' d a n ayrıldı-
şartını yerine g e t i r m e k o n u s u n d a
ğı t a r i h t e n sonra y a z m a s ı d a o n u n uyan-
terdikleri h a s s a s i y e t sebebiyle b u a d l a
dırdığı Moliere sevgisinin d e v a m ettiril-
anılmışlardır. A n c a k b u n d a n önce, geç-
mesi
isteğinden
kaynaklanmış
gös-
olmalı-
m i ş g ü n a h l a r d a n a r ı n m a k için t ö v b e et-
dır. M o l i ö r e etkisi dolayısıyla Ferâizcizâ-
meyi ş a r t koşarlar. B u n a göre, B e n g a l
d e o y u n l a r ı n d a m a h a l l î dili, yerli malze-
dilinin
meyi, geleneksel h a y a t tarzını
başarılı
edilen bir t ö v b e m e t n i n i h a r e k e t e katı-
müslüman
lehçesinde
formüle
bir ş e k i l d e k u l l a n m ı ş t ı r . A n c a k yazarın
lacak olan k i m s e Ferâiziyye temsilcisi-
oyunları dil, ü s l û p ve k u r g u b a k ı m ı n d a n
nin h u z u r u n d a tekrar eder. Bu tövbe "ik-
yazıldığı d ö n e m e g ö r e d i k k a t e d e ğ e r sa-
rârî b i a t " adını alır ve pîrin eli m ü r i d i n
yılsa bile b u oyunların k o n u b a k ı m ı n d a n
eli ü z e r i n e k o n u l a r a k yapılan (destî) bi-
güçlü oldukları söylenemez.
a t t a n ayrılır. C e m a a t e giriş şartı sayılan
meselelerden
meşgul
biri,
Hindû
çilerinin z u l m ü n e u ğ r a y a n , parasızlık sebebiyle m a h k e m e l e r d e haklarını arayam a y a n Bengal'in fakir m ü s l ü m a n lülerinin
durumu
idi. Hacı
köy-
Şerîatullah,
a r a l a r ı n d a yaşayıp onları teşkilâtlandırm a k ve b u yolla kendilerini karşı k o r u m a k g e r e k t i ğ i n e
haksızlığa inanıyordu.
N i t e k i m bazı müelliflerin k a n a a t i n e göre h a r e k e t i n asıl gayesi İngilizler'in tekeline ve Hindûlar'ın z u l m ü n e karşı çıkm a k t ı . A n c a k Ferâiziyye d i n î bir teşekk ü l h a l i n d e k a l m a y a , siyasete f a z l a bul a ş m a m a y a çalışmıştır. Bu y ö n ü y l e meselâ Tarikat-1 M u h a m m e d i y y e
grubun-
d a n ayrılmıştır.
365 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FERÂİZİYYE Hacı Şerîatullah'ın 1840 yılında vefatı
b e s t bırakıldı. O n u n 1 8 6 2 ' d e D a k k a ' d a
l â m î g r u p o l a r a k Hint kıtasının bazı yö-
üzerine oğlu M u h a m m e d Muhsin, Düzü
ö l ü m ü n ü n ardından oğlu Gıyâseddin Hay-
relerinde varlığını s ü r d ü r m e k t e d i r .
M i y â n adıyla h a r e k e t i n lideri ilân edildi.
d a r h a r e k e t i n lideri oldu. İki yıl sonra
Düzü Miyân 1819'da d o ğ m u ş ,
1831'de
Haydar'ın da vefatı üzerine Düzü Miyân'ın
tahsil için M e k k e ' y e g ö n d e r i l m i ş , b e ş yıl
o n iki y a ş ı n d a k i ikinci o ğ l u A b d ü l g a f û r ,
b u r a d a k a l d ı k t a n s o n r a b a b a s ı tarafın-
Nâyâ Miyân adıyla başa geçti. Bu dönem-
d a n B e n g a l ' e çağrılmıştı. Ülkesine dö-
de Abdülgafûr'un
n ü n c e b ü t ü n gayretini b a b a s ı n ı n başlat-
k u r u l h a r e k e t i n b ö l ü n m e s i n i önledi. Da-
tığı h a r e k e t e s a r f e d e n D ü z ü M i y â n Fe-
h a s o n r a A b d ü l g a f û r ' u n o l g u n l u k çağı-
râiziyye'nin başına geçtikten sonra sadık
n a u l a ş m a s ı ile Ferâiziyye kaybettikleri-
vasilerinden
oluşan
mensuplarını "hilâfet" adını verdiği, hiye-
ni t e k r a r k a z a n m a y a başladı. H a k k ı n d a
rarşik ve iyi d ü z e n l e n m i ş bir k a r d e ş l i k
çok a z şey bilinen A b d ü l g a f û r d e v r i n d e
teşkilâtı e t r a f ı n d a topladı. Teşkilât men-
d e t o p r a k sahipleri ve çivit ziraatçileri-
supları b ö l g e l e r i n d e cereyan e d e n geliş-
n e karşı verilen m ü c a d e l e d e v a m
meleri liderlerine bildiriyorlardı. Hareke-
Bu a r a d a K e r â m e t Ali'ye bağlı Taayyü-
t i n h e r h a n g i bir m e n s u b u t o p r a k sahip-
nîler denilen z ü m r e ile Ferâizîler arasın-
lerinin z u l m ü n e u ğ r a r s a veya h a k k ı çiğ-
daki m ü c a d e l e l e r d e ş i d d e t l e n d i .
nenirse m a h k e m e y e m ü r a c a a t için lâzım
Miyân'ın 1 8 8 4 ' t e ö l ü m ü n d e n s o n r a Dü-
olan para kendi aralarında toplanırdı. Ba-
z ü Miyân'ın en k ü ç ü k oğlu S a î d ü d d i n Ah-
zı d u r u m l a r d a t e ş k i l â t eli sopalı a d a m l a r
m e d b a ş k a n seçildi. Dinî ilimlerde kök-
etti.
Nâyâ
BIBLIYOGRAFYA: Abdul Bari, "The Reform Movement in Bengal", A History of Freedom Mouement, Karachi 1957, I, 542-555; Muin-ud-Din Ahmad Khan. History of Fara'idi Mouement in Bengal (18181906), Karachi 1965; a.mlf.. "Hâjı Shari'atullâh", JPHS, XI/2 (19631, s. 105-126; a.mlf., "Religious Doctrines of the Farâ'idîs", a.e., XII/I (1964), s. 31-59; a.mlf., "Ta'aiyyunî Opposition to the Farâ'idı Movement", a.e., XII/2 (1964), s. 150-164; a.mlf., "Social Organization of the Farâ'idîs", a.e„ XII/3 (1964), s. 195206; a.mlf., "Farâ'idi Movement", IS, IX (1970), s. 123-147; Qeyamuddin Ahmad, The Wahabi Mouement in India, Calcutta 1966; Asim Roy, The Islamic Syncretist Tradition in Bengal, Princeton 1979; Fazlur Rahman, İslâm (trc. Mehmet Dağ — Mehmet Aydın), İstanbul 1981, s. 257; Hâlik Ahmed Nizâmî, "Tahrîk-i Azâdî men Benğâl ke Musulmânûn kâ Hişşa", Mu'ârif, CXLIV/6 (1969), s. 417-428; M. Hİdayet Hoseyn, "Ferâ'iziye", İA, IV, 551-554; A. Bausani. "Farâ'idiyya", E/ 2 (İng.), II, 783-784.
g ö n d e r e r e k t o p r a k sahiplerinin malları-
lü bilgisi olan ve ilim a d a m l a r ı ile irtiba-
nı y a ğ m a l a t ı r ve h i z m e t k â r l a r ı n ı dövdü-
tı b u l u n a n S a î d ü d d i n A h m e d
r ü r d ü . D ü z ü Miyân'ın sosyoekonomik he-
Ferâizîler'le Taayyünîler a r a s ı n d a k i mü-
defi, m e n s u p l a r ı n ı H i n d û t o p r a k sahip-
cadele b ü t ü n D o ğ u Bengal'e yayıldı. Saî-
lerinin ve Avrupalı çivit ziraatçilerinin zul-
d ü d d i n ' i n 1 9 0 6 yılında v e f a t etmesi üze-
m ü n d e n k o r u m a k , m ü s l ü m a n h a l k kit-
rine B e d ş â h M i y â n adıyla h a r e k e t i n li-
leleri için sosyal adaleti s a ğ l a y a c a k bir
deri olan o ğ l u E b û Hâlid R e ş î d ü d d i n Ah-
(ö. 1 2 5 1 / 1 8 3 5 )
o r t a m h a z ı r l a m a k t ı . Bu gayeye ulaşabil-
m e d , seleflerinden intikal e d e n İngiliz-
m e k için g ö n ü l l ü k i m s e l e r d e n
ler'le iyi g e ç i n m e politikasını s ü r d ü r d ü .
Gülşen-i Maârif adlı eseriyle t a n ı n a n O s m a n l ı tarihçisi.
birlikler
devrinde
teşkil ettiği gibi P a n c h a y a t denilen yöre-
Babasının ö l ü m ü n d e n kısa bir
nin geleneksel y a r g ı l a m a s i s t e m i n i can-
ö n c e Bengal'in iki ayrı eyalete b ö l ü n m e -
landırmaya da gayret göstermiştir.
si k o n u s u n d a d i ğ e r İslâmî hareketlerle
1 8 4 3 - 1 8 4 6 yılları a r a s ı n d a Ferâizîler'le m u h a l i f l e r i a r a s ı n d a sert mücadeleler m e y d a n a geldiyse de muhaliflerin aldıkları t e d b i r l e r i n hiçbiri m ü e s s i r olmadı. Zira Ferâiziyye liderinin a r k a s ı n d a dayanışma
içinde b u l u n a n 8 0 . 0 0 0
kadar
m e n s u b u vardı. D ü z ü Miyân'ın eylemlere b a ş v u r m a s ı ,
İngiliz idaresinin
Ben-
g a l ' i n kırsal k e s i m i n d e etkili o l a m a m a s ı n d a n k a y n a k l a n ı y o r d u . A n c a k her şeye r a ğ m e n D ü z ü Miyân b a b a s ı n ı n yolund a y ü r ü y e r e k Titu Mîr'in Batı Bengal'de
1 8 2 7 - 1 8 3 2 yılları a r a s ı n d a
yaptığı
t a r z d a İngilizler'le m ü c a d e l e y e g i r m e d i . Bazı m ü e l l i f l e r D ü z ü Miyân'ın, yabancı idarecileri k o v m a k ve m ü s l ü m a n güçleri kuvvetlendirip h a r e k e t e g e ç i r m e k a m a c ı t a ş ı m a d ı ğ ı n ı ileri s ü r m ü ş l e r s e d e İngiliz işgali y ü z ü n d e n Hindistan'ın
dârülharp
sayılarak c u m a ve b a y r a m n a m a z l a r ı n ı n k ı l m m a m a s ı , Ferâiziyye'nin aynı z a m a n da bir istiklâl hareketi o l d u ğ u n u ve siyasî gayeler t a ş ı d ı ğ ı n ı g ö s t e r m e k t e d i r . Düzü
Miyân
1 8 5 7 yılında
tutuklanıp
K a l k ü t a ' d a k i Alipûr cezaevine gönderil-
müddet
birlikte b a ş l a t t ı ğ ı ç a l ı ş m a l a r E b û Hâlid'i devrinin İ s l â m î politik cereyanlarına daha çok yakmlaştırdı. 1 9 l l ' d e
Bengal'in
y e n i d e n t e k eyalet haline getirilmesi ve 1914'te
İngilizler'in
Osmanlılar'a
karşı
s a v a ş ilân e t m e l e r i üzerine B e d ş â h Miyân
İngiliz h ü k ü m e t i n e
düşman
1922'de hilâfet hareketine
oldu.
katılmasın-
d a n dolayı h ü k ü m e t t a r a f ı n d a n bir s ü r e t u t u k l a n d ı . D a h a sonra Pakistan'ın kur u l m a s ı için başlatılan h a r e k e t e
bütün
gücüyle d e s t e k oldu. 1947 yılında Pakistan
Devleti'nin k u r u l m a s ı
rayongan'da
üzerine Na-
bir k o n f e r a n s t e r t i p
etti
ve m e n s u p l a r ı n a , P a k i s t a n ' ı n bir İslâm devleti o l a r a k t e ş e k k ü l etmesiyle dârülh a r p d u r u m u n u n o r t a d a n kalktığını, art ı k c u m a ve b a y r a m n a m a z l a r ı n ı n kılınabileceğini açıkladı. Kendi devrinde Ferâiziyye
hareketini
zor ş a r t l a r
altında
d e v a m ettiren E b û Hâlid, oğlu Muhsinüdd i n A h m e d ' i n B e n g a l ' d e politikaya girm e s i n e d e izin verdi. E b û Hâlid'in 1 9 5 9 yılında v e f a t e t m e s i n d e n sonra D ü z ü Miy â n adıyla h a r e k e t i n liderliğine getirilen Muhsinüddin
Ahmed
halen
bu
görevi
d i ; 1859'da tahliye edilince Bengal'e dön-
yürütmektedir. Günümüzde
d ü . B u r a d a d a bir m ü d d e t
zayıflayan ve ö n e m i n i k a y b e d e n bir İs-
tutukluluk
hayatı yaşadıktan sonra 1860 yılında ser-
Ferâiziyye,
S
F
M . NAEEM
QURESHI
n
FERÂİZÎZÂDE M E H M E D SAİD
L
J
B u r s a ' d a d o ğ d u . D e r s i â m Seyyid Ferâizî M e h m e d eğitimini
Efendi'nin
babasından
oğludur.
aldı.
İlk
Medreseye
d e v a m etti, b u a r a d a özel o l a r a k kendini yetiştirdi ve Arapça'sını ilerletti. Esadz â d e A t â u l l a h E f e n d i ' n i n şeyhülislâmlığı zamanında
(1807-1808) ö ğ r e n i m i n i
ta-
m a m l a y a r a k B u r s a m a h k e m e s i n d e kısmet-i askerî b a ş k â t i b i Mihalicîzâde Seyyid H a s a n E f e n d i ' n i n y a n ı n d a m a h k e m e k â t i b i oldu. Gülşen-i
Maârif
adlı eseri-
nin h â t i m e k ı s m ı n d a yer a l a n biyografisinde, s u k û k (bk. SAK) ve i n ş â d a çok mahir olan Hasan Efendi'nin i'lâm, s e n e t ve t a h r i r a t m ü s v e d d e l e r i n i t e m i z e çektiğin i ; iyi bir k â t i p o l a b i l m e n i n A r a p ç a yan ı n d a Farsça b i l m e y e d e bağlı o l d u ğ u n u anlayınca Farsça ö ğ r e n m e y e k a r a r verdiğini ve İ s t a n b u l ' d a o sırada t a n ı n m ı ş mutasavvıflardan
el-Hâc Ali
Baba'nm
Lugat-ı
derslerine d e v a m ederek o n d a n
Şâhidî, fız'm
Pend-i
e
Attâr
ve Dîvân-ı
zî'nin Bostân'\ ile Gülistân'ını nu
Hâ-
t a m a m ı n ı , k ı s m e n d e Sa'dî-i Şîrâyazar.
hakkında
Hayatının fazla
okuduğu-
sonraki
devreleri
bilgi y o k t u r .
Bursa'da
E m î r S u l t a n Camii'nin hatipliğini d e yaptığı ve hiç e v l e n m e d i ğ i belirtilen Ferâizîz â d e ' n i n 1 2 5 1 ' d e (1835), k i t a b ı n ı n bas ı m işleri t a m a m l a n m a d a n
366 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
biraz
önce
el-FERÂİZÜ's-SİRÂCİYYE ö l d ü ğ ü b i l i n m e k t e d i r . Mezarı E m î r Sul-
eserinin asıl kısmını o l u ş t u r a n
Osmanlı
(tehârüc) ve red konuları ele alınır. Son
t a n Camii hazîresindedir.
tarihini y a z a r k e n f a y d a l a n d ı ğ ı
kaynak-
o l a r a k d a h ü n s â , cenin, m e f k ü d , mür-
lar ise Hoca S â d e d d i n Efendi, N a î m â , Râ-
t e d ve esirin miras h u k u k u n d a k i d u r u m -
Osmânî,
şid M e h m e d Efendi, S ü l e y m a n İzzî, Sub-
ları belirtilerek h a n g i s i n i n ö n c e ö l d ü ğ ü
III, 42) M e h m e d Said asıl şöhretini Tû-
hî M e h m e d ve Vâsıf A h m e d E f e n d i ta-
b i l i n e m e y e n a k r a b a l a r ı n paylarının tak-
rihleridir.
simi k o n u s u n a yer verilir.
Said mahlasıyla şiirleri ve bazı m a n z u m risâleleri b u l u n a n ( Sicitl-i
rih-i Gülşen-i
Maârif
adını verdiği umu-
m i tarihiyle y a p m ı ş t ı r . Daha ziyade
Gül-
Gülşen-i
Maârif
Türkiye k ü t ü p h a n e l e r i n d e yüzlerce yaz-
ihtiva ettiği bilgiler
el-Ferâ'izus-Sirâ-
o l a r a k bilinen eserinin so-
y ö n ü n d e n orijinal bir eser değildir. Bu
m a nüshası b u l u n a n
n u n d a m ü e l l i f eski tarihlerin haşviyyatla
y ü z d e n k a y n a k olarak p e k fazla kullanıl-
ciyye,
d o l u o l d u ğ u n u , b u y ü z d e n olayların an-
m a m ı ş t ı r . Eserin en önemli özelliği, döne-
ber Balıkesir ve İ s t a n b u l ' d a aynı t a r i h t e
l a ş ı l m a s ı n d a g ü ç l ü k çekildiğini, t a r i h ki-
m i n i n çeşitli aydın kesimlerine hitap ede-
(1272/ 1855) o l m a k ü z e r e çeşitli yerler-
taplarının açık ve külfetsiz, kolay anlaşılır
cek nitelikte, p o p ü l e r bir tarihçilik anla-
d e birçok d e f a basılmıştır.
bir dille k a l e m e a l ı n m a s ı n ı n g e r e k t i ğ i n i
yışıyla ve s a d e bir dille k a l e m e a l ı n m ı ş
i f a d e e d e r e k b u n u g e r ç e k l e ş t i r m e k ve
derli t o p l u u m u m i bir t a r i h olmasıdır.
şen-i
Maârif
okuyanların hayır d u a s ı n a m a z h a r olabilm e k için eserini yazdığını belirtir. On yıllık bir ç a l ı ş m a s o n u c u n d a
1 2 4 9 Zilhic-
c e s i n d e (Nisan 1834) t a m a m l a n a n ve II. M a h m u d ' a t a k d i m edilen Gülşen-i
Ma-
Şerhleri. Eser ü z e r i n d e birçok ş e r h ve hâşiye y a p ı l m ı ş o l u p başlıcaları şunlard ı r ; 1. H a s a n b. A h m e d b. E m î n ü d d e v l e
BİLİYOGRAFYA :
zi's-Secâvendî
r
Geleneksel İslâm t a r i h yazıcılığına uy-
Ferâ'izi
Mirşâd)
(Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2527-2528; Kasîdecizâde Süleyman Sırrı, nr. 257; Hafîd
ÖZCAN
y a n e s e r d e kısaca p e y g a m b e r l e r tarihi, ^
Süleymaniye, nr. 688; Şehid Ali Paşa, nr. n
1109). 2. M a h m û d b. E b û Bekir el-Kelâbâzî, Dav'ü's-Sirâc.
M e z h e p l e r arası kar-
şılaştırmalı ve delilli bir şerhtir (Süleyma-
H a n e f î fakihi M u h a m m e d b. M u h a m m e d es-Secâvendî'nin (ö. 5 9 6 / 1 2 0 0 ) İslâm miras h u k u k u n a dair eseri,
başlaortaya
ABDÜLKADİR
el - FERÂİZÜ' s - SİRÂCİYYE
d a iki b ü y ü k cilt h a l i n d e y a y ı m l a n m ı ş t ı r .
Hz. M u h a m m e d ve İslâmiyet'in
(Şerhu
Efendi, nr. 116; Giresun Yazmaları, nr. 43; S
f e r m a n üzerine Sahaflar Şeyhizâde Esad
g u n o l a r a k k â i n a t ı n yaratılışıyla
Şerhu'1-Ferâ'i-
el-Halebî (ö. 658/1260),
Ferâizîzâde Mehmed Said, Târîh-i Gülşen-i Maârif, İstanbul 1252, Mİ; Sicill-i Osmânî, 111, 42; Osmanlı Müellifleri, III, 117-118; Babinger (Üçok), s. 382-383; TA, XVI, 246; TDEA, VI,
ârif çok b e ğ e n i l m i ş , b a s ı l m a s ı için çıkan Efendi'nin de desteğiyle 1252 (1836) yılın-
çeşitli şerh ve hâşiyeleriyle bera-
niye Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1096-1097; Lâleli, nr. 1313; Fâtih nr. 2 5 1 4 / 2 , 2 5 3 6 / j
1). Bu şerh aynı m ü e l l i f t a r a f ı n d a n el-
çıkışı, İslâm devletleri bahisleri yer alır.
