Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi [12] [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Yönetim İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi Bağlarbaşı, Kısıklı c a d d e s i 7



Üsküdar - 81180 İstanbul



T e l : (0 216) 341 07 92 (4 hat) Fax : (0 216) 334 95 88 MODEM : (0 216) 343 31 09



TÜRKİYE D İ Y A N E T VAKFI



AN StKLOPEDİSt



Cj ı



x



ü im* Jt



i



7



Jl AsEf



EYS - FIKHÜ'I-HADÎS



İstanbul 1995



© 1995



Her hakkı mahfuzdur. Yazı ve fotoğraflar kaynak gösterilmeden kullanılamaz.



T Ü R K İ Y E D İ Y A N E T VAKFI



Sahibi Türkiye Diyanet Vakfı



İdare Meclisi Dr. TAYYAR ALTIKULAÇ Prof.Dr. İSMAİL E. ERÜNSAL Prof.Dr. HAYREDDİN KARAMAN Prof.Dr. BEKİR TOPALOĞLU Prof.Dr. M. SAİMYEPREM



Genel Sekreter Süleyman N. AKÇEŞME



INCELEME HEYET!



Prof.Dr. Bekir TOPALOĞLU (Başkan) Doç.Dr. A h m e t ÖZEL (Başkan Yardımcısı) Prof.Dr. Ö m e r Faruk AKÜN Dr. Tayyar ALTIKULAÇ Nihat AZAMAT Doç.Dr. Mustafa ÇAĞRICI Sargon ERDEM Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL Prof.Dr. Semavi EYİCE Prof.Dr. M. Yaşar KANDEMİR Prof.Dr. Hayreddin KARAMAN Prof.Dr. M a h m u t KAYA Prof.Dr. Abdülkerim ÖZAYDIN Prof.Dr. A h m e t TOPALOĞLU Prof.Dr. Metin TUNCEL Doç.Dr. Mustafa UZUN



M a d d e T e s b i t v e İç Kontrol



Fuat GÜNEL Kasım KIRBIYIK



TEKNİK REDAKSİYON SORUMLUSU Sekreter İmlâ



Prof.Dr. A h m e t TOPALOĞLU Doç.Dr. Metin YURDAGÜR Isa KAYAALP Prof.Dr. Mustafa ÖZKAN Doç.Dr. M u h a m m e t YELTEN



Teknik Kontrol



Doç.Dr. H a s a n AKSOY Dr. Azmi BİLGİN



Bibliyografya



Dr. M e h m e t AYKAÇ İsmail ÖZBİLGİN R e c e p USLU



İndeksleme



Doç.Dr. Metin YURDAGÜR



YAYİN M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü Dizgi



Ahmet YILMAZ (Müdür) Nedim GÜNEY (Şef) Süleyman ÖZEL Yılmaz SAMANCI



Tashih



Hüseyin Hilmi KURTULMUŞ (Şef) Mehmet GÜNYÜZLÜ Osman SEVİM Abdülkadir ŞENEL



Resimleme



Enis KARAKAYA / M . A . (Şef) Ahmet AKMAN Doç.Dr. Hüsamettin AKSU Dr. Nebi BOZKURT Haluk KARGI / M . A .



Çizim BİLGİ İŞLEM SORUMLUSU Operatörler



Oğuz KALLEK Prof.Dr. M. Saim YEPREM Mustafa AFACAN Ender BOZTÜRK Sema DOĞAN Mustafa DURSUN Hüseyin KARAER Sebile KURTULDU Coşkun YILDIRIMTÜRK



KÜTÜPHANE ve DOKÜMANTASYON SORUMLUSU



Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL



KÜTÜPHANE ve DOKÜMANTASYON M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü Kütüphane



Ayhan AYKUT (Müdür) Recep YILMAZ (Şef) Meliha ÇETİNÖZ Nuray FİLİZ Nâgihan KOÇ Salih SANDAL Nedret TOPÇU Çetin TÜYLÜ Mehmet YILMAZ Ali Yücel YÜRÜK



Satın Alma



Cemil Cahit CAN (Şef) Ekrem ARSLAN



Süreli Yayınlar ve M ü b â d e l e



Selahattin ÖZTÜRK (Şef) Ş. Bilâl ÇAVUŞOĞLU Ali SAVRAN



Dokümantasyon



M. Birol ÜLKER (Şef) Cemal TOKSOY



SİPARİŞ ve TAKİP M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü



Ferman KARAÇAM (Müdür) Sabahattin YENİCE (Şef) Levent AKÇALAR Metin ALTINOK Ş. Memduh GÜZELER



MUHASEBE MUDURLUGU



Erdal İŞCAN (Müdür) Savaş DEMİRAY (Şef) Atalay ALPTEKİ Bilal SALMAN Mehmet ŞEVİK Sema TEKİN



PERSONEL ve İDARÎ İŞLER M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü



Yakup KAHRAMAN (Müdür) M. Hanefi DİLMAÇ Aysel YALÇIN



DAĞITIM ve PAZARLAMA



DİVANTAŞ Yılmaz AYDOĞDU (Genel Müdür) Yüksel DUTĞUN (Malî ve İdarî İşler Müdürü) Abdurrahman TAŞKALE (Satın Alma ve Teknik İşler Müdürü)



MERKEZ İLİM v e REDAKSİYON HEYETLERİ ÜYELERİ Cemil AKPINAR (İlimler Tarihi)



Prof.Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Prof.Dr. Abdülkerim ÖZAYDIN (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)



Doç.Dr. Hasan AKSOY (Türk Dili ve Edebiyatı)



Fuat GÜNEL (Dinler Tarihi)



Prof.Dr. Abdülkadir ÖZCAN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)



Prof.Dr. Ömer Faruk AKÜN (Türk Dili ve Edebiyatı)



Prof.Dr. Yusuf HALAÇOĞLU (Türk Tarihi ve Medeniyeti)



Dr. Azmi ÖZCAN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)



Nurettin ALBAYRAK (Türk Dili ve Edebiyatı)



Prof.Dr. Ömer Faruk HARMAN (Dinler Tarihi)



Y.Doç.Dr. Nuri ÖZCAN (İslâm Sanatları/Mûsiki)



Dr. Tayyar ALTIKULAÇ (Tefsir)



Prof.Dr. Ekmeleddin İHSANOĞLU (İlimler Tarihi)



Doç.Dr. Ahmet ÖZEL (Fıkıh)



Dr. Harun ANAY (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)



Prof.Dr. Mehmet İPŞİRLİ (Türk Tarihi ve Medeniyeti)



Prof.Dr. M. Akif AYDIN (Fıkıh)



Alim KAHRAMAN (Türk Dili ve Edebiyatı)



Dr. Muhammed ARUÇİ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Dr. Cengiz KALLEK (Fıkıh)



Doç.Dr. Halis AYHAN (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)



Prof.Dr. M. Yaşar KANDEMİR (Hadis)



Dr. Mehmet AYKAÇ (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)



Prof.Dr. Mustafa KARA (Tasavvuf)



Nihat AZAMAT (Tasavvuf)



Prof.Dr. Hayreddin KARAMAN (Fıkıh)



Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU (Fıkıh)



Prof.Dr. Mahmut KAYA (İlimler Tarihi, İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)



Doç.Dr. Mustafa L. BİLGE (İslâm Ülkeleri Coğrafyası)



Dr. Sait ÖZERVARLI (Kelâm ve Mezhepler Tarihi) Prof.Dr. Mustafa ÖZKAN (Türk Dili ve Edebiyatı) Dr. Mehmet Ali SARI (Tefsir) Doç.Dr. Muhittin SERİN (İslâm Sanatları/Hat) Prof.Dr. Ahmet TOPALOĞLU (Türk Dili ve Edebiyatı) Prof.Dr. Bekir TOPALOĞLU (Kelâm ve Mezhepler Tarihi) Doç.Dr. Tevfik Rüştü TOPUZOĞLU (Arap Dili ve Edebiyatı)



Doç.Dr. Hulusi KILIÇ (Arap Dili ve Edebiyatı)



Prof.Dr. Metin TUNCEL (İslâm Ülkeleri Coğrafyası)



Dr. Ferhat KOCA (Fıkıh)



Y.Doç.Dr. Zülfikar TÜCCAR (Arap Dili ve Edebiyatı)



Dr. Ali KÖSE (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)



Doç.Dr. Abdullah UÇMAN (Türk Dili ve Edebiyatı)



Doç.Dr. İsmail DURMUŞ (Arap Dili ve Edebiyatı)



Rıza KURTULUŞ (İslâm Ülkeleri Coğrafyası, Fars Dili ve Edebiyatı)



Prof.Dr. Süleyman ULUDAĞ (Tasavvuf)



Prof.Dr. Feridun EMECEN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)



Prof.Dr. Günay KUT (Türk Dili ve Edebiyatı)



Sargon ERDEM (İslâm Sanatları/Müteferrik)



Y.Doç.Dr. İlhan KUTLU ER (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)



Dr. İlyas ÜZÜM (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Y.Doç.Dr. Muhammed EROĞLU (Tefsir)



Prof.Dr. Cevdet KÜÇÜK (Türk Tarihi ve Medeniyeti)



Doç.Dr. Yusuf Şevki YAVUZ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL (Türk Dili ve Edebiyatı)



Prof.Dr. M. Orhan O KAY (Türk Dili ve Edebiyatı)



Prof.Dr. Tahsin YAZICI (Fars Dili ve Edebiyatı)



Prof.Dr. Semavi EYİCE (İslâm Sanatları/Mimari)



Dr. Salim ÖĞÜT (Fıkıh)



Prof.Dr. M. Saim YEPREM (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Prof.Dr. Mustafa FAYDA (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)



Doç.Dr. Mustafa ÖZ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Doç.Dr. Metin YURDAGÜR (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Doç.Dr. İdris BOSTAN (İslâm Ülkeleri Coğrafyası) Dr. Ş. Tufan BUZPINAR (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Doç.Dr. Mustafa ÇAĞRICI (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)



Doç.Dr. Mustafa UZUN (Türk Dili ve Edebiyatı)



GENEL KISALTMALAR a.e. a.g.e. AK Akk. Alm. a.mlf. Arm. Ar. aş.bk. AÜ a.y. AY b. BA bibi. bk. bl. bs. c. çz. d. der. DİE



DTCF



EAÜİF



ed. Ed. Fak. EÜ Evr. Far. fas. Fr. FY Gr. h. hak. haz.



: :



Aynı eser Adı geçen eser Arazi Kanunnâmesi Akkadca Almanca Aynı müellif Ârâmîce Arapça Aşağıya bakınız Ankara Üniversitesi Aynı yer Arapça Yazmalar Bin, İbn Başbakanlık Osmanlı Arşivi Bibliyografya Bakınız Bölüm Basım, baskı, tab' Cilt Çizim Doğum, doğumu Derleyen, derleme Devlet İstatistik Enstitüsü Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Editör Edebiyat Fakültesi Erciyes Üniversitesi Evrak (Arşiv) Farsça Fasikül Fransızca Farsça Yazmalar Grekçe Hicrî Hakkında Hazırlayan



hk. hş.



:



Hz. İbr. İng. İSAM



: : : :



İsp. İÜ k. Kar. krş. Ks. Ktp. Lat. İv. m. md. m.ö. m.s. MS MÜ MÜİF



nr. nşr. Or. ö. PPTT



r. rs. Rus. s. salt. s.nşr. St. str. Sum. SÜ



Hüküm (Arşiv) Hicrîşemsî Hazreti İbrânîce İngilizce İslâm Araştırmaları Merkezi İspanyolca İstanbul Üniversitesi Kitap Karton (Arşiv) Karşılaştırınız Kısım (Arşiv) Kütüphane, kütüphanesi Latince Levha Milâdî Madde Milâttan önce Milâttan sonra Manuscript Marmara Üniversitesi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Numara Neşreden (Tahkik eden) Oriental Ölümü, ölüm tarihi Paragraf Posta Telefon Telgraf Rûmî Resim Rusça Sayfa Saltanat yılları sadeleştirilmiş neşir Saint Satır Sumerce Selçuk Üniversitesi



sy.



:



ŞŞT tah. TBMM



: : : :



TC



:



TDK Tİ EM TMK trc. TRT



ts. TSM TSMA



TSMK



TTK tür. yer. TY UÜ vb. vd. v.dğr.



VGMA



vr. yyk.bk. Zrf. — .



17.. ...



— . . .



*



:



Sayı Şehinşahî Türkçe Tahminî Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti Türk Dil Kurumu Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Türk Medenî Kanunu Tercüme, tercüme eden Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Tarihsiz Topkapı Sarayı Müzesi Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türk Tarih Kurumu Türlü yerde, birçok yerde Türkçe Yazmalar Uludağ Üniversitesi Ve benzeri Ve devamı Ve diğerleri, diğer nâşir veya nâşirler Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi Varak Yıl Yukarıya bakınız Zarf (Arşiv) .... baskısından ofset yayımı devam ediyor Önce/ sonra (yayım yeri) İki yerde yayımlanıyor Madde başı



BİBLİYOGRAFYA KISALTMALARI Adıvar, Osmanlı



Abdülhay b. Fahreddin b. Abdülali el-Hasenî, fiüzhetü'l-hauâtır ve behcetü'l-mesâmi c ue'n-neuâzır(nşt. Ebü'l-Hasan Ali en-Nedvî), I-VIII, Haydarâbâd 1350-90/1931-70.



A b d ü l h a k A d n a n Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Paris 1939; İstanbul 1943, 1970.



Seyfeddin el-Âmidî, Gayetü'l-merâm ft cilmi'l-kelâm (nşr. Hasan M a h m û d Abdüllatîf), Kahire 1 3 9 1 / 1 9 7 1 .



Ahbârü'd-devleti's-Selcükıyye



Âmidî, el-Mübîn



Ali b. Nasır el-Hüseynî [?], Afcbârü'd-deuleti's-Selcûkıyye (nşr. M u h a m m e d İkbal), Lahor 1933; Beyrut 1 4 0 4 / 1 Ş 8 4 .



Seyfeddin el-Âmidî, el-Mübîn fîşerhi me'ânî elfâzi'l-hukemâ. 1 ve'l-mütekellimîn (nşr. H a s a n M a h m û d eş-Şâfiî), Kahire 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris M u h a m m e d Abdülhay b. Abdülkebîr el-Kettânî,



Âmidî,



Gayetü'l-merâm



Abdülhay el-Hasenî, flüzhetü 'l-havâtır



Türklerinde İlim



Ahlwardt, Verzeichnis



Fihrisü'l-fehâris ue'l-eşbât ve mu'cemü'l-me'âcim ue'l-meşîhât ue'l-müselselât (nşr. İhsan Abbas), I-III, Fas 1347 — Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .



Abdülhay el-Kettânî, et- Terâttbü 'l-idâriyye M u h a m m e d Abdülhay b. Abdülkebtr el-Kettânî, et-Terâtîbü 't- idâriyye ([iizâmü'l-hükümeti'n-nebeuiyye), l-II, Rabat 1346 — Beyrut, ts.



VVilhelm Ahlvvardt, Verzeichnis der Arabischen Handschriften der Königlichen Bibliothek zu Berlin, I X, Berlin 1887-99.



A h m e d b. Hanbel. Kitâbü'l- Cilel ue ma'rifetü'r-ricâl (nşr. Vasiyyullah b. M u h a m m e d Abbas), I-ffl, Beyrut-Riyad 1 4 0 8 / 1 9 8 8 .



AOH



Al



Arel, Türk Musikisi



Ars



Islamica,



Abdülhay el-Kettânî, et- Terâttbü'/-idâriyye (Özel)



Afsl.



A b d ü l k â d i r b. Ö m e r el-Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb ue lübbü lübâbi lisâni'i- cArab (nşr. A b d ü s s e l â m M. Hârün), I-XII, Kahire 1967-86.



Abdülkâdir el-Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb (Bulak) A b d ü l k â d i r b. Ö m e r el-Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb ue lübbü lübâbi lisâni'l-'Arab, I-IV, Bulak 1299.



Abdürrezzâk es-San'ânî, el-Muşannef



ABr. Ana Britannica: Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul 1986-90.



l-XXIl,



Aclûnî, Keşfü'l-hafâ' ismâil b. M u h a m m e d el-Aclûnî, Keşfü'l-hafâ 3 ue müzîlü'l-ilbâs c amme'ştehere mine'l-ehâdtş c alâ elsineti'n-nâs (nşr. A h m e d el-Kalâş), I-İI, Halep, ts. (Mektebetü't-Türâsi'I-islâmî); Beyrut 1351-52.



Adıvar, lltm ve Din A b d ü l h a k A d n a n Adıvar, Tarih Boyunca İlim ue Din, istanbul 1944, 1969, 1987.



Aksarâyî, Müsâmeretü 7 - ahbâr Kerîmüddin el-Aksârâyî, Müsâmeretü'l-ahbâr ue müsâyeretü'l-ahyâr: Moğollar Zamanında Türkiye Selçukluları Tarihi (nşr. O s m a n Turan), Ankara 1944.



Albayrak, Osmanlı



Ulemâsı



Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, I-V, İstanbul 1980-81.



Ali Haydar, Dürerü 'l - hükkâm Ali Haydar Efendi (Küçük), Dürerü'l-hükkâm şerhu Meceileti'l-ahkâm, I-IV, İstanbul 1330.



Ali b. Abdullah el-Medînî, 'İlelü'l-hadîs ue ma crifetü'r-ricâl (nşr. A b d ü l m u ' t î E m î n Kal'acî), Halep 1 4 0 0 / 1 9 8 0 .



Âlî, Menâkıb-ı



Hünerverân



Âlî M u s t a f a Efendi, Menâkıb-ı Hünerverân (nşr. İ b n ü l e m i n M a h m u d Kemal), İstanbul 1926.



Âlûsî,



Açta Orientalia Academiae Scientlarum Hungaricae, Budapest 1950 -



H. Sâdeddin Arel, Türk Mûsikîsi Nazariyatı Dersleri, Ankara 1991.



Aristo, Mâ



Annales islamologiques, Le Caire 1954 -



Ali b. Medınî, el-'İlel(Kal'acî)



E b û Bekir A b d ü r r e z z â k b. H e m m â m b. Nâfî' es-San'ânî, el-Musannef (nşr. H a b î b ü r r a h m a n el-A'zamî), I-XI, Beyrut 1971-75, 1403/1983.



AO Açta Orientalia, Copenhagen 1923 —



sy. 1-16, Michigan 1934-51.



Abdülkâdir el-Bağdâdı, Hizânetü 'l-edeb



Ancîerı Testament (Traduction D e c u m e n i q u e d e la Bible), Paris 1980.



Ahmed b. Hanbel, el-'İlel (Vasiyyullah)



(Dârü'l-Kitâbl'I-Arabî).



M u h a m m e d Abdülhay b. Abdülkebîr el-Kettânî. et-Terâttbü i-idâriyye: tiz. Peygamber'in Yönetiminde Sosyal Hayat ue Kurumlar (trc. A h m e t Özel), l-III, İstanbul 1990-93.



Ancien Testament



Rûhu'l-me'ânî



Ş i h â b ü d d i n M a h m û d el-Âlüsî,



Ba'de't-tabî'a



Aristo, Mâ Ba'de't-tabfa: Metaphysica (İbn R ü ş d , Tefsîru Mâ Ba ae't-tabî'a içinde, nşr. S. J. Ivİaurice Bouyges), I-IV, Beyrut 1973-86.



Artuk, İslâmt Sikkeler Kataloğu İbrahim A r t u k — Çevriye Artuk, istanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslâmt Sikkeler Kataloğu, I-II, istanbul 1970-74.



As.Af. Asian Affairs, sy. 56, London 1970 — (krş. fCAS, JRCAS).



Âsitâne Tekkeleri



Tayyarzâde A t â Bey, Târih, l-V, İstanbul 1292-93.



Atâî, Zeyl-i Şekaik Nev'îzâde A t â u l l a h (Atâî), Hadâiku'l-hakâik fî tekmileti'ş-Şekâik (nşr. A b d ü l k â d i r Özcan), II, istanbul 1989.



AÜİFD Ankara üniuersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1952 —



Avfî, Lübâb Muhammed b. M u h a m m e d el-Avfî, Lübâbul-elbâb (nşr. E. G. Browne — M u h a m m e d Kazvînî}, London 1902-1906.



A cyânü'ş-Şt ca Muhsin el-Emîn, A'yinü'ş-Şî'a (nşr. Hasan el-Emîn), [-XI, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-ceuâmi' Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-ceuâmi', I-Il, istanbul 1281.



Ayvansarâyî, Mecmûa-i Teoârth Hüseyin Ayvansarâyî, Mecmûa-i Teuârîh (nşr. Fahri Ç. Derin — Vahid Çabuk), İstanbul 1985.



Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn Hüseyin Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn ue Meşâhîr-i (nşr. Fahri Ç. Derin), İstanbul 1978.



Ricâl



Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimarî Eserleri I



Âsitâne-iAliyye ve Bilâd-ı Selâse'de Kâin El'ân Meucûd ue Muhterik Olmuş Tekkelerin İsim ue Şöhretleri ue Mılkâbele-i Şerîfe Günleri Beyân Olunur, İstanbul 1256.



Ekrem Hakkı Ayverdi v.dğr., Avrupa'da Osmanlı MimârtEserleri: Romanya, Macaristan, İstanbul 1977.



Âşık Çelebi, Meşâirü'ş-şuarâ



Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimârî Eserleri II-IJI



Âşık Çelebi, Meşâirü'ş-şuarâ or Tezkere of'Aşık Çelebi (nşr. Ğ. Meredith-Owens), London 1971.



Âşıkpaşazâde, Târih Âşıkpaşazâde, Tevârîh-i Al-i Osm&n (nşr. Âlî Bey), İstanbul 1332.



Âşıkpaşazâde, Târih (Atsız) Âşıkpaşaoğlu A h m e d Âşıkl,



Rühu'l-me ânî ft tefstri'l-Kur'âni'lc azîm ue's-seb ci'l-mesânl !-XXX, Bulak 1301.



Teuârth-i Âl-i Osmân ( O s m a n l ı Tarihleri l, s. 77-318, nşr. Çiftçioğlu N. Atsız), istanbul 1949.



Amasya Târihi



Âşıkpaşazâde, Târih (Giese)



Hüseyin H ü s â m e d d i n [Yasar], Amasya Târihi, l-IV, İstanbul 1327-30 (IV. cildin bakiyyesi, i s t a n b u l 1935).



Die Altosmanische c de s Asıkpasazâde (nşr. Fr. Giese), Leipzig 1929 — Osnaburg 1972.



c



Atâ Bey, Târih



Chronik



E k r e m Hakkı Ayverdi v.dğr., Avrupa'da Osmanlı Mimârî Eserleri: Yugoslavya, İstanbul 1981.



Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimârî Eserleri IV Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimârt Eserleri: Bulgaristan, Yunanistan, Arnauutluk, İstanbul 1982.



Ayverdi, Fâtih Devri Hattatları E k r e m Hakkı Ayverdi, Fatih Hattatları ve Hat Sanatı, İstanbul 1953.



Ayverdi, Fâtih Devri Mimârîsi E k r e m Hakkı Ayverdi, Fâtih Deuri Mimârîsi, istanbul 1953, 1970 (genişletilmiş baskı).



Deuri



Ayverdi, Osmanlı Mimârîsi I



BA, D.BRZ



E k r e m Hakkı Ayverdi, İstanbul Mimârî Çağının Menşei Osmanlı Mimarîsinin İlk Deuri: 630-805 (1230-1402), İstanbul 1966.



BA, D.BŞM Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Defterî Başmuhasebe Kalemi.



Bahrülulüm el-Leknevî. Fevâtihu'r-rahamût B a h r ü l u l ü m el-Leknevî (Abdülali Muhammed ei-Ensârî), Fevâtihu'r-rahamût bi-şerhi Müsellemi's-şübût (GazzâlT, el-MüstaşfS içinde), I-II, Bulak 1324.



Bâkıllânî, el-inşâf



Ayverdi, Osmanlı Mimarîsi II



BA, D.HMH



Haremeyn Muhasebesi Kalemi.



M u h a m m e d b. Tayyib el-Bâkıliânî, el-lnşâf ftmâ yeeibü ftikâdüh uelâ yecûzü' 1- cehlü bih (nşr. M. Z â h i d Kevserî), Kahire 1 3 8 2 / 1 9 6 3 .



BA, D.KRZ



Bâkıllânî. et-Temhtd (İmâdüddin)



Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Bâb-ı Defterî K ü ç ü k R û z n â m ç e Kalemi.



BA, D.MKF



M u h a m m e d b. Tayyib el-Bâkıllânî, et-Temhtdü'l-evâ il ve telhîşü'd-delâ?il (nşr. İ m â d ü d d i n A h m e d Haydar), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .



Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Bâb-ı Defterî Mevkufat Kalemi.



Bâkıllânî, et-Temhtd (McCarthy)



BA, D.TŞF



M u h a m m e d b. Tayyib el-Bâkıllânî, Kitâbü't- Temhîd (nşr. R i c h a r d ) . McCarthy), Beyrut 1957.



Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Defterî



E k r e m Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mi'mârîsinde Çelebi ue II. Sultan Murad Deuri: 806-855 (1403-1451), İstanbul 1972.



Ayverdi, Osmanlı Mimârîsi III-IV E k r e m Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mi'mârîsinde Fâtih 855-886 (1451-1481), İstanbul 1973-74.



Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Defterî Büyük R û z n â m ç e Kalemi.



Deuri:



Azîmâbâdî, e Aunü'l-ma cbûd M u h a m m e d Eşref b. Emir — M u h a m m e d Şemsü'l-Hak b. Emîr, 'Aunul-ma'bûd(nşr. Abdurrahman M u h a m m e d Osman), I-XIV, Medine 1388-89/1968-69.



Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Bâb-ı Defterî Teşrifat Kalemi.



BA. DO İT Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dosya üsulü irade Tasnifi.



Baklî, Meşrebü 'l-eruâh Rûzbihân-ı Baklî, Kitâb Maşrab al-arvah (nşr. Nazif M. Hoca), istanbul 1974.



BA HH



Baklî. Şerh i Şathiyyât



BA



Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Hatt-ı Hümâyûn.



Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İstanbul.



BA. KK



Rûzbihân-ı Baklî, Şerh-i Şathiyyât (nşr. H. Corbin), Tahran 1360 h ş . / 1 9 8 1 .



BA, A .AMD



Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Kâmil Kepeci Tasnifi.



Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Âsafî Â m e d î Kalemi.



Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mâliyeden Müdeuver Defterler.



BA, A.BKT



BA. MD



Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Asafî B ü y ü k ve K ü ç ü k Tezkireci.



Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri.



BA, A.DFE Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Âsafî Defterhâne-i Âmire Kalemi.



BA, A.DVN Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı H ü m â y u n ve Bâb-ı Asafî Divan (Beylikçi) Kalemi.



BA, A.MKT Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Asafî Sadâret Mektûbî Kalemi.



BA, A.NŞT Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı H ü m â y u n ve Bâb-ı Âsafî Nişan (Tahvil) Kalemi.



BA, A.RSK Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı H ü m â y u n ve Bâb-ı Âsafî R u û s Kalemi.



BA, A.RST Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dîvân-ı Hümâyun ve Bâb-ı Âsafî Reîsülküttâblık Kalemi.



BA, BEO Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Âlî Evrak Odası.



BA, MAD



Barkan, Kanunlar



BA YEE Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Esas Evrakı.



Babinger. GOW Franz Babinger, Die Geschichtsschreiber der Osmanen und Ihre Werke, Leipzig 1927.



Babinger (Üçok) Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri Itrc C o ş k u n Üçok), Ankara 1982.



Bâbür, Vekâyi' (Arat) Gâzî Zâhirüddin M u h a m m e d Bâbür, Vekayi: Babur'un Hâtıratı (trc. ve nşr. Reşit Rahmeti Arat), I-II, Ankara 1943-46.



Bağdadî, el-Esmâ' ve'ş-şıfât Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Esmâ 3 ve'ş-şıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497 (fotokopisi İSAM Ktp.).



Târihi, l-II,



BEO Bulletin d'etudes Orientales institut Français de Damas, D a m a s - Beyrouth 1931 —



Bayur, Hindistan Tarihi Y u s u f Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, I-III, Ankara 1940.



Bayur. Türk inkılâbı Tarihi Y u s u f Hikmet Bayur. Türk inkılâbı Tarihi, I-III, Ankara 1940.



Berki, Vakfa Dair Istılah ve Tâbirler Ali H i m m e t Berki, Vakfa Dair Yazılan Eserlerle Vakfiye ve Benzeri Vesikalarda Geçen Istılah ve Tâbirler, Ankara 1966.



Beyânî,



Hoşnüvîsân



Mehdî Beyânî, Ahuâl ü Asâr-ı Hoşnüuîsân, I-IV, Tahran 1363 hş.



Bekri, el-Mesâlik E b û Ubeyde el-Bekrî, Kitâbü'l-Mesâlik ve'l-memâlik (nşr. A. P. van L e e u w e n — A. Ferre), I-II, Tunus 1992.



Mu'cemü me'sta ccem min e s m a 3 i'l-bilâd ue'l-meuâzC (nşr. Mustafa es-Sekkâ), I-IV, Kahire 1364-71/1945-51.



Bekri. el-Muğrib



üsûlü'd-dîn,



Bel, et-Fıraku 'l-lslâmiyye



Barthold, Türkistan



E b ü Ubeyd el-Bekrî,



Bağdadî, üşülü'd-dtn



Nuhbetü'l-âsâr



İsmâil Beliğ, Nuhbetü'l-âsâr li-Zeyli Zübdeti'Teş ar (nşr. A b d u l k e r i m Abdulkadiroğlu), Ankara 1985.



Vassiliy Viladimiroviç Barthold, Moğol istilâsına Kadar Türkistan (haz. Hakkı Dursun Yıldız), istanbul 1981, 1990.



Bekri, Mu 'cem



Abdülkâhir el-Bağdâdî, İstanbul 1346.



İsmail Beliğ, Güldeste-i Riyâz-ı irfan ue Vefeyât-ı Dânişverân-ı Hâdiredân, Bursa 1302.



Alfred Bel, el-Fıraku'l-islâmiyye fi'ş-şimâli'l-ifrîki (trc. A b d u r r a h m a n Bedevî}, Beyrut 1969, 1981.



Bağdadî, el-Fark (Abdülhamîd)



Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne'l-fırak (nşr. M. Z â h i d Kevserî), Kahire 1 3 6 7 / 1 9 4 8 .



Belâzüri, Fütûh (Rıdvân) A h m e d b. Yahyâ el-Belâzürî, Fütûhu'l-büldân (nşr. R ı d v â n M u h a m m e d Rıdvân), Kahire 1932.



Ömer Lutfi Barkan, XV ve XVI ncı Asırlarda Osmanlı imparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları: Kanunlar I, İstanbul 1943.



Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne'l-fırak (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , Kahire, ts. (Mektebetü Dâri't-Türâs).



Bağdadî, el-Fark (Kevserî)



Belâzüri, Fütûh (Müneccid) A h m e d b. Yahyâ el-Belâzürî, Fütûhu'l-büldân (nşr. S e l â h a d d i n el-Müneccid), I-III, Kahire 1956-60.



Beliğ,



Banariı, RTET



Başbakanlık O s m a n l ı Arşivi, Tahrir Defteri.



BA, D.BMK Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Defterî B a ş m u k â t a a Kalemi.



Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, istanbul 1976.



BA. TD



Belâzüri, Fütûh (Fayda) A h m e d b. Yahyâ el-Belâzürî, Fütûhu'l-büldân (trc. M u s t a f a Fayda), Ankara 1987.



Beliğ, Güldeste



Baltacı, Osmanlı Medreseleri



Nihad S â m i Banariı, Resimli Türk Edebiyâtı İstanbul 1971-79.



Belâzüri. Ensâb A h m e d b. Yahya el-Belâzürî, Ensâbul-eşrâf, I (nşr. M u h a m m e d Hamîdullah), Kahire 1959; II (nşr. M u h a m m e d Bâkır el-Mahmûdî), Beyrut 1 9 7 4 ; III (nşr. A b d ü l a z î z ed-Dûrî), Beyrut 1 3 9 8 / 1 9 7 7 - 7 8 ; İV/I (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1 4 0 0 / 1 9 7 9 ; N / A (197D-IV/B (nşr. M. Schloessinger), Kudüs 1 9 3 8 ; V (nşr. S. D . F. Goitein), Kudüs 1936.



Ebû Ubeyd el-Bekrî, el-Muğrib fi zikri bilâdi ifrîkıyye ve'TMağrib: Description de l'Afrique septentrionale (nşr. ve trc. Mac-Guckin d e Slane), I-II, Algiers 1857, 1910 (el-Mesâlik 1 in Kuzey Afrika ile ilgili bir b ö l ü m ü ) .



Beyâzîzâde, tşârâtü 'l - merâm Beyâzîzâde A h m e d Efendi, c işârâtü'l-merâm min ibârâti'l-imâm (nşr. Y û s u f Abdürrezzâk), Kahire 1 3 6 9 / 1 9 4 9 .



Beyhakî, el-Esmâ' ve'ş-şıfât A h m e d b. Hüseyin el-Beyhakî, Kitâbü'TEsmâ 1 ue's-sıfât, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 . '



Beyhakî, el-Esmâ* ve'ş-şıfât (İmâdüddin) A h m e d b. Hüseyin el-Beyhakî, Kitâbü'l-Esmâ 3 ue'ş-şıfât (nşr. İ m â d ü d d i n A h m e d Haydar), I-II, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



Beyhakî, es - Sünenü'l - kübrâ A h m e d b. Hüseyin el-Beyhakî, es-Silnenü'l-kübrâ, IX, Haydarâbâd 1344.



Beyhakı, Tetimme İbn F u n d u k A l i b. Zeyd el-Beyhakî, Tetimme-İ Şıuânü'l-hikme (nşr. M u h a m m e d Şefi"), Lahor 1351.



BIFAO Bulletirı de İInstitut Français d'Archeologie Orientale, Le Caire-Paris 1902 -



Bilmen, Kamus Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslâmiyye ve Istılâhatı Fıkhiyye Kamusu, I-VI, İstanbul 1949-52.



Bilmen, Kamus 2 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki islâmiyye ve Istılâhatı Fıkhiyye Kamusu, I-VIII, İstanbul 1985.



Bustânî, DM



Cevdet, Ma'rûzât



DACL



Butrus el-Bustânî, Dâ* iretü'l-ma c ârif, 1-XI, Beyrut 1876-1900.



A h m e d Cevdet Paşa, Ma'rûzât (nşr. Y u s u f Halaçoğlu), İstanbul 1980.



Dictionnaire d'Archeologie Chretienne et de Liturgie, I-XXVII, Paris 1907.



Cevdet, Târih



Danişmend, Kronoloji



A h m e d Cevdet Paşa, Târih, I-XII, İstanbul 1309.



İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, I-IV, istanbul 1947-55.



BÜD Boğaziçi üniversitesi İstanbul 1973 —



Bündârî,



Dergisi,



Zübdetü'n-Nusra



Kıvâmeddin Feth b. Ali el-Bündârî, Zübdetü'n-iiuşra ue c nuhbetü'i üşra (nşr. M. Th. H o u t s m a ) , Leiden 1889.



Bündârî, Zübdetü'n-Nusra



(Burslan)



Kıvâmeddin Feth b. Ali el-Bündârî, Zübdetü'n-Huşra ve nuhbetü'l-'tlşra: Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi (trc. K ı v â m e d d i n Burslan), İstanbul 1943.



Büyük Türk Klâsikleri Büyük Türk Klâsikleri (Ötüken Neşriyat), 1-X, istanbul 1985-90.



Câhiz, el-Beyân oe't-tebyîn



Blachere, Târîhu'l-edeb R. Blachöre, Târîhu'l-edebi'l- cArabî (trc. İbrahim el-Kîlânî), Dımaşk 1357/1956, 1973, 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .



Brockelmann, GAL Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur, I-II, Leiden 1943-49.



Brockelmann, GAL (Ar.) Cari Brockelmann, Târîhu'l- edeb i'l- eArab T {trc. A b d ü l h a l î m en-Neccâr — Seyyid Y a ' k ü b Bekr — R a m a z a n A b d ü t t e v v â b ) , I-VI, Kahire 1983.



A m r b. Bahr el-Câhiz, el-Beyân ve't-tebyîn (nşr. A b d ü s s e l â m M. Hârûn), I-IV, Kahire 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .



Câhiz,



Kitâbü'l-Hayevân



A m r b. Bahr el-Câhiz, Kitâbü'l-Hayevân (nşr. A b d ü s s e l â m M. Hârûn), 1-VII, Kahire 1357-67/1938-47 — Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 9 .



CAJ Central Asiatic Journal, Wiesbaden-Den Hague 1955 —



Câmî, Nefehât Abdurrahman-ı Câmî, Nefehâtü'l-üns min hazarâti'l-kuds (nşr. M e h d î Tevhîdî Pür), Tahran 1337 hş.



Brockelmann, GAL Suppl. Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur Supplementband, HII, Leiden 1937-42.



CDTA Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (haz. iletişim Yayınları}, I-X, istanbul 1983.



Brovvne, Persian Literatüre E. G. Brovvne, A History of Persian Literatüre under Tartar Dominion, Cambridge 1920.



British Society for Eastern Studies, London 1976 —



Cehşiyârî, el-Vüzerâ* ve'l-küttâb M u h a m m e d b. A b d u s el-Cehşiyârî, Kitâbü'l-Vüzerâ 3 üe'l-küttâb (nşr. Mustafa es-Sekkâ — İbrahim el-Ebyârî — A b d ü l h a f î z Şelebî), Kahire 1 4 0 1 / 1 9 8 0 .



Middle



BSOAS Bulletirı ofthe School Oriental and African London 1917 -



of Studies,



Buhârî, et-Târîhu'l- kebîr M u h a m m e d b. İsmail el-Buhârî, Kitâbü't-Târîhi'l-kebîr (nşr. A b d u r r a h m a n b . Yahya el-Yemânîv.dğr.), I-IX, Haydarâbâd 1360-80/1941-60.



Buhârî, et- Târîhu'ş-sağır M u h a m m e d b. ismail el-Buhârî, et-Târîhu'ş-şağir (nşr. M a h m ö d i b r a h i m Z â y e d j MI, Kahire 1396-97/1976-77.



Ahkâmü'l-Kur'ân



E b û Bekir A h m e d b. Ali er-Râzl el-Cessâs, Ahkâmü'l-Kur* ân, I-III, İstanbul 1335-38.'



Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'



ân (Kamhâvî)



Ebu Bekir A h m e d b. Ali er-Râzî el-Cessâs, Ahkâmü'l-Kur* ân (nşr. M u h a m m e d es-Sâdık Kamhâvî), I-V, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



Cevâd Ali, el-Mufaşşal Cevâd Ali, el-Mufassal kable'l-islâm, I-IX,'' Beyrut 1968-72.



CHIn. oflndia,







tarîhi'l-'Arab



Danişmend, Kronoloji 2 İsmail Hami Danişmend, izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, I-V; VII: Batı Dillerinde Osmanlı Tarihleri, İstanbul 1971-72.



Dârekutnı, ed-Du cafâ' Ali b. Ö m e r ed-Dârekutnî, Kitâbü'd-Du^afâ 3 ve'l-metrükîn (nşr. S u b h î el-Bedrî es-Sâmerrâî), Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .



Dârimî, er-Red



'ale'l-Cehmiyye



E b û Saîd O s m a n b. Saîd ed-Dârimî, c Kitâbü'r-Red ale'l-Cehmiyye (nşr. G ö s t a Vitestam), Leiden 1960.



Dârimî, er-Red 'ale'l-Mertsî



CHIr.



E b û Saîd O s m a n b. Saîd ed-Dârimî,



The Cambridge History of Iran, I-VII, Cambridge 1968-91.



Reddü'l-İmâm ed-Dârimî e c Oşmân b. Sa cîd alâ Bişr el-Merîsî el- canîd (nşr. M u h a m m e d H â m i d el-Fıkî), Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).



Clauson, Dictionary Sir Gerard Clauson, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford 1972.



Cuinet Vital Cuinet, L a Turçuie d'Asie: Geographie Administrative, I-IV, Paris 1891-94.



Cumahı,



Fuhûlü'ş-şıt'arâ'



M u h a m m e d b. Sellâm el-Cumahî, Tabakâtü fuhûti'ş-şu carâ 3 (nşr. M a h m û d M u h a m m e d Şâkir), I-II, Kahire 1 3 9 4 / 1 9 7 4 .



Cûzcânî, Tabakât-ı Naşiri Minhâc-ı Sirâc el-Cûzcânî, Tabakât-ı fiâşırî: Târîh-i İran ve islâm (nşr.'Abdülhay HabîbT), I-II, Tahran 1363 hş.



Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerhu'i-Mevâkıf, MI, İstanbul 1292.



Cüveynî, el-Burhân İmâmü'l-Haremeyn A b d ü l m e l i k el-Cüveynî, el-Burhân ft uşûli'l-fıkh, I-II (nşr. Abd'ülazîm'ed-Dîb), Devha 1399.



Dâvüdî,



Tabakâtü'l-müfessirtn



M u h a m m e d b. Ali ed-Dâvûdî, Tabakâtü' l- müfessirîn (nşr. Âli M u h a m m e d Ömer), I-II, Kahire 1 3 9 2 / 1 9 7 2 .



Dâvûdî, Tabakâtü'l-müfessirtn



(Lecne)



M u h a m m e d b. Ali ed-Dâvûdî, Tabakâtü j-müfessirîn (nşr. Lecne mine'l-ulemâ'), I-II, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).



DB Dictionnaire de la Bible, I-V, Paris 1912.



DB 2 J a m e s Hastings, Dictionary of the Bible (second edition), Edinburgh 1963.



DBtsLA Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1993-95.



I-VIII,



DBS Dictionnaire Supplement,



de la Bible: Paris 1985.



DCR İmâmü'l-Haremeyn A b d ü l m e l i k el-Cüveynî, el-irşâd ilâ kavâtı'l'Tedille fî üşûlıl-Ctikâd (nşr. M u h a m m e d Yûsuf M û s â — Ali A b d ü l m ü n ' i m A b d ü l h a m î d ) , Kahire-Bağdad 1 3 6 9 / 1 9 5 0 .



Celâlzâde M u s t a f a Çelebi, Tabakâtü'l-memâlik ve derecâtü'l-mesâlik (nşr. P. Kappert), Wiesbaden 1981.



Cessâs,



Cezîrî, el-Mezâhibü'l-erba'a A b d u r r a h m a n el-Cezîrî, el-Fıkh c ale'imezâhibi'ierba ca, I-V, Kahire 1392 — Beyrut, ts. (Dârü'I-Fikr).



Cüveynî, el-irşâd (Muhammed)



Celâlzâde, Tabakâtü'l-memâlik



BSMES



İsmail b. H a m m â d el-Cevherî, eş-Şıhâh: Tâcü'l-luğa oe sıhâhu'l-'Arabiyye, I-VII, Kahire 1376-77/1956-57.



Cürcânî, Şerhu'l-Mevâlaf



Brovvne, LHP E. G. Brovvne, A Literary History ofPersia, I-IV, Cambridge 1924.



Cevheri, eş-Şıhâh



A Compreherısive History I-XII, New Delhi 1970-85.



Bilmen, Tefsir Tarihi Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, [•II, İstanbul 1973-74.



Cevdet, Tezâkir A h m e d Cevdet Paşa, Tezâkir (nşr. M. Cavid Baysun), I-IV, Ankara 1953-57.



A Dictionary of Comparative Religion, London 1970.



Delîlü'l-Halîc (Coğrafya) J. G. Lorimer, Delîlü'l-Halîc: el-Kısmü'l-coğrafî (trc. ve nşr. M e k t e b e t ü Sâhibi's-Sümüv Emîri Devleti Katar), I-VII 119081.



Cüveynî, el-trşâd (Temîm)



Delîlü'l-Halîc (Târih)



İmâmü'l-Haremeyn A b d ü l m e l i k el-Cüveynî, el-irşâd ilâ kavâtı i'l-edille fî uşûli'l-i ctikâd (nşr. E s a d Temîm), Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



J . G. Lorimer, Delîlü'l-Halîc: el-Kısmii t- târihî (Lrc ve nşr. M e k t e b e t ü S â h i b i s - S ü m ü v Emîri Devleti Katar), I-VII 119141.



C. Zeydân, Adâb



Demîrî,



Corcî Zeydân, Târîhu âdâbi'l-luğati'l- cArabiyye, I-IV, Beyrut 1983.



Kemâleddin M u h a m m e d b. Mûsâ, Hayâtü'l-hayevâni'l-kübrâ, I-II, Kahire 1 3 9 8 / 1 9 7 8 .



Hayâtü'l-hayeoân,



C. Zeydân, Adâb (Dayf)



Deohatü 7-meşâylh



Corcî Zeydân, Târîhu âdâbi'l-luğati'l- cArabiyye (nşr.'Şevkî Dayf), I-IV, Kahire 1957.



A h m e d Rifat Efendi, Devhatü'imeşâylh maa İstanbul, ts. — İstanbul 1978.



zeyl,



Devletşah. Tezkire



EBr.



EJd.



Devletşah, Tezkiretuş-şu'arâ' (nşr. E. G. Browne), Leiden 1901.



Encyclopaedia Britannica, I-XXIII, Chicago 1972.



Encyclopaedia Judaica Supplement, XVII, Jerusalem 1982.



DİA



The Heıv Encyclopaedia Britannica: Micropaedia, l-XII; a.e.:Macropaedia, XIII-XXIX; Index, XXIX-XXXI, Chicago 1990.



EBr. 2



Türkiye Diyanet Vakfı islâm Ansiklopedisi, istanbul 1988 -



Luğatnâme



Dihhudâ.



Ebû Bekir İbnü'l-Arabi, Ahkâmü'l-Kur'ân



Ali Ekber Dihhudâ, Luğatnâme, l-XXVIII, Tahran 1346 hş.



Ebû Bekir M u h a m m e d b. Abdullah b. Arabî, Ahkâmü'l-Kur' ân (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî), I-IV, Kahire 1394/1974.



Dîneverî, el-Ahbârü't-tıvâl Ahmed b. Dâvûd ed-Dîneverî, el-Ahbârü't-tıvâl (nşr. A b d ü i m ü n ' i m  m i r ) , Kahire 1960 — Bağdad, ts. (Mektebetü'I-Müsennâ).



Divâni!



Ebû Bekir ibnü'l-Arabî. el-'Avâşım (Hatîb) Ebû Bekir M u h a m m e d b. Abdullah b. Arabî, el-'Avâşım mine'l-kavâşım fî tahkiki mevâkıfi'ş-şahâbe (nşr. M u h i b b ü d d i n el-Hatîb), Kahire 1371, 1399.



lugâti't-Türk



Kâşgarlı M a h m û d , Dîuânü Lugâti't-Türk (nşr. Kilisli Muallim Rifat), I-III, istanbul 1333-35; Tıpkıbasım, Ankara 1941.



Ebû Nuaym, Hilye Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü'l-evliyS', I X, Kahire 1394-99/1974-79.



Diyarbekri. Târîhu'l-hamîs Hüseyin b. M u h a m m e d ed-Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs fi ahvâli enfesin-nefis, I-II, Kahire 1283.



Ebû Ubeyd. el-Emvâl Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm, KitâbüTEmvâl (nşr. M u h a m m e d Halîl Herrâs), Kahire 1401 /1981.



DMBİ Dâ 3iretü'l-ma cârif-i Büzürg-i Tahran 1367 hş. —



islâmî,



Ebû Yûsuf, el-Harâc Ebû Yûsuf Ya'küb b. İbrahim, Kitâbü'l-Harîc (nşr. M u h i b b ü d d i n el-Hatîb}, Bulak 1302 — Kahire 1397.



DMF Dâ'iretü'l-ma'ârif-i Fârsı, Tahran 1345 hş. -



Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî



DMt Dâ^iretü'l-ma'ârifi'l-lslâmiyye, Tahran 1 3 5 2 / 1 9 3 3 -



Ebü'l-Ferec Ali b. Hasan el-İsfahânî, Kitâbü'l-Eğânî, I-XIV, XVI, Kahire 1927; XV, XVII-XXIV (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn — Abdülkerîm el-Azbâvî v.dğr.), Kahire 1970-74 (Dârû'I-Kütübi'I-Mısriyye).



Doerfer, TMEN G. Doerfer, Türkische und Mongolische Elemente İm Fteupersischen, I-IV, Wiesbaden 1963-75.



Mouredgea d'Ohsson, Tableau General de İEmpire I-VII, Paris 1791-1824.



Ottoman,



Ahmed Eflâkî, Ariflerin (trc. Tahsin Yazıcı), l-II, istanbul 1984, 1987.



Elmalılı. Hak Dini Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili: Yeni Meâlli Türkçe Tefsir, I-IX, İstanbul 1935-39; I-X, İstanbul 1979.



Enverî,



Dûstûrnâme



Düstürnâme-i Enverî (nşr. Mükrimin Halil |Yınanç|), İstanbul 1928; Mükrimin Halil [Yınanç], Dusturname-i Enverî: Medhal, istanbul 1930.



ER The Encyclopedia of Religion (ed. Vergilius Ferm), New York —



Menkıbeleri



Eflâkî, Menâkıbü 'l- 'arifin Ahmed Eflâkî, Menâkıbü'l-'âriftn (nşr. Tahsin Yazıcı), I-II, Ankara 1959-61.



DSB Dictiorıary of Scientifie I-XVI, New York 1981.



Biography,



El The Encyclopaedia (first edition), l-V, Leiden 1913-36.



DCİİFD Dokuz Eylül üniversitesi ilâhiyat Fakültesi Dergisi, izmir 1982 —



Düvel-i Islâmiyye Halil Edhem [Eldem], Düvel-i islâmiyye, İstanbul 1927.



EAm.



El 2



The Encyclopaedia of İslam (new edition), Leiden 1954 —



Ergun, Antoloji Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, I-II, İstanbul 1942-43.



Fâsî,



Ergun, Türk Şairleri Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, I-III, İstanbul 1936-45.



Erünsal, Türk Kütüphaneleri



Tarihi II



EACİİFD Atatürk üniversitesi ilâhiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum 1982 —



Ferheng-i Fârsî



Eş'ari. Makâlât (Ritter)



Ferid Vecdî, Dâ' iretü'l-ma' ârifi'l-karniT' İ-X, Beyrut 1971.



Ebü'l-Hasan el-Eş'arî, Makâlâtü'l-İslâmlyyîn ve ihtilâful-musallîn (nşr" H. Ritter), Wiesbaden 1382/1963.



Ethe, Catalogue of the Persian Manuscripts Hermann Ethâ, Catalogue of the Persian Manuscripts in the Library of India Office, Oxford 1903; London 1980.



Seyahatnâme



Ezgi, Türk Musikisi



The Encyclopaedia of islam Supplement, Leiden 1980 -



Subhi Ezgi, fiazart-Amelt Türk Musikisi, I-V, istanbul 1933-53.



Sofia 1964 —



Elr.



Ezrakı, Ahbâru Mekke (Melhas)



Eberhard, Uzak Doğu Tarihi VVoIfram Eberhard, En Eski Devirlerden Zamanımıza Kadar üzak Ankara 1957, 1986.



Encyclopaedia iranica, London 1985 -



EJd. Doğu



Tarihi,



Encyclopaedia Judaica, Jerusalem 1972-78.



I-XVI,



Fesevı, el-Ma'rife ve't-târih Ebû Yûsuf Ya'küb el-Fesevî, Kitâbü'l-Ma'rife ve't-târîh (nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî), I-III, Bağdad 1974-76.



el-Fetâva'l-Hindiyye el-Fetâva'l-Hindiyye, I-VI, Bulak 1310.



Fîrûzâbâdî, el-Kâmüsü 'l - muhît



Flügel. Handschriften



Encyclopaedia üniversalis, I-XX, Paris 1980.



El 2 Suppl. (İng.)



işrîn,



Fîrûzâbâdî Ebü't-Tâhir, el-Kâmûsü'l-muhît, Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .



Hermann EthĞ. Târth-i Edebiyyât-ı Fârsî (trc. Rızâzâde Şafak), Tahran 1337 hş.



Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul 1314-18; VII-X, istanbul 1928-38.



Ferid Vecdî, DM



Feridun Ahmed Bey, Münşeâtü's-selâtîn, I-II, İstanbul 1274-75.



Hermann EthĞ — Eduard Sachau, Catalogue ofthe Persian, Turkish, Hindustani and Pushtu Manuscripts in the Bodleian Library, I-II, London 1899; Oxford 1930.



Encyclopedie de l'lslam Supplement, Leiden 1980 —



Muhammed Muîn, Ferheng-i Fârsî, l-VI, Tahran 1342 hş.



Feridun Bey, Münşeât



Güstav Flügel, Die arabischen, persischen und türkischen Handschriften der Kaiserlich-Königlichen Hofbibliothek zu Wien, I-III, Wien 1865-67.



I-VI,



EB Etudes Balkaniques,



el-'lkdü'ş-semîn



Takıyyüddin M u h a m m e d b. Ahmed el-Fâsî, el-'ikdü'ş-şemîn ft târîhi'1-beledi'l-emîn (nşr. M u h a m m e d H â m i d el-Fıkî — Fuâd Seyyid — M a h m û d M. et-Tanâhî), 1-VIII, Kahire 1378-88/1958-69.



ismail E. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi 11: Kuruluştan Tanzimat'a Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri, Ankara 1988.



Evliya Çelebi,



El 2 Suppl. (Fr.)



The Encyclopedia Americana, I-XXX, Mew York 1928.



Muhammed b. Ömer er-Râzî, el-Mahşûl fî 'ilmi uşûli'l-fıkh (nşr. Tâhâ Câbir Feyyaz el-Ülvânî), 1/1 -3-11/1-3, Riyad 1399-1401 /1979-81.



M u h a m m e d b. Ömer er-Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb (et-Tefstrü'l-kebîr) (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), 1-XXXII, Kahire 1934-62.



Eün. (İng.)



Fahreddin er-Râzî, el-Mahsûl



Mefâtîhu'l-ğayb



EthĞ, Târth-i Edebiyyât



(Fr.) Encyclopedie de l'lslam (nouvelle edition), Leiden 1954 —



(Sa'd)



M u h a m m e d b. Ömer er-Râzî, Levâmi' u'l-beyyinât şerhu e s m a 3 illâhi te âlâ ve'ş-şıfât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa'd), Kahire 1396/1976.



Encyclopaedia of Religion and Ethics, l-XIII, Edinburgh 1979-80.



of İslam



El 2



Fahreddin er-Râzî. Levâmi'u'l-beyyinât



Fahreddin er-Râzî,



DR E. Royston Pike, Dictiorınaire des Reiigions (trc. Serge Hutin), Paris 1954.



Muhammed b. Ömer er-Râzî, Levâmi'u'l-beyyinât şerhu esmâ'illâhi te âlâ ve'ş-şıfât (nşr. Tâhâ Abdurraûf Sa'd), Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .



ERE



Ethe, Catalogue



Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri



D'Ohsson, Tableau General



Fahreddin er-Râzı, Levâmi' u'l-beyyinât



Suppl.



M u h a m m e d b. Abdullah el-Ezrakî. Ahbâru Mekke ve mâcâ'e fîhâ mine'l-âsâr (nşr. Rüşdî Sâlih Melhas), I-II, Beyrut 1399/1979.



FME Ahmed Ateş. istanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler, istanbul 1968.



Gazzâlî, ihya' Ebû Hâmid M u h a m m e d el-Gazzâlî, c ihyâ 3ü ulümi'd-dîn, I-IV, Kahire 1332.



Gazzâlî, el-lktişâd Ebû Hâmid M u h a m m e d el-Gazzâlî, el-iktisâd fi'l-i'tikâd, Beyrut 1403/1983.



Gazzâlî. el-Makşadü 'l-esnâ



Halebî,



İnsânü'l-'uyûn



E b û H â m i d M u h a m m e d el-Gazzâlî, el-Makşadu l-esnâ fî şerhi esmâ'illâhi'l-hüsnâ, Beyrut, ts.



Nûreddin el-Halebî, insânü'l- cuyün fî sîreti'l-emîni'l-me 3 mûn: es-Sîretü'iHalebiyye, I-III, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).



(Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).



Halîfe b. Hayyât,



Gazzâlt. el-Maksadü'l-esnâ (Fazluh)



Halîfe b. Hayyât, Kitâbü't-Tabakât (nşr. Ekrem Ziya el-Ömerîj, Riyad 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .



et-Tabakât



E b û H â m i d M u h a m m e d el-Gazzâlî, el-Makşadu l-esnâ fî şerhi esmâ 3 illâhi'l-hüsnâ (nşr. Fazluh Şehâde), Beyrut 1971, 1982.



Mi'yârü'l-'ilm



Gazzâlî,



E b û H â m i d M u h a m m e d el-Gazzâlî, Mi'yârü'l-'ilm fîfenni'l-mantık (nşr. S ü l e y m a n Dünyâ), Kahire 1960 — Beyrut, ts. (Dâru 1-Endelüs).



Gazzâlî, el-Müstasfâ Ebu H â m i d M u h a m m e d el-Gazzâlî, el-Müstasfâ fî cilmi'l-usûl, I-II, Bulak 1324.



Gazzî,



el-Kevâkibü's-sâ'ire



M u h a m m e d b. M u h a m m e d el-Gazzî, el-Kevâkibü's-sâ* ire fî a zyâni'l-mi 3 eti'l- câşire (nşr. Cebrâîl S. Cebbûr), I-III, Beyrut 1945-59, 1979.



Geographie



d'Aboulfeda



Joseph — Toussaint Reinaud, Geographie d'Aboulfeda: Allgemeine Einleitung und französisch übersetzung des Taqwîm al-buldan uon Abül-Fidâ 3 (gest. 732 H./1331 n. Chr.), I; Geographie d'Aboulfeda: Traduite de l'Arabe en Francais, I I / 1 (trc. I. T. R e i n a u d ) ; II/2 (trc. M. Stanislas Guyard), Paris 1883 — Frankfurt 1985 (nşr. Fuat Sezgin).



Gibb, HOP E. J . W. Gibb, A History of Ottoman Poetry, I-VI, L o n d o n 1900-1909.



Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası M. Tayyib Gökbilgin, XV'XVI. Asırlarda Edirne ue Paşa Livası: Vakıflar-Mülkler-Mukataalar, İstanbul 1952.



Cölpınarlı. Katalog A b d ü l b â k i Gölpınarlı, Mevlânâ Müzesi Yazmalar Katalogu, I-III, Ankara 1967-72.



Halîfe b. Hayyât, et-Tabakât (Zekkâr)



Halîfe b. Hayyât, et-Târîh (Ömerî) Halîfe b. Hayyât, et-Târîh (nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî), Necef 1 3 8 6 / 1 9 6 7 .



Hüseyin b. Hasan el-Halîmî, el-Minhâc fî şu 'abi'l-îmân (nşr. Hilmi M u h a m m e d Fûde), I-III, Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .



Hamîduliah, islâm Peygamberi (Mutlu) M u h a m m e d Hamîduliah, islâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ - Said Mutlu), I-II, istanbul 1969.



Hamîduliah, İslâm Peygamberi (Tuğ) M u h a m m e d Hamîduliah, islâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), I-II, istanbul 1 4 1 1 / 1 9 9 0 .



J. von H a m m e r , Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye (trc. M e h m e d Atâ), I X, istanbul 1329-37; XI, istanbul 1947.



Târihi



Hammer, GOD J. von H a m m e r , Geschichte der Osmanischer Dichtung, Pesth 1836-38.



Hammer, GOR J. von H a m m e r , Geschichte des Osmanischen Reiches, I-X, Pesth 1827-33; I-IV, Pesth 1834-35; (nşr. H. Duda), I-IV, 1963-64.



Hammer, HEO



Gıyâseddin b. H ü s â m e d d i n (Hândmîr), Habîbü's-siyer fî ahbâri efrâdi'l-beşer, I-IV, Tahran 1342 hş.



Hânsârî, Ravzâtü'l-cennât M u h a m m e d Bâkır el-Hânsârî, Ravzâtü'l-cennât fi'l-ahvâli'l''ulemâ' ve's-sâdât, I-VIII, Tahran 1367 hş.



Harîrîzâde, Tibyân Hâkim, el-Müstedrek (Atâ) H â k i m en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek 'ale'ş-Şahîhayn (nşr. M u s t a f a A b d ü l k â d i r Atâ), I-IV, Beyrut 1 4 1 1 / 1 9 9 0 .



Bağdatlı İsmâil Paşa, Hediyyetü'l-'ârifîn esrnâ'ü'lmuellifîn ve âşârü'imuşannifîn, I (nşr. Kilisli M u a l l i m Rifat — İ b n ü l e m i n M a h m u d Kemal); II (nşr. İ b n ü l e m i n M a h m u d Kemal — Avni Aktuç), istanbul 1951-55 — Tahran 1 3 8 7 / 1 9 6 7 .



Herevî, Menâzil



Harîrîzâde Kemâleddin, Tibyânü vesâ* ili'l-hakâ' ik fî beyânı selâsili't-tarâ'ifç, I-III, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 430-432.



Hücvîrî, Keşfü'l-mahcûb



(Uludağ),



Ebü'l-Hasan Ali b. Osman el-Hücvîn, Keşfü'l-mahcûb: Hakikat Bilgisi (trc. S ü l e y m a n Uludağ), İstanbul 1982.



Hüseyin Vassâf, Sefîne Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yl Ebrâr, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2305-2309.



IC Islamic Culture, Haydarâbâd 1927 -



IDB The Interpreter's Dictionary ofthe Bible, I-IV, Iiew York-Nashviile 1962.



IDB Suppl.



Hâce Abdullah-ı Herevî, Merıâzilü's-sâ 3 irîn ile'ihakkı'imübîn, Kahire İ 9 0 8 .



The Interpreter's Dictionary of the Bible Supplementary Voiume, Nashville 1988.



Herevî, Jabakât



IJMES



Hâce Abdullah-ı Herevî, Tabakâtü'ş-şüfiyye (nşr. M u h a m m e d Server Mevlâyî), Tahran 1362.



International Journal of Middle East Studies, London-New York 1970 —



IOS Israel Oriental Tel Aviv 1971



Studies, -



Ebü'l-Hasan Nûreddin el-Heysemî, Mecma'u'z-zevâ 3 id ve menba'u'l-fevâ 3 id, I-X, Beyrut 1967.



The Islamic Quarterly, London 1954 —



HI



IS



Hamdard Islamicus, Karachi 1977 -



Hidâyet,



Mecma'u'l-fuşahâ'



Rızâ Kulı Han Hidâyet, Mecma" u'l-fuşahâ' (nşr. Müzâhir Musaffa), Tahran 1336 hş.



Rızâ Kulı Han Hidâyet, Rauzatii's-safâ-yı Hâsırî, I-VIII, Tahran 1338-39 hş.



Rızâ Kulı Han Hidâyet, Riyâzü'l-'ârifîn (nşr. Mîr Alî-yi Gurgânî), Tahran 1344 hş.



Tarihi



Ankara 1926-29.



Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcü't-tevârîh, I-II, İstanbul 1279-80.



(Minorsky)



Hudüd al-'Âlam: The Regions ofthe World{trc. V. Minorsky, ed. C. E. Bosworth), L o n d o n 1970.



Hudûdü'l-"âlem



İA İslâm Ansiklopedisi, I-XIII, istanbul 1940-88.el-lstt'âb İbn Abdülber, ibn A b d ü l b e r en-Nemerî el-Kurtubî, el-İstî câb fî ma crifeti'iaşhâb (İbn Hacer, el-İsâbe içinde), I-IV, Kahire 1328.



İbn Abdülber en-Nemerî el-Kurtubî, el-İstî'âb fî ma'rifeti'l-aşhâb (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî), I-IV, Kahire 1969.



Hoca Sâdeddin, Tâcü't-tevârih



Hudüdü'l-'âlem



Karachi 1962 —



İbn Abdülber, el-İstî'âb (Bicâvî)



HM Hayat Mecmuası,



Studies,



İsi. Der islam, Berlin 1910 —



Hidâyet, Ravzatü'ş-safâ



Philip K. Hitti, Siyâsi ve Kültürel İslâm (trc. Salih Tuğ), I-IV, istanbul 1980-81.



/Q



Islamic



Hitti, İslâm Tarihi Fârsî,



Hândmîr, Habtbü's-siyer



H â k i m en-Nîsâbûrî, C el-Müstedrek ale's-Sahîhayn, I-IV, Haydarâbâd 1334-42.



Safiyyüddin A h m e d b. Abdullah el-Hazrecî, Hulâşatü Tezhîbi Tehzîbi'l-Kemâl fî esmâ 3 i'r-ricâl (mukaddime Abdülfettâh Ebû Gudde), Bulak 1301 — Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .



Hidâyet, RiyAzü 7- 'Arifin Ottoman



H â n b â b â Muşâr, Fihrist-i Kitâbhâ-yi Çâpî-yi I-V, Tahran 1350-53 hş.



Hâkim, el-Müstedrek



Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd (Medînetü's-selâm), I-XIV, Kahire 1 3 4 9 / 1 9 3 1 — Medine, ts.; Beyrut, ts.



Heysemî, Mecma'u'z-zevâ* id



Hammer (Atâ Bey)



O s m a n z â d e A h m e d Tâib, Hadîkatul-vüzerâ, istanbul 1271 — Freiburg 1969.



H â k i m en-Nîsâbûrî, Ma'rifetü 'ulümi'l-hadîs (nşr. Seyyid M u a z z a m Hüseyin), Haydarâbâd 1935 — Medine Beyrut 1 3 9 7 / 1 9 7 7 .



Ali b. M u h a m m e d el-Huzâî, Kitâbü Tahrîci'd-delâlâti's-sem'iyye z alâ mâ kâne fî cahdi resûlillâh mine'l-hiref ve'ş-şanâ 3İ C c ve'lamâlâti'ş-şer'iyye (nşr. A h m e d M u h a m m e d E b û Selâme), Kahire 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .



Hediyyetü 7- e arifin



Halîmî, el-Minhâc



Hânbâbâ, Fihrist



'ulûmi'l-hadîs



Hasan İbrahim Hasan, SiyasîDini-Kültürel-Sosyal islâm Tarihi (trc. İsmail Yiğit v.dğr.), I-VI, İstanbul 1985-86.



Hazrecî, Hulâşatü Tezhîb



Halîfe b. Hayyât, Kitabü't-Tabakât (nşr. S ü h e y l Zekkâr), I-II,' D ı m a ş k 1966-67.



Hadtkatü'l-vûzerâ



Hâkim, Ma'rifetü



Huzâî, Tahricü'd-delâlâti's-sem'iyye



Hatîb, Târîhu Bağdâd



(Ömerî)



J. von H a m m e r , Histoire de l'Empire (trc. Hellert), [-XVIII, Paris 1835-41.



Hasan İbrahim, İslâm Tarihi



(Sutûde)



Hudüdü'l-'âlem mine'l-meşrık ile'l-mağrib (nşr. Minûçihr-i Sutûde), Tahran 1340 hş.



İbn Abdülhakem, Fütühu Mışr (Torrey) A b d u r r a h m a n b. Abdullah b. A b d ü l h a k e m , Fütühu Mışr ve ahbâruhâ (nşr. Charles C. Torrey), Leiden 1922.



İbn Abdürabbih, el-'İkdü'l-ferid E b û Ö m e r A h m e d b. M u h a m m e d b. A b d ü r a b b i h , el-'ikdü'l-ferîd (nşr. A h m e d E m î n v.dğr.), I-VII, Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .



İbn Abdüşşekûr, Müsellemü 'ş-şübût Muhibbullah b. A b d ü ş ş e k û r el-Bihârî, M ilse ile mil 's-sil b û t fî uşûli'l-fıkh (Fevâtihu'r-rahamût ile Gazzâlî, el-Müstasfâ içinde), I-II, Bulak 1324.



ibn Âbidîn. Meçimi 'atü 'r-resâ' il



İbn Habîb, el-Muhabber



M u h a m m e d E m î n b. Âbidîn, Mecmû'atü resâ' ili ibn 'Âbidîn, istanbul 1325.



M u h a m m e d b. Habîb el-Hâşimî, el-Muhabber (nşr. ilse Lichtenstadter), Haydarâbâd 1 3 6 1 / 1 9 4 2 — Beyrut, ts.



ibn Âbidîn,



Reddü'l-muhtâr



M u h a m m e d E m î n b. Âbidîn, Reddü'l-muhtâr 'ale'd-Dürrij-muhtâr, İ-V; Tekmiletü Haşiyeti ibn 'Âbidîn, VI/1-2; Takrtrâtur-Râfi'î, Vli/1-2, Kahire 1272-1324.



İbn Âbidîn, Reddü 'l-muhtar (Kahire) M u h a m m e d E m î n b. Âbidîn. Reddü'l-muhtâr 'ale'd-Dürri'l-muhtâr; I-VI; c Hâşiyetü Kurreti uyüni'l-ahyâr tekmiletü Reddi'l-muhtâr, VH-VIII, Kahire 1386-89/1966-69.



ibn Arrâk, Tenzîhü'ş-şerî'a Ali b. M u h a m m e d el-Arrâk,



Tenzîhü'ş-şerî'ati'l-merfû'a 'ani'l-ehâdîşi'ş-şenî'ati'l-mevzü'a (nşr. A b d u l v e h h â b Abdüllatîf — A b d u l l a h M u h a m m e d es Sadık) I-II, Kahire 1378, Kahire, ts. (Mektebetü'1-Kahire).



İbn Asâkir. Târîhu Dımaşk Ali b. Hasan b. Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, l-XIX, A m m a n , ts. (Dârü'l-Beşîr) (tıpkıbasım).



ibn Asâkir, Târîhu Dımaşfc(Şihâbî) Ali b. Hasan b. Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk (nşr. Neşât Gazzâvî — S e k m e eş-Şihâbî v.dğr.), 1-VI, D ı m a ş k 1402-1404/1981-84.



İbn Battüta,



Seyahatnâme



M u h a m m e d b. Abdullah b. Battüta, Seyahatnâme (trc. M e h m e d Şerîf), I-II, İstanbul 1333-35.



İbn Beşküvâl, es-Sıla Halef b. A b d ü l m e l i k b. Beşküvâl, Kitâbü'ş-Şıla fîtârîhi e 3immeti Endelüs ue 'ulemâ ihim ue muhaddişîhim ue fukahâ'ihim ue üdebâ 3 ihim (nşr. İzzet el-Attâr), Kahire 1955.



(Dârü'l-Âfâkı'l-cedîde).



İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine



İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlikü'l-ebsâr fî memâliki'l-emsâr (nşr. Fuat Sezgin), I-XXVII, Frankfurt 1 4 0 8 / 1 9 8 8 (tıpkıbasım).



İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik (Taeschner) ibn Fazlullah el-Ömerî. Mesâlikü'l-ebşâr fî memâliki'l-emşâr (nşr. Fr. Taeschner), Leipzig 1 9 2 9 ; Wiesbaden 1968.



İbn Fûrek, Mücerredü 'l - makâlât İbn Fûrek, Mücerredü makâlâti'ş-Şeyh Ebi'THasan el-Eş'arî(nşr. Daniel Gimaret), Beyrut 1987.



İbn Havkal, Sûretü'l-arz



İbn İzârî, el-Beyânü'l-muğrib



İbn Hayr, Fehrese



ibn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-bârî bi-şerhi Şahîhl'l-Buhârî (nşr. M u h i b b ü d d i n el-Hatîb — M. Fuâd A b d ü l b â k i — Kusay M u h i b b ü d d i n el-Hatîb), I-XIII, Kahire 1407/1986-87.



İbn Hacer. Hedyü's-sârî (Hatîb) İbn Hacer el-Askalânî, Hedyus-sârt mukaddimetü Fethi'l-bârî bi-şerhi Şahîhl'l-Buhârî (nşr. M u h i b b ü d d i n eİ-Hatîb v.dğr.), I-II, Kahire 1407/1986-87.



İbn Hacer, Inbâ' ü'l-ğumr İbn Hacer el-Askalânî, inbâ 3 ü'l-ğumr bi-enbâ 'i'l-'umr (nşr. A b d u l l a h b. A h m e d el-Alevî — M u h a m m e d S â d ı k u d d i n el-Ensârî), I-IX, Haydarâbâd 1387-96/1967-76 — Beyrut 1 3 8 7 / 1 9 6 7 , 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .



İbn Hacer, el-lşâbe İbn Hacer el-Askalânî, el-isâbe fî temyizi's-sahâbe, Kahire 1328.



I-IV,



İbn Hacer, el-İşâbe (Bicâvî) İbn Hacer el-Askalânî, el-İşâbe fî temyîzi'ş-şahâbe (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî), 1-VIII, Kahire 1390-92/1970-72.



İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân



İbn Hacer, el-Metâlibü'l-'âliye



M u v a f f a k u d d i n İbn E b û Usaybia, c üyünü'l-enbâ 3 fî tabakâti'l-etıbbâ 3 (nşr. Nizâr Rızâ), Beyrut 1965.



İbn iyâs M u h a m m e d b. A h m e d el-Hanefî, Bedâ' i' u'z-zühûr fî uekâ 3i'i'd-dühûr (nşr. M u h a m m e d Mustafa), I-V, Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 3 .



İbn Hacer, Fethu'l-bâri (Hatîb)



Nâsırüddin Hüseyin b. M u h a m m e d b. Bîbî, el-Evâmirü'l-'alâ' iyye fi'Tumûrij-'Alâ' iyye (nşr. A d n a n S. Erzi), Ankara 1956.



İbn Ebû Usaybia, 'üyûnü'l-enbâ'



ibn Hallikân Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m m e d . Vefeyâtü'l-a'yân ve enbâ'ü ebna 3 i'z-zamân (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , I-VI, Kahire 1367-69/1948-50.



ibn Hacer el-Askalânî, ed-Dürerü'l-kâmine fî a'yâni'l-mi 3 eti's-sâmine, I-IV, Haydarâbâd 1348-5Ö/1929-31.



İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü'l-Mîzân, I-V1I, Haydarâbâd 1329-31.