Minhâcü'l-müntehab
I. cildin ilk yarısını o l u ş t u r a n b u b ö l ü m -
el-Ferâ'izü's-Secâ-
râc adıyla ihtisar e d i l m i ş t i r (Süleymani-
adlarıyla d a anılan eser ferâiz
ye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 945; Cârullah
el-Muhtaşar
ve
min
Dav'i's-Si-
d e n s o n r a O s m a n l ı Devleti t a r i h i n e ge-
vendiyye
çilir ve her p a d i ş a h d ö n e m i a n a başlıklar
i l m i n d e en çok b a ş v u r u l a n k a y n a k l a r d a n
Efendi, nr. 1115). 3. Seyyid Şerif el-Cür-
biridir. Üzerinde y a p ı l a n birçok ş e r h ve
cânî, Şerhu's-Sirâciyye
d i ğ e r ö n e m l i olaylar ara başlıklar altında
hâşiye ile birlikte m i r a s h u k u k u alanın-
zi's-Sirâciyye,
kaydedilir. Köprülü M e h m e d Paşa'nın sa-
d a g e n i ş bir l i t e r a t ü r ü n m e y d a n a
rin en ö n e m l i ş e r h l e r i n d e n o l u p medre-
d â r e t i n d e n (1656) itibaren olayların biraz
m e s i n e vesile o l m u ş t u r . Müellif H a n e f î
selerde d e r s kitabı olarak o k u t u l m u ş t u r .
d a h a g e n i ş olarak anlatıldığı eserin bun-
m e z h e b i n i esas almakla beraber Kur'an'-
Türkiye'de çeşitli y a z m a n ü s h a l a r ı bulu-
d a n s o n r a k i şekli v a k ' a n ü v i s tarihlerine
d a açık bir şekilde ortaya k o n a n m i r a s
n a n şerh birçok d e f a basılmıştır. Ayrıca
b e n z e m e k t e d i r . Eser 1. A b d ü l h a m i d dev-
h u k u k u n u n nisbeten az rastlanan ihtilaf-
m u h t e l i f hâşiyeleri yapılmış, M u h a m m e d
rinin b a ş l a r ı n a k a d a r gelir ve 1 7 7 4 Kü-
lı meselelerinde diğer İslâm h u k u k ekol-
Kasım b. M u h a m m e d D â i m Berdvânî ta-
lerinin görüşlerine de yer verdiği için eser
r a f ı n d a n 1 7 7 5 - 1 7 7 6 yıllarında Farsça'ya
genel bir k a b u l g ö r m ü ş t ü r .
t e r c ü m e edilmiş ve Baillie The
h a l i n d e ele alınarak d ö n e m i n fetihleri ve
ç ü k Kaynarca A n t l a ş m a s ı ile s o n a erer. Olayları a n a hatlarıyla ele a l a n müellif f a y d a l a n d ı ğ ı kaynakların adını d a verm i ş t i r . B u n l a r d a n biri Behcetu
Miras
hukukunu
öğrenmeyi
gel-
teşvik
t-tevâ-
e d e n , "Ferâizi ö ğ r e n i n ve i n s a n l a r a öğ-
rih' tir. Veysî E f e n d i t a r a f ı n d a n Arapça'-
retin, ç ü n k ü f e r â i z ilmin yarısıdır" m e â -
d a n T ü r k ç e ' y e İşrâku't-tevârih
adıyla
lindeki hadisle (farklı lafızları için bk. İbn
çevrildiğini belirttiği b u eseri k ı s m e n sa-
Mâce, "Ferâ'iz", 1; Dârimî, " M u k a d d i m e " ,
deleştirip haşviyyatmı a t a r a k
24) b a ş l a y a n
kullandı-
eserde, m i r a s ı n
paylaşıl-
ğını söyler. A n c a k b u Veysî'nin k i m oldu-
m a s ı n d a n ö n c e t e r i k e d e n yapılacak har-
ğu
yüzyılda
c a m a kalemleri sayıldıktan s o n r a hisse
y a ş a m ı ş ü n l ü şair ve e d i p Veysî'nin b u
sahipleri ve b u n l a r ı n öncelik sırası zik-
adı t a ş ı y a n bir t e r c ü m e s i o l d u ğ u bilin-
redilir; m i r a s h a k k ı n a engel olan husus-
m e m e k t e d i r . XV. yüzyılda y a ş a y a n Şük-
lar belirtilerek a s h â b ü ' l - f e r â i z * ve asa-
anlaşılamamaktadır.
rullah'ın m e ş h u r tarihi
XVII.
Behcetü't-tevâ-
be*nin
payları açıklanır. B u n u n
ardın-
b a ş k a vârislerin b u l u n m a s ı
sebe-
rih. ise Farsça o l a r a k k a l e m e alınmıştır.
dan
Aynı şekilde F e r â i z î z â d e ' n i n
biyle m i r a s t a n m a h r u m
du-
r u m u (hacb) incelenir. D a h a s o n r a b a ş t a
müellifi de XVI. yüzyılda yaşa-
a v l * o l m a k ü z e r e payların h e s a p l a n m a -
m ı ş olan M e h m e d
Maârif'in
kalınması
Câmiu't-
ve K â t i b Çelebi'ye izâfe ettiği
tevârih'in
kullandığı
Zaîm'dir.
Gülşen-i
O s m a n l ı öncesi b ö l ü m ü n ü b u
k a y n a k l a r d a n özetleyen
Ferâizîzâde'nin
sıyla ilgili bazı m a t e m a t i k
problemleri-
n e t e m a s edilir, m i r a s ç ı l a r d a n bir kısmının
uzlaşarak
terikeden
çıkarılması
mudan
Law
(Şerhu
l-Ferâ'i-
el-Ferâ'Izuş-şerîfiyye).
of Inheritance
Ese-
Moohum-
adlı eserin-
d e b u şerhi k ı s m e n İngilizce'ye çevirmiştir (Calcutta 1832) (Brockelmann, GAL, I, 470-471 ; Suppi.,
I, 650-651). 4. Burhâned-
d i n H a y d a r b. M u h a m m e d el-Halebî elHerevî, Şerhu' 1-Ferâ'izi's-Sirâciyye
(Sü-
leymaniye Ktp., Yenicami, nr. 301, Kılıç Ali Paşa, nr. 503; Millet Ktp., Murad Molla, nr. 1225). S. Molla Fenârî,
zi's-Sirâciyye.
Şerhu'1-Ferâ'i-
Eserin en g ü z e l şerhler-
d e n biri o l u p S ü l e y m a n i y e
Kütüphane-
si'nde birçok nüshası b u l u n m a k t a d ı r (meselâ bk. Fâtih, nr. 2524; Giresun Yazmaları, nr. 117; Yazma Bağışlar, nr. 318; Lâleli, nr. 1 3 1 0 / 1 , 1311/1). 6. Ş e h â b e d d i n Ahm e d b. M a h m û d es-Sivâsî, c
ale'l - Ferâ'izi
's - Sirâciyye.
el-Muhtâc Süleymani-
ye K ü t ü p h a n e s i ' n d e çeşitli y a z m a l a r ı bul u n m a k t a d ı r (meselâ bk. Fâtih, nr. 2519;
367 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
el-FERÂİZÜ'S-SİRÂCİYYE Yenicami, nr. 6 3 8 / 3 ; Kadızâde M e h m e d ,
(Kahire 1292-1293, 1299, 1304, 1305, 1306,
nr. 2 6 1 / 2 ; Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 6 0 8 /
1310). S. Mollacıkzâde M e h m e d Râif, Man-
l). Bu
zûme-i
eser ü z e r i n d e S e y b o l d ' u n
"Die
Breslauer Glossen z u Sivvâsi's K o m m e n -
Ferâiz-i
Sirâciyye.
fî nazmi's-Sirâciyye
Tahkîk
fî
Şerhi'l-Ferâ'izi's-Sirâciyye
(Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 513).
Sirâciyye
ciyye
Ferâiz-i
(Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3647,
Serez, nr. 3938, A m c a z â d e Hüseyin Paşa, nr. 264; Millet Ktp., nr. 138). 2. Hâcibzâ-
Ferâ'izi's-Sirâciyye.
Şerhu'l-
Süleymaniye
( V» ) Senedinin bir yerinde râvi sayısı teke düşen hadis için kullanılan terim.
Sirâ-
d e M u h a m m e d b. M u s t a f a el-İstanbulî (ö. 1100/1689), Ferâiz-i
Vâfiye
n
FERD
Türkçe Tercümeleri. 1. D u r s u n z â d e Abdullah Feyzî, Tercüme-i
Şerhu's-
bi Efendi, nr. 598). 9. İbn Kemal,
r
(Haleb 1342).
(Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Veh-
8. A h m e d b. Y a h y â el-Herevî,
^
(bk. FERRÂŞ).
Türkçe'dir
el-Levâmi cu'z-Ziyâ'iyye
6. M u v a k k i t ,
Sirâgije" adlı bir çalışması vardır (RSO, h a m m e d b. el-Hâc A h m e d el-Farazî, ef-
FERÂŞET-i ŞERİFE
(Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1132).
t a r zu Sagâvvendî's Erbrecht (alfarâid) alVI 11914-15], s. 89-98). 7. İbnü'l-Hâc Mu-
r
A r a p ç a bir k e l i m e olan f e r d
(çoğulu
(Süley-
efrâd) s ö z l ü k t e "tek, y e g â n e , eşi olma-
Kü-
maniye Ktp., Tekelioğlu, nr. 359; Serez,
y a n " a n l a m ı n a gelir. Terim o l a r a k sene-
t ü p h a n e s i ' n d e birçok yazması bulunmak-
nr. 1176; Hacı M a h m u d Efendi, nr. 1170).
dinin h e r h a n g i bir yerinde râvi sayısı te-
t a d ı r (meselâ bk. Ayasofya, nr. 1610, 1613,
3. Filibeli A h m e d Hulûsi E f e n d i (ö. 1309/
k e d ü ş e n veya s e n e d i n d e k i y a h u t met-
1616; Esad Efendi, nr. 1123, 1 125; Cârul-
1891), Sirâciyye
Cürcânî'-
n i n d e k i bir özellik açısından b a ş k a riva-
lah Efendi, nr. 1119, 1120; Giresun Yaz-
nin şerhi k e n a r ı n d a basılmıştır (İstanbul
y e t l e r d e n farklı olan hadisi i f a d e eder.
maları, nr. 116; Yozgat, nr. 766). 10. Şeyh-
1309, 1322). 4. H a s a n b. N a s û h el-Bos-
Senedin bir y e r i n d e râvinin t e k kalma-
nevî, Mecmau'l-Ferâiz
sına t e f e r r ü d ve i n f l r â d denir. Ş â z ve
Şerhu'l-Fe-
zâde Muhyiddin Mehmed,
râ'izi's-Sirâciyye
(Süleymaniye Ktp., Ka-
râizi's
Tercümesi.
- Sirâciyye
Tercüme tu1- Fe-
(Süleymaniye Ktp., Ge-
d ı z â d e M e h m e d , nr. 263; Çelebi A b d u l l a h
libolulu Tâhir Efendi, nr. 101). S. E b û Be-
Efendi, nr. 166/1, 167; Fâtih, nr. 2520). 11.
kir Sıdkı Hâfız, Sirâciyye
İbnü'l-Hanbelî,
Şerhu's-Sirâciyye
(Sü-
râcü'1-ferâiz
Tercümesi
Si-
(Trablusşam 1316).
Emîr
Pâdişâh,
Şerhu's-Sirâciyye
(Sü-
leymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1102; Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1090). 13. M u h a m m e d b. A b d ü l k a d i r b. M u h a m m e d b. Ali b. M u h a m m e d ,
tzhârü's-Sirâciy-
ye. İli. Selim z a m a n ı n d a İ s t a n b u l ' d a telif e d i l m i ş bir şerhtir (Brockelmann, GAL, I, 471 ; Suppi,
I, 970). 14. İ m a m z â d e E s a d
Efendi, Ferâiz-i
Sirâciyye
Şerhi
(Süley-
maniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 319). 15. Seyyid Enver Ali, Ziyâ'us-Sirâc.
Metin-
İngilizce Tercümeleri. 1. W. J o n e s , Al -
Serajiyah Commentary jiyyah,
Sira-
Law
of
adıyla y e n i d e n neşredilmiş-
The Serajiyyah of fnheritance
the Mohammedan
Law
(Serampore 1885; Kenna-
ğil t e f e r r ü d ü esas alan âlimlere göre şâz dır. Ferd ile ğarîbi eş a n l a m l ı sayanlar o l d u ğ u gibi f e r d t e r i m i n i ferd-i m u t l a k için, g a r î b t e r i m i n i ferd-i nisbî için kull a n a n l a r d a vardır. Hicretin ilk asırlarınd a haber-i v â h i d i n f e r d a n l a m ı n d a kullanıldığı d a o l m u ş t u r (Şâfiî, s. 408 vd.). H â k i m en-Nîsâbûrî f e r d hadisleri anlatırken sadece ferd-i nisbîden söz etmektedir. S e n e d i n h e r h a n g i bir y e r i n d e râvinin t e k kalış şekline g ö r e h a d i s ferd-i
gar 1887).
m u t l a k ve ferd-i nisbî o l m a k ü z e r e ikiEserin ayrıca Mevlevî M u h a m m e d Re-
ye ayrılır.
şîd (Kalküta 1811) ve Mîr Şeyh b. Nûreddin
Menâ-
1792). Eser da-
or the Muhammedan
fnheritance
yapılmış
Bu şerh d e m e t i n l e birlik-
(Calcutta
and
tir (London 1869, 1890). 2. P. K u m a r Sen,
pûr 1285, 1295, 131 1; Lahor 1304, 1307, 1312, 1317). 16. G u l â m Haydar,
Translation
ha sonra A. R u m s e y t a r a f ı n d a n Al
le birlikte basılmıştır (Kalküta 1285; Kan-
rü's-Sirâc.
vjith English
nilir râviye m u h a l e f e t e t m e esasını deve m ü n k e r t e r i m l e r i f e r d ile e ş anlamlı-
leymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2 7 1 8 / 2 ; Millet Ktp., Murad Molla, nr. 1227). 12.
m ü n k e r hadislerin t a r i f i n d e d a h a güve-
Muhammed
el-Yemânî
tarafından
Farsça t e r c ü m e l e r i
(Brockelmann, GAL, I, 470; Suppi, Baillie,
el-Ferâ
'izü 's -
Ferd-i Mutlak. İbn Hacer'e g ö r e râvi-
vardır
nin t e k kaldığı kısım s e n e d i n aslı, men-
1, 651).
şei veya m ü n t e h â s ı denilen s a h â b e ve ta-
de
Sirâciyye'mn
biîn
tarafında
bulunursa
buna
ferd-i
t e b a s ı l m ı ş t ı r (Haydarâbâd 1285; Kahire
m e t n i n i ve C ü r c â n î şerhini esas a l a r a k
m u t l a k , orta kısımlarında b u l u n u r s a bu-
1303; Lahor 1313).
The Moohummudan
n a d a ferd-i nisbî denir. Ş u n u özellikle
Law
of
ce adlı bir ç a l ı ş m a y a p m ı ş t ı r Muhtasarları. 1. T a ş k ö p r i z â d e A h m e d Efendi, Telhîşü (Süleymaniye
'1 - Ferâ'izi
's -
Ktp., Yozgat,
A b d u l l a h b. Es'ad b. Ö m e r
Muhtasar
Sirâciyye
nr. 458). 2.
mirıe's-Sirâciyye
el-Kâşgarî, (Süleyma-
M a n z u m Hale Getirilmiş Şekilleri. 1. Muh a m m e d b. M e s ' û d el-Kayserî (ö. 7 5 5 /
GAL Suppi.,
(Brockelmann,
I, 651). 2. A b d u r r a h m a n - ı Câ-
m î (ö. 8 9 8 / 1492), Manzûme-i
Sirâciyye.
Ferâ'iz-i
Farsça'dır (Süleymaniye Ktp.,
Nâfiz Paşa, nr. 308). 3. D u r s u n z â d e Abdullah Feyzî (ö. 1019/1610),
Sirâciyye.
Manzûme-i
T ü r k ç e ' d i r (Süleymaniye Ktp.,
Şehid Ali Paşa, nr. 1107). 4. A b d ü l m e l i k b. A b d ü l v e h h â b el-Fettenî, Hulâsatul
râ'iz
(Manzûmetu's-Sirâciyye
(Calcutta
s-Sirâciyye
ile il-
- Fe-
fi'1-ferâ'iz)
b e l i r t m e k gerekir ki b ü t ü n
sahâbîlerin
t e n k i d dışı bırakılması (udûl) g ö r ü ş ü n d e
Keşfü'z-zunûn,
olan âlimler, onların Hz. P e y g a m b e r ' d e n
II, 1247-1250; Brockelmann, GAL, I, 470-
t e k başlarına rivayet ettikleri hadisleri
471 ; Suppi,
f e r d k a b u l e t m e m i ş l e r d i r (Tehânevî, II,
gili diğer çalışmalar için bk. I, 650-651).
1087). Âlimlerin birçoğu, h a d i s i n kaynaBİBLİYOGRAFYA:
niye Ktp., Ayasofya, nr. 2739).
1354), Nazmus-Sirâciyye
1832, 1874; el-Ferâ'izu
fnheritan-
Cürcânî, Şerhu's-Sirâciyye, İstanbul 1322; Keşfü'z-zunûn, II, 1247-1250; Serkîs, Mu cem, I, 495, 680, 1008; Brockelmann, GAL, I, 470471; Suppi, I, 650-651, 970; II, 631; Hediyyetü'l-cârifın, I, 342; II, 106, 301; A. G. Ellis, Catalogue of Arabie Books in the British Museum, London 1967, I, 50, 249; II, 248-249; Özeğe, Katalog, IV, 1582; Ahmet Özel, Hanefi Fıkıh Âlimleri, Ankara 1990, s. 58-59, 90; Seybold, "Die Breslauer Glossen zu Siwâsi's Kommentar zu Sagâwendi's Erbrecht (aifarâidlal-Sirâgije", RSO, VI (1914-15), s. 89-98; R. Paret, "Secâvendî", İA, X, 302; "Secâvendî", TA, XXVIII, 256. |—| L*
FERHAT
KOCA
ğı olan s a h â b e d e n t e k râvi kanalı ile alın a n rivayetlerin m u t l a k ve g e r ç e k f e r d sayılacağı, h a d i s i n d a h a s o n r a k i yüzyıllarda ş ö h r e t b u l m a s ı
h a l i n d e bile bu-
n u n d e ğ i ş m e y e c e ğ i , a n c a k s e n e d i n diğ e r kısımlarındaki t e f e r r ü d ü n nisbî kabul edileceği g ö r ü ş ü n ü
benimsemişler-
dir. Bir t â b i î s a h â b î d e n olan rivayetinde t e k kalıyorsa o hadisi Hz. P e y g a m b e r ' d e n n a k l e d e n b a ş k a bir s a h â b î b u l u n s a d a b u d u r u m rivayetin ferd-i m u t l a k olmasını değiştirmez. Buna örnek olarak E b û H ü r e y r e ' d e n s a d e c e E b û Sâlih es-
368 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FERDÎ S e m m â n ' ı n , o n d a n d a sadece A b d u l l a h
b u l u n m a s ı y l a d a ferd-i nisbîlik meyda-
İbnü'l-Kayserânî e t r â f t e r t i b i n e k o y m u ş
b. D î n â r ' m rivayet ettiği ve böylece se-
n a gelir. Bunların h e r birinde t e f e r r ü d
ve b u n a
n e d i n iki y e r i n d e t e f e r r ü d ü n
meydana
yalnız bir a ç ı d a n b u l u n d u ğ u için hadisin
kutnî
geldiği, " İ m a n y e t m i ş (veya altmış) kü-
b a ş k a rivayetlerinin ve isnadlarının ol-
vermiştir (nüshaları için bk. ETRÂF). 4. İbn
s u r özellikten ibarettir" (Buhârî, " î m â n " ,
m a s ı o n u n ferd-i nisbî diye adlandırıl-
Ş â h î n , el-Ehâdîsü'l-efrâd
3; Müslim, " î m â n " , 58) m e â l i n d e k i h a d i s
m a s ı n a engel teşkil e t m e z .
bi'z-Zâhiriyye, Mccmua, nr. 90/3). S. Ebü'l-
el-Etrâf
li'l-efrâd
(Etrâfül-ğarâ'ib
li'd-Dâre-
ve'iefrâd)
adını
(Dâru 1-kütü-
H a s a n A h m e d b. A b d u l l a h b.
Humeyd
kalması a n l a m ı n d a kullanılmamıştır. Ba-
b. Ruzeyk ed-Dellâl el-Bağdâdî,
el-Efrâ-
olsun h e r h a n g i bir râvinin k e n d i üstün-
z a n bir râvinin rivayetinin s e n e d
dul-ğarâ'ib
deki râviden t e k başına rivayet ettiği ha-
verilebilir. Bazı â l i m l e r İbn Hacer'in tarifinin a k s i n e , s e n e d i n n e r e s i n d e
olursa
Teferrüd t e r i m i her z a m a n râvinin t e k veya
(Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye,
m e t n i n d e k i bir değişiklik, eksiklik ve faz-
Mecmua, nr. 94, vr. 252-258; ayrıca bk.
disi ferd-i m u t l a k saymışlardır. S e n e d i n
lalık a ç ı s ı n d a n d i ğ e r râvilere m u h a l e f e t i
Sezgin, I, 220). 6. İbn Ş â z â n e l - B a ğ d â d î ,
bir y e r i n d e t e k k a l a n râvinin bir sonra-
d e t e f e r r ü d terimiyle i f a d e e d i l m i ş ve
el-Elrâd
ki t a b a k a için o hadisin y e g â n e mesne-
böyle rivayetlere ferd-i m u h â l i f adı ve-
mua, nr. 37, vr. 79-84; nr. 90, vr. 21-38).
di olacağı g ö z ö n ü n d e b u l u n d u r u l d u ğ u n -
rilmiştir.
Bezzâr'ın el-Müsned'i
d a b u g ö r ü ş ü n ferd-i m u t l a k terimiyle
Hadis u s u l ü âlimleri, bir rivayetin f e r d
anlatılmak istenen m â n a y a daha uygun
özelliği t a ş ı m a s ı n ı o n u n s a ğ l a m l ı ğ ı açı-
d ü ş t ü ğ ü söylenebilir.
kim
B u h â r î ile M ü s l i m
eserlerine
200
den t e k kalması veya diğerlerinden farklı
k a d a r f e r d ve g a r î b hadisi almışlar, ba-
o l m a s ı d e m e k t i r . B u n u n e n çok g ö r ü l e n
zı â l i m l e r d e b u rivayetleri
şekillerinden biri, hadisi s a d e c e bir şe-
hîhayn
hir veya ü l k e halkının rivayet e t m e s i d i r .
la bir araya getirmişlerdir. Ş u n u d a be-
Efrâdü'ş-Şa-
veya Garâ'ibuş-Sahîhayn
adıy-
Bir ş e h r e y e r l e ş m i ş olan râvinin yalnız
l i r t m e k gerekir ki bir h a d i s i n f e r d oldu-
o r a d a rivayette b u l u n m a s ı sebebiyle an-
ğ u n u söyleyen k i m s e , o hadisin
cak o b ö l g e d e bilinen ve "Şamlılar'ın ha-
bir tariki ve râvisi b u l u n m a d ı ğ ı n ı
disi, Hicazlılar'ın hadisi" gibi
ifadelerle
s ü r m ü ş o l m a k t a d ı r . A n c a k s a h a s ı n d a ne
anılan hadisler ortaya çıkmıştır. Bunla-
k a d a r o t o r i t e olursa o l s u n bir m u h a d d i -
ra " e f r â d ü ' l - b ü l d â n " denilir. Bu rivayet-
sin f e r d o l d u ğ u n u iddia ettiği bir hadi-
lerdeki t e f e r r ü d , bir şehir halkının di-
sin b ü t ü n senedierini bilmesi
ğ e r bir ş e h i r h a l k ı n d a n d u y m a s ı y l a ola-
değildir. B u n d a n dolayı f e r d o l d u ğ u be-
başka ileri
mümkün
bileceği gibi bir belde m e n s u b u n u n ve-
lirtilen bir h a b e r i n b a ş k a
ya halkının bir kişiden rivayetiyle de mey-
d e ğ i ş i k senedierini elde e t m e
d a n a gelebilir. Bazı beldelerin f e r d riva-
d a i m a m e v c u t o l d u ğ u n d a n böyle bir id-
yetlerinden örnekler veren H â k i m en-Nî-
dia h e r z a m a n t a r t ı ş m a y a açıktır.
s â b û r î , Hz. Ali'nin Resûlullah a d ı n a kur-
kaynaklarda ihtimali
Ferd terimi h a d i s u s u l ü n d e sadece ha-
b a n k e s t i ğ i n e dair hadisin b ü t ü n râvi-
disin sıfatı o l a r a k değil aynı
lerinin
söylemektedir
bir râvinin b a ş k a k i m s e l e r d e rastlanma-
s. 97). Değişik
y a n adının, k ü n y e veya lakabının sıfatı
k ü l t ü r m e r k e z l e r i n d e d u y u l a n hadislerin
olarak da kullanılır; bunlara "ferd mine'l-
b u b ö l g e l e r e g ö r e t o p l a n ı p t a s n i f edil-
e s m â , f e r d m i n e ' l - k ü n â , f e r d mine'l-el-
Kûfeli
(Ma'rifetü
olduğunu
c
ulûmi'l-hadîs,
zamanda
mesiyle m e y d a n a gelen h a d i s m e c m u a -
k â b " denir. Ferd isimlere Enced b. Ücey-
larına " b ü l d â n i y y e " adı verilmiştir.
yân, ferd künyelere Ebü'l-Ubeydeyn, ferd
Ferd-i nisbînin d i ğ e r bir şekli, bir hadisi m e ş h u r bir m u h a d d i s t e n sadece bir râvinin
rivayet
etmesidir. Abdullah
b.