A b d u r r a h m a n b. Ebû H â t i m er-Râzî, el-Cerh ue't-ta'dîl, I-IX, Haydarâbâd 1371-73/1952-53.



İbn İyâs, Bedâ'i'u'z-zühûr



Ebü'l-Kâsım b. Havkal en-Nasîbî. Kitâbü Şûreti'l-arz (nşr. I. H. Kramers), Leiden 1938-39 — Frankfurt 1 4 1 3 / 1 9 9 2 .



İbn Bîbî, el-Euâmirü 'l- 'alâ' iyye



İbn Ebû Hatim, el-Cerh ve't-tu'dil



İbn Hallikân, Vefeyât (Abdülhamîd)



İbn Hacer el-Askalânî. el-Metâlibü'l-'âliye (nşr. H a b î b ü r r a h m a n el-A'zamî), l-IV, Kuveyt 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .



İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb ibn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb, I-XII, Haydarâbâd 1325-27/1907-1909.



M u h a m m e d b. Hayr el-İşbîlî, Fehrese mâ reuâhu 'an şüyûhıh... (nşr. Franciscus C o d e r a — j. Ribera Tarrago), Sarakosta 1893 — Kahire 1 3 8 2 / 1 9 6 3 .



İbn Hazm, Cemhere İbn Hazm Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , Cemheretü ensâbi'l- 'Arab (nşr. A b d ü s s e l â m M u h a m m e d Hârûn), Kahire 1982 — Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



İbn Hazm, el-Faşl İbn Hazm Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Faşl fi'l-milel ue'l-ehvâ' ve'n-nihal, I-V, Kahire 1317-21 — ' Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .



İbn Hazm, el-Faşl (Umeyre) İbn Hazm Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Faşl fi'l-milel ve'l-ehuâ 3 ue'n-nilml (nşr. M. İbrahim Nasr — A b d u r r a h m a n Umeyre), I-V, Riyad - Cidde 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .



İbn Hazm, el-Muhallâ İbn Hazm Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Muhallâ (nşr. A h m e d M u h a m m e d Şâkir), I-XI, Kahire, ts. (Mektebetü Dâri't-Türâs).



İbn Hibbân, Meşâhîr



İbn Haldûn. Mukaddime A b d u r r a h m a n b. M u h a m m e d b. Haldûn, Mukaddimetü İbn Haldûn (nşr. Ali A b d ü l v â h i d Vâfî), I-III, Kahire 1401.



Ebû Bekir A h m e d b. M u h a m m e d b. K â d î Ş ü h b e , Tabakâtuş-Şâfi' iyye (nşr. Â b d ü l h a l î m Hân), I-IV, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .



İbn Kayyım el-Cevziyye, l'lâmü'l-muuakkt'în İbn Kayyim el-Cevziyye. İ'lâmul-muuakkı'în 'an rabbi'l- 'âlemîn (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , I-IV, Kahire 1 3 7 4 / 1 9 5 5 .



İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü'l-me'âd İbn Kayyim el-Cevziyye, Zadü'l-me'âd fî hedyi hayri'l-'ibâd (nşr. Ş u a y b el-Arnaût — A b d ü l k â d i r el-Arnaût), I-V, Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .



İbn Kesîr, el-Bidâye İsmâil b. Ö m e r b. Kesîr, el-Bidâye ue'n-nihâye, I-XIV, Kahire 1351-58/1932-39.



İbn Kesîr,



Kısasü'l-enbiyâ'



İsmâil b. Ö m e r b. Kesîr, Kısasul-enbiyâ', MI, Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .



İbn Kesîr, es-Sîre İsmâil b. Ö m e r b. Kesîr, es-Sîretü'n-nebeviyye (nşr. Mustafa Abdülvâhid), I-IV, Kahire 1964-66 — Beyrut 1 3 9 6 / 1 9 7 6 .



İbn Hibbân. eş-Şikât



İbn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ân



M u h a m m e d b. Hibbân. Kitâbü's-Sikat, I-IX, Haydarâbâd 1393-99/1973-79.



İsmâil b. Ö m e r b. Kesîr. Tefstrü'l-Kur' âni'l- 'azîm (nşr. M u h a m m e d İbrahim el-Bennâ v.dğr.), I-VIII, Kahire 1 3 9 0 / 1 9 7 1 .



İbn Hişâm, es-Sîre Abdülmelik b. Hişâm, es-Sîretü'n-nebeuiyye (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), I-IV, Kahire 1 3 5 5 / 1 9 3 6 .



İbn Hişâm, es-Sîre 2 Abdülmelik b. Hişâm, es-Sîretü'n-nebeuiyye (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), I-IV, Kahire 1 3 7 5 / 1 9 5 5 .



İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve'l-memâlik Ubeydullah b. Abdullah b. Hurdâzbih, el-Mesâlik ue'l-memâlik (nşr. M . ) . d e Goeje), Leiden 1889, 1967.



İbn Hallikân, Vefeyât İbn Hallikân Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m m e d , Vefeyâtü'l-a'yân ue enbâ'ü ebna' i'z-zamân (nşr. İhsan Abbas), I-VIII, Beyrut 1968-72.



İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü 'ş-Şâfi' iyye



M u h a m m e d b. Hibbân, Kitâbü Meşâhîri 'ulemâ'i'l-emşâr (nşr. M. Fleischhammer), Wiesbaden 1959.



İbn Haldûn. el-'iber A b d u r r a h m a n b. M u h a m m e d b. Haldûn, Kitâbü'l-'iber ue dîuânü'l-mübtede 3 ue'l-haber..., I-VII, Bulak 1 2 8 4 — Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .



İbn İzârî el-Merrâküşî, el-Beyânü'l-muğrib fî ahbân'lEndelüs ve'l-Mağrib, I-II (nşr. Reinhard Dozy), Leiden 1848-51; III (nşr. £ . Levi Provençal), Paris 1 9 3 0 ; IV (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1983.



İbn Ishak. es-Sîre M u h a m m e d b. İshak. Sîretü İbn Ishâk (nşr. M u h a m m e d Hamîdullah), Rabat 1967 — Konya 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .



İbn Kudâme, el-Muğnt Muvaffakuddin Abdullah b. A h m e d b. K u d â m e , el-Muğnî ( Ş e m s e d d i n İbn K u d â m e , eş-Şerhu'l-kebîrile beraber), I-XIV, Beyrut 1392-93/1972-73.



İbn Kudâme, el-Mugnî (Herrâs) M u v a f f a k u d d i n Abdullah b. A h m e d b. K u d â m e , el-Muğnî ( M u h a m m e d Halîl Herrâs), MX, Kahire, ts. (Mektebetü İbn Teymiyye).



İbn Kudâme, Raozatü'n-nâzır Muvaffakuddin Abdullah b. A h m e d b. K u d â m e , Ravzatü'n-nâzır ve cennetul-münâzır fî uşûli'l-fıkh 'alâ mezhebi'l-imâm Ahmed b. Hanbel (Dûmî, Nüzhetü'l-hâtıriçinde), I-II, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).



İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 er-Riyâziyyât (3)



İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü 'z-zâhire



M u h a m m e d b. A h m e d b. M u h a m m e d b. Rüşd el-Hafîd, Tefsîru Mâ Ba'de't-tabî'a (nşr. S. 1. Maurice Bouyges), I-IV, Beyrut 1973-86.



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 er-Riyâziyyât (3): Cevâmi'u 'ilmi' 1-mûsikî (nşr. Zekeriyyâ Yûsuf v.dğr.) ofset [baskı yeri ve tarihi yok],



İbn Sa'd, et-Tabakât



İbn Sînâ, eş-Şifâ 5 er-Riyâziyyât (4)



Ebü'I-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî, en-îfücümü'z-zâhire fî mülûki Mısr ve'l-Kâhire, I-XİI, Kahire 1956; XIII (nşr. Fehîm M u h a m m e d Şeltût), Kahire 1970; XIV (nşr. Cemâl Muhriz — Fehîm M u h a m m e d Şeltût), Kahire 1972; XV (nşr. İbrâhim Ali Tarhan), Kahire 1972; XVI (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâi — Fehîm M. Şeltüt), Kahire 1972,



İbn Kudüme el-Makdisî, c Ulemâ 3 ü'l-hadîs



İbn Rüşd, Tefsîru Mâ Ba



M u h a m m e d b. A h m e d b. Kudâme el-Makdisî,



Tabakâtü 'ulemâ 3i'l-hadîş [nşr. Ekrem el-Bûşî — İbrahim ez-Zeybek), I-IV, Beyrut 1 4 0 9 / 1 9 8 9 .



İbn Kuteybe, el-Ma cârif(llkkâşe) Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, el-Ma'ârif (nşr. Servet Ukkâşe), Kahire 1960, 1969, 1981.



İbn Kuteybe, c üyûnü'l-ahbâr Abdurrahman b. Müslim b. Kuteybe, Kitâbü 'Uyûni'l-ahbâr, I-IV, Kahire 1343-49/1925-30.



İbn Kuteybe, e üyûnü'l-ahbâr



(Tavîl)



Abdurrahman b. Müslim b. Kuteybe, Kitâbü "CJyûni'l-ahbâr (nşr. Yûsuf Ali Tavîl — M ü f î d M u h a m m e d Kumeyha), I-IV, Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .



İbn Kutluboğa, Tâcü't-terâcim Kasım b. Kutluboğa, Tâcü't-terâcim fî tabakâti'l-Hanefiyye, Bağdad 1962.



İbn Mâkûlâ, el-lkmâl Ali b. Hibetullah b. Mâkûlâ, el-İkmâl fî ref i'l-irtiyâb 'ani'lm ü 3 telef ue'l-muhtelef mine'l-esmâ 3 ue'l-künâ ve'l-elkâb, I-VI (nşr. Abdurrahman b. Yahya el-Yemânî), Haydarâbâd 1381-86/1962-67; VII (nşr. Nâyif el-Abbas), Beyrut 1976.



İbn Manzür, Muhtaşaru Târihi



Dımaşk



M u h a m m e d b. Mükerrem b. Manzür, Muhtaşaru Târîhi Dımaşk l'ibn 'Asâkir (nşr. Rûhiyye en-Nehhâs — Riyâz A b d ü l h a m î d — M u h a m m e d Mutî' el-Hâfız v.dğr.), I-XXIX, Dımaşk 1404-1409/1984-88.



İbn Mencüye, Ricâlü Şahîhi



Müslim



A h m e d b. Ali b. Mencüye el-İsfahânî, Ricâlü Sahîhi Müslim (nşr. A b d u l l a h el-Leysî), I-II, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .



İbn Miskeveyh, Tecâribü'l-ümem Ebû Ali Ahmed b. M u h a m m e d b. Miskeveyh, Kitâbü Tecâribi'l-ümem: The Eclipse of the Abbasid Caliphate (nşr. ve trc. H. F. Amedroz), I-VII, Oxford 1920-21.



İbn Miskeveyh, Tehzîbü'l-ahlâk Ahmed b. M u h a m m e d b. Miskeveyh, Tehzîbü'l-ahlâk ue tathîrü'l-a'râk (nşr" İbnü'l-Hatîb), Kahire 1398.



İbn Nüceym,



el-Bahrü'r-râ'ik



Zeynüddin İbn Nüceym, el-Bahrü'r-râ 3 ik şerhu Kenzi'd-dekâ 3ik, I-VİI; Tekmiletül-Bahri'r-râ 3 ik, VIII, Kahire 1311.



İbn Rüşte,



el-A'lâku'n-neftse



Ebû Ali Ahmed b. Amr, Kitâbü'l-A'lâkı'n-neftse (nşr. M. J. de'Goeje), Leiden 1967.



İbn Rüşd,



Bidâyetü'l-müctehid



M u h a m m e d b. Ahmed b. M u h a m m e d b. Rüşd el-Hafîd, Bidâyetü'l-müctehid ve nihâyetul-mukteşıd, I-II, Kahire, ts. (el-Mektebetü't-Ticâriyyetü'I-kübrâ).



'de't-tabî'a



M u h a m m e d b. Sa'd, et-Tabakâtü 7- kübrâ (nşr. İhsan Abbas), I-IX, Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .



İbn Sa'd, et-Tabakât:



el-mütemmim



M u h a m m e d b. Sa'd, et- Tabakâtü' l -kübrâ: el-kısmü'l-mütemmim (nşr. Ziyâd M u h a m m e d Mansûr), Medine 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib Ali b. Mûsâ b. M u h a m m e d b. Saîd el-Mağribî, el-Muğrib fî hule'l-Mağrlb (nşr. Şevkî Dayf), I-II, Kahire 1978-80.



İbn Semüre, Fukahâ 3 ü 7 - Yemen İbn Semure el-Ca'dî el-Yemenî, Tabakâtü fukahâ 3i'l-Yemen (nşr. Eymen Fuâd Seyyide), Kahire 1 3 7 7 / 1 9 5 7 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kalem).



İbn Seyyidünnâs, e CIyûnü'l- eşer İbn Seyyidünnâs el-Ya'murî, c üyünü'l-eser fî fününl'imeğâzî ve'ş-şemâ 5il ue's-siyer, I-II, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), Beyrut 1402/1982.



İbn Sînâ, el-tşârât Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, el-işârât ve't-tenbîhât (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1959.



İbn Sînâ, el-Mebde' Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, el-Mebde 3 ve'l-me'âd (nşr. Abdullah-ı Nûrânî), Tahran 1363 h ş . / 1 9 8 4 .



İbn Sînâ, eş-Şifâ' el-llâhiyyât (1) Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 el-ilâhiyyât (1) (nşr. G. C. Anawati — Saîd Zâyed), Tahran 1343, ofset, ts.



İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 el-Mantık (3) Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 el-Mantık (3): el- 'ibâre (nşr. M a h m û d el-Hudayrî), I-II, Kahire 1390/1970, ofset, ts.



İbn Sînâ, eş-Şifâ' er-Riyâziyyât (1) Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 el-Fennü'l-evvel min cümleti'l- c ilmi'r-riyâzî (1): üşûlü'l-hende se (nşr. A b d ü l h a m î d Sabre — A b d ü l h a m î d Lutfı Mazhar), Kahire 1976, ofset, ts.



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 er-Riyâziyyât (4): 'İlmul-hey 3 e (nşr. M u h a m m e d Rıza Medver — İ m a m İbrahim Ahmed), Kahire 1980, ofset, ts.



İbn Sînâ, eş-Şifâ' et-Tabî'iyyât



(1)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (1): es-Semâ 3ut-tabî î (nşr. Saîd Zâyed — ibrâhim Medkûr), ofset Ibaskı yeri ve tarihi yok].



İbn Sînâ, eş-Şifâ' et-Tabf iyyât (2) Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (2): es-Semâ 3 ve'l-'âlem, (3): el-Kevn ve'l-fesâd, (4): el-Ef'âl ve'infi'âlât (nşr. M a h m û d Kasım — İbrâhim Medkûr), ofset Ibaskı yeri ve tarihi yok],



İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât



(5)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (5): el-Ma'âdin ue'l-âşârü'T'ulüiyye (nşr. A b d ü l h a l î m M u n t a s ı r v . dğr.), eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (3) içinde.



İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât



(6)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (6): en-Nefs (nşr. G. C. Anawati — Saîd Zâyed), Kahire 1394-95/1974-1975, ofset, ts.



İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât



(7)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (7): en-Nebât (nşr. A b d ü l h a l î m Muntasır v.dğr.), eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (2) içinde.



İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât



İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire



(Popper)



Ebü'I-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî, en-fiücûmü'z-zâhire fî mülûki Mısr ve'l-Kâhire (nşr. W. Popper), I-VII, Berkeley 1909-29.



İbn Teymiyye, Mecmû'atü'r-resâ 3



il



Takıyyüddin A h m e d b. Abdülhalîm b. Teymiyye, Mecmû'atü'r-resâ 3il ve'l-mesâ 3il (nşr. M. Reşîd Rızâ), l-V, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



İbn Teymiyye, Mecmü 'u fetâvâ Takıyyüddin A h m e d b. Abdülhalîm b. Teymiyye, Mecmû'u fetâvâ, I-XXXVII (nşr. Abdurrahman b. Muhammed), Riyad 1381-86.



İbnü'l-Adîm, Buğyetü't-taleb Kemâleddin Ebü'I-Kâsım Ömer İbnü'l-Adîm, Buğyetü't-taleb fî târîhi Haleb: Selçuklularla ilgili Haltercümeleri (nşr. Ali Sevim), Ankara 1976.



İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb Kemâleddin Ebü'I-Kâsım Ömer İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb min târîhi Haleb (nşr. S â m î ed-Dehhân), I-III, Dımaşk 1951-68.



İbnü'l-Arabî, Fuşûş Muhyiddin M u h a m m e d b. Ali el-Arabî, Fuşûşü'l-hikem ve husûsüT kelim, Kahire 1329.



İbnü'l-Arabî, Fuşüş (Afîfî)



(8)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 et-Tabî'iyyât (8): el-Hayevân (nşr. A b d ü l h a l î m Muntasır — Saîd Zâyed — Abdullah İsmail), Kahire 1 3 9 0 / 1 9 7 0 , ofset, ts.



İbn Şebbe, Târîhu'l-Medîneti'l-müneooere Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe, TânhuTMedîneti'l-münevvere: Ahbârü'l-Medîneti'n-nebeviyye (nşr. Fehîm M u h a m m e d Şeltût), I-IV, Cidde 1399/1979, 1402.



Muhyiddin M u h a m m e d b. Ali el-Arabî, Fuşûşü'l-hikem ue husüsü'l-kelim (nşr. Ebü'l-Alâ el-Afîfî), Kahire 1946.



İbnü'l-Arabî, el-Fütühât Muhyiddin M u h a m m e d b. Ali el-Arabî, el-Fütûhâtü'l-Mekklyye fî ma'nfeti'l-esrâri'l-mâlikiyye ue'l-melekiyye (nşr. O s m a n Yahyâ — İbrâhim Medkûr), I-IX, Kahire 1392-1405/1972-85.



İbnü'l-Cevzî,



el-Muntazam



bk. İbnü't-Tıktaki.



Abdurrahman b. Ali b. Cevzı, el-Muntazam fî târihi'l-mülûk ve'l-ümem (nşr. F. Krenkow), I-X, Haydarâbâd 1357-59/1938-40.



İbn Sînâ, eş-Şifâ 3 er-Riyâziyyât (2)



İbn Tağrîberdî, el-Menhelü'ş-şâfî



İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam (Atâ)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3 el-Fennü'ş-şânî fi'r-riyâziyyât (2): ' el-Hisâb (nşr. Abdülhamîd Lutfî Mazhar), Kahire 1975, ofset, ts.



Ebü'I-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî, el-Menhelü'ş-şâfî ve'l-müsteufî ba'de'iuâfî (nşr. M u h a m m e d M u h a m m e d E m î n — Saîd Abdülfettâh Âşûr), I-IV, Kahire 1984-85.



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, el-Muntazam fî târîhi'l-ümem ue'l-mûlûk (nşr. Muhammed-Mustafa Abdülkâdir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1 4 1 2 / 1 9 9 2 .



İbn Tabatabâ



İbnü'l -Cevzî, Niizhetü'l-a'yün



İbnü'I-Hümâm, Fethu'l-kadîr (Bulak)



İbnü's-Salâh, ' Ulûmu'l-hadts



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Nüzhetul-a'yüni'n-nevâzır fî 'ilmi'l-vücûh ve'n-nezâ' ir {nşr. M. Abdülkerîm Kâzım er-Râzî), Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .



Kemâleddin M u h a m m e d b. Abdülvâhid b. Hümâm, Fethu'l-kadîr, l-VI; Netâ' icü' l-efkâr fî keşfi'r-rumüz ve'l-esrâr; VII-VIII, Bulak 1315-18.



Osman b. Abdurrahman İbnü's-Salâh, 'ülümü'l-hadîş (nşr. Nûreddin Itr), Halep 1 3 8 6 / 1 9 6 6 ; Beyrut 1972; Dımaşk 1404/1984.



İbnü'I-Cevzî,



Şıfatü'ş-şafve İbnü'I-Hümâm, Fethu'l-kadîr (Kahire)



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Şıfatü'ş-şafve (nşr. M a h m û d Fâhûrî — M u h a m m e d Kal'acî), I-IV, Halep 1969-73.



İbnü'I-Cevzî, Telbtsü iblis Abdurrahman b. Ali b. Cevzî. Telhisi! iblis (nşr. M u h a m m e d Münîr ed-Dımaşkî), Kahire 1368.



İbnü'I-Cevzî, el-Vefâ Abdurrahman b. Ali b. Cevzî. el-Vefâ bi-ahvâli'l-Muştafâ (nşr. Mustafa Abdülvâhid), l-II, Kahire 1 3 8 6 / 1 9 6 6 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).



İbnü'I-Cevzî,



Zâdü'l-mesîr



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Zâdü'l-mesîr fî'ilmi't-tefsîr (nşr. M u h a m m e d Züheyr eş-Şâvîş — Şuayb, Abdülkâdir el-Arnaût), I-IX, Dımaşk 1384-88/1964-68.



İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-nihâye Ebü'1-Hayr M u h a m m e d el-Cezerî, Gâyetü'n-nihâye fî tabakâti'l-kurrâ' (nşr. G. Bergstraesser), 1-11, Kahire 1351-53/1932-35; Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .



İbnü'l-Cezerî, en-Iieşr Ebü'l-Hayr M u h a m m e d el-Cezerî, en-Neşr fi'l-kırâ' âti'l- 'aşr (nşr. Ali M u h a m m e d ed-Dabbâ'), l-II, Kahire, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-iImiyye).



Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, el-Kâmil fit-târîh (nşr. C. I. Tornberg), I-XIII, Leiden 1851-76 — Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .



İbnü'l-İmâd, Şezerât Abdülhay b. Ahmed İbnü'l-İmâd, Şezerâtü'z-zeheb fî ahbâri men zeheb, I-VIII, Kahire 1350-51.



İbnü'l-Kelbî, Kitâbü' l-Esnam Hişâm b. M u h a m m e d el-Kelbî, Kitâbü'l-Eşnâm (nşr. Ahmed Zeki Paşa, Putlar Kitabı, trc. Beyza Düşüngen), Ankara 1969.



Ali b. Yûsuf el-Kıftî, Kitâbü İhbâri'l-'ulemâ' biahbân'lhükemâ': Târîhu'1-hükemâ', Kahire 1326, Kahire, ts.



İbnü'l-Kıftî, thbârü'l-'ulemâ'



(Lippert)



Ali b. Yusuf el-Kıftî, Kitâbü İhbâri'l-'ulemâ' bi-ahbâri'l-hükemâ': Târîhu't-hükemâ' (nşr. I. Lippert), Leipzig 1903.



İbnü'l-Kıftî,



tnbâhü'r-ruuât



Ahmed b. Yahyâ b. Murtazâ, Kitâbü Tabakâti'l-Mu' tezile (nşr. Susanna D. Wiizer), Wiesbaden 1961.



İbnü'l-Esîr, el-Lübâb



İbnü'l-Mülakkın, Tabakâtü'l-euliyâ 5



İbnü'l-Esîr, en-Nihâye Mübarek b. M u h a m m e d b. Esîr, en-Nihâye fîğarîbi'1-hadîs ve'l-eşer (nşr. M a h m û d M u h a m m e d et-Tanâhî -Tâhir Ahmed ez-Zâvî), I-V, Kahire 1383-85/1963-65.



üsdü'l-ğâbe



Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, Üsdü'l-ğâbe fî ma'rifeti's-sahâbe, I-V, Kahire 1285-87.



(Bennâ)



Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, Üsdü'l-ğâbe fî ma'rifeti'ş-şahâbe (nşr. M u h a m m e d ibrahim el-Bennâ v.dğr.), I-VII, Kahire 1390-93/1970-73.



İbnü'I-Hatîb, el-lhâta Lisânüddin İbnü'I-Hatîb, el-lhâta fî ahbâri Gırnâta (nşr. M u h a m m e d Abdullah İnan), I-IV, Kahire 1393-98/1973-78.



İbnü'I-Hümâm, Fethu'l- kadir Kemâleddin M u h a m m e d b. Abdülvâhid b. H ü m â m , Fethu'l-kadîr, I-VII; Netâ' icü'l-efkâr fî keşfi'r-rumûz ve'l-esrâr, VIII-X, Kahire 1389-92/1970-72.



Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye



İsnevî, et-Temhîd



M u h a m m e d b. Ali b. Tabâtabâ, el-Fahrî fi'l-âdâbi's-sultâniyye ve'd-düveli'l-islâmiyye, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



Abdürrahîm b. Hasan el-İsnevı, et-Temhîd fî tahrîci'l-fürü' 'ale'l-uşûl (nşr. M u h a m m e d Hasan Heyto), Beyrut 1400/1981, 1 4 0 4 / 1 9 8 4 (ilâveli ve gözden geçirilmiş 3. bs.).



İbnülemin. Hoş Sadâ



IsLA



İbnülemin M a h m û d Kemal inal. Hoş Sadâ, İstanbul 1958.



istanbul Ansiklopedisi, istanbul 1958-74.



İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri İbnülemin M a h m û d Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, I-XII, istanbul 1930-41.



ibrâhim b. M u h a m m e d el-İstahrî, Mesâlikü'l-memâlik (nşr. M u h a m m e d Câbir Abdülâl — M u h a m m e d Şefîk Gırbâl), Kahire 1961.



İbnülemin. Son Hattatlar



İstahrî, Mesâlik (de Goeje)



İbnülemin M a h m û d Kemal İnal, Son Hattatlar, istanbul 1955.



İbrâhim b. M u h a m m e d el-İstahrî, Mesâlikü'l-memâlik (nşr. M. J. d e Goeje), Leiden 1827, 1967.



İbnü t-Tıktakâ, el-Fahrî



İbnülemin, Son



thbârü'l-'ulemâ'



İbnü'l-Kıftî,



İbnü'l-Murtazâ, Tabakâtü 'l-Mu 'tezile



Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, el-Lübâb fî tehzîbi'l-Erısâb, I-III, Kahire 1357-69 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



İbnü'l-Esîr, üsdü'l-ğâbe



Kemâleddin M u h a m m e d b. Abdülvâhid b. Hümâm, Fethu'l-kadîr, I-VI; Netâ'icü'l-efkâr fî keşfi'r-rumüz ve'l-esrâr, VII-IX, Kahire 1319.



Ali b. Yûsuf el-Kıftî, inbâhü'r-ruvât'alâ enbâ'i'n-nuhât (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), I-IV, Kahire 1369-93/1950-73.



İbnü'l-Esîr, el-Kâmil



İbnü'l-Esîr,



İsnevî,



Abdürrahîm b. Hasan el-İsnevî, Tabakâtü'ş-Şâfi' iyye (nşr. Abdullah el-Cübürî), Bağdad 1 3 9 1 / 1 9 7 0 ; Riyad 1400/1980.



İstahrî, Mesâlik (Abdülâl)



Sadnazamlar



İbnülemin M a h m û d Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar, I-IV, İstanbul 1940-53.



İbrahim Rifat Paşa, Mir* âtü'l-Haremeyn ibrâhim Rifat Paşa, Mir' âtü'l-Haremeyn ev er-Rahalâtü'l-Hicâziyye ve meşâ'iruhud-dîniyye, Kahire 1344/1925.



İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953



(1546)



İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Tarihli (nşr. Ö. Lutfi Barkan — E. Hakkı Ayverdi), istanbul 1970.



ÎTED ve'l-hac I-III,



İbşîhî. el-Müstetraf M u h a m m e d b. Ahmed el-İbşîhî, el-Müstetraf fî külli fennin müstezraf (nşr. Müfıd M u h a m m e d Kumeyha), I-II, Kahire 1379; Beyrut 1403/1983.



İdrîsî,



I-XI,



Şıfatü'l-Mağrib



M u h a m m e d b. Abdullah b. İdrîs, Şıfatü'l-Mağrib ve arzü's-Sûdân ve Mışr ve'l-Endelüs: Description de l'Afrique et de l'Espağne (nşr. ve trc. R. Dozy — M. J. de Goeje), Leiden 1968.



istanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi islâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1953 -



îzâhu'l-meknûn Bağdatlı İsmâil Paşa, Îzâhu'l-meknûn fi'z-zeyl 'alâ Keşfi'z-zunûn 'an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn (nşr. Kilisli Muallim Rifat — Şerefeddin Yaitkaya), I-II, İstanbul 1945-47.



JA Journal Asiatique, Paris 1822 -



JAfr.H Journal ofAfrican History, Cambridge 1960 —



Ömer b. Ali İbnü'l-Mülakkın, Tabakâtü'l-evliyâ' (nşr. Nûreddin Şerîbe), Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .



İFM istanbul üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, istanbul 1940 -



JAH



İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist



llmiyye



JAK



İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist fî ahbâri'i'ulemâ' i'lmusannifin mine'l-kudemâ' ve'imuhaddişîn ve esmâ'i kütübihim, Beyrut 1 3 9 8 / 1 9 7 8 .



İlmiyye Salnâmesi, istanbul 1334.



Jahrbuch der Asiatischen Leipzig 1924 -



İsfahânî, Beyânü 'l-Muhtaşar



JAL



İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist (Şüveymî) İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist fî ahbâri'i-' ulemâ 'i'lmusannifin mine'l-kudemâ' ve'l-muhaddişîn ve esmâ'i kütübihim (nşr. Mustafa eş-Şüveymî), Tunus 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd) İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist ft ahbâri'l'ulemâ' i'l-muşannifin mine'l-kudemâ' ve'l-muhaddişîn ve esmâ' i kütübihim (nşr. Rızâ-Teceddüd), Tahran, ts.



Salnamesi



Şemseddin Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî, Beyânü'l-Muhtaşar şerhu Muhtasarı İbni'l-Hâcib (nşr. M u h a m m e d Mazhar Bekkâ), Cidde 1406/1986.



İsferâyînî, et-Tebşîr (Hût) Ebü'l-Muzaffer el-isferâyînî, et-Tebşîr fi'd-dîn ve temyîzi'l-fırkati'n-nâciye 'ani'l-fırakil-hâlikîn (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1403/1983.



İsnevı,



Journal ofAsian History, Wiesbaden 1967 -



Journal ofArabic Leiden 1970 -



Kunst,



Literatüre,



JAOS Journal of the American Oriental Society, New Haven, Connecticut 1843 —



JASB Journal and Proceedings of the Asiatic Society of Bengal Calcutta 1905 —



JCAS Journal of the Central Asian Society, 1-18, London 1914-31 (krş. İRCAS).



Nihâyetü's-sûl



Abdürrahîm b. Hasan el-İsnevî, Nihâyetü's-sül fî şerhi Minhâci'l-usül, l-IV, Kahire 1343.



JESHO Journal of the Economic and Social History of the Orient, Leiden 1957 -



KAM



JIMMA Journal Institute of Minority Affairs, London 1979 —



Kubbealtı Akademi İstanbul 1972 -



Müslim



Mecmuası,



Kamus Tercümesi JNES Journal offiear Eastern Chicago 1942 -



Studies,



JPHS Journal ofthe Pakistan Historical Society, Karachi 1953 -



Kâmüs-ı Türkî



JRAS Journal ofthe RoyalAsiatic London 1833 —



Society,



JRCAS Journal ofthe Royal Central Asian Society, sy. 19-55, London 1932-69 (krş. As.Af.).



JSS Journal of Semitic Studies, Manchester 1956 —



Kadı Abdülcebbâr, el-Muğnt Kâdî A b d ü l c e b b â r b. A h m e d , el-Muğnî fî ebvâbi't-tevhîd ve'l-'adl (nşr. Tâhâ Hüseyin — İbrâhim M e d k û r v.dğr.) I-XX, Kahire, ts. (eş-Şeriketü'l-Mısriyye), Kahire 1382-85/1962-65.



Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu'l-üşûli'l-hamse Kâdî A b d ü l c e b b â r b. A h m e d , Şerhu'l-üşûli'l-hamse (nşr. A b d ü l k e r î m O s m a n ) , Kahire 1 3 8 4 / 1 9 6 5 .



Kâdî lyâz, eş-Şifâ 3 İyâz b. M û s â b. İyâz, eş-Şifâ 3 bi-ta crîfi huklıki'l-Muştafâ (nşr. Âli M u h a m m e d el-Bicâvî), I-II, Kahire 1977.



Kâdî lyâz, Tertîbü'l- medârik İyâz b. M û s â b. İyâz, Tertîbü'l-medârik ue takrîbü'l-mesâlik li-ma crifeti a clâmi mezhebi'l-İmâm Mâlik (nşr. A h m e d Bükeyr M a h m û d ) , I-III, Beyrut 1387-88/1967-68.



Kâdirî,



Neşrü'l-mesânî



M u h a m m e d b. Tayyib el-Kâdirî, Neşrü'l-mesânî li-ehli'l-karni'l-hâdî z aşer ue'ş-şânî (nşr. M u h a m m e d Haccî — A h m e d Tevfîk), I-IV, Rabat 1397-1407/1977-86.



Kalkaşendî, Me'âşirü'l-inâfe A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî, Me 3 âsirü' l- inâfe fî me c âlimi'l-hilâfe (nşr. A b d ü s s e t t â r A h m e d Ferrâc), I-III, Kuveyt 1964 — Beyrut 1980.



Kalkaşendî,



Fîrûzâbâdî, Ebû't-Tâhir, el-Okyânusü'i-basît fî tercemeti'l-Kâmûsi'l-muhit (trc. Â s i m Efendi), I-III, İstanbul 1230-33; I-IV, İstanbul 1304-1305.



Subhu'l-a'şâ



A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî, Subhu'l-a cşâ fîsınâ 1ati'l-inşâ 3, I-XV,'Kahire 1910-20.



Şemseddin Sami, Kâmûs-l TCırki, istanbul 1317.



Kâmûsü'l-a'lâm Şemseddin Sâmi, Kâmûsü'l-a'lâm, I-VI, İstanbul 1306-16/1888-99.



el-Kâmüsü



'l-lslâmi



A h m e d Atıyyetullah, el-Kâmdsü'l-lslâmî, Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 3 -



Kantemiroğlu, tlmü'l-müsikî Demetrius Cantemir, c Kitâb-l cilmü'l-MIısiki alâ Vechi'l-Hurüfât (nşr. Yalçın Tura), I-III fas., İstanbul 1976.



Karaman, İslâm



Hukuku



Hayreddin Karaman, Mukayeseli islâm Hukuku, I, İstanbul 1974; II (1982); III (1987); I-III, istanbul 1986-87.



A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî, Subhu'l-a cşâ fî sınâ câti'i inşâ 3, I-IV, VII, X-XIV (nşr. M u h a m m e d Hüseyin Ş e m s e d d i n ) ; V (nşr. N e b î l H â l i d H a t î b ) ; VI, VIII-IX (nşr. Yûsuf Ali Tavîl), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .



KOr. - mü'ellifîn



Ö m e r Rızâ Kehhâle, Mu ccemü'l-mü 3ellifîn: terâcimü musannifı'l-kûtübi'l-'Arabiyye, I-XV, D ı m a ş k 1376-81/1957-61 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî).



Kelâbâzî, Ricâlü Sahihi'l-Buhârî A h m e d b. M u h a m m e d el-Kelâbâzî, Ricâlü Şahîh.i'1-Buhârî: el-Hidâye ue'l-irşâd fî ma crifeti ehli'ş-şikât ue's-sedâd ellezîne ahrece lehümü'l-Buhârî fî Câmi c İh (nşr. A b d u l l a h el-Leysî), I-Il, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .



Kelâbâzî, et-Ta'arruf M u h a m m e d b. İbrâhim el-Kelâbâzî, Kitâbü't-Ta c arruf li-mezhebi ehli't-tasaüvuf, Kahire 1960.



Keşfü'z-zunûn Kâtib Çelebi, Keşfü'z-zunûn c ân esâmi'l-kütüb üe'l-fünûn (nşr. Kilisli M u a l l i m Rifat — Şerefeddin Yaltkaya), I-II, İstanbul 1360-62/1941-43.



Koksal, İslâm Tarihi (Medine) M. Âsim Koksal, islâm Tarihi: Hz. Muhammed (a.s.) ve Medine Devri, I-XI, İstanbul 1987.



islâmiyet,



Koksal, İslâm Tarihi (Mekke) M. Âsim Koksal, islâm Tarihi: Hz. Muhammed (a.s.) ue islâmiyet, Mekke Deuri, I-VII, istanbul 1987.



Köprülü, Araştırmalar Köprülüzâde M. Fuad, Türk Dili ue Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1934.



Köprülü, Edebiyat Araştırmaları I M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 1, Ankara 1966, 1987, 1989.



Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe M u h a m m e d b. Ca'fer el-Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe (nşr. M u h a m m e d ei-Müntasır), Dımaşk 1383/1964.



Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe



Kunst des Orients, Wiesbaden 1950 -



(Özbek)



Köprülü, Edebiyat Araştırmaları II M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2 (nşr. O r h a n F. Köprülü), İstanbul 1989.



Köprülü, İlk Mutasavvıflar



M u h a m m e d b. Ca'fer el-Kettânî, Hadis Literatürü: er-Risâletü'l-müstetrafe ( d i p n o t ve ilâveleri ile trc. Yusuf Özbek), İstanbul 1994.



Köprülüzâde M e h m e d Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, istanbul 1919.



Karatay, Farsça Yazmalar



Kınalızâde, Tezkire



Fehmi E d h e m Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Farsça Yazmalar Kataloğu, İstanbul 1961.



Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-şuarâ (nşr. İbrahim Kutluk), I-II, Ankara 1978-81.



Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi Köprülüzâde M e h m e d Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1926.



Köprülü, Türk Saz Şairleri



Karatay, Arapça



Yazmalar



Fehmi E d h e m Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Arapça Yazmalar Kataloğu, I-IV, istanbul 1962-69.



Karatay, Türkçe Yazmalar



Kindî, Resâ'll



Fehmi E d h e m Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu, l-Il, İstanbul 1961.



Y a ' k ü b b. İshak el-Kindî, Resâ 3 İlü'l-Kindî el-felsefıyye (nşr. M. A b d ü l h â d î E b û Rîde), Kahire 1950-53.



Kâsânî, Bedâ 3 i c



Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi



E b û Bekir b. Mes'ûd el-Kâsânî, c Bedâ 3 i u'ş-şanâ 31 fî tertîbi'ş-şerâ 3ic, I-VII, Kahire 1327-28.



Kâşânî,



Iştılâhâtü'ş-şüfıyye



A b d ü r r e z z â k b. A h m e d el-Kâşânî, Iştılâhâtü'ş-şûfiyye (nşr. M. Kemâl i b r â h i m v.dğr.), Kahire 1981.



Kâtib Çelebi, Fezleke Kâtib Çelebi, Fezleke-i Târih, MI, İstanbul 1286-87.



Kays Âl-i Kays, el-Irâniyyûn Kays Âl-i Kays, el-irâniyyûn ue'l-edebü'lc Arabî = Iranians and Arab Literatüre, I-III, Tahran 1984-86.



KCs.A Kalkaşendî, Şubhu'l-a cşâ (Şemseddin)



Kehhâle. Mu'cemü'l



Körösi Csoma-Archivum, Budapest1921-41.



Kehhâle, A c lâmü'n-nisâ 3 Ö m e r Rızâ Kehhâle, A' lâmü'n-nisâ 3 c fî âlemeyi'l- cArab ve'l-İslâm, I-IV, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .



Vasfi Mahir Kocatürk, Büyük Türk Edebiyatı Ankara 1970.



KSz. Keleti Szemle, Budapest 1900-27.



Tarihi,



Konyalı, İstanbul Abideleri İbrahim Hakkı Konyalı, İstanbul Âbideleri, istanbul 1940.



Konyalı, Karaman Tarihi İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Karaman Tarihi, Ermenek ve Mut Âbideleri, İstanbul 1967.



Konyalı, Konya Tarihi İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Konya Tarihi, Konya 1964.



Konyalı, Mimar Koca Sinan'ın



M. Fuad Köprülü, Türk Saz Şairleri, İstanbul 1940.



Eserleri



İbrahim Hakkı Konyalı, Mimar Koca Sinan'ın Eserleri, İstanbul 1950.



Kureşî, el-Cevâhirü'l- mudıyye A b d ü l k â d i r b. M u h a m m e d b. M u h a m m e d el-Kureşî,



el-Cevâhlrü'l-mudıyye fî tabakâti'l-Hanefiyye (nşr. Â b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), I-III, Kahire 1393-99/1973-79; I-V, Kahire 1 4 1 3 / 1 9 9 3 .



Kurtubî, el-Câmı E b û Abdullah M u h a m m e d b. A h m e d el-Kurtubî,



el-CâmC li-ahkâmi'l-Kur 3ân (nşr. E b û İshak İbrâhim), I-XX, Kahire 1386-87/1966-67.



Küleynî, el-CIşûl mine'l-Kâft M u h a m m e d b. Y a ' k ü b el-Küleynî, el-üsül mine'l-Kâfî (nşr. Ali Ekber el-Gaffârî), I-II, Beyrut 1401.



Kütübî, Fevâtü'l-Vefeyât Konyalı, Üsküdar Tarihi İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ue Kitâbeleriyle Üsküdar Tarihi, I-II, İstanbul 1976-77.



M u h a m m e d b. Şâkir el-Kütübî, Fevâtü'l-Vefeyât ve'z-zeyli caleyhâ (nşr. İhsan Abbas), l-V, Beyrut 1973-74.



Makrîzî, el-Hıtat



Mes'ûdî, et-Tenbîh



A b d u r r a h m a n b. A h m e d el-Câmî, Nefehâtü'iüns (trc. L â m i î Çelebi), İstanbul 1289 — İstanbul 1980.



A h m e d b. Ali el-Makrîzî, Kitâbü'l-Meuâ'iz ve'ii'tibâr bi-zikri'l-hıtat ve'l-âsâr, l-II, Bulak"l270.



Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, et-Tenbîh ue'iişrâf (nşr. M. (. d e Goeje), Leiden 1894 — Beyrut 1981.



Lane, Lexicorı



Makrîzî, Kitâbü's-Sülük



Mevlânâ, Mesnevi



Lâmiî, Nefehât



Tercümesi



Edward William Lane. An Arabic-English Lexicon, I-VIII, London 1863-93 — Beyrut 1980.



Latîfî, Tezkire Latîfî, Tezkire-i Latîfî (nşr. A h m e d Cevdet), İstanbul 1314.



Leknevı. et-Fevâ*



idü'l-behiyye



Levend. Divan



Edebiyatı



A g â h Sırrı Levend, Divan Edebiyatı: Kelimeler ve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar, istanbul 1943.



Levend, Türk Edebiyatı



Tarihi



A g â h Sırrı Levend. Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1973.



Lisânü'l-'Arab M u h a m m e d b. Mükerrerin b. Manzûr, Lisânü'l- 'Arab, l-XV, Bulak 1299-1308 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



Lutfî, Târih A h m e d Lutfî. Târih, I-VIII, İstanbul 1290-1328; IX-XV (nşr. Münir Aktepe), Ankara 1984-92.



Ma'a'l-Mektebe A b d u r r a h m a n Utbe, Ma' a'l-Mektebeti'l'Arabiyye, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .



Mahlüf.



Şeceretü'n-nûr



Abduh Muhammed b. M u h a m m e d Mahlüf, Şeceretü'n-nûd'z-zekiyye tabakâti'l-Mâlikiyye, İ-II, Kahire 1349 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kitâbi'l-Arabî).







M a h m û d Şükrî el-Âlüsî, Bulûğu'l-ereb M a h m û d Sükrî el-Âlüsî, Bulûğu'l-ereb fima'rifeti ahuâli'l- 'Arab (nşr. M u h a m m e d Behçet el-Eserî), I-III, Kahire 1342.



Makdisî,



Ahsenü't-tekâsîm



M u h a m m e d b. A h m e d el-Makdisî, Ahsenü't-tekâsîm fî ma' rifeti'l-ekâlîm (nşr. M. J. d e Goeje), Leiden 1877.



Makdisî, el-Bed'



MO



A h m e d b. Ali el-Makrîzî, Kitâbü's-Sülûk li-ma 'rifeti düveli' l- mülûk (nşr. M u h a m m e d Mustafa Z i y â d e — Saîd A b d ü l f e t t â h Aşûr), l-X!l, Kahire 1957-73.



Malatî, et-Tenbth ve'r-red



M u h a m m e d Abdülhay el-Leknevî, el-Fevâ 3idü'l-behiyye fî terâcimi'l-Hanefiyye (nşr. M. B e d r e d d i n E b ü Firâs), Kahire 1324.



ve't-târîh



M u t a h h a r b. Tâhir el-Makdisî, Kitâbü'l-Bed 3 ve't-târîh (nşr. e l e m e n t Huart), I-VI, Paris 1899-1919 — Bağdad, ts. (Mektebetü'1-Müsennâ).



Makkarî, Nefhu't-tîb A h m e d b. M u h a m m e d el-Makkarî, Nefhu't-tîb min ğusni'l-Endelüsi'r-ratîb (nşr. i h s a n Abbas), I-VIII,' Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .



MMMA (Küveyt) Mecelletü Ma'hedi'lmahtûtâti' i-'Arabiyye, Küveyt'1376/1956 -



M u h a m m e d b. A h m e d el-Malatî. et-Tenbîh ve'r-red (nşr. M u h a m m e d Z â h i d el-Kevserî), Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .



Ma'sûm Ali Şah, Tarâ'ik M a ' s û m Ali Sah, Tara 3 iku'l-hakâ'ik (nşr. M u h a m m e d Ca'fer M a h c û b ) , I-III, Tahran 1339-45 hş.



Mâtürîdî,



Kitâbü't-Tevhîd



Ebû Mansûr M u h a m m e d el-Mâtürîdî, Kitâbut-Tevhîd (nşr. Fethullah Huleyf), Beyrut 1970 — İstanbul 1979.



Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî. Mesnevîitrc. Veled İzbudak), I-VI, İstanbul 1942.



Mevsılî, el-Shtiyâr Abdullah b. M a h m û d el-Mevsılî, el-lhtiyâr li-ta'lîli'l-Muhtâr, I-V, Kahire 1 3 7 0 / 1 9 5 1 — " İstanbul 1987.



Mez, el-Hadiretü



'l-lslâmlyye



A d a m Mez, el-Hadâretü'l-İslâmiyye fi'l-karni'r-râbi' i'l-hicrî (trc. M u h a m m e d A b d ü l h â d î E b û Rîde), I-II, Kahire 1 3 6 0 / 1 9 4 1 , 1377/1957.



M. F. AbdülbâkI, el-Mu 'cem M u h a m m e d Fuâd AbdülbâkI, el-Mu' cemü'l-müfehres li-elfâzi'l-Kur' âni'l-Kerîm, Kahire 1950.



MIDEO



Mâtürîdî, Te'otlat



Melanges de ilnstitut d'Etudes Orlentales du Le Caire 1954 —



Ebû Mansûr M u h a m m e d el-Mâtürîdî, Te'uîlâtü Ehli's-sünne: Tefsîrü'l-Mâtürîdî, I (nşr. ibrâhim Avazeyn — Seyyid Avazeyn), Kahire 1 3 9 1 / 1 9 7 1 .



Wensinck, Miftâhu künûzi's-sünne (trc. M. F. AbdülbâkI), Lahor, ts. —Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



ME



Mir'âtü'l-Haremeyn



Mecelletü'iEzher, Kahire 1355 / 1 9 3 6 , V I I (I-VI. ciltler Nürü'l-lsiâm ismi ile yayımlanmıştır, Kahire 1349/1930 — 1354/ 1935).



Eyüp Sabri Paşa, Mir'âtü'l-Haremeyn (Mir'ât-ı Mekke-Mir'ât-ı Mir'ât-ı Cezîretü'l-Arab), istanbul 1301-1306.



Mebde-i Kânûn-ı



Y û s u f b. A b d u r r a h m a n el-Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl fî esmâ 3 ir-ricâl (nşr. Beşsâr A v v â d Ma'rüf), l-XXXV, Beyrut 1 4 0 3 - 1 3 / 1 9 8 2 - 9 2 .



Yeniçeri



Mebde-i Kânûn-ı Yeniçeri Ocağı Tânhi (nşr. Y. A. Petrosyan), Moskova 1987.



Mecdî, Şekâik



Miftâhu



Dominicain Caire,



künûzi's-sünne



MedtneI-III,



Millî Kültür [nşr. Kültür Bakanlığı), Ankara 1977 -



Taşköprizâde, Hadâiku'ş-Şekâik (trc. M e h m e d M e c d î Efendi, nşr. A b d ü l k â d i r Özcan), I, istanbul 1989.



Mecelle Mecelle-i Ahkâm-1



Adliyye.



ML Meydan-Larousse Büyük ve Ansiklopedi, l-XII, İstanbul 1969-73.



Cevâmi'



Hacı İsmâil Beyzâde O s m a n Bey, Mecmûa-i Cevâmi', İstanbul 1304.



Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb



İstanbul 1948 —



Mecelletü Mecma' 'Arabîbi-Dımaşk,



i'l-' ilmiyyi'lDımaşk 1921-68.



MMİlr. Mecelletü Mecma'i'i ' ilmiyyi' 1-' Irâki, B a ğ d a d 1950 —



(Meynard)



MMLADm. Mecelletü Mecma'i'l-luğati'l'Arabiyye bi-Dımaşk, D ı m a ş k 1969 —



Mecelletü Mecma'i'l-luğati'l'Arabiyye el-CIrdünî, A m m a n 1978 —



MMMA (Kahire) Mecelletü 'Arabiyye,



Molla Hüsrev, Dürerü'/- hükkâm Molla Hüsrev, Dürerul-hükkâm fî şerhi Gureri'l-ahkâm, l-II, İstanbul 1310, 1329.



Mir'ât



Molla Hüsrev. Molla Hüsrev, İstanbul 1317.



Mir'âtü'l-usûl,



MTM Millî Tetebbûlar istanbul 1915.



Mecmuası,



I-V,



el-Mu 'cemü'ş-sûfî Suâd el-Hakîm, el-Mu'cemü'ş-sûfî el-hikme fî hudüdi'l-kelime, Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .



Muhibbi.



Hulâsatü'l-eser



M u h a m m e d E m î n el-Muhibbî, Hulâşatü'l-eşer fî (terâcimi) a' yâni'l-kami'l-hâdî 'aşer (nşr. M u s t a f a Vehbî), l-IV, Kahire 1284 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



Murâdî. Silkü 'd-dürer M u h a m m e d Halil el-Murâdî, Silkü'd-dürer fî a'yâni'l-karni'sşânî'aşer, I-IV, Bulak 1301 — " B a ğ d a d , ts. (Mektebetü'l-Müsennâ).



Mustafavî, et-Tahkik Hasan el-Mustafavî, et-Tahkık fî kelimâti'lKur'âni'l-Kerîm, I-VI, Tahran 1360 hş.



Muttaki el-Hindî, Kenzü'l-'ummâl A l â e d d i n Ali el-Muttakî el-Hindî, Kenzü'l-'ummâl fî süneni'l-akvâl ve'l-ef'âl (nşr. Bekrî H a y y â n î — Safvetü's-Sekâ), I-XVI, Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 ; 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



Mâlik b. Enes,



el-Muvatta'.



MÜİFD Marmara üniversitesi ilâhiyat Fakültesi Dergisi, istanbul 1983 —



Münâvı. el-Kevâkib



Mecelletü Mecma' l'l-luğati'l'Arabiyye, Kahire 1935 —-



MMLACİr.



Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb ue me'âdinü'l-cevher: Prairies d'Or (trc. ve nşr. Barbier d e Meynard), l-IX, Paris 1861-77.



Osmanischen



el-Muvatta'



MMİADm.



MMLA (Abdülhamîd)



Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb ve me 'âdinü'l-cevher (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , I-IV, Kahire 1 3 6 7 / 1 9 4 8 — Beyrut 1384-85/1964-65.



Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb



Mecmuası,



Belediyye



O s m a n Nuri [Ergin], Mecelle-i ümür-ı Belediyye, l-V, İstanbul 1330-38.



Mecmûa-i



Lügat



MM Musiki



Mecelle-i ümür-ı



Mitteilungen zur Geschichte, I-IV, Wien 1921-22.



Muhyiddîn-i Gülşenî, Menâkıb-ı ibrâhîm-i Gülşenî (nşr. Tahsin Yazıcı), Ankara 1982.



MK Tercümesi



MOG



Muhyî-i Gülşenî. Menâkıb



Tehzîbü'l-Kemâl



Mizzî,



Le Monde Orientale, sy. 1-35, ü p p s a l a 1906-47.



Ma'hedi'l-mahtûtiti'iKahire 1 3 7 5 / 1 9 5 5 -



M u h a m m e d A b d ü r r a û f el-Münâvî, el-Kevâkibü'd-dürriyye fî terâcimi's-sâdeti'ş-şûfiyye (nşr. M a h m û d Hasan Rebî'), I-II, Kahire 1 3 5 7 / 1 9 3 8 .



Müneccid, Mu 'cem Selâhaddin el-Müneccid. Mu'cemul-mahtûtâti'l-matbû'a, I-V, Beyrut 1968".'



Müneccimbaşı,



Sahâifü'l-ahbâr



A h m e d Dede Müneccimbaşı, Cami' ü'd-düvel (trc. A h m e d N e d î m : Sahâyifü'l-ahbâr), I-III, istanbul 1285.



Münzevî, Fihrist



Neşrî, Cihannümâ



Ahmed-i Münzevî, Fihrist-i Nüshahâ-yi Hattî-yi Fars'ı, Tahran 1349 hş.



Neşrî M e h m e d , Kitâb-ı Cihan-Nümâ: Neşrî Tarihi (nşr. F. Reşit U n a t — M e h m e t Altay Köymen), I-II, Ankara 1949-57.



Müsned A h m e d b. Hanbel, el-Müsned, Kahire 1313.



I-VI,



Müstakimzâde, Tuhfe Süleyman Sâdeddin M ü s t a k i m z â d e , Tuhfe-i Hattatın (nşr. İ b n ü l e m i n M a h m u d Kemal), İstanbul 1928.



Müstevfî, Nüzhetü'l-kulüb



(Strange)



H a m d u l l a h Müstevfî, Nüzhetü'l-kulûb (nşr. G. Le Strange), Leiden 1915 — Tahran 1362.



Müstevfî, Târîh-i Güzide (Browne) H a m d u l l a h Müstevfî, Târîh-i Güzide (nşr. E. G. Browne), Leiden 1910.



Nevbahtî,



Fıraku'ş-Şt'a



Hasan b. Mûsâ en-Nevbahtî, Kitâbü Fıraki'ş-Şî ca (nşr. Heilmut Ritter), İstanbul 1931.



H a m d u l l a h Müstevfî, Târîh-i Güzîde (nşr. Abdülhüseyn-i Nevâî), Tahran 1336-39 hş.



Md.F



Müslim



Mü, Fİ Meusû "atü'l-fıkhi'l-İslâmî (Meusû'atü Cemâl'Abdinnâsır), I-XVI, Kahire 1386-1400.



MW The Moslem World, Hartford, Connecticut 1911 —



Naîmâ, Târih M u s t a f a Naîmâ, Târih, I-VI, İstanbul 1280 (çerçeveli), 1281-83.



Nevevî, Tehztb Yahyâ b. Şeref en-Nevevî, Tehzîbü'l-esmâ 3 ue'l-luğât (nşr" F. Wüstenfeld), I-II, Göttingen 1242 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).



Dictionary,



NDB Biblique,



Nebhânî, Kerâmâtü'l-eüliyâ 3 Y û s u f b. İsmâil en-Nebhânî, Câmi'u kerâmâti'l-evliyâ 3 (nşr. İ b r â h i m Utve İvaz), I-II, Kahire 1 3 8 1 / 1 9 6 2 .



Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr



Der Neue Orient, Berlin 1917 -



Âdil Nüveyhiz, Mu'cemü'l-müfessirîn min sadri'l-İslâm hatte'l-'asri'l-hâzır, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



Rieu, Catalogue of the Persian Manuscripts P. Charles Rieu, Catalogue ofthe Persian Manuscripts in the British Museum, I-III, London 1879-83; Suppi, 1895.



Reuue du monde musulman, sy. 1-66, Paris 1907-26.



Ronart, CEAC Stephan and Nandy Ronart, Concise Encyclopedia of Arabic Ciuilisation, A m s t e r d a m 1959.



RAA



Riuista degli Studi R o m a 1907 -



I—



Radloff, Versuch



Rycaut



W. Radloff, Versuch eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, I-IV, Sanktpeterburg 1893-1911.



Paul Rycaut, The Present State of the Ottoman Emplre, London 1972 — Meisenheim / Glan, ts.



RAfr.



Râsânen, Versuch



Oriens Oriens: Milletlerarası Tetkikleri Cemiyeti Leiden 1948 -



Şark Mecmuası,



Martti Râsânen, Versuch eines etymologischen Wörterbuchs der Türksprachen, Helsinki 1969.



Bursalı M e h m e d Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I-III, İstanbul 1333-42 — Heppenheim, Bergstrasse 1971.



Müellifleri



Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb



Literaturgeschichte,



SA Celâl Esat Arseven, Sanat Ansiklopedisi, istanbul 1943-52.



I-V,



Sââtî, el-Fethu'r-rabbânî



Sâbî, Rusümü



Râvendî,



Râhatü'ş-şudür



M u h a m m e d b. Ali er-Râvendî, Râhatü'ş-şudûr ue âyetü's-sürür (nşr. M u h a m m e d İkbal), London 1921.



REI I-V,



Rypka, ILG J. Rypka, Iranische Leipzig 1959.



R a u f Yekta Bey, Türk Musikisi (trc. O r h a n Nasuhioğlu), İstanbul 1986.



M u h a m m e d b. Ali er-Ravendî, Râhatü's-sudûr ue âyetü's-sürür (trc. A h m e t Ateş), I-II, Ankara 1957-60.



Özeğe, Katalog M. Seyfeddin Özeğe, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu, İstanbul 1971-80.



Literatüre,



Rauf Yekta, Türk Musikisi



Râşid M e h m e d Efendi, Târih, I-V, İstanbul 1282.



Râvendî, Râhatü 's - sudur (Ateş)



Ö m e r Ferruh, Târîhu'l-edebi'l-'Arabî, I-VI, Beyrut 1981-84.



Rypka, HIL J. Rypka, History oflranian Dordrecht 1968.



A h m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sââtî, el-Fethur-rabbânî li-tertîbi Müsnedi'l-imâm Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî ue ma 'ahû Kitâbü Bulûği'l-emânî..., I-XXIV, Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî).



Râşid, Târih



Osman



Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi



Reuue de TAcademie Arabe de Damas, D a m a s 1969 —



Hüseyin b. M u h a m m e d b. R â g ı b el-İsfahânî, el-Müfredât fî ğarîbi'l-Kur 3ân (nşr. M u h a m m e d Seyyid Kîlânî), Kahire 1 3 8 1 / 1 9 6 1 .



Oriente Moderno, R o m a 1921 -



Orientali,



Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi (trc. Fikret Işıltan), I-III, Ankara 1986-87.



OA Orientalisches Archiu, I-III, Leipzig 1910-13.



Arabe,



RAAD



Râgıb el-lsfahânî, el-Müfredât



Osmanlı



(Taeschner)



P. Charles Rieu, Catalogue of the Turkish Manuscripts in the British Museum, L o n d o n 1888.



Fahrü'l-İslâm Ali b. M u h a m m e d el-Pezdevî, Kenzü'l-uüşûl (Abdülazîz el-Buhârî, ffejfti7-esrSriçinde), I-IV, istanbul 1308.



Reuue Africaine, Alger / Paris 1856 -



Oruç b. Âdil, Teoârlh-iÂl-i



Rieu, Catalogue



RMM



Kenzü'l-uüşûl



La Reuue de TAcadĞmie D a m a s 1921-68.



Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb



Ebü'l-Muîn en-Nesefî, Tebşıratü'l-edille fı'l-kelâm, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2907.



Cihannümâ: Die Altosmanische Chronik des Meulânâ Mehemmed Neschri (nşr. Fr. Taeschner), I-II, Leipzig 1951-55.



Pakalm



A h m e d b. A b d ü l v e h h â b en-Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb fî fünûni'l-edeb, [-XVIII, Kahire, ts. 119231 (Vezâretü's-Sekafe ve'l-irşâd), X1X-XXVII (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl — Ali M u h a m m e d el-Bicâvî — Hüseyin Nassâr v.dğr.), Kahire 1395-1405/1975-85.



Nesefî, Tebşıratü'l-edille



Neşrî, Cihannümâ



T. Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, I-II, İstanbul 1969-76.



RSO



Oruç b. Âdil, Teuârîh-lÂl-i Osmân (nşr. Fr. Babinger), Hannover 1925.



Ebü'l-Muîn en-Nesefî, Tebşıratü'l-edille fi'l-kelâm (nşr. C l a u d e Salame), I-II, D ı m a ş k 1990-93.



M u h a m m e d Reşîd Rızâ, Tefsîru l-Kur 3âni'l-hakîm: Tefsîrü'l-menâr, l-XII- Kahire 1353-54 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife); Kahire 1373-80/1953-61.



Pezdevî,



NO



Saîd-I Nefîsî. Târîh-i Nazm u Neşr derlrân ue der Zebân-ı Fârsî, I-II, Tahran 1344 hş.



Nesefî, Tebşıratü'l-edille (Salame)



Reşîd Rızâ, Tefstrü'l-menâr



Peçuylu İbrâhim, Târih



Hasan b. Ali b. İshak et-Tûsî, Siyerü'l-mülûk yâ Siyâsetnâme (nşr. M e h m e t Altay Köymen), Ankara 1976.



OM



Nouueau Dictionnaire Levey (Suisse).



Öztuna, BTMA Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, I-II, Ankara 1990.



Târîh-i Peçeuî, I-II, İstanbul 1281-83 — İstanbul 1980.



Siyâsetnâme



NBD J. D. Douglas, The Neuj Bible Leicester 1976.



Reşahât Tercümesi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifi, Reşahât-ı Aynü'l-hayât (trc. M. Şerîf el-Abbâsî), İstanbul 1291.



M e h m e t Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ue Terimleri Sözlüğü, I-III, İstanbul 1946-56.



Nüveyhiz, Mu' cemü'l-müfessirîn



ei-Meusû catü'l-fıkhiyye, Kuveyt 1 4 0 4 / 1 9 8 3 -



Özkan, TMNU İsmail Hakkı Özkan, Türk Mûsikîsi Nazariyatı ue Usûlleri Kudüm Velueleleri, İstanbul 1984.



Öztuna, TMA Nevevî, Şerhli



Yahyâ b. Şeref en-Nevevî, el-Minhâc fî şerhi Sahîhi Müslim b. el-Haccâc, I-XVIIİ, Kahire 1347-49/1929-30, 1392/1972.



Nizâmülmülk,



Müstevfî, Târîh-i Güzide (Nevâî)



(Unat)



Reuue des Etudes Paris 1927 -



islamiques,



dâri'l-hilâfe



Ebü'l-Hüseyin Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rusûmü dâri'l-hilâfe (nşr. M î h â î l Avvâd), Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .



Sâbünî, el-Bidâye A h m e d b. M a h m û d es-Sâbûnî, el-Bidâye fî usûlü'd-dîn (nşr. Bekir Topaioğlu), Dımaşk 1399/1979.



Sadrüşşerîa, et-Tavzîh Sadrüşşerîa Ubeydullah b. Mes'ûd, et-Tauzîh fî halli ğauâmizi't-Tenkîh (Teftâzâıiî, et-Telvîh içinde), I-II, ' Kahire 1 3 7 7 / 1 9 5 7 .



x



Safâ, Edebiyyât Zebîhullah Safâ. Târîh-i Edebiyyât der îrân, 1-V, Tahran 1332-64 hş.



Safâ, Genc-i Sühan Zebîhullah Safâ, Genc-i I-III, Tahran 1969.



Safâ, Gencîne-i



Sehâvî, ed-Dav'



ü'l-lâmı



M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sehâvî, ed-Dav'ü'l-lâmf liehli'l-karni't-tâsf, I-XII, Kahire 1353-55.



Sühan,



Sehâvî,



Fethu'l-muğîs



M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sehâvî, Fethu'l-muğîs şerhu Elfiyetil-hadîs, I-III, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



Sühan



Zebîhullah Safâ, Gencîne-i Sühan, l-VI, Tahran 1348-62 hş.



Sehâvî, el-i'lân Safedı, el-Vâfı Selâhaddin Halîl b. Aybeg es-Safedî, Kitâbü'l - Vâfî bi'l-uefeyât (nşr. İhsan A b b a s — Şukrî Faysal), l-XXII, Wiesbaden 1401-1402/1981-82.



Sahnûn.



el-Müdevvene



A b d ü s s e l â m b. Saîd et-Tenûhî, el-Müdeuuenetü'l-kübrâ, I-VI, Kahire 1324.



Sâı,



Tezkiretü'l-bünyân



Sâî M u s t a f a Çelebi, Tezkiretü'l-bünyân (haz. Sadık Erdem), İstanbul 1988.



Sâî, Tezkiretü'l-ebniye Sâî M u s t a f a Çelebi, Tezkiretü'l-ebniye, Mensur kısım, Bâb-ı Sânî, nr. 50 (nşr. Rıfkı M e l ü l Meriç, Mimar S i n a n Hayatı, Eseri / .M i m a r Sinan'm Hayatına, Eserlerine Dair Metinler), Ankara 1965.



Sâid el-Endelüsî, Tabakâtü 'l-ümem Ebü'I-Kâsım Sâid b. A h m e d el-Endelüsî, Tabakâtü'l-ümem, Kahire, ts. ( M a t b a a t ü M u h a m m e d M u h a m m e d Matar).



Sa'lebî,



'Arâ'isü'l-mecâlis



Ebü İshak A h m e d b. M u h a m m e d es-Sa'Iebî, cArâ 3 isü'i-mecâlis: Kısasü'l-enbiyâ', Kahire 1301.



Sarton,



Introduction



George Sarton, Introduction to the History of Science, I-III, London 1962; Mew York 1975.



Schimmel, Mystical Dimensions



of islam



A n n e m a r i e Schimmel, Mystical Dimensions of İslam, North Carolina 1975.



Schimmel, Tasavvufun



A n n e m a r i e Schimmel, Tasavvufun Boyutları (trc. E n d e r Gürol), İstanbul 1982.



Seâlibî,



Yettmetü'd-dehr



Ebû M a n s û r es-Seâlibî, Yetîmetü'd-dehr fî mehâsini ehli'l-'aşr (nşr. M ü f î d M u h a m m e d Kumeyha), 1-V, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



SEER The Slavonic and East European London 1922 -



Sehârenfüri,



Revieıv,



Bezlü'l-mechûd



Halîl A h m e d es-Sehârenfûrî, Bezlü'l-mechûd fî halli EbîDâuûd, I-XX, Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).



Iranica,



Sicili-i



Paris.



Sübkî, Tabakât (Tanâhî)



Osmânî



M e h m e d Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, I-IV, İstanbul 1308-15 — Heppenheim, Bergstrasse 1971.



Sehî, Tezkire



Silâhdar, Târih



Nusretnâme



Silâhdar Fındıklılı M e h m e d Ağa, Nusretnâme (haz. İsmet Parmaksızoğlu), I-III, istanbul 1966-69.



Silâhdar Fındıklılı M e h m e d Ağa, Târih (nşr. A h m e d Refik), l-II, İstanbul 1928.



Tezkire-i Sehî, istanbul 1325.



Selânikî, Târih Selânikî M u s t a f a Efendi, Târih, İstanbul 1281 — Freiburg 1970.



Solakzâde, Târih Solakzâde M e h m e d Hemdemî, Târih, İstanbul 1297.



Kitâbü'l-lstiksâ



Şehâbeddin A h m e d es-Selâvî, Kitâbü'l-İstlkşâ li-ahbâri'ddüueli'l-mağribi'l-akşâ (nşr. Ca'fer en-Nâsırî — M u h a m m e d en-Nâsırî), I-IX, Dârülbeyzâ 1954-56.



SR İstanbul 1911-25; 1948-65.



STAD Sanat Tarihi Araştırmaları İstanbul 1987 -



Steingass, Dictionary



Abdülkerîm b. M u h a m m e d es-Sem'ânî, el-Ensâb, I-Vl (nşr. A b d u r r a h m a n b. Yahyâ el-Yemânî), Haydarâbâd 1961-66; VII-VIII (nşr. M u h a m m e d Avvâme), D ı m a ş k 1 9 7 6 ; IX (nşr. M u h a m m e d Avvâme — Riyâzî Murâd), D ı m a ş k 1979; X (nşr. A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), D ı m a ş k 1979.



F. Steingass, Persian-English London 1892.



Senhûrî,



Mesâdirü'l-hak



A b d ü r r e z z â k A h m e d es-Senhûrî, Mesâdirü'l-hak fi'Tfıkhi'l-İslâm'ı, I-VI, Kahire 1954-60.



Serahsî, el-Mebsût S e m s ü l e i m m e es-Serahsî, el-Mebsüt l-XXX, Kahire 1324-31.



Mu'cem



Y û s u f Elyân Serkîs, Mucemul-matbû'âti'i'Arabiyye ve'l-mu'arrebe, I-II, Kahire 1928-30.



Serrâc, el-Lüma



c



Ebû Nasr es-Serrâc, el-Lüma' (nşr. A b d ü l h a l î m M a h m û d — Tâhâ A b d ü l k â d i r Server), Kahire 1960.



Sezgin, GAS Fuat Sezgin, Geschichte des Arabischen Schrifitums, I-IX, Leiden 1967-84.



er-Ravzü'l-ünüf



Süyütî, Buğyetü'l-uuât Celâleddin es-Süyûtî, Buğyetü'l-uuât fî tabakâti'l - luğauiyyîn ue'n-nuhât (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), I-II, Kahire 1 3 8 4 / 1 9 6 4 .



Sebîlürreşâd,



Sem'ânî, el-Ensâb



Vefâ'ü'l-uefâ'



Süheylî,



A b d u r r a h m a n b. Abdullah es-Süheylî, er-Ravzü'l-ünüf fî şerhi's-Sîreti'n-nebeuiyye li'bni Hişâm (nşr. A b d u r r a h m a n el-Vekîl), I-VII, Kahire 1387-90/1967-70.



M u h a m m e d b. Hüseyin es-Sülemî, Tabakâtü'ş-şûfiyye (nşr. N û r e d d i n Şerîbe), Kahire 1 3 8 9 / 1 9 6 9 .



Sırât-ı Müstakim, İstanbul 1906-11.



Selânikî M u s t a f a Efendi, Târih (nşr. M e h m e t İpşirli), l-II, istanbul 1989.



Selâvî,



Tâceddin A b d ü l v e h h â b b. Ali es-Sübkî, Tabakâtü'ş-Şâff iyyeti'l-kübrâ (nşr. M a h m û d M u h a m m e d et-Tanâhî — A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), I-X, Kahire 1383-96/1964-76.



Sülemî, Tabakât



SM



Selânikî, Târih (tpşirli)



Serkıs,



Boyutları



Tabakâtü'ş-Şâfi' iyyeti'l-kübrâ, I-VI, Kahire 1323-24 — Beyrut, ts. (Dârü'i-Ma'rife).



S/r.



Stvdia



Silâhdar,



Ali b. Abdullah es-Semhûdî, Vefâ 3ü'l-vefâ 3 bi-ahbâri dâri'l-Mustafâ, l-II, Kahire 1326.



Studia et Açta Orientalia, Bucarest 1958 —



Sübkî, Tabakât Tâceddin Abdülvehhâb b. Ali es-Sübkî,



M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sehâvî, el-i clân bi't-teubîh li-men zemme't-târîh (nşr. Fr. Rosenthal), Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).



Semhûdî, SAO



bi't-tevbîh



SF Servet-i Fünûn, istanbul 1891-1928; 1929-43 (yeni harf).



Dergisi,



Dictionary,



SU



Süyütî, Hüsnü 'l - muhâdara Celâleddin es-Süyûtî, Hüsnü'imuhâdara fî (ahbârı) Mışr ve'l-Kâhire (nşr. M u h a m m e d Ebü'l-Fazl), l-II, Kahire 1 3 8 7 / 1 9 6 7 .



Studia islamica, Paris 1953 -



Süyütî, el-ltkân (Beyrut)



Storey, Persian



Celâleddin es-Süyûtî. el-itkân fî culûmi'l-Kur'ân, I-II, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .



Literatüre



C. A. Storey, Persian Literatüre: A Bio -Bibliographical Suruey, I-II, London 1927, 1970; III (1984-90); IV (1939); V (nşr. François d e Blois), London 1992-94.



Celâleddin es-Süyûtî, el-ltkân f î c ulûmi'l-Kur 3ân (nşr. Mustafa D î b el-Bugâ), l-II, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .



Süyütî, el-Müzhir



STY İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Yıllığı, istanbul 1964 —



Subhî, Târih Subhî Mehmed, Târih, istanbul 1198.



Sülî,



Süyütî, el-ltkân (Bugâ)



Edebü'l-küttâb



E b û Bekir M u h a m m e d b. Yahyâ es-Sûlî.



Celâleddin es-Süyûtî, ç el-Müzhir fî ulûmi'l-luğa ue enuâ cihâ (nşr. M u h a m m e d A h m e d Câdelmevlâ v.dğr.), I-II, Kahire, ts. (Dâru İhyâi'l-kütübi'l-Arabiyye).



Süyütî, Tabakâtü 'l-huffâz (Ömer) Celâleddin es-Süyûtî, Tabakâtü'l-huffâz (nşr. Âli M u h a m m e d Ömer), Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .



Edebü'l-küttâb (nşr. M u h a m m e d Behçet el-Eserî), Kahire 1341 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).



Süyütî, Târîhu' l-hulefâ'



S üter. Die



(nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , Kahire 1371 / 1 9 5 2 , 1389 / 1 9 6 9 .



Mathematiker



Heinrich Suter. Die Mathematiker und Astronomen der Araber und Ihre Werke, Leipzig 1900; Mew York 1972.



Sezgin, GAS (Ar.)



Suyolcuzâde, Deuhatü'l-küttâb



Fuat Sezgin, Târîhu't-türâşi'l- ''Arabi (ter. M a h m û d Fehmî Hicâzî v.dğr.), I-VIII, Riyad 1402-1408/1982-88.



Suyolcuzâde M e h m e d Necîb, Devhatü'l-küttâb (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1942.



Celâleddin es-Süyûtî. Târîhu'l-hulefâ*



Şafiî, er-Risâle M u h a m m e d b. İdrıs eş-Şâfiî, er-Risâle (nşr. A h m e d M u h a m m e d Şâkir), Kahire 1 3 5 9 / 1 9 4 0 .



Şafiî, el-Üm M u h a m m e d b. İdrîs eş-Şâfiî, el-Üm, I-VII, Bulak 1321-26.



Muğni'l-muhtâc



Şânîzâde, Târih



Şirbînî,



Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi, Târih, I-IV, İstanbul 1291.



Şemseddin M u h a m m e d b. A h m e d eş-Şirbînî, Muğni'l-muhtâc ilâ ma'rifeti me c â n î elfâzi'l-Minhâc, I-IV, Kahire İ 9 5 8 — Dımaşk, ts. (Dârü'l-Fikr).



Şa'rânî, et-Tabakât A b d ü l v e h h â b b. A h m e d eş-Şa'rânt, et-Tabakâtü'l-kübrâ, I-İI,' Kahire 1 3 7 3 / 1 9 5 4 .



Şâtıbî, el-l'tişâm İbrâhim b. M û s â eş-Şâtıbî, el-İ'tişâm (nşr. M. R e ş î d Rızâ), Kahire 1332 — Kahire, ts. (el-Mektebetû't-Ticâriyyetü'l-kûbrâ).



Şâtıbî, el-Muvâfakât İbrâhim b. M û s â eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât fî usûli'ş-şerî ca, I-IV, Kahire, ts. (el-Mektebetü'tTicâriyyetü'l-kübrâ).



Şehristânî, el-Milel (Kîlânî) M u h a m m e d b. A b d ü l k e r î m eş-Şehristânî, eiMilel ve'n-nihal (nşr. M . Seyyid Kîlânî), MI, Kahire 1 3 8 1 / 1 9 6 1 .



Şem'dânîzâde, Müri't-tevârîh Ş e m ' d â n î z â d e Fındıklılı Süleyman, Müri't-teuârîh, İstanbul 1338.



Şem'dânîzâde, Müri't-teüârîh (Aktepe) Şem'dânî-Zâde Fındıklık S ü l e y m a n Efendi Tarihi: Müri't-teuârîh (nşr. M ü n i r Aktepe), I-III, İstanbul 1976-81.



Şevkânî, el-Bedrü't-tâlı M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, el-Bedrü't-tâli', I-II, Kahire 1348.



Şevkânî, Derrü's-seha.be M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Derrü's-sehâbe ft menâkıbi'l-karâbe ve'ş-şalyâbe (nşr. H ü s e y i n b . A b d u l l a h el-Ömerî), Dımaşk 1404/1984.



Şevkânî. Fethu'l-kadîr M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Fethu'l-kadîr: el-eâmi' beyne fenneyi'r-rivâye ue'd-dirâye min 'ilmi't-tefsîr, I-V, Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 4 .



Şevkânî, Neylü'l-evtâr M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Neylü'l-eutâr şerhu Münteka'l-ahbâr min ehâdîşi seyyidi'l-ahyâr, I-VIII, Kahire 1 3 9 1 / 1 9 7 1 .



Şevkî Dayf, Târihu'l-edeb Târîhu'l-edebi'l-'Arabî, I-VI, Kahire, ts. (Dârü'l-Maârif).



Şeyhî,



Vekâyiu'l-fuzalâ



Şeyhî M e h m e d Efendi, Vekâyiu'l-fuzalâ (nşr. A b d ü l k â d i r Özcan), IIIIV, İstanbul 1989.



Şîrâzî, el-Mühezzeb E b û İshak İbrâhim eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb fî fıkhi'l-İmâm eş-Şâfi'l I-Iİ, Kahire 1 3 7 9 / 1 9 5 9 - 6 0 .



Şîrâzî, Tabakâtü 'l-fukahâ' E b û İshak İ b r â h i m eş-Şîrâzî, Tabakâtü'1-fukahâ' (nşr. i h s a n A b k a s ) , Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .



Taşköprizâde, eş-Şeka'ik



TFA



Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi, eş-Şekâ 3 'ıkıl'n-nu'mâniye fî'ulemâ 3 i'd-deuleti'l-'Osmaniye (nşr. A h m e d S u b h i Furat), istanbul 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



Türk Folklor Araştırmaları, istanbul 1949-79.



TCTA TA Türk Ansiklopedisi, I-XXXIII, Ankara 1943-86.



Taberî,



Câmi'u'l-beyân



Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi (haz. iletişim Yayınları), I-VI, istanbul 1985.



istanbul Kütüphaneleri TarihCoğrafya Yazmaları Katalogları i: Türkçe Tarih Yazmaları, I. fas. sy. 1-10, İstanbul 1943-51.



Taberî, Câmi'u'l-beyân



TD (Bulak)



Taberî, Câmi'u'l-beyân



(Şâkir)



M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Câmi'u'l-beyân 'an te'uîli âyi'l-Kur'ân (nşr. M a h m û d M u h a m m e d Şâkir — A h m e d M u h a m m e d Şâkir), I — Kahire 1955-60.



Taberî, Târih (de Goeje) M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Târîhu'r-rusül ve'l-mülük (nşr.'M. J. d e Goeje), I-III, Leiden 1879-1901.



Taberî, Târih (Ebü'1-Fazl) M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Târthu'r-rusül ue'l-mülük (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), l-XI, Kahire 1960-70 — Beyrut, ts. (Dâru Sûveydân).



Tâcü'l-'arûs



TAD Ankara üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara 1 9 6 3 -



Tanışık, istanbul



Çeşmeleri



İbrahim Hilmi Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I-II, istanbul 1943-45.



et-Ta'rifât Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Kitâbü't-Ta'rîfât, istanbul 1327; Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



Taşköprizâde, Mevzûâtü 'l-ulûm Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi, Meuzûâtü'l-ulûm fMlftâhu's-sa'âde] (trc. K e m â l e d d i n M e h m e d Efendi), I-II, istanbul 1313.



Taşköprizâde, Miftâhu's-sa'âde Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi, Miftâhu's-sa 'âde ve mişbâhu's-slyâde (nşr. A b d ü l v e h h â b E b ü ' n - N û r — Kâmil Kâmil Bekrî), I-III, Kahire 1968.



Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1975 -



THİTM Türk Hukuk ve iktisat Tarihi Mecmuası, istanbul 1931-39.



Türâsü'l-irısâniyye, Kahire 1971.



MX,



TK Türk Kültürü,



Ankara 1962 -



TK, TD



istanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İstanbul 1949 -



Dergisi,



Tapu-Kadastro Genel M ü d ü r l ü ğ ü Kuyûd-ı Kadîme Arşivi, Tahrir Defterleri, Ankara.



TDA



TKA



Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 1979 -



Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara 1964 -



TDAY Belleten



TM



Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1953 -



istanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Mecmuası, İstanbul 1925 -



TDEA Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1976 -



TMD Türk Musikisi Dergisi, İstanbul 1947-52.



TDEAD



TOEM



Ege üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ue Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, İzmir 1982 -



Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası, İstanbul 1910-23.



İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı İstanbul 1946 -



Tomar - Halvetiyye M. Sâdık Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyye'den Halvetiyye Silsilenâmesi, istanbul 1338-41.



TDED Dergisi,



TDl. M u h a m m e d Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcü'l-'arûs min ceuâhiri'lKâmüs-Şerhu'l-Kâmûs, I-X, Kahire 1306-1307.



TFAY Belleten



Tl



TCYK



M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, c Câmi'ü'l-beyân an te'uıli âyi'l-Kur 3 ân, I-XXX,' Kahire 1321.



M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Câmi'ü'l-beyân 'an te'uîli âyi'l-Kur 1ân, I-XXX,' Bulak 1323-29 — Beyrut 1406-1407/1986-87.



I-XIX,



Türk Dili, Ankara 1951 —



Tebrîzî, Reyhânetü 'l - edeb M u h a m m e d Alî-yi Müderris-i Tebrîzî, Reyhânetü'l-edeb, I-IV, Tahran 1328-33 hş.



Tomar- Kâdiriyye M. Sâdık Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyye'den Kâdiriyye Silsilenâmesi, istanbul 1338-40.



Tomar-Melâmilik M. Sâdık Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyye: istanbul 1338-40.



Tecrid Tercemesi



7T



A h m e d ez-Zebîdî, Sahîh-i BuhârîMuhtasarı Tecrîd-i Sarth Tercemesi ve Şerhi, I-III (trc. A h m e d N a i m ) ; IV-XII (trc. Kâmil Miras), Ankara 1970.



Tarih ue Toplum, istanbul 1984 —



TTEM Türk Tarih Encümeni İstanbul 1924-32.



TED



TTK Belgeler



istanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1970 -



Türk Tarih Kurumu Ankara 1964 -



Tehânevı, Keşşaf



Türk Tarih Kurumu Ankara 1937 -



M u h a m m e d Ali b. Ali et-Tehânevî, Keşşâfü ıstılâhâti'Tfünûn, I-II, Kalküta 1862 '— istanbul 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .



Tehztbü'l-luğa E b û M a n s û r el-Ezherî, Tehzîbü'l-luğa (nşr. A b d ü s s e l â m M. H â r û n — M u h a m m e d Aii en-Neccâr), I-XV, Kahire 1384-87/1964-67.



Melâmîlik,



Mecmuası,



Belgeler,



TTK Belleten Belleten,



TTK Bildiriler Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara.



TTOK Belleteni Turing (Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu) Belleteni, istanbul 1930 -



TUBA Temımî, et- Tabakâtü 's - seniyye Takiyyüddln b. A b d ü l k â d i r et-Temîmî, et-Tabakâtü's-seniyye fî terâcimi'l-Hanefiyye (nşr. A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), I-IIIRiyad 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



Türklük Bilgisi Araştırmaları / Journal of Turkish Studies, Harvard, Massachussets 1977 —



Türk Lügati Hüseyin Kâzım Kadri, Türk I-II, istanbul 1927-28; III-IV, istanbul 1944-45.



Lügati,



Türkiye Maarif Tarihi



Vâsıf, Târih



Yâküt, Mu'cemü'l-büldân



Osman [Nuri] Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, I-V, İstanbul 1939-43, 1977.



A h m e d Vâsıf Efendi, Târih, I-II, İstanbul 1219.



Y â k ü t b. Abdullah el-Hamevî, Mu'cemü'l-büldânlnşr. Ferîd Abdülazîz el-Cündî), I-VII, Beyrut 1 4 1 0 / 1 9 9 0 .



Vâsıf. Târih (İlgürel)



TÜYATOK Türkiye Yazmaları Ankara 1979 —



Toplu



Kataloğu,



A h m e d Vâsıf Efendi. Mehâsinü'l-âsâr ve hakaiku'l-ahbâr (nşr. M ü c t e b a İlgürel), İstanbul 1978.



TV VD



Tarih Vesikaları, İstanbul 1941-61.



Vakıflar Dergisi, istanbul/Ankara 1938 -



TYDK İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma D i u a n l a r Katalogu, 1-IV, İstanbul 1947-76.



Vezzân ez-Zeyyâtı. Vaşfü İfrîkıyye



(JDMİ



Hasan b. M u h a m m e d el-Vezzân ez-Zeyyâtî, Vaşfü (trc. M u h a m m e d Huccî — M u h a m m e d el-Ahdar), I-II, Beyrut - Rabat 1983.



Urdu Dâ'ire-i Ma'ârif-l Pencap 1964 —



islâmiyye,



Mu'cemü'l-üdebâ'



Y â k ü t b. Abdullah el-Hamevî, Mu'cemü'l-üdebâ': irşâdü'i-erîb (nşr. A h m e d Ferîd Rifâî), I-XX Kahire 1355-57/1936-38 — Beyrut, ts. (Dâru ihyâi't-türâsii-Arabî).



Y â k ü t b. Abdullah el-Hamevî, Kitâbü'l-Müşterik vaz'an ue'l-müfterik sak'an (nşr. F. Wüstenfeld), Oöttingen 1846 — Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .



ifrîkıyye



İ. Aydın Yüksel, Osmanlı Mi'mârisinde II. Bâyezid-Yauuz Selim (886-926/1481-1520), İstanbul 1983.



Deuri



v. Soden, AHW



M u h a m m e d b. A m r b. Mûsâ, Kitâbü d-Du'afâ 3 i'l-kebîr (nşr. A b d ü l m u ' t î E m i n Kal'acı), I-IV, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .



Wolfram von Soden, Akkadisches Handıvörterbuch, 1-111, Wiesbaden 1965-81.



Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi)



Ullmann. Die Medizin



Webster's Third



Manfred Ullmann, Die Medizin im islam, Leiden 1970.



Webster's Third h'eıu International Dictionary of the English Language Unabridged, Springfield-Massachusetts 1981.



Derıvisch-Konuente und ihre Scheiche: Mecmua-i Tekâyâ (nşr. M. Serhan Tayşi — K. Kreiser), Freiburg 1980.



VVensinck. el-Mu'cem



Zambaur, Manuel



Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri



A. J. VVensinck v.dğr., el-Mu'cemü'l-müfehres li-elfâzi'ihadîsi'n-nebevt, I-VII, Leiden 1936-69, VIII: fehâris (haz. W. Raven — 1. (. VVİtkam), Leiden 1988.



E. d e Zambaur, Manuel de geneologie et de chronologie pour i'Histoire de l'lslam, Hannover 1927.



İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ue Akkoyunlu, Karakoyunlu Deuletleri, Ankara 1937, 1969.



Die Welt des Orients, Oöttingen 1949 -



Manfred Ullmann, Die riatur und Gehelmwissenschaften im İslam, Leiden 1972.



Uzunçarşılı, ilmiye Teşkilâtı İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Deuieti'nin ilmiye Teşkilâtı, Ankara 1965.



İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapukulu Ocakları, I-II, Ankara 1943.



Uzunçarşılı, Medhal İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Ankara 1941.



Medhal,



Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye



M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf'an hakâ 3 iki ğauâmizi't-tenzîl ue 'uyüni'l-ekâuîl fî vücühi't-te' vîl, I-IV, Kahire 1 3 8 7 / 1 9 6 8 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).



Zerkâ,



el-Fıkhü'l-Islâmî



Zebîdî, Ithâfü's-sâde



Zerkeşî, el-Burhân



Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, Wien 1887 —



M u h a m m e d Murtazâ ez-Zebîdî, ithâfü's-sâdeti'imuttekin bi-şerhi esrârı ihyâ'i culümi'd-dîn, I-X, Kahire 1311.



Bedreddin M u h a m m e d b. Abdullah ez-Zerkeşî, el-Burhân fî'ulûmi'l-Kur' ân (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), l-IV, Kahire 1376-77/1957-58.



Mir'âtü'l-cenân



Abdullah b. Es'ad el-Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân ve 'ibretü'l-yakzân fî ma'rifeti mâ yu'teberu min havâdisi'z-zamân, I-IV, Haydarâbâd 1334-39, 1 3 9 0 / 1 9 7 0 .



Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân



Abdullah b. Es'ad el-Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân ve 'ibretü'l-yakzân fî ma'rifeti havâdisi'z-zamân (nşr. A b d u l l a h M u h a m m e d el-Cubûrî), I - , Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 .



Ya'kübî,



İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I-IV, Ankara 1947-59.



A h m e d b. İshak b. Ca'fer, Kitâbü'l-Büldân (nşr. M. (.de Goeje), Leiden 1892.



Yahyâ b. Maîn, et-Târîh (nşr. A h m e d M u h a m m e d Nur Seyf), I-IV, Mekke 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .



Kitâbü'l-Büldân



Ya'kübî, Târih A h m e d b. ishak b. Ca'fer, Târîlju'l-Ya'kübî (nşr. M. Th. Houtsma), l-II, Leiden 1883 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



Vâkıdî. el-Meğâzî Yâküt,



Zehebî. A'



lâmü'n-nübelâ'



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Siyeru a 'lâmi'n-nübelâ' (nşr. Şuayb el-Arnaût v.dğr.), I-XXIII, Beyrut 1401-1405/1981-85.



Zehebî, el-'lber (Cubürî)



Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi



M u h a m m e d b. Ö m e r el-Vâkıdî, Kitâbü'l-Meğâzî{nşr. M. Jones), I-III, London 1965-66.



ZDMG



Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire)



WZKM



Yahyâ b. Maîn, et-Târîh



İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilâtı, Ankara 1945.



Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbuler



M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf'an hakâ'ikı ğavâmizi't-tenzîl ue 'uyüni'l-ekâuîl fî vücühi't-te'uîl, I-IV, Beyrut 1 3 6 6 / 1 9 4 7 (Zeylinde: 1- A h m e d M ü n î r el-İskenderî, el-İnşâf, 2- ibn Hacer, el-Kâfi'ş-şâf 3- M u h a m m e d el-Metzükî, Haşiye, 4- M u h a m m e d el-Merzüki, Müşâhidü'l-İnşâf).



Zeitschrift der Deutschen Morgenlândischen Gesellschaft, Leipzig/Wiesbaden 1846 —



WO



ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ue Bahriye Teşkilâtı, Ankara 1948.



Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı



M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf 'an hakâ'ikı ğavâmlzi't-tenzîl ve uyüni'l-ekâuîl fî vücühl't-te'uîl, I-II, Bulak 1281.



Mustafa A h m e d ez-Zerkâ, eiFıkhü'l-islâmî fî sevbihi'l-cedîd (el-Medhalü'Tfıkhiyyü'l-'âm), I-III, D ı m a ş k 1958, 1967-68.



Yâfiî,



Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları



M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Fâ'ik fîğarîbi'l-hadîs (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî — M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), I-IV, Kahire 1971.



Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut) Yüksel, Osmanlı Mimarîsi V



llkaylî, ed-Du cafâ'



Ullmann. Die Natur und Geheimwissenschaften



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, l-IV, Haydarâbâd 1375-77 /1955-58.



Zemahşerî, el-Keşşâf



VekT, Ahbârü'l-kudât M u h a m m e d b. Halef el-Vekî', Ahbârü'l-kudât, I-III, Beyrut, ts. (Âİemü'l-kütüb).



Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz



Zemahşerî, el-Fâ'ik Yâküt,



Yâküt, el-Müşterik



TY Türk Yurdu, istanbul 1 9 1 1 —



(Cündî)



Mu'cemü'l-büldân



Y â k ü t b. Abdullah el-Hamevî, Mu'cemü'l-büldân, I-V, Beyrut 1957.



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, el-'iber fî haberi men ğaber (nşr. E b û Hâcer M u h a m m e d Saîd), I-V, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



Zehebî,



Ma'rifetü'l-kurrâ'



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Ma'rifetü'l-kurrâ'i'l-kibâr 'ale't-tabakât ue'l-âşâr (nşr. Beşşâr Avvâd Ma'rûf v.dğr.), I-II, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .



Zehebî,



Mîzânü'l-i'tidâl



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Mîzânul-i'tidâi fî nakdi'r-ricâl (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî), l-IV, Kahire 1 3 8 2 / 1 9 6 3 .



Zehebî, Târîhu 'l-İslâm: — — M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Târîhu'iislâm: es-Sîretü'n-nebeuiyye; a.e.: el-Meğâzî; a.e.: 'Ahdü'l-hulefâ' i'r-râşidîn; a.e.: sene... (nşr. Ö m e r A b d ü s s e l â m T e d m û r î — Beşşâr Avvâd Ma'rûf v.dğr.), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 - .



Ziriklî, el-A'lâm Hayreddin ez-Ziriklî, el-A'lâm: Kâmüsü terâcim, I-X, Kahire 1373-78 /1954-59.



Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah) Hayreddin ez-Ziriklî, el-A'lâm: Kâmüsü terâcim (nşr. Züheyr Fethullah), I-VIII, Beyrut 1984.



Zübeyd Ahmed, el-Âdâbü 'l - 'Arabiyye Zübeyd A h m e d , el-Âdâbü'l-'Arabiyye fî şibhi'Tkârreti'l-Hindiyye (trc. A b d ü l m a k s û d M u h a m m e d Şalkâmî), l-II Ibaskı yeri ve yılı yok],



Zübeyrî, Nesebü Kureyş Mus'ab b. A b d u l l a h ez-Zübeyrî, Nesebü Kureyş (nşr. E. Levi-Provençal), Kahire 1953, 1961, 1982.



Zühaylî, el-Fıkhü'l-lslâmı Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî ve edilletüh, I-VIII, Dımaşk 1404/1984, 1405/1985.



EYÜP



z â t ı veya b a ş k a s ı t a r a f ı n d a n



EYS (ü-Vl )



ler, K u r u k a v a k derelerinin birleşmesiyle o l u ş u p Eyüp Camii y a n ı n d a n geçerek is-



Öyle anlaşılıyor



ki



İsmâilî



kelenin iki t a r a f ı n d a n , diğeri ise Eyüp-



müellifler



s u l t a n İskelesi ile Bahariye a r a s ı n d a Şah



vücûd



S u l t a n Tekkesi civarından Haliç'e dökü-



yerine eys t e r i m i n i tercih e t m i ş l e r ve b u



len iki b ü y ü k d e r e y o ğ u n i s k â n dolayı-



eleştirilere h e d e f o l m a m a k için J



d u ğ u bilinen ve biri İsiâmbey, Düğmeci-



lebilecek b u gibi ihtimallerin t a n r ı kavramıyla b a ğ d a ş m a s ı i m k â n s ı z d ı r .



B a z ı ilk devir İslâm filozofları ve kelâmcıları tarafından varlık veya var olan nesneler için kullanılan terim. L



meydana



getirilmesi g e r e k e c e k t i ; oysa hatıra ge-



t e r i m aracılığıyla Allah'ın varlıkla nitele-



sıyla b u g ü n o r t a d a n k a l k m ı ş t ı r .



n e m e y e c e ğ i n i ileri s ü r m ü ş l e r d i r . A n c a k



t e n sonraki yerleşmelerle sur dışında te-



Arap



b u görüş, sonuçta Allah'ın gerçek bir var-



ş e k k ü l e t m i ş ilk k a s a b a o l a n Eyüp, b u



dilinde ç o k a z bir k u l l a n ı m alanı bulu-



lık değil s a d e c e z i h n î bir k a v r a m oldu-



iskânı y ö n l e n d i r e n E y ü p S u l t a n Külliye-



n a n ve ilk d e f a filozof K i n d i ' n i n felse-



ğ u d ü ş ü n c e s i n e g ö t ü r e c e ğ i n d e n sakın-



si'nin inşasıyla birlikte Osmanlı h â n e d a n ı



f î risalelerinde g ö r ü l e n eys t e r i m i Al-



calıdır. Zira i n s a n z i h n i n d e h e r h a n g i bir



ve h a l k a r a s ı n d a h a l e n d e v a m e d e n bü-



lah'ın varlığı, sıfatları ve â l e m i n yaratıl-



iz b ı r a k m a y a n aşırı t e n z i h fikri Allah'a



y ü k bir dinî- m â n e v î ö n e m k a z a n m ı ş t ı r .



" Y o k l u k " ve "yok olan şey" anlamındaki



leys



mışlığı



konusu



karşıtıdır.



kullanıl-



i n a n ı p b a ğ l a n m a y ı güçleştirdiği gibi âtıl



mıştır. Kindî'ye g ö r e Allah, " g e ç m i ş t e ve



ve p a s i f bir t a n r ı anlayışına d a yol aç-



şında bulunan



gelecekte ü z e r i n d e n asla y o k l u k geçme-



m a k t a d ı r . Ayrıca b ü t ü n varlıkları cevher



g e s i n d e ö n e m s i z bir y e r l e ş m e m e r k e z i



CufcVj t-J j 5 - r 1 ). "mevcudi-



ve a r a z k a t e g o r i s i içinde d ü ş ü n m e k ve



d u r u m u n d a y d ı . Bazı kaynaklarda, Ayvan-



yen" ( w



söz



kelimesinin



edilirken



Fetih-



yetini d a i m a s ü r d ü r e n " ( Q



Tarih. Bizans d ö n e m i n d e Eyüp, sur dın e k r o p o l (mezarlık) böl-



JJ^VJ J ^ ^ )



h e r var olanı b u çerçevede değerlendir-



saray'dan Eyüp'e kadar uzanan



gerçek varlıktır. Varlığının sebebi bulun-



m e k m a n t ı k a ç ı s ı n d a n isabetli değildir.



t a m a m ı n a b u ç a ğ d a K o s m i d i o n denildi-



alanın



m a y a n Allah b ü t ü n varlıkları (evsât) yok-



Kelâm ve İslâm felsefesinde v ü c û d , mev-



ği k a y d e d i l m e k t e y s e d e b u g ü n



t a n (leys) y a r a t a n ilk s e b e p ve g e r ç e k



cûd, a d e m ve m a ' d û m kavramlarının kul-



dion'un Eyüp'ün güneyinde küçük



faildir (müeyyis). Ç ü n k ü y o k olan bir şey



lanılmaya başlandığı IV. (X.) yüzyıldan iti-



manastırlar semti olduğu bilinmektedir.



kendi kendini var edemez, var o l m a k için



b a r e n eys ile leys veya "lâ eys" t e r i m l e r i



Burası ile Blakhernai Sarayı arasında ba-



m u t l a k a bir s e b e b e m u h t a ç t ı r . Bu se-



çok a z kullanılmıştır.



zı ö n e m l i binalarla, İ s t a n b u l



b e p d e d a i m a var olan ve b a ş k a hiçbir sebebe ihtiyacı b u l u n m a y a n Allah'tır (Re-



sâ'il,



s. 58-60). İbn Sînâ genellikle varlı-



ğı v ü c û d , y o k l u ğ u d a a d e m kelimeleriyle k a r ş ı l a m a k l a birlikte b a z a n varlık yerine eys, a d e m yerine d e leys terimlerini k u l l a n m ı ş t ı r . N i t e k i m ilim s ı f a t ı n d a n söz e d e r k e n Allah'ın bir şeyi varlık alanına ç ı k m a d a n ö n c e yok (ieys), m e y d a n a g e l d i k t e n s o n r a var (eys) o l a r a k bildiğini belirtir (el-lşârât, III, 292).



Lisânul-'Arab, "eys", "lys" md.leri; Cemîl Salîbâ, el-Mucemü'l-felsefî, Beyrut 1982, I, 183-184; Kindî, Resâ'll, s. 53, 58-60; Hârizmî, Mefâtthu'l-'ulûm, Kahire 1342, s. 17, 18; İbn Sînâ, el-lşârât (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1985, III, 292; Hamîdüddin el-Kirmânî, er-Risâletü'l-meusûme bi'l-mudıyye fi'l-emr ve'lâmir ue'l-me'mûr (Mecmû'atü resâ'il içinde, nşr. Mustafa Gâlib), Beyrut 1403/1983, s. 4952; Abdurrahman Bedevî, Mezâhibul-İslâmiyyîn, Beyrut 1973, II, 220-224. S



Y U S U F ŞEVKI Y A V U Z



s. 17) b u kul-



F



EYTÂH et-TÜRKÎ



~



l a n ı m p e k yaygınlık k a z a n m ı ş değildir.



(bk. INÂK et-TÜRKÎ).



J



F



din el-Kirmânî, s. 49-52). İlk İslâm filozof u olan Kindî'nin eysi h e m Allah h e m d e yaratıklar h a k k ı n d a kullanmasına karşılık İsmâiliyye k e l â m c ı l a r ı n d a n E b û



Ya'küb



lah'a



atfedilemeyeceğini



^



n



EYÜP



ileri



sürerler.



Ç ü n k ü Allah'ı varlıkla n i t e l e m e k



O'nun



p o r t a (Tahtakapi; Pîrî Reis'in haritası ile Evliya Çelebi 'nin seyahatnamesinde Eyyûb-i Ensârî Kapısı) b u l u n u y o r d u . Kosm i d i o n s e m t i H a g i o s P a n t e l e i m o n , Hagios M a m a s , H a g i o s Theodoros, H a g i o s Thalaelos ve H a g i o s K o s m a s - D a m i a n o s kilise ve m a n a s t ı r l a r ı n ı n yer aldığı din î bir m e r k e z d i . IV. M i k h a i l z a m a n ı n d a (1034-1041) y a p ı l m ı ş ve yoksulları ücretm ı ş olan b u s o n kilise ve m a n a s t ı r Had u . Y a n ı n d a bir h a m a m l a bir d e ç e ş m e hı olan b u külliye, G o d e f r o i d e lon'un Haçlı orduları



Haliç'in son k ı s m ı n d a , surların h e m e n dışında yer a l a n ilçe merkezi ve İstanbul'un en eski semtlerinden biri.



n ü ş m ü ş t ü ; b u g ü n ise izi k a l m a m ı ş t ı r . E y ü p son k u ş a t m a sırasında O s m a n l ı ordularının



K u z e y d o ğ u d a n Sarıyer, d o ğ u d a n



Bouil-



Konstantinopolis'i



k u ş a t t ı ğ ı n d a (1096) t a m bir kaleye dö-



el-Kirmânî



varlık k a v r a m ı n ı n , dolayısıyla eysin Al-



hernai Sarayı'na en yakın kapı olan Xylo-



b u l u n a n ve s e m t i n e n ö n e m l i ziyaretgâ-



bazı İsmâiliyye kelâmcılarının eserlerin-



es-Sicistân! ve H a m î d ü d d i n



ça r a s t l a n a n ve Haliç sahilindeki Blak-



liç'e b a k a n t e p e n i n ü z e r i n d e yükseliyor-



Tesbit edilebildiği kadarıyla eys sadece d e g ö r ü l m e k t e d i r (meselâ bk. Hamîdüd-



kuşatma-



siz tedavi eden Anargyroi azizlerine adan-



rimini eserlerinde kullandıklarını söylüyorsa d a (Mefâtthu'l-'ulûm,



bir



s ı n d a n b a h s e d e n k a y n a k l a r d a a d ı n a sık-



BİBLİYOGRAFYA:



H â r i z m î , İslâm kelâmcılarının eys te-



Kosmi-



Kâ-



karargâh



kurduğu



a r a s ı n d a idi; Haliç'teki filo d a



yerler buranın



ğ ı t h a n e ve Şişli, güneyden Fatih, Bayram-



kıyılarında surlara y ö n e l i k faaliyet gös-



p a ş a , Esenler, b a t ı d a n



t e r m i ş t i . Ayrıca II. M e h m e d şehrin f e t h i



Gaziosmanpaşa,



varlığa y a n i bir b a k ı m a b a ş k a s ı n a m u h -



k u z e y b a t ı d a n Çatalca ilçeleri ve kuzey-



sırasında K o s m i d i o n ' d a i k a m e t



t a ç olmasını gerektirir, h a l b u k i Allah hiç-



d e n d e K a r a d e n i z ile çevrilidir. İlçe top-



d u . B i z a n s b a ş k e n t i n i n O s m a n l ı l a r tara-



bir şeye m u h t a ç değildir. E ğ e r Allah var-



rakları



fından fethinden



lık sıfatıyla nitelenebilseydi cevher veya



d o ğ r u hafif dalgalı düzlükler halinde uza-



P e y g a m b e r i n s a n c a k t a r ı E b û Eyyûb el-



araz t ü r ü n d e n bir varlık olacak, ayrıca ya



nır. XIX. yüzyıl b a ş l a r ı n d a b u r a d a bulun-



Ensârî'den alan bu semt, b ü t ü n



Haliç



kıyılarından



kuzeybatıya



ediyor-



s o n r a yeni adını



Hz.



İslâm



1



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EYÜP âlemi için önemli bir nekropoi olarak



rîh-i Ebul-Feth,



s. 75). Zamanla Eyüp bir



de bu düzenlemeler dolayısıyla tahriba-



gelişme gösterdi. EmevTler'in 669 yılın-



kadılık haline getirildi ve bağlı köyler



ta uğradı. 1990 sayımına göre Eyüp ilçesinin 211.986 olan nüfusunun 200.045'i



daki Konstantinopolis kuşatmasına ka-



padişah haslarına dahil edildi. "Haslar



tılan ve bu sırada hastalanarak vefat



kadılığı" veya 1583'ten sonra "havâss-ı



İstanbul Büyükşehir Belediyesi sınırları



eden Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin, vasiyeti



refîa" olarak bilinen Eyüp kadılığı mev-



içinde, geri kalan kısmı ise (11.941 nü-



ulaşabildiği



leviyet derecesindeki büyük kadılıklar-



fus) Kemerburgaz bucağına bağlı sekiz



en ileri noktada defnedildiği ve sahâ-



dan biri durumundaydı ve Çatalca, Bü-



köyde yaşıyordu.



bîlerden birkaçının mezarının da yine o



yük-Küçük Çekmece ile Silivri'yi içine alı-



Ekonomik ve Sosyal Yapı. İstanbul'un



civarda olduğu kabul ediliyordu. Emevî



yordu. Evliya Çelebi'ye göre XVII. yüzyıl-



fethinin ardından bir kasaba olarak ge-



uyarınca İslâm ordusunun



ordusu çekildikten sonra



Bizanslılar'ın



kabrin korunmasına özen gösterdikleri,



da buraya yirmi altı nahiye, 700 köy bağ-



lişen Eyüp'te, Ekrem Hakkı Ayverdi'nin



lıydı; ancak bu rakamların



doğruluğu



XV. yüzyıl vakfiyelerine dayanarak yap-



üzerine dört sütunla taşınan bir kubbe



şüphelidir. Haslar kadılığı köyleri II. Ba-



tığı tesbitlere göre ilk iskân sahaları, Ay-



yaptıkları ve geceleri burada kandil yak-



yezid döneminde Beyazıt Camii evkafı-



vansaray Kapısı'ndan başlayarak Haliç



tıkları da rivayet edilmekteydi. Yine ri-



na dahil edilmişti. XVI. yüzyılın başların-



sahili boyunca sıralanan Abdülvedûd, Câ-



vayetlere göre bu türbe kısa sürede kıt-



da Boğaz'dan Bakırköy sahillerine, Çatal-



mi-i Kebîr ve Ülice (sonradan Evlice) Ba-



lık ve darlık zamanlarında m e d e t umu-



ca'ya ve Beyoğlu kesimine uzanan ka-



ba mahalleleri idi. Bunların



lan bir ziyaretgâh haline gelmişti ve ha-



zada 163 köy vardı (Barkan, s. 600-607).



Kasım Çavuş, Sofular, Ortakçıbaşı ve Fet-



arkasında



len t ü r b e d e bulunan kuyu ile bağlantılı



XVIII. yüzyılda buranın sınırları Midye ve



hi Çelebi mahalleleri uzanıyor, daha içe-



olduğu sanılan bir pınarın hastalan iyi-



Burgaz'ı içine alacak ölçüde genişletil-



ride de Sofular'ın doğusunda



leştirdiğine inanılıyordu. Bu civarda yer



mişti. Bu yüzyılın ilk çeyreğinde Eyüp



Bey mahallesi yer alıyordu. XVII. yüzyıl-



aldığı bilinen Hagios Kosmas-Damianos



ve Haliç en parlak devrini yaşadı; ayrıca



da Eyüp İstanbul ile birleşmiş durum-



Külliyesi'nin de şifa verici azizlere adan-



sanayileşmenin ilk adımları da bu dö-



daydı; nitekim Evliya Çelebi surlarla Eyüp



mış olması, burada yüzyıllardır devam



n e m d e atıldı. XVIII. yüzyılda nüfusun iyi-



arasında boş arazinin bulunmadığını söy-



Mehmed



eden bir geleneğin varlığını göstermek-



ce yoğunlaştığı Eyüp'te II. M a h m u d dö-



ler. Ona göre burası, 9800 kadar binası



tedir. Latinler 1204'te Konstantinopolis'i



neminde çeşitli iskân faaliyetleri gerçek-



ve çarşısındaki 1085 dükkânı ile olduk-



ele geçirdiklerinde Ortodokslar'a ait ki-



leştirildi. Rami'de kurulan kışla çevresin-



ça m â m u r bir şehir özelliği taşıyordu (Se-



lise ve kutsal yerleri yakıp yıkarken Ebû



de yeni yerleşme birimleri ortaya çıktı



yahatname, I, 396). Şer'iyye sicillerinden, XVIII. yüzyılda Eyüp'ün biraz daha geliş-



Eyyûb el-Ensârî'nin türbesi de muhte-



ve sanayileşme girişimleri dolayısıyla kı-



melen tahrip olmuş ve zamanla ortadan



yılara birçok tesis inşa edildi. XIX. yüz-



me gösterdiği ve mevcut mahallelere Ce-



kalkmıştı. Ancak İstanbul'un gelecekte-



yılın sonlarında göçmenlerin iskânı özel-



zerî Kasım Paşa, Dâvud Ağa, Emîr Buhâ-



ki fethinde Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin yol



likle Rami bölgesinin daha da büyüme-



rî, Düğmeciler, Hamamcı Muhiddin, Ki-



gösterici bir rol oynayacağına dair riva-



sine yol açtı. Burası C u m h u r i y e t i n ilk



remitçi Süleyman, Düğmecibaşı, Zeyneb



yetler hep yaşayagelmişti. İşte bu zemin-



yıllarında yine Balkan göçmenlerinin is-



Hatun, Defterdar Kara Süleyman ve Eğ-



de, 1453'te k u ş a t m a sürerken II. Meh-



kânına sahne oldu. Giderek Alibeyköy



rikapı mahallelerinin eklendiği öğrenilmektedir.



med'in hocası Akşemseddin'in kerâmet



taraflarına doğru büyüyen Eyüp'te ayrı-



göstererek bu mezarın yerini keşfettiği



ca Anadolu ve Trakya'dan gelenlerin yer-



ilân edilmiş, bunu fethin gerçekleşeceği



leşmesiyle Sağmalcılar (Bayrampaşa) ke-



yolunda önemli bir işaret sayan askerin



simi ortaya çıktı. Fakat sanayi tesisleri-



de morali yükselmişti. Kabrin yeri ola-



nin yoğunluğu Eyüp'ü olumsuz yönde



rak Akşemseddin'in gösterdiği noktada



etkiledi. 1980'lerden itibaren başlatılan



hemen bir t ü r b e yapılmış, fetihten kısa



projeler çerçevesinde kıyı boyundaki te-



süre sonra da Eyüp Sultan diye biline-



sisler yıktırıldı ve yerleri açık saha, park



Eyüp bölgesinde yirmi sekiz mahalle ol-



cek olan cami ile medrese inşa edilerek



haline getirildi; ayrıca kıyı boyuna ka-



duğu, bunlardan yirmi ikisinin Eyüp, dör-



bu yörenin mânevî yapısının temelleri



zıklar üzerine oturtulan yeni bir yol ya-



dünün



atılmıştır.



pıldı. Ancak bu arada eski tarihî çevre



semtinde bulunduğu görülmektedir. Bu



XIX. yüzyıl sonlarına doğru Eyüp bölgesinde Kurukovan, Eskiyeni, Bülbülderesi, İdrisköşkü, Otakçılar, Çömlekçiler, Taşlıburun ve Yeniçeşme gibi bazı yeni semtler oluştu. Dahiliye Nezâreti'nin yaptırdığı 1885 tarihli istatistik cetvelinde



Çömlekçiler ve ikisinin



Eyüp daha sonra bir kasaba şeklinde gelişmeye başladı. Fâtih Sultan Mehmed İstanbul'un imar ve iskânı için çalışırken



.a.



Bursa bölgesinden getirttiği bir kısım



vf



halkı buraya yerleştirdi. Böylece vakıflar yoluyla iskân teşvik edilerek sur dışında yeni bir kasabanın teşekkülü tamamlandı. Dursun Bey türbe, cami, med-



Eyüp'ün



rese ve h a m a m d a n ibaret külliyenin et-



XIX. yüzyıl



rafına halkın çok rağbet edip her taraf-



ortalarında



t a n gelerek çevrede evler, köşkler yaptığını ve buranın bir "hoş teferrüc-gâh



(Eugene



kasaba" olduğunu, pek çok kimsenin denizden veya karadan buraya gelip sohbet ve ziyarette b u l u n d u ğ u n u yazar (7a-



- 1-..



Çizilmiş bir gravürü Flandin, L



Orient,



Paris 1858,



^



B



İv. 3 4 )



2 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



S



Sofular



EYÜP cetvele göre Eyüp semtinin mahalleleri



larında yirmi beş-otuza d ü ş m ü ş t ü . Ev-



ralarda çalışanların ç o ğ u n u n Ermeni ol-



Nişancı Atik M u s t a f a Paşa, Baba Hay-



liya Çelebi, Eyüp'te gelişen el sanatları



d u ğ u n u , Andreasyan da Çeşmeli Odalar



dar, Dere (Nazperver), Cezerî Kasım Pa-



içinde eldiven yapımını da sayar; ayrıca



mahallesindeki



şa, Silâh! M e h m e d Bey, Kızıl Mescid, Câ-



bu civarda pek çok m a n d ı r a n ı n



luluklarının o t u r d u ğ u n u



mi-i Kebîr, Servi, Topçular,



bulun-



odalarda



Ermeni



top-



söylemektedir.



İncicyan (ö. 1833), bu mahallede bulu-



Defterdar



d u ğ u n d a n ve buralarda yapılan y o ğ u r t



M a h m u d Efendi, Dâvud A ğ a , Şah Sul-



ve k a y m a ğ ı n m a k b u l o l d u ğ u n d a n bah-



nan Surp Asduadzadzin adlı k ü ç ü k ki-



tan, Defterdar Kara Süleyman



Çelebi,



setmektedir. Kaymakçı dükkânları Eyüp



lisenin kendi z a m a n ı n d a



İslâm



Sultan Camii yanında çarşı boyunca, et-



dığını, ancak kalan



Bey, Ali Paşa-i Cedîd, Kasım Çavuş, Üli-



lerin terbiye ediliş tarzı sebebiyle çok



devam



ce Baba, Zeyneb Hatun, Aşçıbaşı ve Fet-



m e ş h u r olan kebapçı dükkânları ile bir-



de d e Surp Egia adlı bir Ermeni



hi Çavuş; Çömlekçiler semtinin mahal-



likte sıralanmıştı. Türbe ziyaretine ge-



sinin d a h a o l d u ğ u n u , f a k a t 1762 yılın-



Emîr Buhârî, Süleyman



Subaşı,



edildiğini,



kısmen yıkıl-



kısmında



Serviler



âyinlere



mahallesinkilise-



leleri Takyeci, M e h m e d Bey, Düğmeciler



lenler buralara m u t l a k a uğradıkları gibi



da o r t a d a n kaldırıldığını



ve Zal M a h m u d Paşa; Sofular semtinin



özel olarak Eyüp'e k a y m a k ve k e b a p ye-



dir. Andreasyan ise bu bilgilere, Surp



kaydetmekte-



mahalleleri de Cebecibaşı ve Otakçıba-



meye gelenler de vardı. Eremya Çelebi



Egia Kilisesi'nin 1800 yılında alman bir



şı idi. Bu mahalleler b u g ü n de çoğun-



Eyüp'ün üst kısımlarında kar kuyuları bu-



f e r m a n a dayanarak 1832'de yeniden ya-



lukla aynı isimleri taşımaktadır. Eyüp'ün



l u n d u ğ u n u , karabaşının nezâreti altında



pıldığını eklemiştir. Surp Asduadzadzin



Haliç kıyısında uzanması, deniz ulaşımı



bu kuyulardan t o p l a n a n karın yazın sa-



Kilisesi de 1812'de ve 1855'te tekrar ya-



için oldukça elverişli bir o r t a m meyda-



rayda kullanıldığını kaydetmektedir.



pılmıştır. XVIII. yüzyıl şer'iyye sicillerin-



na getiriyordu; nitekim Eremya Çelebi (ö. 1695) Ayvansaray'dan başlayarak sahilde birçok iskele b u l u n d u ğ u n u kaydeder. Eyüp kayık iskelesi Haliç'in en büy ü k iskelelerinden biriydi. XIX. yüzyılda Ayvansaray ile Bahariye arasında sırasıyla Yâvedûd, Ç a m u r , Defterdar, Zalm a h m u d p a ş a , Eyüp, Bostan ve Yalıham a m ı iskeleleri bulunuyordu. Ayvansaray ve Sütlüce'den kalkan kayıklar Eyüp İskelesi'ne sefer yapardı. Evliya Çelebi eskiden bu iki sahil arasında bir k ö p r ü b u l u n d u ğ u n d a n söz eder-, Bizans devrinde d e b u r a d a bir k ö p r ü olduğu bilinmektedir. Eyüp İskelesi'ne kayıtlı kayıklar E m i n ö n ü Yemiş İskelesi ile Eyüp arasında yolcu taşırdı. 1216 (1801-1802) yılında t a n z i m edilen kayıkçı esnafı sicil ve kefalet defterinde bu iskeleye kayıtlı d o k s a n ü ç kayık, d o k s a n yedi nefer kayıkçı vardı ve kayıkçıların seksen ikisi



Evliya Çelebi'nin bildirdiğine göre Zal M a h m u d Paşa Camii'nin ilerisinde 2 5 0 k a d a r çömlekçi vardı. Evliya Çelebi, Çin ve İznik çinisi kalitesinde o l d u ğ u n u söylediği b u r a d a yapılan çanak ç ö m l e k için Kâğıthane ve Sarıyer'den ç a m u r getiril-



de de gayri m ü s l i m unsurların E y ü p ' t e y o ğ u n olduklarına, h a t t a bunların cami ve türbeler yakınında bulunan



dükkân



ve bostanlardaki uygunsuz davranışları sebebiyle sık sık şikâyet edildiklerine dair kayıtlara rastlanmaktadır.



diğini belirtir. İstinye ve Büyükdere te-



Sur içindeki semtleri birçok defa yok



pelerinden alınan kil de her t ü r l ü çöm-



eden yangınların sıçrayamadığı E y ü p ' t e



lek i m a l â t ı n d a kullanılırdı. Eremya Çe-



z a m a n l a yoğun bir yerleşme ortaya çık-



lebi ve Evliya Çelebi "tıyn-i m a h t û m " de-



mış, özellikle Haliç kıyıları oldukça er-



nilen kokulu, beyaz bir t o p r a k t a n yapı-



ken bir tarihte sayfiye niteliği



lan ve içene ferahlık veren kâselerin hâ-



mıştı. Padişahların sık sık ziyaret ettik-



kazan-



tıra olarak u z a k memleketlere götürül-



leri Bahariye ve karşı kıyıdaki Aynalıka-



düğünü



vak sahilsarayiarının yanı sıra devlet ri-



söylemektedirler.



Yine



Evliya



Çelebi, Eyüp ile Hasköy arasında deniz



cali de Eyüp sahilinde sahilhâneler ve



dibinden çıkarılan kara balçıktan kaplar



yalılar inşa ettirmişlerdi. Sayfiye gele-



yapıldığını kaydetmektedir. Sarraf Ho-



neğinin başlamasına, XVI. yüzyıldan iti-



vannesyan (ö. 1805), Zal M a h m u d Paşa



baren bu kutsal s e m t t e öncelikle hayır



Camii'nin arkasında karşılıklı kırk çöm-



binaları yaptıran h â n e d a n ı n kadın üye-



lek imalâthanesinin b u l u n d u ğ u n u ve bu-



leri öncülük etmişlerdi. Özellikle XVIII.



m ü s l ü m a n , on beşi Ermeni idi. Eyüp ve civarında padişahlara ayrılm ı ş t a r ı m alanları bulunuyordu. XVIII. yüzyıl şer'iyye sicillerinden b u r a d a zengin köylülerin yaşadığı anlaşılmaktadır.



Eyüp'ten bir g ö r ü n ü ş



Öte y a n d a n E y ü p ' t e y o ğ u n bir üretim faaliyeti gerçekleştiriliyordu. Sarraf Hovannesyan,



Karadeniz ve Akdeniz'den



gemilerle gelen buğdayın İstanbul, Galata, Üsküdar, Kartal, Boğaziçi ve Eyüp'teki d e ğ i r m e n l e r d e işlendiğini



belirtir.



Erkek çocukların s ü n n e t öncesi özel giysileriyle Eyüp Sultan Türbesi'ni ziyarete g ö t ü r ü l m e s i geleneği b u r a d a oyuncakçılığın gelişmesini sağlamıştı. Evliya Çelebi'ye göre XVII. yüzyıl ortalarında Eyüp't e 100 oyuncakçı d ü k k â n ı ve bunlarda çalışan 105 usta vardı. Bu



dükkânlar,



Eyüp Sultan Türbesi'ne giden İskele caddesi üzerindeki Oyuncakçılar Çarşısı denilen yerde idi ve sayıları XIX. yüzyıl baş-



3 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EYÜP yüzyıl sonrasında bu sahilin en göste-



raktere b ü r ü n m ü ş t ü r .



rişli ve en itibarlı yapıları haline gelen



b u g ü n birer tarihî belge ve sanat eseri



eserleri önde gelmektedir. Bu d ö n e m e



bu yalılar sık sık el değiştirmiş, bazıları



niteliği taşıyan devlet erkânı türbelerin-



ait oldukları kabul edilen eserler şunlar-



bir sultan efendiden diğerine geçerken



den başka tepenin yamacında da yavaş



dır: Alibeyköy merkezinde Alibeyköy Mes-



yeniden inşa edilmiş ve buralarda yapı-



yavaş halka ait mezarlıklar



cidi, adını verdiği sokak üzerinde Arpacı



lan önemli törenler vesilesiyle ev sahip-



başladı. Bugün Eyüp İstanbul'un ve Mek-



(Arpacıbaşı) Hayreddin Mescidi, Eskiyeni



leri devlet işlerinde ne kadar etkin ola-



ke, Medine, Kudüs'ten sonra İslâm âle-



caddesi üzerinde Kasım Çavuş Mescidi,



bildiklerini sergilemişlerdir. Bu



Fetihten sonra,



oluşmaya



rine atfedilen yapılarla klasik



dönem



sultan



minin en büyük nekropolüdür; âbidevî



Zekâidede sokağında Sofu Ali Çavuş adıy-



yalıları, bir grubu Defterdar ve Zaimah-



türbe, küçük hazîre, açık t ü r b e gibi çe-



la da anılan Sofular Mescidi, kendi adıy-



m u t p a ş a iskeleleri, diğer grubu Bahari-



şitli mezar yapılarıyla ve cami, mescid,



la anılan mahallede Ülice Baba (Evlice



ye sahilinde Bostan İskelesi ile Şah Sul-



tekke, medrese, mektep, namazgâh, kü-



Baba, Uluca Baba) Mescidi. Aşağıdaki ya-



t a n Tekkesi arasında Eyüp Sultan Külli-



tüphane, imaret, h a m a m , çeşme, sebil



pılar ise klasik döneme aittir: İdrisköşkü



yesi'ni iki taraftan kuşatacak biçimde



gibi her biri ayrı bir çalışma konusu ola-



civarında Zeyneb Hatun Mescidi (1520 [?D;



toplanmıştı. Buralarda XIX. yüzyılda III.



cak dinî ve sosyal tesisleriyle aynı za-



Zalpaşa (Zalmahmutpaşa) caddesi üzerin-



Mustafa'nın ve I. A b d ü l h a m i d ' i n kızla-



m a n d a bir mimarlık müzesine dönüş-



de Kızıl Mescid (1531 I?]); Feshâne cadde-



rı Şah Sultan, Hatice Sultan, Hibetullah



m ü ş durumdadır. Ebû Eyyûb el-Ensâ-



si üzerinde Demirciler Mescidi (1545 (?|);



Sultan, Beyhan Sultan ve Esmâ Sultan'ın



rî'nin türbesiyle birlikte, İstanbul kuşat-



aynı adı taşıyan sokak ve cadde üzerin-



daha sonra yerlerine Feshâne, Dakikhâ-



malarında şehid düşen başka sahâbîle-



de Baba Haydar Camii (1550 [?]); Çöm-



ne ve İplikhâne'nin yapıldığı yalıları bu-



rin mezarları da büyük ö n e m taşımak-



lekçiler civarında Zalpaşa caddesiyle adı-



lunuyordu. Eyüp'ün sık servili, gölgeli te-



tadır. Hz. Peygamber'in Kostantiniye'yi



nı verdiği sokak üzerinde Silâhî Mehmed



pelerine sırtını dayamış Haliç'in bu uç



fethedecek k u m a n d a n ı ve orduyu öven



Bey Camii (1551; Bey, Silâhşor Mehmed



noktasına itibar eden hânedan kadınla-



hadisinin yönlendirmesiyle buraya ge-



Bey, Sürahi Mescidi adlarıyla da anılır);



rının, buraya, kutsî havasından istifade



len İslâm ordularına katılmış sahâbîle-



Otakçılar'da Aşçıbaşı Mehmed Ağa Mes-



e t m e k amacıyla daha çok hastalıkları,



rin şehir önlerinde şehid düşmeleri, Os-



cidi (1553); Vezirtekkesi caddesi civarın-



nekahet devreleri ve yaşlılıkları sırasında



manlılar d ö n e m i n d e bunlara ait kabir-



da Servi Mahallesi Mescidi veya Hoca Sâ-



geldikleri anlaşılmaktadır. Aslında hâne-



lerin tesbit edilip yapılması geleneğini



deddin Efendi Mescidi (1590 !?]); Düğ-



dan kadınları ömürlerini Boğaziçi sahilsa-



ortaya çıkarmıştır. Özellikle II. M a h m u d



meciler caddesinde



raylarında geçirip kendi sağlık meseleleri



devrinde b ü t ü n sahâbî mezarları bulu-



(1590 [?]; yanlış olarak Düğmeciler Camii



dışında ancak hanedanın düğün, doğum,



narak yapılmış, eskiden beri bilinenler



de denilmektedir); Otakçılar semti Fethi



ö l ü m törenleri sebebiyle ve kısa süreler



de onarılmıştır. Ancak bu d ö n e m d e ka-



Çelebi mahallesinde Otakçılar, Fethi Çe-



için Eyüp yalılarına taşınıyorlardı.



birleri yapılan sahâbîlerin hayat hikâye-



lebi ya da Gazanfer A ğ a Camii (1599);



lerini nakleden güvenilir kaynaklar bun-



Abdurrahman Şeref Bey caddesi üzerin-



Ebû Eyyûb el-Ensârî hem şehrin koruyucu evliyası olmuş, h e m de türbesi resmî tören ve ziyaretler sebebiyle hâ-



ların çoğunun burada g ö m ü l ü olduğunu



de Takkeci ve Arakiyeci Camii (1616 |?1); Yûsufmuhlispaşa sokağında Bâlî Hoca



Eyüp'teki en önemli mimari âbideler



simgesi haline gelmişti. Sancak-ı şerif,



Eyüp Sultan Camii ve Türbesi ile (ilk ya-



1730 yılında isyancıların eline geçmeme-



pı 1458, son yapı 1798-1800) her ikisi d e



si için Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-i Sa-



XVIII. yüzyıl sonuna ait olan Mihrişah Vâ-



â d e t Dairesi'ne taşınıncaya kadar uzun



lide Sultan ve Şah Sultan külliyeleridir.



süre Eyüp Sultan Türbesi'nde muhafa-



Başta Mimar Kemâleddin'in 1911-1912'-



za edilmişti. Padişahların saltanatı, cü-



de yaptığı, sur dışındaki tek padişah kab-



lûs sonrası kılıç k u ş a n m a



törenleriyle



rini teşkil eden M e h m e d Reşad Türbesi



Padişahlar



ile birçok hânedan m e n s u b u n u n ve So-



ayrıca kılıç k u ş a n m a töreni sonrasında



kullu M e h m e d Paşa, Pertev Paşa, Lala



kazanmaktaydı.



Camii



teyit etmemektedir.



nedanın meşruiyetinin ve devamlılığının



meşruiyet



Dökmeciler



Mescidi (XVII. yüzyıl başı); Eyüp İskelesi civarında Büyük İskele Camii (XVII. yüzyıl başı; bânisi Hacı Mahmud A ğ a n ı n ve zaman içinde camiyi yenileyen Cevrî Kalfa ve Kaptan Hasan Hüsnü Paşanın adlarıyla da anılır) ; aslı II. M e h m e d devrine ait olup 1711'de yeniden inşa ettiren IV. Mehmed'in kızı Hatice Sultan'dan dolayı Sultan Camii adıyla da bilinen Yâved û d caddesi üzerindeki Yâvedûd veya Abdülvedûd Camii.



devlet erkânı ile birlikte Eyüp'ten baş-



Mustafa Paşa, Ferhad Paşa, Cafer Paşa,



layarak İstanbul tepelerinde yer alan,



Güzel Siyavuş Paşa, Kaptan Mustafa Pa-



Mimar Sinan'ın b ü t ü n eserleri içinde



gazâ malıyla inşa edilmiş selâtin cami-



şa, Mîrimîran Mehmed Paşa, Feridun Ah-



en yoğun biçimde bir araya toplanmış olan mescid, t ü r b e ve tekke gibi yapıla-



lerine bağlı ecdat türbelerini ziyaret edi-



m e d Bey, Nakkaş Hasan Paşa, Hüsrev



yor, böylece hânedanın şerefli geçmişi-



Paşa, Celâlzâde Mustafa Çelebi, Ebüs-



rı ise Eyüp'ün çok özel bir kimlik kazan-



ni ve devamlılığını halkın gözleri ö n ü n e



suûd Efendi, Hoca Sâdeddin Efendi ve



masını sağlamıştır. Klasik Osmanlı mi-



Karaçelebizâde Mehmed Efendi gibi dev-



marisinin tipik örnekleri olan bu yapılar



Mimari Eserler. Osmanlıiar'ın İstanbul'-



let ricâlinin türbeleri semte çok özel bir



arasında Otakçılar civarında Nakşî Emîr



da yaptırdığı ilk mimari kompleks olan



karakter kazandırmakta ve burayı aynı



Buhârî Tekkesi Camii (1525-1530) ve Ha-



Eyüp Sultan Külliyesi'nin çevresi, devlet



z a m a n d a sosyal tarih açısından önemli



m a m ı ; Defterdar caddesinde Defterdar



seriyorlardı.



ricâliyle halk kitlelerinin Ebû Eyyûb'un şefaatini k a z a n m a k için burayı son is-



bir belge hazînesi d u r u m u n a getirmek-



Mahmud Çelebi Camii (948/1541-42); Ni-



tedir.



şancılar caddesi üzerinde Nişancılar veya Nişancı Mustafa Paşa Camii (1543) ve



t i r a h a t g â h olarak seçmeye başlamaları



Mimari özelliklerini büyük ölçüde kay-



üzerine kısa sürede gelişmiş ve semtte-



betmiş olmalarına r a ğ m e n Eyüp atmos-



Hamamı; yine Nişancılar'da Müzevvir (Sü-



ki kutsî ve manevî havayı daha da yo-



ferini oluşturan cami ve mescid külliye-



leyman Subaşı, Münzevî, Karcı Süleyman)



ğunlaştıran kendine has bir mimari ka-



leri arasında Fâtih Sultan M e h m e d dev-



Mescidi (1545); Bahariye'de Şah Sultan



4 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EYÜP Camii (963/1555-56) ve Tekkesi; Nişan-



adını verdiği cadde üzerinde Defterdar



ni yansıtan bu yapılardan pek azı günü-



cılar'da Dâvud A ğ a (Kapıağası) Mescidi



Mescidi veya Kara Süleyman Camii de



m ü z e gelebilmiştir. B u g ü n mevcut olan-



(962/1554-55); eski Kurukavak caddesi



denilen Tahta Minare Camii (II. Bayezid



lar arasında Zalpaşa caddesi üzerindeki



üzerinde Ali Paşa (Cedîd Ali Paşa, Semiz



devri; Tahta Minare Mescidi adıyla bili-



Afife Hatun Tekkesi'nin (1844) yalnız se-



Ali Paşa, Kurukavak) Camii (1561-1565 |?|);



nen XVII. yüzyıl yapısı bir başka mescid



m â h â n e s i ayaktadır. Kalenderhâne cad-



Defterdar ve Zalpaşa caddeleri arasın-



de Düğmeciler mahallesinde idi, hazîresi



desi üzerindeki Câfer Paşa Tekkesi (XVI.



da Zal M a h m u d Paşa Külliyesi (1580 [?));



olan bu mâbed Tımışvar Tekkesi Mescidi



yüzyıl) restore edilmiş d u r u m d a d ı r . Sa-



Düğmecibaşı Mescidi; Sokullu Külliyesi



olarak da tanınırdı); Fethi Çelebi mahal-



vaklar caddesi üzerinde bulunan ve Va-



(976/1568-69); Sokullu M e h m e d Paşa'-



lesinde M e h m e d Bey Mescidi (II. Meh-



lide Sultan veya Kuyubaşı adlarıyla da



nm



ait



med devri; daha sonra Sa'diyye ya da Cer-



bilinen Emin Baba Tekkesi (1867 |?|) sağ-



t ü r b e ; Semiz Ali Paşa Türbesi; Dukakin-



rahî Tekkesi olmuştur); Düğmeciler cad-



lam vaziyettedir. Bu t e k k e Nakşî dergâhı olarak kaydedilmişse de XIX. yüzyıl



çocuklarına



(ibrâhimhanzâdeier)



z â d e M e h m e d Paşa Türbesi; Lala Hüse-



desi üzerinde Nakşî M ü s â Çavuş Mesci-



yin Paşa Türbesi; Pertev Paşa Türbesi;



di (XVI. yüzyıl; karşısında tekke ve hazî-



sonunda burada Bektaşî törenlerinin ya-



Siyavuş Paşa Türbesi (1582); Siyavuş Pa-



resi vardır), Otakçılar'da Yanık Minare



pıldığı sanılmaktadır. Kalenderhâne cad-



şa'nın çocuklarına ait t ü r b e ; Dere Hama-



Mescidi (II. Mehmed devri; Alaca Tekke,



desi üzerindeki Kalenderhâne Tekkesi



mı ve Türbe H a m a m ı sayılmaktadır. Mi-



Sıraserviler Tekkesi ve III. Osman tarafın-



m a r Sinan'ın Eyüp'te Semiz Ali Paşa için



dan yeniden yaptırıldığı için Sultan Osman



iki de saray inşa ettiği bilinmektedir.



Tekkesi Mescidi adlarıyla da anılır); Yeni-



M i m a r Sinan yapısı mescidler dışında b u g ü n Kalenderhâne caddesi



üzerinde



mahalle'de Hacı Hüsrev Mescidi (Ümmühan Hatun Mescidi; XVII. yüzyıl sonu).



(1743; Özbekler Tekkesi Mescidi ve La'lîzâde Abdülbâki Efendi Tekkesi adlarıyla da bilinir) b u g ü n kısmen ayaktadır; tekke bir Nakşibendî dergâhıydı. Nâzır A ğ a Çeşmesi sokağında bulunan Nakşibendî -



b u l u n a n A b d ü l k a d i r Efendi Mescidi ile



Yukarıdaki cami ve mescidlerden baş-



Rifâî Selâmî Tekkesi'nin (1798) semâhâ-



(1538) hemen yakınındaki aslında bir dâ-



ka Eyüp'te çok sayıda t e k k e camisi de



nesi, derviş evi, m u t f a ğ ı , su haznesi ve



rüikurrâ



Efendi



b u l u n m a k t a d ı r : İslâmbey caddesi üze-



hazîresi d u r m a k t a d ı r . Nişancı



Mescidi (1585-1590 |?|), klasik dönem özel-



rinde İslâm Bey Camii (1521, daha sonra



Paşa mahallesinde Cerrahî Sertarikzâde



olan Saçlı Abdülkadir



Mustafa



liklerini kısmen yansıtan birer yapı ola-



Bedevi Âsitânesi olmuştur); Fethi Çelebi



Tekkesi (Sertarik Camcı Tekkesi adıyia da



rak ayakta d u r m a k t a d ı r . Yine iyi korun-



mahallesinde Hirâmî A h m e d Paşa Mes-



anılır; XVIII. yüzyıl başı) harap durum-



m u ş klasik d ö n e m eserleri içinde Çöm-



cidi veya Şeyh Cemâleddin Tekkesi adıy-



dadır. Düğmeciler mahallesinde bulunan



lekçiler civarında, Zalpaşa caddesiyle adı-



la da anılan Savaklar Mescidi Tekkesi



Halvetiyye tarikatının Sinâniyye kolunun



nı verdiği sokak üzerinde b u l u n a n Ce-



(1595-1602 |?|); Nişancı M u s t a f a



kurucusu Ü m m î Sinan Tekkesi ya da Na-



zerî Kasım Paşa Camii (1515) sayılabilir.



caddesinde Nakşî Şeyh M u r a d



Efendi



suh Efendi Tekkesi (XVI. yüzyılın ikinci



Geç d ö n e m yapıları arasında ise Hay-



Tekkesi Mescidi (XVII. yüzyıl), İdris Köş-



yarısı) 1983 yılında restore edilmiştir.



Paşa



d a r b a b a caddesi üzerindeki Beşir A ğ a



kü civarında Hoca H ü s a m , Selim Efendi



Eyüp Sultan Camii yakınında yer alan



Medresesi Mescidi adıyla da anılan Dâ-



ve Hatuniye Tekkesi adlarıyla da bilinen



ve önce Halvetiyye, d a h a sonra Rifâiyye



rülhadis Medresesi Mescidi (1734) ve Mim a r Kemâleddin t a r a f ı n d a n inşa edilen Sultan M e h m e d Reşad Mektebi Mescidi (1910-1911) yapıldıkları devirlerin özelliklerini koruyabilmişlerdir.



A h m e d Dede Mescidi (1732); İdrisköşkü



Dergâhı olan Yahyâzâde Tekkesi de (XVI.



caddesi üzerinde Nakşî M u r t a z a Efendi



yüzyıl) Eyüp'te ayakta kalan tekkeler ara-



(Kâşgarî) Tekkesi Camii (1745); Fethi Çe-



sındadır. Zamanımıza ulaşmayan tekke-



lebi caddesi üzerinde Nakşî Mustafa Pa-



ler arasında ise yeri tesbit edilemeyen



şa Tekkesi Camii (1753-1765); Düğme-



Kara Mezak A h m e d A ğ a



ciler caddesi üzerinde Hacı Ali Tekkesi



si'nin (XVII. yüzyıl) yanı sıra Bahariye'de



cid ve camilerden bir kısmını tarihî kay-



Mescidi (1770 [?]); Nakşî Şeyhülislâm Tek-



Bahariye Mevlevîhânesi (1875); Otakçı-



naklardan tesbit etmek m ü m k ü n olmak-



kesi Mescidi (XVIII. yüzyıl) ve Vezirtek-



lar civarında Kâdirî Çadırcı Tekkesi (1860-



tadır;



kesi caddesi üzerinde Nakşî İzzet Paşa



1870 i?]); İdrisköşkü mevkiinde Balmum-



(Vezirtekkesi) Mescidi (1800 |?|).



c u z â d e Râşid Efendi ve İdrisköşkü Tek-



Eyüp'te b u g ü n yıkılmış b u l u n a n mes-



Balçık



İskelesi'nde



Sa'dî



Balçık



Tekkesi Mescidi (|?|); Otakçılar'da Çayırbaşı Mescidi (II. Mehmed devri [?]); Babahaydar s e m t i n d e Dede Mescidi (Dere Mescidi; III. Murad devri 11574-1595]);



Eyüp'ün en karakteristik yapıları arasında tekkeler de bulunmaktadır. Ancak d a h a çok geç d ö n e m m i m a r i özellikleri-



Mevlevîhâne-



kesi adlarıyla da anılan (1757-1774) ve ilk önce Halvetî, ardından



Nakşî ve d a h a



sonra Kâdirîler'e ait olan t e k k e ; yine İdrisköşkü mevkiinde Dolancı Derviş Mehm e d Efendi Mevlevîhânesi (1815); Balcı



-



»











Yokuşu



.



BHHİm







üzerinde Kâdirî H a f f â f ya



Kavaf M e h m e d



da



Efendi Tekkesi (1795-



1805 1?]); Evlice Baba Mescidi sokağında Kâdirî Hâkî Baba Tekkesi (1797); Bost a n İskelesi sokağında Nakşibendî ve Hâlidî Hüsrev Paşa Tekkesi (1850 |?]); Bülbülyuvası mevkiinde Sa'dî Kantarı Baba Tekkesi (|?]); İdrisköşkü mevkiinde, İs-



j r y *



• S il



r



t a n b u l ' u n f e t h i n d e b u l u n d u ğ u n a inanıEyüp'te Sokullu



I '-8



Mehmed Paşa Türbesi



lan efsanevî bir k a h r a m a n ı n adını taşıyan Bektaşî Karyağdı Tekkesi; Otakçılar'da Kâdirî Kolancı Şeyh Emin Efendi



ye Medresesi



5 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EYÜP Camii



yılın g ö z d e n u z a k b u l u ş m a ve eğlence



ğ a caddesi üzerinde önce Bektaşî, sonra



(1886) ve T a n t â v î z â d e Camii (1889 [?]),



yerleriydi. XVII. yüzyıl k a y n a k l a r ı n d a bu-



Sa'dî D e r g â h ı olan Lâgarî Tekkesi (XVII.



Siiâhtarağa Elektrik Santrali Camii (1913),



r a d a iri t e k i r ve kayabalıklarının avlan-



yüzyıl sonu); F e s h â n e caddesi ü z e r i n d e



G ö k t ü r k köyünde Dârüssaâde Ağası Mus-



dığı,



Kâdirî Molla Çelebi Tekkesi, D e b b a ğ h â -



t a f a A ğ a Camii (1974), Öçşehitler mevki-



B u g ü n ise Eyüp'e e ğ l e n c e amacıyla yal-



n e Tekkesi ve M a h m u d E f e n d i Tekkesi



i n d e Üçşehitler Camii (1959) sayılabilir.