M e s ' û d Hz. P e y g a m b e r ' e e n b ü y ü k gü-
l a k a p l a r a d a Sefine ö r n e k verilebilir.
ile T a b e r â n î ' n i n
i M u ' c e m ' l e r i n d e p e k çok f e r d h a d i s bulunmaktadır.
s ı n d a n m a h z u r l u g ö r m e m i ş l e r d i r . Nite-
Ferd-i Nisbî. Râvinin h e r h a n g i bir yön-
(Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Mec-
BIBLIYOGRAFYA: Lisânu /-'Arab, "frd" md.; Tehânevî. Keşşaf, II, 1086-1088; Buhârî, "îmân", 3; Müslim, "îmân", 58; Şâfiî, er-Risâle, s. 408 vd.; Hâkim, Ma'rifetü 'ulûmi'l-hadîs, s. 92-103; Hatîb, el-Kifâye (nşr. M. el-Hâfız et-Tîcânî), Kahire 1972, s. 223225; İbnü's-Salâh, cUlûmu l-hadîs, Beyrut 1398/ 1978, s. 41-42; Tîbî, el-Hulâşa fî uşûli'l-hadîş, Beyrut 1985, s. 51; İbn Hacer, Hadîs Istılahları Hakkında Nuhbetul-fiker Şerhi (trc. Talât Koçyiğit), Ankara 1971, s. 31-32; Sehâvî, Fethu'lmuğiş, I, 208, 219-223; Cemâleddin el-Kâsımî, Kauâ'idü't-tahdîş (nşr. M. Behçet el-Baytâr), Dımaşk 1353/1935, s. 109; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü'n-nazar, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), s. 181; Sezgin, GAS, I, 208, 210, 213, 220, 230; Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 108-110; Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul 1987, s. 56-57; Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 92-95; Robson, "Tradition from Individual", JSS, IX (1964), s. 327-340; A. Schaade, "Ferd", İA, IV, 554; H. Fieisch, "Fard", El2 (İng.), 11, 789-790. m HHİ
r
SELAHADDİN POLAT
„ FERDİ
(
"i
)
(ö. 1 1 2 1 / 1 7 0 9 )
D i v a n şairi.
L_
J
Ferd hadisleri bir araya t o p l a y a n çalışmaların belli başlıları ş u n l a r d ı r : 1. E b û
İ s t a n b u l ' d a d o ğ d u . Asıl adı Hüseyin'-
(Se-
dir. Arayıcızâde lakabıyla d a tanınır. Sa-
nâhın ne o l d u ğ u n u arka arkaya üç defa
hâvî, l, 208). Bu eser m u h t e m e l e n , o n u n
f â î M u s t a f a Efendi'nin, ilk z a m a n l a r ı n d a
s o r m u ş ve o n d a n sırasıyla şu cevapları
s a d e c e bir b ö l g e d e rivayet e d i l m i ş ha-
devlet b ü y ü k l e r i n e h i z m e t e t t i ğ i n i kay-
almıştır: "Seni y a r a t a n Allah'a ortak koş-
disleri topladığı söylenen ve
man,
fi's-sünen
çocuğunu
öldürmen,
komşunun
h a n ı m ı ile zina e t m e n d i r " . Bu hadisi Süf-
Dâvûd (ö. 275/889), Efrâdü'l-büldân
et-Teferrüd
dettiği Ferdî tahsilinden sonra çeşitli ve-
adıyla d a anılan kitabıdır. 2.
zirlere k e t h ü d â l ı k h i z m e t i n d e b u l u n m u ş -
E b ü Ya'lâ el-MevsıIÎ, el-Mefârid
c
an Re-
t u r . Daha sonra Mısır'a g i d e r e k Kahire'-
sellem.
d e m u k a b e l e c i oldu. Z a m a n l a divan hâ-
y â n es-Sevrî'den s a d e c e A b d u r r a h m a n
sülillâh
b. M e h d î rivayet e t m i ş t i r (Hâkim, s. 100).
Kırk b e ş s a h â b î ile o n bir t â b i î n i n Hz.
celeri z ü m r e s i n e dahil o l a r a k sipah kâ-
B u h a d i s i n b a ş k a isnadları b u l u n s a bile
P e y g a m b e r ' d e n t e k başlarına rivayet et-
tibi ve maliye tezkireciliği yaptı. Nite-
sallallâhu
c
aleyhi
ve
S ü f y â n es-Sevrî'den yalnız bir kişinin ri-
tikleri m u h t e l i f k o n u l a r a dair 114 hadi-
k i m t e z k i r e sahibi Safâî, Ferdî'nin mali-
vayet e t m e s i o rivayetin ferd-i nisbî sa-
si ihtiva e t m e k t e o l u p A b d u l l a h b. Yû-
ye tezkireciliğinde k e n d i s i n e selef oldu-
yılması için yeterli sebeptir.
s u f el-Cüdey' t a r a f ı n d a n y a y ı m l a n m ı ş t ı r
ğ u n u bildirir. II. M u s t a f a ' n ı n
(Dâhiye 1405/1985). 3. D â r e k u t n î , el-Fe-
nın (1695-1703) sonlarına d o ğ r u Sadra-
d e n s a d e c e birinin sika olmasıyla y a h u t
vâ'idü'l-efrâd
Kahire ve Dımaşk'-
z a m R a m i M e h m e d Paşa'nın meclisleri-
bir r â v i d e n yalnız bir râvinin
t a nüshaları b u l u n a n eseri (Sezgin, l, 208)
n e katılan şair o n u n iltifat ve teveccüh-
B u n l a r d a n b a ş k a bir hadisin râvilerinrivayette
(etraf).
saltanatı-
369
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FERDÎ BİBLİYOGRAFYA: l^tt'Avrcr I i
i-'r'siUı
İV.U^C«ö! f C s - S V } ; ^ -
iJ
'
A ğ u s t o s 1 3 9 9 ' d a isyan etti. Ayıtmış Tağ-
Safâî. Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 9583, vr. 174b176"; Belîğ, Tluhbetü'l-âsâr, s. 400-401; Şeyhî, Vekayiu7-fuzalâ, II, 470; Sâlim, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 2407, vr. 176b-177»; a.e., İstanbul 1315, s. 525-527; Müstakimzâde, Mecelletü'nNisâb, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 628, vr. 337° b ; Sicill-i Osmânî, IV, 15; Osmanlı Müellifleri, II, 70; îzâhu'l-meknün, II, 37; Karatay, Türkçe Yazmalar, II, 167-168, 265; Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 137; a.mlf., "Divan Edebiyatında Hikâye", TDAY Belleten (1967), S
rfu^iS/UJi r
Ferdî'nin
^ i../,.-' Üp-Jthfi; Hikaye-i Erdeşîr «pitiji^fre O—C/^fyJd ue Şâpûr adlı eserinin
SABAHATTIN K Ü Ç Ü K
rında m a ğ l û p etti. A y ı t m ı ş ve Tağrîberdî Dımaşk'a kaçtılar. Tenem 100 kadar emîriyle birlikte yakalandı. Ş â b a n ayında Dım a ş k ' a giren Ferec T e n e m , A y ı t m ı ş ve taraftarlarını katlettirdi; Tağrîberdî'yi ise annesi Şîrin'in aracılığı ile bağışladı. O s m a n l ı S u l t a n ı Yıldırım
Bayezid
bu
bi M e m l û k h a k i m i y e t i n d e k i bazı şehirleri ele g e ç i r m i ş t i (Ağustos 1399). Ferec D ı m a ş k ' t a b u l u n d u ğ u e s n a d a Yıldırım'a elçi g ö n d e r i p alınan yerlerin iadesini istedi. A n c a k Suriye'de bir s ü r e b e k l e d i ; herhangi cevap g e l m e m e s i n e r a ğ m e n sa-
M e m l û k sultanı
(Millet Ktp.,
n e m ' i 18 M a r t 1 4 0 0 ' d e G a z z e yakınla-
sırada Elbistan, M a l a t y a ve D â r e n d e gi-
( &> ) el-Melikü'n-Nâsır Zeynüddîn (Nâsırüddîn) Ebü's-Seâdât Ferec b. Berkuk (ö. 8 1 5 / 1 4 1 2 )
(1399-1412).
Ali Emîrî,
isyanı b a s t ı r m a k için Suriye'ye g i d e n Ferec, barış şartlarını k a b u l e t m e y e n Te-
~ı
FEREC
ilk sayfası
jbL^cfeO'i;
rîberdî, Halep ve H a m a nâibleriyle birlikt e Aralık 1 3 9 9 ' d a Kahire'ye y ü r ü d ü . Bu
vaşa cesaret e d e m e y i p Mısır'a d ö n d ü .
Manzum,
Yıldırım Bayezid d a h a s o n r a
nr. 774, vr. İ l " )
Ferec'e
7 9 1 ' d e (1389) K a h i r e ' d e d o ğ d u . Sul-
elçiler g ö n d e r e r e k T i m u r ' a karşı i t t i f a k
lerine nâil o l m u ş t u r . S â l i m ve S a f â î tez-
t a n B e r k u k ' u n b ü y ü k o ğ l u o l u p babası-
t e k l i f ettiyse d e ülkesi için b u n u n öne-
kirelerinde Ferdî'nin ö l ü m tarihi
1121
nın çeşitli sıkıntılarla karşılaştığı günler-
m i n i k a v r a y a m a y a n Ferec b u teklifi red-
( 1 7 0 9 ) o l a r a k kaydedilir. Şeyhî ve İsmâil
d e d o ğ d u ğ u için k e n d i s i n e Ferec (ferah-
detti. Bu sırada Malatya ve Ayıntab'ı zap-
Belîğ ise b u n u 1 1 2 0 o l a r a k göstermiş-
lık) adı verildi. S u l t a n B e r k u k ö l ü m dö-
t e d e n T i m u r d a h a s o n r a g ü n e y e indi ve
ş e ğ i n d e iken b a ş t a Halife
Suriye askerlerini yenilgiye u ğ r a t ı p E k i m
lerdir.
Mütevekkil-
Alellah o l m a k üzere Mısır Başkadısı Sad-
1 4 0 0 ' d e Halep'e girdi. Şehri y a ğ m a l a t a -
li, kabiliyetli ve n a z i k bir şair o l a r a k de-
r e d d i n el-Menâvî eş-Şâfiî,
r a k halkını kılıçtan geçirdi. B u r a d a
ğerlendirilmiştir.
Y û s u f el-Hanefî, İbn H a l d û n
el-Mâlikî
ve B u r h â n e d d i n
Ş u a r â t e z k i r e l e r i n d e Ferdî s o h b e t ehKaynaklar,
özellikle
Cemâleddin Kal'atül-
r ü d ü . Sultan Ferec de 8 Aralık'ta Gazze'-
birle-
cebel'e d a v e t e d e r e k o ğ l u Ferec'e b i a t
ye geldi. D ı m a ş k n â i b i T a ğ r î b e r d î şehrin
şirler. Ayrıca şiirlerinde külfetsiz bir söy-
etmelerini istedi ve d a h a ö n c e hazırladı-
uzun m ü d d e t kendini
leyişe sahip b u l u n d u ğ u ifade edilir. Onun,
ğı vasiyetnâmeyi onlara t e s l i m etti. Ber-
söyleyerek s u l t a n ı n G a z z e ' d e k a l m a s ı n ı
" G ö r ü p ân-ı r u h u n ö p t ü m elin ol şûh-ı
kuk'un 15 Şevval 801'de (20 Haziran 1399)
ve böylece T i m u r o r d u s u n u iki a t e ş ara-
f e t t â n ı n / Dahi y â d ı m d a d ı r billâh
ö l ü m ü ü z e r i n e e m î r l e r Ayıtmış'ın evinde
s ı n d a b ı r a k m a y ı tavsiye etti. Ferec ve
ç ı k m a z ol â n ı n " beyti k e n d i s i n d e n bah-
toplanarak
emîrleri T a ğ r î b e r d î ' y e
seden kaynaklarda daima
anılagelmiş-
k a r a r verdiler ve Istabl-ı Sultânî'ye da-
den dolayı bu teklifi k a b u l e t m e y e r e k 2 3
tir. A k r a n l a r ı a r a s ı n d a n a z i k t a b i a t l ı bir
v e t ettikleri Ferec'i "el-Melikü'n-Nâsır"
Aralık'ta D ı m a ş k ' a girdiler. 2 7 Aralık'ta
şair o l a r a k t a n ı n a n Ferdî dostları yanın-
unvanıyla s u l t a n ilân ettiler. B u şekilde
iki o r d u n u n
d a d a itibar sahibi idi.
Ferec, A t a b e g ü ' l - a s â k i r A y ı t m ı ş ile E m î r
m a d a T i m u r ' u n askerleri m a ğ l û p oldu.
Tağrîberdî'nin h i m a y e s i n d e M e m l û k tah-
Dımaşk yakınında Katanâ'daki muhare-
lugaz
s ö y l e m e d e ve t a r i h
düşürmede
m e ş h u r bir s a n a t k â r o l d u ğ u n d a
F e r d î ' n i n Şâpurnâme
Ferdî
a d ı n d a k i mes-
nevisiyle " E s m â ü ' l - b i l â d " m e ş h u r o l m u ş t u r . Sâlim
adlı
el-Hanbelî'yi
bir
ay k a l d ı k t a n s o n r a D ı m a ş k ü z e r i n e yü-
vasiyetnâmeyi
uygulamaya
t ı n a çıkarılmıştır. Ferec'in t a h t a çıkması, e s k i d e n
beri
birbirleriyle r e k a b e t h a l i n d e olan emîr-
b a ş k a eserlerinin d e b u l u n d u ğ u
haber
ler a r a s ı n d a k i m ü c a d e l e y i d a h a d a şid-
adıy-
detlendirdi. Başta Emîr S û d u n Tâz o l m a k
1000 beyit ci-
ü z e r e E m î r Y e ş b e g ve ö t e k i bazı emîr-
Erdeşîr
ve Şâpur
la d a t a n ı n a n Şâpurnâme
öncüleri a r a s ı n d a k i
çatış-
nildi, s a ğ k a n a t ise dayandı. Timur, ken-
onun mesnevi tarzında kaleme alınmış verilir. Hikâye-i
güvensizliklerin-
b e d e Mısır kuvvetlerinin sol k a n a d ı ye-
kasidesi
Tezkiresi'nde
savunabileceğini
disinin m e t b û k a b u l edilmesini ve yanınd a k i b ü t ü n esirlere karşılık B e r k u k zam a n ı n d a n beri Kahire'de t u t u k l u bulun a n akrabası Atalmış'ın (Atılmış) iadesini i s t e d i ; a n c a k Ferec b u teklifi r e d d e t t i .
varında o l u p divan edebiyatının t e k kah-
ler Ayıtmış'ın ü l k e i d a r e s i n d e k i
r a m a n l ı a ş k hikâyeleri a r a s ı n d a yer al-
hâkimiyetini
m a k t a d ı r . Bu eserin İstanbul k ü t ü p h a n e -
o n u n D ı m a ş k nâibi T e n e m t a r a f t a r ı ol-
t ü r l ü çareye b a ş v u r d u ğ u
lerinde çeşitli nüshaları mevcuttur (TSMK,
d u ğ u n u ve çeşitli yollarla kendilerini or-
Ferec'in k ö t ü i d a r e s i n d e n r a h a t s ı z olan
Revan Köşkü, nr. 1980, vr. l b - 3 9 a ; İÜ Ktp.,
t a d a n k a l d ı r m a y a çalıştığını ileri süre-
bazı emîrler Mısır'a d ö n e r e k yeni bir sul-
TY, nr. 3286; Millet Ktp., Ali Emîrî, Man-
rek Ferec'in a r t ı k vesâyete ihtiyacı kal-
t a n s e ç m e k istediler. B u n u n ü z e r i n e Fe-
çekemiyorlardı.
mutlak Sonunda
T i m u r ' u n Dımaşk'a g i r e b i l m e k için her bu
günlerde
zum, nr. 774). Adı bazı yerlerde "Esmâü'l-
m a d ı ğ ı n a dair bir k a r a r çıkardılar ve ka-
rec D ı m a ş k ' ı b ı r a k ı p Kahire'ye
büldân" olarak da geçen
"Esmâü'l-bi-
dılara t a s d i k ettirdiler. Ayıtmış ve müşa-
z o r u n d a kaldı. T i m u r D ı m a ş k ' ı n ileri ge-
l â d " d a (Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr.
viri T a ğ r î b e r d î Kal'atülcebel'i ele geçir-
lenlerini k a n d ı r a r a k şehre girdi ve halkın
1047) çeşitli beldeler b i r t a k ı m özellikle-
m e k istedilerse d e m a ğ l û p o l a r a k Suri-
her şeyini elinden aldı. Ferec Kahire'de
riyle ve kısaca söz k o n u s u edilir.
ye'ye kaçtılar. Orada D ı m a ş k nâibi Tenem
d u r u m a h â k i m olduktan sonra Timur'a
370 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
dönmek
FERECİK karşı t e k r a r o r d u h a z ı r l a m a y a
başladı.
emîrlere karşı bir d e f a d a h a
Suriye'ye
Osmanlılar d ö n e m i n d e (1358-1912) Türk-
Bu sırada T i m u r t e k r a r A t a l m ı ş ' ı n ser-
h a r e k e t etti. Bu o n u n yedinci ve son Su-
İslâm hayat tarzının h â k i m o l d u ğ u önem-
b e s t bırakılmasını isteyince A t a l m ı ş Su-
riye seferi oldu. 1412 yılında
li bir yer ve b ü y ü k bir k a z a merkeziydi.
Dımaşk'a
riye'ye gönderildi, T i m u r d a M a r t 1401'-
geldi, yeni D ı m a ş k n â i b i T a ğ r î b e r d î ' n i n
Bizans
d e D ı m a ş k ' t a n ayrıldı. Bu t a r i h t e n itiba-
yerinde
asmadan
" b a t a k l ı k " a n l a m ı n a gelen Vira adını ta-
ren Ferec'in emirleriyle a r a s ı n d a k i ihti-
Şeyh e l - M a h m û d î ile Nevrûz'u a r a m a y a
ş ı m a k t a y d ı . Bu a d O s m a n l ı l a r z a m a n ı n -
l â f d a h a d a arttı. Suriye'deki E m î r Şeyh
başladı. İki ordu Leccûn'da karşılaştı. Fe-
d a ö n c e Fere veya Fire, d a h a s o n r a d a
el-Mahmûdî, etrafında toplanan Cekem,
rec m a ğ l û p o l a r a k D ı m a ş k ' a d ö n d ü ve
Ferecik şeklini almıştır.
Y e ş b e g ile Trablus ve H a m a
nâiblerini
d ü ş m a n l a r ı y l a m u h a r e b e y e d e v a m etti.
de alarak Mısır'a y ü r ü d ü . Mısır o r d u s u n u
Y a n ı n d a h a l k t a n ve a s k e r d e n çok sayı-
d a n beri i s k â n a açık o l d u ğ u
A b b â s i y y e ' d e m a ğ l û p e d i p (Mayıs 1405)
da t a r a f t a r vardı. Mücadele günlerce sür-
bilgi y o k t u r . A n c a k k a s a b a o l a r a k geliş-
tavsiyelerine
kulak
hâkimiyeti
sırasında
Slavca'da
Ferecik'in b u l u n d u ğ u yerin n e z a m a n hakkında
Kahire'ye k a d a r ilerledi. A n c a k yanında-
d ü . S o n u n d a taraftarlarının d i r e n m e gü-
m e s i n i n Bizans d ö n e m i n d e gerçekleşti-
ki emîrlerin bir kısmı s u l t a n ı n t a r a f ı n a
cü t ü k e n i n c e h e r k e s o n u yalnız bıraktı.
ği bilinmektedir. 1152 yılında Bizans İm-
geçince zor d u r u m d a kalan Şeyh el-Mah-
Emîrler d e kendisini t a h t t a n
indirerek
p a r a t o r u II. Ioannes'in kardeşi lsak Kom-
m û d î ile C e k e m Suriye'ye d ö n d ü l e r .
Halife M ü s t a î n - B i l l â h ' ı s u l t a n ilân etti-
nenos'un vakfı olarak kurulan, d a h a son-
ler. Ferec 2 8 Mayıs 1 4 1 2 gecesi öldürü-
ra Osmanlı hâkimiyeti sırasında Gazi Sü-
lerek B â b ü l f e r â d i s ' t e d e f n e d i l d i .
l e y m a n Paşa Camii o l a r a k h i z m e t veren
B ü t ü n b u h a d i s e l e r d e n y o r u l a n Ferec, k e n d i s i n e s u i k a s t d ü z e n l e n e c e ğ i korku-
Panaya K o s m o s o t e i r e M a n a s t ı r ı b u r a n ı n
suyla s a l t a n a t t a n ayrılmaya k a r a r verdi
Makrîzî'ye g ö r e Ferec'in k ö t ü idaresi
ve 21 Eylül 1 4 0 5 ' t e kâtibü's-sır Sa'ded-
sebebiyle Mısır ve Suriye h a r a b e y e dön-
i s k â n ı n d a ö n e m l i bir rol oynamıştır. XIV.
din İbn G u r â b ' ı n evinde gizlendi. Yerine
d ü . Tarihçilerin zalim, sefih ve ayyaş ola-
yüzyılın ilk yarısındaki B i z a n s iç savaş-
kardeşi Abdülazîz
r a k tanıttıkları Ferec z a m a n ı n d a T i m u r
ları sırasında yöredeki köylerin halkının
b ü t ü n Suriye'yi y a k ı p yıktı, b ü y ü k kat-
etrafı s a ğ l a m duvarlarla çevrili b u ma-
"el-Melikü'l-Mansûr"
unvanıyla t a h t a çıkarıldı. A n c a k
emîrler
l i a m l a r d a b u l u n d u . O n u n d e v r i n d e kıtlık
nastıra s ı ğ ı n m a s ı ve yerleşmesi
1 4 0 6 ' d a Ferec'i y e n i d e n hü-
ve pahalılık halkı kırıp geçirdi, ü l k e n i n
cu b u r a s ı bir k a s a b a o l a r a k g e l i ş m e y e
idaresinden m e m n u n 17 K a s ı m
bunun
olmayan
sonu-
k ü m d a r l ı ğ a getirdiler. Ferec emîrler ara-
i m a r ı i h m a l edilirken h a l k a ğ ı r vergiler
b a ş l a m ı ş t ı r . Buraya y ö n e l i k ilk T ü r k akı-
s ı n d a görev değişiklikleri y a p a r a k idare-
a l t ı n d a ezildi ve ahlâksızlık yaygınlaştı.
nı, 1 3 4 2 - 1 3 4 3 kışında A y d ı n o ğ l u U m u r
d e bazı t e d b i r l e r aldıysa d a e m î r l e r ara-
Bu y ü z d e n h a l k Ferec'in
sındaki ihtilâflar y ü z ü n d e n
Suriye'deki
â d e t a bir k u r t u l u ş gibi karşıladı. Ferec,
isyanlar t e k r a r başladı. 21 M a r t 1 4 0 7 ' d e
saltanatı boyunca süren b u k a r g a ş a için-
k i m aynı z a m a n d a tarihçi o l a n İmpara-
C e k e m "el-Melikü'l-Âdii" unvanıyla Ha-
d e sadece Kâbe'nin y a n a n kısımlarını ta-
tor Ioannes Kantakuzenos'un
lep'te s a l t a n a t ı n ı ilân etti. D ı m a ş k nâibi
m i r ettirebildi, M ı s ı r ' d a d a bir c a m i ile
1 3 5 3 ' t e Ferecik'e geldiği b i l i n d i ğ i n e gö-
Nevrûz d a o n a bağlılığını bildirdi. Ferec
m e d r e s e yaptırdı.
re o sıralarda k a s a b a n ı n B i z a n s idare-
Cekem üzerine sefere hazırlanırken o n u n  m i d ' d e A k k o y u n l u H ü k ü m d a r ı Karayül ü k ile y a p t ı ğ ı bir m u h a r e b e d e
öldüğü,
N e v r û z ' u n d a s u l t a n a i t a a t a r z e t t i ğ i haberini aldı. Daha sonra da Nevrûz ve Şeyh e l - M a h m û d î ' n i n k e n d i s i n e karşı isyanları veya birbirleriyle olan
mücadelele-
riyle m e ş g u l oldu. Mayıs 1 4 0 9 ' d a Şeyh e l - M a h m û d î ü z e r i n e y ü r ü y e n Ferec Sarh a d ' d a o n u m a ğ l û p e t t i ; f a k a t Tağrîberdî'nin aracılığı ile a f f e d i p Trablus nâibliğ i n e g ö n d e r d i . S u r i y e ' d e Şeyh el-Mahm û d î ve Nevrûz i t t i f a k ı n d a n endişe eden Halep n â i b i T i m u r t a ş
Ferec'e
mektup
y a z a r a k acele Suriye'ye h a r e k e t etmesini, aksi t a k d i r d e ü l k e n i n elden çıkabile-
öldürülmesini
Kalkaşendî, Me'âşirü'l-inâfe, II, 191-194, 203-225; Makrîzî, Kitâbü's-Sülük, Kahire 1972, İV/1, s. 84-226; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmuzzâhire, XII, 168-331; XIII, 43-152; a.mlf., elMenhelü's-sâfî, III, 146-149; IV, 37-40; İbn Hacer, İnbâ'ul-ğumr, IV, 26-208; V, 548-822; İbn Arabşah, °Acâ'ibü'l-makdür (nşr. Ahmed Fâiz), Beyrut 1407/1986, s. 225 vd.; İbn İyâs, Bedâ'i'u'z-zühür, 1/2, s. 536 vd.; Şevkânî, elBedrü't-tâli', II, 26-27; Ziriklî, el-A'lâm, I, 340341; M. C. Şahabeddin Tekindağ, Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı, İstanbul 1961, s. 4, 113, 143; Ömer b. Fehd, İthâful-verâ, Mekke 1984, III, 423, 428, 437, 448, 462, 466; İsmail Yiğit, Siyast-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi: Memlükler, İstanbul 1991, s. 106-109; M. Sobernheim, "Ferec", İA, IV, 554-555; J. VVansbrough, "Faradj", El2 (İng.), II, 781-782.
ceğini bildirdi. Ferec 31 A ğ u s t o s 1410'd î ve Nevrûz ise o n u n l a
S
ASRI
ÇUBUKÇU
karşılaşmadan
Kahire'ye y ü r ü d ü l e r . Kai'atülcebel'i
dü-
ş ü r m e k ü z e r e iken Mısır kuvvetleri yetişince Şeyh e l - M a h m û d î ve Nevrûz Suriye'ye d ö n d ü l e r . D ı m a ş k ' t a b u l u n a n Fe-
Kahire'ye d ö n d ü . Emîrler b u n u f ı r s a t bilerek a n l a ş m a y ı
b o z d u l a r ve
şartların
a k s i n e t a s a r r u f l a r a başladılar. Ferec âsi
de
1 3 5 2 ve
zenos
eserinde,
tahttan
feragatinden
sonra 1355'te halefi V. Ioannes Palaiolog o s d ö n e m i n d e b u r a n ı n a r t ı k bir man a s t ı r o l m a k t a n çıktığını ve bazı "vahşi köylülerin" y a ş a d ı ğ ı bir yer haline geldiğini y a z a r (Historia, III, 310). Kasabanın Osmanlı idaresine geçiş tarihi t a m olarak b i l i n m e m e k l e birlikte buranın O r h a n Gazi'nin o ğ l u S ü l e y m a n Paşa t a r a f ı n d a n R u m e l i ' d e ilk f e t h e d i l e n yerlerden biri o l d u ğ u , b u n u n d a
1357
veya 1 3 5 8 ' d e gerçekleştiği t a h m i n edilmektedir.
İlk
Osmanlı
O r u ç Bey t a r i h i n d e
kroniklerinden
Ferecik'in
Dimeto-
k a ' n ı n f e t h i n d e n h e m e n sonra, Filibe ve Eski Z a ğ r a ' d a n önce, yani
1359-1363
yılları a r a s ı n d a Evrenos Bey t a r a f ı n d a n Keşan ve İpsala ile birlikte ele geçirildi-
F
FERECİK
n
ği belirtilir. Hoca S â d e d d i n E f e n d i , Kât i b Çelebi ve M ü n e c c i m b a ş ı
Y u n a n i s t a n ' ı n Trakya kesiminde b u g ü n Ferai adıyla a n ı l a n eski bir O s m a n l ı kasabası.
ise f e t h i n
7 7 4 ' t e (1372-73) gerçekleştiğini yazarlar. XVI. yüzyıl tarihçilerinden Hadîdî 7 5 8
rec y i n e T a ğ r î b e r d F n i n ricası ile onları bazı şartlarla b u d e f a d a b a ğ ı ş l a d ı ve
gerçekleştirilmişse
s i n d e o l d u ğ u a n l a ş ı l m a k t a d ı r . Kantaku-
BİBLİYOGRAFYA:
d a Suriye seferine çıktı. Şeyh el-Mahmû-
Bey t a r a f ı n d a n
b u n d a n bir s o n u ç a l ı n a m a m ı ş t ı r . Nite-
(1357), Nişancı M e h m e d Paşa 7 5 9 (1358) Meriç nehrine b a k a n bir t e p e d e ve bu-
tarihlerini verirler. Âlî d e 7 5 9 (1358) ta-
g ü n D e d e a ğ a ç ' t a n (Alexandropolis) Türki-
rihinde b u r a n ı n ele geçirildiğini kayde-
ye sınırında İpsala'ya u l a ş a n otoyol üze-
der. M u h t e m e l e n
rinde b u l u n a n
gerçeği y a n s ı t m a k t a ve S ü l e y m a n Paşa'-
k ü ç ü k bir k a s a b a
olup
bu sonuncu
tarihler
371 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FERECİK nin ö l ü m ü n d e n az ö n c e f e t h i n t a m a m -
Bizans d ö n e m i n e ait bu su yolu m u h t e -
landığı d ü ş ü n ü l m e k t e d i r . N i t e k i m Fere-
m e l e n XIV. yüzyılın b a ş l a r ı n d a k i
cik'teki kiliseyi c a m i y e çeviren S ü l e y m a n
iç savaşları sırasında yıkılmış ve Osman-
g ö r e burası yedi mahalleli, 5 0 0
Paşa b u r a y a vakıf t a h s i s i n d e b u l u n a m a -
lılar z a m a n ı n d a y e n i d e n yapılmıştır. Os-
bir k a s a b a d u r u m u n d a
manlılar'ın inşa ettiği su kanalları XVIII.
n ü f u s kalenin a ş a ğ ı s ı n d a k e n a r m a h a l -
dan vefat etmiştir. Süleyman kiliseyi
camiye
çevirmesiyle
Paşa'nın ilgili
halk
a r a s ı n d a söylenegelen hikâyeler ise ol-
Bizans
yüzyılda y e n i l e n m i ş s e d e z a m a n l a
XVII. yüzyılda Ferecik h a k k ı n d a en geniş bilgiyi Evliya Çelebi v e r m e k t e d i r . Ona olup
hâneli
hıristiyan
ha-
lelerde o t u r u y o r d u . Evliya Çelebi'nin fe-
r a p h a l e gelmiştir. B u g ü n m e v c u t kay-
tih sırasında yıkıldığını belirttiği kalenin
d u k ç a eskidir. Ferecikli olan Osmanlı şair
n a k l a r d a , halen a y a k t a olan O s m a n l ı su
b ü y ü k b ö l ü m ü B. de la Broquiere'e gö-
ve tarihçisi Hadîdî, 9 0 6 ' d a
kanallarının Bizans yapısı o l d u ğ u belir-
re 1 4 3 3 ' t e a y a k t a idi. Ayrıca Evliya Çe-
S ü l e y m a n Paşa C a m i i ' n i n m i n a r e s i n d e k i
tilir. Ferecik'in a ş a ğ ı k e s i m i n d e
lebi
kitâbeyi k a l e m e a l m ı ş ve 1 5 1 6 ' d a Sü-
Kalesi yıkıntıları ü z e r i n d e yer a l a n eski
(1500-1501)
l e y m a n Paşa vakıflarının nâzırı
Bizans
burada
Süleyman
Paşa,
Şehzade
M û s â Çelebi ve İ b r â h i m A ğ a camileri ya-
olmuş-
bir O s m a n l ı h a m a m ı d a b u g ü n ayakta-
nında
t u r (BA, TD, nr. 77, s. 442). H a d î d î Tevâ-
dır. Burası 1455 tarihli d e f t e r d e adı ge-
eder, b e ş d e h a n ı n b u l u n d u ğ u n u
rih-i Âl-i
Osmân
dört
mescidin
varlığından
söz belir-
adlı eserinde halk ara-
çen  h î T u r h a n H a m a m ı olmalıdır. Bu-
tir. Bu d u r u m k a s a b a n ı n , A d r i y a t i k sa-
s ı n d a söylenen h i k â y e n i n en eski yazılı
ranın çifte su d e p o s u (konteyner) Çelebi
hillerinden başlayıp İstanbul'a u z a n a n Via
versiyonunu v e r m e k t e d i r . B u n a g ö r e Fe-
M e h m e d ' i n su kanallarıyla irtibatı olma-
E g n a t i a denilen a n a yol ü z e r i n d e ö n e m -
recik'te b ü y ü k bir m a n a s t ı r vardı, bura-
dığını, s u y u n u Meriç'ten aldığını d ü ş ü n -
li bir k o n a k l a m a yeri o l d u ğ u n u gösterir.
sı d i ğ e r yerlerdekilerden çok d a h a bü-
d ü r m e k t e d i r . Bu d u r u m h a m a m ı n d a h a
Hanların en b ü y ü ğ ü 1. A h m e d ' i n z e n g i n
y ü k t ü ; b u m a n a s t ı r camiye çevrilince Or-
eski bir t a r i h t e , XIV. yüzyılın ikinci yarı-
defterdarı Ekmekçizâde A h m e d
han Gazi adına Rumeli yakasında ilk hut-
sında y a p ı l m ı ş o l d u ğ u n u ortaya
ya aitti. A h m e d
be b u r a d a o k u n m u ş t u (s. 77-79).
B u r a d a yer a l a n T ü r k üçgenleri d e b u
sırada k a s a b a d a f a a l olan t e k h a m a m ı n
hususu doğrular.
d a bânisiydi. Âhî Turhan H a m a m ı ise kul-
O s m a n l ı h â k i m i y e t i n d e Ferecik k ü ç ü k bir k a s a b a d u r u m u n d a kaldı. Ferecik'i 1 4 3 3 ' t e iki d e f a g ö r e n B e r t r a n d o n
de
koyar.
1 5 0 0 yılı civarında, II. M e h m e d ve II. Bayezid devri devlet a d a m l a r ı n d a n Ha-
la Broquiere, Vira adıyla a n d ı ğ ı kasaba-
d ı m S ü l e y m a n P a ş a Ferecik Camii vak-
nın vaktiyle g ü z e l bir kalesi b u l u n d u ğ u -
fını genişletti ve bazı t a m i r a t l a r d a bu-
nu, f a k a t ş i m d i bazı yerlerinin h a r a p hal-
l u n d u . Bu t a m i r a t l a r ı g ö s t e r e n ve Hadî-
d e o l d u ğ u n u , c a m i y e d ö n ü ş t ü r ü l e n kili-
dî'ye a i t olan yeni m i n a r e üzerindeki 9 0 6
seyi g ö r d ü ğ ü n ü , kale e t r a f ı n d a g e n i ş bir
(1500-1501) tarihli k i t â b e Evliya Çele-
s a h a d a k a s a b a n ı n u z a n d ı ğ ı n ı ve b u r a d a
bi'nin kaydı ile b u g ü n e u l a ş m ı ş t ı r (Seya-
T ü r k ve R u m ahalinin y a ş a d ı ğ ı n ı yazar.
hatname,
VIII, 78). Ferecik 1 5 1 6 ' d a d a h a
K a s a b a n ı n n ü f u s d u r u m u n u ve fizikî ya-
önceki n ü f u s yapısını d a k o r u m u ş t u r . Bu
pısını a y d ı n l a t a n en eski O s m a n l ı kay-
t a r i h t e 179 m ü s l ü m a n , o t u z sekiz de hı-
nağı
Bu
ristiyan h â n e m e v c u t t u (toplam 1000 ki-
d e f t e r e g ö r e Ferecik'te 2 1 5 m ü s l ü m a n ,
şi). 1 5 2 8 ' d e n ü f u s t a nisbî bir a z a l m a ol-
elli sekiz hıristiyan h â n e o l m a k
üzere
d u . M ü s l ü m a n h â n e sayısı 135, hıristi-
t o p l a m 2 7 3 h â n e (yaklaşık 1200 kişi) var-
y a n h â n e sayısı ise o t u z sekiz idi (top-
dı. Ayrıca b u sıralarda k a s a b a d a bir ca-
lam 850 kişi). 1553'te burayı g ö r e n Fran-
m i , bir m e s c i d , bir zâviye, bir
hamam,
sız seyyahı Pierre Belon k a s a b a y ı Vire
bir k e r v a n s a r a y
Kervan-
adlı bir kalenin a ş a ğ ı s ı n d a iyi bir mevki-
sarayı ve h a m a m ı y a p t ı r a n Âhî Turhan'ın
de, etrafı yer yer h a r a p o l m u ş eski bir
zâviyesi d e
Paşa
duvarla çevrili g ü z e l bir yer o l a r a k a n a r ;
a d ı n a ise h e r h a n g i bir v a k ı f kaydı yok-
ayrıca nehir kıyısındaki bir iskeleden ve
t u . C a m i n i n b a k ı m ı ve h i z m e t l i m a a ş l a r ı
Meriç'te g e z e n t e k n e l e r d e n d e söz eder.
1 4 5 5 tarihli
icmal defteridir.
bulunuyordu.
mevcuttu. Süleyman
için Ferecik kadısının v a k f ı n d a n t a h s i s a t
1 5 7 0 ' e d o ğ r u Ferecik'in n ü f u s u n d a bir
ayrılmıştı; c a m i h i z m e t l i l e r i n d e n
artış m e y d a n a g e l d i ; b u t a r i h l e r d e 281
imam,
m ü e z z i n , h a t i p ve d ö r t c ü z h a n m m a a ş -
h â n e m ü s l ü m a n , kırk sekiz h â n e hıristi-
ları v a k f a bağlı Aya İrini Viranı vergi ge-
y a n vardı (toplam 1580 kişi). Aynı şekil-
lirlerinden sağlanıyordu. Çelebi M e h m e d
d e 1 5 9 5 - 1 6 0 3 yıllarında 3 0 0 m ü s l ü m a n
devrinde 1413-1421 a r a s ı n d a çevredeki
h â n e , yirmi
iki hıristiyan
hâne
olmak
d a ğ l a r d a n kasabaya su getirilmişti. 1555
üzere t o p l a m
tarihli t a m i r kayıtlarını ihtiva e d e n def-
t u r (yaklaşık 1560 kişi). XV. yüzyılın or-
t e r e g ö r e su kemerleri y a p ı l m ı ş ve bun-
t a l a r ı n d a n XVII. yüzyıl başlarına
lar t a m i r g ö r m ü ş t ü (BA, MAD, nr. 55, s.
geçen s ü r e z a r f ı n d a k a s a b a n ı n
h â n e sayısı 3 2 2
içinde m ü s l ü m a n h â n e sayısı artış gös-
lerinden ikisi b u g ü n hâlâ ayaktadır. Bun-
m a m e y d a n a gelmiştir. 1 5 7 0 ile
lar Louis P e t i t ' n i n yayımladığı m a n a s t ı r
verileri d i k k a t e alınırsa
v a k ı f n â m e s i n d e (Typikon) bahsedilen XII.
ların k ı s m î d e olsa rol oynadığı söylene-
yüzyıla a i t yapının yerini a l m ı ş olmalıdır.
bilir.
Kâtib
Çelebi ise ç o k kısa b a h s e t t i ğ i Ferecik'in bir camii ile altı h a n ı o l d u ğ u n u
yazar.
Aynı şekilde Fransız seyyahları
Robert
d e Dreux 1 6 6 9 ' d a , Paul Lucas d a 1714't e Virra adıyla andıkları Ferecik hakkınd a g e n i ş bilgi vermezler. B a r o n Felix d e B e a u j o u r 1 8 1 7 ' d e Ferecik'ten E d i r n e ve İstanbul'a g i d e n yol ü z e r i n d e 2 - 3 0 0 0 kişilik önemli bir k a s a b a şeklinde söz eder. Daha
sonraki
seyyahların
yazdıklarına
g ö r e Ferecik g i d e r e k g e n i ş l e m i ş , f a k a t hiçbir z a m a n b ü y ü k bir yerleşim
alanı
hüviyetini k a z a n m a m ı ş t ı r . A m i B o u e burayı, 1854'te 3 0 0 0 veya 4 0 0 0 kişilik Türk ve Y u n a n n ü f u s a s a h i p açık bir k a s a b a olarak tasvir ederken A. Viquesnel 1868'de bir camii, birçok hanı ile 7 0 0 - 8 0 0 hanelik bir k a s a b a d u r u m u n d a
bulundu-
ğ u n u yazar. 1310 ( 1 8 9 2 - 9 3 ) tarihli Edir-
ne
Salnamesi'nde
kasabada
iki
cami
Süleyman Pasa tarafından camiye çevrilen Kosmosoteira Kilisesi - Ferecik / Yunanistan
kadar
t e r i r k e n hıristiyan h â n e sayısında azal-
o
dışında
iki m e d r e s e , iki d e t e k k e vardı.
nüfusu
126-127). İlk d ö n e m O s m a n l ı mimarisi-
bunda
lanılmaz d u r u m d a y d ı . Bunların
olmuş-
nin b ü t ü n özelliklerini taşıyan su kemer-
Paşa'-
Paşa aynı z a m a n d a
1595 ihtida-
572 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
« Î . J
•
FEREZDAK (Süleyman Paşa ve Hamza Çavuş), bir mes-
kitâbeye göre bu t ü r b e 1098'de (1686-
cid ve dört tekke (Şeyh Sinan, Şeyh Alâ-
87) kubbeli yapılmıştır. Yıllardan beri do-
eddin, İbrâhim Baba ve Süleyman Baba)
m u z ahırı olarak kullanılmakta olan tür-
olduğu belirtilir. 1319 (1901-1902) ta-
be bölge halkınca tekke adıyla anılmak-
rihli Edirne
tadır. Ferecik'te yetişen en önemli şah-
salnâmesi 3500 m ü s l ü m a n nüfusa ilâve olarak 300 Rum ve 300 Bulgar'ın Ferecik'te ikamet ettiğini yazmaktadır. Ayrıca cuma namazı kılınabilecek üç caminin yanı sıra bir kilise ve 100 de d ü k k â n vardı. Rus asıllı Bizans tarihçisi T. H. Ouspensky 1907'de Ferecik'te çoğ u n l u ğ u n Türkler'den oluştuğunu, çok az sayıda Yunan ve Bulgar bulunduğunu belirtir. G. Lampusiades 1920'de, 1912 Balkan savaşları öncesinde Ferecik'te 600 hâne Türk, 160 Rum ve on hâne Bulgar'ın b u l u n d u ğ u n u kaydetmiştir. Balkan savaşları ve 1912-1919 Bul-
FEREZDAK ( ) Ebû Firâs Hemmâm b. Galib b. Sa'saa et-Temîmî (ö. 114/732)
siyet Osmanlı şair ve tarihçisi Hadîdî'-
Emeuîler devrinde eski üslûbu devam ettiren üç büyük hiciv şairinden biri.
dir. Hadîdî burada doğdu ve hayatı boyunca bu kasabada yaşadı, kadılıkta bulundu, Gazi Süleyman Paşa Vakfı nâzın olarak görev yaptı. Ayrıca şair ve sanat tarihçisi Rıfkı Melül Meriç de burada
20 (641) yılında Basra yakınındaki Kâzıme'de varlıklı, kültürlü, cömert ve nü-
d o ğ m u ş t u r (1901).
fuzlu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya
BIBLIYOGRAFYA : İcmal Defteri, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, M. Cevdet, nr. 0.89, s. 69; BA, TD, nr. 77, s. 442, 488; nr. 370, s. 43, 49; nr. 494, s. 278-285; nr. 648, s. 513-518; BA. MAD, nr. 55, s. 126-127; B. de la Broquiere, Le Voyage
d'outremer (ed. Ch. Schefer), Paris 1892, s. 179-
geldi. Babası ona, amcasının da adı olan Hemmâm isminin küçültmeli şekliyle Hümeym diye hitap ederdi. Yüzü veya alt dudağı somuna benzediği için kendisine bu anlama gelen "Ferezdak" lakabı verilmiş ve bu lakapla tanınmıştır. Aile-
gar işgali sırasında Ferecik çok tahriba-
180; Kantakuzenos, Historia,
ta uğradı. Bu sırada m ü s l ü m a n ailelerin
310; Oruç b. Âdil, Teuârîh-i Âl-i Osmân, s. 17 si Temîm kabilesinin Mücâşi' kolundanvd.; Hadîdî, Teuârth-i Âl-i Osman (1299-1523) dır. Dedesi Sa'saa b. Nâciye sahâbî ol-
çoğu kasabayı terketti ve İslâmî yapıların hemen hepsi yıkıldı. Gazi Süleyman Paşa Camii kiliseye çevrildi. Son olarak II. Abdülhamid tarafından 1317'de (18991900) bakımı yaptırılan Osmanlı hat ve süslemeleri yok edildi. 1919 Ekiminden 1920 Mayısına kadar Ferecik müttefikler adına İtalyan askerlerince, 1920 Haziranından itibaren de Yunanlılar'ca işgal edildi ve bu fiilî d u r u m 1923 Lozan Antlaşması ile hukuken tanınmış oldu. 1920 Yunan n ü f u s sayımında kasabada 122 kişi vardı. Göç eden Türk ve Bulgarlar'ın yerine Türkiye sınırları içerisinde kalan yerlerden ve özellikle Trakya'dan gelen Rumlar yerleştirildi. XVI. yüzyılda Rumeli beylerbeyiliğinin sağ kolunu teşkil eden dokuz kazadan biri olan Ferecik bu d u r u m u n u uzun süre korudu. 1860'larda bir liman şehri olarak Dedeağaç'ın kurulup geliştirilmesi, ticarî yönden olduğu gibi idarî bir merkez olarak da Ferecik'in önemini azalttı. 1875-1878 Edirne salnâmelerine göre Ferecik Edirne sancağına bağlı altmış altı köye sahip bir kaza merkeziydi. 1884'ten sonra sadece dokuz köyü olan, Dedeağaç sancağına bağlı bir nahiye derecesine düştü.