Tekkesi (XVIII. yüzyıl sonu);



Silâhtara-



diye d e bilinen Kadirî D e r g â h ı sayılabilir. B u n l a r d a n b a ş k a E d i r n e k a p ı dışında İ s t a n b u l ' u n fethi sırasında ii. M e h m e d ' i n o t a ğ ı n ı k u r d u ğ u rivayet edilen D u a t e p e m e v k i i n d e birbirine çok yakın b e ş tekk e b u l u n u y o r d u . Bunlar, d a h a ö n c e adı g e ç e n Otakçılar E m î r B u h â r î ve E m i n Baba



tekkeleriyle



Paşmakçı



Tekkesi,



M u s t a f a Paşa Tekkesi ve S e r t e k k e idi.



inşası



Eyüp önemli



1974), Hacı Ali Rıza P a ş a



İstanbul'un



her



Burada



ve b ü t ü n Haliç'i, İ s t a n b u l ' u ve Galata'yı



m e d f u n b u l u n a n l a r ı n aileleri, etleri fa-



g ö r e n , 1 8 8 0 ' i e r d e Pierre Loti'nin meş-



kirlere d a ğ ı t ı l m a k ü z e r e h e r g ü n özel-



h u r ettiği Piyerioti Kahvehanesi



likle r a m a z a n d a Eyüp S u l t a n Türbesi'ne



biyle g i d i l m e k t e d i r .



kurbanlık koyun gönderir, hatta



bun-



d a n dolayı E y ü p halkına k u r b a n c ı denirdi. E y ü p S u l t a n Camii ve Türbesi, eskid e n o l d u ğ u gibi ş i m d i d e her g ü n ziyar e t e d i l m e k t e ve bu ziyaretler r a m a z a n -



ş ı n d a ç o k sayıda m e d r e s e , m e k t e p , kü-



larda, b a y r a m l a r d a ve d i ğ e r k u t s a l gün-



t ü p h a n e gibi e ğ i t i m k u r u m l a r ı ile h a n ,



lerde f e v k a l â d e y o ğ u n l a ş m a k t a d ı r . Ay-



imaret, h a m a m , n a m a z g â h , çeşme ve se-



rıca a d a k t a b u l u n m a k ve a d a k l a r ı n ı ye-



bil gibi hayır a m a ç l ı yapılar d a inşa edil-



rine g e t i r m e k isteyenler d e b u r a y a akın



mişti. Eyüp medreseleri a r a s ı n d a Câmi-i



akın gelmeye d e v a m e t m e k t e d i r l e r . Kur-



Kebîr m a h a l l e s i n d e İ b r â h i m h a n z â d e , Si-



b a n l a r külliye dahilindeki v a k ı f i m a r e t i n



lâhî M e h m e d



E f e n d i m a h a l l e s i n d e Ce-



s a l h â n e s i n d e k e s i l m e k t e d i r . S ü n n e t dü-



zerî K a s ı m Paşa, Cezerî Kasım Paşa ma-



ğ ü n l e r i ö n c e s i n d e türbeyi ziyaret gele-



hallesinde Zal M a h m u d Paşa medrese-



neği d e halen s ü r m e k t e d i r . XIX. yüzyıl



leri ve B a b a H a y d a r m a h a l l e s i n d e Hacı



ö n c e s i n d e İ s t a n b u l l u l a r ı b u r a y a cezbe-



Beşir A ğ a Dârülhadisi; k ü t ü p h a n e l e r ara-



d e n çevrenin bir m e s i r e yeri o l m a özel-



s ı n d a y i n e Hacı Beşir A ğ a ' n ı n b u r a d a k i



liği ise g ü n ü m ü z d e artık söz k o n u s u de-



k ü t ü p h a n e s i y i e B o s t a n İskelesi'nde Hüs-



ğildir. Halbuki XIX. yüzyıl o r t a l a r ı n a ka-



rev Paşa, Boyacı s o k a ğ ı n d a H a s a n Hüs-



d a r E y ü p mezarlıklarının a r k a s ı n d a su-



n ü P a ş a k ü t ü p h a n e l e r i ; h a n l a r arasın-



yu m a k b u l çeşmeler ve t ü r l ü meyve bah-



d a Çömlekçiler m a h a l l e s i n d e Hacı Halil



çeleri, bostanlar, çiçek tarlaları, çemen-



E f e n d i Hanı ile Ayvansaray Kapısı dışın-



zarlar ve ağaçlıklar yer alıyor, özellikle



d a Hacı Hüseyin E f e n d i H a n i ; h a m a m -



bayramların ü ç ü n c ü g ü n ü gerek ileri ge-



lar arasında d a Otakçılar, Zal Paşa, Eyüp,



lenlerden g e r e k s e h a l k t a n birçok k i m s e



Bülbülderesi ve Dere h a m a m l a r ı en önem-



b u r a l a r a h ü c u m ediyordu. E y ü p ' t e Gü-



li olanlardır.



müşsuyu'nun



C a m i , m e s c i d ve t e k k e l e r i n bir kısmı r ı n d a d i n î yapıların inşası XIX. yüzyıl son u n d a ve XX. yüzyılda d a d e v a m etmiştir. B u d ö n e m e ait olan camiler arasınd a E d i r n e k a p ı Mezarlığı Mescidi (1900), E d i r n e k a p ı Şehitliği Mescidi (1948-1949), R a m i ' d e Topçular Mescidi (1558, yeniden



nızca, Haliç'in b i t i m i n e h â k i m bir noktadaki Karyağdıbayın'nın ü s t ü n d e yer alan



E y ü p ' t e cami, m e s c i d ve t e k k e l e r dı-



z a m a n l a o r t a d a n k a l k a r k e n E y ü p civa-



bilinmektedir.



en



dönemde



ziyaret yeri o l m u ş t u r .



karides t u t u l d u ğ u



bulunduğu



vadi



etrafın-



d a k i t e p e l e r d e tarlalar h a l i n d e olan çiçek bahçeleriyle bir b a ş k a ü n l ü m e s i r e yeriydi. B u r a d a yetiştirilen çiçekler her c u m a E y ü p ' ü n Oyuncakçılar Çarşısı'nda k u r u l a n çiçek p a z a r ı n d a satılırdı. Ayrıca Bahariye kıyı şeridinin h e m e n karşısınd a o l u ş a n adacıklar d a (Bahariye adaları, Deniz H a m a m ı mesiresi) yine XIX. yüz-



Eyüp'te E s m â Sultan Sahiisarayı'nın içini g ö s t e r e n Allorn'un bir g r a v ü r ü (R. Walsh, Constantinople and the of The



Scenery Seuen



Churches of Asta



Minör.



sebe-



BİBLİYOGRAFYA: Dukas, Bizans Tarihi (trc. V. Mirmiroğlu), İstanbul 1956, s. 173; Tursun Bey, Târîh-i Ebü'lFeth (haz. Mertol Tulum), İstanbul 1977, s. 75; Evliya Celebi, Seyahatname, I, 396-409; Eremya Çelebi Kömürcüyan, İstanbul Tarihi: XVII. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1988, s. 19-20, 28-30, 48, 97, 172, 195196, 201, 251; P. G. İncicyan, 18. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1976, s. 3, 14, 18-19, 92-93, 120; J. Ebersolt, Sanctuaires de Byzance, Paris 1921, s. 97-99; R. Janin, Constantinople byzantine: Developpement urbain et repertoire topographique, Paris 1950, s. 421-422; a.mlf., La Geographie ecclesiastique de Tempire byzantin: Le siege de Constantinople et le patriarcat cecumenique, le s eglises et les monasteres, Paris 1953, s. 294-300; A. Süheyl Ünver, İstanbul'da Sahabe Kabirleri, İstanbul 1953, s. 30-35; Feridun Dirimtekin, Fetihden Önce Haliç Surları, İstanbul 1956, s. 11; a.mlf., İstanbul'un Fethi, İstanbul 1976, tür.yer.; Cemal Öğüt, Meşhur Eyyüb Sultan, İstanbul 1957; Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ue Nüfusu, Ankara 1958, s. 53-54, 66; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 133-134; G. Goodwin, A History of Ottoman Archltecture, London 1971, tür.yer.; Recep Akakuş, Eyyüp Sultan ue Mukaddes Emanetler, İstanbul 1973; C. Mango, Byzantine Architecture, New York 1976, s. 224; W. Müller-VVİener, Bildlexikon zur 7bpographie Istanbuls, Tübingen 1977, tür.yer.; Ömer Lutfi Barkan, "XV ve XVI'ncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Toprak İşçiliğinin Organizasyonu Şekilleri", Türkiyede Toprak Meselesi, İstanbul 1980, s. 578-611; Metin Sözen v.dğr., Türk Mimarisinin Gelişimi ue Mimar Sinan, İstanbul 1985; R. Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul (trc. Mehmet Ali Kılıçbay — Enver Özcan), Ankara 1986, I-II, tür.yer.; Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, tür.yer.; Aptullah Kuran, Sinan: The Grand Old Master of Ottoman Architecture, İstanbul 1987, tür.yer.; a.mlf., "Zal Mahmud Paşa Külliyesi", Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, 1/1, İstanbul 1973, s. 65-81; Necdet İşli, İstanbul'da Sahabe Kabir ue Makamları, Ankara 1987; Yıldız Demiriz, Eyüp'te Türbeler, Ankara 1989; a.mlf., "Eyüp'te Az Tanınmış İki Türbe Hakkında", STY, II (1981), S. 37-57; Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Tarihi, İstanbul 1993,1-II; M. Ayaşlıoğlu, "İstanbul'da Mahmud Paşa'nm Eserleri Hakkında Mimari İzahat", Güzel Sanatlar Dergisi, VI, Ankara 1949; Behçet Unsal, "İstanbul Türbeleri Üzerinde Stil Araştırması", VD, sy. 16 (1982), s. 77-120. m



î[. L o n d o n 1838)



6 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



L*



TÜLAY ARTAN



EYÜP MEZARLIĞI tir. Camiikebir hazîresine ilk gömülen-



larla belirlenmiş olan ve Cellâtlar Mezar-



lerden Mustafa Çelebi ile (ö. 898/1492)



lığı denilen cellâtların g ö m ü l d ü ğ ü kısım



t ü r b e içinde yüksek sandukası bulunan



günümüzde gecekondular tarafından yok



Nişancı Ahmed Ağa'nın Fâtih Sultan Meh-



edilmiş



_l



med devri rûmîleriyle süslü mezartaş-



zarlığının Haliç'e bakan yamacında zir-



ları dikkat çekici örneklerdendir. Fâtih



ve noktasındaki Pierre Loti'ye izafe edi-



Rumeli yakasında ve Haliç'in kuzeyin-



devrinde Camiikebir hazîresi dışında ka-



len kahvenin önünden Haliç sahiline ka-



lanların



ve



dar olan alandaki mezar taşları da eroz-



Alan itibariyle dünyanın en büyük me-



Karyağdı Tekkesi'ne çıkan bayırda Kırk-



yon sonucu toprak altında kalmıştır. XVI.



zarlıklarından biri olup İstanbul'un fethi



merdiven adı verilen kısma gömülmüş-



yüzyıl definlerinin yoğun olduğu bu kı-



sırasında ashaptan Ebû Eyyûb el-Ensâ-



tür. Fâtih devrinden sonra da Hz. Pey-



sım Kâşgarî Tekkesi hizasından aşağıya



rî'nin Akşemseddin tarafından keşfedi-



gamber'in sancaktarının türbesi civarı-



doğru yeni definlerle doludur. Diğer ba-



len kabri etrafında teşekkül



na gömülebilmek arzusuyla buraya ya-



yır ise Büibülderesi semtine bakar. Eyüp Mezarlığı'nın sivil halk mezarlarını içe-



EYÜP MEZARLIĞI İstanbul Eyüp'te bulunan Türk-İslâm dünyasının en önemli mezarlıklarından biri. L_



de Eyüp sırtlarına yayılmış durumdadır.



etmiştir.



çoğunluğu



Gümüşsüyü'na



durumdadır.



Gümüşsüyü



Me-



Kabrin b u l u n d u ğ u yer Bizans devrinde



pılan definler çoğalmış ve XVIII. yüzyıl-



koruluk bir mesire sahası iken Fâtih Sul-



da Eyüp Sultan Camii'nin etrafı, Camiike-



ren Gümüşsüyü Mezarlığı dahilinde Kü-



tan Mehmed'in yaptırdığı külliye dolayı-



bir hazîresi merkez olmak üzere vezir



çük Hüseyin Efendi ve Mareşal Fevzi Çak-



sıyla devlet adamlarının ve özellikle din



türbelerinin yanı sıra bunların hazîrele-



m a k ile Şeyh Mehmed Emin Efendi'nin



âlimlerinin t ü r b e civarına g ö m ü l m e k is-



ri, kütüphane, dârülhadis, sıbyan mek-



açık türbelerinin bulunduğu bölge "Nak-



temeleri sonucu büyük bir kabristan ha-



tebi gibi çeşitli vakıf müesseseleri ve



şî Tarlası" adıyla tanınır. Tepelikte zir-



line gelmiştir; halk arasında buraya gö-



dergâh hazîreleriyle dolmuştur. Bu ha-



ve noktası olan bu kısım İdrisköşkü'ne



m ü l m e arzusu bugün de devam etmek-



zîrelerin en önemlilerinin adları şöyle sı-



doğru



tedir. Mezarlık, Eyüp Sultan Camii çev-



ralanabilir: Sokullu Mehmed Paşa (136



birleşir. Burada İdrîs-i Bitiisî'nin, Ahmed



Kâşgarî Tekkesi'nin



hazîresiyle



resinde yer alan Camiikebir hazîresi ile



kabir), Ferhad Paşa (türbe dahil elli dört



Bîcan Paşa'nın ve Kâşgariı Şeyh Abdul-



Kırkmerdiven, İmaret ve Gümüşsüyü gi-



kabir), Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi (sek-



lah Efendi'nin türbeleri bulunur. Kâşga-



bi kısımlardan meydana gelir; bunlara



sen sekiz kabir), Mîrimîran M e h m e d Pa-



rî Tekkesi'nin mezarlık yolu ağzında bes-



sonraları Bahariye Mezarlığı da dahil edil-



şa (109 kabir), Pertev Mehmed Paşa (tür-



tekâr Zekâi Dede'nin aile sofası ve bayır aşağısı kenarında da meşhur ta'lik



miştir. G ü n ü m ü z d e Camiikebir hazîre-



be dahilinde altı kabir), Kaptan Hasan



siyle İmaret Mezarlığı'na bakanlar ku-



Hüsnü Paşa (türbe dahilinde on iki ka-



hattatı Bâhir Efendi'nin kabri vardır. Yi-



rulu kararıyla, diğer kısımlara ise bele-



bir). Devlet ricâli dışında meşhur astro-



ne Gümüşsüyü Mezarlığı'nda Ahmed Hâ-



diyenin izniyle defin yapılabilmektedir.



nomi bilgini Ali Kuşçu, Fâtih'in sakası



şim, cihan pehlivanı Kara Ahmed, Ah-



Halen defin yapılması sebebiyle özellik-



Mustafa Ağa, Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin



m e t Davudoğlu, Hacı Osman Akfırat, Ne-



le Gümüşsüyü, Kırkmerdiven ve Bahari-



ilk türbedarı Yûsuf Baba gibi kişilerle



cip Fazıl Kısakürek, Reîsülhattâtîn Kâ-



ye kesimlerinde tarihî mezarlar büyük



son devirde Reîsülhattâtîn Muhsinzâde



mil Akdik, huzur hocalarından Kalecikli



ölçüde tahrip edilmektedir.



Abdullah Hamdi ve Reîsülküttâb Çelebi



Z ü h d ü Efendi, Sadettin Heper, Neyzen



Mustafa Reşid Efendi gibi ünlüler Ca-



Lutfi Turanbek gibi yakın d ö n e m ünlü-



miikebir hazîresine defnedilmiştir.



lerinin mezarları bulunmaktadır.



Camiikebir hazîresi devlet ricalinden Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir Ağa, Vezir Küçük Said Paşa, Vezir Ayas Paşa, Vezir



Gümüşsüyü Mezarlığı dahilinde on üç



Eyüp Mezarlığı'nın dikkat çeken son



Semiz Ali Paşa, Kıbrıs fâtihi Lala Mus-



adet aile sofası, Kâşgarî tekke ve ha-



noktası, Sultan Mehmed Reşad'ın Haliç



tafa Paşa, Bulak Mustafa Paşa gibi bir-



zîresi, İdrisköşkü mevkiinde Çolak Şeyh



kıyısındaki türbesi ve hazîresidir. Os-



çok ünlü kişinin açık ve kapalı türbe ha-



Hasan Efendi Tekkesi ile Karyağdı Bek-



manlı padişah türbelerinin



lindeki mezarlarını ihtiva eder. Daha son-



taşî tekke ve hazîresi yer alır. Bir tepe-



olan bu türbenin hazîresinde Sultan Re-



sonuncusu



raları bunların yanına Gazi Edhem Paşa



nin iki yamacı halindeki Gümüşsüyü Me-



şad'ın şehzadeleriyle sultanlar gömülü-



ve şaire Fıtnat Hanım gibi şahıslar da



zarlığı'nın İdrisköşkü mevkiinde, yüksek



dür. Hazîreye son olarak Sultan Meh-



defnedilmiş ve kabirleri türbeleştirilmiş-



dikdörtgen prizma şeklindeki yazısız taş-



m e d Reşad'ın torunu Ömer Fevzi Osmanoğlu defnedilmiştir (1986). Eyüp Mezarlığı hat sanatı ve mezarlık mimarisi yönünden fevkalâde önemlidir. Barok üslûbun ağırlığını hissettir-



B a r t l e t t ' i n E y ü p s ı r t l a r ı n d a k i m e z a r l a r ı g ö s t e r e n b i r g r a v ü r ü (Miss juiia Pardoe, The Beauties of the Bosphoms. London 1838, s .



12) ile g ü n ü m ü z Eyüp mezarlıklarından bir g ö r ü n ü ş



diği İmaret hazîresi hariç diğer mezarlık bölgelerinin t a m a m ı Osmanlı klasik mezar taşı çeşitlerinin b ü t ü n örneklerini bünyesinde barındırmaktadır. Mezarlık tesis olarak vakıf ise de günümüzde Camiikebir hazîresi ve İmaret Mezarlığı dışında kalan kısımları t a m a m e n belediyenin m ü l k ü durumundadır. Dolayısıyla dinî hizmetler yönünden



me-



zar kazıcılarından başka görevliler (âbkeş, duahan, hafız gibi) bulunmamaktadır. Bu sebeple de yaklaşık 12.000 civa-



7 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EYÜP MEZARLIĞI rındaki t a r i h î t a ş sayısı her g ü n



biraz



daha azalmaktadır.



E b ü s s u û d , Hâzin, Nesefî ve İbn Kesîr'in tefsirleri; Şahîh-i



Cezîreti'l-Arab,



İs-



tanbul 1306) ayrılmıştır. Eserin ihtiva et-



BİBLİYOGRAFYA: Fatih. Mehmed İt Vakfiyeleri ue Eyüb Vakfiyesi (Vakıflar Genel Müdürlüğü Neşriyatı), Ankara 1938; M. Orhan Bayrak, istanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar (1453-1978), İstanbul 1979, tür.yer.; Yıldız Demiriz, Eyüp'de Türbeler, Ankara 1989; Receb Akakuş, Eyyüb Sultan ue Mukaddes Emanetler, İstanbul 1993; Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Tarihi, İstanbul 1993, I, 147-384; Fazıl Ayanoğlu, "Fatih Devri Ricali Mezartaşları ve Kitabeleri", VD, sy. 4 (1958), s. 193-208; M. Mesut Koman, "İstanbul'un Bazı Önemli Eski Kabirleri", TTOK Belleteni, sy. 49, 328 (1975), s. 32-34 (ayrıca bk. diğer makaleler) (maddenin yazılmasında M. Mesut Koman ve Fazıl Ayanoğlu'nun özel notlarından da istifade edilmiştir). B



N E C D E T İŞLI



n



EYÜP SABRİ PAŞA (ö. 1308/1890)



R u m e l i ' d e Yenişehir'e bağlı Ermiye köHayatının ilk yılları



h a k k ı n d a bilgi y o k t u r . Bahriyeye i n t i s a p



Kastallânî'-



tiği k o n u l a r b a ş l a n g ı ç t a n itibaren A r a p



tâvâ



Vehbân'm manzumesi (Kayduş-şerâ'id)



özellikle M e k k e ve M e d i n e ' n i n



gibi fetva ve fıkıh kitapları; İbn Hişâm'ın



şu, gelişmesi,



kurulu-



bölgede yaşayan



Kâdîhân,



es-Sîre'si,



çeşitli



Tahtâvî'nin hâşiyesi, İbn



Ezrakî ve Faklhî'nin



kabileler, b u r a d a ortaya çıkan eski din-



tarihleri, Hulûşatü'l-veîa



ler ve p e y g a m b e r l e r , İslâmiyet'in doğu-



fa,



şu ve yayılması, M e k k e ve M e d i n e ' d e Kâ-



bülü'l-hüdâ



be, Mescid-i Nebevî ve d i ğ e r yapıların



râm,



inşası, g ö r d ü k l e r i çeşitli t a m i r l e r l e t a r i h



betü 't - dehr fî



içerisindeki yerleri ve ö n e m l e r i , burala-



el- clkdü's-semîn,



rın ziyaretine dair usul ve â d â b , Hare-



Ravzatü's



m e y n ' i n sosyal ve iktisadî d u r u m u , ö r f



Fezleke



Târîhu'l-hamîs,



,



el-Ünsü'l-celîl,



ve'r-reşâd,



Tuhfetü'l-kirâm,



-safâ,



Mekke



Vefâ'ü'l-ve-



C



acâ 3ibi



Sü-



Şifâ'ü'l-ğa-



el-Ma cûrif,



Nuh-



'1 - ber ve '1 - bahr, Bedâ cu'z-zühûr,



Fütûhu'I-



Haremeyn,



(Kâtib Çelebi) gibi t a r i h kitapla-



ve âdetler, O s m a n l ı sultanlarının Hare-



rının d a b u l u n d u ğ u altmış civarında eser-



meyn'e olan bağlılık ve hizmetleridir. Ce-



den



zîretü'l-Arab



d a h a b a ş k a birçok k i t a p t a n faydalandı-



aynı z a m a n d a A r a p yarı-



i s t i f a d e e t m i ş t i r . Ayrıca



müellifin



m a d a s ı tarih ve coğrafyası h a k k ı n d a ge-



ğı eserin m u h t e v a s ı n d a n



niş d e ğ e r l e n d i r m e l e r ihtiva e t m e k t e d i r ,



dır. S a d e bir Türkçe ile k a l e m e



alman



eser A r a p ç a



eserde m e t i n aralarında başta



Türkçe



olarak



da



neşredilmiştir



anlaşılmakta-



Miratü'l-Hare-



o l m a k ü z e r e Farsça ve A r a p ç a şiirlere,



y a z a r k e n çeşitli eserlerden fay-



z a m a n z a m a n h i k â y e ve rivayetlere d e



d a l a n m ı ş t ı r . B u n l a r a r a s ı n d a eski kay-



yer v e r i l m e k t e d i r . Ayrıca " h i k m e t , istir-



(1306). Eyüp Sabri Paşa



y ü n d e d o ğ d u . Babası Seyyid Şerîfüiislâm



Müslim,



nin B u h â r î şerhi vb. h a d i s kitapları; Fe-



y a r ı m a d a s ı n d a k i yerleşim merkezlerinin,



meyn'i



O s m a n l ı bahriye paşası, eğitimci, tarihçi ve yazar.



b. Hâc A h m e d ' d i r .



tü Medîne, İstanbul 1304), III. cildi de A r a p y a r ı m a d a s ı n a (Mir'âtü



n a k l a r yer aldığı gibi kendi z a m a n ı n a ait



d â d , t e n b i h , lahika, f â i d e , ihtar, zeyl, hâ-



incelemeler



tıra, m ü t â l a a , sûret, lâzıme, ilâve, tekmi-



de



bulunmaktadır.



Eserin



b a ş t a r a f ı n d a verilen listeden anlaşıldı-



le, m ü l â h a z a " gibi başlıklar a l t ı n d a ta-



Rûhu'l-be-



mamlayıcı ve aydınlatıcı bilgiler verilmiş-



ğ ı n a göre m ü e i l i f aralarında



yân,



et-Tefsîrü'l-kebîr,



el-Keşşâf



tir. A r a l a r ı n d a A h m e d



ile



Midhat



Efendi,



e d e r e k t e r s a n e d e n yetiştiği, çeşitli kad e m e l e r d e görev y a p t ı k t a n sonra kaym a k a m , m i r a l a y ve 1 3 0 2 ' d e (1885) mirliva r ü t b e s i n e yükseldiği, Mekteb-i Rüşdiyye-i Bahrî'de m ü d ü r l ü k ve Mekteb-i Fünûn-ı Bahriyye'de hocalık



görevinde



b u l u n d u ğ u bilinmektedir. Bir ara Muhâsebât-ı Bahriyye reisliğiyle İslahat-1 Bahriyye K o m i s y o n u ikinci reisliği y a p a n ve



^ ^ U ı >



u z u n c a bir süre d e Hicaz'da memuriyet-



] l ali v ı *Jİ v o ' V - ' 4İ>! VI -JI V o ! «dil







! J ^ - y I>a«sm (jî



n â k ü s hıristiyanların, b o r u yahudilerin, a t e ş Mecûsîler'in â d e t i o l d u ğ u için Resûlullah t a r a f ı n d a n k a b u l e d i l m e d i . An-



»ÎJUJÎİ Js(_SK-



j*-



b. Sa'iebe'ye rüyada e z a n öğretilmiş, Ab-



Js.



j>.



d u l l a h d a ertesi g ü n Hz. P e y g a m b e r ' e



Js.



^



I'JJLA!!



cak b u sırada a s h a p t a n A b d u l l a h b. Zeyd



gelerek d u r u m u h a b e r v e r m i ş t i . B u n u n üzerine Resûl-i E k r e m Bilâl'e e z a n cümlelerini e z a n d a ikişer, i k â m e t t e ise birer d e f a o k u m a s ı n ı e m r e t t i . B u a r a d a Hz. Ö m e r Resûlullah'a gelip aynı rüyayı kendisinin d e g ö r d ü ğ ü n ü , a n c a k A b d u l l a h b. Zeyd'in d a h a e r k e n d a v r a n d ı ğ ı n ı bil-



36



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



( (t^ 1 Cf



)



&



)



31



( f-J



t



l



-dil VI J l V



EZAN H a n e f î ve H a n b e l î m e z h e p l e r i e z a n d a



k i m g ö r ü ş e , M â l i k î ve Ş î a ' d a n İ m â m i y y e



g i r m e s i h a l i n d e ise b a ş t a n t e k r a r edil-



A b d u l l a h b. Z e y d ' d e n nakledilen b u la-



mezhepleriyle A h m e d b. Hanbel'den nak-



m e s i gerekir.



fızları e s a s almışlardır. Şâfıîler d e aynı



ledilen bir rivayete g ö r e e z a n



lafızları b e n i m s e m e k l e b e r a b e r müezzi-



s ü n n e t - i m ü e k k e d e d i r . Şâfiî mezhebin-



Camide okunan



nin h e r iki ş e h â d e t c ü m l e s i n i ö n c e ya-



deki bir g ö r ü ş e g ö r e farz-ı kifâye, bazı



lerde kılınacak n a m a z için ayrıca e z a n o k u n m a z . E z a n ı n d u y u l m a d ı ğ ı u z a k bir



okumak



E z a n f a r z olan n a m a z l a r için o k u n u r . ezan duyuluyorsa



ev-



n ı n d a k i k i m s e l e r i n d u y a c a ğ ı şekilde al-



H a n e f î â l i m l e r i n e g ö r e d e vâciptir. Han-



çak sesle, sonra d a y ü k s e k sesle okuma-



belîler



ezan



m e s a f e d e veya yerleşim merkezleri dı-



sı a n l a m ı n a gelen "tercî" ilâvesinin bu-



o k u n m a s ı n ı farz-ı kifâye k a b u l ederler.



ş ı n d a b u l u n a n l a r d a e z a n okurlar. Ce-



l u n d u ğ u E b û M a h z û r e rivayetini (Müs-



C u m a n a m a z ı kılınan yerleşim merkez-



n a z e n a m a z ı ile vitir, b a y r a m , teravih,



lim, "Şalât", 6; E b û Dâvüd, "Şalât", 28) ter-



leri k o n u s u n d a Mâlikîler d e b u



y a ğ m u r d u a s ı n a m a z ı ve farz-ı ayın ol-



cih etmişlerdir. Mâlikîler ve H a n e f î mez-



tedir.



ise



bir yerleşim



yerinde



görüş-



m a y a n d i ğ e r n a m a z l a r için e z a n okun-



Muham-



M â n a ve m u h t e v a s ı b a k ı m ı n d a n e z a n



m a z . Farz n a m a z l a r dışında g ü n e ş tu-



m e d ise A b d u l l a h b. Z e y d ' d e n gelen di-



h e m n a m a z h e m d e İslâm için bir çağ-



t u l m a s ı vb. sebeplerle c e m a a t l e kılınan



ğ e r bir rivayeti ve M e d i n e halkının uy-



rıdır. Yani e z a n vasıtasıyla i n s a n l a r bir



h e b i n d e n E b û Y û s u f ile İ m a m



gulamasını esas alarak tekbirin ezanın



taraftan namaza



b a ş ı n d a d a iki d e f a o k u n a c a ğ ı n ı söyle-



r a f t a n İ s l â m ' ı n ü ç t e m e l ilkesini oluş-



mişlerdir.



t u r a n Allah'ın varlığı ve birliği, Hz. Mu-



İ k â m e t sözleri d e e z a n d a o l d u ğ u gi-



çağrılırken d i ğ e r ta-



h a m m e d ' i n O ' n u n elçisi o i d u ğ u ve asıl



b i d i r ; a n c a k b u r a d a , "Hayye ale'l-felâh"-



k u r t u l u ş u n (felah) â h i r e t



t a n s o n r a "Kad k â m e t i ' s - s a l â h " (namaz



b u l u n d u ğ u gerçeği a ç ı k l a n m ı ş olur. Yer



mutluluğunda



başlamıştır) c ü m l e s i iki d e f a t e k r a r edilir



küresinin



(bk. İKÂMET). Şiîler'de ise, "Hayye ale'l-



ve k e n d i çevresinde d ö n ü ş ü ile n a m a z



f e l â h " t a n s o n r a "Hayye alâ hayri'l-ame!"



vakitlerinin



(amelin hayırlısına geliniz) cümlesi ilâve edi-



lundurulduğu



lerek iki d e f a t e k r a r l a n ı r . Şiî kaynakları-



meskûn



n a g ö r e b u i b a r e b a ş l a n g ı ç t a e z a n met-



defa



güneş



karşısındaki



oluştuğu



göz



takdirde



konumu



önünde



ezanın



Salâte (es-salâtü) c â m i a t e n " (cemaatle namaza geliniz) diye çağrılmışlardır (Buhâ-



rî, "Küsûf",



3, 8 ; Müslim, "Küsûf",



4). Yeni



d o ğ a n b e b e ğ i n s a ğ k u l a ğ ı n a h a f i f sesle e z a n , sol k u l a ğ ı n a d a i k â m e t



okumak



m e n d u p t u r (Ebû Dâvüd, "Edeb", 108; Tirmizî, " E d â h î " , 17).



bu-



M ü e z z i n i n sesinin g ü r ve g ü z e i olma-



müslümanlarla



sı, ezanı a y a k t a ve y ü k s e k ç e bir yere çı-



olan her n o k t a d a g ü n d e



okunan



n a m a z l a r için Hz. P e y g a m b e r z a m a n ı n d a e z a n o k u n m a m ı ş , m ü s l ü m a n l a r , "es-



kesintisiz



beş



kıp dinleyenlerin t e k r a r ı n a i m k â n vere-



devam



cek şekilde y a v a ş o k u m a s ı , sesin d a h a



n i n d e yer a l m a k t a iken Hz. Ö m e r , m ü s -



ettiği, b u ilâhî m e s a j ı n g ü n ü n h e r anın-



g ü ç l ü ç ı k m a s ı n a yardımcı olacağı için şe-



l ü m a n l a r ı n d a h a ç o k n a m a z a y ö n e l i p ci-



d a y e r y ü z ü n d e n y ü k s e l d i ğ i anlaşılır. Hz.



h â d e t p a r m a k l a r ı n ı n uçlarını kulakları-



h a d ı t e r k e t m e m e l e r i için o n u m e t i n d e n



Peygamber'den



n a g ö t ü r m e s i veya ellerini kulaklarının



ç ı k a r m ı ş t ı r (Bahrânî, VII, 438). Şiî çevre-



dis ezanın m â n a ve ö n e m i n i dile getir-



üzerine koyması, kıbleye yönelmesi, "Hay-



lerde ikinci ş e h â d e t c ü m l e s i n d e n s o n r a



m e k t e ve ezan o k u m a n ı n faziletlerini be-



ye



iki d e f a o k u n a n , " E ş h e d ü e n n e Aliyyen



l i r t m e k t e d i r (meselâ bk. Buhârî, "Ezân",



"Hayye a l e ' l - f e l â h " d e r k e n d e sola çe-



veliyyullah" (Ali'nin Allah'ın dostu olduğuna



4, 9; Müslim, "Şalât", 14-18; E b û Dâvüd,



virmesi, dinî hassasiyet sahibi ve abdestli



şehâdet ederim) veya, " E ş h e d ü e n n e Aliy-



"Şalât", 60).



olması müstehaptır.



yen e m î r ü ' l - m ü ' m i n î n e h a k k a n " (meşrû devlet başkanının Ali olduğuna şehâdet ederim) gibi ifadeler Şîa'nın m e ş h u r ve sahih rivayetlerinde yer a l m a z ve e z a n ı n sözlerinden



sayılmaz.



Bununla



birlikte



b u c ü m l e l e r i n o k u n m a s ı Şiî âlimleri aras ı n d a fiilî bir t a s v i p g ö r m ü ş v e yaygınlık kazanmıştır.



nakledilen



birçok



ha-



ale's-salâh"



derken



yüzünü



sağa,



sonra



Ezanı işiten bir m ü s l ü m a n m ü e z z i n i n



okunmalıdır; vaktinden önce okunursa



sözlerini o n d a n s o n r a t e k r a r eder. An-



Ezan



namaz



vakti



girdikten



iadesi gerekir. H a n e f î ve Şâfiîler'e g ö r e



cak, "Hayye ale's-saiâh" ve "Hayye ale'l-



e z a n ı n sahih o l m a s ı için niyet ş a r t de-



f e l â h " t a b u n l a r ı n yerine "Lâ havle veiâ



ğildir; Mâlikî ve Hanbelîler ise niyeti ş a r t



k u v v e t e illâ billâh" (bütün değişimler, bü-



koşarlar. Ayrıca e z a n A r a p ç a sözleri ve



tün güç ve hareket Allah'ın iradesiyle müm-



bilinen tertibiyle o k u n m a l ı d ı r . H a n e f î ve



kündür) cümlesini t e k r a r eder. Sabah eza-



Hanbelîler'e göre ezanın A r a p ç a ' d a n baş-



n ı n d a ilâve edilen, "es-Salâtü h a y r u n mi-



k a bir d i l d e o k u n m a s ı câiz değildir. Şâ-



n e ' n - n e v m " c ü m l e s i n e de, " S a d a k t e ve



hutbe-



fiî m e z h e b i n e g ö r e ise A r a p ç a b i l m e y e n



berirte" (doğru ve haklı söyledin) diye kar-



d e n ö n c e bir iç e z a n o k u n u r d u . Hz. Os-



yabancıların ezanı ası! şekliyle okuyabi-



şılık verilir. Ezan o k u n d u k t a n sonra özür-



man



len birinin b u l u n m a m a s ı h a l i n d e k e n d i



süz olarak n a m a z k ı l m a d a n c a m i d e n çık-



Hz. P e y g a m b e r ve ilk iki halifesi zamanında



cuma



günleri sadece



devrinden itibaren c u m a



namazı



için h a l k ı n ö n c e d e n uyarılması amacıyla n a m a z v a k t i gelince dışarıda d a



ezan



o k u n m a y a başlandı.



dillerinde e z a n o k u m a l a r ı



mümkündür.



Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî m e z h e p l e r i n e gö-



m a k Hanbelîler'e g ö r e h a r a m , Şâfiîler'e göre de mekruhtur.



re e z a n d a t e r t i p v â c i p t i r ; sözlerinin sı-



E z a n ı n b i t i m i n d e n s o n r a Hz. Peygam-



İslâm'ın şiârı ve m ü s l ü m a n varlığının



rası değiştirildiği t a k d i r d e yeni b a ş t a n



ber'in ö ğ r e t t i ğ i ve ş e f a a t i n e vesile ola-



s e m b o l ü o l a r a k k a b u l edilen ezanı ter-



o k u n m a s ı gerekir. Tertibi s ü n n e t s a y a n



cağını h a b e r verdiği ş u d u a o k u n u r : "Al-



k e t m e h u s u s u n d a söz birliği içinde bu-



Hanefiler'e g ö r e ise sıranın



l â h ü m m e rabbe



lunan m ü s l ü m a n



bölge



y e r d e n a l ı n a r a k d e v a m edilir. Ezanı er-



m e ve's-salâti'i-kâime âti M u h a m m e d e n



h a l k ı n a karşı b a ş k a bir ç ö z ü m şekli bu-



ginlik veya t e m y i z ç a ğ ı n a g e l m i ş bir kim-



el-vesîlete ve'l-fazîlete v e ' b ' a s h ü m a k â -



l u n a m a d ı ğ ı t a k d i r d e savaş



açılmasının



se o k u m a l ı d ı r . Gayri m ü m e y y i z ç o c u ğ u n



m e n mahmûdeni'llezî vaadteh" ( v j



g e r e k t i ğ i n e d a i r i t t i f a k h a l i n d e o l a n İs-



o k u y a c a ğ ı e z a n geçersizdir. Ayrıca m ü -



a„..jiı



l â m h u k u k ç u l a r ı e z a n ı n d i n î h ü k m ü ko-



ezzinin e z a n sırasında k o n u ş m a s ı mek-



. j j t j ı^jll hj^se* Ütü*



n u s u n d a farklı g ö r ü ş l e r ileri sürmüşler-



ruhtur. Çokça k o n u ş m a veya u z u n c a sus-



kemmel davetin ve dâimî çağrının (veya kı-



dir. H a n e f î ve Şâfiî m e z h e p l e r i n d e k i hâ-



m a suretiyle e z a n sözleri a r a s ı n a fasıla



lınacak namazınl rabbi olan Allahım! Mu-



bir şehir veya



bozulduğu



ol



hâzihi'd-da'veti't-tâm-



s^uıı



j



^



^siıjı sj&JJI o^a



iîl v H j



Ey bu mü-



37 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZAN hammed'e sana yaklaştırın her türlü vesileyi ihsan et, onu faziletlerle donat. Onu -Kur'ân-ı Kerîm'inde- vaad ettiğin övgü makamına yücelt IBuhârî, "Ezân", 8|). Ezanla ilgili h ü k ü m l e r fıkıh



kitapları



içinde ayrı bir b ö l ü m d e ele alınmakla birlikte b u k o n u d a bazı â l i m l e r



müstakil



eserler d e telif etmişlerdir. B u n l a r ara-



Kitâ-



sında Ebü'ş-Şeyh'in (ö. 369/9791



bul-Ezân,



A b b â d b. S e r h â n el-Meâfirî'-



nin Risâle



ue'l-luğa



fi'l-ezân



IResâ'ilü



fi'l-fıkh



içinde, nşr. Abdullah el-Cübürf,



k i t a b ı n d a yer alan " V a t a n " şiirinde, "Bir



Ma'lûmat ve Hâlisâne Bazı Temenniyât", SR. X/236 (1329), s. 29-31; Abdurrahman b. Muhammed el-Cezîrî, el-Fıkh 'alel-mezâhibi'T erba'a. Kahire 1392, I, 310-326; Abbâd b. Serhân el-Meâfirî, Risâle fi'l-ezân {Resâ'ilü fi'lfıkh vei-luğa içinde, nşr. Abdullah el-Cübûrî), Beyrut 1982, s. 32-90; Zühaylî. el-Fıkhü'l-İslâmî, I, 533-562; Ebû Hâtim Usâme b. Abdüllatîf el-Kavsî, Kitâbul-Ezân, Kahire 1408/1987; Abdülhay el-Kettânî. et-Terâtîbü'l-idâriyye lÖzeli. I. 142, 156-162; II, 242; Th. W. Juynboll, "Ezân", İA, IV, 429-430; a.mlf.. "Adhân", El2 ling.I. I. 187-188; "Ezân", Mu. Fİ, (V. 187-221; "Ezân", Mu. F. II, 357-373.



ü l k e ki c a m i i n d e Türkçe ezan o k u n u r / Köylü anlar m â n a s ı n ı



ABDURRAHMAN



Kur'an



C



cılâ sıhhati



E m î r es-San'ânî'nin Teşnîiul-âzân



esrâri'l-ezân



bi-



dönemlerinde,



özellikle



ifade etmiştir.



el-Habeşî, Beyrut 1407/19871 adlı eser-



l ü k cereyanının ve b u n a bağlı olarak dil-



leri zikredilebilir. Mısırlı e d i p ve d ü ş ü n ü r



de sadeleşme akımının



A b b a s M a h m û d el-Akkâd,



Dâ zi's-semâ 3



ortaya



G e n ç Kalemler



dergi-



r e s i n d e geliştirdiği bu görüşlerini d a h a



Türkçülüğün



Esasları'nda



(An-



kara 1339) t o p l a y a n G ö k a l p i b a d e t dilinin Türkçeleştirilmesi fikrini b u kitabın-



II.



M e ş r u t i y e t i t a k i p e d e n yıllarda Türkçü-



diyerek



s i n d e y a y ı m l a n a n ilk şiiri "Turan" çev-



Ezanın Türkçeleştirilmesi. O s m a n l ı Devleti'nin son



herkes



çe o k u n m a s ı g e r e k t i ğ i n i açık bir şekilde



ÇETIN



Inşr. Abdullah M u h a m m e d



büyük



lu işte senin orasıdır v a t a n i n "



sonra



cezmi'l-ezân,



okunur / Küçük



Türk v a t a n ı n d a ezanın ve Kur'an'ın Türk-



Beyrut 1982, s. 37-851, Kâdî İyâz'm Naz-



mü'l-burhân



duâ-



bilir b u y r u ğ u n u H u d a ' n ı n / Ey T ü r k oğ-



m m



namazdaki



nın... / / Bir ü l k e ki m e k t e b i n d e Türkçe



da da tekrarlamıştır. Gökalp'in T ü r k ç ü l ü k y ö n ü n d e k i genel



çıkma-



fikirleri çerçevesinde e z a n d a dahil ol-



s ı n d a n s o n r a i b a d e t dilinin Türkçeleşti-



m a k ü z e r e i b a d e t dilinin Türkçeleştiril-



adlı



rilmesi d o ğ r u l t u s u n d a g ö r ü ş l e r ileri sü-



mesiyle ilgili görüşleri C u m h u r i y e t dö-



eseri içinde (Kahire 1945) e z a n a d a bir



r ü l m e y e b a ş l a n m ı ş , bu g ö r ü ş l e r arasın-



n e m i n d e h a r a r e t l e b e n i m s e n d i . 1 9 2 8 yı-



b ö l ü m ayırmıştır. D i k k a t e d e ğ e r



da bilhassa ezanın Türkçeleştirilmesi ge-



lında A t a t ü r k ' ü n isteği ü z e r i n e Dârülfü-



Bilâl



b. Rebâh:



mü'ezzinu



r-Resûl



edebî



bir güzellik taşıyan b u b ö l ü m İngilizce'ye



rektiği düşüncesi önemli t a r t ı ş m a l a r a yol



n u n m ü d e r r i s i İsmail Hakkı (Baltacıoğlu)



çevrilerek y a y ı m l a n m ı ş t ı r (Lahore 1978).



açmıştır. E z a n ı n Türkçeleştirilmesi fikri



t a r a f ı n d a n İlâhiyat Fakültesi



ve'l-



m u h t e m e l e n ilk d e f a Ziya G ö k a l p tara-



ler m e c l i s i n d e g ö r ü ş ü l m e k ü z e r e bir ıs-



(Kahire 1970) ve Seyyid Ab-



f ı n d a n 1918'de ortaya atılmıştır. G ö k a l p



l a h a t lâyihası hazırlandı. G ü n d e m e alın-



el-Ezân



1 9 0 8 ' d e Osmanlılık idealini t a ş ı d ı ğ ı dö-



dığı h a l d e m ü d e r r i s l e r meclisinde -kesin



(Necef 1972) adlı risâle-



n e m d e yazdığı (Tansel, s. XVIl-XIX) "Ezan"



o l a r a k b i l i n m e m e k l e beraber- görüşül-



leriyle E b û H â t i m Ü s â m e b. A b d ü l l a t î f



adlı şiirinde ezanı " b ü y ü k asrın (Asr-ı sa-



m e d i ğ i anlaşılan, d a h a sonra basına d a



el-Kavsî'nin Kitâbul-Ezân



adet) sesi"



intikal



Ayrıca



mü'



Lebîb es-Saîd'in



ezzinûn



dürrızâ



Hüseyin



vel-mü'ezzin



el-Ezân



el-Celâiî'nin



(Kahire 1408/



olarak



nitelendirmiş,



onun



ettirilen



"İlâhiyat



müderris-



Fakültesi'nce



1987) adlı eseri b u k o n u d a k a l e m e alın-



dinî, t a r i h î ve İslâm d ü n y a s ı için evren-



Hazırlanan Lâyiha" başlıklı b u



m ı ş d i ğ e r çalışmalardır.



sel m â n a s ı n ı , " O k u n u r k e n ezan sanır her



(Vakit, nr. 3753, 20 Haziran 1928'den nak-



BIBLIYOGRAFYA : Lisânul-cArab, "ezn" md.; Tehânevî, Keşşaf, "ezn" md.; VVensinck, el-Mu'cem. "ezn" md.; Miftâhu künüzi's-sünne, "ezân" md.; Müsned, II, 136, 366, 411 ; III, 29, 169; IV, 42, 43, 81, 95, 284; V, 171, 179; Dâriml, "Şalât", 3-12; Buhârî, "Ezân", 1-19, "Küsûf", 3, 8; Müslim, "Şalât", 1-18, "Küsûf", 4; İbn Mâce, "Ezân", 1-7; Ebû Dâvüd, "Şalât", 3, 27-45, 60, "Edeb", 108; Tirmizî, "Şalât", 25, 139-158, "Edâhî", 17; Nesâî, "Ezân", ] -41; İbn Hişâm, es-Sîre, il, 154; İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 246; Ebû Ca'fer et-Tûsî, el-Mebsüt fî fıkhi'l-İmâmiyye, Tahran 1387, I, 95-99; Serahsî, el-Mebsüt, I, 127; Merginânî, et-Hidâye, istanbul 1986, 1, 41; ibn Kudâme, el-Muğnî (Herrâs), I, 402-431; Nevevî, Şerhu Müslim, IV, 75; İbnü'l-Hâc el-Abderî, el-Medhal, Kahire 1981, II, 241-245; III, 52; Makrîzî, el-Hıtat, II. 269-273; İbn Hacer, Fethul-bârîtHatîb), II, 62; Aynî, 'Umdetul-kârî, Kahire 1348, V, 101; Tecrid Tercemesi, II, 551-557; Şirbînî, Muğni'Tmuhtâc, I, 133-142; Emîr es-San'ânî, Teşnîfü'TSzân bi-esrâri'l-ezân (nşr. Abdullah Muhammed el-Habeşî), Beyrut 1407/1987; Bahrânî, el-Hadâ'iku'n-nâdire (nşr. Muhammed TakI el-îrevânî), Beyrut 1405/1985, VII, 403-404, 438; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtar tl 41 'm 3 Ut/ııı 2? t. i !î«ı : 1!C1



' ARAPÇA EZAN TASARİSİ Meclis, A r a k a Ezan Yasağını Kaldırdı BUGÜN MECLİSE VERİLİYOR C. H . P. milletvekilleri ekD. Parti Grupu, ezanın Arapça okunmasına ittifakla karar verdi. Adnan Menderes, C.H. Partisinin• cevap verdi



, , k a n u n u tasvibvekfiljulı-l tiler î'i'Ke bek] e ıımt'dik arasında



rom;uı



40 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



sılmelı-r elli



EZAN mensupları haricinde kalanlardan Arap-



ı.o.



ça ezan ve k a m e t okuyanlar hakkında ceza verilmesine



imkân



Diyanet î ş l e r i B a ş k a n l ı ğ ı Y a z ı î ş l e r i v e Evrak Md.lüğü Sayı 6715



olmadığından



Arapça ezan okuyanların görevli olsun



23.6.1950 ,



2- /



olmasın k a n u n d a sûret-i m a h s û s a d a ceMüftülüğüne



zalandırılmasına l ü z u m hâsıl o l m u ş t u r " denilmesinden, Arapça



ezanın



özellikEzan v e Kametin sadece b i r i l a n d e ğ i l , namaz v a k i t l e r i n d e



le görevliler dışındaki kişilerce okunma-



v e Peygamber t a r a f ı n d a n t a k r i r edilmiş olan hususî l a f ı z l a r l a v e namaz



ya devam edildiği anlaşılmaktadır. Ayrı-



v a k i t l e r i n i n g i r d i ğ i n i b i l d i r e n b i r i ' l a m v e i l â n olduğu i l m î v e



ca, "Arapça lisanının eski zihniyete, es-



b i r h a k i k a t t i r , Kitap v e Sünnetle



E l f a z ı mahsusa, Ezanın rüknü ve s ı h h a t i n i n ş a r t ı



ki an'anelere bağlayan tesirinden halkı



-tercüme i l e de o l s a ,



gerektiğinin belirtilmesi de d i k k a t çe-



itibar



yoktur.



Damamile d i n i b i r ibadet mevzuu olan Ezan v e Kameti şeklinden ç ı k a r ı p şu veya bu d i l l e okumaya



kicidir. Ezan



Ezanın aslî şekliyle o k u n m a s ı suç ha-



ve kametin



line getirildikten sonra gazetelerle hâtı-



aslî sekliyle



ralara intikal eden bilgilerden, ceza uytarların ü ç d ö r t k a t m a k a d a r çıkarıldığı, dayak gibi yıldırıcı polisiye tedbirle-



olduğuna



göre hususî l a f ı z l a r ı n d a n b a ş k a s i l e okunan, ezana, v e l e v en doğru b i r



k u r t a r m a k için" bu k a n u n u n çıkarılması



gulamalarının k a n u n d a öngörülen mik-



dini



sabittir.



okunması yasağının kaldırılmasından sonra müftülüklere gönderilen



rin sürdürülmesinin yanında aylarca akıl



resmî



hastahanelerine k a p a t m a gibi cezalan-



tamimin



dırmalara başvurulduğu da öğrenilmek-



sûreti



asli



z o r l a y ı c ı hükümlerin, Ezan



ve Kameti din l i s a n i l e okumak yasağının ahiren B . M i l l e t



Meclisince



k a l d ı r ı l m a s ı h a d i s e s i n i n vatandaşlar üzerinde husule g e t i r d i ğ i büyük f e r a h l ı k v e hoşnutluk, yurdun muhtelif b ö l g e l e r i n d e n g e l e n y a z ı l a r d a açıklanmaktadır. Bu y » l d a y a p ı l a n t e b l i g a t ü z e r i n e ,



ilçenizde hasıl



durum hakkında b i l g i v e r i l m e k l e beraber hangi gun v e v a k i t t e n



olan itibaren



t a t b i k a t a b a ş l a d ı ğ ı n ı n ve Ezanı, kendisine mahsus olan usul ve d i n i sanla okumayı bilmiyen müezzinler bulunup bulunmadığının, şayet



li-



böyle-



l e r ! varsa bu hususta ne g i b i t e d b i r l e r a l ı n d ı ğ ı n ı n b i l d i r i l m e s i



lüzu-



mu ehemmiyetle beyan » l u n u r . Diyanet î ş l e r i



Başkanı



A. Hamdi Akseki



(İSAM



tedir (Ceylan, III, 376-398).



Dokümantasyon



Bernard Lewis, ibadet diline yapılan



Servisi, Dosya



bu m ü d a h a l e n i n diğer laiklik uygulama-



nr. 51202)



larına göre d a h a geniş bir halk tepkisine sebep o l d u ğ u n u belirtir ( Modern Tür-



ğ u da akıl hastahanelerine



kiyenin Doğuşu, s. 411). Ancak b ü t ü n bu



rek uzun m ü d d e t oralarda tutuluyordu



ezanı Türkçe o k u t m a k , vatandaşın din



baskılara r a ğ m e n ülkenin birçok yerin-



(Jaschke, s. 46; Tunaya, s. 204).



ve vicdan hürriyetini herhangi bir şekil-



gönderile-



yıldığı belirtilerek, "Çeşitli gerekçelerle



Demokrat



de kısmen veya t a m a m e n m a h k û m et-



vam edilmiştir. 1941'den itibaren çeşitli



Parti'ye yönelmesinin ardından bu ko-



m e k ve bu hususu k a n u n î ceza tesbit-



tarikatlar ve dinî gruplar da y u r d u n her



n u d a h ü k ü m e t t e n bazı tâvizlerin kopa-



leri altında b u l u n d u r m a k d o ğ r u olmaz"



yerinde gittikçe artan bir şekilde Arap-



rıldığı görülmektedir. Nitekim



de ezanın aslî şekliyle o k u n m a s ı n a de-



1946 seçimlerinde halkın



Diyanet



deniliyor ve gerekçe şu h ü k ü m l e sona



İşleri Başkanlığı'nın 2 2 Eylül 1948 ta-



eriyordu: "Bütün bu m ü l â h a z a ve sebep-



lerdir. Bu m ü c a d e l e d e Ticâniyye tarikatı



rihli bir t a m i m i n d e "mevlidlerde, h a t i m



lerden başka m ü s l ü m a n Türkler'e se-



şeyhi M. Kemal Piiavoğlu ve Ankara'da-



duası esnasında, bayram namazı ve gün-



bepsiz yere m â n e v î huzursuzluk veren



ki halifesi A b d u r r a h m a n Balcı'nın bağlı-



lerinde



böyle bir yasağın demokrasi ile idare olu-



larıyla ö r g ü t l ü bir m ü c a d e l e y ü r ü t e r e k



Arapça olmasının 4055 sayılı Arapça ezan



n a n bir devlet nizamı içinde yer alabil-



ön plana çıktıkları görülmektedir. Özel-



ve k a m e t i n m e m n u i y e t i k a n u n u n u n şü-



mesi de müstahildir. Fıkranın tayyı müs-



ça ezan o k u m a mücadelesine girişmiş-



okunması



gereken



tekbirlerin



likle 1946 yılından itibaren sistemli ve



m u l ü n e girmediği, İçişleri Bakanlığı ile



l ü m a n Türkler'e m u h a k k a k bir huzur ve



y o ğ u n bir şekilde camilerde ve çeşitli



yapılan g ö r ü ş m e ve yazışmalar netice-



vicdan rahatlığı verecektir" (15 Haziran



yerlerde bu tarikata bağlı, halk arasın-



sinde başkanlığın bu konudaki görüşle-



1950 tarihli, Türk Ceza K a n u n u n u n 526.



da "ezan delileri" olarak t a n ı n a n insan-



rinin kabul edildiği" belirtilmektedir.



maddesinin değiştirilmesi hakkında TBMM



ların her vesileyle Arapça ezan okumaları dikkati çekmeye başladı.



Arapça ezan o k u m a yasağının kaldırıl-



Nitekim



ması amacıyla 1950 seçimlerinden son-



bunların 4 Ş u b a t 1949 C u m a g ü n ü Tür-



ra yoğun bir çalışma başlatıldı. Ceza ka-



kiye Büyük Millet Meclisi dinleyici loca-



n u n u n d a n ilgili fıkrasının çıkarılması için



sında, bir millî m a ç t a Dolmabahçe Stad-



31 Mayıs 1950 tarihinde Tokat Millet-



y u m u ' n d a , Beyoğlu'nda bir s i n e m a d a ve



vekili A h m e t Gürkan, 2 Haziran 1950'-



Ankara valisinin h u z u r u n d a ezan oku-



de Kayseri Milletvekili İsmail Berkok ve



dukları, ayrıca Eskişehir'de yine aynı ta-



on üç arkadaşı, 14 Haziran 1950 tarihin-



başkanlığına sunulan teklifin gerekçesi S. sayısı: 3 / 1 / 9 , 2 / 6 , 7 TBMM Kütüphanesi Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü). B u n u n üzerine Ceza K a n u n u ' n u n



526.



m a d d e s i n d e gerekli değişiklikler yapılarak 16 Haziran 1 9 5 0 ' d e R a m a z a n arefesinde ezanın Arapça okunması serbest bırakıldı.



rikata m e n s u p bir g r u p askerin çeşitli



de de Başbakan Adnan Menderes hükü-



Bu d u r u m , Diyanet İşleri Başkanı Ah-



camilerde ezanın aslî şeklini



metince Türkiye Büyük Millet Meclisi'-



m e t H a m d i Akseki'nin imzasını taşıyan



basın organlarına intikal eden haberler-



ne çeşitli k a n u n teklifleri sunuldu. Bu



2 3 Haziran 1950 tarih ve 6 7 1 5 sayılı ta-



den ve çeşitli hâtıralardan öğrenilmek-



tekliflerin gerekçesinde daha önceki hü-



mimle bütün müftülüklere resmen tebliğ



tedir. Öte y a n d a n h ü k ü m e t de t a k i p t e n



k ü m e t ç e yapılan uygulamanın yanlış ol-



edildi. Bu tarihî metinde, "Elfâz-ı mah-



vazgeçmiyor, Arapça



okuyanlara



d u ğ u , ceza k a n u n u n a h ü k ü m konulma-



sûsa ezanın r ü k n ü ve sıhhatinin şartı ol-



hapis ve para cezaları veriliyor, birço-



sının din ve vicdan hürriyetine baskı sa-



d u ğ u n a göre hususî lafızlarından baş-



ezan



okuduğu



41 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZAN kası ile o k u n a n ezana velev en d o ğ r u bir



şı verdiği m ü c a d e l e ve y a s a ğ ı n k a l k m a -



lar" adlı şiiri gelir. İki b ö l ü m d e n



t e r c ü m e ile d e olsa itibar y o k t u r . Tama-



s ı n d a n d u y d u ğ u engin m u t l u l u k anlatıl-



d a n a gelen b u şiirin ilk b ö l ü m ü n d e şair



mıyla dinî bir i b a d e t m e v z u u olan e z a n



maktadır.



ve k a m e t i aslî ş e k l i n d e n çıkarıp şu veya bu dille o k u m a y a zorlayıcı h ü k ü m l e r i n , e z a n ve k a m e t i



din



lisanıyla



okumak



y a s a ğ ı n ı n ahîren B ü y ü k Millet Meclisi'nce kaldırılması hadisesinin



vatandaşlar



ü z e r i n d e h u s u l e getirdiği b ü y ü k ferahlık ve h o ş n u t l u k y u r d u n m u h t e l i f bölgelerinden gelen yazılarda



açıklanmakta-



dır" şeklinde bir t e s b i t e yer verilmesi. Diyanet t e ş k i l â t ı n ı n ve halkın on sekiz yıl k a d a r s ü r e n b u y a s a k ve baskılara karşı tavırlarının anlaşılması b a k ı m ı n d a n önemlidir. T a m i m i n



son



paragrafında,



"Bu yolda yapılan t e b l i g a t ü z e r i n e ilinizd e / ilçenizde hâsıl olan d u r u m hakkınd a bilgi verilmekle b e r a b e r h a n g i



gün



ve v a k i t t e n itibaren t a t b i k a t a başlandığının ve ezanı, k e n d i s i n e m a h s u s usul ve dinî lisanla o k u m a y ı



olan



bilmeyen



m ü e z z i n l e r b u l u n u p b u l u n m a d ı ğ ı n ı n , şay e t böyleleri varsa b u h u s u s t a n e gibi t e d b i r l e r alındığının bildirilmesi l ü z u m u e h e m m i y e t l e beyan o l u n u r " Diyanet c â m i a s ı n ı n düştüğü



durumu



bu



denilmesi,



dönemde



göstermesi



içine



bakımın-



d a n d i k k a t çekicidir. Y a s a ğ ı n k a l k m a s ı y l a birlikte r a m a z a n ayında



minarelerden yükselen



b ü y ü k bir sevinçle k a r ş ı l a n m ı ş ,



ezanlar selâtin



camilerinin m i n a r e l e r i n d e çifte e z a n l a r ve salâlar o k u n m u ş , s a b a h ezanlarını dinl e m e k için camilerin e t r a f ı n d a toplananların secdeye k a p a n ı p yeri ö p t ü k l e r i görülmüştür. banlar



Ülkenin her t a r a f ı n d a



kesilmiş,



zamanın



e z a n n a ğ m e l e r i y l e inleyen g ö k y ü z ü alt ı n d a u y a n a r a k g ü n e b u ilâhî s a d a n ı n



BIBLIYOGRAFYA: Kanun Lâyihaları, TBMM Kütüphanesi Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü, nr. 186, 1/78, 3 / 1 / 9 , 2 / 6 , 7; Düstûr, Üçüncü tertip, XXII, Ankara 1941, s. 418; Ziya Gökalp, Yeni Hayat, İstanbul 1918; a.e.-Doğru Yol (haz. Müjgan Cunbur), Ankara 1976, s. 11; Türkiye Maarif Tarihi, V, 1938-1967; Ali Fuad Başgil. Din ve Laiklik (istanbul 1954), İstanbul 1985, s. 17-18, 133-134, 190-192; Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler, İstanbul 1967, s. 340; G. Jaschke, Yeni Türkiye'de islâmlık (trc. Hayrullah Örs), Ankara 1972, s. 4547; Cemal Granda, Atatürk'ün Uşağı idim, İstanbul 1973, s. 259-260; Sadık Albayrak, Türkiye'de Din Kavgası, İstanbul 1973, s. 262; Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1918-1938, Ankara 1983, s. 476, 479, 530, 531, 543, 544, 546; B. Levvis, Modern Türkiyenin Doğuşu (trc. Metin Kıratlı), Ankara 1984, s. 411; Fevziye Abdullah Tansel, Ziya Gökalp Külliyatı - 1 Şiirler ue Halk Masalları, Ankara 1989, s. XVI1-X1X, 100-101, 243; Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Akımı, |İstanbul| 1991 (Simavi Yayınları), s. 204; Hasan Hüseyin Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din / Devlet İlişkileri, Ankara, ts., II, 425-428, 505-511; III, 369400; M. Ertuğrul Düzdağ, Düşman Acımaz, İstanbul 1994, s. 77-89; a.mlf., "Ezan - 1932", Milli Gazete, İstanbul 9 Kasım 1993; Tâhirülmevlevî, "Ezan Hakkında Malumat ve Halisane Bazı Temenniyat", SR, X/236 (1329), s. 29-31; Ayas, "Mürteciler Karşısında Din", Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası, sy. 5, İstanbul 1334, s. 36; "Ezan Hakkında Kanun", SR, IV/82 (1950), s. 100-106; "Büyük Millet İnkılâbı Karşısında", a.e., IV/84 (1950), s. 140141; Yusuf Ziya Çağlı, "Ezan Meselesi Hakkında", a.e., XIII/320 (1961), s. 307-308; Abdülkadir İnan, "Hafız Yaşar ve Türkçe Ezan", TK, VI/62 (1968), s. 131-132; "Ezan", TA, XVI,



hükümetine



S



HALIS A Y H A N — MUSTAFA



UZUN



yüreklere bile tesir e d e n ney sesine, minareleri d e sûr-ı İsrâfîl'e benzetir. Mehm e d  k i f ezanın din, v a t a n ve millet için t a ş ı d ı ğ ı değeri ayrıca İstiklâl Marşı'nın, "Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli / Ebedî y u r d u m u n ü s t ü n d e b e n i m inlemeli" m ı s r a l a r ı n d a ortaya k o y m u ş t u r . Tevfik Fikret'in, "Allâhü ekber... Allâh ü ekber... / Bir samt-ı ulvî güyâ t a b î a t / H â m û ş h â m û ş eyler i b â d e t " mısralarıyla b a ş l a y a n " S a b a h E z â n ı n d a " adlı on iki m ı s r a l ı k şiiri s a b a h e z a n ı n d a n alınan ilh a m ı a k s e t t i r e n g ü z e l bir ö r n e k t i r . Tevf i k Fikret'in dinî hislerinin kuvvetli olduğu



gençlik yıllarında yazdığı b u



şiirde



dini t a b i a t t a hissedilen bir t a b l o gibi canlandırma



duygusu



açıkça



görülmekte-



dir. Hayatının sonlarına d o ğ r u M e h m e d A k i f ' e reddiye o l a r a k yazdığı ü n l ü "Molla Sırât'a" adlı şiirinde ise, "Ben d e âşıkt ı m e z a n n a ğ m e s i n e / Bir k o ş a r d ı m ki o Allah sesine" beytinde o l u m s u z bir ifadeyle d e olsa ezanın k e n d i ü z e r i n d e bır a k t ı ğ ı etkiyi b e l i r t m e k t e d i r . Ahmed



Hâşim,



ilk eserlerinden



biri



olan "Allâhü E k b e r " adlı d ö r t kıtalık şiirinde bir s a b a h vaktini tasvir e t t i k t e n s o n r a o k u n m a y a b a ş l a n a n ezanları anlatır ve şöyle d e r : "O d e m d e nûr-ı hidâyet, sadâ-yı y e z d â n î / E d e r b u



rûhumu



sin-i â l e m olup g ö z ü m d e n u z a k / Sücûd-ı ş ü k r ile t e r k e y l e r i m b u dünyâyı".



ve m i l l e t meclisine t e b r i k ve t e ş e k k ü r



s.



rehberliğiyle başlayan m ü s l ü m a n l a r ı tasvir eder. İkinci b ö l ü m d e e z a n sesini t a ş



mevküf-ı vecd ü i s t i ğ r â k / B ü t ü n mehâ-



kur-



telgrafları g ö n d e r i l m i ş t i r {SR, IV/82,



mey-



E D E B İ Y A T . Divan edebiyatı saha-



Ezanın t o p l u m hayatında taşıdığı mâ-



başba-



sına ait eserlerde e z a n h a k k ı n d a müs-



n a ü z e r i n d e ayrı bir d i k k a t ve ilgiyle du-



kanı ve bazı bakanları, ezanın aslî şek-



takil şiirlere r a s t l a n m a m a k l a birlikte ko-



r a n Yahya Kemal, "Emr-i b ü l e n d s i n ey



liyle o k u n m a s ı n a karşı çıkan bazı kişiler



nuyla ilgili bazı u n s u r l a r çeşitli m ı s r a ve



ezân-ı M u h a m m e d î / Kâfî değil s a d â n a



t a r a f ı n d a n inkılâplara aykırı h a r e k e t et-



beyitlere girmiştir. E z a n Batılılaşma sü-



cihân-ı M u h a m m e d î " beytiyle b a ş l a y a n



tikleri gerekçesiyle İstiklâl M a h k e m e s i n -



recinin başladığı, din d u y g u s u n u n gide-



"Ezân-ı M u h a m m e d î " adlı g a z e l i n d e ci-



d e y a r g ı l a n m a k l a t e h d i t edilmiştir (a.g.e.,



rek z a y ı f l a m a y a y ü z t u t t u ğ u



Tanzimat



h a n s e m a l a r ı n ı inleten ezânı d ü ş ü n e r e k



I V / 8 4 , s. 140-141). 2 7 Mayıs 1960 ihtilâ-



d ö n e m i n d e n sonra çeşitli şiir ve yazıla-



f e t i h duyguları içinde ezanla fetih ve za-



linden ve 12 Eylül 1 9 8 0



hareketinden



ra k o n u teşkil e t m i ş , dinî ve millî yönle-



fer arasındaki m ü n a s e b e t i ortaya koyar.



sonra d a ezanın Türkçe o k u n m a s ı günde-



riyle işlenmiştir. Ezan ayrıca g ü n ü n baş-



"Ra'd-ı t e k b î r k o p u p g i t m e l i d i r bang-i



m e g e l m i ş , a n c a k k ü ç ü k bir g r u b u n b u



langıcını ve s o n a erişini a n l a t a n



tabiat



e z â n / Dâr-ı k ü f f â r d a m e ş h û r kenîsâya



k o n u d a k i t e ş e b b ü s l e r i ilgi g ö r m e m i ş t i r .



tasvirlerinin p i t o r e s k m a n z a r a l a r ı içinde



k a d a r " beytinin yer aldığı " G e d i k A h m e t



Türkçe e z a n f i l m l e r e d e k o n u teşkil



ü m i t , ürperti, m e l â l ve h ü z ü n gibi duy-



Paşa'ya G a z e l " d e d e aynı d u y g u l a r ı dile



e t m i ş t i r . 1991 yılında çevrilen, senaryo-



guların y o ğ u n l a ş t ı ğ ı şiirlerde bir m o t i f



getirir. Şair, T ü r k o r d u s u n u n



s u n u Ö m e r Lutfi M e t e ' n i n yazdığı, İs-



olarak



Türk



için 3 0 A ğ u s t o s Z a f e r i ' n d e n b i r k a ç g ü n



103-105). Ö t e y a n d a n z a m a n ı n







ortaya



ç ı k m a k t a d ı r . Yeni



başarısı



m a i l G ü n e ş t a r a f ı n d a n yönetilen "Çizme"



e d e b i y a t ı n d a ezanla ilgili m a n z u m e l e r i n



ö n c e k a l e m e aldığı m ü n â c â t mahiyetin-



adlı f i l m d e , Karadeniz b ö l g e s i n d e bir ka-



b a ş ı n d a M e h m e d A k i f ' i n , " Z a m a n geç-



deki k ı t a s ı n d a , "Tâ ki yükselsin ezanlar-



s a b a d a b ü t ü n halkın A r a p ç a e z a n yasa-



m e z ki y ü z binlerce kalbin vecd-i sekrâ-



la m ü e y y e d n â m ı n / Gâlib et, ç ü n k ü b u



ğ ı n a karşı t e p k i ve direnişleri, yasağı uy-



nı / Z e m i n d e n yükselip göklerde v a h d e t -



son



g u l a m a y a çalışan nahiye m ü d ü r ü n e kar-



zâr-ı y e z d â n ı " beytiyle b a ş l a y a n "Ezan-



ezanı y i n e b u vasıflarıyla a n m ı ş t ı r .



42 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



ordusudur



İslâm'ın"



mısralarında



EZAN Yahya K e m a l ' i n " E z a n ve K u r ' a n " ve



belerinin ışığı a l t ı n d a ş u h ü k ü m l e s o n a



d a k a l e m e aldığı "Medîne-i Münevvere'-



"Ezansız S e m t l e r " adlı m a k a l e l e r i n i n ye-



e r m e k t e d i r : "Biz ki minareler ve ağaçlar



d e Bir S a b a h Ezanı" adlı yazısında [İs-



ni T ü r k nesri içinde ayrı bir yeri vardır.



arasında ezan seslerini işiterek b ü y ü d ü k .



lâm'ın Nuru, sy. 11, s. 19-20; sy. 13, s. 38),



Birinci m a k a l e d e , "Kökü m â z î d e olan atî-



O m ü b â r e k m u h i t t e n çok sonra ayrıldık,



M e d i n e ' d e Harem-i ş e r i f i n m e ş h u r mü-



y i m " m ı s r a ı n d a ifadesini b u l a n bir anla-



biz böyle bir s a b a h n a m a z ı n d a a n n e mil-



ezzinlerinden M a h m û d



yışla maziyi ve m â z i n i n değerlerini ya-



lete t e k r a r dönebiliriz. F a k a t m i n a r e s i z



d u ğ u ezanı dinlerken daldığı d ü ş ü n c e l e r



şadığı z a m a n a ve h a t t a g e l e c e ğ e taşı-



ve ezansız s e m t l e r d e d o ğ a n , Frenk ter-



anlatılır. Kurucu b u ezanla, Bilâl-i Ha-



mak



biyesiyle yetişen Türk çocukları dönecek-



beşî'nin M e d i n e ' d e o k u m a y a



leri yeri hatırlamayacaklardır".



f a k a t t a m a m l a y a m a d ı ğ ı son ezanı ara-



gerektiği düşüncesini



öne



sürer-



ken b u değerler arasında ezan ve Kur'an sesine ö n e m l i bir yer verir. Bunları muhteşem



mimarinin



müstesna



içinde, A y a s o f y a ' n i n



dekorları



minareleriyle



Hır-



ka-i S a a d e t Dairesi d u v a r l a r ı n d a n aksed e n ilâhî ve e b e d î sesler o l a r a k şöyle t a v s i f e d e r : "Bir g ü n Ayasofya minaresinden



ezan o k u n d u ğ u n u



senesinin



o sabahından



işittim. beri



8S7



asırlarca



M i t h a t C e m a l Kuntay'ın, "Tutulur hâle gelip t a ş t a s ü k û n , d a ğ d a s ü k û t / Başı koynunda gömülmüş, düşünürken



me-



l e k û t I I K o p t u birden bire bir ses: Bu semâ



hâdisesi / Gecenin yatsı



ezânın-



d a k i hicranlı sesi" mısralarıyla b a ş l a y a n "Bir E z a n Sesi" adlı d o k u z beyitlik m a n -



asıl m â n a s ı y l a ilk d e f a idrak ettim... Gez i n t i l e r i m d e bir h a k i k a t k e ş f e t t i m .



Bu



devletin iki m â n e v î temeli vardır: Fâtih'in Ayasofya m i n a r e l e r i n d e n o k u t t u ğ u ezan ki h â l â okunuyor. Selîm'in Hırka-i S a â d e t önünde okuttuğu



K u r ' a n ki h â l â



oku-



E z a n o k u m a İslâm d ü n y a s ı n d a



fetih



ve zaferlerin v a z g e ç i l m e z bir u n s u r u olmuştur. Nitekim Mekke'nin



fethinden



beri ele geçirilen her b e l d e d e yapılan ilk u y g u l a m a l a r d a n biri, fetih m ü j d e s i n i her t a r a f a d u y u r m a k ü z e r e y ü k s e k bir yerd e e z a n o k u m a k o l m u ş t u r (D/A, VI, 152). B â k î ' n i n m e ş h u r K a n u n î S u l t a n Süleym a n Mersiyesi'ndeki, "Aldın h e z â r b ü t gedeyi m e s c i d eyledin / N â k ü s yerlerind e o k u t t u n ezanları" beyti b u



uygula-



m a n ı n divan şiirine a k s e t m i ş bir ifade-



taşıyan yirmi d ö r t mısralık şiirinde, Kafkasya köylerinde kaval sesleri ve k u z u melemeleri arasında



"bir yeşil n u r ile



b a ş l a y a n her geceyi" e m n i y e t ve h u z u r verici bir ses h a l i n d e



kuşatan



akşam



ezanları tasvir e d i l m e k t e d i r . Diyarba-



kır'da "Köylü Şiirleri" başlığıyla



kaleme



aldığı şiirler a r a s ı n d a b u l u n a n o n d ö r t m ı s r a l ı k " E z a n " m a n z u m e s i , e z a n sesinin millî ve m â n e v î değerler arasındaki yerini b e l i r t m e y e yönelik d i d a k t i k bir parçadır. O n u n T ü r k ç ü l ü k ideolojisi doğr u l t u s u n d a 1 9 1 8 ' d e yazdığı " V a t a n " adlı şiirinde geçen, "Bir ü l k e ki c a m i i n d e Türkçe e z a n o k u n u r / Ey T ü r k o ğ l u işte senin orasıdır v a t a n ı n " m ı s r a l a r ı n d a ifadesini



bulan



ezanın Türkçe



okunması



fikri C u m h u r i y e t i n k u r u l u ş u n d a n s o n r a o n sekiz yıl k a d a r Türkçe o k u t t u r u l m u ş -



Y a h y a Kemal'in, 1 9 2 2 yılının Martında



işgal a l t ı n d a k i



İstanbul'un



kasvetli



havası içinde bir istiklâl m ü j d e s i verircesine yazdığı "Ezan ve Kur'an" adlı mak a l e n i n a r k a s ı n d a n yayımladığı



"Ezan-



t u r . Bu d ö n e m İ s m e t Özel'in, "Binlerce yılın yabancısı bir ses / Değdi minareler e : Tanrı u l u d u r . Tanrı u l u d u r / Polistir babam, Cumhuriyetin



kuludur"



mısra-



ları ile e d e b i y a t a yansımıştır.



sız S e m t l e r " d e , d o ğ a r k e n k u l a ğ ı n a e z a n o k u n a n T ü r k çocuklarının millî ve m â -



C u m h u r i y e t ' t e n s o n r a k i yıllarda Hali-



nevî terbiyenin ilk esasını b u ezan sesin-



d e N u s r e t Z o r l u t u n a , Necip Fazıl Kısa-



d e n aldıklarına d i k k a t ç e k m e k t e d i r . Ma-



kürek. Arif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çam-



kalede m ü s l ü m a n



camile-



lıbel, Ali Ulvi Kurucu, Sezai K a r a k o ç gibi



rin g ö l g e s i n d e oynayan, beş v a k i t t e oku-



şairler şiirlerinde e z a n t e m a s ı n ı işleyen



n a n e z a n sesinin büyüleyici n a ğ m e l e r i n i



beyit ve mısralara yer vermişlerdir. Bun-



dinleyerek yetişen çocukların



lar a r a s ı n d a Halide N u s r e t Zoriutuna'-



semtlerinde



mutlulu-



ğ u ile ezansız s e m t l e r d e a l a f r a n g a ter-



nın "Bir E z a n Sesi" adlı şiiri, M ü t a r e k e



biye ile yetişen çocukların bedbahtlıkla-



yıllarının



rına, m a h r u m i y e t l e r i n e ve b u



d u y u l a n bir ezan sesinin şairin tahas-



sebeple



d e n d e bazı m ı s r a l a r a k t a r a r a k bir b a ğ kurar. Hz. Peygamber'in v e f a t ı n d a n sonra Ş a m ' a hicret e d e n Bilâl-i Habeşî rüy a s ı n d a Resûl-i E k r e m ' i g ö r ü r ve o n u n , "Bilâl, bizi ziyaret e t m e z o l d u n ! " s i t e m i ü z e r i n e M e d i n e ' y e geri d ö n e r . Ali Ulvi



işgal



altındaki



enne



M u h a m m e d e n resülullah" d e r k e n d ü ş ü p bayıldığı b u ezanı his ve heyecan dolu bir lirizm içinde anlatır. İsmail Lütfi Çak a n , Bilâl-i H a b e ş î ' n i n



b u son



ezanını



dinî edebiyatımızın ö r n e k m e n s u r parçaları a r a s ı n d a yer alabilecek güzellikteki " E h a d d e n Ekbere" adlı yazısında ay-



u y g u l a m a s a h a s ı n a k o n u l m u ş ve e z a n



sidir.



sında, M e h m e d A k i f ' i n "Ezanlar" şiirin-



d ö n ü ş ü n d e o k u d u ğ u ve, " E ş h e d ü A k a G ü n d ü z ' ü n " E z a n Vakitleri" adını



Ziya G ö k a l p ' i n 1 9 0 8 yılında



nuyor".



başladığı,



K u r u c u yazısında, Hz. Biiâl'in Medine'ye



z u m e s i d e b u r a d a zikredilmelidir.



g ü n d e b e ş d e f a o k u n m u ş olan b u e z a n hâl-i vâki' idi. Bu ezanı d i n l e r k e n Fâtih'i



N u ' m â n ' ı n oku-



rıca İşlemiştir ( Altınoluk, 1/3, s. 7-8). Ezan h e m



süslerini a k t a r m a s ı b a k ı m ı n d a n



m e k t e d i r . Meselenin p e d a g o j i k , psikolo-



d e ğ e r bir m a n z u m e d i r .



kayda



j i k ve sosyolojik yönlerini ö n p l a n a çıka-



Ali Ulvi K u r u c u ' n u n ezanın aslî şekliy-



r a n b u yazı Yahya Kemal'in ş a h s î tecrü-



le y e n i d e n o k u n m a y a b a ş l a n d ı ğ ı yıllar-



de



mefhum



hikmeti'l-İslâmiyye â z a i a r ı n d a n Şerif Sadeddin Paşa tarafından 1919 Martında s a d e c e iki sayı y a y ı m l a n a b i l e n dinî bir dergiye d e a d o l m u ş t u r . BIBLIYOGRAFYA: Mehmed Âkif Ersoy, Safahat (haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 1991, s. 91-93; Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi (Ankara 1953), İstanbul 1986, s. 608, 704; Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgarıyle, İstanbul 1962, s. 71, 140; a.mlf.. Aziz istanbul, İstanbul 1964, s. 118-124; Fevziye Abdullah Tansel, Seruet-i Fünûn ue Son Deuir Edebiyatında Dinî Şiirler, Ankara 1962, s. 12, 38; Mehmet Kaplan. Teufik Fikret, İstanbul 1971, s. 121-122; Rıza Akdemir, Dinî ue Millî Şiirler Antolojisi, Ankara 1991, s. 294-295, 318-319; Sadık Albayrak, Meşrûtiyetten Cumhuriyete Meşihat Şeriat Tarikat Kaugası, İstanbul 1994, III, 9, 10, 12, 13; Ali Ulvi Kurucu, "Medîne-i Münevverede Bir Sabah Ezam", İslâm'ın Nuru, sy. 11, İstanbul 1952, s. 19-20; a.e„ sy. 13 (1952), s. 38; İ. Lütfi Çakan, "Ehadden Ekbere", Altınoluk, 1/3, İstanbul 1986, s. 7-8; a.mlf., "Ezan, Müezzinlik ve Hz. Peygamberin Müezzinleri", a.e., IV/ 63, İstanbul 1991, s. 16-18; IV/64 (1991), s. 31-32; İV/65 (1991), s. 33-34; Mustafa Fayda, "Bilâl-i Habeşî", DİA, VI, 152.



İstanbul'unda



u ğ r a d ı k l a r ı m â n e v î kayıplara işaret edil-



kelime h e m



o l a r a k t a ş ı d ı ğ ı d a v e t m a n a s ı y l a , Dârü'l-



S







MUSTAFA



UZUN



M Û S İ K İ . Ezan, dinî m û s i k i n i n c a m i



m û s i k i s i f o r m l a r ı n ı n en önemlilerindendir. İcrası b a k ı m ı n d a n dış ve iç e z a n olm a k ü z e r e ikiye ayrılır.



43 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZAN Eskiden İstanbul'da



sabah



ezanının



Türk mûsikisinde ezan, o k u n d u ğ u na-



e r k â n ı n d a n olan h ü n k â r müezzini saray



m a z vaktine göre seçilmiş bir m a k a m



mescidinin başmüezzini olduğu gibi pa-



anlayışı içinde kendine has bir icra tarzı



dişahların c u m a ve bayram



namazları



hicaz; ikindi ezanının hicaz, uşşak, ba-



ve üslûp çerçevesinde serbest olarak şu



için gittiği camilerde d e müezzinlik ya-



yatî; a k ş a m ezanının hicaz, rast, segâh,



sabâ, dilkeşhâverân; öğle ezanının rast,



şekilde o k u n u r : Hangi m a k a m d a oku-



pardı. Ayrıca h ü n k â r müezzinlerinin ma-



d ü g â h ; yatsı ezanının hicaz, uşşak, ba-



nacaksa başlangıç tekbirlerinde o ma-



iyetinde "müezzinân-ı hâssa" denilen gü-



yatî, neva, rast m a k a m l a r ı n d a n



k a m ı n ilk perdeleri gösterilir. Lafzatul-



zel sesli, mûsiki bilgisi ve icrası kuvvetli



ması bir gelenek haline gelmişti. Ayrıca



lahın açık olarak telaffuz edilmesine bil-



bir m ü e z z i n g r u b u b u l u n u r d u . Bazı ka-



sabah ezanından bir süre önce dilkeş-



hassa d i k k a t edilmeli, ibarenin "...lâhu



yıtlara göre bunlar XVI. yüzyılda on beş



hâverân m a k a m ı n d a n bir salâ vermek,



ekber" şeklinde söylenip anlaşılmasına



k a d a r k e n XVIII. yüzyılın ikinci yarısında



arkasından da bir kaside o k u m a k ; öğ-



ve bölünmesine, benzeri prozodi hatası-



sayıları otuza ulaşmıştır.



na m e y d a n verilmemelidir. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah" cümlesi d e tekbirlerde kullanılan m a k a m ve perdelerden okunur. Ardından gelen, "Eşhedü e n n e Muhammeden



resûlullah'larda



makamın



m e y a n a g e l m e d e n önceki seyrini gösterecek n a ğ m e l e r yapılır. "Hayye ale's-salâh" ezanın m e y a n



kısmı



olduğundan



b u r a d a tiz seslerde dolaşılır ve uygun m a k a m geçkileri yapılır. "Hayye ale'l-felâh"ın o k u n u ş u n d a ise b u kısmın ikinci meyan olması sebebiyle yine meyan nağmelerinde gezinilir. Son tekbirlerde mak a m ı n karar sesleri gösterilir, tehlilde ise karar verilerek ezan bitirilir. Ezanın icrasında müezzinin ses rengi, perde genişliği ve özellikle mûsiki bilgisinin önemli rolü vardır. Bu konularda güçlü müezzinlerin icraları bir a n l a m d a irticâlî bir besteleme faaliyeti olarak düşünülebilir. B u n d a n dolayı gerçekten güzel ezan o k u m a k ayrı bir kabiliyet ve h ü n e r işidir. Ezan o k u y u ş u n d a ayrıca kararların çok önemli bir yeri o l d u ğ u ve karar perdeleri ezanın en tesirli bölümlerini meyd a n a getirdiği için müezzinin buralarda d a h a dikkatli olması ve b ü t ü n



mûsikî



kabiliyetini bu kısmın icrasında ortaya koyması gerekir.



la çeşitli farklılıklar göstermiş, b u n d a n d a değişik tavırlar d o ğ m u ş t u r . Nitekim eskiden İstanbul, Bursa, Konya ve İzmir gibi önemli k ü l t ü r merkezlerinin o k u m a tavırlarının o l d u ğ u



m e k t e d i r . Bunlardan



camilerinde



le, ikindi ve yatsı ezanlarından sonra da görev



yapacak



i m a m ve müezzinlerin güzel sesli ve mûsiki bilgisine sahip iyi birer icracı olmaları ön planda t u t u l u r d u . Bunlar başarı gösterip kendilerini ispatlamak için âdet a yarışırlardı. Bu da vazifelerin d a h a iyi



özel bilin-



ezanın o k u n d u ğ u



bir teşvik unsuru olurdu. Selâtin cami-



makamdan



kısa bir



salâ v e r m e k âdetti. Ancak ezanın sadece yukarıda belirtilen m a k a m l a r d a okunması ş a r t değildir. Müezzin



mûsikide-



ki kudretine göre her m a k a m d a n ezan okuyabilir.



bir şekilde icrasına sebep olan önemli



İki kişinin karşılıklı olarak



okuduğu



ezana "çifte ezan" denilir. Çifte ezanda



lerinde geniş bir i m a m ve m ü e z z i n kad-



cümleler karşılıklı olarak ve perde gös-



rosu vardı. Bununla ilgili olarak Süley-



t e r i l m e k suretiyle okunur. Bu t ü r eza-



maniye Vakfiyesi ile Hatice Turhan Sul-



nın Emevîler devrinde o k u n m a y a baş-



tan'ın Yenicami vakfiyesi ö r n e k gösteri-



landığı rivayet edilmektedir. Ayrıca bir-



lebilir.



şöy-



birine yakın camilerde müezzinlerin kar-



le denilmektedir: "... ve yirmi d ö r t a d e t



şılıklı ezan okuduklarına da şahit olun-



Süleymaniye



vakfiyesinde



ilm-i m û s i k â r ve fenn-i edvârda m â h i r



m a k t a d ı r . Son devirde Aksaray Vâlide



ve şuab-ı m a k i m â t t a ve tecrî-i terennü-



Camii müezzini Aksaraylı Hâfız Cemal



m â t t a sâhir h û b - â v â z kimesneler müez-



Efendi ile Üsküdar Yeni Vâlide Camii mü-



zin olup... ve vazîfe-i yevmiyyeleri beşer



ezzini Hâfız Süleyman'ın (Karabacak) oku-



akçe ola...". Müezzinlerle ilgili Yenicami



dukları çifte ezanlar mûsiki literatürü-



vakfiyesindeki ifadeler de şöyledir:"... ve



ne geçmiştir.



on iki nefer sıyânet ü a f â f ile m e v s û f ve diyânet ü salâh ile m a ' r û f fenn-i makâm â t t a bî-nazır, ilm-i m î k â t t a basîr, nîknefes ve h û b - n e f e s kimesneler evkât-ı h a m s e d e müezzinler olup m ü n â v e b e tarikiyle ref'-i savt ile minarelerde ezan okuyup... ve zikrolunan müezzinlerin her birinin cihet-i yevmiyyesi onar akçe ve reislerinin on ikişer akçe...". Bu ifade-



Ezan okumanın â d â b ve erkânı zaman-



ezan



Selâtin



okun-



lerden anlaşıldığına göre müezzinlerin t a k v â sahibi, n a m a z vakitlerini iyi tayin



C u m a n a m a z ı n d a hatibin minbere çıktığı sırada cami içinde o k u n a n ezana "iç ezan" denir. Bir kişi t a r a f ı n d a n o k u n a n b u ezanda da dış ezandaki seyir düzeni biraz d a h a kısa olarak uygulanır. Hatip m i n b e r e çıkarken m ü e z z i n



tarafından



o k u n a n âyet ve ardından getirilen salât ü s e l â m d a hangi m a k a m icra edildiyse iç ezanın da aynı m a k a m d a



okunması



gerekir.



edebilen, ayrıca pratik olarak mûsiki ba-



Osmanlı devrinde sarayda m u s â h i b l i k



k ı m ı n d a n çok iyi bir seviyede olmaları



ve ardından müezzinbaşılık görevine yük-



gerekmektedir. Ücretlerinin dolgun olu-



selmiş m e ş h u r bestekârlar vardır. XIX.



şu da müezzinliğe çok ö n e m verildiğinin



yüzyılın ünlü musikişinaslarından Şâkir



bir belirtisidir.



Ağa, H a m m â m î z â d e İsmâil Dede, Hacı



"saray tavrı" adı



Hâşim Bey ve Rifat Bey bunlardan bazıla-



verilen İstanbul tavrının saraya m e n s u p



Birden fazla müezzini b u l u n a n cami-



rıdır. XX. yüzyılın ilk yarısında da müezzin



müezzinlerle bazı paşaların bilhassa ra-



lerde gerek ezan gerekse n a m a z esna-



ve müezzinbaşılar arasında mûsiki bil-



m a z a n aylarında selâtin camilerinde mü-



sında müezzinlerin toplu olarak veya sı-



gileri ve seslerinin güzelliğiyle â d e t a bi-



ezzinlik yapmaları sebebiyle halk arasın-



rayla yaptıkları



faaliyetine



rer ekol haline gelmiş kimseler yetişmiş-



d a yerleşmiş olduğu belirtilir.



" c u m h u r müezzinliği" denir. Müezzinler



tir. Bunlar arasında Süleymaniye Camii müezzinleri Hâfız Şevket ve Hâfız Kemal,



müezzinlik



Osmanlı saray teşkilâtında müezzin-



arasında ehliyetli ve en kıdemli olan mü-



lik müessesesinin ayrı bir yeri vardır. En-



ezzinbaşı tayin edilirdi. Osmanlı tarihin-



Ü s k ü d a r Yeni Vâlide Camii müezzini Ha-



d e r u n a alınan güzel sesli ve kabiliyetli



d e diğer memuriyetler yanında müez-



fız Süleyman, Beyazıt Camii müezzini Hâ-



gençler b u r a d a mûsiki eğitimi görerek



zinbaşılığı ihdas ederek müezzinlerin gö-



fız Kerim (Akşahin) ve Aksaray Vâlide Ca-



yetişir, içlerinde müezzinliğe yatkın olan-



revlerini bir t â l i m a t n â m e ile belirleyen



mii müezzini Aksaraylı Hâfız Cemal Efen-



lar m ü e z z i n seçilirdi. Enderun Has Oda



h ü k ü m d a r II. Bayezid'dir (1481-1512).



di'yi bilhassa z i k r e t m e k gerekir.



44 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZÂRİKA BİBLİYOGRAFYA: Süleymaniye Vakfiyesi (nşr. Kemâl Edîb Kürkçüoğlu), Ankara 1962, s. 33; Şem'dânîzâde, Müri't-teuârîh (Aktepe), II, 90-119; Atâ Bey, Târih, I, 169; Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ (İstanbul 1331), İstanbul 1968, I, 255-257; Ali Şeydi Bey, Teşrifat ue Teşkilâtımız, İstanbul, ts., s. 22; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 374; Tâhirülmevlevî, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul 1963, s. 58-64; a.mlf., "Ezân Hakkında Malûmat ve Halisane Bazı Temenniyât", SR, X/236 (1321), s. 29-31; a.mlf., "Ezân", Musauuer Dâiretu 1- maârif, 1, 864-868; Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, İstanbul 1986, s. 157, 231; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü'lidâriyye (Özel), I, 156-159; İstanbul Yeni Cami ue Hünkâr Kasrı, İstanbul, ts., s. 79, 110; Halil Can, "Dinî Türk Musikisi Lügati", MM, XVIII / 218 (1966), s. 56; R. Ekrem Koçu, "İstanbul'da Ezan Musikisi", Hayat Tarih Mecmuası, sy. 11, İstanbul 1969, s. 18-20. [Tl İSİ



r



NURİ



OZCAN



n



EZÂRİKA



( %!>¥! ) ^



Hâricîler'in ilk b ü y ü k fırkası.



j



Ezrakıyye'nin ç o ğ u l u olan Ezârika, Hz. Ali'nin M u â v i y e ile u z l a ş m a s ı n ı p r o t e s t o e d e r e k o n d a n ayrıldıkları ve isyancı bir h a r e k e t başlattıkları için Havâric (Haricîler) diye a n ı l a n f ı r k a n ı n



liderlerinden



E b û R â ş i d Nâfi' b. E z r a k ' a (ö. 6 5 / 6 8 5 ) uyanları i f a d e e t m e k üzere kullanılır. Çoğ u n l u ğ u n u Benî Temîm kabilesi mensupları teşkil e t m e k l e birlikte aralarında mevâlî*



d e vardı. E ş ' a r î ' n i n



naklettiğine



g ö r e Nâfi' b. E z r a k " k a a d e " d e n (muhalif m ü s l ü m a n gruplarla savaşmak istemeyenler) t e b e r r î edilmesi, m u h a l i f l e r i n k a d ı n ve çocuklarının ö l d ü r ü l m e s i ,



kendileri-



n e k a t ı l m a y a n l a r ı n t e k f i r edilmesi, katılacakların



da



imtihandan



geçirilmesi



g e r e k t i ğ i şeklindeki fikirleriyle Hâricîler a r a s ı n d a ilk d e f a ihtilâfa sebebiyet veren kişi o l m u ş t u r . Bu görüşleri ileri sürenin A b d ü r a b b i h el-Kebîr veya Abdullah b. V a d î n o l d u ğ u n a dair bazı rivayetler varsa d a (Makâl&t,



s. 86) E z â r i k a ' n i n



Nâfi' b. E z r a k ' a n i s b e t l e a n ı l m a s ı fırkanın o n u n t a r a f ı n d a n k u r u l d u ğ u kanaatini v e r m e k t e d i r .



k e t m e s i sebebiyle t a r a f t a r l a r ı n ı y a n ı n a



de uzun m ü d d e t devam eden mücade-



a l a r a k Basra'ya d ö n d ü . Nâfi' b. E z r a k ' m



lelerde kesin bir s o n u ç elde



y ö n e t i m i n d e k i Hâricîler, Emevîler'in Bas-



Irak y e n i d e n Emevîler'in idaresine ge-



ra'ya vali o l a r a k tayin ettiği M e s ' û d b.



çince Haccâc b. Y û s u f es-Sekafî ile Mü-



A m r ' ı ö l d ü r ü p şehri ele geçirdiler. Ab-



helleb b. E b û S u f r e Ezârika'ya karşı bir-



dullah b. Zübeyr'in tayin ettiği vali Ö m e r



likte



b. Ubeydullah'ın ş e h r e g i r m e s i n e engel



neticesinde onları Düzeyi, Kâzırun ve Fâ-



askerî



hareketler



ris bölgelerini b o ş a l t ı p Cirüft'e çekilme-



h a l k ı n d a katılmasıyla teşkil edilen or-



ye m e c b u r ettiler. E z â r i k a içindeki me-



dunun



vâlîlerle A r a p l a r a r a s ı n d a a n l a ş m a z l ı k çı-



Basra'ya h â k i m olması



üzerine



terketmeye



kınca A b d ü r a b b i h el-Kebîr'in e m r i n d e k i



m e c b u r kaldılar. A n c a k d ı ş a r ı d a n gelen



7 0 0 0 kişi C i r ü f t ' t e kalırken A b d ü r a b b i h



takviye kuvvetleriyle Hâricîler



es-Sagir k u m a n d a s ı n d a 4 0 0 0 kişi Kir-



Nâfi' ve t a r a f t a r l a r ı şehri



Basra'yı



t e k r a r ele geçirince A b d u l l a h b. Z ü b e y r



m a n ' a , Katarî b. Fücâe'ye bağlı



Müslim



kişi d e Fâris'e d o ğ r u çekildi. M ü h e l l e b



b. Ubeys k u m a n d a s ı n d a k i



bir



10.000



o r d u y u Basra'ya g ö n d e r d i . A b d u l l a h b.



b. E b û S u f r e Ezrakller'den Katarî'ye ve



tbâz ile o n a u y a n bir kısım Hâricîler b u



A b d ü r a b b i h el-Kebîr'e bağlı olanlara, oğ-



o r d u y a karşı s a v a ş m a k i s t e m e y i p Bas-



lu Yezîd d e A b d ü r a b b i h es-Sagîr'e men-



r a ' d a kaldılar. Nâfi' b. E z r a k ise Atıyye



s u p olanlara karşı düzenledikleri sefer-



b. Esved el-Hanefî, O s m a n b. Zübeyr Mâ-



lerle onları bulundukları bölgelerden kaç-



h û z , A m r b. Ö m e r el-Anberî, A b î d e (veya



m a y a zorladılar. S o n u n d a S ü f y â n b. Eb-



Ubeyde) b. Hilâl el-Yeşkürî, Katarı b. Fü-



red el-Kelbî k u m a n d a s ı n d a k i Emevî kuv-



câe gibi ileri gelen Hâricîler'le B a s r a ' d a n



vetleri T a b e r i s t a n d a ğ l a r ı n d a



ayrılıp A h v a z ve H û z i s t a n ' a d o ğ r u yola



ö l d ü r e r e k taraftarlarını d a ğ ı t t ı (79/698).



Katarî'yi



çıkarak b u bölgelerde h â k i m i y e t sağladı.



E z â r i k a liderlerinden A b î d e b. Hilâl el-



A h v a z y a k ı n l a r ı n d a M ü s l i m b. Ubeys'in



Y e ş k ü r î ' y e bağlı olanlar d a



ordusuyla yapılan savaşta h e m



Müslim



Sezevver Kalesi'nde kuşatılarak i m h a edil-



h e m de Nâfi' b. Ezrak ö l d ü r ü l d ü (65/685).



diler. Böylece E z â r i k a fırkası t a m a m e n



Nâfi'in yerine geçen Ubeydullah b. Mâ-



o r t a d a n kaldırılmış oldu.



Kümis'teki



h û z ' u n liderliğinde m ü c a d e l e y i s ü r d ü r e n Ezrakıler karşı güçleri Basra'ya d ö n m e y e m e c b u r ettiler. Hârise b. Bedr e l - G u d â n î k u m a n d a s ı n d a gönderilen ikinci bir orduyu d a m a ğ l û p e t t i k t e n s o n r a B a s r a ile A h v a z a r a s ı n d a k i bölgeye t a m a m e n hâk i m oldular. Civar b ö l g e l e r d e yaptıkları y a ğ m a l a m a esnasında muhaliflerden birç o k kişiyi ö l d ü r d ü l e r . Halkın y o ğ u n şikâyetleri ü z e r i n e A b d u l l a h b. Zübeyr, Hor a s a n ' d a b u l u n a n M ü h e l l e b b. E b û Sufre'yi Ezârika'ya karşı s a v a ş m a k l a görevlendirdi. Basra'ya gelen M ü h e l l e b 20.000 kişilik bir o r d u ile E z â r i k a ü z e r i n e yürüd ü ve Sillabrâ denilen m e v k i d e



onları



b o z g u n a u ğ r a t t ı . Bu savaşta Ubeydullah b. M â h û z ' u n ö l d ü r ü l m e s i ü z e r i n e yerine geçen k a r d e ş i Z ü b e y r b. M â h û z kısa sür e d e Ezrakîler'i t o p a r l a y a r a k e m r i n d e k i kuvvetlerle M e d â i n ve İ s f a h a n ' a varıncaya k a d a r y a ğ m a c ı l ı ğ a ve m u h a l i f l e r i ö l d ü r m e y e d e v a m etti. F a k a t Ezrakıler



r i n d e n Ubeydullah b. Ziyâd'ın Hâricîler'e



İ s f a h a n y a k ı n l a r ı n d a A t t â b b. V e r k â ku-



karşı u y g u l a d ı ğ ı k a t ı k u r a l l a r d a n rahat-



m a n d a s ı n d a k i o r d u ile yaptıkları savaş-



sızlık d u y a r a k A b d u l l a h b. İbâz ve Nec-



t a m a ğ l û p o l d u l a r ; reisleri Z ü b e y r



d e b. Â m i r ' i n d e dahil o l d u ğ u bir g r u p l a



ö l d ü r ü l d ü (68/687-88). Geride k a l a n l a r Kirman dağlarına kaçarak



de



kurtuldular.



dele e d e n A b d u l l a h b. Z ü b e y r ' i n ordu-



Yeni liderleri Katarî b. Fücâe bir m ü d -



s u n a katıldı. Bir m ü d d e t Emevîler'e kar-



d e t s o n r a Ezârika'yı t o p a r l a d ı ve t e k r a r



şı s a v a ş t ı k t a n s o n r a Yezîd b. Muâviye'-



Ahvaz'ı z a p t e d i p Basra'ya d o ğ r u ilerle-



nin ö l ü m ü n ü t a k i p e d e n g ü n l e r d e Ab-



di. Mühelleb b. E b û Sufre ikinci d e f a on-



d u l l a h b. Z ü b e y r ile aralarının açılması



lara karşı s a v a ş m a k l a görevlendirildiyse



veya Ubeydullah b. Ziyâd'ın Basra'yı ter-



düzenledikleri



oldular. Daha sonra Hâricîler'e karşı olan



B a s r a ' d a y a ş a y a n Nâfi', E m e v î valile-



M e k k e ' y e g i d i p Emevîler'e karşı müca-



edemedi.



Ezârika'nın



bütün



Hâricîler



tarafın-



d a n k a b u l edilenlerin d ı ş ı n d a k a l a n başlıca görüşleri şöyledir: l . M ü s l ü m a n l a r d a n Ezârika'ya m e n s u p o l m a y a n l a r sadece k â f i r değil aynı z a m a n d a müşriktirler v e çocukları dahil hepsi e b e d î o l a r a k c e h e n n e m d e kalacaklardır. B u n l a r ı n kadınları ile çocuklarını ö l d ü r m e k veya köle s t a t ü s ü n e g e ç i r m e k , ayrıca m a l l a r ı n ı y a ğ m a l a m a k câizdir. Zira yaşadıkları topraklar d â r ü l h a r p sayılır. 2. Kendileriyle birlikte d ü ş m a n a karşı savaşa katılmay a n ve E z â r i k a ' n ı n b u l u n d u ğ u yere hicret e t m e y e n d i ğ e r Hâricîler d e kâfirdir. B u n l a r d a n kendilerine k a t ı l m a k isteyenler i m t i h a n a t â b i t u t u l m a l ı d ı r . 3. İsiâm'd a r e c m cezası y o k t u r . Ç ü n k ü Kur'ân-ı Kerîm'de böyle bir h ü k ü m b u l u n m a m a k t a , zina y a p a n l a r a d a y a k a t ı l m a s ı emred i l m e k t e d i r . 4. N a m u s l u k a d ı n l a r a zina i s n a t e d e r e k b u n u şahitlerle i s p a t edem e y e n l e r e u y g u l a n a n ceza aynı şeyi nam u s l u erkeklere i s n a t e d e n l e r için uyg u l a n m a z . Zira K u r ' a n ' d a b u n u belirten bir lafız y o k t u r . S. P e y g a m b e r l e r i n nübüvvetle görevlendirildikten



sonra



bü-



y ü k veya k ü ç ü k g ü n a h işlemesi câiz old u ğ u gibi n ü b ü v v e t t e n ö n c e k â f i r olan bir k i m s e n i n p e y g a m b e r o l a r a k gönderilmesi d e câizdir. 6. Vergilerini ö d e y e n y a h u d i ve hıristiyanlann ö l d ü r ü l m e s i har a m d ı r . 7. Kadınların â d e t e s n a s ı n d a kı-



45 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZÂRİKA l a m a d ı k l a r ı n a m a z l a r ı k a z â etmeleri ge-



lu, S e r â t d a ğ l a r ı n d a y a ş a y a n S e r â t kolu



dırıp d ö n m e y e karar verdiğini s a n a n Cü-



rekir. 8. Ç a l m a n m a l ı n m i k t a r ı n e olursa



ve U m a n b ö l g e s i n d e yerleşen U m a n ko-



reşliler onları t a k i p e t m e y e



olsun hırsıza o m u z d a n kol k e s m e ceza-



iu o l m a k ü z e r e başlıca d ö r t b ü y ü k kola



b u n u n üzerine m ü s l ü m a n l a r geri d ö n ü p



sı uygulanır.



ayrılır.



Cüreşliler'i



bozguna



uğrattı.



başladılar; Sonunda



yaşayan



İslâmiyet'i k a b u l ettiler. S u r a d b. Abdul-



lunu teşkil etmiş, çok kısa bir süre ayak-



Ezdliler Me'rib Seddi'nin y ı k ı l m a s ı n d a n



lah el-Ezdî Resûlullah vefat ettiğinde Cü-



t a kalabilmelerine r a ğ m e n İslâm dünya-



s o n r a çeşitli yerlere dağıldılar. Evs ve



reş âmili o l a r a k görev yapıyordu.



sının e n tehlikeli f i t n e ve f e s a d unsurla-



Hazrec kolu Yesrib'e; H u z â a kolu Mek-



rından



Ezrakı-



ke ve Tihâme'ye; Vâdia, Y a h m e d , H i z â m ,



çeşitli kolları d e ğ i ş i k t a r i h l e r d e



Medi-



ler gayri m ü s l i m l e r e z a r a r vermeyi ha-



A t î k kolları U m a n ' a ; M â s i h a , M e y d e a n ,



ne'ye gelerek İslâmiyet'i k a b u l



etmiş-



Ezrakıler Haricîlerin en kalabalık ko-



birini



oluşturmuşlardır.



İlk



zamanlarda



Yemen'de



B ü y ü k ve g ü ç l ü bir kabile olan E z d ' i n



r a m t e l a k k i e d i p b u n d a n son derece sa-



Lehb, G â m i d , Y e ş k ü r ve Bârık kolları Se-



lerdir. Ezd-i Ş e n û e ' d e n



kındıkları halde kendi fırkalarına bağlı ol-



r â t ' a ; Mâlik b. O s m a n ve Cezîme b. Ved-



ve t a b i p D ı m â d el-Ezdî ise d a h a M e k k e



meşhur



kâhin



m a y a n m ü s i ü m a n l a r ı m ü ş r i k sayarak öl-



d â h kolu Irak'a; Cefne, Âl-i M u h a r r i k b.



d e v r i n d e Resûl-i E k r e m



d ü r ü l m e l e r i n i câiz g ö r m ü ş , fiilen d e p e k



A m r b. Â m i r ve K u d â a kolları Suriye'ye



ve dinlediği Kur'an'ın t e s i r i n d e k a l a r a k



çok m ü s l ü m a n kanı akıtmışlardır; ayrıca



g ö ç ettiler. III. yüzyılda Irak'a Fırat'ın ba-



müslüman



malî, sosyal ve siyasî a l a n l a r d a d a çok



tısına g ö ç e d e n kol Bâbil harabeleri ya-



Medine'ye gelen Ezdli kabileler arasın-



b ü y ü k zarar ve t a h r i b a t a yol açmışlardır.



kınında b ü y ü k bir çadır k e n t i k u r d u . Da-



d a G â m i d d e vardı. 10. yılın



Dinî bilgileri zayıf olan Ezrakîler İslâmî



h a sonra Hîre adını alan b u şehir Lahmî-



ayında (Aralık 631) gelip Baki' Mezarlığı



h ü k ü m l e r i a n l a y a m a m ı ş ve b u sebeple



ler'in b a ş ş e h r i oldu. Ezdliler'in bir kısmı



civarında



d e çelişkilerden k u r t u l a m a m ı ş l a r d ı r .



z a m a n içinde Mısır, Filistin ve E n d ü l ü s ' e



Übey b. K â ' b K u r ' a n ö ğ r e t m i ş ve heyet



yerleşmiştir.



m e n s u p l a r ı d a h a sonra Resûl-i E k r e m ' e



BIBLIYOGRAFYA : İbn Kuteybe, el-Ma'ârifiUkkâşe), s. 622; Belâzürî, Fütûh (Rıdvan), s. 67; Dîneverî, el-Ahbârü't-tıuâl, s. 304, 340; Müberred, el-Kâmil (nşr. Muhammed Ahmed ed-Dâlî), Beyrut 1406/' 1986, 111, 1205-1209; Ya'kübî, Târîh, II, 262, 275; Taberî, Târîh (Ebü'1-Fazl), V, 566-569, 613622; VI, 119-127" 195-199, 211-215, 300-311 ; Ebû Mutr en-Nesefî, er-Red calâ ehli'l-bidac (nşr. Marie Bernand, AIsl. içinde), XVI, Kahire 1980, s. 69; Eş'arî, Makâlât (Ritter), s. 86-89; Malatî, et-Tenbîh ve'r-red, s. 178; Mes'ûdî, Mürücü'z-zeheb (Abdülhamîd), III, 145-146; Bağdadî, el-Fark (Abdülhamîd), s. 82-87; İbn Hazm, el-Faşl, IV, 189-190; İsferâyînî, et-Tebşîr (Kevserî), s. 29-30; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 118-122; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, IV, 165-168, 194-201, 281-287; İbn Haldun, el-cİber, III, 40, 160-161; C. Brockelmann, İslâm Milletleri ue Deuletleri Tarihi (trc. Neşet Çağatay), Ankara 1964, I, 79; M. Ebû Zehre, Târîhu'l-mezâhibi'lİslâmiyye, Kahire, ts. (Dârü'l-Fikri'l-Arabî), s. 74; M. Rıza Hasan ed-Düceylî„ Fırkatü'l-Ezârika, Necef 1393/1973; W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 25-27; A. J. Wensinck, "Nâfî", İA, IX, 31; R. Rubinacci, El2 (İng.), "Azârîka", I, 810-811. rr1 İSİI MUSTAFA Ö z F



EZD (Benî Ezd) (



)



Kahtânîler'e m e n s u p bir A r a p kabilesi.



Asr-ı s a â d e t ' t e



Uman'daki



nüfusun



ile



görüşmüş



o l m u ş t u (İbn Sa'd, IV, 241).



konaklayan



Gâmid



Ramazan heyetine



b i a t e d e r e k ayrılmışlardı. B â r ı k kabilesi



b ü y ü k bir b ö l ü m ü n ü Ezdliler teşkil edi-



d e heyet g ö n d e r e r e k m ü s l ü m a n



yordu. Bunlar uzun süre İran-Hindistan



ğ u n u bildirmiş ve b u heyete z e k â t esas-



oldu-



a r a s ı n d a k i deniz t i c a r e t i n e h â k i m oldu-



larını ihtiva e d e n bir m e k t u p verilmişti.



lar. Hz. P e y g a m b e r 8 (629) yılında Haz-



Ayrıca Esed b. Y e b r a h



rec k a b i l e s i n d e n E b û Zeyd el-Ensârî ile



U m a n l ı Ezdîler d e Medine'ye g e l m i ş ve



başkanlığındaki



A m r b. Âs es-Sehmî'yi, C ü l e n d â b. Mes-



Hz. P e y g a m b e r onların işlerini i d a r e et-



' û d ' u n iki o ğ l u A b d ve Ceyfer'e gönder-



m e k üzere M a h r e b e el-Abdî'yi görevlen-



di. Eğer Ezd halkı i m a n ederse A m r emîr



dirmişti. Bu a r a d a S e l e m e b. Ayaz el-



o l a c a k ; E b û Zeyd d e h a l k a n a m a z kıldı-



Ezdî b a ş k a n l ı ğ ı n d a Medine'ye gelen baş-



racak ve İslâm'ı öğretecekti. Resûl-i Ek-



k a bir heyet d e İslâm esaslarını ve iba-



r e m ' i n elçileri A b d ve Ceyfer ile Kızılde-



d e t şekillerini



niz sahilindeki S u h â r ş e h r i n d e g ö r ü ş t ü -



n a n Ezdliler E b û S u f r e el-Atekî, Mihne-



öğrendi. Debâ'da



bulu-



ler; her ikisi d e İslâmiyet'i k a b u l etti.



liler ise M e h r â b. E b y â d b a ş k a n l ı ğ ı n d a -



A m r ve E b û Zeyd Hz. P e y g a m b e r i n ölü-



ki heyetlerle Medine'ye gelip m ü s l ü m a n



m ü n e k a d a r U m a n ' d a kaldılar. Diğer bir



o l m u ş l a r d ı . İbn Sa'd, R e s ü l u l l a h ' ı n



rivayete g ö r e ise E b û Zeyd Resûl-i Ek-



kabilesinden Hâlid b. Dımâd'a bir m e k t u p



r e m ' i n v e f a t ı n d a n ö n c e Medine'ye dön-



yazdığını k a y d e d e r (et-Tabakât,



müştür.



Ezd



1, 267).



Hz. P e y g a m b e r i n v e f a t ı n d a n sonra La-



S u r a d b. A b d u l l a h el-Ezdî'nin başkan-



kît b. M â l i k Z ü ' t - t â c ' ı n reis o l d u ğ u Ezd



lığındaki o n on b e ş kişilik bir heyet 10



kabilesi D e b â ' d a



(631) yılında Medine'ye geldi ve Ferve b.



ü z e r i n e İ k r i m e b. E b û Cehil, H u z e y f e b.



i r t i d a d etti.



Bunların



ağırlandı.



M i h s a n ei-Bârıkî ve Arfece b. H a r s e m e



Heyet m e n s u p l a r ı Hz. P e y g a m b e r l e gö-



gönderildi. İrtidad e t m e y e n A b d ve Cey-



A m r ' ı n evinde m i s a f i r edilip



r ü ş t ü l e r ; M e d i n e ' d e on g ü n kalıp Resûl-i



f e r ile iş birliği y a p ı l a r a k kanlı bir sa-



E k r e m ' i n meclisine d e v a m ettiler ve İs-



v a ş t a n s o n r a isyan bastırıldı. Aynı şekil-



l â m i y e t ' e d a i r bazı bilgileri



öğrendiler.



d e d i n d e n d ö n e n Ezdîler'in Ş e n ü e kolu



Hz. P e y g a m b e r Ezdliler'in tavırlarını ve



ü z e r i n e O s m a n b. E b ü ' l - Â s gönderildi.



k o n u ş m a l a r ı n ı çok b e ğ e n d i , Surad b. Ab-



Müslümanlar



dullah'ı onlara emîr tayin etti; m ü s l ü m a n



r a t a r a k onların d a t e k r a r İ s l â m ' a dön-



Şenûeliler'i yenilgiye uğ-



olan a r k a d a ş l a r ı n a iyi d a v r a n m a s ı n ı ve



melerini sağladılar. Ezdliler Cemel Vak'a-



Esd



k a b i l e s i n d e n İslâmiyet'i k a b u l edenlerle



s ı ' n d a Hz. Â i ş e ' n i n s a f l a r ı n d a yer aldı-



ş e k l i n d e k a y d e d i l m e k t e y s e de fasih ve



birlikte Y e m e n l i m ü ş r i k l e r l e savaşması-



lar. Bu v a k ' a d a Ezd k a b i l e s i n d e n yakla-



yaygın olanı Ezd'dir. K a h t â n ' a k a d a r uza-



nı e m r e t t i . S u r a d b. A b d u l l a h d a ö n c e



şık 2 0 0 0 kişinin ö l d ü ğ ü



n a n nesebi şöyledir: Ezd b. Gavs b. N e b t



Cüreş halkını İslâm'a d a v e t etti. Kabul



Sıffîn M u h a r e b e s i ' n d e Ezdliler'in bir kıs-



b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân b. Sebe b. Yeş-



e t m e m e l e r i ü z e r i n e Cüreş'i k u ş a t t ı . Bir



m ı Hz. Ali'nin, bir kısmı d a Muâviye'nin



c ü b b. Y a ' r u b b. K a h t â n . Ezd kabilesi Ye-



ay k a d a r d e v a m e d e n k u ş a t m a d a n



bir



y a n ı n d a yer aldı. A b d u l l a h b. Z ü b e y r ' i n



m e n ve Serât'ta yaşayan Ş e n ü e kolu, Su-



s o n u ç a l a m a y ı n c a o r d u s u n u Şeker dağı-



halifeliği yıllarında o n a b i a t ettikleri an-



riye ve A r a b i s t a n ' d a yerleşen G a s s â n ko-



n a çekti. M ü s l ü m a n l a r ı n k u ş a t m a y ı kal-



l a ş ı l m a k t a d ı r . Emevîler d ö n e m i n d e



Kabilenin



adı bazı



kaynaklarda



46



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



sanılmaktadır.



ise



EZDÂD Câhiliye devrinden beri m ü t t e f i k l e r i olan



[



a n l a m alışverişi s o n u c u n d a ortaya çıktı-



EZDÂD



Rebîalar'la (Güney Arapları) i t t i f a k ede-



ğ ı n a i n a n a n l a r . Bu k a n a a t t e olan dilci-



( jUiVl )



rek T e m î m ve Kays kabilelerinden mey-



lere g ö r e zıt a n l a m l ı kelimeler



Arapça'da zıt a n l a m taşıyan kelimeler.



d a n a gelen Kuzey Arapları'na karşı cephe aldılar. Bilhassa Ezdli Mühelleb b. Ebû



a n c a k b u n l a r d a k i zıtlık aynı



d e ğ i ş i k lehçelerde farklı b i ç i m l e r d e kul-



Sufre'nin çevresinde H o r a s a n ' d a güçlen e r e k M e r v ' d e n B u h a r a ' y a yapılan se-



vardır;



kelimenin



lanılmasından



k a y n a k l a n m ı ş t ı r ve olay



Z ı d d ı n ç o ğ u l u olan e z d â d , b â a ( & )



şöyle g e l i ş m i ş o l m a l ı d ı r : Çeşitli çalışma-



ferlere k a t ı l m ı ş ve z a m a n z a m a n E m e v î



" s a t m a k - s a t ı n a l m a k " ve cevn "beyaz-



larla ilk d e f a kabilelerden kelimeler top-



idarecileri n e z d i n d e hayli n ü f u z kazan-



siyah, aydınlık-karanlık" gibi karşıt an-



lanırken b u n l a r ı n h a n g i s i n i n h a n g i ka-



mışlardır. Kendilerine m u h a l i f



lamlı



homopho-



bileye ait o l d u ğ u n a işaret edilmişti. Da-



geldikçe d e n ü f u z l a r ı kırılmıştır. Ezdli-



nes) i f a d e e t m e k için kullanılır. A n c a k



h a sonra bir araya getirilen kelimeler-



ler'in U m a n S u l t a n l ı ğ ı ' n i n siyasî haya-



iki ayrı a n l a m ı n zıt olabilmesi için her



d e n bir k ı s m ı n ı n zıt a n l a m l a r



t ı n d a ö n e m l i bir rolü vardır.



ikisinin d e aynı kategoriye g i r m e s i ge-



g ö r ü l d ü ve h a z ı r l a n a n sözlüklerde sade-



halifeler



kelimeleri



(antonymie



taşıdığı



meşhur



rekir (meselâ açık-kapalı, kötülük-iyilik).



ce bazılarının kabilesi belirtildiği için so-



liderlerin-



A r a p dilcilerinin b i r ç o ğ u n a g ö r e e z d â d



n u ç t a zıt a n l a m l ı kelimelerin



den A b d u l l a h b. Sa'd el-Ezdî, Emevîler'in



m ü ş t e r e k (eş sesli, h o m o n y m e ; lafızları



ğ u k a n a a t i n e varıldı. Meselâ h e m "be-



H o r a s a n valisi M ü h e l l e b b. E b û



Sufre,



aynı, mânaları başka yahut iki veya d a h a



yaz" h e m "siyah" a n l a m ı n a gelen cevn



Abbâsîler'in H o r a s a n valisi A b d ü l c e b b â r



fazla m â n a s ı olan) kelimelerin ayrı bir sı-



kelimesi, lehçeleri farklı iki kabilenin bir-



b. A b d u r r a h m a n el-Ezdî, m e ş h u r tarih-



nıfını teşkil eder. Şu farkla ki eş sesli ke-



biriyle t e m a s ı n e t i c e s i n d e b u m â n a l a r ı n



çi E b û M i h n e f Lût b. Y a h y â el-Ezdî, ta-



limeler f o n e t i k b a k ı m d a n birbirinin aynı



ikisini b i r d e n k a z a n d ı , c) Zıt a n l a m l ı ke-



rihçi M u h a m m e d b. Abdullah el-Ezdî, Kâ-



oldukları h a l d e iki veya d a h a çok m â n a -



limelerin



d ı l k u d â t Ö m e r b. M u h a m m e d



el-Ezdî,



ya eşit b i ç i m d e d e l â l e t ederler (meselâ



edenler. Bu dilcilere g ö r e b u t ü r keli-



Mâlikî f a k i h i H i ş â m b. A b d u l l a h el-Ezdî,



ayn: 1. "delik, göz, göze, pınar, a y m har-



m e l e r her ne k a d a r ş u a n d a var gibi gö-



M u s u l l u tarihçi E b û Zekeriyyâ Yezîd b.



fi"; 2. "altın"; 3. "casus"). Halbuki ezdâ-



r ü n ü y o r s a d a b u n l a r ı n asılları yine t e k



M u h a m m e d , Mâlikî f a k i h i ve m u h a d d i s



dın birbirinin aksi o l m a k üzere d o ğ r u d a n



mânaya



İsmâil b. İ s h a k C e h d a m î el-Ezdî, f a k i h



d o ğ r u y a iki a n l a m ı vardır. Yalnız E b ü ' t -



zenginleşince a n l a m l a r d a m e y d a n a ge-



E b û Ca'fer et-Tahâvî el-Ezdî, m u h a d d i s



Tayyib el-Lugavî (ö. 351/962) ç o ğ u n l u ğ u



len g e l i ş m e l e r d e n dolayı bir kısım keli-



E b ü ' l - F e t h el-Ezdî. İ m a m Ş â f i î ' n i n an-



o l u ş t u r a n b u g ö r ü ş s a h i p l e r i n d e n farklı



m e l e r zıt a n l a m l a r k a z a n m ı ş t ı r .



nesinin d e Ezdli o l d u ğ u rivayet edilir.



d ü ş ü n m e k t e ve zıt a n l a m l ı



Ezd kabilesine m e n s u p bazı kişiler ş u n l a r d ı r : Tevvâbîn'in



kelimelerin



bu gruba girmediğini söylemektedir.



BİBLİYOGRAFYA: İbnü'l-Kelbî, Nesebü Mecad uel-Yemeni'lkebîr (nşr. Nâcî Hasan), Beyrut 1408/1988, I, 54, 95, 133, 138, 328, 334, 343, 468, 470, ayrıca bk. İndeks; İbn Hişâm, es-Stre, IV, 233237; İbn Sa'd, et-Tabakât, 1, 267, 337, 351; IV, 241; Belâzürî, Fütüh (Fayda), s. 20-22; a.mlf., Ensâb, I, 14, 23, 29, 35, 47, 136, 193, 384, 532; İbn Hazm, Cemhere, s. 215, 243, 266, 330, 371, 377, 473, 484; Sem'ânî. el-Ensâb, I, 197-199; İbn Saîd el-Endelüsî, Neşuetü't-tarab fî târîhi Câhiliyyeti' l-'Arab (nşr. Nusret Abdurrahman), Amman 1982, 1, 188 vd.; Hemdânî, Şıfatü Cezîreti'l-cArab (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva'), Riyad 1397/1977, s. 60, 66, 67, 77, 117, 119, 147, 187, 197, ayrıca bk. İndeks; Nüveyrî, Nihâyetul-ereb, II, 311-320; Elmalılı, Hak Dini, İstanbul 1971, VI, 3956 vd.; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Mutlu), 1, 335-338; Neşet Çağatay, islâm Öncesi Arab Tarihi ue Câhiliye Çağı, Ankara 1971, s. 61-62, 95; Koksal, İslâm Tarihi (Medine), X, 114-121; Ömer Rıza Kehhâle, Mu'cemu kabâ'ili'l-'Arab, Beyrut 1982, I, 15-18; Mustafa Fayda, İslâmiyet'in Güney Arabistan'a Yayılışı, Ankara 1982, s. 20, 23, 53, 61 vd., 117-118, 129, 132-133; İbrâhim Ahmed el - Makhaff, Mu Ccemü'l-müdüni'l-kabâ 'iii'iYemeniyye, San'a 1985, s. 19-20; Mustafa Murad ed-Debbâğ, el-Kabâ'ilü'l-'Arabiyye ue selâ'ilühâ fîbilâdinâ Filistîn, Beyrut 1986, s. 162167; Semîr Abdürrezzâk el-Kutb, Ensâbü'l'Arab, Beyrut, ts., s. 140-152; M. Ahmed Câdelmevlâ Beg v.dğr., Eyyâmü'l-'Arab fi'l-Câhiliyye, Kahire 1361/1942, s. 120; Reckendorf, "Ezd", İA, IV, 430; G. Strenziok, "Azd", Et2 (tng.), 1,811-813. rr1



IHI HÜSEYİN ALGÜL



sonradan



bulundu-



oluştuğunu



dayanmaktadır.



kabul



Zamanla



dil



Genel olarak A r a p ç a ' d a varlığı k a b u l edilen e z d â d ı n ortaya çıkışını dil âlimle-



Öte y a n d a n Arapça'da ezdâdın gerçek-



ri bazı s e b e p l e r e b a ğ l a m ı ş l a r d ı r (bk. M.



t e n b u l u n u p b u l u n m a d ı ğ ı da t a r t ı ş m a ko-



Hüseyin Âl-i Yâsîn, MMİİr., X X X V / 2 , s. 336-



n u s u d u r . Bu h u s u s t a ortaya atılan gö-



343). Bunların



rüşleri iki g r u p t a t o p l a m a k



mümkün-



Lehçe farkları. B u n a göre, e z d â d d a n ka-



d ü r . t. E z d â d ı n varlığını k a b u l etmeyen-



bul edilen kelimelerin birçoğu y u k a r ı d a



başlıcaları



şunlardır:



lere g ö r e k e l i m e n i n i f a d e ettiği zıt an-



" b " şıkkında



l a m l a r d a n biri aslında m e v c u t o l m a y ı p



gelmiştir. Meselâ s ü d f e kelimesi T e m î m



s o n r a d a n ortaya çıkmıştır. Aksi takdir-



kabilesince "karanlık", Kays kabilesince



d e b u t ü r kelimelerin b u l u n d u ğ u



cüm-



"ışık" m â n a s ı n d a ; l e m e k a kelimesi Ukayl



lelerin g e r ç e k m â n a l a r ı n ı a n l a m a k im-



kabilesince "yazdı", Kays kabilesince "sil-



kansızlaşır; dolayısıyla



anlaş-



di" m â n a s ı n d a kullanılmıştır. 2. E z d â d ı n



m a güçleşir ve böylece dil bir a n l a ş m a



d o ğ m a s ı n d a kelimelerin şekillerinde mey-



vasıtası o l m a k t a n çıkar. Bu g ö r ü ş ü sa-



d a n a gelen değişikliğin ö n e m l i etkisi ol-



v u n a n l a r ı n b a ş ı n d a , Şeıhu'l-Faşîh



adlı



d u ğ u ileri s ü r ü l m e k t e ve b u değişiklik-



eserinde Arapça'da ezdâdın bulunmadı-



t e b a z a n t a s h ı f * . b a z a n d a t a h r i f i n rol



ğını ileri s ü r e n , h a t t a b u m a k s a t l a İbtâ-



oynadığı t a h m i n



lü'l-ezdâd



a d ı n d a bir d e k i t a p yazdığı-



h e m " o k u d u " h e m "yazdı" m â n a s ı n a ge-



karşılıklı



a ç ı k l a n a n yolla



1.



meydana



edilmektedir.



Meselâ



nı söyleyen İbn Dürüsteveyh (ö. 345/956)



len zebere k e l i m e s i n i n A r a p ç a ' d a k i asıl



g e l m e k t e d i r . 2. E z d â d ı n varlığını k a b u l



anlamı "yazdı" iken "okudu" m â n a s ı Fars-



edenleri d e ü ç g r u p t a t o p l a m a k m ü m -



ça p e l t e k z â (zâl) ile yazılan z e b e r e d e n



k ü n d ü r . a) A r a p ç a ' d a başlangıcından be-



alınmadır. A n c a k z a m a n l a peltek "z" se-



ri zıt a n l a m l ı kelimelerin o l d u ğ u n u ile-



si keskin " z " sesine d ö n ü ş ü p b u kelime-



ri sürenler.



ilgili



ler aynı harflerle yazılınca ortaya iki zıt



İbn



m â n a s ı olan bir k e l i m e çıkmıştır. Aynı



Fâris (ö. 3 9 5 / 1004) v e S ü y û t î d e savun-



şekilde h e m "gizledi" h e m "açıkladı" an-



m u ş t u r . İbn Fâris b u n a dair bir k i t a p ka-



lamındaki eserre fiili aslında "gizledi" mâ-



eserleri



olan



Bu



görüşü,



konuyla



müelliflerden



başka



l e m e a l a r a k o r a d a delillerini sıraladığını



n a s ı n d a d ı r . Bu k e l i m e eşerre ile ("açık-



b i l d i r m e k t e , a n c a k kitabın adını belirt-



ladı") karıştırılıp şın sesi sîn sesine dö-



m e m e k t e d i r . b) E z d â d ı n lehçeler arası



n ü ş t ü r ü l ü n c e iki ayrı m â n a i f a d e e d e r



47



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZDÂD h a l e gelmiştir. 3. Z a m a n l a dilin gelişme-



(bk. bibi. ve Seyyid Ya'kub Bekir, II, 108-



med



si s o n u c u



110; Mansûr Fehmî, II [19351, s. 229-230).



h a k b. H a s a n el-Harbî, Ubeydullah



kelimelerin



hakiki



mânaları



y a n ı n d a m e c a z i m â n a l a r d a ortaya çıkm ı ş ve b u n l a r ı n bir k ı s m ı h a k i k i m â n a nın aksini i f a d e edince k e l i m e ezdâdd a n sayılmıştır. Bu şekliyle A r a p ç a ' d a n b a ş k a dillerde bulunmayan muhtelif



ezdâd



konusu



üzerinde



ç a l ı ş m a l a r yapılmıştır.



Filolo-



jiye d a i r eserlerde, m e s e l â E b û



Ubeyd



el-Ğa-



K a s ı m b. S e l l â m ' ı n (ö. 2 2 4 / 8 3 8 )



rîbü'l-muşannef, bü'l-kâtib,



İbn Kuteybe'nin Ede-



Ebû Mansûr



Fıkhü'l-luğa



ve



es-Seâlibî'nin



haşâ'işü'l-'Arabiyye



ve İbn Sîde'nin e i - M u h a ş ş a ş ' ı n d a ezdâd a ayrılan fasıl veya b a b l a r d a n



başka



b u k o n u y l a ilgili o t u z d a n f a z l a m ü s t a k i l eser yazılmıştır (geniş bilgi için bk. Ahm e d Şerkâvî İkbal, s. 295-301; M. Hüseyin Âl-i Yâsîn, MMİIr., X X X V / 2 , s. 331-335). Bu eserlerin başlıcaları ş u n l a r d ı r : 1. K u t r u b (ö. 2 0 6 / 8 2 1 ) , el-Ezdâd ler], Islamica,



([nşr. H a n s Kof-



1931, V, 241-284, 385-461,



493-544). 2. A s m a î , Kitâbü'1



- Ezdâd



August Haffner, naşirin Şelâşetü



ezdâd'ı



([nşr.



kütüb fi'l-



içinde], Beyrut 1912, s. 5-70). 3.



E b û M u h a m m e d Abdullah b. M u h a m m e d b. H â r û n et-Tevvezî, el-Ezdâd



((nşr. M.



Hüseyin Âl-i Yâsîn], Beyrut 1983). 4. İbnü'sSikkît, Kitâbü'l-Ezdâd



([nşr. August Haff-



ner, nâşirin Şelâşetü



kütüb



fi'l-ezdâd'ı



içinde], Beyrut 1912, s. 163-220). S. E b û Hâtim



lafzuhû



fî kelâmi'l- cArab



c



li



Kitâbü'l-Maklûb



es-Sicistânî,



an cihetihî



ve'l-müzâ-



ve'l-ezdâd



Haffner, nâşirin Şelâşetü



([nşr. August



kütüb



fi'l-ezdâd'ı



içinde], Beyrut 1912, s. 71-162). 6. E b û Bekir İbnü'l-Enbârî, Kitâbü'l-Ezdâd



([nşr.



Enbârî, el-Ezdâd (nşr. M. Ebu I-Fazl İbrâhim), Beyrut 1407/1987, nâşirin mukaddimesi, I, s. A-C, ayrıca bk. s. 1-3; Ebü't-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü'l-Ezdâd (nşr. İzzet Hasan), Dımaşk 1963, I, 1-2; Müberred, Me'ttefaka lafzuh ve'htelefe ma'nâh mine'l-Kur'ani' 1-mecTd, Kahire 1350, s. 2-3; İbn Fâris, eş-Şâhibî, Beyrut 1984, s. 201202; İbn Sîde, el-Muhaşşaş, Beyrut 1398/1978, IV/13, s. 258-266; Süyûtî, el-Müzhir, 1, 387402; Muhammed b. Bedreddin el-Münşî, Risâtetil'l-ezdâd (nşr. M. Hüseyin Âl-i Yâsîn, MMİIr., XXXV/2 11404/19841 içinde), nâşirin mukaddimesi, s. 231-249; Keşfuz-zunûn, I, 115-116; Bağdatlı Mehmed Fehmî, Târîh-i Edebiyyât-ı Arabiyye, İstanbul 1332, s. 153-154; Sezgin, GAS, VIII, 66, 73, 89-90, 94, 133, 153, 177-178; Muhammed el-Antâkî, el-Vectz fî fıkhı'l-luğa, Beyrut 1969, s. 394-398; Hüseyin Küçükkalay, Kuran Dili Arapça, Konya 1969, s. 198-204; Seyyid Ya'kub Bekir, fiüşûş fî fıkhi'l-luğa, Beyrut 1970, II, 103-237; Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîhu âdâbi'l-'Arab, Beyrut 1394/1974, I, 196200; M. Hüseyin Âl-i Yâsîn, el-Ezdâd fi'l-luğa, Bağdad 1394/1974; a.mlf., "Risâletü'l-ezdâd l i - M u h a m m e d Cemâliddîn b. Bedriddîn elMünşî", MMİIr., XXXV/2 (1404/1984), s. 331343; Ma'a'l-Mektebe, s. 298-299; Ahmed Şerkâvî İkbal, Mu'cemul-me'âcim, Beyrut 1407/ 1987, s. 293-301; Mîşâi Âsî - Emil Bedî' Ya'kub, el-Muccemü'l-mufaşşal fi'l-luğa ue'l-edeb, Beyrut 1987, I, 423-425; Sıddîk Hasan Han, elBülğa fî uşûli'Tluğa (nşr. Nezîr M. Mektebî), Beyrut 1408/1988, s. 340-342; Mansûr Fehmî, "el-Ezdâd", MMLA, II (1935), s. 228-244; Muharrem Çelebi, "Arapça'da Ezdâd Meselesi", DÜİFD, IV (1987), s. 35-50; D. Reig, "Antonymie des semblables et correlation des opposes en arabe", BEO, XXIV (1971), s. 135-155; [G.] Weil, "Ezdâd", İA, IV, 4.31-433; a.mlf., "Addâd", El2 (İng.), I, 184-186; Abdülfettâh Bedevî, "elEzdâd", DMİ, II, 295-303.



M. T. Houtsma], Leiden 1881; [nşr. MuH



MUHARREM



ÇELEBI



r







kelâmı



1-'Arab



([nşr. İzzet Hasan], I-1I, Dımaşk 1963). 8. İ b n ü ' d - D e h h â n , el-Ezdâd



fi'l-luğa



([nşr.



^



r



nâşirin Şelâşetü



fi'l-ezdâd'ımn



zey-



linde], Beyrut 1913, s. 221-254). 10. Muhy i d d i n M ü n ş î (ö. 1001/1592),



ezdâd



.



n



)



G a s s â n î ile Nasr b. E b û Nasr et-Tûsî ve Ebü'l-Hasan



b. C â m i ' rivayette bulun-



m u ş l a r d ı r . H a d i s t e h â f ı z olan



Ezdî'nin



rivayet ettiği hadisleri öğrencisi İbn Cüel-Gassânî M u c c e m ' i n d e



mey'



topla-



mıştır. Ezdî cesur bir â l i m o l u p Abbâsîler devrinde yaşadığı halde eserinde onları açıkça t e n k i t e t m i ş , halife ve valilerin yaptıkları z u l ü m ve haksızlıklara yer vermiş, hatta



Emevîler'in A b b â s î l e r ' d e n



daha



hayırlı bir h â n e d a n o l d u ğ u n u söylemekten çekinmemiştir. Eserleri. 1. Târîhu'l-Mevşıl.



Musul'un



tarihi h a k k ı n d a yazılmış ilk eser olup mahallî t a r i h yazıcılığının g ü z e l örneklerinden birini teşkil eder. T a m a m ı üç cilt olan eserin s a d e c e 11. cildi g ü n ü m ü z e intikal e t m i ş t i r . Ezdî, 1 0 1 - 2 2 4 (719-838) yılları a r a s ı n d a k i olayları ihtiva e d e n b u ciltte M u s u l ' d a h ü k ü m s ü r e n h â n e d a n l a r , bur a d a m e y d a n a gelen ö n e m l i siyasî olaylar h a k k ı n d a bilgi v e r m e k t e ,



Musul'da



valilik ve kadılık y a p a n l a r l a d i ğ e r bazı önemli



simaların



biyografilerini



anlat-



m a k t a d ı r . Ayrıca bazı valilerin faaliyetlerinden, b u n l a r ı n D ı m a ş k ve



Bağdat'-



t a k i m e r k e z î h ü k ü m e t l e o l a n ilişkilerind e n , halifelerin M u s u l ' u n y ö n e t i m i y l e ilgili d ü ş ü n c e l e r i n d e n , şehrin m â r u z kaldığı felâketlerden, M u s u l ve civarına yerleşen Y e m e n l i



kabilelerin



ensâbından,



m e n s u p ü n l ü s i m a l a r d a n b a h s e d e r . Mü-



ihtilâli, zındıkların



Halife



Abbâsî



Mehdî-Billâh



ve Hâdî-İlelhak z a m a n ı n d a k i faaliyetlegelen



d e k i T ü r k n ü f u z u ve M u h a m m e d b. Hâmid



et-Tûsî'nin



B â b e k e l - H ü r r e m î ile



s a v a ş m a s ı gibi h u s u s l a r d a n d a bahseder. Ezdî birçok k o n u d a Taberi'nin Tâ-



M u s u l l u tarihçi ve m u h a d d i s . L



rihine t a h s i s e t m e k l e b e r a b e r



çeşitli savaşlar, M u ' t a s ı m - B i l l â h devrin-



Risûletü'l-



([nşr. M. Hüseyin Âl-i Yâsîn], MMlir.,



b. M u h a m m e d et-Tûsî, İbn C ü m e y ' el-



ri, d o ğ u d a ve k u z e y d e m e y d a n a



Ebû Zekeriyyâ (Ebû Zekve) Yezîd b. M u h a m m e d b. İyâs el-Mevsılî el-Ezdî (ö. 3 3 4 / 9 4 5 - 4 6 )



([nşr. August Haffner,



kütüb



J



EZDİ, Yezîd b. Muhammed ( ı^JjVI -u* j j



içinde). 9. R a d ı y y ü d d i n es-



S â g â n î , el-Ezdâd



rivayet e t m i ş , k e n d i s i n d e n d e M u z a f f e r



ellif eserini e s a s itibariyle M u s u l ' u n ta-



(bk. CEHDAMÎ).



I_



M. Hasan Âl-i Yâsîn], Bağdad 1963, Mefâ'i-



sü'l-mahtûtât



b. Saîd b. M i h r â n , M u t a y y e n el-Hadram î ve d i ğ e r bazı m u h a d d i s l e r d e n h a d i s



d a k i k a h r a m a n l ı k l a r ı n d a n , b u kabilelere



EZDİ, İsmâil b. İshak



rut 1407/1987). 7. Ebü't-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü'l-Ezdâd



b.



siyasî s a h a d a k i etkinlikleri v e savaşlar-



m e d eş-Şinkîtîl, Kahire 1325; [nşr. Muhamm e d Ebul-Fazl İbrâhim], Küveyt 1960; Bey-



el-Mevsılî, İs-



G a n n â m , Ali b. H a s a n el-Kattân, H a s a n



BİBLİYOGRAFYA:



h a m m e d Abdülkadir Saîd er-Râfiî — Ah-



b. E b ü ' l - M ü s e n n â



J



B a ğ d a d 1404/ 1984, X X X V / 2 , s. 331-375).



rih'ini



e s a s a l m ı ş ve o n u n t e s i r i n d e kal-



mıştır. B u n u n l a b e r a b e r T a b e r î ' n i n Kaynaklarda



hayatı



hakkında



yeter-



A r a p ç a ' d a e z d â d ı n varlığı, sayısı ve ge-



li bilgi y o k t u r . Kadılık y a p t ı ğ ı bilinmek-



lişmesi eski müellifler kadar ç a ğ d a ş araş-



le b e r a b e r h a n g i ş e h i r d e ve h a n g i ta-



t ı r m a c ı l a r ı n d a d i k k a t i n i ç e k m i ş ve b u



rihlerde b u g ö r e v d e b u l u n d u ğ u



k o n u o n l a r t a r a f ı n d a n d a incelenmiştir



e d i l e m e m i ş t i r . Ezdî, M u h a m m e d b. Ah-



tesbit



ve



diğer tarihçilerin kaydettiği birçok önemli olaya eserinde yer v e r m e m i ş t i r . Abbâsî Halifesi E b û Ca'fer e l - M a n s û r ' u n amcası Abdullah b. Ali'ye yazdığı e m a n mek-



48 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZEL t u b u n u n t a m m e t n i ve bazı



muhaddis



ve â l i m l e r i n h a y a t l a r ı n a d a i r sadece Târîhu'1-Mevsıl'ûe



malumat bulunmak-



t a d ı r . 7 0 0 beyit k a d a r şiirin yer aldığı eserde z a m a n z a m a n çeşitli ilmî meselelere ve t a r t ı ş m a l a r a d a t e m a s edilmektedir. Kitapta 124 (741-42) ve 152 (769) yıllarına a i t olayların a t l a n m ı ş o l m a s ı ya m ü s t e n s i h h a t a s ı veya m ü e l l i f i n b u yıll a r d a cereyan e d e n olayları k a y d a değ e r g ö r m e m e s i y l e izah edilebilir. kitabını



çeşitli



k a y n a k l a r d a n ve



Ezdî şifahî



rivayetlerden istifade e d e r e k hazırlamıştır. İbn E b û Tâhir Tayfûr, Taberî ve Ya'-



Târih'leri,



kübî'nin



cü'z-zeheb'i,



Mürû-



Mes'üdî'nin



el-Ma câ-



İbn Kuteybe'nin



el-Ah-



rif'i, E b û H a n î f e ed-Dîneverî'nin



bâru't-tıvâl'ı, Vülât



E b û Ö m e r el-KindFnin el-



ve'l-kudât'ı,



hu'l-büldân'ı



Fütû-



Belâzürî'nin



eserin başlıca kaynakla-



rını teşkil eder. S a h a s ı n d a k i en başarı-



Ezdî, Târthu'l-Mevsıl (nşr. Ali Habîbe), Kahire 1387/1967, nâşirin mukaddimesi, s. 6-31; İbn Cümey' el-Gassânî, Mu'cemuş-şüyûh (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1407/1987, 11, 379; İbn Mâkûlâ, el-İkmâl, 1, 176-177; Yâküt, Mucemü'l-büldân, V, 225; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, 1, 11; Zehebî, A'lâmun-nübelâ', XV, 386-387; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, 111, 894895; İbn Hacer, Lisânul-MIzân, 111, 257, 261262; a.mlf., Tehzîbü't-Tehztb, III, 297; Sehâvî, el-l'lân bi't-tevbîh, s. 283; Süyûtî, Tabakâtü'lhuffâz (Ömer), s. 366; Keşfuz-zunûn, I, 307; Brockelmann, GAL Suppl, 1, 210; A. J. Arberry, The Chester Beatty Library A Hand List of the Arabic Manuseripts, Oxford 1955, 1, 11; Kehhâle, Mucemul-muelliftn, XIII, 238; Sezgin, GAS, I, 348, 350; Müneccid, Mu'cem, III, 49-50; F. Rosenthal, A History of Müslim Historiography, Leiden 1968, s. 121, 153-154, 482, 545; a.mlf., "al-Azdı", El2 (İng.), I, 813; Paul G. Forand, "The Governors of Mosul According to al-Azdı's Tarikh al-Mawsil", JAOS, LXXX1X (1969), s. 88-105. [Tl ISI



k ı m ı n d a n d a değerli ve orijinal bir kayn a k t ı r . İzzeddin İ b n ü ' l - E s î r ve İbn Hald û n gibi p e k ç o k tarihçi M u s u l tarihiyle ilgili olaylarda Târîhu'l-Mevşıl'i



kay-



n a k o l a r a k k u l l a n m ı ş , h a t t a bazı kısımları i k t i b a s e t m i ş t i r . Bilinen t e k n ü s h a s ı C h e s t e r B e a t t y koleksiyonu



(Dublin-İr-



landa) a r a s ı n d a b u l u n a n (nr. 3030) Tâ-



rîhu'1-Mevşıl'in



Kahire Dârü'l-kütübi'l-



Mısriyye (Tarih, nr. 2475) ve el-Hizânetü't-Teymûriyye'de



fotokopileri



(Tarih,



nr. 2303) m e v c u t t u r . Eser Ali H a b î b e tarafından



neşredilmiştir



1967). 2. Kitâbü



(Kahire



K a y n a k l a r d a adı Kitâbü



miri







c



c



bi'l-Mevşıl, Tabakatü



Kitâ-



)



S ö z l ü k t e k ı d e m * ile e ş a n l a m l ı o l a r a k



lıklara d a ezelî sıfatı n i s b e t edilebilir-, meselâ a ' y â n - ı s â b i t e * n i n Allah'ın ilmind e ezelî o l d u ğ u söylenir. A n c a k b u nisbî ve itibarî bir ezeliyet o l u p gerçek anlamd a ezelîlik yalnız Allah'a m a h s u s t u r . Bu f a r k ı v u r g u l a m a k ü z e r e Allah'ın ezelîli-



r a t ü r d e " k a d î m " ve "ezelî"



anlamında



l e m yezel, " b â k î " ve "ebedî" a n l a m ı n d a lâ yezâl tabirleri d e g e ç m e k t e d i r . İlk İslâm filozofu o l a r a k bilinen ve aykelâmcılarla y a k ı n



ilişkisi



b u l u n a n Y a ' k ü b b. İ s h a k el-Kindî, ezelî



için bir b a ş l a n g ı ç d ü ş ü n ü l e m e z ,



çünkü



bilginleri ezelin, "yok o l m a d ı , zeval bul-



bağlı değildir, b u sebeple o n u n illeti yok-



m a d ı " m â n a s ı n d a k i l e m yezel fiilinden



t u r . Ezelî varlık istihâle g e ç i r m e z ; çün-



ihtisar e d i l m i ş olabileceğini (lemyezel —



k ü istihale bir d e ğ i ş m e d i r ve ezelî var-



yezeliyyün — ezeliyyün — ezel) d ü ş ü n m ü ş -



lık d e ğ i ş m e z , e k s i k l i k t e n t a m l ı ğ a d o ğ r u



lerdir (bk. Lisânul-'Arab,



d a olsa b a ş k a l a ş m a z . Ezelînin eksik var-



"ezl" md.).



sûresinin 3. âyetinde yer alan, " 0 evveldir ve â h i r d i r " i f a d e s i n d e k i "evvel" kelimesi



halk, i b d â ' , inşâ, tekvin gibi h u s u s l a r a



Tehzîb, III, 297; İbn Mâkûlâ, I, 176-177) ve



dair âyetlerle Allah'ın d o ğ m u ş olmadığını,



b a ş t a m u h a d d i s l e r o l m a k ü z e r e Musul'-



bir benzerinin b u l u n m a d ı ğ ı n ı , hiçbir şeye



d a y e t i ş m i ş â l i m l e r i n biyografilerini ih-



ihtiyacı o l m a y ı p h e r şeyin o n a



tiva e d e n eser z a m a n ı m ı z a intikal et-



olduğunu, bütün kusurlardan münezzeh



m e m i ş t i r . H a k k ı n d a k i bilgiler çeşitli ri-



b u l u n d u ğ u n u i f a d e e d e n âyetler d e do-



câl ve t a b a k a t k i t a p l a r ı n d a m e v c u t na-



laylı olarak Allah'ın varlığının ezelî ve ka-



kil ve i k t i b a s l a r a d a y a n m a k t a d ı r . 3. el-



d î m o l d u ğ u n u , O ' n d a n b a ş k a hiçbir var-



Kabâ'il



lığın b u vasıfla



ne-



Özellikle vahdet-i v ü c û d c u d ü ş ü n ü r l e re g ö r e Allah'ın d ı ş ı n d a k i bir kısım var-



sürekli o l a r a k vardır. Varlığı b a ş k a s ı n a



ehli'l-



kollarından,



d a g ö r ü ş ve i n a n ç birliğine varmışlardır.



b u l u n m a m a k t a d ı r . Bu s e b e p l e bazı dil



Tehzîbut-



ş e n çeşitli kabilelerin



lar y a n ı n d a ezelî ve ebedîliği k o n u s u n d a



n a s ı n d a k i ezl k ö k ü y l e bir a n l a m ilişkisi



ehli'l-



M u s u l ' a gelip yerle-



müslümanlar,



t e r i m i n i "yok o l m a s ı i m k â n s ı z varlık" di-



o l d u ğ u m â n a s ı n d a anlaşılmıştır. Ayrıca



ve'1-hıtat.



ifadeler sebebiyle b ü t ü n



Allah'ın varlığı ve birliği gibi itikadî esas-



y e t a r i f eder. O n a g ö r e ezelînin varlığı



gi-



301; Yâküt, V, 225; İbn Hacer,



dığı y ö n ü n d e k i b u d o ğ r u d a n veya dolaylı



"başlangıcı o l m a m a " a n l a m ı n a gelir. Ezel



Tabakâtü'l-



muhaddişi'l-Mevsıl



Allah'ın varlığının bir başlangıcı bulunma-



kelimesinin "şiddet, darlık, hapislik" mâ-



bi d e ğ i ş i k şekillerde kaydedilen (Ezdî, s.