1920'den sonra Ferecik
eski nüfus sayısına ulaştıysa da büyük ve modern bir liman şehri olan ve aynı z a m a n d a endüstri merkezi haline gelen Dedeağaç'ın gölgesinde kaldı. 1961'de m ü s l ü m a n birkaç çingene hariç t a m a m ı R u m 4600 nüfusa sahipti. 1981 sayımına göre nüfusu 9000 civarındaydı. Bugün Ferecik'te Âhî Turhan Hamamı'nın ve Osmanlı su kanalının kalıntıla-
Bonn 1832, III,
(nşr. Necdet Öztürk), İstanbul 1991, s. 77-79;
makla beraber babası Gâlib Hz. PeygamP. Belon, Les Obseruations de ptusieurs singuber'i göremediği için m u h a d r a m û n * larites et choses memorabtes trouuees en Gredan sayılır. Basra'nın kurulmasından sonce, Paris 1554, s. 141; Küçük Nişancı Mehmed Paşa, Târih, İstanbul 1290, s. 103; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, VIII, 77-79; R. de Dreux,
Voyage en Turquie et en Grece (ed. H. Pernot), Paris 1925, s. 86-87; P. Lucas,
Voyage
du SieurP. L. fair en 1714, Amsterdam 1790, I, 27, 47; F. de Beaujour, Voyage militaire dans TEmpire ottoman, Paris 1829, s. 236; A. Boue, Requeii d'itineraires dans la Turquie dEurope, Wien 1854, s. 105-106; A. Viquesnel,
Voyage
dans la Turqule d'Europe, description physique et geologigue de la Thrace, Paris 1868, I, 161; I. Altinov, La Thrace interalliee, Sofia 1921, s. 4, 15; H. J. Kissling, Beitrâge zur Kenntnis Thrakien im i 7. Jahrhundert, Wiesbaden 1956, s. 85-86; C. Asdracha, La Region des Rhodopes aux Xlll e et XIV e siecles, etüde de geographie historique, Athen 1976, s. 124-130; H. J. Kornrumpf, Die Territorialuerıvaltung im östllchen Teli der Europâischen Türkei (18641878), Freiburg 1976, s. 264-265; S. Sinos, Die
Klosterkirche der Kosmosoteire in Bera (Vira), München 1985; P. Soustal, Tabula Imperii Byzantine VI, Thrakien, Wien 1991, s. 200-201; Ch. Bakirtsis — D. Triantaphyllos, Thrace, Athens 1990, s. 62-68; Machiel Kiel. "Remarks on some O t t o m a n - Turkish A q u e d u c t s a n d Water S u p p l y Systems i n the Balkans. Kavalla, Chalkis, Levkas a n d Ferai/Ferecik",
Gâlib cömertliğiyle tanınan bir kimseydi. İlme meraklı, zeki, hâfızası güçlü bir çocuk olan Ferezdak ilk öğrenimini böyle bir o r t a m d a yaptı. Bir râvi ve a h b â r * âlimi olan dedesi Sa'saa onun eğitimiyle yakından ilgilendi. Ferezdak, şairi bol bir m u h i t t e bir bedevî genci gibi yetişerek küçük yaşta şiire başladı. On beş yaşında iken babası oğlunu Basra'ya götürerek Hz. Ali'nin huzurunda şiirlerini okumasını sağladı. Hz. Ali, duygu ve düşüncesinin gelişip zenginleşmesi için ona Kur'an öğretilmesini tavsiye etti. Bu ziyaretin şair üzerinde önemli etkisi old u ğ u ve şiirlerinde görülen Ehl-i beyt sevgisinin buradan geldiği anlaşılmaktadır. Halife Muâviye b. Ebû Süfyân aleyhinde yazdığı bir şiir sebebiyle Muâviye'nin üvey kardeşi Ziyâd b. Ebîh'in düşmanlığını kazandı. Ziyâd'ın Irak valisi olmasından (45/665) beş yıl sonra Basra'dan kaçarak Hicaz'a gitti ve Medine Va-
De Turcicis Alissque Rebus, Commentarii Henry Hofman dedicati (— Utrechtse Turkologische Reeks No 3), (ed. Marc van Damme),
lisi Saîd b. Âs'ın himayesine girdi. Fakat
(Jtrecht 1992, s. 105-139; G. Lampusiades, "Odoiporikon", Thrakika, sy. 3 (1932), s. 172173; J. Schulze, " N e u g r i e c h e n l a n d . E i n e Land e s k u n d e O s t m a k e d o n i e n s u n d Westthra-
yâd'ın vefatı üzerine tekrar Basra'ya dön-
bir süre sonra Mervân b. Hakem Medine valisi olunca şehirden çıkarıldı. Zid ü ve onun ö l ü m ü n d e n d u y d u ğ u sevinci şiirleriyle dile getirdi. Haccâc'a bağlılığı-
kiens", Petermanns Mitteilungen, sy. 233, Got-
nı gösteren şiirlerle Haccâc ve oğlu için
ha 1937, s. 89, 229, 401; Ekrem Hakkı Ayverdi, "Gaazî S ü l e y m a n Paşa Vakfiyesi ve Tahrir Defterleri", VD, VII (1968), s. 19-28; Necdet Öztürk, "Ferecik'in S ü l e y m a n Paşa Tarafın-
kaleme aldığı mersiyelerdeki
dan Fethine Dair", Türklük Araştırmaları Der-
duygula-
rında samimi olmadığı söylenebilir. Uzun bir ö m ü r süren Ferezdak genellikle dinî vecîbelere karşı ilgisiz kalmış,
gisi, IV, İstanbul 1989, s. 135-145.
hayatının sonuna kadar içkiye ve eğlen-
rının yanı sıra Bektaşî şeyhi İbrâhim Baha'nın türbesi bulunmaktadır. Mevcut iki
ra 14 (635) yılında Kâzıme'ye yerleşen
H
MACHIEL
KIEL
ceye olan d ü ş k ü n l ü ğ ü devam etmiştir.
373 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FEREZDAK A n c a k b a b a s ı n d a n devraldığı cömertlik
nemine ait çok güzel tasvirler ihtiva eden
saydı A r a p ç a ' n ı n üçte biri giderdi" de-
hasletini ö m ü r boyu s ü r d ü r m ü ş t ü r . Öte
bu şiirler sadece iki şair arasında kalan
miştir. Cerîr, oğlu İkrime'ye en b ü y ü k
y a n d a n şeytanı hicveden şiirinde ortaya
basit bedevî hicvi olmakla k a l m a m ı ş , ay-
şairin Câhiliye devrinde Züheyr b. Ebû
k o y d u ğ u gibi z a m a n z a m a n
nı z a m a n d a iki şairin m e n s u p
hayatında
olduğu
S ü l m â , İslâmî d ö n e m d e ise Ferezdak ol-
dindarlık dönemleri g ö r ü l m ü ş s e de bun-
kabileler arasında cereyan eden tarihî
ların p e k u z u n s ü r m e d i ğ i anlaşılmakta-
ve edebî birer m ü n a z a r a haline gelmiş-
Ferezdak'ın şiiri b ü y ü k ölçüde Câhiliye
dır. Hayatının sonlarına d o ğ r u şair Tı-
tir. Kırk yıl k a d a r süren b u y a r ı ş m a d a
şiirinin etkisinde olup â d e t a yerleşik ha-
r ı m m â h ' l a (ö. 125/743) g ö r ü ş t ü ğ ü kay-
şairlerden hiçbiri diğerine ü s t ü n l ü k sağ-
yattan etkilenmemiş bir bedevî şiiri gibi-
dedilmektedir.
layamamıştır. Ferezdak'ın kasideleri ara-
dir. Güçlü yapısı, akıcı üslûbu, belâgat ve
sında en m e ş h u r olanı, içinde Abdülme-
fesahati ile kendine has bir tarzı vardır.
ğ ü ve ö l ü m ü m ü n a s e b e t i y l e kendisi için
lik b. Mervân'ı d a m e t h e t t i ğ i 125 beyit-
A n l a m derinliği sebebiyle şiirini şerhe-
mersiye söyleyen Cerîr'in de o n d a n altı
t e n m e y d a n a gelen, bir nesîble (gazel)
denler arasında farklılıklar görülür. Teş-
ay sonra v e f a t e t t i ğ i n e dair rivayetler
başlayan ve çok başarılı m e d i h , f a h r ve
bih, mecaz, kinaye gibi sanatları ustaca
b u l u n m a k l a birlikte (meselâ bk. Ebu l-
hiciv örnekleri ihtiva eden kasidesidir.
Ferezdak'ın
110 (728) yılında
öldü-
d u ğ u n u söylemiştir (a.g.e., 1, 64-65).
kullanmış, ifadelerinde îcâzı tercih e t m i ş
Ferec el-İsfahânî, VIII, 93; XXI, 286, 390,
Ferezdak'ın Câhiliye d ö n e m i şiirine çok
ve garîb (nadir) kelimeleri hissettirmeden
391, 392: Yâküt, XIX, 302) Ebü'1-Ferec el-
benzeyen methiyeleri genellikle gazelle
k u l l a n m a y a çalışmıştır. Şairleri birbirine
İsfahânî,
günü"
başlar, h a r a b e (talel) ve deve tasviri, öv-
karşı t a h r i k e t m e k t e n hoşlanan
ile (112/730) ilgili şiirleri b u l u n d u ğ u n u
d ü ğ ü kişiye k a v u ş m a k isterken karşılaş-
Valisi Bişr b. Mervân, Ferezdak, Cerîr ve
belirterek
Ferezdak'ın
"Kâzıme
Basra
olduğunu
tığı güçlüklerin anlatımıyla d e v a m eder.
Ahtal'ın h u z u r u n d a b u l u n d u k l a r ı bir sı-
ve o n u n 114 (732) yılında ö l d ü ğ ü n ü bir
En çok methiyeyi, kendileriyle iyi ilişki-
rada A h t a l ' d a n Cerîr'le Ferezdak arasın-
başka rivayetin d e teyit ettiğini belirtir
ler k u r u p câize ve atıyyeler aldığı Eme-
da hakemlik yapmasını istemiş, Ahtal ise
(el-Eğânt, XXI, 390-391). Bazı ç a ğ d a ş mü-
vî ailesi m e n s u p l a r ı için yazmış, bunlar-
b u n u n pek hoş bir şey olmadığını belirt-
ellifler, b u n u n yanında Ferezdak'ın Cer-
dan da en fazla Abdülmelik b. Mervân'ın
tiği halde Bişr'in ısrarı üzerine Ferezdak'ın sözlerinin t a ş t a n y o n t u l m u ş , Ce-
bu
tarihin yanlış
112/
çocuklarını övmüştür. Emevîler'le olan bu
730) mersiye ve 114 (732) yılında Medi-
yakın ilişkisine r a ğ m e n Ehl-i beyt'e duy-
rîr'inkilerin ise denizden avuçlanmış gibi
ne valisi olan Hâlid b. Abdülmelik'e met-
d u ğ u sevgiyi gizlememiş, bu sevgisi dör-
o l d u ğ u n u söyleyerek (a.g.e., I, 451, 474)
hiye y a z m ı ş olmasını d a g ö z ö n ü n e ala-
d ü n c ü i m a m Zeynelâbidîn'i ö v d ü ğ ü meş-
Ferezdak'ın d a h a güçlü bir s a n a t k â r ka-
r a k bu son tarihin d a h a isabetli olduğu-
h u r kasidesinde zirveye ulaşmıştır. Bu
bul edilebileceğine işaret etmiştir.
n u kaydederler (M. M u h a m m e d Hüseyin,
kasideye öfkelenen Hişâm b. A b d ü l m e l i k
s. 203; Şâkir el-Fehhâm, s. 204-205).
Ferezdak'ı M e k k e ile M e d i n e arasında
parçalar halinde o l d u ğ u n d a n bunlar halk
hapsettirmiş, a n c a k kendisini hicveden
t a r a f ı n d a n kolayca ezberlenmiştir. An-
bir kaside nazmettiğini öğrenince hicvin-
cak şiirlerinde müstehcenliğe yer verme-
den korkarak onu serbest bıraktırmıştır.
si, bazan bunların arasına Kur'an âyetle-
r â h b. A b d u l l a h el-Hakemî'ye (ö.
Ferezdak'ın yetiştiği d ö n e m d e Basra önemli bir ilim ve kültür merkeziydi. Edebiyatta özellikle hicve çok ö n e m verildi-
Ferezdak'ın şiirlerinin birçoğu
küçük
rinden ifadeler serpiştirmesi o n u n inan-
ği için Ferezdak d a b u s a n a t a ilk önce
Ebû Ubeyde'den rivayet edildiğine gö-
hiciv şiirleriyle katıldı. Hiciv o n d a bir ka-
re Ferezdak, Cerîr, Küseyyir ve A d î b. Ri-
cının zayıflığını ve vicdanî endişesi bu-
rakter haline geldiğinden kendi kabile-
kâ' gibi şairler Halife S ü l e y m a n b. Ab-
l u n m a d ı ğ ı n ı g ö s t e r m e k t e d i r . Devrindeki
sine m e n s u p şairler bile o n u n eleştiri-
dülmelik'in h u z u r u n d a bir araya geldik-
ve d a h a sonraki A r a p şairlerini etkile-
sinden k u r t u l a m a m ı ş l a r d ı r . Hicivlerinde
lerinde halife kendilerinden methiye naz-
yen g ü c ü n e r a ğ m e n şiirlerinde az d a ol-
m e r h a m e t s i z d i r , hasımlarını acı bir dille
metmelerini istemiş, Ferezdak'ın şiirini
sa kaba, çirkin ve m u ğ l a k kelimeler var-
eleştirir, â d e t a hakaretler yağdırır. Şiirin
dinleyince ötekilere söyleyecek birşey bı-
dır. O n u n zayıf iradeli ve k o r k a k oldu-
her t ü r ü n d e
Ferezdak
r a k m a d ı ğ ı n ı belirterek onlara söz ver-
ğ u , m e t h i ve hicvi birer silâh gibi kullan-
fahriyyede çok başarılıdır. Bu sebeple şi-
m e m i ş t i r . Ö v d ü ğ ü kimseleri d a h a sonra
dığı, h a t t a z a m a n z a m a n b a ş k a şairle-
irlerinin önemli bir kısmını fahriye ve hic-
hicvettiği için Ferezdak'ın methiyelerin-
rin şiirlerinden aldığı parçaları kendisi-
viye teşkil eder. Bu şiirlerde kabilesini,
de s a m i m i olmayıp m e n f a a t düşüncesi-
ne m a l ettiği g ö r ü l m e k t e d i r .
d a h a çok d a kendini över. Devrin b ü y ü k
nin ö n p l a n d a b u l u n d u ğ u söylenir. An-
ustası Cerîr ile Ferezdak'ın karşılıklı hi-
cak halife o l d u ğ u z a m a n , devlete karşı
bol m i k t a r d a özlü sözler (hikem), eskile-
civleri, A r a p edebiyatında "nakîza" (aynı
isyan eden Yezîd b. Mühelleb'i öldüren
re ait rivayetler (ahbâr), o n u n geniş bil-
vezin ve kafiyedeki atışma şiiri) adı veri-
Yezîd b. Abdülmelik, şairlere h a b e r gön-
giye ve engin bir k ü l t ü r e sahip olduğu-
len t ü r ü n en olgun örneklerini teşkil et-
dererek İbn Mühelleb'i hicvetmelerini is-
nu g ö s t e r m e k t e , şiirleri devrindeki olay-
m e k t e d i r . Üç Emevî şairi Ferezdak, Ce-
t e m i ş , b u n a y a n a ş m a y a n Ferezdak o n u
lar için tarihî bir belge ve k a y n a k kabul
rîr ve A h t a l arasında cereyan eden na-
d a h a önce ö v d ü ğ ü n ü , şimdi ise hicvet-
edilmektedir (Câhiz, i, 321).
kîzaların asıl a m a c ı rakip şairin hicvedil-
mesinin çok çirkin olup kendi
mesi o l m a k l a beraber bu h u s u s Ferez-
y a l a n l a m a k a n l a m ı n a geleceğini söyle-
d a k ' t a kendisi, kabilesi ve o n u n geçmi-
yerek affını istemiştir (Cumahî, II, 658).
örnekler veren
kendini
Şiirindeki
dinî
unsurlar ve
ifadeler,
Ferezdak divanının bir kısmı, Sultan 11. M a h m u d ' u n Ayasofya Kütüphanesi'ne hediye ettiği (nr. 3884) y a z m a nüshası esas
şiyle ö v ü n m e şeklinde ortaya çıkar. Onun
Eski münekkitlerle, şiirlerinden ö r n e k
alınarak ilk d e f a Fransızca tercümesiyle
yaklaşık 6 6 (685) yılında Cerîr'le başla-
(şâhid) olarak b ü y ü k ölçüde f a y d a l a n a n
birlikte R. Boucher t a r a f ı n d a n neşredil-
yan atışmaları her iki şairin aileleri ara-
lügat, nahiv ve a h b â r âlimleri o n u n en
m i ş (Diuan de Ferazdak, Paris 1870-1875),
sındaki r e k a b e t t e n
kaynaklanmaktadır
güçlü üç Emevî şairinden biri olduğu hu-
geri kalan kısmı ise J o s e p h Hell tarafın-
(bk. CERÎR b. ATIYYE). Yaşadıkları devrin
s u s u n d a g ö r ü ş birliği içindedir. Nitekim
dan ancak yirmi beş yıl sonra yayımlana-
sosyal ve tarihî özelliklerini yansıtan, dö-
Y û n u s b. Habîb, "Ferezdak'ın şiiri olma-
bilmiştir (Divan
374 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
des Farazdak,
München
FERGANA 1900-1901). Bu yayıma Ayasofya nüsha-
102, 104) Ebû A h m e d el-Celûdî'nin Ah-
d a b ö l ü n m ü ş t ü r ; b u n l a r d a n Özbekistan
sının tıpkıbasımı eklenmiş, eserin sonu-
bâru1-Ferezdak'ı
Cumhuriyeti'nde kalan kısım idarî bir bi-
na her iki kısmın kafiye ve isim indeks-
nin aynı adı taşıyan eseri b u n l a r d a n bir-
rim teşkil eder ve b u r a n ı n merkezi olan
leri k o n m u ş , kasideler n u m a r a l a n m ı ş ve
kaçıdır. Ç a ğ d a ş müelliflerden Halîl Mer-
şehrin adı d a Fergana'dır. Üçgen şeklin-
m u k a d d i m e d e yazma nüsha
d e m (Dımaşk 1358), H a n n â N e m r (Bey-
deki Fergana vadisi 23.000 k m 2 yüzöl-
hakkında
oldukça ayrıntılı bilgi verilmiştir. Divan d a h a sonra beş d i v a n d a n mey-
ve Ebû Bekir es-Sûlî'-
rut 1939), Fuâd el-Bustânî (Beyrut 1941),
ç ü m ü n d e ve kabaca 3 0 0 k m .
M e m d û h Hakkı (Beyrut 1950) ve Şâkir el-
ğ u n d a , 7 0 k m . genişliğindedir; kuzey-
d a n a gelen bir m e c m u a içinde (Nâbiga,
Fehhâm'ın (Dâru 1-Fikr, ts.)