Târîhu



âlimlerince A l l a h ' ı n ezelî o l d u ğ u m â n a s ı n d a anlaşılmıştır. K u r ' a n ve S ü n n e t ' t e



nı z a m a n d a



İslâm âlimleri t a r a f ı n d a n A l l a h ' ı n ezelî



Mevşıl,



h î d " , 22; Tirmizî, " M e n â k ı b " , 74), İslâm



el-Cîlî, I, 101-102, 104). Ayrıca İ s l â m î lite-



Başlangıçsız z a m a n , zihnen başlangıcı düşünülemeyen süre, varlığın geçmişte sonsuzca d e v a m etmesi a n l a m ı n d a felsefe ve k e l â m terimi. L _J



d e ve h a d i s l e r d e g e ç m e z . A n c a k H a d î d



Tabakatü



h a d i s ( M ü s n e d , IV,



431, 432; Buhârî, " B e d ' ü l - h a l k " , 1, "Tev-



âzâl" terkipleri kullanılmıştır (Abdülkerîm



(



ve'l-muhad-



muhaddişî



disiyle birlikte hiçbir şey y o k k e n Allah vardı" a n l a m ı n d a k i



ği için " e l - e z e l ü ' l - m u t l a k " veya "ezelü'l-



Ezel ve ezelî kelimeleri Kur'ân-ı Kerîm'-



ehli 7 - Mevsıl,



Mevşıl,



ulemâ'



Tabaka-



ehli'1 -Mevsıl,



Tabakâti'l- ulemâ' min



1387/



Tabakâti'l-muhaddi-



ti'l- culemâ' dişîrı



OZAYDIN



siyasî t a r i h a ç ı s ı n d a n o l d u ğ u ka-



d a r ilim, k ü l t ü r ve m e d e n i y e t tarihi ba-



şîn.



ABDÜLKERİM



Târîhu'l-



lı ç a l ı ş m a l a r d a n k a b u l edilen



Mevşıl



redilmiştir (İbn Mâce, " D u ' â 5 " , 10). "Ken-



BİBLİYOGRAFYA:



muhtaç



nitelendirilemeyeceğini



g ö s t e r m e k t e d i r . Aynı m a h i y e t t e k i anla-



s e p l e r i n d e n , onlarla ilgili h a b e r ve riva-



tımlar hadislerde de görülür.



y e t l e r d e n ve İ s l â m î devirde yetişen â l i m



başka Allah'ın d o k s a n d o k u z isminin sıra-



Bundan



ve f a k i h l e r d e n b a h s e d e n bir eser o l u p



landığı h a d i s t e ezeliyeti i f a d e eden evvel,



(Ezdî, s. 96) g ü n ü m ü z e u l a ş m a m ı ş t ı r .



m ü b d i ' , t â m gibi isimlerle birlikte ezelî ile aynı m â n a y a gelen k a d î m ismi de zik-



lık o l m a s ı m ü m k ü n d e ğ i l d i r ; zira o, kendisini d a h a y e t k i n kılacak bir



duruma



d o ğ r u d e ğ i ş i m e u ğ r a m a z . Şu h a l d e ezelî varlık z o r u n l u o l a r a k t a m d ı r



(Resâ'il,



s. 113-114). Öte y a n d a n m a d d î varlık cinsleri ve türleri olan varlıktır, ezelînin ise cinsi yoktur-, b u n a göre m a d d î varlık ezelî o l a m a z . Kindî çeşitli aklî deliller göst e r e r e k h a r e k e t ve z a m a n ı n d a ezelî olm a d ı ğ ı n ı i s p a t l a m a k t a ve s o n u ç o l a r a k s a d e c e "gerçek bir"in yani A l l a h ' ı n ezelîlikle nitelendirilebileceğini ortaya koym a k t a d ı r (a.e., s. 113-122, 153, 215). Fâr â b r y e g ö r e d e t a m a n l a m ı y l a ezelî olan s a d e c e "ilk varlık" y a n i Allah'tır. Zira ilk varlık d i ğ e r b ü t ü n varlıkların ilk sebebidir. O b ü t ü n eksiklik çeşitlerinden mün e z z e h t i r ; e n şerefli ve e n k a d î m varlıktır. O bilfiil v a r d ı r ; bilkuvve var o l d u ğ u , y a h u t herhangi bir şekilde yok olmasının da m ü m k ü n



bulunduğu



düşünülemez.



49 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZEL B u n d a n dolayı O ezelîdir ve ezelî o l m a s ı



ezelî o l d u ğ u



için varlığının geriye d o ğ r u d e v a m etme-



Ontolojik delil, Tann'yı " y o k l u ğ u mantı-



öncülüne



dayanmaktadır.



sini s a ğ l a y a c a k b a ş k a bir şeye ihtiyaç



k e n d ü ş ü n ü l e m e y e n varlık" o l a r a k ka-



(Arâ'ü



bul e d e r e k yola çıkar; k o z m o l o j i k delilin



g ö s t e r m e k s i z i n varlığı süreklidir ehli'l-medîneti'l-fâzıla,



s. 37-38).



A n c a k g e r e k Fârâbî gerekse d a h a açık ve ayrıntılı o l a r a k İbn Sînâ, A r i s t o ' n u n



ğildir. Ç ü n k ü Tanrı z a m a n ü s t ü d ü r , za-



â l e m i n ezelîliği y ö n ü n d e k i



görüşlerinin



m a n ı n dışındadır. Bu s e b e p l e "ilk" keli-



etkisiyle, Yeni E f l â t u n c u s u d û r teorisin-



m e s i b u r a d a ontolojik m â n a d a kullanıl-



d e n d e f a y d a l a n a r a k z â t ve z a m a n ba-



mıştır. Yine Tanrı ezelî o l m a s a y d ı teleo-



k ı m ı n d a n o l m a k ü z e r e iki t ü r l ü ezelîlik



lojik delil, â l e m d e k i n i z a m ve gayeyi ka-



k a b u l etmişlerdir. B u n a g ö r e Tanrı z â t



ostan çıkarmak gibi bir mecburiyetle kar-



ve m e r t e b e b a k ı m ı n d a n ezelîdir; ş u an-



şı karşıya kalırdı ki b u i m k â n s ı z d ı r .



l a m d a ki O illeti b u l u n m a y a n varlık o l u p illetidir



J j M



)



M u h a m m e d Zahîrüddîn Mîrzâ Alî Baht b. Sultân M u h a m m e d Velî Gürgânî (ö. 1 2 3 4 / 1 8 1 8 )



"ilk sebep" t e r i m i n d e k i "ilk" kelimesi zam a n a ç ı s ı n d a n ö n c e olan a n l a m ı n d a de-



kendisi d i ğ e r b ü t ü n varlıkların



EZFERÎ



(



L



Vâki 'ât-1 Ezferî adlı hatıratı ile t a n ı n a n şair, B â b ü r l ü şehzadesi.



J



1 1 7 2 ' d e ( 1 7 5 8 ) D e l h i ' d e Lâl K a l e ' d e (Red Fort) d o ğ d u . Evrengzîb'in s o y u n d a n



Kelâmcılar, varlıkları ezelî o l u p olma-



o l u p M u i z z ü d d i n C i h a n d a r Şah'ın kızı İf-



maları b a k ı m ı n d a n başlıca üç kısma ayır-



f e t Ârâ B e g ü m ' ü n t o r u n u d u r . İlk öğre-



ve b u m â n a d a ezelî o l a r a k b ü t ü n varlık-



mışlardır. a) H e m ezelî h e m e b e d î olan



nimini Delhi'de g ö r d ü . Diğer B â b ü r l ü şeh-



l a r d a n öncedir. F a k a t Tanrı ezelî bir se-



varlık; b u iki s ı f a t s a d e c e Allah'a mah-



zadeleri gibi o n a d a İngiliz D o ğ u Hindis-



b e p t i r ve b u n d a n dolayı O ' n u n eserleri-



s u s t u r . b) Ne ezelî n e d e e b e d î olan var-



t a n Şirketi t a r a f ı n d a n bir m i k t a r tahsi-



nin d e ezelî o l m a s ı g e r e k i r ; b u d a âle-



lık: Kâinat, c) Ezelî o l m a y ı p e b e d î olan



s a t ayrılmıştı. Cihandar Şah z a m a n ı n d a n



m i n bir eser (ma'lûl) o l a r a k z a m a n bakı-



varlık: Âhiret. B u n u n aksi, yani ezelî o l u p



( 1 7 1 2 - 1 7 1 3 ) beri prensler s a r a y d a



çok



m ı n d a n ezelî o l d u ğ u s o n u c u n u d o ğ u r u r



d a e b e d î o l m a y a n bir varlık d ü ş ü n ü l e -



sıkı bir g ö z e t i m a l t ı n d a t u t u l d u ğ u



için



(İbn Sînâ, eş-Şifâ',



m e z ; ç ü n k ü " k ı d e m i s â b i t olanın a d e m i



Ezferî d e hayatının ilk o t u z yılını b u r a d a



s. 266-268). Şu h a l d e



"yokluk ve zıtlık a n c a k ay feleğinin altınd a k i şeyler için söz k o n u s u d u r " (Fârâbî,



Arâ'ü



ehli'l-medîneti'l-fâzıla,



i m k â n s ı z d ı r " (et-Ta crîfât, "ezelî" md.). Ezelî k e l i m e s i n i n n i s b e t i f a d e e t t i ğ i n e



s. 37). Bu



b a k a r a k Allah'ın zâtının "ezel" denilen bir



şekilde Allah'ın z â t b a k ı m ı n d a n ezelî ol-



ş e y d e hasıl o l d u ğ u n u d ü ş ü n m e k u y g u n



d u ğ u h u s u s u n d a İ s l â m filozofları ile ke-



b u l u n m a m ı ş t ı r ; zira b u d u r u m d a Allah'ın



lâmcılar



bulun-



z â t ı n ı n bir şeye m u h t a ç o l d u ğ u izlenimi



m a k l a birlikte, kelâmcılar Allah'ın z â t ve



d o ğ m a k t a d ı r . Ezelî, "hiç evveli o l m a y a n



s ı f a t l a r ı n d a n b a ş k a ezelî varlık k a b u l et-



(lem yezel) varlık" d e m e k t i r . Allah'ın zâtı-



m e n i n i m k â n s ı z o l d u ğ u n u söylerken Fâ-



nın "lem yezel" olması, g e ç m i ş t e O ' n u n



r â b î ve İbn Sînâ gibi bazı İslâm d ü ş ü n ü r -



varlığı b u l u n m a k s ı z ı n h e r h a n g i bir zama-



arasında



görüş



leri A l l a h ' ı n z â t ı y a n ı n d a



birliği



â l e m i n , yani



nın g e ç m e m i ş o l d u ğ u a n l a m ı n a gelir. Ba-



feyz ve s u d û r s ü r e c i n d e yer a l a n akıllar,



zı bilginler, Allah h a k k ı n d a z a m a n fikrini



nefisler, felekler gibi k o z m i k varlıkların



hatıra getirir ve t e n z i h akîdesini zedeler



z â t b a k ı m ı n d a n Tanrı'ya bağlı ve O ' n d a n



düşüncesiyle,



s o n r a , z a m a n b a k ı m ı n d a n ise ezelî ol-



denilmesini d e u y g u n b u l m a m ı ş l a r d ı r .



d u ğ u n u s a v u n m u ş l a r d ı r . Bu y ü z d e n d e k e l â m c ı l a r t a r a f ı n d a n ş i d d e t l e eleştirilm i ş , h a t t a z a m a n z a m a n t e k f i r edilmişlerdir. A n c a k b u onların nihaî g ö r ü ş ü değildir; n i t e k i m Fârâbî, "Allah z a m a n olmaksızın



bir a n d a feleği y a r a t m ı ş



onun hareketi sonucunda z a m a n d a n a gelmiştir" (el-Mecmu,



ve



mey-



s. 27) demek-



tedir. E b û Bekir er-Râzî ise Fârâbî ve İbn S î n â ' d a n d a h a d a ileri g i d e r e k Allah ile birlikte nefis, z a m a n , m e k â n (halâ) ve m a d d e n i n d e (heyülâ) ezelî o l d u ğ u n u iddia e t m i ş t i r (bk. ÂLEM; H U D Û S ; KIDEM). İ s l â m a k a i d i n e g ö r e Allah için bir başlangıç ve son d ü ş ü n ü l e m e z . O h e p vardı ve d a i m a var olacaktır; y o k l u ğ u d ü ş ü n ü l e m e y e n v â c i b ü ' l - v ü c û d d u r . O ' n u n bul u n m a d ı ğ ı bir z a m a n d ü ş ü n ü l ü r s e sonr a d a n (hâdis) o l d u ğ u k a b u l e d i l m i ş o l u r ; h â d i s olan ise Tanrı olamaz. Eğer O ezelî varlık k a b u l e d i l m e z s e ontolojik, kozmolojik ve teleolojik delillerden vazgeçilmesi gerekir. Çünkü her üç delil de Tanrı'nin



"Allah



ezelde



mevcuttu"



Şah



t e ( 1 7 8 9 ) s a r a y d a n kaçtı. Bir s ü r e kaldığı Ceypûr ve C o d p û r yoluyla



Leknev'e



g i t t i ; o r a d a Eved (Oud) h â k i m i Âsafüddevle t a r a f ı n d a n iyi karşılandı. Bu arad a Lâl Kale'de g ö z e t i m a l t ı n d a b u l u n a n ailesi d e k a ç a r a k b u r a y a geldi. Âsafüddevle h e p s i n e m a a ş b a ğ l a d ı . Yedi yıl kad a r Leknev'de o t u r d u k t a n s o n r a P a t n a yoluyla M a k s u d â b â d ' a (Mürşidâbâd) har e k e t etti ve 1 7 9 7 ' d e oraya ulaştı. Maks u d â b â d ' d a bir süre kalıp Madras'a gitti; b u r a d a nevvâbın m a d d î ve m â n e v î yardımlarını g ö r d ü ve ö l ü m ü n e k a d a r Madras'ta yaşadı.



BİBLİYOGRAFYA: Lisânü'l-'Arab, "ezl" md.; Cürcânî, et-Ta'rîfât, "ezelî" md.; a.mlf., Şerhu'l-Meuâkıf, İstanbul 1311, III, 22-23; İbrâhim Medkûr, el-Mu'cemü'l-felsefî, Kahire 1399/1979, "ezelî" md.; Müsned, IV, 431, 432; Buhârî, "Bed'u 1-halk", 1; "Tevhîd", 22, "Meğâzî", 67, 74; İbn Mâce, "Du'â 5 ", 10; Tirmizî, "Menâkıb", 74; Kindî, Resâ'il, s. 113-122, 153, 169, 185, 194, 215; Fârâbî, Arâ'ü ehli'l-medîneti'l-fâzıla (nşr. A. Nasri Nâdir), Beyrut 1986, s. 37-38; a.mlf., el-Mecmu, Kahire 1325/1907, s. 27; Eş'arî, Makalât (Ritter), İstanbul 1930, II, 517-518; İbn Sînâ, eş-Şifâ' (nşr. İbrâhim Medkûr), Tahran 1363, s. 264-268; a.mlf., er-Risâle fi'l-hudûd {Resâ'ii içinde), Kahire 1326, s. 102; BeyhakI, el-Esmâ' ue'ş-şıfât, s. 9-11; Gazzâlî, el-Makşadü'l-esnâ, s. 135-136; a.mlf., Tehâfütü'l-felâsife (nşr. Mâcid Fahrî), Beyrut 1982, s. 48 vd.; Baklî, Meşrebü'l-eruâh, s. 218-219; Fahreddin er-Râzî, Şerhu esmâ' illâhi'l-hüsnâ, Kahire 1396/1976, s. 323 vd., 355-356; Amidî, el-Mübîn, s. 118-119; a.mlf., Ğâyetü'l-merâm, s. 246-247; Devvânî, Şerhu'l-'Akâ'id, İstanbul 1317, I, 76-78; Abdülkerîm el-Cîlî, el-İnsânü'l-kâmil, Kahire 1402/ 1981, I, 100-104; Beyâzîzâde, işârâtü'l-meram, s. 88, 90, 91, 111. [fi «41



geçirdi. Önceleri çok iyi g e ç i n d i ğ i



Âlem'le d a h a sonra arası açıldı ve 1203'-



A H M E T SAİM K I L A V U Z



Ezferî A r a p ç a , Farsça, T ü r k ç e ve Urd u c a biliyordu. Tıp, astroloji, remil, naz ı m ve vezin t e k n i ğ i gibi d e ğ i ş i k alanl a r d a g e n i ş bilgi sahibiydi. A n c a k d a h a çok şiirle ilgilendi. Urduca bir divanı yan ı n d a Farsça ve Türkçe şiirleri b ü y ü k bir y e k û n teşkil e t m e k t e y d i . Ayrıca A r a p ç a , Farsça ve Türkçe kelimeleri



kullandığı



"rîhte" denilen Urduca şiirleri d e vardır. Hâtıratının s o n u n d a b a h s e t t i ğ i diğer bazı çalışmaları gibi Farsça ve Türkçe şiirleri d e k a y b o l m u ş t u r . Eserleri. Vûkı'ât-ı



Ezferî (Madras 1958).



Ezferî 1 7 9 7 ' d e M a k s u d â b â d ' d a yazmaya b a ş l a d ı ğ ı b u Farsça kitabını 1 8 0 6 ' d a M a d r a s ' t a t a m a m l a m ı ş t ı r . Eser, 1788'd e Delhi'yi ele geçiren ve k a m a s ı y l a Bâb ü r l ü H ü k ü m d a r ı II. Şah  l e m ' i n gözlerini çıkaran G u l â m Kadir Rohilla'nın geçici yükselişinin tarihî bir değerlendirmesiyle birlikte Ezferî'nin ş a h s î tecrübelerini, hâtıralarını ve 1 8 0 6 ' y a k a d a r gör-



50 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZGİ, Mehmet Suphi d ü ğ ü yerler h a k k ı n d a k i



müşâhedelerini



ihtiva e t m e k t e d i r . Vâkı'ât'm



y a z m a bir



a s l ı n d a n ö n c e Terceme-i



Vâkı zât-ı



Türk mûsikisi âlimi ve bestekârı.



İstanbul



Üsküdar'da



h â n e n d e ve s â z e n d e



olan babasının evinde düzenlediği ve dev-



da büyük değer taşıyan eser A b d ü s s e t t â r t a r a f ı n d a n Urduca'ya t e r c ü m e edilmiş ve



t e b i n d e o k u d u ğ u ilâhilerle d i k k a t i çekti. Aynı z a m a n d a



(1869-1962)



nüshası Berlin'de Königlichen Bibliothek't e b u l u n m a k t a d ı r (nr. 496). Coğrafî açıdan



n



EZGİ, Mehmet Suphi



doğdu.



j



Babası



rin belli başlı m û s i k i ş i n a s i a r ı n ı n



iştirak



ettiği t o p l a n t ı l a r a önceleri sesiyle katılm a y a başladı. İlk m û s i k i derslerini



on



Ez-



Telgraf ve Posta Nezâreti m u h a s e b e mü-



ferî adıyla y a y ı m l a n m ı ş t ı r (nşr. Muham-



meyyizi İsmâil Z ü h d ü Bey, a n n e s i Emi-



Muzıka-i H ü m â y u n Kolağası Tahsin Bey'-



med Hüseyin Mahvî Sıddîkl, Madras 1937).



n e H a n ı m ' d ı r . Orta ö ğ r e n i m i n d e n sonra



d e n alan Ezgi, kısa s ü r e d e evlerindeki



ve d i ğ e r bazı



girdiği Askerî Tıbbiye'den 1 8 9 2 ' d e t a b i p



toplantılara



k a y n a k l a r d a zikredilen eserleri d e şun-



y ü z b a ş ı olarak m e z u n oldu ve Bingazi'-



bir seviyeye geldi. Babasının k a n u n ho-



E z f e r î ' n i n Vâkı'ât'mda



iki y a ş l a r ı n d a , k e m a n hocalığı d a y a p a n



kemanı



ile iştirak



edecek



hekim



cası K a n û n î Hacı Ârif Bey'den Batı no-



(Türkçe-Farsça ve Farsça-Türkçe



tayin edildi. M e h m e t S u p h i asabiye mü-



tası, R a u f Y e k t â Bey'den işaretli Ham-



bir sözlük o l u p müellif b u eserini Leknev'-



lardır: Lugat-ı



Ezferî)



Türkî-i Çağatâî



(Ferheng-i



deki 58. Alay'ın birinci t a b u r u n a



tehassısı o l a r a k u z u n s ü r e b u r a d a gö-



p a r s u m notası ö ğ r e n d i . D a h a s o n r a d a



de kaldığı sırada yazmıştır);



Merğübul-



rev yaptı. Bu a r a d a Osmanlı - İtalyan har-



b u n u n gizli H a m p a r s u m denilen şeklini



fuâd



Mahbûbul-



bine katıldı ve 1 9 1 3 yılında



(Ali Şîr Nevâî'nin Türkçe



kulûb'unun



bazı ilâvelerle Farsça seçili bir



tercümesi o l u p



1793'te t a m a m l a n m ı ş t ı r ;



eksik bir nüshası Pencap Üniversitesi Kü-



İstanbul'a



ç ö z d ü . On yedi y a ş ı n d a Zekâi D e d e ' n i n



d ö n d ü . I. Dünya Savaşı yıllarında mira-



talebesi oldu ve o n d a n üç yıl k a d a r d e r s



Em-



aldı. Zekâi Dede vasıtasıyla tanıştığı Koz-



râz-ı İntâniyye H a s t a h a n e s i başhekimli-



y a t a ğ ı Rifâî Tekkesi şeyhi H a l î m Efen-



lay rütbesiyle Beykoz Serviburnu



Nisâb-ı



ğ i n d e b u l u n d u . İstiklâl Harbi b a ş l a d ı k t a n



di'den önce s î n e k e m a n , a r d ı n d a n t a n b u r



(şiirlerini ihtiva eden Türk-



sonra A n a d o l u ' y a geçti ve A n k a r a Mer-



dersleri



kez H a s t a h a n e s i b a ş h e k i m l i ğ i



yanında



çalmayı İli. Selim'in t a n b u r hocası İsak'ın



rev'e atfedilen Halik Bârı ye yazılmış Türk-



çeşitli yerlerde h e k i m l i k yaptı. C u m h u -



talebesi Oskiyam'dan ö ğ r e n d i ğ i g ö z önü-



ç e - H i n t ç e bir naziredir); Risâle-i



r i y e t i n ilânını m ü t e a k i p askeriyedeki gö-



n e alınırsa



revinden emekliye ayrıldıysa d a



dokuz



böylece S u p h i Ezgi'ye intikal e t t i ğ i anla-



yaklaşan ö l ü m ü n işaretleri üzerine yazdığı



yıl d a h a çeşitli yerlerde h ü k ü m e t ve be-



şılır. Hocaları arasında ayrıca, Askerî Tıb-



bir risâle o l d u ğ u sanılan bu eseri Arapça'-



lediye tabipliği gibi r e s m î görevlerde bu-



b i y e ' d e öğrenci iken derslerine d e v a m



d a n Farsça'ya m a n z u m olarak çevirmiştir);



l u n d u k t a n sonra istifa etti.



e d e r e k birçok fasıl geçtiği M e d e n î Aziz



tüphanesi'nde



Türkî



Çağatâî



bulunmaktadır);



çe bir eserdir); Tengrî



riyye



Târî (Emîr Hüs-



CAlâmâtü'l-kazaya)



Nüsha-i



Sânihât



Kab-



(I lipokrat'ın



(1221'de [1806-1807]



1932 yılında İstanbul Belediye Konser-



yazdığı bu eser kendi görüşleriyle üzüntü-



vatuvarı Tarihî T ü r k Mûsikisi Eserlerini



lerini açıkladığı 119 anekdotu ihtiva eder);



Tasnif ve Tesbit Heyeti üyeliğine t a y i n



Fevâ'idü'l-etfâl



(tıbba dair bir eserdir);



edildi. Böylece Ezgi'nin h a y a t ı n d a , T ü r k



(bir gramer kitabı-



m û s i k i s i i n c e l e m e ve a r a ş t ı r m a l a r ı doğ-



Eevâ 3idü'l-mübtedî dır); Mîzân-ı



Türkî (Çağatay Türkçesi gra-



mer kitabıdır); Arûz-zâde



rultusundaki



çalışmalarının



ağırlık



ka-



aldı. Halîm



Efendi'nin



geleneksel t a n b u r



tanbur



tavrının



E f e n d i ve özellikle seçkin bir dinî mûsiki repertuvarı elde ettiği Bahariye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin F a h r e d d i n Ded e ile 1 9 1 1 ' d e n s o n r a Batı m û s i k i s i ve a r m o n i dersleri aldığı E d g a r



Manas'ın



ö n e m l i bir yeri vardır.



(Bâbür un Arûz



z a n d ı ğ ı yeni bir d ö n e m b a ş l a m ı ş oluyor-



Suphi Ezgi, m e ş h u r m u s i k i ş i n a s l a r d a n



adlı kitabı esas alınarak hazırlan-



d u . Bu heyetteki çalışmaları on b e ş yıl



aldığı çeşitli dersler sayesinde d a h a ön-



mış Türkçe m a n z u m bir eserdir; eksik bir



s ü r d ü . Son yıllarını B e y k o z ' d a



münzevi



ce y a ş a m ı ş birçok m û s i k i ü s t a d ı n ı n üs-



nüshası Pencap Üniversitesi Kütüphane-



bir şekilde geçirdi. 12 Nisan 1 9 6 2 tari-



l û b u n a d a n ü f u z etti ve b u n l a r ileride



si'nde mevcuttur); Dîvân-ı



h i n d e v e f a t etti ve Zincirlikuyu Mezarlı-



katılacağı eser tesbiti çalışmalarının esa-



ğı'na defnedildi.



sını oluşturdu. 1 9 1 3 ' t e Hüseyin Sadeddin



Risalesi



Urdu-, Dîvân-ı



Urdu



Gazeliyyât-ı



(Madras Üniversi-



tesi tarafından



neşredilmiştir);



Fârsî



vü Rîhte



vü Türkî



Dîvân-ı



(bk. Ezferî, ha-



t i m e ; El2 [İng.], I, 813; Elr., 111, 257-258). BİBLİYOGRAFYA: Ezferî. Vâkı'ât (trc. Kamer Hüseyin Mahvî), Madras 1937, hatime; Muhammed Gavs Han, Şubh-i Vatan, Madras 1258, s. 35; a.mlf., Gülzâr-ı A'zam, Madras 1272; G. de Tassy, Histoire de la litterature Hindouie et Hindoustanie, Paris 1870, I, 265; Rieu, Catalogue, III, 1051; Sabahaddin Abdurrahman, Bezm-i Tîmûriyye, A'zamgarh 1948, s. 426-427; H. M. Elliot - J. Dovvson, History of India as Told by its Own Historians, Delhi 1964, VIII, 234; Storey, Persian Literatüre, \/\, s. 642-643, 1322; A. Urûc, Tezkire-yi Fârsîgû Şuarâ-yı Clrdû, Lahore 1971, s. 121-122; Hanbâbâ, Fihrist, V, 5384; M. Mujeeb, The lndian Muslims, New Delhi 1985, s. 503-505; A. S. Bazmee Ansari, "Azfari", El2 (İng.), I, 813; a.mlf. — Sehâvat Mirza. "Ezferî", UDMİ, II, 870-874; M. Baqır, "Azfari Gürgâni", Elr., 111,257-258. m İSİ



A . S. BAZMEE ANSARI



Fransızca y a n ı n d a A r a p ç a ile Farsça'-



Arel ile birlikte, ö n c ü l ü ğ ü n ü R a u f Y e k t â



ya v â k ı f ve m û s i k i d e n dinî ilimlere ka-



Bey'in yaptığı T ü r k müzikolojisi incele-



d a r u z a n a n çeşitli a l a n l a r d a g e n i ş bir



m e l e r i n e katıldı. D a h a sonra Arel ile Ez-



kültüre sahip



g i ' n i n çalışmalarına



olan



Ezgi asıl



şöhretini



Türk m û s i k i s i çalışmalarıyla elde etmiştir. Henüz beş yaşında iken mahalle mek-



iştirak e d e n



Salih



M u r a t Uzdilek'le birlikte "Arel-Ezgi-Uzdilek s i s t e m i " n i ortaya koydu. T ü r k mûsikisinin ses sistemindeki perdelerin mahiyetini t e s b i t e d e n b u d ü z e n , u z u n yıllar öncesine g i d e n y o ğ u n sonucunda



meydana



araştırmalar



getirilmiştir. Tar-



tışmaları g ü n ü m ü z d e de süren Türk mûsikisinin



ana



dizisi



konusunda,



Suphi



Ezgi ile R a u f Y e k t â Bey a r a s ı n d a k i karşılıklı m e k t u p l a r d a



(1924) ve yine aynı



şekilde T ü r k Musikisi



Dergisi'nde



Ez-



gi'nin M u h y i d d i n Erev ve E k r e m



Kara-



deniz ile olan y a z ı ş m a l a r ı n d a (bk. bibi.) ileri s ü r ü l e n ve tartışılan fikirler m û s i k i Mehmet Suphi Ezgi



araştırmacıları



için i n c e l e n m e y e



değer



niteliktedir.



51 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZGİ, Mehmet Suphi Ezgi,



İstanbul



Belediye



Konservatu-



mıştır. 3. Türk Musikisi



Klasiklerinden



zırlamaya çalışmışsa d a bunları t a m a m layamamıştır.



varı Tarihî T ü r k Mûsikisi Eserlerini Tas-



Bektâşi



n i f ve Tesbit H e y e t i ' n d e ö n c e R a u f Yek-



R a u f Y e k t â , A h m e t irsoy ve Ali R i f a t Ça-



t â , Ali R i f a t Ç a ğ a t a y ve A h m e t İrsoy'la,



ğatay ile ortak hazırlanan b u eser adı ge-



lemiş, a n c a k b u n l a r d a n s a d e c e



ilk ikisinin vefatı üzerine (1935) A h m e t



çen serinin iki cildini teşkil e t m e k t e ve



peşrev, saz semâisi, oyun havası, t a k s i m ,



İrsoy ve M e s u t Cemil'le birlikte,



Nefesleri



(IV-V, İstanbul



1933).



Suphi Ezgi 7 0 0 ' d e n f a z l a eser bestedurak,



1943



seksen d o k u z n e f e s n o t a s ı ile bazı ne-



beste, a ğ ı r s e m â i , y ü r ü k s e m â i , m a r ş ve



yılında İrsoy'un v e f a t ı n d a n sonra d a t e k



f e s g ü f t e k â r l a r ı n ı n hayatı h a k k ı n d a kı-



şarkı f o r m u n d a k i 165'ini neşre lâyık gör-



b a ş ı n a çalıştı. Bu çalışmalar, birçok ese-



sa bilgiler ihtiva etmektedir. 4. Türk



rin u n u t u l m a k t a n kurtarılıp yeniden Türk mûsikisi



repertuvarına



kazandırılması



bakımından büyük önem taşımaktadır. H a m p a r s u m ve Batı notasını iyi bilen



Mu-



m ü ş t ü r . Sözleri Tevfik Fikret'e ait olan



Âyin-



V a t a n Şarkısı adlı eseri Paris Konserva-



(VI-XVIII, İstanbul 1934-1939). Ezgi,



t u v a r ı p r o f e s ö r l e r i n d e n A l b e r t Lavignac



sikisi leri



Klasiklerinden



Mevlevî



kırk bir a d e t âyîn-i şerif n o t a s ı n ı n güf-



tarafından



teleriyle birlikte yer aldığı b u eserin ilk



için bk. Şehbâl,



armonize



edilmiştir



(notası



sy. 64 [1 Temmuz 1328],



Suphi Ezgi, bilhassa eser incelemesi es-



d ö r t cildini R a u f Y e k t â , A h m e t irsoy ve



s. 307). Şarkılarından yirmi sekizini, 1916



n a s ı n d a m u k a y e s e l e r s o n u c u ortaya çı-



Ali R i f a t Ç a ğ a t a y ile, diğerlerini ise Ah-



yılında M u s â h i b z â d e Celâl'in Lâle Devri



k a n farklılıkların giderilmesi h u s u s u n d a



m e t irsoy ve M e s u t Cemil'le b e r a b e r ha-



Opereti için şair N e d î m ' i n kaside, gazel



g ö s t e r d i ğ i titizlik ve gayretiyle tanınmış-



zırlamıştır.



Klasiklerin-



ve ş a r k ı l a r ı n d a n bestelediği eserler teş-



tır. İyi bir t a n b u r î idi. Aynı z a m a n d a ney



d e n " serisi içinde yer alan eser on üç fa-



kil eder. Ayrıca k ü r d î m a k a m ı n ı n hüsey-



üflüyor, k e m a n ve s î n e k e m a n d a çalıyor-



sikülden meydana g e l m e k t e olup günü-



nî- aşiran p e r d e s i n d e k i şeddini



d u . İcracılığının e n ö n e m l i y ö n ü ise gü-



m ü z d e Mevlevî âyinleri k o n u s u n d a kla-



zâ", bûseliğin aynı p e r d e d e k i ş e d d i n i d e



"Türk



Mûsikisi



"aşkef-



zel sesinin y a n ı n d a k e n d i n e m a h s u s ta-



sik eser hüviyetini k a z a n m ı ş t ı r . 5.



Hâfız



" r u h n ü v â z " adlarıyla m ü s t a k i l yeni ma-



vır ve ü s l û b u n u n h â k i m o l d u ğ u hanen-



Mehmed



Külliyâtı



k a m l a r haline g e t i r m i ş ve şeref-i hamî-



Zekâî



Dede



Efendi



deliğidir. Ezgi ayrıca p e k çok t a l e b e ye-



(I-III, İstanbul 1940-1943). A h m e t irsoy'la



dî m a k a m ı n ı n adını " ş e r e f n ü m â " o l a r a k



t i ş t i r m i ş t i r . B u n l a r a r a s ı n d a K e m a l Ba-



müştereken



değiştirmiştir.



tanay, E r c ü m e n t



Dede'nin



Berker, Fahri



Kopuz,



hazırlanan



eserlerinin



notaları



Lâika Karabey, M e s u t Cemil, Y ı l m a z Öz-



m i ş t i r . 6. Eve Buselik,



t u n a , A h m e t Ç a ğ a n , Ârif S a m i Toker ta-



Muhayyer



n ı n m ı ş bazı isimlerdir.



selik,



Eserleri. 1. Nazarî,



kisi



Amelî



Türk



Musi-



(I-V, İstanbul 1933-1953). T ü r k mû-



Buselik,



Hisâr



kitapta



neşredil-



Mahur



Nevâ



Bûselik



Zekâi



Bûselik,



Bûselik,



Fasılları



Bû-



(İstanbul



1943). A h m e t irsoy'la birlikte hazırlanmıştır. 7. Tanbûrî



Mustafa



Çavuş'un



36



sikisi kaidelerinin m ü s b e t ilim esasları-



Şarkısı



n a g ö r e araştırılıp t e s b i t edildiği eser,



yer alan b ü t ü n şarkıların ara n a ğ m e l e r i



en e s k i s i n d e n b a ş l a y a r a k m û s i k i y l e ilgi-



S u p h i Ezgi t a r a f ı n d a n b e s t e l e n m i ş t i r . 8.



(İstanbul 1948). Biri hariç eserde



li k a y n a k l a r ı n incelenmesi suretiyle ka-



Türk Musikisi



l e m e alınmıştır. Kendi bestelerinden yir-



Na't-Salat-Durak



m i b e ş i n i n d e yer aldığı eserde ayrıca



t a r a f ı n d a n t e s b i t edilen elli d ö r t parça-



6 5 0 civarında y a z a r t a r a f ı n d a n derlenen



nın notasını ihtiva e d e n e s e r d e A r a p ç a



m û s i k i eserinin n o t a s ı m e v c u t t u r . Bun-



m e t i n l e r i n t e r c ü m e l e r i d e verilmiştir.



Klasiklerinden



Temcit-



(İstanbul 1945). Ezgi



lar a r a s ı n d a Ezgi'nin o t u z yıllık ç a l ı ş m a mûsikisinin



S u p h i Ezgi'nin hepsi İ s t a n b u l Konser-



z a m a n ı m ı z a u l a ş a n en b ü y ü k eseri ka-



vatuvarı neşriyatı olan b u eserlerinin dı-



bul edilen Nâyî O s m a n Dede'ye ait Mi'-



ş ı n d a , ilk kısmı Musiki



s o n u c u t e s b i t ettiği, T ü r k



Mecmuası'nda



râciyye'nin ayrı bir yeri vardır. 2.



Türk



(sy. 17-19) t e f r i k a e d i l m i ş " T a n b u r Me-



Musikisi



(I-III,



t o d u " ile y a r ı m k a l m ı ş bir "Türk Musiki-



İstanbul 1931-1933). R a u f Y e k t â , A h m e t



si Solfej M e t o d u " m e v c u t t u r . Ayrıca İs-



Klasiklerinden



İlâhîler



İrsoy ve Ali R i f a t Ç a ğ a t a y ile m ü ş t e r e k



tanbul



olarak hazırlanan



Mûsikisi



sikisi usul geçkilerini konu alan bir maka-



Klasiklerinden" a n a başlığı altında yayım-



lesi y a y ı m l a n m ı ş t ı r (sy. 2 [İstanbul 19561,



eser "Türk



Enstitüsü



Dergisi'nde



T ü r k mû-



l a n a n serinin ilk ü ç cildi o l u p I. cildi tev-



s. 37-49). Ezgi T a n b û r î Ali E f e n d i , Hacı



şîh, II ve III. ciltleri ilâhi n o t a l a r ı n a ayrıl-



 r i f Bey ve Şevki Bey külliyatlarını ha-



^



} * ]\



^



Suphi Ezgi'nin ismail Baha Sürelsan'a yazdığı bir m e k t u p (İsmail



^Jı



i1-



^'s—



İL*



Baha



BİBLİYOGRAFYA: Ezgi, Türk Musikisi, 1, 3-6; a.mlf., "Vatan Şarkısı", Şehbâl, sy. 64, İstanbul 1328, s. 307; a.mlf., "Özlü Bir Musiki Hasreti Başlıklı Yazıya Cevap", TMD, sy. 29 (1950), s. 4-5; a.mlf., "Bay M. Erev'in Birinci ve İkinci Mektuplarına Cevap", a.y., sy. 32 (1950), s. 4-5, 20; a.mlf., "Bay M. Erev'e İkinci Cevabım", a.y., sy. 33 (1950), s. 4, 20-21; a.mlf., "M. Erev'in Yazışma Üçüncü Cevap", a.y., sy. 34 (1950), s. 4-5, 22-23; a.mlf.. "Bay M. Erev'e Cevap", a.y., sy. 35 (1950), s. 4-5, 23; a.mlf., "Bay Muhittin Erev'e Cevap", a.y., sy. 36 (1950), s. 45, 21-24; İbnülemin, Hoş Sadâ, s. 264-265; Sadun Kemâlî Aksüt, Beşyüz Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1967, s. 147-148; Bedî' Mensi [Hüseyin Sadettin Arel], "Subhi Ezgi", Şehbâl, sy. 5, İstanbul 1325, s. 89; Muhittin Erev, "Özlü Bir Musiki Hasreti", TMD, sy. 28 (1950), s. 1, 23-24; a.mlf., "Üstad Dr. Subhi Ezgi'ye", a.y., sy. 30 (1950), s. 9; a.mlf., "Nazarî ve Amelî Türk Musikisi Adlı Eser Üzerine Bazı Mülâhazalar", a.y., sy. 31 (1950), s. 6-7, 20-21; Ekrem Karadeniz, "Sayın Doktor Subhi Ezgi'ye Açık Mektup", a.y„ sy. 31 (1950), s. 8-9; İsmail Baha Sürelsan, "Doktor Subhi Ezgi'nin Ardından", MM, sy. 171 (1962), s. 75, 94; a.mlf., "Doktor Subhi Ezgi", a.y„ s. 75, 94; a.mlf., "Doktor Subhi Ezgi", Ahenk Gazetesi, 15 Ağustos 1963, s. 2; a.mlf., "Doktor Subhi Ezgi", MM, sy. 206 (1965), s. 37-38; a.mlf., "Doktor Subhi Ezgi'nin Mektupları", Musiki ue Nota Mecmuası, sy. 6, İstanbul 1970, s. 4-6; sy. 8 (1970), s. 4-6; sy. 11 (1970), s. 4-6; sy. 13 (1970), s. 4-7; sy. 14 (1970), s. 4-6; sy. 17 (1971), s. 4-6; Bedi N. Şehsuvaroğlu, "Türk Musikisi ve Dr. Subhi Ezgi", MM, sy. 171 (1962), s. 71, 76; Hayri Yenigün, "Subhi Ezgi ve Nedîm'in Şiirleri", a.y., sy. 206 (1965), s. 39-41; TA, XVI, 69; Salahattin Göktepe, Büyük Müzisyenler Ansiklopedisi, İzmir 1962, s. 310; Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi, İstanbul 1974, II, 623; Ahmet Say, Müzik Ansiklopedisi, Ankara 1985; Öztuna, BTMA, 1, 274-277. m .



Sürelsan arşivi)



52 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



İMI



İSMAIL B A H A SÜRELSAN



EZHER



r



.







EZGİ, Muhlis Sabahattin



mıştır. İlk m û s i k i zevkini, aynı z a m a n d a



(1889-1947)



evinde m û s i k i toplantıları t e r t i p e t m e k -



Türk mûsikisi bestekârı.



L







A d a n a ' d a d o ğ d u . Babası S u l t a n A b d ü laziz'in b a ş m â b e y n c i s i



asıl şöhretini bestelediği operetlerle yap-



H u r ş i t Bey, an-



le t a n ı n a n b a b a s ı n d a n aldı. Ud, k e m a n , nısfiye ve o n iki telli saz gibi aletleri çalan b a b a s ı n ı n ö l ü m ü n d e n



sonra



s i n d e n piyano dersleri a l m a y a



anne-



başladı.



nesi S î n e s â f Hanım'dır. Babasının 1897'-



Galatasaray Sultânîsi'ndeki talebeliği es-



d e D r a m a ' d a vefatı ü z e r i n e a n n e s i irâ-



n a s ı n d a m e k t e b i n m û s i k i m u a l l i m i olan



de-i seniyye ile Selanik'te i k a m e t e t â b i



bir İtalyan h a n ı m d a n aldığı piyano ders-



t u t u l d u . M u h l i s S a b a h a t t i n b u r a d a Sela-



leriyle bu çalışmalarını ilerletti. A v r u p a



nik T e r a k k i M e k t e b i ' n e d e v a m etti. Da-



d ö n ü ş ü çalışmalarını sadece m û s i k i üze-



h a s o n r a ailesiyle birlikte İstanbul'a git-



rinde yoğunlaştırdığı



ti ve 1 9 0 4 ' t e G a l a t a s a r a y



s a h a d a m e ş h u r oldu. Mûsikiye olan ka-



Sultânîsi'ne



için z a m a n l a



Muhlis Sabahattin



bu



Ezgi



sonra



biliyetinin y a n ı n d a kuvvetli bir hâfızaya



lerini k u l l a n a n M u h l i s S a b a h a t t i n ayrıca



başladı.



d a sahipti. Bu meziyetlerini azmiyle bir-



o t u z b e ş civarında şarkı ve bir d e m a r ş



O s m a n l ı D e m o k r a t Fırkası Cemiyeti adlı



leştirerek kendisini yetiştirdi. D a h a ge-



bestelemiştir.



p a r t i d e ve b u p a r t i n i n 1910 yılında bir-



niş bir mûsiki öğrenimi yapabilseydi ulaş-



g ö r ü l e n bazı prozodi bozuklukları melo-



girdi. II. M e ş r u t i y e t i n 1908'de



siyasetle



ilânından



uğraşmaya



Şarkılarının



pek



azında



Türkiye,



Selâ-



tığı seviyenin çok ü z e r i n d e bir b e s t e k â r



dik yapıdaki â h e n k l i ses örgüsüyle örtül-



Hâkimiyyet-i



Mil-



olacağına m u h a k k a k nazarı ile b a k ı l a n



d ü ğ ü n d e n eserin güzelliğine z a r a r ver-



adlı gaze-



M u h l i s S a b a h a t t i n y i r m i b e ş yıl içerisin-



memektedir.



t e l e r i n d e çalıştı. Aynı yılın aralık a y ı n d a



d e yirmi yedi a d e t operet, revü ve or-



B e z m i N u s r e t (Kaygusuz) ve S u p h i Nuri



k e s t r a eseri b e s t e l e m i ş t i r . İlk iki s a h n e



(İleri) ile birlikte Genç



eseri olan ü ç p e r d e l i k Ç â r e s â z operetiy-



biri



ardınca



kapatılan



met-i



Umûmiyye,



liyye,



Yeni



Ses ve Muahede



Türk



gazetesini mu-



le Hilâl-i A h m e r Çiçeği adlı revüsü 1917'-



halefeti sebebiyle İstanbul'dan sürülme-



d e o y n a n m ı ş ve b ü y ü k ilgi g ö r m ü ş t ü r .



çıkardı. Devrin iktidarına d e v a m l ı si k a r a r l a ş t ı r ı l d ı ğ ı n d a n



Avrupa'ya



kaç-



Bizzat y ö n e t t i ğ i o p e r e t t o p l u l u k l a r ı kur a r a k İ s t a n b u l ' d a ve A n a d o l u ' n u n çeşit-



m a k z o r u n d a kaldı. I. Dünya Savaşı'nın başlayacağı sıralard a siyasetle u ğ r a ş m a m a k şartıyla ve özel bir afla İstanbul'a d ö n m e s i n e izin verildi.



li yerlerinde verdiği mûsikili



temsiller-



le m ü z i k l i o y u n t ü r ü n ü n temsilcisi olmuştur.



Hayatının b u n d a n sonraki yıllarında sa-



Muhlis S a b a h a t t i n Ezgi s a h n e eserleri-



dece m û s i k i ile m e ş g u l oldu ve b u a r a d a



ni 1917-1920, 1921-1935 ve 1936-1942



birçok t a l e b e yetiştirdi.



yılları a r a s ı n d a o l m a k ü z e r e ü ç devreye



1920-1922'de



B e ş i k t a ş Çerkez Kız M e k t e b i ' n d e m û s i k i



ayırmıştır. B u n l a r a r a s ı n d a



dersleri verdi. 12 Ş u b a t 1 9 4 7 t a r i h i n d e



eserlerinden Ç â r e s â z ile ikinci d ö n e m d e



ilk



Heybeliada Sanatoryumu'nda öldü ve Zin-



bestelediği Gül F a t m a ve bilhassa Ayşe operetleri çok t u t u l m u ş t u r . G ü f t e l e r i n i n



k â r Neveser Kökdeş'in ağabeyidir.



b i r ç o ğ u n u k e n d i s i n i n yazdığı, bir k ı s m ı



devir



mûsikişinasları



arasında



ö n e m l i bir yeri olan M u h l i s S a b a h a t t i n



hayatta



iken



plağa



alınan



Celâl Esat Arseven. Muhlis Sabahattin, İstanbul 1947; İbnülemin, Hoş Sadâ, s. 223; Sadun KemâlîAksüt, Beşyüz Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1967, s. 93-94; Mustafa Rona. Elli Yıllık Türk Mûsikisi, İstanbul 1970, s. 333-335; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, İstanbul 1984, 1, 171, 175, 177-178; Osman Nihat Akın, "Muhlis Sabahattin", TMD, sy. 2 (1947), s. 6; Yismeyl Özdemir, "Muhlis Sabahattin Ezgi", Kafdağı, sy. 37-40, İstanbul 1990, s. 20-21; İ. K. Dursunoğlu, "Acımız; Şubat'ın Alıp Götürdükleri", Beste, sy. 1, İstanbul 1991, s. 4-5; TA, XVI, 68-69; Salahattin Göktepe. Büyük Müzisyenler Ansiklopedisi, İzmir 1962, s. 485; Öztuna, BTMA, I, 273-274.



dönem



cirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. Beste-



Son



BİBLİYOGRAFYA:



eserlerinde



d a h a çok Türk mûsikisi m a k a m ve usul-



B



F



İSMAIL B A H A SÜRELSAN



n



EZHER



(



)



Kahire'de, İslâm dünyasının halen y a ş a m a k t a olan en eski dinî eğitim k u r u m u d u r u m u n d a k i c a m i ve etrafındaki külliye.



1. Mimari, a) Fâtımî D ö n e m i . Z a m a n l a Mısır'ın Fâtımîler'den itibaren b ü t ü n dön e m l e r i n e ait farklı m i m a r i



üslûplarını



bir a r a d a sergiler h a l e gelen ilk b i n a , Halife Muiz-Lidînillâh'ın emriyle, Fustat'ı f e t h e d e r e k y a k ı n ı n a Kahire'yi k u r a n veziri ve k u m a n d a n ı Cevher es-Sıkıllî (esSaklâbî) t a r a f ı n d a n



şehrin c u m a



camii



o l a r a k yaptırılmıştır. İnşaatın Cemâziyelevvel 3 5 9 ' d a (Mart 970) başlayıp R a m a z a n 3 6 1 ' d e (Haziran 972) bittiği ve ayın ilk c u m a n a m a z ı y l a (7 Ramazan / 22 Haziran) ibadete açıldığı bilinmektedir. Makrîzî'nin d e m e t n i n i verdiği m i h r a p ü s t ü k u b b e s i n i n k a s n a ğ ı n d a b u l u n a n kitâbe-



53 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZHER si XX. yüzyılın başlarında kaybolmuştur. İlk devir kaynaklarına adı Musalla'l-Kahire ve Câmiu'l-Kahire şeklinde geçen camiye daha sonraki yıllarda verilen "Ezher" (çok parlak, çok güzel) adının Şiî Fâtımîler tarafından, bu kelimenin müennesi olan Hz. Fâtıma'nın "Zehra" lakabından esinlenerek k o n u l m u ş olabileceği ileri sürülmektedir. Yine Fâtımîler dön e m i n d e camiye o n u n adıyla anılan bir de m a k s û r e eklenmiş olmasının bu fikri güçlendirdiği söylenebilir. Yeni inşa edildiğinde



halen



mevcut



b u l u n a n d a n d a h a k ü ç ü k olan yapı, açık bir avlunun çevresinde yer alan kıble yönündeki ana ibadet mekânı ile iki taraflı revaklardan ibaretti ve yuvarlak revak kemerleri korint başlıklı devşirme sütunlar tarafından taşınıyordu. İbadet mekânı kıble duvarına paralel beş n e f ile onları dikine keserek m i h r a b a d o ğ r u uzanan ve biraz d a h a yüksekçe olan bir orta neften m e y d a n a geliyordu. Biri mihrap üzerinde, diğer ikisi kıble duvarının köşelerinde olmak üzere g ü n ü m ü z d e hiçbir izi kalmayan üç kubbesi bulunmaktaydı. Avlunun iki yanındaki revakiarın her biri d e üç k u b b e ile ö r t ü l m ü ş t ü ve bunları taşıyan



kemerlerin içteki



ikisi



m e r m e r sütunlara, avluya bakan en dıştaki ise dikdörtgen kesitli kesme t a ş pâyelere oturuyordu. Cami avlusunun ortasına açılan ana kapının ü s t ü n e oturtulm u ş t u ğ l a d a n bir minaresi vardı. Bu ilk yapıdan sadece revaklarla mihrap ve mihrap kemerinin ü s t kısmını çevreleyen alçı süslemelerin bir kısmı ve kuzey duvarındaki birkaç pencere kafesi korunabilmiştir. 1933 yılına k a d a r M e m l û k devrine ait nakışlı a h ş a p bir kaplamayla ka-



Ezher Camii'nin planı 1. A b d u r r a h m a n Kethüda Minaresi 2. B â b ü ' ş - ş u r b a 3. A b d u r r a h m a n Kethüda Mihrabı 4. Abdurrahm a n Kethüdâ Sebili 5. B â b ü ' s - s a â y i d e 6. A b d u r r a h m a n Kethüda Türbesi 7. i d â r e t ü ' l - m e s c i d 8. ilk mihrab 9. Cevheriye Medresesi 10. Acık avlu 11. Kayıtbay Minaresi 12. Taybarsiyye Medresesi 13. Cavri Minaresi 14. A k b o ğ a Türbesi 15. Akboğaviyye Medresesi 16. A k b o ğ a Minaresi 17. Taybars Türbesi 18. B â b ü ' l - m ü z e y y i n î n 19. Revâku'l-Abbâsiyye 20. B â b ü ' l Abbâsiyye



patılmış olan bu orijinal mihrabın alt kısmı renkli m e r m e r d e n yapılmış, ü s t kısmı E n d ü l ü s tarzında alçı k a b a r t m a motiflerle bezenmiştir. Özellikle iki yanı sü-



lümlerini yeniletmiş, ayrıca camiye iki



yin edilmiş ve üst kısmına da Bakara sü-



tunçeli m i h r a p nişinin iç ve dış y ü z ü n d e



b ü y ü k ş a m d a n l a r a m a z a n geceleri ya-



resinin 239. âyetiyle yaptıran için bir du-



kılmak üzere on yedi g ü m ü ş kandil vak-



ayı ve 519 tarihini ihtiva eden kûfî yazı-



fetmiştir. Bu d ö n e m d e n d e geriye yal-



lar işlenmiştir.



yer alan kûfî hatla yazılmış âyetlerle bunları çevreleyen ve duvar sathını kaplayan bitkisel ve g e o m e t r i k motifli süslemeler, devrin karakteristik tezyinat anlayışının değerli örnekleri arasındadır. Bu devirde camide, c u m a günleri tekerlekleri üzerinde çekilerek m i h r a p yakınındaki yerine getirilen ve n a m a z d a n son-



nızca halen Kahire'deki Methafü'l-fen-



Fâtımîler devrinde Ezher'de görülen



ni'l-İslâmî'de korunan, üzerine kûfî hat-



en önemli inşa faaliyetlerinden biri, Hâ-



la halifenin adı yazılmış 3,20 m . yüksek-



fız-Lidînillâh tarafından caminin batı ka-



liğinde iki kanatlı a h ş a p k ü n d e k â r î bir



pısı yakınına g ü n ü m ü z e ulaşmayan Fâ-



kapı kalmıştır. 519'da (1125) yedinci ha-



t ı m a t ü z z e h r â maksuresinin yaptırılma-



life Âmir-Biahkâmillâh'm yaptırdığı sey-



sıdır. B u n d a n d a h a önemlisi ise aynı ha-



yar ahşap mihrap da caminin ilk dönem-



lifenin binaya, avluyu d ö r t t a r a f t a n ku-



lerinden kalan eserler arasında özellik



şatan yeni revaklarla orta nefin b a ş ta-



arzeden değerli bir m i m a r i u n s u r ola-



rafına oturtulan ve içinde k û f î hatla ya-



tamirat



rak yine Methafü'l-fenni'l-İslâmî'de sak-



zılmış çeşitli âyetlerin yer aldığı, devrin



ü ç ü n c ü Fâtımî halifesi H â k i m -Biemril-



lanmaktadır. Birbirine geçme ahşap par-



alçı işçiliğinin çok güzel bir örneğini gü-



lâh t a r a f ı n d a n yaptırılmıştır (1009). Ha-



çalardan meydana gelen b u m i h r a p ge-



n ü m ü z e taşıyan nakışlarla süslü bir kub-



life m i n a r e ile birlikte yapının bazı bö-



ometrik ve bitkisel desenli oymalarla tez-



be ilâve ettirmesi olmuştur.



ra hücresinde m u h a f a z a edilen



ahşap



bir minberin kullanıldığından bahsedilm e k t e d i r (Muhammed el-Behî, s. 126). Camideki



kayda



değer



ilk



54 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZHER b) Eyyûbî Dönemi. Fâtımîler zamanın-



filini t a m i r ettirip badanasını yaptırdı;



ye haline gelmesinde caminin etrafına



da altın çağını yaşayan ve onların Şiî-



ayrıca tabanını döşeterek halı ve yaygı-



inşa edilen medrese ve revak (aş. bk.)



Bâtınî inançlarının yayılmasına yardım



larını tamamlattı. Sultanın nâibi Emîr Bil-



gibi çeşitli yapıların büyük rolü vardır.



eden bir eğitim k u r u m u olarak çeşitli



bek el-Hâzindâr ez-Zâhirî de Şâfiî fa-



Caminin Ezher meydanına açılan ve Bâ-



vakıf ve imkânlarla desteklenip gelişti-



kihleri için özel bir maksûre ile camiye



bülmüzeyyinîn denilen üzeri minareli ana



rilen ve bu bakımdan ayrı bir önem ka-



yeni bir minber yaptırdı; günümüze ulaş-



kapısının sağında yer alan medrese, Na-



zanan Ezher Camii, Fâtımîler'in yıkılma-



mayan bu ahşap minberin 10 Rebîülev-



kîbülcüyûş Alâeddin Taybars el-Hâzin-



sından sonra (1171) Sünnî Eyyûbîler za-



vel 665 (9 Aralık 1266) tarihli kitâbesi ha-



dârî tarafından



manında (1171-1252) ihmal edilmiş gö-



len Cezayir Müzesi'nde korunmaktadır.



okutulması için yaptırılmıştır; bânisine



rünmektedir. Selâhaddîn-i Eyyûbî bura-



Caminin 1933'e kadar orijinal mihrabını



nisbetle Taybarsiyye adıyla anılır. İnşa-



da cuma namazı kılınmasını yasaklamış



örten nakışlı ahşap kaplama ile avlunun



atı 7 0 9 ' d a (1309) bitirilen bu medrese



(aş. bk.), ayrıca Mısır'ın diğer camilerin-



etrafında halen giriş kapısının iç cephe-



ile Fâtımîler'den sonra binaya ilk büyük



de yaptığı gibi kubbesinde mevcut 5000



sinde bir t e k örneği kalmış bulunan ah-



ilâve yapılmış olduğu gibi, o zamana ka-



dirhem g ü m ü ş tutarındaki tezyinatı da



şap balkonlar da (şürfe) bu devrin eseri-



dar sadece camide yürütülen ve gittikçe artan eğitim faaliyetlerini karşılamak



özellikle Şâfiî fıkhının



söktürmüştür. Yine bu yıllarda geçirdiği



dir. Böylece geniş bir onarım gören ca-



yangın ve depremlerle harap olan cami-



mi, yeni minberin yapılmasından bir haf-



için de Ezher bünyesinde ayrı mekânlar



nin vakıflarının yağmalanması sebebiyle



ta sonra tekrar cuma namazına açıldı



y a p m a geleneği başlatılmış oldu. Med-



yeterince bakımı da yapılamamıştır.



(18 Rebîülevvel 6 6 5 / 1 7 Aralık 1266). 702



resenin dört pâye üzerine oturan kare



c) Memlûk Dönemi. Ezher yüz yıla yak-



(1303) yılında Kahire'de birçok binanın



planlı ana mekânının etrafında bir kü-



laşan bir ihmal devresinden sonra Sultan



yıkılmasına yol açan büyük depremde



tüphane, bânisinin üzeri kubbe ile örtü-



Zâhir I. Baybars zamanında (1260-1277)



Ezher de harap oldu ve Sultan Nâsır b.



lü türbesi ve öğrencilerle hocaların kal-



yeniden eskiyi hatırlatan rağbet günleri-



Muhammed



maları için yapılmış odalarla halen kul-



ne kavuştu. Yakınında oturan Emîr İzzed-



Sellâr'ın nezâreti altında t a m i r edildi;



lanılmayan abdest alma yerleri ve helâ-



din Aydemir el-Hillî cami ile ilgilenmeye



ayrıca camiye Mansûriyye denilen ve Mı-



lar bulunmaktadır. Taybarsiyye Medre-



başlayarak önce vakıflarının bir kısmını



sır'daki bütünüyle taştan yapılmış ilk ör-



sesi, Ezher Külliyesi'nin en değerli mi-



tekrar bağlattı; arkasından sultanın da



neklerden olan bir minare eklendi.



Kalavun'un



emriyle



Emîr



yardımını sağlayarak kendi bütçesinden



Memlükler Dönemine Ait İlâve Binalar.



duvarlarını, direklerini, tavanını ve mah-



Taybarsiyye Medresesi. Ezher'in bir külli-



mari ve tezyinî unsurlarını ihtiva eden ve Memlûk devrinin sanatta ulaştığı ileri merhaleyi gösteren en kıymetli bölümdür. Eski ve yeni birçok kaynak medresenin m e r m e r işçiliğine ve tezyinatının mükemmelliğine



dikkat



çekmişler



ve



özellikle renkli mermerlerden yapılmış mihrabı ölçüleri, tezyinatı ve işçiliği bakımından bir şaheser olarak tanımlamışlardır (meselâ bk. Makrîzî, 11, 383; Tâhâ el-Velî, s. 480). XIX. yüzyılda Osmanlılar zamanında A b d u r r a h m a n Kethüdâ tarafından yaptırılan esaslı t a m i r a t sayesinde, sahip olduğu en değerli özellikleriyle g ü n ü m ü z e ulaşan medresenin bir bölümü halen Ezher Kütüphanesi'ne, bir b ö l ü m ü de yine Ezher bünyesinde faaliyet gösteren Lecnetü'l-fetvâ'ya tahsis edilmiş durumdadır. Kaynaklarda geçen, b u g ü n de halk arasında yaşayan bir rivayete göre Taybars binanın inşası tam a m l a n d ı k t a n sonra kendisine sunulan hesap defterlerini suya atmış ve, "Allah Ezher



için



yaptığımız



harcamalardan



dolayı



Camii'nin



kimseyi hesaba çekmeyiz" diyerek hayır



ana giriş



işlerindeki



kapısı olan Bâbü'l-



samimiyetini



göstermiştir.



Halkın inanışına göre onun bu davranışı



müzeyyinîn'e



da eserinin uzun ömürlü ve şerefli bir



Abdurrahman



âbide olarak g ü n ü m ü z e kadar ulaşma-



Kethüdâ



sını sağlamıştır.



tarafından ilâve ettirilen



Akboğaviyye Medresesi. Bâbülmüzeyyi-



Kattâb'ın



nîn'in solunda bulunan medrese, bura-



(ilk mektep)



nın holüne açılan giriş kapısı üstündeki



yıkılmadan önceki görünüşü



kitabesine göre 739 (1338-39) yılında Emîr Alâeddin Akboğa Abdülvâhid tara-



55 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZHER fından Şâfiî ve Hanefî fıkhının okutul-



resesi'nden sonra Mısır'daki en küçük



ması için tanınmış m i m a r İbnü's-Süyû-



taş kubbenin örttüğü türbenin en önemli



fî'ye yaptırılmıştır. On iki s ü t u n u n taşı-



özelliği kubbe dış yüzünün bitkisel mo-



dığı, ortasında küçük bir kubbe bulu-



tiflerle süslenmiş olmasıdır. Eyvanların



nan devrin tezyinatına sahip ahşap bir



ortasındaki ana sahnmın ü s t ü n d e ah-



çatıyla örtülmüştür. Kubbenin en



şap tavanlı ve sekizgen kasnaklı bir kub-



üst



kısmında bazı âyetlerle bunların altın-



be bulunan medrese ufak çapta bazı



da, yapının bitiş tarihini Muharrem 740



onarımlar g ö r m ü ş olmakla birlikte gü-



(Temmuz 1339) olarak veren ve bânisinin



n ü m ü z e orijinal haliyle ulaşmıştır.



adını taşıyan bir kitâbe bulunmaktadır.



Memlükler Devrindeki Diğer İmar ve İn-



Medresenin camiye bitişik kıble duva-



şa Faaliyetleri. Kaynaklarda Ezher'İn, Sul-



rında, Taybarsiyye mihrabının



tan



benzeri



Nâsır M u h a m m e d



b.



Kalavun'un



bir renkli mermer mihrapla yanlarına



üçüncü



açılmış iki pencere yer almaktadır. So-



725 (1325) yılında Kahire muhtesibi Ka-



kağa bakan iki cephedeki üçer pencere



dı Necmeddin M u h a m m e d b. Hüseyin



ile aydınlanan bina 1896 yılından beri



el-İs'irdî tarafından kısmen yenilendiği



Ezher Kütüphanesi'nin



ana



saltanatı



dönemine



rastlayan



bölümünü



kaydedilmekteyse de ayrıntılar hakkın-



teşkil e t m e k t e ve özellikle kitap sanat-



da yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ka-



ları bakımından kıymetli yazmaların da



hire'de kendi adıyla anılan büyük bir



teşhir edildiği o k u m a salonu vazifesini



medresenin de bânisi olan Sultan Ha-



görmektedir. Medresenin inşası sırasın-



san (1347-1361), Ezher civarında oturan



da yanına Sultan Nâsır M u h a m m e d b.



emirlerinden Sa'deddin Beşîr el-Câme-



Kalavun tarafından babasınınki gibi ta-



d â r vasıtasıyla binada büyük bir tami-



mamıyla taştan olan bir de minare yap-



rat gerçekleştirmiştir. Önce cami için-



tırılmıştır. Zamanla yıkılarak yok olma-



deki sonradan yaptırılmış mahfil, mak-



ya yüz t u t a n ve sadece Akboğaviyye re-



Ezher Camii Sultan Kayıtbay ve Cavri minarelerinin çizimi



sure ve odalar yıktırılıp duvar ve tavan-



ile aynı minarelerin avludan g ö r ü n ü ş ü



vakı adıyla anılan medrese, yine Osman-



lar t a m i r edilmiş, ayrıca ana kapının ya-



lılar zamanında A b d u r r a h m a n



Kethü-



dâ'nın gayretiyle ihya edilmiştir. Cevheriyye Medresesi. Ezher'İn bir kül-



nına bir sebil, onun üstüne de fakir ve yetim çocukların okutulması için bir mekt e p yapılmıştır. Bu tamirden sonra âdeta yenilenen caminin Sultan Zâhir Ber-



su Gavri'nin Taybarsiyye Medresesi'nin



mari birimlerden biri de Cevheriyye Med-



k u k d ö n e m i n d e de kısa olan ana kapı



cami avlusuna bakan cephesinin sağına



resesi'dir. Sultan Eşref Barsbay'ın hazi-



üzerindeki tuğla minaresi yıkılarak yeri-



diktirdiği Gavriyye minaresidir. Benzer-



ne daha uzunu yapılmıştır (800/1397).



lerine göre biraz daha iri gövdeli olan



Ancak bir süre sonra bu minare eğrildi-



minare üç bölümlü, çifte şerefeli ve çift



liye halinde gelişmesini tamamlayan mi-



nedarı Cevher Kanıkbay tarafından yaptırıldığı için (844/1440) onun adıyla anı-



ği için tekrar yıkılıp yeniden ve bütünüy-



külâhlıdır. Ayrıca birinci ve ikinci bölüm-



her'İn Fâtımî devrine ait mihrabının so-



le taştan yapılmış (817/1414), on yıl son-



ler arasına saç örgüsü şeklinde bir çifte



lundaki küçük kapı (bâbüssır) yanından



ra da aynı hatanın yine ortaya çıkması



merdiven yerleştirilmiştir. İnip çıkanla-



üzerine Sultan Eşref Barsbay'ın emriyle



rın birbirlerini görmeden kullanabildik-



bir defa daha yenilenmiştir; bu sırada



leri bu merdiven, İslâm mimarisinde pek



edilerek döşenmiş k ü ç ü k bir salonun



avluya da bir su sarnıcı yerleştirilmiştir.



az rastlanan bir uygulamanın ilk örnek-



ayırdığı dört eyvanla bânisinin türbesin-



Sultan Eşref Kayıtbay ise 873 (1468-69)



lerindendir.



den ve bazı odalardan meydana gelen



yılında, üzerinde bu minarenin de yer al-



lan bu küçük ve iki katlı medrese, Ez-



camiye bitişik olarak inşa edilmiştir. Alt katı, aralarını renkli mermerlerle tezyin



yapının hocaların ikametine ayrılan üst katında da iki büyük ve birkaç küçük oda yer almaktadır. Biri cami içine açı-



dığı ana kapıyı bütünüyle yeniletmiş ve sağına kendi adıyla anılan bir minare yaptırmıştır. Kayıtbay ayrıca külliyeye bir



lan iki kapılı bina, alanının küçüklüğüne



abdesthane, fıskiyeli bir havuz, bir sebil



r a ğ m e n bir medresede bulunması ge-



ve bir m e k t e p eklemiş, bu arada Revâ-



reken b ü t ü n bölümlere sahiptir. Özellik-



ku'ş-Şâm ve Revâku'l-Etrâk'i tesis etti-



le renkli mermerlerden sanatkârane bir işçilikle yapılmış mihrabı, revzen-i men-



ği gibi Revâku'l-Megâribe'yi de onartmıştır. Bir kitâbeden anlaşıldığına göre



k ü ş ' l a r ı , oyma desenler ve fildişi, sedef



900 (1494) yılında, Bursalı Hoca Musta-



kakmalarla bezenmiş, üst bölümleri ya-



fa b. M a h m û d adında bir Anadolu Türkü



zılı abanoz ağacından kapı, pencere ve



sultanın izniyle kendi kesesinden 15.000



dolap kapakları en önemli mimari-tez-



dinar harcayarak camide esaslı bir tami-



yinî unsurlar olarak dikkat çeker. Kıble duvarının batısında yer alan zemini renkli mermerle döşenmiş kare şeklindeki



rat yaptırmıştır. Memlükler'in son zamanlarında gerçekleştirilen bu geniş çaplı tamirler caminin korunmasında uzun



oda medresenin bânisi Cevher Kanık-



süre etkili olmuştur. Bu d ö n e m d e külli-



bay'ın türbesidir. Üstünü Kâsıdiyye Med-



yeye yapılan son ilâve, 915'te (1509) Kan-



d) Osmanlı Dönemi. Eski ve yeni müelliflerin hemen hepsinin verdikleri bilgilerden, Osmanlı döneminin Ezher Külliyesi'nin en parlak devirlerinden biri old u ğ u n u çıkarmak m ü m k ü n d ü r . Ancak özellikle bazı yeni araştırmacıların



bu



açık gerçeği hafife alan, hatta inkâra varan taraflı beyanlardan



kaçınmadık-



ları görülmektedir. Meselâ Mısırlı çağdaş araştırmacılardan Suâd Mâhir, Me-



sâcidü Mışr adlı kitabında Mısır'ın Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle burada üç asır boyunca gelişmiş İslâm medeniyetine vurulan darbenin Moğollar'ın Abbâsî medeniyetine vurduğu darbeden daha ağır olduğunu söylemekte, arkasından da Türkler'in fethinin daha önce Mısır'da gelişen bu üç asırlık medeniyet



56 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZHER n u r u n u n s ö n d ü r ü l m e s i için yapıldığını,



usulün tabii neticesi olmakla birlikte hiç-



b u n u n Mısır'daki ilmî ve fikrî hayata ak-



bir z a m a n bir şehri, bir müesseseyi ha-



çaplı olanının Kazdağlı Abdurrahman Ket-



seden m e n f î tesirlerinden Ezher'İn de



rap edecek ve adına sürgün denilebilecek



h ü d â t a r a f ı n d a n yaptırılan çalışma ol-



ve genişletme çalışmalarının en b ü y ü k



pek ağır bir şekilde nasibini aldığını ilâ-



bir özellik g ö s t e r m e m i ş , ayrıca bu âlim-



d u ğ u k o n u s u n d a g ö r ü ş birliği içindedir-



ve etmektedir (I, 169-170). Ancak Ezher'İn



lerin çoğu İstanbul'da üç yıl gibi kısa bir



ler. Bu hayır sahibi devlet a d a m ı 1167



Osmanlı devrinde nasıl gerilediğini de-



süre kaldıktan sonra Kanunî Sultan Sü-



(1753) yılında, caminin kapalı mekânını



lillendirip açıklayamayan yazar, birkaç



leyman z a m a n ı n d a çıkan bir f e r m a n l a



mihrabın



sayfa sonra ise Osmanlı devrinde Ezher'İn



geri dönmüşlerdir. Dolayısıyla bu yorum-



misli genişlettirmiştir. Elli m e r m e r sü-



arkasına d o ğ r u yaklaşık bir



kültür hayatı b a k ı m ı n d a n ağır tahriba-



lar, birçok Mısırlı yazarın her fırsatta



t u n u n taşıdığı kemerler üzerine o t u r m u ş



ta uğradığını, f a k a t b ü t ü n bunlara rağ-



tekrarladığı Osmanlı Devleti aleyhindeki



ahşap tavanla örtülen bu yeni kısmın kıb-



m e n m i m a r i b a k ı m d a n ihmal edilmedi-



yanlış kanaatin bu vesileyle de açığa vu-



le duvarına ayrıca m e r m e r d e n güzel bir



ği gibi k o r u n u p yenilendiğini, hoca ve



r u l m a s ı n d a n başka bir şey değildir.



öğrencilerinin de özel i h t i m a m



gördü-



Osmanlılar'ın Ezher'e gösterdikleri bü-



ğ ü n ü belirterek önceki beyanlarını âde-



mihrap yerleştirilmiş ve üzerine bir kubbe yapılmıştır. Mihrabın sağında da dev-



y ü k ilgi, Kahire'nin 923'te (1517) Yavuz



rin a h ş a p işçiliğinin karakteristik özel-



ta yalanlamak d u r u m u n a d ü ş m ü ş {a.g.e.,



Sultan Selim'in eline geçmesiyle başla-



liklerini taşıyan bir m i n b e r



I, 208), ardından da Osmanlı devrinde



mıştır. İbn İyâs'ın kaydettiğine göre sul-



tadır. Halen soldaki duvarda



Ezher'de yaptırılan



faaliyetlerini



t a n ilk c u m a namazını Ezher'de kılmış,



üzerinde sekizgen bir istif halinde kûfî



imar



bulunmakgörülen,



uzun u z u n anlatmıştır (a.g.e„ I, 208-213).