Urve b. Verd, Hâtim et-Tâî, Alkame b. Abe-
adlı eserleri b u l u n m a k t a d ı r .
de, Ferezdak) neşredilmiştir (Kahire 1293; Beyrut 1909). Aynı şekilde m
Ferezdak, Dîuân
den Tanrı dağlarının Çotkal silsilesi, kuz e y d o ğ u d a n Fergana dağları, g ü n e y d e n Alay ve Türkistan sıradağları ile çevril-
BIBLIYOGRAFYA:
Fuhûlü'ş-şu ca-
adıyla y a y ı m l a n a n (nşr. M u h a m m e d
el-Ferezdak
uzunlu-
(nşr. Mecîd Tarrâd), Beyrut
1412/1992, 1-11, nâşirin mukaddimesi; The fia-
miştir. Batıda 7 k m . genişliğinde bir geçitle Açlık steplerine bağlı b ü y ü k bir çö-
Cemâl, Beyrut 1352/1933) bir b a ş k a beş
kaid of Jarir and al-Farazdak (nşr. Anthony
k ü n t ü alanı olan vadinin ö n e m l i bir bö-
divan içinde de (Ferezdak, Nâbiga ez-Züb-
Ashley Bevan), Leiden 1905-12, I-III, nâşirin mu-
l ü m ü t a r ı m arazisi, orta kısımları ise çöl-
yânî, Cemîl Büseyne, Zürrumme, Ümeyye
kaddimesi; Cumahî, Fuhûlü'ş-şu'arâ',
b. Ebü's-Salt) yer almıştır. Ferezdak'ın divanı A b d u l l a h İsmâil es-Sâvî (I-II, Ka-
1, 64-
dür. Etraftaki d a ğ l a r d a n inen ırmakla-
65, 451, 474; II, 658; Câhiz, el-Beyân ue't-tebyîn, I, 321; İbn Kuteybe, eş-Şi'r ue'ş-şu'arâ
rın suladığı verimli topraklara,
Sovyet
Beyrut 1964, I, 381; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî,
d ö n e m i n i n s u l a m a sistemleriyle kazanı-
hire 1936), Kerem el-Bustânî (I-II, Beyrut
el-Eğânt
lan yeni t a r ı m alanları d a
1960) ve eserin Zâhiriyye nüshasının tıp-
Câbir), s. 93; IX (nşr. Abd Ali Mühennâ), s. 367-
Bölgede yazların sıcak, kışların
kı basımını y a p a n Şâkir el-Fehhâm ile
388; XXI (nşr. Semîr Câbir), s. 278-407; İbnü'n-
(Dımaşk 1385/1965) Mecîd Tarrâd (I-II,
Nedîm, el-Fihrist (Flügel), s. 102, 104, 132,
geçtiği bir kara iklimi g ö r ü l ü r ; özellikle
Beyrut 1412/1992) t a r a f ı n d a n d a yayımlanmıştır. E b û Ubeyde'nin derleyip İbn Habîb elB a ğ d â d î ' n i n rivayet ettiği Ferezdak ile Cerîr arasındaki atışmalar Nekâ'izu
rîr ve'l-Ferezdak
Ce-
adıyla birkaç defa ya-
yımlanmıştır. Anthony Ashley Bevan eseri, Oxford nüshasını esas a l m a k suretiyle Londra ve Strassburg n ü s h a l a r ı n d a n
Beyrut 1407/1986, VIII (nşr. Semîr
Hizânetuledeb, Kahire, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-Mısriyye), I, 105-108; Yâküt, Mu'cemul-üdebâXIX, 297303; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 196; İbnü'l-İmâd, 179-180; Abdülkadir el-Bağdâdî,
Şezerât, I, 141-144; Kureşî, Cemheretü eş'âri'l-'Arab (nşr. Ali Fâûr), Beyrut 1406/1986, s. 163; Ahmed eş-Şâyib, Târîhu'ş-şi'ri's-siyâsî, Kahire 1945, s. 265-268; Brockelmann, GAL, I, 49-53; Suppi, I, 84-85; O. Rescher, Beitrâge
zur Arabischen Poeise, istanbul 1956 - 58, VI / 2, s. 75-132, 134-136; Sezgin, GAS (Ar.), II/3, s. 72-79; M. Muhammed Hüseyin, el-Hicâ' ve'l-
katılmıştır. soğuk
batı taraflarına az y a ğ m u r düşer. Çoğ u n d a n s u l a m a için faydalanılan akarsuların başlıcası Siriderya'dır. Orta Asya'nın en önemli t a r ı m merkezi olan Ferg a n a vadisinde p a m u k , pirinç, meyve ve h a m ipek üretimi gelişmiştir. Bunların yanında zengin bir m a d e n potansiyeli de m e v c u t t u r ve k ö m ü r , petrol, civa, antim o n , ozokerit gibi madenler işletilir. Bölg e Orta Asya'nın en y o ğ u n n ü f u s l u yörelerinden biridir; içinde Fergana, Endi-
da f a y d a l a n a r a k s o n u n c u s u indeks ve
heccâ'ün fî şadri'l-İslâm, Beyrut 1389/1969,
lügatçe o l m a k üzere üç cilt halinde neş-
s. 203-245; Şevki Dayf, et-Tetauvur ue't-tec-
can, Hokand, Hîve, Merginân, Nemengân,
Nekâ'iz'm
dîd fi'ş-şi'ri'TEmeuî, Kahire 1977, s. 131-218; Ömer Ferruh, Târîhu'Tedeb, I, 649; Blachöre, Târîhu'l-edeb, s. 584-597; a.mlf., "Al-Farazdak", El 2 (İng.), II, 788-789; Lavvrence 1. Con-
gibi ö n e m l i şehirler b u l u n m a k t a d ı r .
rad, "Farazdaq, al", Dictionary of the Middle
ru
Ages (ed. J. R. Strayer), New York 1989, V, 1213; Şâkir el-Fehhâm, el-Ferezdak, Ibaskı yeri ve yılı yok| (Dârü'l-Fikr); Joseph Hell, "Al-Farazdak's Lieder auf die Muhallabiten", ZDMG, LIX (1905), s. 589-621; LX (1906), s. 1-48; Pieter Smoor, "Al-Farazdaq's Reception by Contemporaries a n d Later Genarations", JAL, X X / 2 (1989), s. 115-127; A. Schaade, "Ferezdak", İA, IV, 556-558; Azmi Yüksel, "Ahtal", DİA II, 183184; Zülfikar Tüccar, "Cerîr b. Atıyye", a.e., VII, 412-413. rn
y e t m i ş k a d a r yerleşim merkezi vardı ve
retmiştir (Leiden 1905-1912).
nüshaları h a k k ı n d a ayrıntılı bilgi veren Bevan'ın b u çalışması b ü y ü k bir e m e k m a h s u l ü d ü r . Yirmi beş k a d a r nakîzanın yer a l m a d ı ğ ı b u neşirde Ferezdak'la Cerîr'in o t u z sekizer nakîzası b u l u n m a k t a dır. Ayrıca Cerîr'in karşılığı b u l u n m a y a n iki nakizasına d a yer verilmiştir (nr. 104, 109). Eser A b d u l l a h es-Sâvî t a r a f ı n d a n d a tahkikli olarak iki cilt halinde yayımlanmıştır (Kahire 1935). Bu k o n u d a Züheyrî'nin Neka'izu
Cerîr
ve'l-Ferezdak
adlı bir çalışması vardır (Bağdat 1954).
lal
Ferezdak'ın ü ç ü n c ü eseri kabul edilen
A L İ ŞAKİR E R G I N
İ m a m Zeynelâbidîn için yazdığı methiye, M u h a m m e d es-Semâvî'nin şerhiyle birlikte el-Kevâkibü's-semâviyye la yayımlanmıştır
J
halkın n ü f u s u 300.000'i buluyordu. Çinliler buraya demir işçiliğini getirmiş, kendileri d e Ferganalılar'dan ü z ü m ve hayvan yemi olarak yonca yetiştirmeyi öğrenmişlerdi. Çinliler'in m i l â t t a n önce 104 ve 101 yıllarında Fergana'ya karşı askerî sefere çıktıkları biliniyorsa d a sonuçları h a k k ı n d a bilgi yoktur. Pei-şi adlı bir seyyah m i l â t t a n sonra V. yüzyıl Ferga-
ki altından bir t a h t üzerinde o t u r a n hü-
F
^
FERGANA Orta Asya'da coğrafî bir bölge.
ti. III. yüzyıldan itibaren aralıksız bir şekilde ülkeyi y ö n e t e n h a n e d a n ı n son hük ü m d a r ı 6 4 9 yılında Göktürkler'le yapılan bir savaşta ö l d ü r ü l d ü . H ü k ü m d a r ı n
Genellikle Fergana vadisi şeklinde anı-
kardeşi ülkenin k ü ç ü k bir bölgesinde bir
Ahbâ-
lan ve Tanrı dağları ile Alay dağları ara-
süre d a h a h ü k ü m sürdüyse de toprak-
Menâkıhu'l-Ferez-
sında yer alan bölgenin toprakları Özbe-
ların h e m e n
adlı kitapları ile (İbnü'n-Nedîm, s.
kistan, Tacikistan ve Kırgızistan arasın-
geçti.
tedir. M e d â i n î ' n i n (ö. 225/840)
rü'l-Ferezdak dak
bölgede
k ü m d a r çok kalabalık bir orduya sahip-
d a birçok eser yazılmış olmakla beraber b u g ü n ç o ğ u n u n sadece adları bilinmek-
bilinen
si olan başşehir Kâsân'da koç şeklinde-
(bk. EŞREF EDİP FERGAN). L
I I / 3 , s. 78). Ferezdak'ın ö l ü m ü n d e n sonra hakkın-
Çinliler t a r a f ı n d a n
dir. Ona göre 1,5 kilometrelik bir çevre-
FERGAN, Eşref Edip
dak'ın divanının dışında bazı şiirleri başk a dillere d e t e r c ü m e edilmiştir (Sezgin,
Milâttan önce II. yüzyılın sonlarına doğ-
na'sı h a k k ı n d a ayrıntılı bilgi vermekteF
adıy-
(Necef 1360). Ferez-
Hikon, Kuvasay, Rişton, H a m z a ve Yipan
ve
hepsi G ö k t ü r k l e r ' i n
eline
375 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FERGANA t a y t o p r a k l a r ı n d a h â k i m i y e t k u r a n Nay-
Batı G ö k t ü r k Devleti'nin o r t a d a n kalk-
S â m â n î l e r d ö n e m i n d e k i Fergana hak-
m a s ı ile (658) bir Çin eyaleti haline ge-
k ı n d a A r a p coğrafyacıları o l d u k ç a ayrın-
man
len, d a h a sonra d a bir Türk h ü k ü m d a r ı -
tılı bilgi n a k l e t m i ş i e r d i r . Verilen bilgile-
m ü c a d e l e alanı haline geldi. Bu müca-
nın y ö n e t i m i n e girdiği anlaşılan Ferga-
re g ö r e b u d ö n e m d e , Batı A s y a ' d a n ha-
delenin s o n u n d a
na'ya ilk İslâm akınları 9 4 (712-13) yılın-
lifeliğin d o ğ u sınırına g i d e n
kan Alâeddin M u h a m m e d
Siriderya'-
Hükümdarı
Küçlüğ H a n Küçlüğ
arasında
Han'dan
kor-
Şâş, İsfîcâb,
kumandasında
nın g ü n e y i n d e k i a n a y o l u n g ü z e r g â h ı n -
Fergana ve M â v e r â ü n n e h i r ' i n bir kısmı-
yapıldı. M ü s l ü m a n l a r Fergana'yı fethet-
d a m e y d a n a gelen değişiklikler iktisadî
nı k o r u y a m a m ı ş , ahalinin b u t o p r a k l a r ı
m e k için birkaç d e f a sefer
da
Kuteybe
b. M ü s l i m
düzenledi-
h a y a t ı n nehrin a ş a ğ ı s ı n a g e ç m e s i n e se-
t e r k e d e r e k d i ğ e r İslâm ülkelerine git-
lerse d e başarıya u l a ş a m a d ı l a r . Sonun-
b e p oldu. Fergana aynı z a m a n d a kuzey-
melerini i s t e m i ş ve s o n r a d a b u yerleri
cu sefer sırasında Hucend önlerinde Türk
batıya d o ğ r u uzaklaştırılan gayri müs-
N a y m a n l a r ' ı n eline geçeceği endişesiyle
kuvvetleriyle karşılaşan
kesin
lim Türkler'e karşı bir sınır bölgesiydi.
t a m a m e n t a h r i p e t t i r m i ş t i r . A h s î k e s ve
döndü.
Ayrıca Û ş ' t a ve civar yerlerde b u Türk-
K â s â n emîrlerinin M o ğ o l l a r ' a t â b i olma-
ler'e karşı m ü s t a h k e m
g a r n i z o n l a r ve
ları eyaletin M o ğ o l l a r ' m eline düşmesi-
derilen takviye birlikleriyle güçlendirdi-
g ö z e t l e m e kuleleri b u l u n u y o r d u . X. yüz-
n e yol açtı ve o n l a r a d ı n a XIII. yüzyılda
ği o r d u s u ile t e k r a r Fergana
bölgesine
yılda m e r k e z i A h s î k e s olan Fergana ü ç
u z u n s ü r e M a h m û d ve o n u n o ğ l u Me-
ilerleyen Kuteybe b u d e f a bazı yerleri
eyaletle birçok idarî bölgeye ayrılmıştı.
s u d Yalvaç t a r a f ı n d a n yönetildi. Çağa-
ele geçirdi; f a k a t a r d ı n d a n k e n d i asker-
B u r a d a yer a l a n şehir ve k a s a b a l a r ı n te-
t a y ulusu XIV. yüzyılda batı ve d o ğ u ola-
leri t a r a f ı n d a n ö l d ü r ü l d ü ve İslâm ordu-
ker t e k e r adlarını sayan A r a p coğrafya-
r a k iki d ü ş m a n cepheye ayrılınca Ferga-
su sürekli bir h â k i m i y e t k u r a m a d a n böl-
cıları b u m e s k û n m a h a l l e r i n ç o k g e n i ş
n a b u iki devlet a r a s ı n d a
geyi t e r k e t m e k z o r u n d a kaldı. Bir riva-
o l d u ğ u n u , M â v e r â n ü n n e h i r ' i n hiçbir ye-
ve ç e k i ş m e b ö l g e n i n T i m u r l u l a r ' m hâki-
y e t e göre, Hz. O s m a n d ö n e m i n d e (644-
r i n d e F e r g a n a ' d a k i köyler k a d a r b ü y ü k
miyeti altına g i r m e s i n e k a d a r s ü r d ü .
656) M u h a m m e d
b. Cerîr k u m a n d a s ı n -
köy b u l u n m a d ı ğ ı n ı , h a t t a arazilerini geç-
d a k i 2 7 0 0 s a h â b e ve t â b i î n F e r g a n a ' n ı n
m e k için b a z a n bir g ü n g e r e k t i ğ i n i an-
Kâsân
l a t m a k t a d ı r l a r . X. yüzyılın
Kuteybe
bir s o n u ç elde e d e m e d e n geri
9 6 (715) yılında Haccâc t a r a f ı n d a n gön-
bölgesinde
Sefîdbulan'da
sava-
Fergana'sın-
ş a r a k şehid d ü ş m ü ş l e r d i r . Tarihî gerçek-
d a özellikle H a n e f î m e z h e b i
yaygındır.
lerle b a ğ d a ş m a y a n bu rivayetin sonradan
S â m â n î l e r d ö n e m i n d e halkın r e f a h için-
h a l k a r a s ı n d a bir e f s a n e ve b u n a bağ-
d e o l d u ğ u a r t a n vergi gelirlerinden an-
lı o l a r a k bir h a l k hikâyesi
oluşturduğu
laşılmaktadır. X. yüzyılın başlarında Kâş-
g ö r ü l ü r . Emevîler 121'de d e (739) Fer-
g a r ' d a İslâmiyet'i k a b u l e d e n Abdülke-
g a n a üzerine Nasr b. Seyyâr'ı gönderdi-
r i m S a t u k B u ğ r a Han'ın amcasıyla sa-
ler; a n c a k yine ö n e m l i bir başarı
elde
v a ş m a k z o r u n d a k a l m a s ı ü z e r i n e "Fer-
edilemedi. A b b â s î Halifesi Mansûr-Billâh
g a n a gazileri"nden y a r d ı m istediği bilin-
d ö n e m i n d e (754-775) bir ara sıkıştırılan
m e k t e d i r . İbn Havkal 943'te, M a k d i s î d e
Fergana h ü k ü m d a r ı K â ş g a r ' a
98S'te
sığınmak
z o r u n d a k a l d ı ; b ü y ü k bir m e b l a ğ karşı-
F e r g a n a ' y a g i t m i ş ve
bölgenin
b a ş ş e h r i olan Ahsîkes'i g ö r m ü ş l e r d i r .
lığında barış istedi ve isteği k a b u l edildi. M e h d î - B i l l â h devrinde (775-785) Ahm e d b. Es'ad k u m a n d a s ı n d a g ö n d e r i l e n o r d u b ö l g e n i n b a ş ş e h r i Kâsân'ı ele geçirdi. H â r û n ü r r e ş î d z a m a n ı n d a (786-809) K â ş g a r Valisi Gıtrîf b. A t â , A m r b. Cemîl kumandasında gusuna
bir o r d u y u Karluk yab-
karşı F e r g a n a
Ancak bu
kumandan
ü z e r i n e yolladı. istenilen
sonucu
a l a m a d ı ve y e n i d e n b a ş g ö s t e r e n ayaklanmayı
b a s t ı r m a k için M e ' m û n
döne-
m i n d e (813-833) ikinci bir ordu d a h a gönderildi. A y a k l a n m a bastırıldıktan
sonra
İlig Han Nasr'ın E k i m 9 9 9 ' d a Buhara'-
Timurlu
nı olan H o r a s a n ' a b a ğ l a n d ı . yılları a r a s ı n d a T i m u r ' u n
bânî)
Muhammed
birçok
Şeybânî
savaştan
sonra
bil'e gitti. Başşehir b a ğ ve bahçeleri ve tirkeş, k a f e s y a p ı m ı n d a kullanılan ağaçları ile t a n ı n a n E n d i c a n idi. Şeybânîler'in 1599'da
ortadan
kalkmasından
sonra
h a l k a r a s ı n d a n ü f u z sahibi olan birçok hoca ailesi t o p r a k l a r ı b ö l ü ş t ü ve b ö l g e
yı z a p t e d e r e k S â m â n î H ü k ü m d a r ı Abdül-
B u h a r a ' y a b a ğ l a n d ı . XVII. yüzyılda vadi-
melik'i Ö z k e n t ' e s ü r m e s i n d e n sonra Fer-
yi s a r a n d a ğ l a r d a n K a z a k l a r ve Kırgız-
g a n a Karahanlılar'ın eline geçti ve i d a r e
lar akınlara başladılar ve ü l k e n i n bir bö-
m e r k e z i Ö z k e n t ' e taşındı. Bu d ö n e m d e
l ü m ü Kırgızlar'ın eline geçti. Aynı yüzyı-
para basılan yerler arasında Fergana şeh-
lın s o n u n a d o ğ r u hoca aileleri a r a s ı n d a
ri d e vardır. 1 1 4 1 ' d e burası Karahıtay-
paylaşılan F e r g a n a ' d a Özbekler'in M i n g
lar'ın h â k i m i y e t i altına g i r d i ; XII. yüzyıl-
kabilesine m e n s u p Ş â h r u h , Bî Hocalar'ın
d a Fergana vadisinin b a ş ş e h r i
h â k i m i y e t i n e son vererek b a ğ ı m s ı z bir
idi ve M e r g i n â n d a ö n e m Fergana
1212'den
Endican
kazanmıştı.
1 2 1 7 ' y e k a d a r Hâ-
rizmşah Alâeddin M u h a m m e d ile Karahı-
Ö z b e k devleti k u r m a y ı b a ş a r d ı Merkezi
Hokand
olduğu
için
(1710). Hokand
Hanlığı adıyla t a n ı n a n b u devlet 1876'-
b.
n i d e n f e t h e d i l m e s i için h a r e k e t e geçildi, böylece F e r g a n a ' d a İslâm h â k i m i y e t i a n c a k IX. yüzyılda kesin o l a r a k kurulan e za-
o r t a d a n kaldırıldığı ise
belli değildir.
376
yaptığı
1504'te bölgeyi Özbekler'e bırakarak Ka-
i r t i d a d e t t i ; b u n u n ü z e r i n e b ö l g e n i n ye-
man tamamen
Hükümdarı
Han'la
Esed (ö. 2 2 7 / 8 4 2 ) z a m a n ı n d a yerli h a l k
bildi. B u r a d a k i yerli h â n e d a n ı n
1469-1494
torunlarından
Şeyh'in o ğ l u ve halefi B â b ü r , Ö z b e k (Şey-
SâmânîNüh
Şâh-
Ö m e r Şeyh'in y ö n e t i m i altına girdi. Ö m e r
M â v e r â ü n n e h i r ' i n çeşitli yerleriyle birlik-
ler'e devredildi. S â m â n î Valisi
Fergana,
r u h ve o ğ l u Uluğ Bey'in h â k i m i y e t ala-
t e F e r g a n a ' n ı n d a y ö n e t i m i Vali G a s s â n b. A b b â d (819-820) t a r a f ı n d a n
döneminde
bölüşülemedi
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FERGÂNÎ da Ruslar t a r a f ı n d a n ilhak edilinceye ka-
ve M e s ' a d e b. Bekir b. Y û s u f el-Ferganî
d a r bağımsızlığını k o r u d u . 1 8 9 7 ' d e y ü z
sayılabilir.
ö l ç ü m ü 160.141 k m z ve n ü f u s u 1.560.411 olan
bölge
Ruslar t a r a f ı n d a n
kurulan
Yeni M e r g i n â n adlı askerî m e r k e z d e n yönetiliyordu. 1917'den 1922'ye k a d a r Ferg a n a bölgesi Türk B a s m a c ı l a r l a R u s hük ü m e t kuvvetleri ve Bolşevikler arasındaki m ü c a d e l e l e r e s a h n e oldu (bk. BASMACı HAREKETI). Bolşevik ihtilâlinden (Ekim 1917) s o n r a Fergana vadisinin orta ve d o ğ u bölgeleri n ü f u s u n u n b ü y ü k bölüm ü n ü Özbekler'in teşkil e t m e s i sebebiyle Ö z b e k i s t a n ' a , batısı Tacikistan'a, çevresindeki d a ğ l a r ı n ç o ğ u d a Kırgızistan'a verildi. Ö z b e k i s t a n C u m h u r i y e t i sınırları içerisinde kalan 7100 k m 2 genişliğindeki topraklar
üzerinde
1 9 3 8 yılında
Fergana
idarî birimi k u r u l d u . B u r a n ı n güneyi verimli ve sulanabilir t o p r a k l a r l a ,
kuzeyi
ise çöllerle kaplıdır. Özbekler, Ruslar, Tacikler, T a t a r l a r ve Kırgızlar'dan meydan a gelen n ü f u s u n ç o ğ u köylerde yaşar. İdarî b i r i m i n m e r k e z i b u g ü n k ü F e r g a n a şehridir. H o k a n d Hanlığı 1 8 7 6 ' d a R u s l a r t a r a f ı n d a n yıkılınca F e r g a n a şehri Ferg a n a b ö l g e s i n i n m e r k e z i oldu. Ruslar'ın k u r d u ğ u Yeni M e r g i n â n ise askerî bir m e r k e z olarak kullanıldı. 1910-1924 arasında
Skobelev adıyla anılan
bu
şehir
1 9 1 8 ' d e T ü r k i s t a n Ö z e r k Sovyet Sosyalist C u m h u r i y e t i ' n i n , 1 9 2 4 ' t e de Ö z b e k Sovyet Sosyalist C u m h u r i y e t i ' n i n sınırları içinde kaidı ve aynı yıl Fergana adını aldı. F e r g a n a idarî b i r i m i n i n m e r k e z i olm a s ı n ı n yanı sıra Ö z b e k i s t a n Cumhuriyeti'nin ö n e m l i k ü l t ü r ve e k o n o m i merk e z l e r i n d e n d e biri olan Fergana
şeh-
389), İbn E b û Usaybia d a A h m e d b. Kesîr { cUyûnü'l-enbâ\
BIBLIYOGRAFYA : Belâzürî, Fütüh (nşr. M. J. de Goeje), Lugduni Batavorum 1866, s. 420; Ya'kübî, Kitabu IBüldân, s. 294; Taberî, Târîh (de Goeje), II, 1442, 2142; İbn Rüşte, el-A c'lâku'n-nefîse, s. 249; İstahrî, el-Mesâlik [de Goeje), s. 246, 334335, 346-347; İbn Havkal, Şüretul-arz, s. 393, 396-397, 405-406; Makdisî, Ahsenut-tekâsîm, s. 46, 165, 262, 271-272, 341; Sem'ânî, el-Ensâb, IX, 274-277; Yâküt. Mu'cemul-büldân, I, 524; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, V, 104, 128-131, 151-152, 164, 237-238, 252, 449; VII, 61, 80, 132; IX, 300, 521; XII, 271, 389; Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ue Kırını Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiu Belgeleri (1687-1908) (nşr. Başbakanlık Arşivi Genel Müdürlüğü), Ankara 1992, s. 178, 180; Barthold, Türkistan, s. 169-172, 174-179; a.mlf., "Fergana", İA, IV, 558-568; a.mlf. - [B. Spuler], "Farghinâ", El 2 (Fr.), II, 809-811; G. Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, Cambridge 1905, s. 477 vd.; A. VVoeikof, Le Turkestan Russe, Paris 1914, s. 132-151; Köprülü, İlk Mutasauuıflar (İstanbul 1919), Ankara 1984, s. 1214, 18, 57, 63, 129, 135, 136, 138; Mirza Muhammed Haidar Dughlat, Tarikh-i Rashîdî (trc. N. E. Could), Delhi 1980, s. 239-241, 284-286; A. Zeki Velidî Togan, Bugünkü Türkili Türkistan ue Yakın Tarihi (İstanbul 1942), İstanbul 1981, tür.yer.; İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar Deuleti Tarihi, Ankara 1956, s. 53, 185, 189, 225; G. VVheeler, The Modern History of Souiet Central Asia, London 1964, s. 44, 45, 79, 108110; E. Allvvorth, Central Asia a Century of Rusian Rule, London 1967, s. 102, 112, 316, 317, 318, 319, 335, ayrıca bk. Fihrist; S. Becker, Russian's Protectorates in Central Asia: Bukhara and Khiua, 1864-1924, London 1968, s. 5, 90; A. Vambery, Trauels in Central Asia, London 1970, s. 380 vd.; T. K. Beisembiev, "Farghana's Contacts with India in the 18 th and 19th Centuries" (According to the Khokand Chronicles), JAH, XXVIII/2 (1994), s. 124135; Kamusu l-a'lâm, V, 3393-3395; "Fergana", ABr., VIII, 518; "Fergana Vadisi", a.e., VIII,
r i n d e tekstil, k i m y a , iplik, gıda, petrol ve g ü b r e fabrikalarını k a p s a y a n bir sanayi gelişmiştir. B u r a d a
S
TAHSIN YAZICI
pedagoji FERGANA HANLIĞI (bk. HOKAND HANLIĞI).
1
|
h a n e gibi k ü l t ü r kurumları d a bulunmakFERGÂNİ (
su 2 0 0 . 0 0 0 (1991) civarındadır.
^ M
1
çok âlim yetişmiştir. Bunlar arasında asth a m m e d b. Kesîr el-Fergânî, tarihçi E b û
Billâh ve Mütevekkil-Alellah
dönemle-
r i n d e devrin ö n d e gelen a s t r o n o m
ve
m a t e m a t i k ç i l e r i a r a s ı n d a yer a l a n Fergânî'nin
devlet
hizmetinde
mühendis
o l a r a k d a çalıştığı a n l a ş ı l m a k t a d ı r . Nit e k i m Halife M ü t e v e k k i l i n emriyle Fustat'ta
(eski Kahire) Nil'in su
t e s b i t için inşa edilen dîd'in
seviyesini
el-Mikyâsü'l-ce-
(el-Mikyâsü'l-kebîr) y a p ı m ı
onun
s o r u m l u l u ğ u n a verilmiştir. İbn Hallikân b u o l a y d a n söz e d e r k e n adını A h m e d b. M u h a m m e d el-Karsânî şeklinde verir (Ve-
feyât, ili, 112). "Fergânî" kelimesi b u met i n d e hiç ş ü p h e s i z ki bir i s t i n s a h h a t a s ı s o n u c u "Karsânî" haline d ö n ü ş m ü ş t ü r . İbn E b û Usaybia'ya g ö r e Fergânî bilgisine oranla f a z l a başarılı d e ğ i l d i r ve b a ş l a d ı ğ ı hiçbir işi s o n u ç l a n d ı r a m a m ı ş tır Cüyûrıül-enbâ',
s. 286). A n c a k bura-
d a , Fergânî'nin asıl m e s l e ğ i n i n
mühen-
dislik o l m a d ı ğ ı ve b u y ü z d e n teorik alandaki bilgilerini p r a t i ğ e g e ç i r m e k t e başarısız kaldığı söylenebilir. Nitekim İbn E b û Usaybia'nın a n l a t t ı ğ ı a ş a ğ ı d a k i olay b u hususu
doğrular
niteliktedir.
Rivayete
g ö r e Halife M ü t e v e k k i l , S â m e r r â yakınında
Dicle ü z e r i n d e inşa
ettirdiği
ve
k e n d i adını verdiği Ca'feriye şehrinin ort a s ı n d a n geçecek bir k a n a l ı n y a p ı m işini Benî Şâkir diye bilinen M u h a m m e d ve vale eder. Bu iki kardeş, meslekî kıskançdisi olan Sind b. Ali'yi B a ğ d a t ' a gönderm e k suretiyle S â m e r r â ' d a n uzaklaştırır-
L
diğer
kısımlardan
daha
rin y ü k s e l d i ğ i m e v s i m d e d ö r t ay süreyle akabileceği anlaşılır. Projenin gerçekl e ş m e s i için hiçbir h a r c a m a d a n
kaçın-
m a y a n halife d u r u m u ö ğ r e n i n c e iki karJ
Hayatı h a k k ı n d a yeterli bilgi y o k t u r , Fergana'da d o ğ d u ğ u s a n ı l m a k t a d ı r . Kla-
M ü ş a t t a b b. M u h a m m e d el-Ferganî, mu-
sik k a y n a k l a r isim zincirini farklı biçim-
h a d d i s E b û Sâlih A b d ü l a z î z
lerde verirler. Meselâ İ b n ü ' n - N e d î m sa-
el-Fergânî
tanınmaktadır.
Halife M e ' m û n , M u ' t a s ı m - B i l l â h , Vâsik-
d e r i n inşa edildiği ve s u y u n a n c a k neh-
el-Fergânî ile yine tarihçi olan o ğ l u E b û Ebü'l-Muzaffer
d a ise A l f r a g a n u s diye
başlangıcının
Abbâsîler d ö n e m i n i n ö n d e gelen m a t e m a t i k ç i ve astronomlarından.
r o n o m i â l i m i Ebü'l-Abbas A h m e d b. Mu-
cedel i l m i n d e m e ş h u r
söz
s. 56, 188). Batı'-
b ü y ü k bir h e s a p h a t a s ı s o n u c u k a n a l ı n
)
Ebü'l-Abbâs A h m e d b. M u h a m m e d b. Kesîr el-Fergânî (ö. 2 4 7 / 8 6 1 ' d e n sonra)
O r t a ç a ğ ' d a F e r g a n a b ö l g e s i n d e n bir-
M a n s û r A h m e d b. A b d u l l a h el-Fergânî,
e d e r (İhbârü'l- Culemâ',
n î ' y e verirler. F a k a t F e r g â n î ' n i n y a p t ı ğ ı P
lerle b ü y ü k p a r k l a r d i k k a t ç e k e r ; nüfu-
M u h a m m e d A b d u l l a h b. A h m e d b. Ca'fer
b. Kesîr şeklinde b a b a ile
lar ve projeyi gerçekleştirme işini Fergâ-
kurulmuş
olan ş e h i r d e g e n i ş ve bol ağaçlı cadde-
Muhammed
o ğ u l o l m a k ü z e r e iki ayrı kişiden
lık y ü z ü n d e n d ö n e m i n e n ü n l ü m ü h e n r
ların yanı sıra m ü z e , t i y a t r o ve k ü t ü p tadır. Rus m i m a r i üslûbuyla
s. 287) derken İbnü'l-
Kıftî, A h m e d b. M u h a m m e d b. Kesîr ve
A h m e d isimli m ü h e n d i s k a r d e ş l e r e ha-
güçlü
ve politeknik e n s t i t ü s ü gibi y ü k s e k okul-
dece M u h a m m e d b. Kesîr ( el-Fihrist, s.
d e ş e ç o k kızar ve Sind b. Ali'yi B a ğ d a t ' t a n g e t i r t e r e k k a n a l ı n d u r u m u hakkınd a k e n d i s i n d e n r a p o r ister. Sind b. Ali, m ü h e n d i s kardeşlerin hayatını
kurtar-
m a k için her t ü r l ü riski g ö z e a l a r a k proj e d e h e r h a n g i bir h e s a p h a t a s ı
bulun-
377 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FERGÂNÎ m a d ı ğ ı n a dair rapor verir. İlkbaharla bir-
hirler; yeryüzü ölçümleri, g ü n e ş , ay, yıl-
rin sadece Ebü's-Sakr el-Kabîsî (ö. 3 5 6 /
likte n e h i r yükselince n o r m a l o l a r a k ka-
dızlar ve gezegenlerin k o n u m u ve hare-
967 |?1) t a r a f ı n d a n yazılan bir t e k şerhi
naldan
çekildiği
ketleri; yıldızların ve ayın d u r u m l a r ı ; ayın
b i l i n m e k t e d i r (Süleymaniye Ktp., Ayasof-
m e v s i m d e d u r u m ortaya ç ı k m a d a n ön-
s u l a r a k a r ve suların
safhaları; g ü n e ş ve ay t u t u l m a s ı gibi çe-
ya, nr. 4 8 3 2 / 19). 2. el-Kâmil
ce d e halife ö l d ü r ü l d ü ğ ü için olay kapa-
şitli konular ele alınmıştır. T a m a m e n tas-
tî'l-usturlâb.
nır (a.g.e., s. 286-287). Aynı olayı a n l a t a n
virî ve m a t e m a t i k dışı olan
Batlamyus
rı, u s t u r l a p ve m a t e m a t i k teorilerinden
Y a ' k ü b î ise Fergânî'nin
a s t r o n o m i s i n i n k a p s a m l ı bir d ö k ü m ü n ü
b a h s e d e r . Çeşitli y a z m a n ü s h a l a r ı mev-
başarısızlığının
h e s a p h a t a s ı n d a n değil z e m i n i n
taşlık
veren Cevâmi'
iyi bir s i s t e m a t i ğ e sahip-
fî
şan'a-
G e o m e t r i , yıldız hesapla-
'İlelü
c u t t u r (Sezgin, V, 260; VI, 151). 3.
ve sert o l m a s ı n d a n k a y n a k l a n d ı ğ ı n ı söy-
tir. A n c a k B a t ı ' d a k i t e r c ü m e l e r i n i n
ler ki b u d u r u m d a h a m â k u l g ö z ü k m e k -
baskılarında bazı r a k a m s a l d e ğ e r farkla-
kitapta Fergânî'nin Hârizmî'nin
t e d i r ( K i t â b ü ' l - B M d a n , s. 40).
rı m e v c u t t u r . Cevâmi'in
larını açıkladığı b i l i n m e k t e d i r ; Bîrûnî b u
birlikte
Latince'ye, biri
Zîci'l - Hârizmî.
B u g ü n elde b u l u n m a y a n
olarak
1 1 3 4 ' t e İspanyalı J o h a n n e s (Johannes His-
eserden
Mikyâsü'n-NÎİ'in
palensis), diğeri 1175'te Cremonalı Gerard
nî'nin b u n l a r d a n b a ş k a
F e r g â n î ' n i n ö l ü m tarihi kesin bilinmemekle
ilk
belirtir.
Fergâ-
Cedvelü'l-Fer-
y a p ı m ı 2 4 7 (861) yılında t a m a m l a n d ı ğ ı -
(Gherardo Cremonese) t a r a f ı n d a n
na g ö r e b u t a r i h t e n sonra v e f a t e t m i ş
ü z e r e iki ayrı t e r c ü m e s i yapıldı ve bun-
gibi eserleri d e k a l e m e aldığı kaydedil-
olmalıdır.
ların ilki ü ç d e f a (Ferrara 1493; Nürnberg
mektedir.
Eserleri. 1. Cevâmi'u
olmak
faydalandığını
hesap-
'ilmi'n-nücûm
1537; Paris 1546), ikincisi bir d e f a (Cittâ
Fer-
di Castello 1910) basıldı. Ayrıca eser XIII.
ve usûlü']-harekâtı's-semâviyye.
ğânî,
'Amelü'l-ruhâmât,
'İlmüi-hey'e
BIBLIYOGRAFYA:
gânî'yi İslâm d ü n y a s ı n d a n ç o k Batı dün-
yüzyılın
tarafın-
Fergânî, Ceuâmi'u "ilmi'n-nücûm ue usûlü' I-harekâti's-semâuiyye (trc. Jacobus Golius),
y a s ı n d a ü n e k a v u ş t u r a n b u k i t a p , Bat-
d a n İbrânîce'ye çevrildi. J a c o b C r i s t m a n n
Amsterdam 1669 — (nşr. Fuat Sezgin), Frank-
bir
b u t e r c ü m e ile İspanyalı J o h a n n e s ' i n La-
özeti m a h i y e t i n d e o l m a k l a birlikte ge-
t i n c e t e r c ü m e s i n i birleştirerek 1 5 9 0 ' d a
furt 1986; Ya'kübî. Kitâbü'l-Büldân (Âyeti), s. 39-40; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 389; İbnü'lKıftî, İhbârul-'ulemâs. 56, 188; İbn Ebû Usaybia, c Uyûnul-enbâ\ s. 286-287; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 112-113; Ebü'l-Ferec (İbnü'lİbrî|, Târîhu muhtasari'd-düuel Inşr. A. Sâlihâ-
el-Mecistî
lamyus'un
adlı eserinin
o r t a l a r ı n d a J. Anatoli
r e k birinci ve ikinci fasıllarında takvim-
F r a n k f u r t ' t a yayımlarken J a c o b u s Golius
lerle t a r i h l e r h a k k ı n d a verdiği
eseri y e n i d e n
bilgiler,
Latince'ye çevirip Arap-
g e r e k s e B a t l a m y u s ' a karşı ortaya koy-
ça m e t n i y l e birlikte y a y ı m l a m ı ş t ı r . Son
d u ğ u bazı itirazlar b a k ı m ı n d a n ayrı bir
o l a r a k d a F u a t Sezgin J . Golius'un yayı-
ö n e m e sahiptir. Daha ö n c e birçok müs-
m ı n d a n bir t ı p k ı b a s ı m
l ü m a n a s t r o n o m u n kitapları
Latince'ye
tir (Frankfurt 1986). Fergânî'nin kitabının
t e r c ü m e edildiği h a l d e hiçbiri Batı astro-
O r t a ç a ğ A v r u p a s ı ' n d a a s t r o n o m i ilminin
ris 1914, II, 206-214; Brockelmann, GAL, I, 249,
n o m l a r ı ü z e r i n d e Cevâmi'
g e l i ş m e s i n e n e ö l ç ü d e tesir ettiğini an-
250; Suppi., I, 392-393; DSB, IV, 541-545;
l a y a b i l m e k için o n u n
kütüphanelerdeki
Sezgin, GAS, V, 259-260; VI, 149-151.
hesiz eserin m u h t e v a s ı gibi sistematiği-
Latince y a z m a l a r ı n ı n
bolluğuna
nin ve ü s l û b u n u n d a
e t m e k ve Pierre D u h e m ' i n Le
k a d a r etkili
o l m a m ı ş t ı r . B u n u n başlıca sebebi, şüpmükemmelliğidir.
O t u z f a s ı l d a n o l u ş a n Cevâmi'i Nedîm
Kitâbü'l-Fuşûl
İbnü'n-
ihtiyârü'l-Me-
du monde
gerçekleştirmiş-
nî), Beyrut 1890, s. 236-237; J. B. J. Delambre.
Histoire de l'astronomie du moyen-age, Paris 1819, s. 63-73; Suter, Die Mathematiker, s. 18-19; P. Duhem, Le Systeme du monde, Pa-
dikkat
cistî adıyla verir. İbnü'l-Kıftî ise yukarıd a belirtildiği gibi A h m e d b. M u h a m m e d
yılın sonlarına k a d a r A v r u p a ' d a
n o m i a l a n ı n d a k i ç a l ı ş m a l a r için vazgeçilmez bir k a y n a k o l m u ş ve özellikle Bat-
hare-
l a m y u s ' u n a s t r o n o m i k s i s t e m i o n u n va-
Fergânî'-
sıtasıyla yayılmıştır. Meselâ XIII. yüzyıl-
İhtişâri'l-
d a Paris p e r i p a t e t i k e k o l ü n ü n ü n l ü bil-
adlarıyla d a iki ayrı eser halin-
g i n l e r i n d e n olan R o b e r t Grosseteste'nin
c
ilmi
hey 0eti'l
kâti'n-nücûm
ve
adıyla A h m e d
ye, Kitâbü'l-Fuşûl
Mecistî
- eflâk
ve Kitâbü
d e M u h a m m e d Fergânî'ye n i s b e t eder.
Summa
Bu d u r u m Cevâmi'in
l a m y u s ' a yapılan atıflar b ü t ü n ü y l e Ce-
literatüre çok fark-
philosophiae
adlı eserinde Bat-
lı isimlerle geçtiğini g ö s t e r m e k t e d i r . Ni-
vâmi'den
t e k i m J a c o b u s Golius t a r a f ı n d a n 1669'-
ve XIV. yüzyıllarda İtalyan astronomları-
d a A m s t e r d a m ' d a yeni bir Latince ter-
nın t e m e ! k a y n a ğ ı yine F e r g â n î ' n i n ese-
cümesiyle
Arapça
ridir ve meselâ Ristoro d'Arezzo'nun, Bat-
fi'l-hare-
l a m y u s ' u n kitabını t a n ı m a d ı ğ ı halde Del-
birlikte
yayımlanan
m e t n i n dış s a y f a s ı n d a Kitâb
kâtı's-semâviyye nücûm,
ve cevâmi'u
iç s a y f a s ı n d a ise Kitâb
'ilmi'n-nücûm
'ilmi'nfî
uşûli
adının verildiği görülmek-
aktarılmıştır. Aynı şekilde XIII
la composizione
del mondo
adlı çalış-
m a s ı n d a o n a yaptığı g ö n d e r m e l e r d e tam a m e n Cevâmi'a
Convivio'üa
d a y a n m a k t a d ı r ; Dan-
t e d i r . Eser Batı d ü n y a s ı n d a kısaca Ele-
te'nin
menta
ismiyle bilinmekte-
miyle ilgili d ü ş ü n c e l e r i n i n k a y n a ğ ı d a yi-
çeşitli bölümlerinde Arap,
n e b u eserdir. Batı'da b u k a d a r etkili ol-
Suriye, R o m a , İran ve Mısır t a k v i m l e r i ;
m a s ı n a karşılık İslâm d ü n y a s ı n d a C e v â -
astronomica
dir! Cevâmi'm
FERGÂNÎ, Saîdüddin
(
astro-
el-Med-
ilâ
r
XII. yüzyıldan itibaren XV. yüz-
b. Kesîr ile M u h a m m e d b. Kesîr'in iki ay-
hal
MAHMUT KAYA — SÂMÎ ŞELHUB
adlı eserinin III ve IV. ciltleri-
n e g ö z a t m a k yeterlidir. Hiç ş ü p h e s i z
Cevâmi',
rı kişi o l d u ğ u n u s a n a r a k eseri
S
Systeme
açıkladığı
astrono-
d ü n y a n ı n u z a y d a k i k o n u m u ve hareket-
m i ' ile p e k ilgilenilmemiş ve ü z e r i n d e
leri, e k l i p t i k e ğ i l i m ; m e ş h u r ü l k e ve şe-
fazlaca bir ç a l ı ş m a y a p ı l m a m ı ş t ı r . Ese-
J ^ ^
)
Ebû O s m â n Saîdüddîn M u h a m m e d b. A h m e d el-Kâsânî el-Fergânî (ö. 6 9 9 / 1 3 0 0 ) Ekberiyye mektebine m e n s u p sûfî müellif. L
J M â v e r â ü n n e h i r ' i n Fergana vadisinde-
ki K â s â n ş e h r i n d e d o ğ d u . Hayatı ve ailesi h a k k ı n d a yeterli bilgi y o k t u r . Zehebî'nin, " Ö l d ü ğ ü n d e y e t m i ş
(el-'Iber,
yaşlarındaydı"
111, 399) şeklindeki
kaydından
h a r e k e t l e 6 2 0 (1223) yılı civarında doğd u ğ u söylenebilir. Fergânî çok g e n ç yaşında, " ş e y h ü ş ş ü y û h " dediği Ş e h â b e d d i n es-Sühreverdî'nin halifesi Necîbüddin Ali b. B ü z g a ş eş-Şîrâzî'ye intisap etti.
hicul-'ibâd
Menâ-
adlı eserinde, girdiği Süh-
reverdiyye-i Büzgaşiyye t a r i k a t ı n ı n kendisine k a d a r u l a ş a n silsilesini n a k l e d e n F e r g â n î seyrü s ü l û k ü n ü
tamamlayarak
T â h û n adlı bir h a n k a h ı n şeyhi oldu (a.g.e., III, 399). Kısa bir s ü r e sonra m e m l e k e t i n d e n ayrılıp Ş a m t a r a f l a r ı n a gitti. Bu-
378 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FERGÂNÎ, Saîdüddin rada Sadreddin KonevTnin sohbet ve hiz-
Meşâriku'd-
m e t halkasına katıldı. Onun
deıâıî
adlı eserine Konevî'nin
sona erdiğini söylemişlerdir (Turan, s.
ni naklettiğini ve d a h a sonra kendi vâri-
554-555).