şehirde kaldığı süre içinde sık sık bura-



hatla Allah, M u h a m m e d ve aşere-i mü-



S u â d M â h i r aynı tutarsız bilgileri, ifade-



yı ziyaret ederek her gelişinde müesse-



beşşere isimlerinin yazılı olduğu m e r m e r



sini dahi d e ğ i ş t i r m e d e n on beş yıl son-



seye de hoca ve öğrencilere d e b ü y ü k



levha ise bu ilâve kısma bitişik yaptırı-



m e b l a ğ l a r t u t a n ihsanlarda bulunmuş-



lan bâninin türbesinden alınıp d a h a son-



ra yayımladığı



el- cİmâretü'l-İslâmiyye



z



(Cidde 1985) adlı ki-



alâ



merri'l- cuşûr



tur. Osmanlılar zamanında Ezher'de ger-



raki bir t a m i r d e buraya m o n t e edilmiş-



t a b ı n d a da t e k r a r l a m a k t a d ı r (I, 376-377,



çekleştirilen belli başlı t a m i r , bakım ve



tir. A b d u r r a h m a n Kethüdâ'nın yaptırdı-



406-407). B ü t ü n bunların ilmîlikten ne



ilâve i n ş a a t faaliyetleri şu şekilde özet-



ğı mihrabın yakınında Mihrâbü'd-derdîr



k a d a r u z a k ve indî fikirler olduğu, mü-



lenebilir:



adıyla anılan bir ikincisi, o n u n yakınında



ellifin yukarıya nakledilen



açıklamaları



k a d a r Ezher hakkında m ü s t a k i l ve hacimli eserler veren M u h a m m e d el-Behî ve Tâhâ el-Velî gibi diğer Mısırlı araştırmacıların yazdıklarından



da (bk. bibi.)



anlaşılmaktadır. Ayrıca Osmanlı devrind e gerek binalarına gerekse hocalarıyla öğrencilerine karşı gösterilen ilgi ve s a ğ l a n a n i m k â n l a r sayesinde Mısır'daki ilmî ve fikrî hayatın en güçlü ve devamlı temsilcisi o l d u ğ u kabul edilen Ezher h a k k ı n d a ileri s ü r ü l m ü ş bu çelişkili iddiaların kabul edilmesi ortaya konulan deliller açısından da m ü m k ü n değildir. Bu iddianın kaynağı olarak İbn İyâs'ın B e d â V u ' z - z ü M r adlı eserinde kaydettiği (V, 188), Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinden sonra oranın m e ş h u r âlim, san a t k â r , tüccar ve devlet a d a m l a r ı n d a n , aileleri ve hizmetkarlarıyla birlikte sayıları bir rivayete göre 1800, bir rivayete göre d a h a az olan bir t o p l u l u ğ u İstanbul'a g ö n d e r m e s i hadisesi gösterilmektedir. Aynı konuya t e m a s eden Muhammed Abdülmün'im



el-Hafâcî de



bunu



"Mısır u l e m â ve ekâbirinden yüzlercesinin nefyedilmesi" şeklinde kaydetmektedir ki (el-Ezher ft elf am, 1, 118) bu da öncekiler gibi yanlış ve tarafgir bir değerlendirmedir. Halbuki müellifin verdiği kaynakta ( B e d â ' C u z - z ü h û r ; V, 188 vd.) u l e m â d a n isimleri sayılanlar yirmiyi bulm a m a k t a d ı r . Bu d u r u m , İbn İyâs'ın da söylediği gibi Osmanlılar'ın fethettikleri her beldede asırlardır uyguladıkları bir



1004'te (1595) Mısır Valisi Şerif Mehm e d Paşa caminin h a r a p olan kısımlarını onarttı ve g ü n ü m ü z d e d e Kıbletü'lb â ş â adıyla anılan mihrabı yaptırdı; ayrıca talebelerin y e m e k işlerini



düzene



koyup m u t f a k tahsisatını arttırdı. 1014't e (1605) Defterdar Hasan Paşa avluyu yeniden döşeterek Revâku'l-Yemen ve Sâdetü'l-Hanefiyye m a k a m ı denilen kısımları inşa ettirdi. Kahire'yi 1083 Saferinde (Haziran 1672) ziyaret eden Evliya Çelebi'nin külliyenin mimarisi ve b u r a d a yürütülen



eğitim faaliyetleri



hakkında



verdiği ayrıntılı bilgilerden, Ezher'İn o d ö n e m d e güçlü vakıfları sayesinde gayet bakımlı ve faal bir d u r u m d a o l d u ğ u ve şehrin en önemli ilim-ibadet merkezini teşkil ettiği anlaşılmaktadır.



1134



(1721-22) yılında vali İvaz oğlu İsmâil Bey caminin tavanını yeniletmiş, 1148'de d e (1735) E m î r O s m a n Kethüdâ



Ezher'İn



dışında, hafızlığa çalışan â m â öğrencilerin kalması için g ü n ü m ü z e



ulaşmayan



Zâviyetü'l-umyân'ı yaptırıp Revâku'l-Etr â k ile A f g a n i s t a n ' d a n gelen öğrencilerin kaldığı Revâku's-Süleymâniyye'yi tam i r ettirerek Revâku'ş-Şâm'ı genişletm i ş ve külliyeye yeni gelirler bağlatmıştır. 1 1 6 3 ' t e (1750) Mısır Valisi Kör Ahm e d Paşa da son zamanlarda Ezher Küt ü p h a n e s i ' n d e m u h a f a z a altına alınmış olan iki a d e t g ü n e ş saati yaptırarak camiye hediye etmiştir. Ezher'i m i m a r i



bakımdan



da İdâretü hıfzı'l-âsâri'l-Arabiyye taraf ı n d a n eski mihrabı örten a h ş a p kısımla bütünleştirmek için yaptırılmış bir üçüncüsü yer alır. A b d u r r a h m a n Kethüdâ'nın Ezher'İn mimarisine kattığı önemli unsurlardan biri de caminin güney duvarıyla kıble duvarının kesiştiği köşeye yaptırdığı Bâbüssaâyide adıyla anılan ve Harr â t ü Kettâme'ye açılan iki açıklıklı büy ü k kapıdır. Bu kapının kıble duvarına bitişik olan kısmına bir sarnıçla bir sebil yerleştirilmiş, b u n u n üzerine d e yet i m çocukların Kur'an öğrenmeleri için m e r m e r sütunların taşıdığı



kemerlere



o t u r a n bir m e k t e p inşa edilmiştir. Böylece Ezher'İn kıble duvarının sağında yer alan b u ikinci b ü y ü k kapıya da öteki gibi bir sebil - k ü t t â b fonksiyonu kazandırılmıştır. A b d u r r a h m a n K e t h ü d â ayrıca biri bu kapının yanına, diğeri kıble duvarının kuzeydoğusuna, m u t f a ğ a açıldığı için B â b ü ş ş ü r b e denilen yine kendisinin yaptırdığı kapının yanına iki m i n a r e inşa ettirmiş, böylece bütünüyle Osmanlı tarzında olan bu iki m i n a r e ile Ezher Külliyesi'nin o z a m a n k i m i n a r e sayısını altıya çıkarmıştır. Bâbüssaâyide'nin açıldığı genişçe holün alt kısmında Abdurrahman Kethüdâ'nın ü s t ü kubbeyle örtülü, m e r m e r mihraplı türbesi yer almaktadır. Binanın duvarları Hz. Peygamber'in hilyesine ait yazı ve nakışlarla süslü olup caminin için-



inceleyen



araştırmacılar buradaki b a k ı m , onarım



deki aşere-i mübeşşerenin isimlerinden m ü t e ş e k k i l sekizgen istif d e



buradan



57 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZHER g ö t ü r ü l m ü ş t ü r . A b d u r r a h m a n Kethüdâ'-



ki vakıf d ü k k â n l a r ı yaptırmıştır. 1854'-



yeni d e r s h a n e l e r i n ö ğ r e t i m e açılması ile



nın Ezher'deki i m a r faaliyetleri arasın-



t e Hidiv Said Paşa külliyede g e n i ş çaplı



y a v a ş y a v a ş boşaltılan t a r i h î binalar bir



da, Mısır'ın Saîd b ö l g e s i n d e n gelen öğ-



bir t a m i r e girişti ve b u sırada



süre bakımsız kalmışsa da



renciler için R e v â k u ' s - S a â y i d e , Mekke'-



s o n r a d a n Revâku'l-Hanefiyye adıyla anı-



larda b a ş l a y a n ve g ü n ü m ü z e k a d a r sü-



binaya



1980'li yıl-



d e n gelenler için Revâku'l-Mekkiyyîn ve



lan b ö l ü m ü ekletti. Hidiv İsmâil Paşa Bâ-



ren b ü y ü k onarımla h e m e n h e m e n tama-



Afrika'nın Ç a d b ö l g e s i n d e n gelenler için



büssaâyide'yi, M u h a m m e d Tevfik Paşa



m e n eski hallerine k a v u ş t u r u l m u ş t u r .



R e v â k u ' t - T e k i r i n e adları a l t ı n d a yaptır-



ise A b d u r r a h m a n K e t h ü d â ' n ı n yaptırdı-



B u g ü n Ezher, e t r a f ı n d a z a m a n l a te-



dığı ü ç d e revak b u l u n m a k t a d ı r .



ğı revaklar b a ş t a o l m a k ü z e r e bazı bö-



ş e k k ü l e t m i ş on ü ç m a h a l l e n i n (Hârâtü'l-



Abdurrahman



Kethüdâ'nın



külliyeye



k a z a n d ı r d ı ğ ı en değerli m i m a r i



unsur,



lümleri restore ettirdi. Hidivler dönemin-



Ezher) o r t a s ı n d a on ü ç m i h r a b ı , biri ha-



deki e n g e n i ş çaplı restorasyon A b b a s



len yıkılmış altı m i n a r e s i , irili ufaklı do-



gerçekleştirilmiş



k u z kapısı, civarında yaptırılmış olan ha-



çift açıklıklı B â b ü l m ü z e y y i n î n ' i d i r . Avlu-



ve bu sırada Ezher'e son b ü y ü k ilâve olan



vuzlu altı h a m a m ı , ü ç a b d e s t a l m a ma-



ya açılan Fâtımî devri ana kapısının önün-



ve p a ş a n ı n adıyla anılan Revâku'l-Abbâ-



halli, altı sarnıcı, a n a yapısı e t r a f ı n d a yer



deki giriş h o l ü n ü n (rehbe) Ezher meyda-



siyye



a l a n ü ç m ü s t a k i l m e d r e s e s i ve yirmi do-



nına



g ü n e y i n d e k i k ö ş e d e yer a l a n ve b ü t ü n



k u z revakı ile İslâm d ü n y a s ı n ı n 1000 yıl-



ve Akboğaviyye medreseleri arasına yap-



m i m a r i unsurları ile O s m a n l ı



üslûbunu



d a n beri g ö r e v y a p a n en eski ö ğ r e t i m



tırılan b u kapı, vaktiyle Ezher talebele-



y a n s ı t a n b u ü ç katlı, b ü y ü k b i n a n ı n bu-



k u r u m u ve en ö n e m l i külliyelerinden bi-



rini tıraş e t m e k için orada sıralanan ber-



g ü n ikinci ve ü ç ü n c ü k a t l a r ı n d a Mısır'ın



ri o l a r a k geçirdiği eski canlı ve şaşaalı



berlerden dolayı "berberler kapısı" m â -



çeşitli b ö l g e l e r i n d e n gelenler için ayrıl-



g ü n l e r i n i g e r i d e b ı r a k m ı ş ve d a h a



n a s ı n a gelen b u a d l a a n ı l m a k t a d ı r . Ka-



m ı ş bölümlerle revir, eczahane, bazı ida-



i b a d e t h â n e hüviyetine d ö n m ü ş d u r u m -



pının ö n e m l i özelliklerinden biri kitâbe-



rî birimlerin büroları, Mısır m ü f t ü s ü n ü n



dadır.



sinin çok d e ğ i ş i k t a s a r l a n m ı ş olmasıdır.



m a k a m ı vb. b u l u n m a k t a d ı r . Alt k a t ı n d a



En ü s t t e sekiz b ö l ü m l ü bir şerit içine



ise içindeki on iki m e r m e r s ü t u n ve renk-



Memlûk



hattıyla



li m e r m e r m i h r a p l a d i k k a t çeken b ü y ü k



yazılmış sekiz beyitlik Arapça tarih man-



bir salon vardır. Bu d ö n e m d e ayrıca kül-



yapının t a ç k a p ı s ı özelliğine s a h i p



u l a ş a n dış k ı s m ı n d a ,



üslûbunda



olan



Taybarsiyye



ceiî-sülüs



z u m e s i (metni için bk. el-Ezherü'ş-şerîf 'îdihi'l-elfî,







s. 153), b u n u n altına kabart-



m a bir rozetin iki a n a b ö l ü m e ayırdığı ve



Hilmi Paşa z a m a n ı n d a



eklenmiştir.



Bâbülmüzeyyinîn'in



liyenin y a ğ l a a y d ı n l a t ı l m a s ı n a son verilerek h a v a g a z ı s i s t e m i n e geçilmiştir. Ezher'İn m i m a r i



unsurları içinde re-



her birinin kenarlarını iki O s m a n l ı servi-



v a k adı verilen, f a k a t a v l u n u n çevresin-



sinin süslediği girift m ü s e n n â



bir istif



deki n o r m a l revaklarla (portik) h e r h a n g i



kable'l-fevt"



bir benzerliği o l m a y a n yirmi d o k u z a d e t



içinde, "Accilû bi's-salâti



(Namazı vakti geçmeden kılmakta acele edi-



birim b u l u n m a k t a d ı r (aş. bk.). Y u k a r ı d a



niz) ve, "es-Salâtü i m â d ü ' d - d î n " (Namaz



bir k ı s m ı n ı n adı g e ç e n ve ç o ğ u külliye-



dinin direğidir) ibareleri, köşelere d e bi-



nin batı cephesi boyunca sıralanmış olan



rer t û b â



b u üç katlı ve birbirine bağlı birimler ta-



tamamı



ağacı yerleştirilerek



bunların



M e m l û k tarzı g e ç m e l e r l e çer-



m a m e n öğrencilerin ihtiyaçlarına cevap



ç e v e l e n m i ş ve böylece k i t â b e y e bir pa-



verebilecek p l a n l a r d a inşa edilmişlerdir.



n o g ö r ü n ü m ü verilmiştir. Yazılar siyah z e m i n ü z e r i n d e altın yaldızlı, servi ağaçları yeşil, t û b â ağaçları ise yeşil - kırmızı boyalıdır.



Ezher Külliyesi'nin t a m i r ve b a k ı m ı için yapılan



çalışmalar



krallık d e v r i n d e



s ü r d ü k t e n sonra 1952 yılındaki



de



ihtilâli



t a k i b e n c u m h u r i y e t e geçişle n o k t a l a n a n



Kapı 1 8 9 6 ' d a esaslı bir o n a r ı m geçirm i ş , a n c a k b u sırada ü s t ü n d e k i



mek-



siyasî hareketin a r d ı n d a n g ü n ü m ü z e ka-



BİBLİYOGRAFYA: Makrîzî, el-Hıtat, II, 383; İbn İyâs, Bedâ'i'u'zzühûr, Kahire 1404, V, 178, 182-188 vd.; Evliya Çelebi, Seyahatname, X, 194-196; Ali Paşa Mübarek, el-Hıtatü't-Tevfîkıyye, Kahire 1980, IV, 29-60; S. Flury, Die Ornamente der Hakim und Ashar Mosehee, Materıalen zur Geschichte der alteren Kunst des İslam, Heidelberg 1912; Hasan Abdülvehhâb, Târîhu'l-mesâcidi'l-eşeriyye, Kahire 1946, s. 47; K. A. C. Cresvvell, The Müslim Architecture of Egypt, Oxford 1952-60, I, 36-64, İv. 4-14; Muhammed el-Behî, el-Ezher: târîhuh ue tetavvüruh, Kahire, ts. (Dârü'şŞa'b), s. 116-173; Suâd Mahir Muhammed, Mesâcidü Mısr ve evliya'ühe's-şâlihün, Kahire 1391/1971, 1, 165-226; a.mlf., el-'İmâretü'lİslâmiyye 'alâ merri'l-'usûr, Cidde 1405/1985, I, 371-416; el-Ezherü'ş-şerîf fî 'îdihi'l-elfî, Kahire 1403/1983, s. 63-160; D. Behrens-Abouseif. The Minarets of Cairo, Kahire 1985, s. 62-66; Muhammed Abdülmün'im Hafâcî, elEzherfîelf'âm, Beyrut 1408/1988, I, 19-126; Tâhâ el-Veli, el-Mesâcid fi'l-İslâm, Beyrut 1409/ 1988, s. 471-557; K. Vollers, "Ezher", İA, IV, 433-434. r—ı



d a r gelmiştir. 1950'li yıllardan itibaren



Bil



MUSTAFA U Z U N



t e p l e y a n ı n d a k i m i n a r e yıktırılmıştır. Bu â b i d e v î kapı m e v c u t haliyle Kahire'deki t a ç k a p ı l a r a r a s ı n d a , O s m a n l ı ve Meml û k m i m a r i - t e z y i n î üslûplarını belli bir u y u m içinde bir araya getiren t e k ö r n e k



Ezher Camii'nin taçkapısı üstündeki kitabe



olarak büyük değer taşımaktadır. B u n d a n sonraki d ö n e m l e r d e E z h e r ' d e y ü r ü t ü l e n i m a r faaliyetlerinin, gerek du-



?Tv



y u l d u k ç a m e v c u t binaların u y g u n yerlerine e k l e n e n öğrenci revaklarının yapım ı ve t a m i r l e r ş e k l i n d e o l d u ğ u



görül-



m e k t e d i r . Meselâ 1 7 9 5 ' t e Vali İ b r â h i m Bey es-Sagîr (ei-Vâlî) Revâku'ş-şerâkut'u, Kavalalı M e h m e d Ali Paşa d a Şeyh M u h a m m e d V e d â a teşvikiyle



Sudan'dan



1805'te



i l



es-Sinnârî'nin



gelen



çok



öğrenciler



için Revâku's-Sinnâriyye ile alt katında-



58 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



-



s



EZHER 2. Eğitim Öğretim ve Sosyal Hayat, a) Fâ-



aş bağlamıştır. Yapılan çalışmaların bir



tımî Dönemi. Ezher Camii'nde yapılan iba-



kısmında edebiyat ve dil sahasına ağır-



burada, ertesi hafta Ezher'de ve daha



detlerde Fâtımî halifeleri, belirli özellik-



lık verilmekle birlikte Ezher'deki ilmî fa-



sonra da sırasıyla Tolunoğlu ve Fustat



leri ve protokolleri olan bir topluluk içe-



aliyetin başta gelen özelliği Şiîliğin ön



(Amr b. Âs) camilerinde irad etmeye baş-



risinde en önde bulunmaktaydılar. Fâtı-



planda tutulması idi. Halife Hâkim-Bi-



ladı. Daha sonra şartlar değişti ve hut-



m î saltanatı boyunca bu cami, âdeta bir



emrilfâh'ın teşebbüsüyle 395'te (1005)



be yalnızca Ezher ve Hâkim camilerinde



bayram havasında yapılan pek çok dinî



Dârülhikme kurulduktan sonra mezhep-



okunur oldu.



t a n sonra halife cuma hutbelerini önce



kutlamanın merkezi oldu. Çeşitli halk



çiliği esas alan faaliyetlerin zayıfladığı



b) Eyyûbî Dönemi. Selâhaddîn-i Eyyûbî



kesimleri bu t ü r merasimlere katılma-



görülür; bu d u r u m fıkıh dışındaki ko-



tarafından Mısır'da hâkimiyet kurulup



ya büyük bir istek duyduğu gibi bizzat



nuların da araştırılmasına zemin hazır-



Fâtımî hânedanının ortadan kaldırılma-



Fâtımî halifeleri de bu törenlerde bulun-



ladı. Böylece edebiyat ve dil alanındaki



sı ve hutbenin Abbâsî halifesi adına okutulmasıyia Ezher için yeni bir devir baş-



maya ve toplanan kalabalıkları görme-



çalışmalara ilâve olarak felsefe, tıp ve



ye hayli ö n e m veriyorlardı. Bu d ö n e m d e



m a t e m a t i k gibi bazı aklî ilimler de de-



ladı. Bu aynı z a m a n d a Mısır'da pek de-



yapılan dinî ihtifallerin en ünlüleri mev-



rece derece gerek âlimlerin gerekse ta-



rinlere



lid-i nebevî ile receb ve şâbanın başı ve



lebelerin ilgisini çekmeye başladı. Çok



gerilemesi demekti. 0 d ö n e m d e Selâ-



kök salmamış bulunan



Şiîliğin



ortalarına rastlayan "veküd" gecelerin-



geçmeden burası zamanın bazı ünlü âlim



haddîn-i Eyyûbî Şîa mezhebini ve mera-



de düzenlenenlerdi. Bu vesilelerle kâdıl-



ve ediplerinin toplandığı bir yer oldu.



simlerinin izlerini ülkeden silip a t m a k



k u d â t ve dâi'd-duât, devlet erkânı, ha-



Bunlar arasında tarihçi M u h a m m e d b.



için seferber olmuştu. Ezher'i Mısır'daki



tipler ve şairler toplanıyor, akşamları ca-



Abdullah el-Musabbihî, nahiv âlimi Ebü'l-



Şiîliğin ve da'vet faaliyetlerinin ana üs-



mi içinde ve çevresinde m u m ve kandil-



Hasan Ali b. İbrâhim el-Havfî, hadis ve



sü olarak g ö r d ü ğ ü için, yeni kâdılkudât



ler yakılıyor, yemek ve tatlı sunuluyor,



kıraat âlimi Ebü'l-Abbas A h m e d b. Hi-



Sadreddin Abdülmelik b. Dirbâs'ın aynı



altın buhurdanlıklar içinde tütsüler do-



ş â m el-Mısrî, m u h a d d i s ve tarihçi Ebû



şehirde iki ayrı cuma hutbesinin okuna-



laştırılıyordu. Fâtımîler dönemi boyunca



Abdullah M u h a m m e d b. Selâme el-Ku-



mayacağı yolundaki fetvasına dayanarak



bu t ü r dinî merasimlerle sevinç gösteri-



dâî sayılabilir. Fâtımî halifelerinin Ezher'e



Ezher'de cuma namazı kılınmasını ya-



leri devam etti. Bu arada m a t e m g ü n ü



gösterdikleri i h t i m a m ve masraflarının



sakladı ve burayı Sünnî bir eğitim mer-



kabul edilen aşure günü geldiğinde Şiîler



karşılanması için ayırdıkları bol tahsisat,



kezi haline getirdi. Selâhaddin devrinde



iş yerlerini



matem



üstlendiği davet görevini yerine getirme-



Ezher'de ders veren müderrisler ara-



meclisi toplanır, şiirler okunurdu. Daha



si için itici bir güç oluşturuyordu. Mak-



sında, 587 (1191) yılında Mısır'a gelen



kapatır,



Ezher'de



sonra 549'da (1154) Meşhed-i Hüseynî



rîzî, aralarında Ezher'İn de bulunduğu



Abdüllatîf el-Bağdâdî'nin de adına rast-



t a m a m l a n ı n c a bu merasimler orada ya-



bazı dinî kurumların yararına kullanıl-



lanmaktadır (İbn Ebû Usaybia, II, 207).



pılmaya başlandı. Kâdılkudât



haftanın



m a k üzere Kahire'deki birtakım tesisle-



Camide cuma namazlarının tekrar baş-



belirli günlerinde görevini Ezher'de ifa



rin istimlâk edilmesine dair Halife Hâ-



laması 1266'da M e m l û k Sultanı I. Bay-



eder, m u h t e s i b ise hafta boyunca çalış-



kim - Biemrillâh'ın emriyle düzenlenmiş



bars'ın emriyle olmuştur. Eyyûbîler'in Şiî



malarını sırayla A m r b. Âs ve Ezher ca-



bir vakıf belgesinin metnini vermekte-



medreselerini siyasetten arındırıp sade-



milerinde y ü r ü t ü r d ü ; önemli merasim-



dir. Bu uygulama sonraki dönemlerde



ce ilmî faaliyette bulunulan merkezler



lerle genel duyuru ve açıklamalar Ez-



de devam etmiş, hem halifeler hem de



haline d ö n ü ş t ü r m e



her'de yapılırdı.



bazı hayır severler Ezher'e pek çok em-



önemini bir dereceye kadar azaltmışsa



lâk vakfetmişlerdir. Bunun yanı sıra öğ-



da burası yine şair Ömer İbnü'l-Fârız es-



renci ve hocalar için yapılan çeşitli aynî



Sûfî ve İbn Hallikân gibi çeşitli Sünnî ilim



ve nakdî yardımlarda bir artış dikkati



adamları ve ediplerce aranan bir med-



çekmektedir. Öte yandan caminin ya-



rese olmaya devam etmiş, bir süre son-



kınlarında toplanan ve m u h t e m e l e n ge-



ra da yeniden eski mevkiini ve şöhretini



ceyi burada geçiren yoksullar da bu gi-



kazanmıştır.



Fâtımî Devleti'nin ilk kuruluş yıllarınd a n itibaren Ezher'İn bir eğitim ve öğretim m e k â n ı olarak değerlendirilmesi yoluna gidildi. Açılışının üzerinden henüz üç yıl geçmişken meşhur Şiî fakihi Ebü'l-Hasan Ali b. M u h a m m e d en-Nu'm â n el-Kayrevânî, ö l ü m ü n e kadar sürdüreceği kâdılkudâtlık görevini y a p m a k üzere Ezher'e gelip yerleşti ve burada



el-îhtisâr adlı fıkıh kitabını okutmaya başladı. Böylece ilk defa 365 (975) yılında gerçekleştirilen eğitim faaliyetlerine bu âlim i n gayretleriyle devamlılık kazandırıldı. Onun ö l ü m ü n d e n sonra Ezher'deki fıkıh eğitimi oğullan tarafından yürütüldü. 369'da (980) Vezir Ya'küb b. Killis de Şiî fıkhı üzerine tertip ettiği ve erRisâletü '1 - "Azîziyye adını verdiği kitabını o k u t m a k için Ezher Camii'ni tercih etti. Ya'küb b. Killis bu tarihten itibaren Ezher'de görev y a p m a k üzere otuz yedi müderris görevlendirmiş ve bunlara mababası M u h a m m e d Nu'mân'ın



bi bağışlardan nasip alıyorlardı. İbnü'lMe'mûn, 517'de (1123) bir dinî gün münasebetiyle Ezher Camii ile Fustat'taki el-Câmiu'l-atîk'te fakirler için un ve helva dağıtıldığını zikreder. Ezher'İn işlerini yürüten kimseye "müşrif" deniliyordu. Bu yetkili külliyenin u m u m i işlerine, vakıf mallarından gelen gelirlerin, bağış ve yardımların toplanmasına nezaret eder, ayrıca vakıf belgelerinde ve bağışta bulunanların talimatlarında belirtilen kayıtlara uygun olarak müderrisler, din görevlileri ve cami müştemilâtında oturan yoksullarla ilgili olanlar dahil harcamaların t a m a m ı n ı denetim altında bulundururdu. Hâkim-Biemrillâh'ın yaptırdığı Hâkim Camii ibadete açıldık-



politikası



Ezher'İn



c) Memlûk Dönemi. Memlükler'in 648'den (1250) itibaren ortaya çıkışıyla birlikte Ezher'de d e bir gelişme başlamış ve bu gelişme 11. Baybars devrinde (13091310) zirveye ulaşmıştır. 1. Baybars'ın nâibi Emîr Bilbek el-Hâzindâr ez-Zâhirî Ezher'İn eski günlerine kavuşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu emîr, Şâfiî fıkhını ö ğ r e t m e k üzere bir araya getirilen bir grup âlim için yeni bir maksûre ve ayrıca büyük bir ahşap minber yaptırmıştır (yk. bk.). Bu arada bir hadis müderrisi ve Kur'an tilâvetiyle meşgul olacak yedi kâri için de bazı düzenlemelere girişilmiştir. 18 Rebîülevvel 665 (17 Aralık 1266) g ü n ü yapılan büyük bir merasimle Ezher yeniden cuma namazına



59 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZHER açıldı ve böylece halkın gönlündeki seç-



ğ u o d ö n e m d e Mısır'ı en huzurlu ve en



nucu olarak şeyhin seçimini



kin mevkiini tekrar kazandı. Bu dönem-



güvenilir yer olarak gördüklerinden bu-



âlimlere bırakmışlardı. Ancak bu



d e Ezher'deki u l e m â ve şeyhlere göste-



raya geliyor ve h e m bilgilerini geliştir-



k a m sonraları r u h a n î ve z a m a n z a m a n



rilen saygının da d i k k a t çekecek ölçüde



m e k h e m de hocalık y a p m a k için çeşitli



siyasî bir liderlik haline gelecek ölçüde



arttığı



bu



m e d r e s e ve camilere dağılıyorlardı. Bu



gittikçe artan bir ö n e m



birinin önemli bir mevkiye



d ö n e m d e faaliyetlerini Ezher'de yoğun-



b u n d a n dolayı farklı mezheplere men-



gelişine dair sultan adına Dîvânü'l-inşâ'-



laştıran âlimlerin ö n d e gelenlerini şöyle



s u p adaylar arasında b ü y ü k olaylara se-



d a n çıkarılan bir tayin e m r i n d e n söz et-



sıralamak m ü m k ü n d ü r : İbn Haldûn, Mu-



bebiyet verecek bir rekabete yol açmış-



m e k t e ve bu e m i r d e âlim hakkında çok



h a m m e d el-Fâsî, Ebü'l-Abbas A h m e d el-



tır (Ezher şeyhleri hakkında geniş bilgi için



h ü r m e t k â r bir ifade kullanılması dikkati



Kalkaşendî, Makrîzî, Sehâvî, Celâleddin



bk. bibi., Meşyehatü'l-Ezher



ç e k m e k t e d i r (Şubhu'l-a'şâ,



es-Süyûtî. Makrîzî'nin kaydettiğine gö-



Ezheradlı



görülmektedir.



âlimlerden



Kalkaşendî,



II, 251). Dev-



buradaki ma-



k a z a n m ı ş ve



ve



Şüyûhu'l-



eserler).



let adamlarının Ezher'e ö n e m vermeleri



re o n u n z a m a n ı n d a Ezher Kur'an tilâve-



Ezher'İn önemli özelliklerinden birini,



halk nazarındaki değerini arttırmış, bu-



ti, Kur'an ilimleri, fıkıh, hadis, tefsir ve



geçmişi Memlükler dönemine kadar uza-



rayı t e k r a r sâlih, âbid ve sûfflerin top-



dil bilimi öğretimi, vaaz ve zikir halka-



nan revak sistemi teşkil eder. Revak ay-



landığı bir merkez haline getirmişti. Baş-



larıyla önemli bir canlılık gösteriyordu.



nı şehir, bölge veya ülkeden gelmiş öğ-



ka şehirlerden ve değişik ülkelerden Ka-



Her ilmin hocası caminin direklerinden



rencilerin yerleştirilmesi için hazırlanmış



hire'ye akın edenler arasında



birinin dibine yerleştirilmiş



kürsüsüne



bir t ü r yurt binasıdır. Bu sistem, ülke dı-



tüccarlar, z a n a a t k â r l a r ve h a t t a sıradan



oturuyor, kendisinden ders a l m a k iste-



şından gelenlerin güvenlik içinde çalış-



insanlar mevcuttu. Bunlardan bir kısmı



yenler d e ö n ü n d e halka oluşturuyordu.



âlimler,



m a ihtiyacının ve hemşehrileriyle birlik-



Ezher'de kalmış, bazıları da burayı ziya-



d) Osmanlı Dönemi. 1517'de Osmanlı-



ret edip beldelerine d ö n m ü ş l e r d i . Mak-



lar Mısır'ı zaptedince buradaki mirası ve



rak ortaya çıkmıştır. Revak sisteminin ya-



rîzî, XV. yüzyılda Ezher'e gelip artık ora-



t e yaşama isteğinin tabii bir sonucu ola-



kültürü, özellikle İslâmî müesseseleri ko-



yılmasında hayır sahiplerinin yaptıkları



da i k a m e t etmeye başlayanların (mücâ-



rumaya özen gösterdiler. Yavuz Sultan



yardımların ve vakfettikleri gelir kay-



virûn) sayısının 750'yi b u l d u ğ u n u belir-



Selim'in bir kısmını İstanbul'a götürdü-



naklarının önemli bir yeri vardır. İlk ön-



tir. Aynı tarihçinin işaret ettiğine göre



ğ ü hocaların üç yıl sonra geri dönmesiy-



ce Emîr Beşîr el-Câmedâr en-Nâsıriyye



hali vakti yerinde olanlar Ezher Camii'n-



le (yk. bk.) Ezher dinî ve ilmî b a k ı m d a n



(ö. 761/1360), d a h a sonra d a çeşitli ku-



d e i k a m e t eden ve eğitim görenlere çe-



yine öncü rolünü sürdürmeye başladı ve



m a n d a n ve devlet adamları revaklarda



şitli yardımlarda bulunur, para dağıtır,



Osmanlı hâkimiyeti boyunca da bu du-



kalan öğrencilere yiyecek ve m a a ş tah-



y e m e k hazırlatıp yollar, özellikle e k m e k



r u m u n u korudu. Bu d ö n e m d e yönetici-



sis etmişler, böylece yerleşen sistem za-



ve tatlı ikram ederlerdi; dinî g ü n ve bay-



lerin ana dilleri Türkçe'yi



m a n l a çok b ü y ü k ilgi g ö r m ü ş ve yaygın-



r a m l a r d a b u yardımlar d a h a da artardı.



z a m a n l a r d a Ezher, Mısır'da A r a p dili ve



lık kazanmıştır. Revak sisteminin



Bir devlet a d a m ı 8 7 7 ' d e (1472) camide



edebiyatının muhafazası hususunda kay-



yönüyle işleyen bir m e k a n i z m a



kullandıkları



her



haline



kalan yoksullara dağıtılmak üzere yemek



da değer bir rol oynamıştır. Osmanlılar



gelmesi a n c a k Osmanlı hâkimiyeti sıra-



dışında her g ü n 1200 e k m e k tahsis et-



Ezher'İn oynadığı ilmî role m ü d a h a l e et-



sında gerçekleşti ve sistemin bu dönem-



mişti. Bu gibi işlerle, adı "nâzır" olarak



m e k t e n kaçındıkları gibi malî kaynakla-



de belli esaslara bağlanarak yeniden dü-



değiştirilen Fâtımîler'in m ü ş r i f dedikleri



rına da d o k u n m a m ı ş l a r ve onu her iki



zenlenip kurumlaştırılması, külliyenin bü-



yetkili ilgileniyordu.



hususta da bağımsız bırakmışlardı. Bu



t ü n İslâm dünyasına hitap eden t a m bir



Ezher Memlükler z a m a n ı n d a yeniden



d ö n e m d e yapılan yeniliklerin en önemli-



eğitim merkezi haline gelmesinde çok



canlanışıyla birlikte k a m u o y u n u etkile-



si şeyhü'l-Ezherlik makamının ihdas edi-



b ü y ü k rol oynadı. Nitekim Evliya Çelebi



m e y ö n ü n d e n d e eski mevkiini kazandı.



lişidir. Şeyhü'l-Ezher'in görevi, âlimlerle



de revakları sayarken, "Cümle elli kavim



Saraya ait bildirilerle önemli



haberler



talebeleri ilgilendiren hemen her şeyi içi-



revaklarda tâlib-i



yine buranın m i n b e r i n d e n halka duyu-



ne alacak şekilde dinî ve ilmî işlerle meş-



İslâm âleminin her bölgesinden



ruluyordu. Cami şehirde çıkan karışık-



gul o l m a k t ı ; idarî ve malî işlerden ise



12.000 kadar talebenin burada hiçbir sı-



lıklar sırasında insanların sığındığı yer



yine nâzır sorumluydu. Osmanlılar Ez-



kıntı ç e k m e d e n ilimle m e ş g u l oldukları-



haline gelmişti; ülkede bir salgın has-



her'e karşı gösterdikleri saygının bir so-



na işaret eder. Bu revaklardan bir kıs-



talık baş gösterdiği, Nil taştığı veya fiyatlar aşırı yükseldiği z a m a n halk buraya k o ş u p Allah'a d u a ediyordu. M e m l û k sultanlarının ve emirlerinin gösterdikle-



M! ^ a



ri i h t i m a m ı n bir sonucu olarak vakıflard a n ve hayır işlerinden gelen kaynakla-



fiN-ijĞg



rın çoğalması, bu müesseseyi faaliyeti yüzyıllarca sürecek dünyanın en b ü y ü k İslâmî ilimler merkezi d u r u m u n a getirmiştir. Buna tesir eden bir başka f a k t ö r de d o ğ u d a Moğoliar'ın, Mağrib ve İspanya'da hıristiyanların baskılarından kaçan ilim adamlarının Mısır'a göç etmeleriydi. İslâm dünyasındaki âlimlerin birço-



t



G ü n ü m ü z d e de Da've ve Usûlüddin fakültelerine ait derslerin yapıldığı Ezher Camii aviusu ile revaklar



60 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



ilm vardır"



diyerek gelen



EZHER sır valisi tayin eden bir f e r m a n çıkardı-



mı Mısırlı öğrencilere aitti ve bunlara Mı-



nî merasimlerle eğitim ve ö ğ r e t i m bir



sır'ın g ü n e y taraflarından (Saîd) gelen-



m ü d d e t askıya alındı ve cami



1801'de



ğı gibi bir yıl sonra o n u n Selânik'e nak-



ler için Revâku's-Saâyide, Nil deltasının



Fransız istilâsı sona erinceye k a d a r ka-



le karar verdiğinde de yine hocaların baş-



d o ğ u s u n d a n gelenler için Revâku'ş-şar-



palı kaldı. Daha sonra Osmanlı Devleti



vurusu üzerine yerinde bırakmıştır. An-



kâviyye, deltanın batısından gelenler için



yetkililerinin Ezher'İn faaliyetlerini yeni-



cak d a h a sonra M e h m e d Ali'nin ihtirası



de Revâku'l-bihâriyye adı verilmişti. Re-



den canlandırmaya başladığı, h a t t a Mı-



Ezher ulemâsı ile ters düşmesine yol aç-



vâku'ş-Şenvâniyye ve Revâku'l-Feşeniy-



sır'a gelen S a d r a z a m Y û s u f Ziyâ Paşa'-



tı ve bu defa da hocalar keyfî tasarruf-



ye gibi bazı revaklar müstakil olarak yal-



nın revakları dolaşarak buralarda kalan-



larından rahatsız olarak onunla müca-



nız birer şehre, Revâku'l-Hanefiyye ve-



lara caminin dinî ve siyasî niteliklerine



deleye giriştiler; bu m u h a l e f e t karşısın-



ya Revâku'l-Hanâbile gibi adlar taşıyan



yeniden kavuşacağı yolunda t e m i n a t ver-



da M e h m e d Ali ulemâyı birbirine düşür-



bazıları da çeşitli mezheplere ayrılmıştı;



diği görülmektedir. Fransız işgali son-



m e taktiğine başvurdu. Böylece Ezher'İn



bunların yanında körler için de ayrı bir



rasında Vali Hüsrev Paşa'nın çıkardığı,



siyasî rolünde bir gerileme başlamış, ay-



revak bulunuyordu. Mısır dışından ge-



Ezher ulemâsı ile talebelerine 300 t o n



rıca M e h m e d Ali'nin Avrupalı örneklere



lenlerin kaldıkları revakların en meşhur-



(2000 irdep) b u ğ d a y dağıtılmasını öngö-



göre k u r d u r d u ğ u yüksek okullar da ilmî



ları Kuzey, Doğu, Orta ve Batı Afrikalı-



ren e m i r n â m e de Osmanlı h ü k ü m e t i n i n



hayattaki rolünün zayıflamasına ve iş-



lar'a, Şamlılar'a, Türkler'e,



Hintliler'e,



Ezher'e verdiği önemin bir işaretidir. Ez-



levinin yalnız dinî alanla sınırlı kalması-



Habeşler'e, Hicazlılar'a ve Yemenliler'e



her bir asır sonra da İngiliz işgaline kar-



na yol açmıştır. Öte y a n d a n Ezher ule-



ait olanlardı. Öğrenciler vakitlerini iba-



şı yürütülen milliyetçi direnişin kalesi ol-



mâsı arasından modern akımları benim-



detle ö ğ r e n i m arasında b ö l ü n m ü ş ola-



m u ş , 1916 ayaklanması bu caminin min-



seyen ve bunları bir reform vasıtası ola-



rak geçirirlerdi. Bunlar esas



berinden halka yapılan çağrılarla başla-



rak teşvik ve t a t b i k edenler de çıkmış-



tılmıştır.



tır. Bu âlimler arasında özellikle Şeyh



itibariyle



hayır sahiplerinin tahsis ettiği aynî ve n a k d î yardımlardan faydalanıyordu. Her revakın, içindeki g r u b u n kendi aralarından seçtiği bir başkanı (şeyh) vardı. Başkanlar bütün işlerden sorumlu idi ve kendilerine revakla ilgili dosya ve belgeleri t u t a n , öğrencilerin isimlerini, geldikleri yerleri ve gıda tahsisatını kaydeden bir görevli (nakîb) yardım ediyordu. Revakların çeşitliliğiyle bunların temsil ettikleri şehir ve ülkelerin farklılığı, Ezher'İn şöhretinin Çin'den Batı Afrika'ya k a d a r yayılmış olduğunu göstermektedir. 1954't e revak sistemi kaldırıldı ve ayrı bir mekânda Medînetü'l-buûsi'l-İslâmiyye adıyla m o d e r n öğrenci yurtları yapıldı (revaklar hakkında geniş bilgi için bk. Abdülazîz M u h a m m e d eş-Şinnâvî, II, 3-123).



Halk



sıkıntılı



zamanlarında



eskiden



olduğu gibi yine Ezher'e koşuyordu. Diğer taraftan



orada



bulunan



âlimlerin



bir kısmı, O s m a n l ı - M e m l û k devri adıyla bilinen d ö n e m d e ve özellikle Osmanlılar'ın son yıllarında yöneticilere karşı direnen birer lider olarak tanınmışlardı. M e m l ü k l ü emîrler, halkın g ö n l ü n d e Ezherli âlimlerin nasıl m ü s t e s n a bir yer işgal ettiğini bildikleri için gerek birbirle-



M u h a m m e d Ahmed el-Arûsî, Şeyh Hasan el-Attâr ve Şeyh Rifâa et-Tahtâvî dikkati çeker. Bu d ö n e m d e Ali Paşa Mübârek'in belirttiğine göre 1 2 9 3 ' t e (1876) Ezher'de çeşitli milliyet ve mezheplerden 10.780 öğrenci okuyordu. Bunların 5651'i Şâfiî, 3826'sı Mâlikî, 1278'i Hanefî ve 25'i Hanbelî idi. 3 2 5 hocadan 147'si Şâfiî, 98'i Mâlikî, 76'sı Hanefî, 3'ü Hanbelî m e z h e b i n e m e n s u p t u .



riyle çatışmalarında gerekse yöneticiler-



Son iki asır boyunca Ezher hocalarıyla



le aralarında baş gösteren uyuşmazlık-



öğrencilerinin hayat standardlarını yük-



lar sırasında yardım ve destek s a ğ l a m a k



seltmek ve m ü f r e d a t ı yenilemek mak-



üzere onlara m ü r a c a a t e t m e ihtiyacını



sadıyla birtakım kanunlar çıkarıldı. Ez-



duyuyorlardı. Kahire halkının taleplerini



her'de ilk ıslah çalışmaları Hidiv İsmâil



de Osmanlı yöneticilerine yine Ezher ule-



Paşa z a m a n ı n d a başladı ve Ezher şeyhi



mâsı ulaştırıyordu. Vali A h m e d



M u h a m m e d el-Abbâsî'nin gayretleriyle



Hurşid



Osmanlılar d ö n e m i n d e Ezher'İn genel



Paşa'ya yönelik hoşnutsuzluklar iyice açı-



1287 (1871) yılında bir kanun çıkarıldı. Bu



kabul gören bu önemli mevkii, vatan se-



ğ a vurulup 1805'te Şeyh Ö m e r M e k r a m



k a n u n a göre hocalar üç dereceye ayrıla-



verliği ö n e çıkaran millî meselelerde d e



önderliğinde ona karşı isyan başlatıldı-



cak ve ilk derecedekiler özel kıyafet giye-



kayda d e ğ e r bir rol oynamasını sağla-



ğında paşanın görevden azli ve yöneti-



cekler, öğrenciler Ezher şeyhinin seçeceği



mıştır. B u n u n d i k k a t çeken bir örneği,



m i n Kavalalı M e h m e d Ali Paşa'ya devri



altı kişilik bir komisyon ö n ü n d e fıkıh,



1798'de Mısır'ı istilâ eden Napolyon Bo-



için hocalar topluca harekete geçmişler



usul, tevhid, hadis, tefsir, nahiv, sarf,



napart'a karşı yürütülen m ü c a d e l e sıra-



ve b u n u n üzerine İli. Selim onların is-



meânî, beyân, bedî, m a n t ı k derslerinden



sında g ö r ü l m ü ş t ü r . 20 Ekim 1798 g ü n ü



teklerine boyun eğip M e h m e d Ali'yi Mı-



mezuniyet imtihanına gireceklerdi.



Şeyh M u h a m m e d



es-Sâdât'ın



önderli-



ğ i n d e Kahire'de Ezherli ulemânın başını çektiği dinî nitelikli bir halk ayaklanması başladı ve bu arada cami, saldırıya geçip b u r a d a yaşayan birçok insanı katleden Fransızlar'dan ciddi bir d a r b e yedi. Bonapart'ın kumandayı General Kleber'e bırakarak 1 7 9 9 ' d a Fransa'ya



dönmesi



üzerine Ezher hocalarının öncülüğündeki isyan yeniden hız kazandı. Ancak Fransız askerlerinin tarihî külliyeye zarar veren s o r u m s u z hareketlerinin yoğunlaşm a s ı üzerine Ezher kendi halkı tarafınd a n t e r k e d i l m e k suretiyle kapatıldı; di-



61 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZHER Ezher'deki ıslah hareketlerinde Mu-



ve dinî içtihada a ç m a k istediğini ilân et-



h a m m e d A b d u h ' u n büyük payı vardır.



ti. İlk iş olarak içtihadı dışlayıp taklidle



A b d u h , önce Ezher şeyhi



yetinen âlimleri kınadı ve b ü t ü n dersle-



Muhammed



el-Enbâbî'yi bazı modern derslerin prog-



rin bu ruhla verilebilmesi için yeni dü-



r a m a alınması k o n u s u n d a ikna etmeye



zenlemeler yaptı. Ezher iki kısma ayrıl-



çalışmış, f a k a t b u n u b a ş a r a m a d ı ğ ı gibi



dı; birinci kısım u z m a n ilim adamı, ikin-



Hidiv Tevfik'ten de destek bulamamış-



ci kısım gerekli dinî bilgileri edinmiş okur



tır. Daha sonra II. Abbas Hilmi iş başına



yazar v a t a n d a ş yetiştirmek içindi.



geçince ona Ezher'de gerçekleştirilecek



kısımlardan her birinin programı ve eği-



bir ıslahatın b ü t ü n İslâm âlemi için çok b ü y ü k bir h i z m e t olacağını anlatan bir



Ezher Üniversitesi'nin yeni fakülte ve dershane binaları -



t i m süresi yeniden ayarlandı. 1930'da



Medînetü Nasr / Kahire



rapor s u n d u ve k u r u m u n ileri gelenleri-



Bu



Şeyhü'l-Ezher



Muhammed



el-Ahmedî ez-Zavâhirî'nin gayretiyle çı-



ni ikna ederek ıslahat için önemli bir



karılan kanunla Ezher'e bağlı olarak Kül-



adım attı. O sırada Şeyh M u h a m m e d el-



liyyetü'ş-şerîa, Küliiyyetü usûii'd-dîn ve



E n b â b î hastaydı ve ayrıca Ezherliler de



Külliyyetü'l-lugati'l-Arabiyye



adıyla



üç



onun idaresinden şikâyetçiydiler. Bu yüz-



1907 yılında Medresetü'l-kazâi'ş-şer'î



den h ü k ü m e t Hassûne en-Nevâvî'yi şeyh-



(hukuk fakültesi) açıldı. Dersler ve imti-



kültelerin kuruluşuna da izin veriliyor ve



liğe vekil tayin etti. 17 Receb 1312'de (14



hanlarla ilgili olarak Hidiv A b b a s Hilmi



ö ğ r e t i m ibtidâî (dört yıl), sânevî (beş yıl), âlî (adı geçen üç fakültede dört yıl) ve ta-



f a k ü l t e kuruldu. Bu kanunla başka fa-



Ocak 1895) Ezher'İn ıslahıyla ilgili k a n u n



yeni bir kanun yayımladı. Buna göre Ez-



yayımlandı. A b d u h ' u n arkadaşı olan ve



her'de sekiz yıl okuyanlar, şeyhü'l-Ez-



hassüs (yüksek lisans ve doktora) adla-



onunla iş birliği yapan Hassûne'nin dö-



her'İn başkanlığında üç âlim t a r a f ı n d a n



rıyla d ö r t s a f h a d a düzenleniyordu. Bu



n e m i n d e m ü f r e d a t programına



yapılacak



arada Medresetü'l-kazâi'ş-şer'î kapatıl-



hesap,



imtihanda



başarılı



oldukları



hendese, cebir, coğrafya, tarih ve h a t



t a k d i r d e i m a m - h a t i p l i k yapabilecekler,



dı; Külliyyetü'ş-şerîa ile aynı fonksiyona



gibi dersler konuldu ve eğitim



süresi



on iki yıl okuyanlar da altı âlim tarafın-



sahip olduğu için Dârü'l-ulûm'un da ka-



de on iki yıla çıkarıldı. Bu k a n u n Ezher'-



dan i m t i h a n edildikten sonra Ezher'de



patılması yoluna gidildi. Ayrıca Meclisü'l-



de ö ğ r e t i m faaliyetlerinin düzenlenme-



ders verebilecek ve önemli görevler ala-



Ezheri'l-a'lâ'nın çıkarılacak kanun ve yö-



si için atılmış ilk ciddi adımdı. Ezher'İn



bileceklerdi. Aynı kanunla Arapça



netmeliklerde söz sahibi olmasına im-



öğ-



idare meclisinde üye olan A b d u h ' u n ha-



retmenliği hakkı ise Dârü'l-ulûm ve Med-



zırladığı k a n u n tasarısının amacı idare



r e s e t ü ' l - k u d â t ' t a n m e z u n olanlara ve-



meclisinin ve Ezher şeyhinin görev alan-



riliyordu.



Bu d u r u m Ezherliler'i endişe-



tarihinde daha önceki ıslahatı yeterli gör-



larını tesbit e t m e k , öğrenci kayıt şart-



ye şevketti, ç ü n k ü bu kanunla onlar sa-



meyen Cumhurbaşkanı Abdünnâsır, mec-



larını, ö ğ r e n i m süresini ve tatilleri, müf-



dece imamlık ve hatiplik yapabilecekler-



lis başkanına Ezher'deki düzenlemeler-



r e d a t programlarını ve imtihanları be-



di. Ancak bu sırada Hassûne istifa et-



le ilgili öze! bir k a n u n teklifi gönderdi



lirlemekti. Bu m a k s a t l a 20



ve teklif 22 M u h a r r e m ' d e (6 Temmuz)



k â n tanındı. 9 M u h a r r e m 1381 (23 Haziran 1961)



Muharrem



ti, yerine ıslahat taraftarı olmayan Selîm



1314'te (1 Temmuz 1896) yeni bir kanun



el-Bişrî getirildi. 1329'da (1911) yeni bir



kabul edildi. Bu yeni kanunla Ezher sa-



çıkarıldı. Ayrıca hidivin emriyle Abduh'un



k a n u n çıkarılarak eğitim süresi on beş



dece dil ve din öğretimi veren bir k u r u m



başkanlığında d â i m î bir idarî komisyon



ay d a h a uzatıldı ve m o d e r n dersler ol-



o l m a k t a n çıkarılarak çeşitli ülkelerdeki



kuruldu. Arkasından dersler ve revaklar-



d u ğ u gibi bırakıldı. Bu k a n u n Ezher'le



m o d e r n üniversiteler gibi teşkilâtlandı-



la ilgili düzenlemeler yapıldı. M ü f r e d a t



ilgili önemli bir merhale teşkil eder. Bu-



rıldı ve h e m e n arkasından İslâmî bilim-



p r o g r a m ı n d a değişikliğe gidildi ve yeni



nunla ö ğ r e t i m birtakım kademelere ay-



ler ve Arapça'nın yanı sıra mühendislik,



dersler konuldu. Sağlık işlerine



önem



rılmış ve m ü f r e d a t programı yoğunlaş-



makine, tıp ve ziraat fakülteleriyle sa-



yükseltildi;



tırılmıştır. Bu arada Meclisü'l-Ezheri'l-



dece kızların devam ettiği fakülteler açıl-



çalışma, tatil ve imtihan günleri belirlen-



a'iâ ile b ü y ü k âlimlerden oluşan bir ule-



dı; diplomalar da lisans, yüksek lisans



di; idarî ıslahat yapıldı ve vakıf idaresin-







şeyhü'l-Ezher'in



ve doktora gruplarına ayrıldı. Söz konu-



den Ezher'e ayrılan pay 4000 cüneyhten



yetkileri azaltıldı. Ayrıca öğrencilerin ka-



su kanunun 34. maddesi gereğince 1961-



14.750 cüneyhe çıkarıldı. Fakat başlan-



yıt kabul şartları, imtihanlar, cezalar ve



1962 öğretim yılında cumhurbaşkanının



gıçta ıslahatı desteklediği halde bu ge-



diploma verilişi düzenlendi. 1911 kanunu



1 numaralı kararı ile usûlü'd-dîn ve şe-



lişmeleri aşırı bulan Hidiv Abbas Hilmi



ile Ezher'İn itibarı arttı ve çeşitli enstitü-



riat fakülteleri, 1962-1963 ö ğ r e t i m yı-



bazı çevreleri kışkırttı ve 1905'te Ezher



ler açıldı; 1917'de öğrenci sayısı 20.000'i



lında da bunların kızlara ait bölümleri



şeyhi Hassûne ile A b d u h görevlerinden



geçti.



verildi.



Hocaların



maaşları



istifa e t m e k zorunda kaldılar; ardından A b d u r r a h m a n eş-Şirbînî Ezher şeyhliğine tayin edildi. Yeni şeyh Ezher'İn dinî eğitim



maksadıyla



kurulduğunu,



dün-



yevî ilimlerle ilgisinin bulunmadığını ve kendisinden önce yapılanların bir cinayet o l d u ğ u n u söyledi. Ancak şeyhlikte başarı gösteremedi ve ertesi yıl istifa etti; yerine de tekrar Hassûne getirildi.



heyeti kurularak



açıldı. Yine bu k a n u n d a A r a p asıllı bir



1342 (1923) yılında yayımlanan bir ka-



tüzel kişiliğe sahip b u l u n d u ğ u belirtilen



nunla ö ğ r e n i m süresi on altı yıla çıkarıl-



Ezher'İn üstlendiği millî görev tesbit edil-



dı. Fakat eğitim bakanlığı Ezher öğren-



dikten sonra c u m h u r b a ş k a n ı n ı n



cilerine görev vermediği için



rıyla bu k u r u m d a n sorumlu bir b a k a n



durumda



kara-



Ab-



tayin edileceği, Ezher şeyhinin ise dinî



Mustafa



konularda en büyük otorite olduğu açık-



el-Merâgî Ezher şeyhi oldu. Muhaliflere



lanmaktadır. Bu kanunla el-Meclisü'l-a'lâ



a l d ı r m a d a n kapsamlı bir ıslahat hare-



li'l-Ezher, Mecmau'l-buhûsi'l-İslâmiyye,



keti başlatarak Ezher'İn kapılarını ilmî



İdâretü's-sekâfe



iyileşme



olmadı.



1347'de



(1928)



d u h ' u n öğrencisi M u h a m m e d



62 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



ve'l-buhûsü'l-İslâmiy-



EZHER b. SA'D ye, C â m i a t ü ' l - E z h e r ,



el-Meâhidü'l-Ez-



ler d e şunlardır-, A b d u r r a h m a n



el-Ce-



heriyye adlı heyetlerin k u r u l m a s ı isten-



bertî, R i f â a b. Râfı" et-Tahtâvî, M u h a m -



m i ş ve b u n l a r ı n g ö r e v ve yetkileri belir-



med



lenmiştir. 1 9 6 4 ' t e E z h e r Üniversitesi'ne ziraat,



Abduh,



Sa'd



Zağlûl,



Reşîd



A b d u l l a h N e d î m , T â h â Hüseyin, Musta-



Ebû Bekr Ezher b. Sa'd



f a Lutfî el-Menfelûtî, A h m e d H a s a n ez-



es-Semmân el-Bâhilî



Zeyyât, Ali Abdürrâzık, M u h a m m e d Mus-



leriyle y a b a n c ı diller o k u l u ve gazeteci-



t a f a el-Merâgî.



Bu



gelişmelerin



ardından



Medînetün-



n a s r civarına ihtiyacı karşılayacak yeni binalar inşa edildi. 1 9 9 1 ' d e e r k e k öğrenciler için Kahire'de o n d ö r t , t a ş r a d a yirmi bir-, kızlar için Kahire'de beş, taşr a d a d ö r t o l m a k ü z e r e t o p l a m kırk d ö r t f a k ü l t e vardı. 1 9 9 0 yılında 711 p r o f e s ö r ve 8 3 4 doçentle birlikte ö ğ r e t i m elemanlarının sayısı 5 3 1 6 , t o p l a m öğrenci sayısı d a 8 1 . 1 0 8 idi. Aynı yıl 1 7 0 3 kişi yüksek lisans, 1053 kişi d e doktora yapmaktaydı. Y e t m i ş altı ü l k e d e n gelen y a b a n c ı öğrenci sayısı ise 6 3 9 8 ' e u l a ş m ı ş t ı . Ezh e r ' d e e ğ i t i m ve ö ğ r e t i m şevval ayında r a m a z a n b a y r a m ı n d a n sonra başlar, cemâziyelâhirin s o n u n a k a d a r d e v a m eder. Receb, ş â b a n ve r a m a z a n ayları tatildir. Ayrıca k u r b a n b a y r a m ı n d a , mevlid-i nebî ve Mısır halkının ç o k saygı d u y d u ğ u m u t a s a v v ı f Seyyid A h m e d el-Bedevi'nin (ö. 6 7 5 / 1 2 7 6 ) d o ğ u m g ü n ü tatil yapılır; h a f t a tatili ise p e r ş e m b e ö ğ l e d e n s o n r a ve c u m a günleridir. K u r u l u ş yıllarından itibaren d e r s veren m e ş h u r â l i m l e r d e n



Ezher'de bazıları



ş u n l a r d ı r : Kadı E b ü ' l - H a s a n Ali b. Muhammed



b. N u ' m â n ,



el-Emînü'l-Muh-



t â r A b d ü l m e l i k b. M u h a m m e d



el-Har-



rânî, E b ü A b d u l l a h el-Kundâî, H a s a n b. Hatîr el-Fârisî, Ebü'1-Abbas A h m e d



b.



H â ş i m el-Mısrî, Ebü'l-Hasan Tâhir b, Ahm e d el-Mısrî, E b û A b d u l l a h M u h a m m e d b. B e r e k â t , A b d ü l l a t î f e l - B a ğ d â d î , yah u d i t a b i p M û s â b. M e y m û n , İbnü'l-Fârız, Ebü'l- K a s ı m el-Menfelûtî, Şemsedd i n el-Atabekî, S a ' d e d d i n el-Hârisî, Cem â l e d d i n el-Asyûtî, Ş e h â b e d d i n es-Sühreverdî, İbn Hallikân, Ali b. Y û s u f b. Cerîr el-Lahmî, K ı v â m ü d d i n el-Kirmânî, Şems e d d i n el-İsfahânî, Ş e r e f e d d i n el-Mâlikî, M u h a m m e d b. Y û s u f b. Hayyân elGırnâtî, Takıyyüddin es-Sübkî, Kanber b. A b d u l l a h eş-Şirvânî,



İbnü'd-Demâminî,



Fahr el-Bilbîsî, Makrîzî, İbn Hacer el-Ask a l â n î , İbn H a l d û n , Takıyyüddin el-Fâsî, Şemseddin el-Fenârî, Nûreddin Ali el-Buhayrî, A b d u r r a h m a n el-Münâvî, Şehâbedd i n el-Kalyûbî, C e m â l e d d i n el-Bâbilî, Şeh â b e d d i n el-Makkarî, M u h a m m e d b. Ahm e d el-Haraşî, Ş e h â b e d d i n el-Birmâvî. Mısır ve A r a p d ü n y a s ı n ı n fikrî hayat ı n d a ö n e m l i rol oynayan bazı Ezherli-



( j i y j ' )



Rızâ,



tıp, eczacılık, t i c a r e t ve e ğ i t i m fakültelik e n s t i t ü s ü gibi yeni b i r i m l e r eklendi.



EZHER b. S A ' D



(ö. 2 0 3 / 8 1 8 - 1 9 ) H a d i s hâfızı. L



J



BİBLİYOGRAFYA: Abdüllatîf el-Bağdâdî, el-İfâde ve'l-ictibâr, Kahire 1286, s. 20; İbn Ebû Usaybia, c Uyunulenba, II, 207; Kalkaşendî, Şubhu'l-acşâ, II, 251; III, 364; Evliya Çelebi, Seyahatname, X, 195-196; A'mâlü meclisi idâreti'l-Ezher, Kahire 1323; Muhibbüddin Hatîb, el-Ezher: mâzî• hi ve hâzıruh, Kahire 1345; Abdülhamîd Yûnus — Osman Tevfîk, el-Ezher, Kahire 1946; Mansûr Ali Receb, el-Ezher beyne'l-mâzî ue'lhâzır [baskı yeri yokl, 1946 (Matbaatu 1-Muktatef ve'l-mukattam), Mahmûd Ebü'l-Uyûn, elCâmi'u'l-Ezher, Kahire 1368/1949; B. Dodge, al-Azhar: a Millennium of Müslim Learning, Washington 1961; el-Ezher: târîhuh ue tetavvüruh, Kahire 1383/1964; Ahmed Hasan elBâkürî, el-Ezher beyne halîfeti'l-Mu'iz ve Cemil cAbdinnâşır, Kahire 1964; Muhammed elBehî, el-Ezher ve'l-fikrü'l-mu'âşır, Kahire 1955; Afaf Lutfi al-Sayyid Marsot, "The Begining of Modernization A m o n g the Rectors of al-Azhar, 1798-1879", Beginnings of Modernization in the Middle East the Nineteenth Century (ed. W. R. P o l k - R. L. Chambers), Chicago 1968, s. 267-280; Takuîmü Câmi'âti'l-Ezher fî erba'a senevât 1388-1392/1968-1972 (nşr. Dâru I-Maârif), Kahire 1972; Saîd İsmâil Ali, elEzher 'alâ mesrahi's-siyâseti'l-Mısriyye, Kahire 1974; M. Celâl Keşk, Ve Dehaletü'l-hayli'lEzher, Kahire 1978; Ali Abdülazîm, Meşyehatü'l-Ezher münzü inşâ'ihâ hatte'l-ân, Kahire 1399/1979, I-II; İbrâhim Avazeyn, 'Alâ Târîkı'lEzher fî elf am, Kahire 1402/1982; el-Ezherü'ş-şerîf fî 'îdihi'l-elfî, Kahire 1403/1983; elEzher ve'l-İslâm, Kahire 1983; Abdülazîz Muhammed eş-Şinnâvî, "Ervikatü'l-Ezher", Dirâsât fi'l-hadâreti'l-İslâmiyye, Kahire 1985, II, 3-123; A. C. Eccel, Egypt, İslam an Social Change: al-Azhar in Conflict and Accommodation, Berlin 1984; Yûsuf Kardavî, Risâletü'l-Ezher, Kahire 1984; M. Süleyman, Devru l-Ezher fî'sSûdân, Kahire 1985; M. Kemal Seyyid, el-Ezher: câmi'an ve câmi'aten, Kahire 1986; M, Abdülmün'im Hafâcî, el-Ezher fî elf am, Kahire, ts. — Beyrut 1408/1988, I-III; M. Bekir, Hayatî fî rihâbi'l-Ezher: tâlib ve üstâz ve vezîr, Kahire, ts.; Şüyûhu'TEzher (nşr. Vezâretü'll'lâm), Kahire, ts.; Câmfatü'l-Ezher fî sütûr, Kahire 1411/1991; M. VVinter, Egyptian Society Under Ottoman Rule 1517-1798, London 1992, s. 118-127; F. R. C. Bagley, "The Azhar and Shî'ism", MW, L / 2 (1968), s. 122-129; M. Receb el-Beyyûmî, "el-Ezher ve hürriyyetü'lfikr", ME, LI/5 (1975), s. 1143-1152; Remziye el-Atrakcî, "el-Ezher fî zılli'l-Fâtımiyyîn", Mecelletü Külliyyeti'l-âdab, sy. 25, Bağdad 1399/ 1979, s. 469-506; Ahmed M. Süveydân, "Târîhu'l-Câmi'i'l -Ezher", el-Fikrul-'Arabî, XLIV, Beyrut 1986, s. 131-146; K. Vollers, "Ezher", İA, IV, 433-442; J. Jomier, "al-Azhar", El2 (İng.), 1,813-821. i—] LLFFL



SAÎD ABDÜLFETTÂH Â Ş Û R



109'da (727-28), bazı k a y n a k l a r a göre ise 111 'de (729-30) d o ğ d u . B a s r a civarında y a ş a y a n B e n î Bâhile kabilesinin âzatlı kölesiydi. Babasının Sicistan'ın Ruhhac k a s a b a s ı n d a n o l u ş u n a b a k a r a k o n u n da burada



doğduğu tahmin



edilebilir.



Ezher A r a p l a r ' a esir d ü ş e r e k Bâhile kabilesine satıldı. İlk tahsiline Basra'da başladı ve K u r ' a n ö ğ r e n d i k t e n s o n r a h a d i s e z b e r l e m e y e yöneldi.



Devrin



tanınmış



âlimlerinden S ü l e y m a n b. Tarhân et-Teym î , Y û n u s b. Ubeyd, A b d u l l a h



b. Avn,



Kurre b. Hâlid'in derslerine d e v a m etti. Ali b. Medînî, İshak b. R â h û y e , A h m e d b. Hanbel, B ü n d â r , M u h a m m e d b. Yahyâ ez-Zühlî, A h m e d b. F u r â t gibi



muhad-



disler k e n d i s i n d e n h a d i s rivayet ettiler. Hadis meclislerine birlikte katıldığı d e r s a r k a d a ş ı m e ş h u r T ü r k â l i m i A b d u l l a h b. Mübârek'in



kendisinden



rivayette



bu-



l u n m a s ı o n u n h a d i s ilmindeki yerini göst e r m e y e yeterlidir. Son d e r e c e g ü ç l ü bir h â f ı z a y a s a h i p olan Ezher, âzatlı bir köle o l m a s ı n a r a ğ m e n hafızası ve gayretiyle i l i m d e y ü k s e k bir yere ulaştı. Yahyâ b. M a î n , İbn Avn'ın öğrencileri içinde o n u n k a d a r bilgili b a ş k a bir kişinin bul u n m a d ı ğ ı n ı söylerdi. A b b â s î Halifesi E b û Ca'fer el-Mansûr'la y a k ı n a r k a d a ş oldukları rivayet edilen E z h e r halife o l d u k t a n s o n r a o n u n l a f a z l a g ö r ü ş m e m i ş t i r . Iraklı m u h a d d i s l e r a r a s ı n d a g e r ç e k bir o t o r i t e k a b u l edilm i ş , B a s r a ' d a k i h a d i s meclislerine kendisinden



hadis y a z m a k üzere



binlerce



t a l e b e gelmiştir. Ayrıca hadisleri yazılı bir k i t a p t a n n a k l e t m e s i sebebiyle takdir e d i l m i ş ve rivayetleri İbn M â c e dışınd a Kütüb-i



Si 11 e'de y e r almıştır. Hocası



İbn Avn'ın hadislerini en iyi bilmesiyle d e ş ö h r e t b u l a n Ezher, ö m r ü n ü n sonlarına d o ğ r u yoksul d ü ş e n hocasının b ü t ü n ihtiyaçlarını karşılamıştır. E z h e r b. Sa'd s i k a * bir râvi o l u p rivay e t ettiği hadisler delil o l m a y a elverişli b u l u n d u ğ u için t a n ı n m ı ş fıkıh âlimi Hamm â d b. Zeyd öğrencilerine o n u n naklettiği hadisleri y a z m a l a r ı n ı tavsiye etmiştir. H a d i s m ü n e k k i d i Ukaylî, Ezher'İn rivayet e t t i ğ i h a d i s l e r d e n ikisini ele alar a k o n u n b u n l a r d a tedlîs yaptığını, dolayısıyla zayıf bir râvi o l d u ğ u n u iddia et-



63 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZHER b. SA'D m i ş s e d e İbn Hacer b u iddianın cerh sa-



sında



Kastallânî



hâşiye o l u p 8 9 6 (1491) yılında t a m a m -



yılamayacağını, Ezher'i zayıf râviler ara-



d e b u l u n m a k t a d ı r . Ezherî 19 M u h a r r e m



lanmıştır. Eser, kenarında Yâsîn el-Uley-



sında zikretmenin doğru



9 0 5 ' t e (26 Ağustos 1499) K a h i r e ' d e ve-



m î el-Hımsî'nin açıklamalarıyla



f a t etti.



basılmıştır (Bulak 1294; Kahire 1305, 1325,



olmayacağını



söylemiştir. N i t e k i m Z e h e b î d e Ukaylî'nin b u k a n a a t i n i hatalı b u l m u ş ve Ah-



îrşâdü's-sârî



müellifi



h a s ı n d a ş ö h r e t b u l a n Ezherî'nin eserle-



tercih e t m e s i n i n o n u yanılttığını belirt-



rinin en belirgin özelliği s a d e ve kolay



miştir.



anlaşılır



Ezher 2 0 3 (818-19) yılında



Basra'da



v e f a t e t m i ş t i r . Halîfe b. Hayyât b u tari-



bir



dille yazılmış



İbn Sa'd. et-Tabakât, VII, 294; Halîfe b. Hayyât, et-Tabakât (Ömeri), s. 226; Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr, I, 460-461; Ukaylî, ed-Du'afâI, 132-133; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ue't-ta'dîl, II, 315; İbn Hibbân, eş-Şikât, VI, 69; a.mlf., Meşâhîr, s. 162; Dârekutnî, Zikru esma*i't-tâbi'în, Beyrut 1406/1985, I, 34; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 194-195; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl, II, 323-325; Zehebî, el-'İber, I, 265; a.mlf., Mîzânü'l-i'tidâl, I, 172; a.mlf.. A'lâmü'n-nübelâ', IX, 441-442; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, 1, 202-203; Süyûtî, Taba/câfü7-hu/"/az (Ömer), s. 143; Hazrecî, Hulâsatü Tezhîb, s. 25. r—ı İsi



şi'l-Ezheriyye



fî halli



elfâzi'l-Mukad-



(Kahire 1304). İbnü'l-



MÜCTEBA



UĞUR



lanmıştır. 2. Temrînü't-tullâb c



ti'l-i râb.



ilâ



şmâ'a-



Mu'arribü'l-Elfiyye



adıyla



d a t a n ı n a n ve İbn M â l i k et-Tâî'nin el-



Elîiyye'sindeki



beyitlerin i'rabını yapa-



r a k n â d i r kelimelerini açıklayan b u şerh 8 8 6 ' d a (1481) t a m a m l a n m ı ş ve birçok d e f a basılmıştır (Bulak 1252, 1292; Kahire 1274 (taşbaskıl, 1289, 1292, 1299, 1301, 1302, 1305, 1308, 1310, 1312, 1317, 1335, 1374; Bulak 1294; İstanbul 1305). 3. Şer-



hu'1-Âcurrûmiyy e. İbn  c u r r û m ' u n elü z e r i n e k a l e m e alınan



mıştır. Eser ilk d e f a H o l l a n d a ' d a



( ^ğjiıjVI .aıla^t j j JJU- )



(nşr.



Schnabel, Amsterdam 1756), d a h a sonra



Ebü'l-Velîd Zeynüddîn Hâlid b. Abdillâh b. Ebî Bekr el-Vakkad el-Ezherî (ö. 9 0 5 / 1 4 9 9 ) A r a p dil âlimi.



d a Mısır'da (Bulak 1251, 1259, 1274, 1280, 1284, 1290; Kahire 1262, 1265, 1281, 1290) ve Fas'ta (1315) basılmıştır. K i t a p üzerin e M u h a m m e d M ü c â h i d Ebü'n-Necâ bir



J



8 3 8 (1435) yılı civarında Yukarı Mısır'ın (Saîd) Çerce ş e h r i n d e d o ğ d u . Bu sebeple



hâşiye yazmıştır (Bulak 1284; Tunus 1290; Kahire 1305, 1306, 1319). 4.



rûmiyye.



Vrâbü'l-Âcur-



Bir n ü s h a s ı S ü l e y m a n i y e Kü-



t ü p h a n e s i ' n d e b u l u n m a k t a d ı r (Serez, nr.



Cercâvî (Cercî, Cercevî) nisbesiyle d e anı-



2859, vr. 30 b -44 b ). S. et-Taşrih



lır. Tehzîbü'l



mûni't-Tavzîh.



müellifi E b û M a n s û r



Şerhu't-Tasrîh



M u h a m m e d b. A h m e d el-Ezherî'nin (ö.