dâtını anlattığını söyler ( Keşfü'z-zunûn, 1,
yazdığı
Hocası Sadreddin Konevî, 630 (1233)
takrizden, kendisine Mısır ve Anadolu'-
yılında ilk defa Mısır'a gittiği zaman Şeyh
hocaları arasındaki mânevî bağı göster-
da refakat e d e n talebeleri arasında Fer-
İbnü'l-Fârız'ın hayatta o l d u ğ u n u , ancak
mesi b a k ı m ı n d a n önemlidir. Ayrıca Ko-
anlaşılmaktadır
kendisiyle görüşemediğini, 643 (1245-46)
nevî'ye ait Fergânî hattıyla yazılmış 6 6 9
s. 1). Sadreddin Ko-
yılında Ş a m ' d a n tekrar Mısır'a geldiğin-
(1270) tarihli bir î'câzul-beyân
gânî'nin d e b u l u n d u ğ u
(Meşâriku'd-derârî,
265-266). Bu rivayet, Fergânî'nin şerhiyle
nüs-
nevTnin sohbet, irşad ve hidayetiyle "şe-
de zevk ehli bir cemaatle onun
Kaşîde-i
hası (Köprülü Ktp., nr. 11), diğer eserleri-
reflenerek" o n u n zâhirî ve bâtınî edep
T â ' i y y e ' s i n i şerhetmeye başladıklarını,
nin yazımında da hocasına kâtiplik yap-
ve faziletlerinden, şeriat, t a r i k a t ve ha-
bu dersleri Ş a m ' d a ve A n a d o l u ' d a sür-
m ı ş o l d u ğ u n u göstermektedir.
kikat ilimlerindeki bilgisinden en iyi şe-
dürdüklerini, içlerinden bazılarının yapı-
kilde faydalandığını ifade eden Fergâ-
lan açıklamaları d a h a sonra derleyip to-
dârik'in
nî, zikir telkini ve t a r i k a t hırkasının an-
p a r l a m a k niyetiyle not aldıklarını, "me-
g ö r m e k m ü m k ü n d ü r . Burada zât, gayb,
cak bir şeyhten alınabileceğini, bunun-
şâyihin iftiharı, âlim ve ârif kardeşim"
ilk tecellî, ahadiyyet ve vâhidiyyet mer-
la birlikte birçok şeyhin sohbetlerinden
diye andığı Fergânî'den başka hiç kim-
tebeleri, z u h u r u n sebebi olarak muhab-
d e istifade e t m e n i n m ü m k ü n o l d u ğ u n u
seye bu notları derleyip eser haline ge-
bet, kemal, ilim, vücûd, ikinci tecellî, ilâ-
söyler. Nitekim M u h a m m e d b. Sekrân
t i r m e n i n müyesser olmadığını söyleye-
hî isimler, kevnin mertebeleri, insân-ı kâ-
el-Bağdâdî gibi bazı şeyhlerin hizmetle-
rek ondan övgüyle bahseder [Meşâriku'd-
mil mertebesi, ruhlar mertebesi, misal
[Menâhicü'l-
derârî, s. 1-2). Konevî'nin diğer talebesi
mertebesi, cisimler mertebesi, Hz. Â d e m
İbâd, s. 184). 6 6 5 (1267) yılında hacda
ve Fergânî'nin ders arkadaşı Şemseddin
ve insanın hakikati, Hz. M u h a m m e d ve
rinde b u l u n d u ğ u n u belirtir c
o l d u ğ u tesbit edilen
[Müntehe'l-medâ-
el-îkî d e Konevî'nin derslerini
Müntehe'l-me-
Fergânî'nin fikirlerini
m u k a d d i m e s i n d e toplu olarak
Kaşîde-i
M u h a m m e d i hakikat, altı küllî mertebe,
rik, II, 130) Fergânî 6 9 9 yılı Zilhicce ayın-
Tâ'iyye'den
bir beyit okuyup bunu Fars-
d ö r t sefer gibi konular h e m varlığın (vü-
d a (Ağustos - Eylül 1300) vefat etti. Ne-
ça şerhederek bitirdiğini, izahlarını an-
cûd) tecelli ediş basamakları olarak, h e m
rede ö l d ü ğ ü bilinmemekte, a n c a k kab-
cak zevk sahibi kişilerin
anlayabilece-
de sâlikin zâta rücûdaki mânevî makam-
rinin Ş a m ' d a o l d u ğ u rivayet edilmekte-
ğini, bazan, " D ü n k ü beytin m â n a s ı ba-
ları olarak ele alınır. Fergânî bu konula-
dir (Pouzet, s. 219). Bazı tasavvuf tarih-
na bir de şöyle zâhir oldu" diyerek aynı
rı işlerken genel hatlarıyla üstatları İb-
çileri Sühreverdiyye tarikinin silsilesin-
beyti d a h a da acayip bir t a r z d a yeniden
nü'l-Arabî ve Sadreddin Konevî'nin açık-
d e ona d a yer verirken (Ma'süm Ali Şah,
açıkladığını, Fergânî'nin b ü t ü n dikkati-
lamalarını aynen t a k i p ederse d e birkaç
II, 311) bazıları silsilede o n u n adını zik-
ni o n u n söylediklerini anlamaya verdiği-
yerde onlardan farklı bir terminoloji ve
ni, dersten sonra bunları Farsça olarak
formülasyon denediği göze çarpar. Me-
yazdığını {Meşâriku'd-derârî),
d a h a son-
selâ İbnü'l-Arabî bu konuları izah eder-
şan mesleğin fikirlerinin ilk k u ş a k nâ-
ra b u n o t l a n Arapçalaştırarak iki ciltlik
ken hiçbir yerde vahdet-i v ü c û d u kav-
kil ve şârihlerinden biri olan Saîdüddin
meşhur eserini (Müntehe'l-medârik)
mey-
r a m s a l l a ş t ı n p özel bir t e r i m olarak kul-
el-Fergânî'nin İslâm d ü ş ü n c e tarihinde
dana getirdiğini söyler (İbnu 1-Fârız, s. 27-
lanmamıştır. Vahdet-i vücûd terimini ilk
önemli bir yeri vardır. Sadreddin Kone-
28; Câmî, fiefehât, s. 542).
defa ve en fazla kullanan sûfî Fergânî'-
retmezler (Trimingham, ek, c). Muhyiddin İbnü'l-Arabî etrafında olu-
vî'nin diğer iki talebesi Fahreddîn-i Irâ-
Üslûbundan dikte edilmiş bir eser ol-
dir. A n c a k o n u n bu kavramla ifade et-
Meşâriku'd-derârî'deki
m e k istediği şey sarih değildir. Fergânî,
kî ve Müeyyidüddin Cendî ile beraber
d u ğ u anlaşılan
Ekberiyye m e k t e b i n i n fikirlerinin yayıl-
fikirlerin ne kadarının Fergânî'ye ait ol-
iki ü s t a d ı n d a n biraz d a h a serbest bir
m a s ı n d a önemli rolü olmuş, Abdürrez-
d u ğ u n u tesbit e t m e k oldukça
y o r u m l a m a ile bu k a v r a m a â f â k î düz-
z â k el-Kâşânî ve Dâvûd-i Kayseri gibi
Ancak özellikle
zordur.
Müntehe'l-medârik'te
l e m d e "kesret"in (ilimle başlayan çokluk)
kendilerinden sonra gelen üçüncü kuşak
kendine ait önemli fikirlerin
bulundu-
t a m karşısında bir m â n a yükler. Ancak
temsilcilerine de ilham vermiştir (Chittick,
ğ u söylenebilir. Fergânî, ilkinin üçte bir
ahadiyyetü'l-cem' m a k a m ı n d a bunlar ay-
MW, LXXXII/3-4, s. 226). Bahâeddin Nak-
oranında genişletilerek yeniden yazılmış
nı şey olurlar. Zira ona göre vücûd mut-
şibend'in halifesi M u h a m m e d Pârsâ üze-
şekli olan bu ikinci esere nedense hocası
lak ve hakiki vahdete sahipken ilmin ta-
rindeki
Konevî'nin ilk şerhe yazmış olduğu tak-
biatında kesret vardır. Vahdetin tabiatı
kendisi gibi Orta Asya kökenli bir sûfî
rizi almamıştır. Onun Konevî ve İbnü'l-
fâillik iken kesretin tabiatı
olan Fergânî kanalıyla gerçekleştiği ileri
Arabî'nin fikirleri d o ğ r u l t u s u n d a yaptı-
biri vücûb, diğeri i m k â n ifade eder. Bu-
sürülür (Ülken, s. 266; Algar, V / l , s. 3).
ğı bu iki şerh tasavvuf düşüncesinin te-
na ahadiyyet m e r t e b e s i n d e n
Fergânî'nin Selçuklu veziri Muînüddin Sü-
mel eserleri arasında sayılmış ve ken-
z â t için b ü t ü n kesretten u z a k " m u t l a k
leyman Pervâne ile çok yakın dostlukla-
d i n d e n sonraki birçok esere kaynaklık
birdir" denebilir. Fakat vâhidiyyet mer-
etmiştir. Kâtib Çelebi, Sadreddin Kone-
tebesinden bakıldığında b u d e f a zâtın
İbnü'l-Arabî etkisinin de yine
rı olduğu, vezirin Kaşîde-i
Tâ'iyyetul-kübrâ)
Tâ'iyye
{et-
derslerinin bir kısmı-
vî'nin şeyhi İbnü'l-Arabî'den
Kaşîde-i
kâhilliktir; bakılınca
bu m u t l a k birliğinin aynı z a m a n d a bü-
na bizzat katılmasından ve Fergânî'nin
Tâ 'iyye 'yi şerhetmesini talep edince İb-
t ü n çokluğun d a kaynağı
bu eser üzerine yazdığı şerhi ona i t h a f
nü'l-Arabî'nin "Bu ileride senin evlâtla-
o l d u ğ u görülür. Zira bu m e r t e b e d e ar-
etmesinden anlaşılmaktadır ( Meşâriku'd-
rından birine nasip olacak güzel bir ge-
tık O ' n u n isimieri vardır ve bunlar bir-
derart, s. 12; Ateş, s. 115). Bazı tarihçi-
lindir" diyerek ona beş defter verdiğini,
den fazladır. Bu d u r u m d a z â t
"aktif",
isimler ise " p a s i f t i r . Fakat b u isimler
ler, Cendî ve Fergânî'nin ardarda ölüm-
Konevî'nin derslerinin s o n u n d a
leriyle Selçuklular'ın mânevî rehberleri-
y e ' d e n bir beyit o k u d u k t a n sonra bu
âleme
nin kalmadığını ve hükümranlıklarının da
defterden İbnü'l-Arabî'nin ilgili sözleri-
d u r u m a geçeceklerdir
Tâ'iy-
durumunda
mukabil
olduklarında
da
aktif
[Müntehe'l-medâ-
579 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
FERGÂNÎ, Saîdüddin cidir. Fakat aşk, iki parçayı birbirinden
Öte yandan Fergânî'nin, üstatlarından
ayıran ne varsa a r a d a n kaldırmak iste-
t e m e l d e pek farklı olmayan bazı başka
yince karşısına
tercihleri d e vardır. Meselâ "ikinci tecel-
Çünkü
lî" için İbnü'l-Arabî'nin kullandığı "vah-
şeyleri "bu" ve "o" diye ayırarak tanım-
dâniyye" terimi yerine "vâhidiyye"yi ter-
lar. Fergânî, sâlikin f e n â
cih ederken feyiz, hayal, berzah kavram-
katettikten
.-iA-^aûj J i - f i
ilim çıkacaktır.
ilim ayırıcı, tefrik edici bir yapıda olup
sonra
beka
makamlarını makamlarına
larını da onun k a d a r sık kullanmaz. Ye-
ayak basacağını, beka m a k a m l a r ı n ı n en
di ana isim (eimmetü'l-esmâ) konusun-
alt düzeyinde öncelikle m ü ş a h e d e edil-
da İbnü'i-Arabî'yi t a k i p eder, yalnız ilâhî
mesi gereken mertebenin de vahdet-i
isimleri küllî ve cüz'î olarak ikiye ayırır
vücûd y a h u t kesrette vahdet mertebesi
ve var oluşun cüz'î isimlerle o l d u ğ u n u
o l d u ğ u n u , ikinci olarak kesret-i ilm ya
söyler ( Meşâriku'd-derârî ; s. 58-59). Ayrı-
da vahdette kesret mertebesinin müşa-
ca "levh-i m a h f û z d a k i d ö r t ilâhî r ü k ü n "
hede edileceğini ve son olarak da bu iki
dediği dört sıfatla melekler, tabiatlar
mertebenin müşahedesiyle beraber her
ve mizaçlar arasında şöyle bir irtibat ağı
türlü
kurar:
kayıttan
cem'u'l-cem'"
uzaklaşılan makamına
"hazretü'lgelineceğini,
bu m a k a m ı n enbiya ve evliyaya m a h s u s
HAYAT — İsrâfil — sıcak — ateş
o l d u ğ u n u söyler. B ü t ü n bunlardan son-
İLİM — Cebrâil — s o ğ u k — hava
ra yalnız Hz. M u h a m m e d ' e m a h s u s bir
İFiADE — Mîkâil — r u t u b e t — su
m a k a m vardır ki bu hepsinin fevkindeSaîdüddin el-Fergânî'nin hattıyla Sadreddin Konevî'nin c
i câzul-beyân
adlı eserinin son sayfası
(Köprülü Ktp., nr. 4 i )
dir (Müntehe'Tmedârik,
KUDRET — Azrâil — kuruluk — toprak
II, 214).
Z â t a d o ğ r u bu seyirde alınacak tecel-
Diğer b ü t ü n melekler ve ruhlar bu dört
lîler tersine çevrilmiş d ö r t seferle olur
baş meleğin özelliklerine tâbidir (Mün-
ki bunlar da sırasıyla tecellî-i zâhirî, te-
tehe't-medârik,
cellî-i bâtınî, tecellî-i cem'î, tecellî-i zâ-
tecellîye dair m â l u m a t a ise Konevî'nin
tî-i cem'î-i kemâlidir ve bununla yolcu-
aksine ilk tecellîden d a h a fazla yer ve-
I, 51-54). Fergânî ikinci
rik, i, 13). Kâinattaki her m a h l û k biri bir-
luk t a m a m l a n ı r .
Muayyen bir şekilde,
rir. Ayrıca Konevî'nin "hazarât-ı h a m s "
liğe (vahdet), diğeri de çokluğa (kesret)
bekaya ait seyir m a k a m l a r ı n d a n birinin
tasnifinin ilk mertebesi olan "hazretü'l-
yönelik iki veçhe sahiptir. Sâlikin varlı-
karşılığı olarak İbnü'l-Arabî'nin kullan-
ilm"i ikiye ayırıp "lâtaayyün" mertebesi-
ğın birliğine d o ğ r u yönelmesi bir ahenk,
maya dahi ihtiyaç d u y m a d ı ğ ı vahdet-i
ni m ü s t a k i l olarak başa a l m a k suretiyle
b ü t ü n l ü k ve yakınlaşma sağlarken çok-
vücûd terimini Fergânî'nin de sadece bir
"hazret'in sayısını altıya çıkarır ve bun-
luğa
d o ğ r u yönelmesi ayrılık, farklılık
ifadelendirme ihtiyacından dolayı tercih
lara "el-merâtibü'l-külliyye" adını verir.
ve u z a k l a ş m a doğurur. İlk bakışta birlik
ettiği görülmektedir. Hatta Farsça şer-
İnsân-ı kâmil mertebesini izah ederken
iyi, çokluk k ö t ü gibi g ö r ü n ü r s e d e aslın-
hinde "vahdet-i vücûd" tamlamasını kul-
insanî kemalin en ü s t mertebesi olan
da bunlar zât-ı m u t l a k ı n değişik mer-
lanarak k u r d u ğ u cümleleri Arapça şer-
"hakîkat-i Muhammediyye-i Ahmediyye"
tebelerdeki birbirine zıt sıfatları olduk-
hinde aynen m u h a f a z a etmeyip konuyu
mertebesini "ev e d n â " m a k a m ı
larından â l e m d e her ikisi de m ü s b e t rol
başka ifadelerle de anlatır. Bu husus, İs-
da adlandırır ki bu ontolojik olarak "ta-
zıtlar
lâm d ü ş ü n c e tarihinde bu kavram etra-
ayyün-i
(hayır-
fında sonraki yıllarda yapılan tartışma-
dır. Bu m a k a m , "taayyün-i sânî" ya da
oynar. Fergânî'nin bu metafizik anlayışının
filozofların
iyi-kötü
şer) diyalektiğine değil, d a h a çok taocu-
ların kullanılan
l u ğ u n "yin-yang" â h e n g i n e benzer bir
açıkça göstermektedir.
dilden
kaynaklandığını
evvel"
mertebesinin
olarak
karşılığı-
"vâhidiyye" mertebesinin üzerinde, "lâtaayyün" mertebesinin altındadır (a.g.e., I, 13).
g ö r ü n ü m arzettiği ileri s ü r ü l m ü ş t ü r . Bu
Fergânî'nin yukarıda ele alınan "iki zıt"
d u r u m d a bu d ü a l i z m evrendeki biri ne-
görüşü, bir bakıma İbnü'l-Arabî'nin "aha-
gatif, diğeri pozitif olan, f a k a t neticede
diyyetü'l-ahad" m e f h u m u n u
"ahadiyye-
mâleddin bu kasideleri hiç kimsenin Fer-
her ikisi d e t e k kozmik ilkenin tezahür-
tü'l-kesre" veya "ahadiyyetü'l-vâhid"in
g â n î gibi açıklayamadığını söyler (ibnü'l-
lerinden ibaret b u l u n a n güçler d e m e k
karşılığı olarak kullanarak Allah'ı da bu
Fârız, s. 28-29). C â m î de Fergânî'nin Ka-
olur (S. Murata, s. 45). Bu k o n u d a ben-
m e r t e b e d e "vâhidü'l-kesîr" diye ifade
şîde-i
Tâ'iyye
zer bir karşılaştırma da Abdürrezzâk el-
edişine (el-Fütûhât,
minin
meselelerini
Kâşânî'nin yorumları esas alınarak T.
veçheli insan motifi de yine İbnü'l-Ara-
bu eserin dîbâcesinde anlattığı
lzutsu t a r a f ı n d a n yapılmıştır.
Fergânî,
bî'nin kâmil âriflerin iki göze sahip ol-
sistematik ve düzenli bir şekilde açık-
seyrü sülük ile zâta rücû etmeye çalı-
duklarını, bunların biriyle birliği, diğe-
lamamıştır"
şan kişinin v a h d e t m ü ş a h e d e s i n d e bir-
riyle çokluğu, biriyle Tanrı'nın
hât, s. 559); ayrıca Nakdun-nuşûş
liğe d o ğ r u yönelip çokluktan
uzaklaş-
ve tenzihini, diğeriyle O'nun yakınlık ve
Eşi"atü'l-leme eât
maya yüz tutmasıyla çokluğun da artık
teşbihini, biriyle devamlılığı, diğeriyle de-
bu k i t a p t a n sık sık alıntılar yapar. Bu
o n u n g ö z ü n d e n silinmeye başlayacağını
ğişiklikleri ve biriyle karanlığı, diğeriy-
m e k t e b e bağlılığından dolayı "Mağribî"
söyler. Birliğe d o ğ r u y ö n e l m e d e etkili
le ise aydınlığı gördüklerini belirtmesi-
mahlasını alan sûfî şair M u h a m m e d Şî-
g ü ç ise m u h a b b e t ve aşktadır. Zira aş-
ne (a.g.e., 111, 274, 470) getirilen bir nevi
rîn et-Tebrîzî de m e ş h u r Câm-ı
kın tabiatı birlik istediği için o birleştiri-
y o r u m d a n ibarettir.
n ü m â ' s ı n d a kısmen bu eserin dîbâcesi-
ili, 420; IV, 232); iki
uzaklık
İbnü'l-Fârız'ın t o r u n u Şeyh Ali b. Ke-
380 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)
şerhi için, "Hakikat ilkimse
diyerek ona
Fergânî'nin kadar
katılır (Nefeve
adlı eserlerinde d e
Cihân-
FERGÂNÎ, Saîdüddin ni hulâsa eder (Chittick, MW, LXXXII/3-
cerî ve Celâleddin el-Bekrî gibi devrin
4, s. 226). Molla Fenârî, Konevî'nin Mif-
bazı âlimlerinden
tâhu'l-gayb
aramaya koyulduğunu, bu âlimlerin hep-
adlı eserine yaptığı şerhte
bu
konuda
fetvalar
özellikle Fergânî'nin açıklamalarını kul-
sinin Fergânî'nin şerhi lehinde fetva ver-
lanır {Mişbâhu'l-üns,
s. 74). Onun bu şer-
diklerini, ancak bu fetvaların şüpheyi or-
hine ta'lîkat düşenler d e yine Fergânî'-
t a d a n kaldırmadığını söyleyerek doğru
den yaptıkları alıntılarla görüşlerini tak-
görüşün
viye etmişlerdir. Dâvûd-i Kayserî'nin de
kendisinin bu kitabı yazdığını belirtir (e/-
ne o l d u ğ u n u
belirttiği gibi bu k o n u d a söyleyecek sö-
Mu'ârız,
vr. 382 a ; Keşfü'z-zunûn,
l, 267).
zü olan b ü t ü n ârifler, Fergânî'nin eserin
Bikâî bu eserinde, Fergânî'nin
şerhin-
dîbâcesinde yüksek irfana (metâlib-i âli-
deki görüşleri naklederek bunları savu-
ye) dair yaptığı bu açıklamalardan fay-
nanların en b ü y ü k kâfirler
dalanmışlardır (Celâleddin Âştiyânî, s. 26).
ileri sürünce Süyûtî
Meselâ 723 (1323) yılında Antalya'da bir
fî nuşreti
göstermek
için
olduklarını
adlı kitabını ka-
leme alarak ona karşı çıkmış, Burhâned-
hi o k u t a n Kemâleddin Burugluvî yazdı-
din el-Garsî de Bikâî'ye bir reddiye ya-
ğı şerhte Fergânî'nin
dîbâcesini
özet-
lemiştir (Süleymaniye Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1819, vr. 115 b -128 b ). Dâvûd-i Kayserî ve İsmâil Ankaravî'nin
Tâ'iyye
şerhlerinin
ondan
mukaddimelerinden
b ü y ü k çapta etkilendikleri
anlaşılmak-
j ( J ç p ''{f'^ÎJ
Kamhu'l-mu'ârız
İbni'l-Fârız
şer-
medresede Farsça olarak Tâ'iyye
ii/J§ii
zıp Süyütî'ye destek vermiştir.
Bunun
üzerine Bikâî eleştiri dozunu d a h a
da
fyjfiSJ
"df";,ı"j^rff}'
"d'Jttf
*
arttırarak iki kitap d a h a yazınca halk galeyana gelmiş ve Bikâî'yi linç edilmek-
V'Ü
ten
•i J ı S u>0 i
devlet adamları
kurtarmıştır
(İbn
('•> t f / d -» _(, (î>J / ı O ^ > Jfi-Z