Tavzîh



3 7 0 / 9 8 0 ) s o y u n d a n geldiği söylenmek-



en-Nahvî'nin Evdahu'l-mesâlik



t e d i r (Hansârî, III, 278). K ü ç ü k y a ş ı n d a



îiyyeti



bi-mazQ



ale't-



adıyla d a anılan eser, İbn H i ş â m



İbn Mâlik



ilâ



di'l-i'râb.



El-



adlı şerhine yazdığı bir



m a n 1985) ve M u h a m m e d İ b r â h i m S â l i m (Kahire 1989) t a r a f ı n d a n y a y ı m l a n m ı ş t ı r . Ezher şeyhi Hasan el-Attâr'ın d a b u esere bir hâşiye yazdığı bilinmektedir. 7. el-



Mukaddimetü'l-Ezheriyye 'Arabiyye.



dü'l-cevheriyye



hâvî, III, 172). Ö ğ r e n i m i n i



t a l e b e o k u t m a k ve eser telif



etmekle



geçen E z h e r î ' n i n m e ş h u r talebeleri ara-



elfâzi'l-Ezhe-



adlı bir şerhi. H a s a n el-Attâr (Bu-



1299, 1301, 1304, 1307, 1317, 1345), Muh a m m e d b. M u h a m m e d es-Sünbâvî (Bulak



1286,



1296), M u h a m m e d



Mücâhid



E b ü ' n - N e c â (Kahire 1312) ve E b û Bekir eş-Şenvânî'nin



hâşiyeleri



bulunmakta-



dır. 8. el-Elğâzü'n-nahviyye.



şeyh



Hâlid



Elğâzü'ş-



adıyla d a anılan eser basıl-



mıştır (Kahire 1281, 1304). 9.



fiye (GAL SuppL, Fehhâm,



Şerhu'l-Kâ-



I, 534). M u h a m m e d el-



herhalde



Brockelmann'ın



Dı-



m a ş k Zâhiriyye K ü t ü p h a n e s i ' y l e ilgili kıs a l t m a s ı n ı (Dam. Z.) yanlış a n l a d ı ğ ı için b u eserin D a m a d z â d e (Murad Molla) Küt ü p h a n e s i ' n d e b u l u n d u ğ u n u söylemiştir



(MMLA, XXXII, 24). 10. li'l-mi'e.



iu^ijlJei/^^p^lı^jJbJlljı^l/itjbp;



Ezher'e



tamamladık-



fî halli



el- cUkü-



lak 1270; Kahire 1275, 1281, 1284, 1297,



girdi. Yaîş el-Mağribî, Ali b. A b d u l l a h es-



t a n s o n r a ders v e r m e y e başladı. Hayatı



ilmi'l-



1252, 1287; Kahire 1307). Eser ü z e r i n d e ayrıca Z e y n ü d d i n M a n s û r ' u n



sile başladı. Kur'an'ı ezberleyip bazı te-



Bir s ü r e d e Sehâvî'nin talebesi oldu (Se~



c



E z h e r î ' n i n en m ü h i m eseri o l u p kendi-



"cahil herif" diye a z a r l a m a s ı üzerine tah-



etti.







el-Âcurrûmiyye'-



sinin şerhiyle birlikte b a s ı l m ı ş t ı r (Bulak



l a m b a y a k a r k e n fitili bir t a l e b e n i n kita-



el-Aclûnî'den çeşitli ilimleri tahsil



Ezher'de



den sonra uzun süre okutulan b u kitap



k â d " diye a n ı l a c a k olan Ezherî bir g ü n



el-Cevcerî ve İ b r â h i m



eseri



(1299, 1308) basılmış, ayrıca A b d ü l k e r î m



m a k t a n ibaret o l d u ğ u için sonraları "Vak-



b. A b d ü l m ü n ' i m



adlı



M ü c â h i d ve Sa'd A b d ü l h â d î Teym (Am-



görevi Câmiu'l-Ezher'in kandillerini yak-



S e n h û r î , E m î n el-Aksarâyî, M u h a m m e d



kavâ'idi'l-i'râb



ği b u şerh İstanbul (1285) ve K a h i r e ' d e



altı yaşına k a d a r ilimle m e ş g u l olmayan,



m e l eserleri o k u d u k t a n s o n r a



an



üzerine yazdığı ve 8 9 8 ' d e (1492) bitirdi-



ailesiyle birlikte Kahire'ye yerleşti. O t u z



bı ü z e r i n e d ü ş ü r d ü . Talebenin kendisini



Kavâ'i-



İbn H i ş â m en-Nahvî'nin el-



c



İ'râb



riyye



b u şerh 8 8 7 (1482) yılında t a m a m l a n -



EZHERİ, Hâlid b. Abdullah



- luğa



üzerine



yazılan b u şerh 8 6 7 ' d e (1462) t a m a m -



Âcurrûmiyye's\



L



el-Havâ-



Cezerî'nin tecvide d a i r risâlesi



BİBLİYOGRAFYA:



F



olmalarıdır.



Bilinen eserleri ş u n l a r d ı r ; 1.



dimeti'l-Cezeriyye



hi 2 0 7 (822-23) o l a r a k z i k r e t m e k t e d i r .



1326, 1954). 6. M û ş ı l u t - t u l i â b ilâ



Eserleri. D a h a çok A r a p g r a m e r i sa-



m e d b. Hanbel'in bir başka râviyi Ezher'e



birlikte



Hâlid b. Abduliah el-Ezherî'nin



Şerhu lMukaddimetl'lEzheriyye adlı eserinin ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp.. Ayasofya, nr. 4 4 7 4 )



64 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



Şerhu'l-'Avâmi-



A b d ü l k â h i r el-Cürcânî'nin el-



EZHERİYYE c



Avâmilü!-mi'e'sinin



râvı Z e h r â n t a r a f ı n d a n (Kahire 1988). 11. Takyîd



şükr.



şerhi o l u p Bed-



i m a m l a r ı n d a n ü s t ü n b u l d u ğ u İ m a m Şâ-



b u eseri ü z e r i n d e bir d o k t o r a çalışması



yayımlanmıştır



f i î ' n i n k i t a p l a r ı n d a g e ç e n n â d i r ve g a r î b



y a p m ı ş t ı r (bk. bibi.). 3. Kitâbü



Me'âni'l-



kelimeleri derledi. Fıkıh ve dil çalışma-



kırâ'ât.



sûrelere



larının y a n ı n d a tefsir, hadis, şiir, t a r i h



g ö r e t e k e r t e k e r ele alındığı eserin bir



fi'l-hamdi



ve'ş-



Bilinen n ü s h a s ı R a b a t K ü t ü p h a n e -



seden



eserin



Zecel t ü r ü şiirden nüshası



ve d i ğ e r ilimlerle d e ilgilenen Ezherî b u



nüshası



bah-



a l a n l a r d a d a eserler verdi. H a d i s ilmin-



b u l u n m a k t a d ı r (Reşid Efendi, nr. 22> 4.



Muhammed



el-



F e h h â m t a r a f ı n d a n gösterilen yerde (Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 1273) mevc u t değildir. 13. eş-Şimârü'l-yâni za



uşûl (GAL Suppi, ti "felâ uksimü



kaynaklarda



Kitâbü



Tefsiri



Ezherî'nin karşılaştığı bir olay o n u da-



âye-



yılında h a c d a n d ö n e r k e n içinde bulun-



sihu'l-Kur'ân



bi-mevâla^i'n-nücûm"



d u ğ u kafile ile birlikte Karmatîler'in eli-



Rûh



Kaşîdeti'l-bürde.



n e esir d ü ş t ü . İki yıl s ü r e n e s a r e t hayati



ve's-Sünne,



b o y u n c a bedevî A r a p l a r ' d a n faydalana-



hadîş,



şerhi



esmâ'ıl-hüsnâ



(Sezgin,



Ezherî'nin b u n l a r d a n b a ş k a



fi't-tefsir,



- bürde'sinin



Kütüphanesi'nde



VIII, 204).



ha çok dil çalışmasına şevketti. 3 1 2 (924)



(a.g.e., a.y ). 15. Şerhu Bûsîrî'nin Kasîdetul



d e âlî i s n a d sahibi o l d u ğ u belirtilir.



Süleymaniye



fi'l-



II, 23). 14. Tefsîru



meselelerinin







s i ' n d e d i r (nr. 544). 12. Bulûğu!-emel



fenni'z-zecel.



Kıraat



c



Kitâbü



İleli!-



et-Takrîb



kır â' ât,



ve mensûhuh,



ve mâ



câ'e



fîhi



Me cânî



mine!-Kur'ân



şevâhidi



Ğarîbü'l-fıkh



Nâ-



Kitâbü'rğarîbi'l-



( b u n u n bir önceki



o l u p 9 0 3 (1498) yılında t a m a m l a n m ı ş t ı r .



r a k g a r î b kelimeleri t o p l a d ı ve b u mal-



kitap veya ez-Zâhir ile aynı eser olabileceği



Eser B u l a k ' t a



z e m e y i Tehzîbü'l-luğa



ileri sürülmektedir), Kitâbü'r-Red



(1297), K a h i r e ' d e



(1282,



adlı ü n l ü kita-



c



ale'l-



1286, 1302, 1304, 1308) ve İskenderiye'de



b ı n d a değerlendirdi. Ezherî aynı z a m a n -



Leyş (Halîl b. Ahmed'in talebesi o l u p onun



(1288) basılmış, ayrıca M u h a m m e d



Ali



da, "Sâhibü'l-garîbeyn" diye t a n ı n a n E b û



eserini ikmal e d e n Leys b. Muzaffer'in Ki-



yayımlan-



Ubeyd A h m e d b. M u h a m m e d el-Herevî



tâbul-'Ayn'daki



ile E b û O s â m e C e n â d e b.



tâbü'l-Hayz,



Hasan tarafından B a ğ d a t ' t a m ı ş t ı r (1961, 1966). BİBLİYOGRAFYA:



Hâlid b. Abdullah el-Ezherî, Temrînü't-tullâb fî şınâ'ati'l-i'râb, İstanbul 1305, s. 2; a.mlf., Mûşılü't-tullâb, Kahire 1325, Mukaddime; Sehâvî, ed-Dau'ul-lâmi', Beyrut, ts., 111, 171-172; Gazzf, el-Keuâkibus-sâ' ire, I, 188; İbnü'l-İmâd, Şezerât, Beyrut, ts., VIII, 26; Ali Paşa Mübarek, el-Hıtatü't-Teufîkıyye, Kahire 1990, X, 53; Hânsârî, Rauzâtü'l-cennât, Tahran 1391, III, 278279; Serkîs. Mu'cem, I, 811-812; Brockelmann, GAL, I, 362; II, 34-35; Suppi, I, 524, 534; II, 22-23; a.mlf., "Ezherî", İA, IV, 442; a.mlf., "alAzharî", El2 (İng.), I, 821; îzâhu'Tmeknûn, I, 293; II, 229, 543; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn, IV, 96; Nüveyhiz, Mu'cemü'l-müfessirîn, I, 171; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), II, 297; Ömer Ferruh, Me'âlimul-edebi'l-'Arabî, Beyrut 1985, I, 141-149; Muhammed el-Fehhâm, "eş-Şeyh Hâlid el-Ezherî", MMLA, XXXII (1393/1973)', s". 18-24. m IHI



AHMET TURAN ARSLAN



Muhammed



ve K a r r â b gibi ü n l ü â l i m l e r e hocalık et-



ladığı Tefsîrü 's-Seb'i't-



miştir.



Tefsiri şi cri



K e n d i s i n d e n önceki dil âlimlerini güvenilirlik a ç ı s ı n d a n



ikiye ayıran



Ezherî



güvendiklerini b e ş t a b a k a h a l i n d e ince-



EZHERÎ, M u h a m m e d b. Ahmed ( i^âjVl



^



^



f e r (ö. 1 8 7 / 8 0 3 ' t e n sonra), K u t r u b , İbn Düreyd ve B ü ş t î gibi dilcileri A r a p ç a ' y ı b o z d u k l a r ı gerekçesiyle t e n k i t eder. Anc a k k e n d i çalışmaları d a İbn M a n z û r gibi b u s a h a n ı n otoriteleri t a r a f ı n d a n eleştirilmiştir. Ezherî Rebîülâhir 370'te (Ekim 980) H e r a t ' t a v e f a t etti. Eserleri. 1. Tehzîbü'l-luğa*.



Müellif Öm-



r ü n ü n s o n l a r ı n a d o ğ r u yazdığı b u meşh u r e s e r i n d e harflerin t e l a f f u z u n u e s a s alarak Halîl b. A h m e d ' i n (ö. 170/786) i ü -



tâbü!- cAyn'mda



u y g u l a d ı ğ ı u s u l ü be-



ma



n ü s h a l a r ı b u l u n a n eser



aralarında



A b d ü s s e i â m H â r û n , M u h a m m e d Ali en-



)



Neccâr, M. A b d ü l m ü n ' i m e l - H a f â c î v e M.



Ebû Mansûr M u h a m m e d b. A h m e d b. Ezher el-Ezherî el-Herevî (ö. 3 7 0 / 9 8 0 )



Ebü'l-Fazl İ b r â h i m ' i n d e b u l u n d u ğ u bir g r u p âlim t a r a f ı n d a n neşredilmiştir (I-XV, Kahire 1964-1967, 1979). E z h e r î ' n i n



A r a p dil â l i m i , edip ve fakih. L



J



k o n u d a ayrıca Kitâbü



mantık, 2 8 2 ' d e (895) b u g ü n k ü A f g a n i s t a n ' ı n kuzeybatısında yer alan Herat'ta



doğ-



ışlâhi'l-



ve



mahiyeti



Kitâbü!-Edevât



bilinmeyen Kitâbü



bu



Tefsiri



Maarif eti'ş-şubh



Mu câviye



ad-



dir. 2. ez-Zâhir



fî ğarîbi



lır. Aslen A r a p o l d u ğ u



anlaşılmaktadır.



İ m a m Ş a f i î ' n i n e n y a k ı n a r k a d a ş ı ve ta-



Tahsilini H e r a t ve B a ğ d a t ' t a yaptı. He-



lebesi olan İsmâil b. Y a h y â el-Müzenî'-



r a t ' t a İbn H ü r r e m diye t a n ı n a n m u h a d -



nin İ m a m Ş a f i î ' n i n k i t a p l a r ı n d a n kısal-



dis Hüseyin b. İdrîs ile E b ü ' l - F a z l Mu-



t a r a k m e y d a n a getirdiği



h a m m e d b. E b û Ca'fer el M ü n z i r î ' d e n ,



Müzenî



B a ğ d a t ' t a dil v e l ü g a t bilgini Niftaveyh



dir kelimelerin açıklamalarını ihtiva eder.



Seb'a'yı tıvâl



Ebî Temmâm



Temmâm)



ile



açık-



Kitâbü



(Tefsîru Dîvâ-



ve Ahbâru



Yezîd



b.



adlı eserleri k a y n a k l a r d a zik-



redilmektedir. BİBLİYOGRAFYA: Ezherî, Tehzîbü'l-luğa, I, 1-54, ayrıca naşirlerin mukaddimesi, s. 5-32; a.mlf., ez-Zâhir fî ğarîbi elfâzi'ş-Şâfi'f (nşr. Muhammed Cebr elElfî), Küveyt 1399/1979, nâşirin mukaddimesi, s. 7-22; Kemâleddin el-Enbârî, Nüzhetü'Telibbâ' (nşr. Muhammed Ebü'l-Fazl), Kahire 1386/ 1967, s. 323-324; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', XVII, 164-167; İbnü'l-Kıftî, İnbâhü'r-ruvât, IV, 177-181; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 334-336; Zehebî, Ac lâmü'n-nübelâ', XVI, 315-317; Safedî, el-Vâfî, II, 45-46; Sübkî, Tabafcât, III, 6368; İsnevî, Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye, I, 49; Fîrûzâbâdî, el-Bülğa (nşr. Muhammed el-Mısrî), Küveyt 1407/1987, s. 186; Süyûtî, Buğyetü'luu'ât, I, 19-20; Dâvûdî, TabakâtüT-müfessirîn, II, 61-63; İbnü'l-İmâd, Şezerât, III, 72-73; Hânsârî, Ravzâtü'Tcennâi VII, 336-338; Brockelmann, GAL, I, 134-135; Suppi., 1, 197; Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 49; C. Zeydân, Adâb (Dayf), II, 309-310; Sezgin, GAS, VIII, 201-205; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb, II, 517-520; Selahattin Kıyıcı, Muhammed el-Ezherî, Hayati ue ez-Zâhir fî ğarîbi elfâzi'l-İmâm eş-Şâfiî (doktora tezi, 1985), Atatürk üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, s. 42-117; R. BlachĞre, "al-Azharî", El2 (İng.), 1,



lı eserlerinin b u l u n d u ğ u kaydedilmekte-



d u . B u s e b e p l e Herevî nisbesiyle d e anı-



H



SELAHATTIN K I Y I C I



eifâzi'ş-Şâfi'î.



Muhtaşarü'l-



adlı eserinde geçen g a r î b ve nâ-



fayda-



Bir fıkıh l ü g a t i n i t e l i ğ i n d e k i eser Mu-



landı. D a h a s o n r a fıkıhla m e ş g u l olma-



h a m m e d Cebr el-Elfî t a r a f ı n d a n t a h k i k



ya başladı. Ş â f i î fıkhının usul ve f ü r û u n u



edilerek y a y ı m l a n m ı ş t ı r



inceleyerek dil y ö n ü n d e n d i ğ e r m e z h e p



1979). S e l a h a t t i n Kıyıcı, Ezherî v e o n u n



ve Zeccâc gibi ü n l ü â l i m l e r d e n



ni Ebî



ler. G ü v e n m e d i k l e r i n d e n Leys b. Muzaf-



n i m s e m i ş t i r . Birçok k ü t ü p h a n e d e yaz-



^



hataları hakkındadır), Ki-



Mu callakât-ı



(Küveyt



1399/



F



n



EZHERİYYE



(



)



Halvetiyye tarikatının Hifniyye şubesinin Ebû Abdullah M u h a m m e d b . A b d u r r a h m a n ez-Zevâvî el-Ezherî'ye (ö. 1 2 0 7 / 1 7 9 2 - 9 3 ) nisbet edilen bir k o l u (bk. HALVETİYYE).



65 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZİYET EZİYET (bk. EZÂ).



j



n



EZKÂR (bk. ZİKİR).



L



r



j



n



el-EZKÂR



^



1929). Bu şerh, İbn Hacer'in y a r ı m k a l a n



miştir. Bu a r a d a konuyla ilgili âyetler,



el-Emâlî'sinden



s a h â b e ve t â b i î n sözleri n a k l e d i l m i ş , di-



m e k t e d i r . el-Ezkâr



ğ e r bazı k i t a p l a r d a n bilgiler aktarılmış-



f ı n d a n ihtisar e d i l m i ş o l u p b u n l a r ara-



Şerhu'l-Mühezzeb,



s ı n d a Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin el-



tır. Bazı k o n u l a r d a



Şerhu



Sahihi



Müslim



gibi k e n d i kitap-



p e k çok nakil ihtiva et-



Kelimü't-tayyib



çeşitli â l i m l e r tara-



adlı eseri



günümüze



larına atıflar y a p a n Nevevî u z u n babları



k a d a r g e l m i ş t i r (Beyrut 1403/ 1983; nşr.



k e n d i içerisinde fasıllara ayırmıştır.



M. Nâsırüddin el-Elbânî, Beyrut



el-Ezkâr'm



Çeşitli t a r i h l e r d e basılan



1405/



1985). M. N â s ı r ü d d i n el-Elbânî b u eseri



( JISjVI )



(Kahire 1306, 1312, 1331, 1375) M u s t a f a



Şahîhu'l-Kelimi't-tayyib



Nevevî'nin (ö. 6 7 6 / 1 2 7 7 ) zikir ve d u a y a dair hadisleri bir araya getiren eseri.



Hüseyin A h m e d (Kahire 1356), Abdülka-



ihtisar e t m i ş t i r (Beyrut 1400, 4. bs.). Ay-



dir el-Arnaût (Dımaşk 1391/1971), Ah-



rıca A h m e d b. Hüseyin er-Remlî'nin



m e d R â t ı b H a m û ş (Dımaşk 1983), M. En-



taşarü'l-Ezkâr'ı,



ver Baltacî (Kahire 1406), M u h y i d d i n Met-



Ezkâr



t û (Dımaşk 1407/1987), A h m e d Abdul-



Emâlî'sinden



şi'ârü'l-



lah B â c û r (Kahire 1988), Beşîr M u h a m -



dığı Tuhfetü'l



ve'l-ezkâri'l-



m e d Uyûn (Dımaşk 1988, Süyûtî'nin Tuh-



adlı ta'liki (bk. bibi.), Ş e m s e d d i n İbn To-



fetil'l-ebrâr'\



lun'un İthâfü'l-ahyâr



T a m adı Hilyetü'l-ebrâr



ahyâr



k ı n d a çeşitli âlimlerin görüşleri zikredil-



ve



fî telhîsi'd-de'avât



müstehabbe



fi'l-leyl



j



ve'n-nehâr



olup



ile birlikte) ve Ali eş-Şürbecî



6 6 5 (1266-67) yılında k a l e m e alınmıştır.



ile Kasım en-Nürî (Beyrut 1412/ 1992) ta-



Nevevî b u eserinde, bir insanın



r a f ı n d a n tenkitli neşirleri yapılmıştır.



b o y u n c a karşılaşacağı çeşitli



hayatı



durumlar



Tertibi ve m u h t e v a s ı birçok â l i m ta-



ve y a p a c a ğ ı ibadetlerle ilgili o l a r a k top-



r a f ı n d a n t a k d i r edilen el-Ezkâr



ladığı d u a ve zikirleri k o n u l a r ı n a



d e çeşitli ç a l ı ş m a l a r yapılmıştır. İbn Ha-



göre



üzerin-



on d o k u z b ö l ü m , 3 5 6 b a b h a l i n d e sıra-



cer el-Askalânî'nin el-Emûlî



lamış, ayrıca eserin s o n u n a genel dua-



lan Netû'icul-efkâr



larla ilgili o t u z k a d a r h a d i s ilâve etmiş-



si'l-Ezkâr



tir. G ü n l ü k h a y a t t a k i çeşitli davranışlar,



talebesi Sehâvî b u çalışmayı s ü r d ü r m ü ş -



n a m a z , z e k â t , oruç, hac gibi ibadetler,



se d e t a m a m l a y a m a d a n v e f a t e t m i ş t i r .



el-Ezkâr'ı



pılması u y g u n olan d u a ve zikirleri ve-



hâtü'r-rabbârıiyye



rirken



veviyye



İbn A l l â n es-Sıddîkî c



ale'1



ehâdîkalmış,



el-Fütû-



-Ezkâri'rı-Ne-



Muh-



Ezkârü'l-



Süyûtî'nin



adlı m u h t a s a r ı ve İbn Hacer'in elde f a y d a l a n a r a k kaleme al-



- ebrâr



bi-nüketi'l-Ezkâr fî



nüketi'l-Ezkâr'ı



eser üzerinde yapılan diğer başlıca çalışm a l a r olarak zikredilebilir.



Muhammed



Ali es-Sâbûnî d e e s e r d e n yaptığı seçmeleri el-Münteka'l-muhtâr







Kitâbi'l-Ez-



kâr adıyla y a y ı m l a m ı ş t ı r (Kahire 1986).



diye d e anı-



tahrîci



adlı çalışması y a r ı m



cihad, sefer, e v l e n m e gibi olaylarda yayer yer hadisleri açıklamış, ha-







adıyla t e k r a r



BİBLİYOGRAFYA : Nevevî, el-Ezkâr (nşr. Abdülkadir el-Arnaût), Dımaşk 1391/1971; Süyûtî, Tuhfetü'l-ebrâr (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1410/1990; Keşfü'z-zunûn, 1, 688-689; Serkîs, Mu cem, II, 1878; Brockelmann, GAL, I, 501; İ. Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı, İstanbul 1989, s. 125-



adıyla şerhetmiştir (Kahire 1348/



S



SELMAN BAŞARAN



dis ilimleriyle ilgili bilgiler vermiş, f ı k h î k a i d e l e r d e n ve a h l â k k u r a l l a r ı n d a n bahsetmiştir.



el-Ezkâr'daki



hadislerin seçiminde Bu-



el-Câmfu's-şahîh'-



h â r î ve M ü s l i m ' i n



N e v e v î ' n i n el-Ezkâr



a d l ı e s e r i n i n i l k iki s a y f a s ı (Süleymaniye K t p . . Hacı Mahmud Efendi, nr. 589)



leriyle E b û D â v ü d , Tirmizî ve N e s â f n i n e s - S ü n e n ' i e r i esas alınmış, bu a r a d a diğ e r h a d i s kitaplarına



da



fei-s f



başvurulmuş,



f^UM^.—



-Ü.



Nevevî'nin ifadesine g ö r e cüzler ve müsnedlerdeki hadislere çok az yer verilmiştir.



Umumiyetle



sahih



hadisler



tercih



e d i l m e k l e b e r a b e r sahih h a d i s bulunam a y a n k o n u l a r d a b a z a n zayıf hadisler d e a l ı n m ı ş , f a k a t çok d e f a b u n l a r ı n zayıf o l d u ğ u belirtilmiştir. Seçilen hadislerin kolay anlaşılır o l m a s ı n a d i k k a t edilmiş, eserin h a c m i n i b ü y ü t m e m e k için rivayetlerin senedleri v e r i l m e m i ş t i r .



Ge-



nellikle hadislerin b a ş ı n d a , b a z a n d a son u n d a kaynakları ve s a ğ l a m l ı k dereceleri k a y d e d i l m i ş , B u h â r î ve M ü s l i m ' d e n ^allplijıllijıî J l î . i ü ^ M ^ ı ^ l ^ l ^ k ^ l k i ' j î



n a k l e d i l e n hadislerin s ı h h a t derecesine i ş a r e t e t m e y e g e r e k g ö r ü l m e m i ş t i r . Tirmizî'nin lerin



es-Sünen'inden



sağlamlık



alınan



derecesinin



hadis-



tesbitinde



ise o n u n bu konudaki görüşleri esas alınmıştır. O k u n m a s ı n d a g ü ç l ü k b u l u n a n ke-



' U ^ ^ J ^ ^ İ İ Ö ^ İ S ^ J İ İ J ^ U U ^ I İ I Aj^îi)s. b -A^iipk^Vi^ku^ı^uacH-^b'j/iiVi!^



^ ^ a i y ı t j f i j j ^ f ipfis « ' ^ ' ^ ^ J J Î Û İ - J 1 ! OuUjU^LlÂiS opVMt^i^^fcsŞSlj&lfiSlj ÜkM^6 J-aij-^-nJ İki i L&^E. J



limelerin nasıl o k u n a c a ğ ı belirtilmiş, garîb kelimeler a ç ı k l a n m ı ş ve b u n l a r hak-



66 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZRAÎ



(



ye ayrılır, a) Üçlü f a l okları. Herkesin ya-



)



n ı n d a t a ş ı d ı ğ ı ü ç o k u n birinde, " R a b b i m



Câhiliye Arapları'nın fal o k l a n n a verilen ad.



^



bana



emretti"



veya



"yap";



diğerinde,



" R a b b i m b a n a y a s a k etti" y a h u t "yapm a " diye yazılır, ü ç ü n c ü s ü n d e ise yazı



" K e s m e k , i n c e l t m e k , d ü z e l t m e k " an-



b u l u n m a z ve çekilen k ı s m e t t e n e çıkar-



l a m ı n d a k i z e l m k ö k ü n d e n t ü r e m i ş ze-



sa o n a g ö r e h a r e k e t edilirdi. E ğ e r yazı-



i e m k e l i m e s i n i n ç o ğ u l u olan e z l â m , söz-



sız o k i s a b e t ederse k ı s m e t ç e k m e işle-



l ü k t e u c u n d a d e m i r parçası ve ü z e r i n d e



m i t e k r a r l a n ı r d ı , b) Yedili f a l okları. Kâ-



k a n a t b u l u n m a y a n ince oklar d e m e k t i r .



b e ' n i n içindeki H ü b e l adlı p u t u n yanın-



Terim o l a r a k Câhiliye Arapları'nın, üze-



d a veya kâhinlerle h a k i m l e r i n n e z d i n d e



rine "evet" veya "hayır" gibi d e ğ i ş i k al-



b u l u n a n ve her biri ü z e r i n d e "evet", "ha-



t e r n a t i f l e r yazdıkları ve bir işe girişme-



yır", "sizden", " b a ş k a s ı n d a n " , "açık de-



den önce aralarından birini ç e k m e k ama-



ğil", "diyet", "su" i f a d e l e r i n d e n biri ya-



cıyla sakladıkları okları i f a d e eder. Bâ-



zılmış olan yedi o k bir işi y a p m a k veya



billiler'den itibaren çeşitli milletlerce uy-



y a p m a m a k , nesebi ş ü p h e l i g ö r ü l e n bir



g u l a n a n b u t ü r bir fal u y g u l a m a s ı n a , Ki-



ç o c u ğ u n babasını belirlemek, ö l d ü r ü l e n



tâb-ı



Mukaddes'te



belirtildiğine



K u d ü s ' ü n fethi öncesinde



göre



Buhtunnasr



Kur'ân-ı K e r î m ' d e iki y e r d e g e ç e n ezl â m m , ş e y t a n ı n işlerinden biri o l a r a k nitelendirilen k ı s m e t ç e k m e işinde kullanıldığına i ş a r e t e d i l m i ş ve b u t ü r o k l a r a yasaklanmıştır



(el-Mâide



5 / 3 , 90). A k l â m (kalemler) kelimesi K u r ' a n ' d a e z l â m l a aynı a n l a m d a



k i m s e n i n diyetini ö d e t m e k , su



Lisânul-'Arab, "zlm" md.; Müsned, IV, 176; Buhârî, "Enbiyâ 5 ", 8; İbnü'l-Kelbî, Kitâbü'l-Esnâm, s. 18; EzrakI, Ahbâru Mekke (Melhas), I, 117-118; Ya'kûbî, Târîh, I, 259; Taberî, Câmi'ul-beyân (Bulak), III, 183-184; İbnü'l-Cevzl, Zâdü'l-mesîr, II, 284; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb, VI, 45; XI, 135-136; İbn Saîd elEndelüsî, Neşuetü't-tarab fî târihi câhiliyyeti'l'Arab (nşr. Nusret Abdurrahman), Amman 1982, II, 757; Kalkaşendî, ŞubhuT-a'şâ, I, 458; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bulûğu'l-ereb, III, 67-68; Reşîd Rızâ, Tefsîrü'l-menâr, VI, 149-151; VII, 57; Elmalılı, Hak Dini, II, 1566-1567; Cevâd Ali, el-Mufaşşal, VI, 776-781; VII, 779. B



F



de



kulla-



nılmıştır (Âl-i İmrân 3 / 4 4 ; Taberî, IH, 183184). H a d i s l e r d e d e e z l â m d a n söz edilm i ş t i r . İbn A b b a s ' t a n g e l e n bir rivayet e g ö r e Hz. P e y g a m b e r , Hz. İ b r â h i m ile o ğ l u İsmâil'i ellerinde f a l okları ile birlikte tasvir e d e n bir r e s m i g ö r ü n c e imh a e d i l m e s i n i e m r e t m i ş ve onların asla fal okları k u l l a n m a d ı ğ ı n ı bildirmiştir (Bu5



hârî, " E n b i y â " , 8). E b û S ü f y â n ' ı n U h u d S a v a ş ı ' n d a n ö n c e f a l o k u çektiği ve kıs-



Ö z



n



(bk. ÜZEYİR).



L



j



kuyusu



a ç m a k , e v l e n m e k gibi d e ğ i ş i k m a k s a t o l a r a k k ı s m e t i n i tayin e t m e k isteyen kişi hediyelerle birlikte Kabe'nin



MUSTAFA



EZRÂ



r



EZRAÎ



larla kullanılırdı. Bu işlerden biriyle ilgili



d a b a ş v u r m u ş t u r (Hezekiel, 2 1 / 2 1 ) .



başvurulması



BIBLIYOGRAFYA:



yısına ve b u l u n d u ğ u k i m s e l e r e g ö r e iki-



EZLÂM



hizmet-



( ^J^



)



Ebü'l-Abbâs Şihâbüddîn A h m e d b. H a m d â n b. A h m e d el-Ezraî



çisine y a h u t yedi o k u b u l u n a n k â h i n l e r e



(ö. 7 8 3 / 1 3 8 1 )



gider, k ı s m e t çektirir, çıkan sonucun put-



Şâfiî fakihi.



ların iradesine u y g u n o l d u ğ u n a inanır ve o n a g ö r e h a r e k e t ederdi. 2. K u m a r Ok-



Şam'ın 106 k m . güneyinde b u g ü n Der'a



ları. On o k t a n o l u ş a n ve bir t ü r p i y a n g o



adıyla anılan Ezriât'ta d o ğ d u . D o ğ u m ta-



çekilişine benzeyen b u okların ü ç ü b o ş



rihi k a y n a k l a r d a 7 0 7 (1307), 7 0 8 ve 7 0 9



bırakılır, yedisine b i r d e n yediye



kadar



o l a r a k g e ç m e k t e d i r . Ş a m ' d a k i ilk öğre-



hisseler t a k d i r edilip yazılırdı. On kişi ara-



n i m i sırasında Y û s u f b. A b d u r r a h m a n



s ı n d a yapılan çekilişte b o ş okları çeken-



el-Mizzî, Zehebî, İ b n ü ' n - N a k î b el-Mısrî,



ler ortaya k o n a n m a l d a n p a y a l a m a d ı k -



İbn C ü m l e , Takıyyüddin es-Sübkî, Fah-



ları gibi k u m a r a k o n u teşkil e d e n m a l ı n



r e d d i n el-Mışrî gibi â l i m l e r d e n fıkıh tah-



parasını d a öderlerdi. Bu t ü r oklar d a h a



sil etti ve bazılarından icâzet aldı. Ş a m ' ı n



ç o k bir deveyi kesip etini çeşitli hissele-



çeşitli k e s i m l e r i n d e k a d ı nâibliği yaptı.



re a y ı r m a k suretiyle o y n a n a n k u m a r d a



Ö ğ r e n i m i n e Kahire, İskenderiye ve Ku-



kullanılırdı (bk. MEYSIR).



d ü s ' t e d e v a m etti. D a h a s o n r a H a l e p ' e d ö n e r e k bir s ü r e şehrin kadısı E b û Ab-



m e t i n e "evet" yazılı o k çıktığı için sava-



F a h r e d d i n er-Râzî, f a l okları çekme-



şa g i t m e y e k a r a r verdiği nakledilir (Ce-



nin y a s a k l a n m a s ı n ı Allah'a m a h s u s o l a n



dullah Nûreddin es-Sâiğ'ın nâibiiğini yap-



v â d Ali, VI, 780).



gaybı b i l m e ve p u t l a r a ulûhiyyet



tı. Kadı v e f a t edince nâiblik görevini bı-



Câhiliye A r a p l a r ı y o l c u l u ğ a ç ı k m a , sa-



isnat



e t m e gibi m a h z u r l a r t a ş ı m a s ı n a bağlar-



r a k a r a k k e n d i n i telif, ö ğ r e t i m ve f e t v a



k e n ( M e f â t î h u ' l - ğ a y b , XI, 136) Reşîd Rı-



işlerine verdi. Ayrıca b u r a d a k i Zâhiriyye



v a ş a g i t m e , e v l e n m e , ş ü p h e l i çocukların



z â , aklî ve ilmî hiçbir gerekçeye dayan-



(Sultâniyye) ve Esediyye



n e s e b i n i t a y i n e t m e , t i c a r e t y a p m a , su



m a d ı ğ ı için f a l ve k u m a r oklarının ya-



Dârü'l-hadîsi'l-Bahâiyye'de çeşitli ders-



k u y u s u a ç m a , h a t t a k u m a r o y n a m a gi-



s a k l a n d ı ğ ı n ı söyler (Tefsîrü'l-menâr,



VI,



ler verdi. Fetvaları H a l e p civarında şöh-



bi k e n d i l e r i n c e ö n e m l i o l a n işlere başla-



149-151). Zira y a p ı l m a s ı d ü ş ü n ü l e n



bir



madan



r e t b u l d u . el-Halebiyyât



medreseleriyle



adıyla bilinen



ö n c e t a h t a d a n y a p ı l m ı ş ve ka-



işin hayırlı o l u p o l m a d ı ğ ı n ı , bir y e r d e su-



n a t t a k ı l m a m ı ş ince oklar ü z e r i n e "yap,



y u n b u l u n u p b u l u n m a d ı ğ ı n ı veya nesebi



r a k d ö n e m i n m e ş h u r Ş â f i î â l i m i Takıy-



y a p m a " ş e k l i n d e a l t e r n a t i f l e r yazıp bir



ş ü p h e l i g ö r ü l e n bir ç o c u ğ u n



y ü d d i n es-Sübkî ile çeşitli y a z ı ş m a l a r d a



babasının



e s e r i n d e t o p l a d ı ğ ı meselelerle ilgili ola-



t o r b a y a koyarlar, d a h a s o n r a içlerinden



k i m o l d u ğ u n u fal o k u çekerek belirlemek



birini ç e k e r e k çıkan yazıya g ö r e girişi-



m ü m k ü n değildir. İnsanların akıl gücü-



len işin kendileri için u ğ u r l u veya uğur-



n e h i t a p eden İslâmiyet her işin açık de-



re'ye gitti (772/1370). B u r a d a



s u z o l a c a ğ ı n a inanır ve o n a g ö r e hare-



lillere ve d o ğ r u bilgilere b a ş v u r u l a r a k ya-



s ü r e içinde â l i m l e r o n u n ilim sohbetle-



k e t ederlerdi. E z l â m ı n beyaz çakıl taş-



pılmasını e m r e t m i ş , b u t ü r yollara giril-



r i n d e b u l u n d u l a r . A r d ı n d a n Halep'e dö-



l a r ı n d a n y a p ı l m ı ş tavla zarı ş e k l i n d e ve-



mesini yasaklamıştır. A b d ü s s e l â m



Mu-



nen ve ö m r ü n ü n sonuna kadar b u r a d a



ya s a t r a n ç t a ş l a n gibi o l d u ğ u n u rivayet



h a m m e d H â r û n , f a l ve k u m a r oklarıyla



k a l a n Ezrâî'yi B e d r e d d i n ez-Zerkeşî ve



e d e n l e r d e vardır. A r a p tarihçileri ezlâ-



Câhiliye âdetlerini el-Meysir



B u r h â n e d d i n el-Bîcûrî gibi â l i m l e r ziya-



m ı iki g r u p t a toplarlar. 1. Fal Okları. Sa-



adlı e s e r i n d e incelemiştir (Kahire 1987).



ve'l-ezlâm



bulundu. Ezraî bir m ü d d e t s o n r a t e k r a r Kahikaldığı



ret e d e r e k i l m i n d e n f a y d a l a n d ı l a r . Bil-



67 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZRAÎ diklerini çok ç a b u k ve kolay bir şekilde



A b d ü l g a f f â r b. A b d ü l k e r î m



yazıya d ö k e b i l m e kabiliyetine s a h i p olan



nin el-Hâvi'ş-şağir"m\n



Ezraî her g ü n bir d e f t e r teşkil e d e c e k



Muhtasarü'l-Hâvî



k a d a r yazı yazardı. A n c a k u z u n s ü r e de-



larda z i k r e d i l m e k t e d i r .



v a m ettiremediği bu çalışmalarının ürünleri m ü s v e d d e h a l i n d e k a l m ı ş ve d a h a sonra da kaybolmuştur. Fıkhî m e s e l e l e r d e çok titiz



davranan



Ezraf n â d i r h a l l e r d e belli sayıdaki kişilere f e t v a izni verirdi ki Ş e r e f e d d i n M û s â b. M u h a m m e d el-Ensârî ile Ş e r e f e d d i n e d - D â d î h î b u n l a r d a n d ı r . Ö m e r el-Bârînî, halk arasındaki yüksek mevkiine



rağ-



m e n cevap v e r e m e d i ğ i g ü ç meselelerle ilgili o l a r a k Ezraî'nin g ö r ü ş l e r i n e m ü r a caat ederdi. Ezraî 15 Cemâziyelâhir 783'-



adlı eserleri kaynak-



YUNUS VEHBI



YAVUZ







EZRAK



tâli c'mde



(bk. HAMMÂD b. ZEYD).



1, 210-211) k a y n a k ola-



nu, Yâsir'den sonra A m m â r ' ı n annesi Süm e y y e ile evlendiğini, Tâif



g a m b e r ' i n y a n ı n a geldiğini ve â z a t edild i k t e n sonra M e k k e ' d e yerleştiğini, çocuklarının



rerek İ b n ü ' z - Z ü b e y r ' i n d o ğ u m ö l ü m ta-



önceleri kendilerinin



EZRAKÎ, Ebü'l-Velîd ( J ^ )



n



olduklarını söyledikleri h a l d e d a h a sonraki yıllarda Gassânîler'den E b û Şemir'in dirir (et-Tabakât, bu



kaynak-



III, 247). Fück makale-



konudaki



rivayetleri



ayrıntılı



^



m e d b. M u h a m m e d o l m a k üzere İbrâhim b. M u h a m m e d ve M u h a m m e d rivayetlerde



bulundu.



b. Yahİshak



b.



A h m e d el-Huzâî ile İ b r â h i m b. Abdüss a m e d el-Hâşimî gibi bazı kişiler d e on-



Ahbâru Mekke adlı eseriyle meşhur olan tarihçi.



d a n haber nakietmişlerdir. ^



Ezrakî'nin vefat tarihi kesin olarak belli değildir.



sayısız



k u z e y Araplar'ın-



d a n Benî Tağlib ve Benî İkeb'e m e n s u p



yâ'dan



1, 151). Eserleri. B a ş v u r d u ğ u



mensup



kazandıklarını,



J



(ö. 2 5 0 / 8 6 4 [?])



adlı eserini



Ezraî'ye n i s b e t e t m e k suretiyle ikinci bir



(a.g.e.,



oğullarına



o l a r a k ele a l m a k t a d ı r (bk. bibi.).



Ebü'l-Velîd M u h a m m e d b. Abdillâh b. A h m e d b. M u h a m m e d el-Ezrakî



k a f î ' n i n biyografisini yanlışlıkla birleşti-



Ezraî biyografisi d a h a v e r m i ş t i r



Ümeyye



kızlarla evlenerek n ü f u z



Ezrakî, b a ş t a dedesi E b ü ' l - V e l î d Ahr



h e m e n ö n c e gelen İbnü'z-Zübeyr es-Se-



rihlerini v e Milâkü't-te'vîl



Muhasarası



sırasında E b û Bekre ile birlikte Hz. Pey-



el-Bedrut-



Ezraî'nin biyografisiyle o n d a n



II, 49) İbnü'n-Nedîm de



e s - S e k a f î ' n i n R u m asıllı kölesi olduğu-



sinde



de d o ğ r u olarak verdikten sonra (Mu'cerak kullandığı Şevkânî'nin



s. 31) Takıyyüddin el-Fâsî ile



soyundan geldiklerini iddia ettiklerini bil-



r



Kehhâle, Ezraî'nin biyografisini bir yer-



mul-mü'elliftn,



ru Mekke,



(el-'ikdus-şemîn,



Sa'd ise dedesi Ezrak'ın Hâris b. Kelede



İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye, III, 141-143; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine, 1, 125-128; a.mlf., inbâ'ul-ğumr, II, 61-63; İbn Tağrîberdî, en-tSücûmuz-zâhire (Popper), XI, 216; a.mlf., el-Menhetü'ş-şâfl I, 291-294; Keşfuz-zunûn, 1, 627, 930; II, 1361, 1636, 1873, 1915; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VI, 278-279; Şevkânî, el-Bedrut-tâlC, I, 33-36, 151; Hediyyetü'l-'âriftn, I, 115; Brockelmann, GAL Suppi., I, 680, 753; 11, 108; Ziriklî, el-A'lâm, I, 117; Kehhâle, Mu'eemul-muellifîn, 1, 151, 210211; a.mlf., el-Müstedrek, Beyrut 1406/1985, s. 48; Mu. Fİ, V, 363. m m



m e n s u p o l d u ğ u n u söylediği gibi ( Ahbâ-



(el-Fihrist, s. 124) o n u teyit ederler. İbn



BİBLİYOGRAFYA:



t e (6 Eylül 1381) Halep'te vefat etti ve Bâb ü l m a k â m ' ı n dışına defnedildi.



el-Kazvînî'-



m u h t a s a r ı olan



M e k k e ' d e d o ğ d u . Dedelerinden Ezrak'a



Fâsî, o n u n



Abbâsî



Halifesi



M ü n t a s ı r - B i l l â h d e v r i n d e (861-862) ha-



t a n y a p t ı ğ ı nakillerin ç o k l u ğ u y l a d i k k a t i



nisbetle Ezrakî diye m e ş h u r



olmuştur.



y a t t a o l d u ğ u n u kaydeder, ancak ölümüy-



ç e k e n Ezraî'nin eserleri şunlardır. 1. et-



Ailesinin m e n ş e i h a k k ı n d a



d e ğ i ş i k gö-



le ilgili kesin bir t a r i h vermez. K â t i b Çe-



Tavassut



rüşler vardır. Kendisi aslen Gassânîler'e



lebi 2 2 3 ' t e (838) ö l d ü ğ ü n ü söyler. F u a t



Şerh.



ve'l-feth



beyne'r-Ravza



ve'ş-



A b d ü l k e r î m e r - R â f i î ' n i n , Gazzâlî'-



nin m e ş h u r eseri el-Vecîz tığı Fethu'l- Cazîz



ü z e r i n e yap-



adlı şerh ile Nevevî'-



Ravzatut-tâlibîn



nin b u ş e r h e yazdığı



a d ı n d a k i m u h t a s a r e s a s a l ı n m a k sure-



E b ü ' l - V e l î d e l - E z r a k î ' n i n Ahbâru



Mekke



a d l ı e s e r i n i n i l k v e s o n s a y f a l a r ı (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2948)



tiyle h a z ı r l a n a n yirmi ciltlik bir eserdir (yazma nüshalar için bk. Brockelmann, I, 753; II, 108). 2. Ğunyetü'l-muhtâc.



Kütü'l-muhtâc.



Bu iki eser,



3.



Uzlb-J



müellifin



Nevevî'nin Minhöcut-tâlibîn'\



üzerine



y a p t ı ğ ı iki ayrı şerhi o l u p birincisi sekiz, ikincisi o n cilttir. Birbirini



tamamlayıcı



Kütül-muh-



m a h i y e t t e olan eserlerden



tâc'ı



Ebü's-Senâ M a h m û d b. A h m e d el-



Hamevî Lübâbü'l-Küt



adlı eserinde özet-



l e m i ş t i r (bu iki eserin nüshaları için bk.



a.g.e., I, 680; II, 108). Bunlardan başka EzraFnin, Cemâleddin el-İsnevî'nin Nevevî'nin adı geçen



zatü't-tâlibîn'ine c



ale'ı-Ravza



yazdığı



Rav-



el-Mühimmât



adlı şerh üzerine yaptığı üç



ciltlik bir t a ' l i k t e n i b a r e t olan ve t a l â k



Ta'lîka



b a h s i n d e n sonrası y a z ı l a m a y a n



'ale'l-Mühimmat hâmi'l-Mühimmat),



(et-Tenbîhât



c



alâ ev-



bazı fıkıh meselele-



riyle ilgili fetvaları içeren



el-Halebiyyât,



68 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



u



EZRAKÎ-i HEREVÎ Sezgin'e g ö r e ise 2 5 0 ' d e (864) v e f a t et-



bir k i m s e için yazdığı kasideye rastlan-



miştir.



m a m ı ş t ı r . Alparslan'ın ö l ü m ü n d e n



câ'e



tîhâ



Hindî'nin ö n c ü l e r i n d e n sayılır.



ve



liliğinde bırakılan, bir rivayete g ö r e ise



lûp kullandığı için belâgatla ilgili



Melikşah'a



ku's-sihr



b o r ç l u d u r . D a h a ç o k dedesi A h m e d



b.



karşı a y a k l a n d ı ğ ı



için



İsfa-



Dönemi-



n e k a d a r alışılagelmişin dışında bir üs-



adlı eserine



Mekke



mine'l-âsâr



ca ince m â n a l a r a yer veren Ezrakî sebk-i



ra Melikşah t a r a f ı n d a n yine Horasan va-



Ezrakî ş ö h r e t i n i Ahbâru







son-



Hadâ'i-



adlı e s e r i n d e R e ş î d ü d d i n Vat-



M u h a m m e d ' i n rivayetlerine dayanan Ah-



h a n ' d a h a p s e d i l e n D o ğ a n ş a h , yine Me-



v â t o n u eleştirmiştir. Divanın Ali Abdür-



bâru Mekke,



likşah t a r a f ı n d a n



gözlerine



resülî ve Saîd-i Nefîsî t a r a f ı n d a n iki ayrı



m a k t a n ç o k şehrin yerleşim planı ve to-



mil çekilen M î r â n Ş a h ' t a n sonra gelen



basımı yapılmıştır (Tahran 1336 hş.). Tez-



pografık yapısı, özellikle Kâbe ve hac me-



ve h e m e n h e m e n hepsi şairleri k o r u y a n



kireler Ezrakî'nin, Hint kökenli olup Arap-



n â s i k i n e a i t yerler h a k k ı n d a g e n i ş bilgi



Melikşah, M a h m u d , B e r k y a r u k gibi hü-



ça'ya çevrilen ve Farsça olarak s o n r a d a n



siyasî ve sosyal bir tarih ol-



veren bir eserdir (bk. AHBÂRU MEKKE). BIBLIYOGRAFYA : Ezrakî, Ahbâru Mekke (nşr. Rüşdî Salih Melhas), s. 31; nâşirin mukaddimesi, s. 11-15; İbn Sa'd, et-Tabakât, İli, 247; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 124-125; Sem'ânî, Ertsâb, I, 201; Kalkaşendî, Nihâyetü'l-ereb, Beyrut 1405/1985, s. 93; Fâsî, el-'İkdü's-semîn, II, 49-50; 111, 176; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, I, 79; Sehâvî, eli'lân bıt-teubîh, s. 279-281, 292, 329; Keşfuz-zunûn, I, 306; Brockelmann, GAL, 1, 143, Suppi, 1, 209; Ziriklî, el-A'lâm, VII, 93; J. W. Fück, "Der Ahn Des Azraqi", Studi Orientalistiei in Onore di Giorgio Leui Della Vida, Roma 1956, I, 336-340; a.mlf., "Azrakı", El2 (ing.), I, 826-827; Kehhâle. Mu'eemul-muellifîn, X, 198; F. Rosenthall. A History of the Müslim Historiography, Leiden 1968, s. 43, 126, 164, 480; el-Kâmüsul-islâmî, 1, 77; "Ezrakî", İA, IV, 442443; Abdülkerim Özaydın, "Ahbâru Mekke", DİA, I, 491-492. ı—ı 1*1



ABDÜLKERÎM



ÖZAYDIN



esir edilip



k ü m d a r l a r için k a s i d e y a z m a m ı ş olması,



M u h a m m e d b. Ali b. M u h a m m e d ez-Zâ-



o n u n b u olaylar sırasında veya d a h a ön-



hirî es-Semerkandî t a r a f ı n d a n 600 (1203-



ce ö l d ü ğ ü , y a h u t çok sevdiği D o ğ a n ş a h



1204) yılında yeniden kaleme alınan Sind-



ve M î r â n Şah'ın feci akıbetlerini



bâdnâme'y\



görüp



n a z m a çektiğini k a y d e d e r .



bir d a h a k a s i d e y a z m a d ı ğ ı ş e k l i n d e yo-



Avfî, E z r a k î ' n i n D o ğ a n ş a h ' ı n iktidarsızlı-



r u m l a n a b i l i r . Kasidelerinden h e r k e s için



ğını g i d e r m e k üzere o d ö n e m i n müsteh-



m e t h i y e y a z a c a k bir şair o l m a d ı ğ ı anla-



cen sayılan eserlerinden Elfiyye



şılan Ezrakî'nin ö l ü m ü için Rızâ Kulı Han



/iyye'yi n a z m e t t i ğ i n i söyler. K â t i b Çele-



H i d â y e t ' i n verdiği 5 2 6 (1132) ve Takıy-



bi'nin, m u h t e m e l e n B e n â k i t î ' n i n



yüddîn-i Kâşî'nin k a y d e t t i ğ i 5 2 7 (1133)



tü li'1-elbâb



tarihlerinin d o ğ r u olması p e k m ü m k ü n



ensâb



değildir.



d u ğ u n u belirttiği (Keşfuz-zunûn,



Eserleri. Ezrakî'nin k a s i d e ve rubâîlerd e n oluşan divanındaki beyit sayısı muhtelif y a z m a l a r ı n a g ö r e 2 6 0 0 - 2 7 0 0 aras ı n d a d e ğ i ş m e k t e d i r . Kasideleri



genel-



likle Unsurî t a r z ı n d a d ı r . B ü y ü k bir şair o l d u ğ u n u söyleyen ve şiirlerinde kendin e h a s t e ş b i h , t e r k i p ve tasvirlere, ayrı-



ve ŞelRavza-



fî tevârîhi'l-ekâbir



ve'l-



adlı eserine d a y a n a r a k ona ait ol11, 1003)



b u iki eser g ü n ü m ü z e u l a ş m a m ı ş t ı r . Nizâmî-i Arüzî'nin Çehâr



Makâle'sine



ta'-



likat y a z a n M u h a m m e d - i Kazvînî, Tahran Kraliyet K ü t ü p h a n e s i ' n d e b u l u n a n ve aynı adı t a ş ı y a n bir eserin Ezrakî'ye ait olabileceğini ileri s ü r m e k t e d i r {Çehâr Makale, ta'likat, s. 222).



n



R



N



EZRAKÎ-İ HEREVİ



( J j j » -JJJ



)



Ebû Bekr (Ebü'l-Mehâsin) Zeynüddîn b. Ismâîl



E z r a k l - i H e r e v i d i v a n ı n ı n i l k i k i s a y f a s ı (Süleymaniye Ktp., H e k i m o ğ l u Ali Paşa, nr. 6 6 9 / 8 )



V. (XI.) yüzyılda yaşayan İranlı şair.



L



J



tM^jti.'



H e r a t ' t a d o ğ d u . Aynı ş e h i r d e kitapçılık y a p a n babasının, Gazneli M a h m u d ' u n



airtV: fi^^uc



- u u ' • V u ^ - L ü b f i



.ın^ku^



g a z a b ı n d a n kaçıp H e r a t ' t a k e n d i s i n e sığ ı n a n Şâhnâme



müellifi Firdevsî'yi bir



.Î.UJflüU^ i ç f i i U l u M



V



E z r a k î ' n i n eserlerinden o l d u k ç a iyi bir



'VÜ&tiM" '"^-JMül r^Ue^î «ltfu6>la/, ^trb



öğrenim



TW»,UC,V j-Vı&'JCöı îTfeUc -. • -



süre evinde barındırdığı gördüğü



rivayet edilir.



anlaşılmaktadır.



ve e d e b i y a t a ilgisi b ü y ü k bir



Şiir



.



'ÂsJJİ,/-./,!/!



.



UuL-lgi/Zi^ U^uil-İ .m^Us»!



- ' - . ••



• •



--



n a k l a r ü n l ü s ü f î l e r d e n Hâce Abdullah-ı E n s â r î ile (ö. 4 8 1 / 1 0 8 8 ) t a n ı ş t ı ğ ı n ı



ve



o n u n için k a s i d e yazdığını n a k l e d e r . Bir k a s i d e s i n d e ç o k g e n ç y a ş t a şiir yazmaya b a ş l a d ı ğ ı n ı söylediğine g ö r e Alparsi n t i s a p ettiği sırada yirmi



b e ş o t u z y a ş l a r ı n d a olmalıdır. B u n a göre E z r a k î ' n i n 4 2 5 - 4 4 0 (1034-1048) yılları arasında d o ğ d u ğ u n u söylemek m ü m k ü n d ü r . O n u n D o ğ a n ş a h , Kirman Selçuklularımdan Kavurd Bey'in oğlu Mîrân Şah E n s â r î dışında



kijj^j^,



UAJ.tfctfUı tAjMt «tlt^illl.



î & f e f t : -l^ü^/ ^^dfjf: JJttjij.îcU; Jofti •• • - " -! V^i^yi ••-•-.• çîîSliKfijM^ ISÖİSsSi f M I l İ l i S S ^



.UİİJ-J^UJ"



fSsÖÖSŞfglgş^^ üfiı' I " ÇvV . ' t i



lUrifUM,^ i ;t ıtgkfaZt&s, k^UjjîiJ Ş-'J&Ai'f*



lan'ın o ğ l u H o r a s a n Valisi Ş e m s ü d d e v l e



ve A b d u l l a h - ı



"î^iLtu.Ai



ihtimalle



b a b a s ı n ı n mesleğiyle bağlantılıdır. Kay-



Doğanşah'a



Mietif^l



(f y te- W-*» l



herhangi



pzt ^ i j ^ ı u



,



• --



ter



%tillı^i&c.lKjtll • s a i ^ i A j C ' f -



^la^ilıf



^ 4.U



TJjhUİ.AU.,,



U- W •ĞJ^uv-W''«I^Sİ» k



. « » u A /jI i



-^^JİuLuMJ^Of U^Jlİ'AUİ^LjAİlr İ^jt-JjUj^jjT bUttCJCo-S^U* ; 'aULta-p^; f g i g p » ^ •UğuyglS,Ijl,! ,-Siij, ISllIISpM • ....



î -^MHSrisJg.f



.. ,



69 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZRAKİ-İ HEREVÎ BİBLİYOGRAFYA : Ezrakî-i Herevî, Dîuân (nşr. Ali Abdürresûlî), Tahran 1336 hş., naşirin mukaddimesi; a.e. (nşr. Saîd-i Nefîsî), Tahran 1336 hş., nâşirin mukaddimesi; Nizâml-i Arûzl, Çehâr Makale (nşr. Muhammed-i Muîn — Muhammed-i Kazvînî), Tahran 1333 hş., s. 69-71, 80, ta'likat, s. 193, 213, 215-219, 222-223; Avfî, Lübâb, II, 86-104; Devletşah, Tezkire (nşr. Muhammed-i Abbasî), Tahran 1337 hş., s. 82-83; Keşfü'z-zunün, II, 1003; Hidâyet, Mecma'u'l-fuşaha , Tahran 1295/1878, I, 139; Tebrîzî, Reyhânetü'l-edeb, I, 62; A. Hayyâmpûr, Ferheng-i Sühanuerân, Tebriz 1340 hş., s. 37; Neffsî, Târth-i Nazm u rieşr, I, 53; Zehrâ Nâtil Hânlerî (Kiyâ), Ferheng-i Edebiyyât-ı Fârst-yi Dert, Tahran 1348 hş., s. 26-27; Rypka, HİL, s. 195; a.mlf., Edebiyyât-ı Jrân der Zamârı-ı Selçûkıyyân ve Moğolân (trc. Ya'küb Ajend), Tahran 1364 hş., s. 140; Bedîüzzaman Fürûzanfer, Sühan ue Sühanverân, Tahran 1350 hş., s. 202-207; Safa,"Edebiyyât, II, 432-438; Rızâzâde-i Şafak, Târth-i Edebiyyât-ı Jrân, Tahran 1352 hş., s. 307-310; EthĞ, Târth-i Edebiyyât, s. 103-104; E. G. Brovvne, Târih-i Edebiyyât-ı Jrân ez Firdeust tâ Sa c df (trc. Gulâm-ı Hüseyn-i Sadrî Efşâr), Tahran 1366 hş., II, 26-27, 234-235; "Ezrakî", İA, IV, 443; H. MasSĞ, "Azrakı", El2 (Fr.), I, 850; Dihhudâ, Luğatnâme, III, 1978-1981; Khaleghi Motlagh, "Azraqı", Elr., III, 272-273; DMF, I, 115. H



A . NACI TOKMAK



d a n geçen iki ö n e m l i ticaret y o l u n d a n en



miştir. R o m a k a r a r g â h ı n d a n k a l m a ka-



eskisi Ezruh'a u ğ r u y o r d u . Bu yolun milâ-



le ve d u v a r kalıntılarının fotoğrafları Do-



d î 105 yılına k a d a r kullanıldığı bilinmek-



maszevvski



t e d i r (Cevâd Ali, III, 58; VI, 595). Câhiliye



B u g ü n M a a n ' ı n ö t e s i n d e E z r u h (Üzruh-



n



EZRUH



(



d ö n e m i n d e M e k k e - S u r i y e a r a s ı n d a gi-



Adroa) adını t a ş ı y a n bir d e m i r y o l u istasy o n u vardır.



r u h ' a u ğ r a r d ı . A r a b i s t a n , Mısır ve Suri-



B u h â r î ve M ü s l i m ' d e yer a l a n Hz. Pey-



ye'yi birbirine b a ğ l a y a n yollarda rehber-



g a m b e r ' i n c e n n e t t e k i havuzuyla ilgili bir



lik ve kervan m u h a f ı z l ı ğ ı y a p a n C ü z â m



h a d i s t e E z r u h Cerbâ ile birlikte zikredi-



kabilesi d e b u y ö r e d e o t u r m a k t a y d ı . Bi-



lir (Buhârî, "Rikâk", 53; Müslim, " F e z â ' ü " ,



z a n s n ü f u z u a l t ı n d a y a ş a y a n ve aslen



34, 35; ayrıca bk. CERBÂ).



y a h u d i o l d u ğ u söylenen Ezruh halkı Mût e Savaşı'nda İslâm o r d u s u n a karşı sav a ş m ı ş t ı (Hamîdullah, İslâm



Peygamberi,



I, 328, 611). T e b ü k Seferi sırasında Ezruh temsilcisi Eyle p i s k o p o s u ile birlikte Hz. P e y g a m b e r ' i n h u z u r u n a g e l m i ş ve yılda 100 d i n a r cizye karşılığında h i m a y e edilmeyi k a b u l e t m i ş t i r . Resûl-i E k r e m d e k e n d i l e r i n e b u n u belirten bir a h i d n â m e vermiştir. Hz. Ali ile M u â v i y e a r a s ı n d a



cereyan



e d e n Sıffîn Savaşı'ndan sonra seçilen hakemler önce Dûmetülcendei'de,



ardın-



d a n da Ezruh'ta toplanıp görüşmüşlerdir. Burası bir ara Haricîler'in



sığınağı



o l m u ş , bir rivayete g ö r e d e Hz. A l i ' n i n etmiştir. M ü s l ü m a n coğrafyacıların verdiği bil-



)



gilere g ö r e E z r u h z a m a n l a Belkâ veya Ü r d ü n ' d e A m m a n ' a bağlı bir köy.



^



BİBLİYOGRAFYA: Buhârî, "Rikâk", 53; Müslim, "Fezâ'il", 3435; Vâkıdî, el-Meğâzt, III, 1031-1032; İbn Hişâm, es-Stre, II, 525; İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 289-290; Belâzürî, Fütüh (Fayda), s. 85, 99; Taberî, Târth (Ebü'1-Fazl), III, 108; V, 57, 66, 324; Hemdânî, Şifam Ceztreti'l-'Arab (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva'), Riyad 1397/1977, s. 272; Hudûdu 1-'âlem (Sutûde), s. 173; Makdisî, Ahsenut-tekâstm, s. 54, 155; Bekrî, Mu'cem, I, 130; Yâküt, Mucemul-büldân, I, 129-130; Rudolf E. Brünnow — A. V. Domaszevvski, Die Prouincia Arabta, Strassburg 1904-1905, I, 431, 443; Cevâd Ali, el-Mufaşşal, III, 58; VI, 595; Kehhâle, Mu'cemü kabâ'ili'l-'Arab, Beyrut 1402/ 1982, 1, 174; Hamîdullah, el-Veşâ'iku's-siyâsiyye, Beyrut 1405/1985, s. 118-119; a.mlf., İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 328, 611; Koksal, İslâm Tarihi (Medine), IX, 227-228; Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul 1989, s. 119, 124; H. Lammens, "Ezruh", İA, IV, 443-444; a.mlf. - L. Veccia Vaglieri, "Adhruh", E!2 (İng.), I, 194.



Ş e r â t bölgesinin ö n e m l i şehri haline gel-



H



di. XI. yüzyıla k a d a r H â ş i m î mevâlîsinin B u g ü n Üzruh denilen b u yer, Ü r d ü n ' ü n



geyi ele g e ç i r m e s i n d e n s o n r a yaptıkları



ler'in b a ş ş e h r i o l a n Petra a r a s ı n d a bir



k a t l i a m , g ö ç e z o r l a m a gibi m u a m e l e l e r



R o m a o r d u g â h ı idi. Suriye toprakların-



neticesinde ö n e m i n i t a m a m e n



M a a n ile e s k i d e n



RECEP USLU



yerleşim yeri olan E z r u h Haçlılar'ın böl-



Nabatî-



güneyindeki



yayımlanmıştır.



d i p gelen Kureyş t i c a r e t kervanları Ez-



o ğ l u Hz. H a s a n Muâviye'ye b u r a d a b i a t r



tarafından



r



kaybet-



70 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



EZVÂC-ı TÂHİRÂT (bk. ÜMMEHÂTÜ'l-MÜ'MİNÎN).



n



F lı m â n a ve h ü k ü m l e r i n çıkarılmasına se-







bep olmaktadır. Türkçe'ye g i r m i ş bazı yabancı kelime-



A r a p alfabesinin yirminci harfi.



l e r d e p v e v ile yer d e ğ i ş t i r d i ğ i g ö r ü l e n (İsfahan/İspahan,



fâm/vâm



"renk", fay-



t o n / p a y t o n gibi) f harfi ebced hesabınO s m a n l ı ve Fars a l f a b e l e r i n d e yirmi



d a s e k s e n sayısına t e k a b ü l eder. Sırala-



" f û m " ( f j i ) gibi. "İn t u h s i n ileyye fallâJ 1 C r ^ ü'



ü ç ü n c ü , Latin asıllı b u g ü n k ü T ü r k alfa-



hu mücâzîke" (



=



m a ve s ı n ı f l a n d ı r m a l a r d a 7 r a k a m ı , no-



b e s i n d e yedinci h a r f o l u p "fe" diye söy-



Eğer bana iyilik edersen seni ödüllendirecek



t a işaretlerini harflerle g ö s t e r e n sistem-



lenir. Birçok yazı s i s t e m i n d e aslî sesler



olan Allah'tır) i f a d e s i n d e f, bir isim ve ce-



d e d e "fa" sesi yerine kullanılır.



(fonem) a r a s ı n d a yer a l m a y a n f Ural-Al-



v a p c ü m l e s i o l a n "Allâhü



tay, H i n t - A v r u p a v e S â m î dil ailelerinin



ö n ü n e , ş a r t ile s o n u ç (cevâbü'ş-şart) ara-



bazı kollarında p, p h ve w



seslerinden



s ı n d a irtibatı t e m i n e t m e s i için gerekli



t ü r e m i ş görünmektedir-, dolayısıyla ye-



g ö r ü l ü p z â i t o l a r a k getirilmiştir. B u r a d a



^



mücâzîke"nin



BİBLİYOGRAFYA:



rini b a z a n d u d a k - diş f o n e m l e r i n i n sada-



" f â " n ı n gerekli g ö r ü l m e s i n i n sebebi, nor-



lısı (cehrî, sonore) o l a n "v"ye, b a z a n du-



m a l d e ş a r t ve s o n u ç k i p i n d e k i cümle-



d a k seslerinden "b"ye, "p"ye veya çift



lerde, biri d i ğ e r i n i n m e y d a n a g e l m e s i n e



d u d a k sesi "w"ye, b a z a n d a nefesli du-



yol açacak istikbal bildiren iki fiil cümlesi



d a k seslerinden "bh", "ph"ye bırakır-, me-



b u l u n u r k e n söz k o n u s u ö r n e k t e s o n u ç



selâ Y u n a n , E r m e n i , Sanskrit, Tibet ve



cümlesinin fiil değil isim cümlesi olması-



Kore dillerinde f y e r i n e p h kullanılır. Es-



dır. Ç ü n k ü isim c ü m l e s i a r a d a k i irtibatı



ki Mısır, Kıbrıs ve Numidya dilleri ile İber-



t e m i n e d e m e m e k t e , bu görev için bir atıf



ce, Çince v e J a p o n c a ' d a a n a sesler ara-



edatına ihtiyaç duyulmaktadır. Gramerci-



sında sayılan " f ye genel Türk dilinin a n a



ler e d a t l a r a r a s ı n d a yalnız f â h a r f i n e b u



sesleri a r a s ı n d a b u l u n m a d ı ğ ı için O r h u n



görevi yüklemişlerdir (a.g.e„ I, 253). İstik-



ve Yenisey kitabelerinde r a s t l a n m a z ; La-



bale yönelik şart cümlelerinde f â edatı,



t i n c e ' y e d e eski S â m î dillerdeki "vav"-



yukarıdaki ö r n e k t e ve, "İn k ü n t ü m tuhib-



d a n d ö n ü ş e r e k geçmiştir.



bûna'llâhe fettebiûnî yuhbibkümu'llâh"



Fâ Arap alfabesinin ilk noktalanan harfl e r i n d e n d i r ve n o k t a s ı yalnız M a ğ r i b yazısında altına ( ^ ), d i ğ e r İslâmî yazıların t a m a m ı n d a ise ü s t ü n e konulur. Arapç a ' d a h u r ü f ü ' l - m e b â n î d e n (ana sesler, radicals) sayılan f â h a r f i d u d a k ünsüzlerin i n (hurûfü'ş-şefeviyye, labiale) s e r t ve sadasız (mehmûs, sourd) şekli o l u p ü s t ö n



( < j y « j l 4



«iıl c r - S



ü' = Eğer Al-



lah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin) â y e t i n d e (Âl-i İmrân 3 / 3 1 ) olduğ u gibi şartın s o n u c u n u g ö s t e r e n cümlelerin b a ş ı n a g e l m e k t e , "lev" ile başlayan ş a r t cümleleri için ise m â z i anla-



S



HALİT ZEVALSIZ



m ı taşıdıklarından dolayı kullanılmamaktadır.



F



dişlerin a l t d u d a ğ a bastırılarak n e f e s i n



Bir e d a t olarak Kur'ân-ı Kerîm'de 2987



sürekli verilmesi suretiyle çıkarılır: sız-



yerde geçen (İsmâil Ahmed Amâyire — Ab-



m a l ı ve titreşimsiz, zayıf sesli bir d u d a k -



d ü l h a m î d M. es-Seyyid, s. 287-331) f â har-



diş f o n e m i d i r . Fi'l ( J ^ )



ö l ç ü s ü n ü n (ve-



fi emir, nehiy, soru, d u a , t e m e n n i , beyan



zin) birinci harfini teşkil ettiği için b u ve-



ve o l u m s u z l u k bildiren c ü m l e l e r e cevap



z i n d e k i kelimelerin ilk h a r f i



"fâü'l-fi'l"



Lisânü'l-'Arab, "fâ'" md.; Tâcü'l-'arûs, "fâ s " md.; Lane, Lexicon, VI, 2321-2323; Kâmûs-ı Türkî, 11, 975; Türk Lügati, III, 602; Nedim Mar'aşlı — Üsâme Mar'aşlı, eş-Şıhâh fi'l-luğa ve'l'ulûm, "iâ'" md.; İbrâhim Enis v.dğr., el-Mu'cemü'l-uasît, "fâ s " md.; M. Saîd İsber — Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil, "fâ 3 " md.; J. W. Redhouse, A Turkish and English Lexicon, "i" md.; Halîl b. Ahmed, el-Hurûf (nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1969, s. 30; İbn Cinnî, Sırru şınâ'ati'li'râb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1985,1, 247276; Kâlî, el-Emâlî, Beyrut, ts., II, 34-35; Mehmed Zihni, el-Muktedab (İstanbul 1304), İstanbul 1981, s. 222, 334-338, 341; Alphabete und Schriftzeichen des Morgen-und des Abenlandes, Berlin 1969, tür.yer.; Ali Kemal Belviranlı, Tecuid, Konya 1980, s. 16; S. Moscati, An Introduetion to the Comparative Grammar of the Semitic Languages, Wiesbaden 1980, s. 24-27; İsmâil Ahmed Amâyire — Abdülhamîd M. es-Seyyid, Mu'cemü'l-edeuât ve'z-zamâ'ir fi'l-Kur'âni'l-Kerîm, Beyrut 1986, s. 278-331; B. Mcritz, "Arabistan (Yazı)", İA, I, 500; A. Schaade, "Fa", a.e„ IV, 445; H. Fleisch, "Fâs", El2 (İng.), II, 725; Yusuf Çotuksöken, "F", TDEA, III, 137.



n



FÂCİR



) Kâfir veya g ü n a h k â r m ü m i n a n l a m ı n d a bir terim. L



J



teşkil e d e n gizli "en" ile n a s b e d i l m i ş mu-



S ö z l ü k t e " y a r m a k , bir şeyi g e n i ş ç e ya-



olarak



zâri fiillerin b a ş ı n d a kullanılır ve iki ayrı



rıp a ç m a k " a n l a m ı n d a k i fecr veya f ü c ü r



geldiği gibi bir b a ş k a aslî h a r f i n yeri-



c ü m l e n i n a n l a m ı n ı t e k bir c ü m l e d e top-



k ö k ü n d e n t ü r e y e n bir s ı f a t o l a r a k "din-



n e bedel olarak, b a z a n d a atıf, cevâ-



lar. Meselâ, "Lâ t e ş t ü m h u f e y e ş t ü m e k "



darlık perdesini yırtan, f ü t u r s u z c a



b ü ' ş - ş a r t vb. nin ö n ü n e z â i t o l a r a k gelir



(



n a h a d a l a n , h a k t a n bâtıla s a p a n k i m s e "



(İbn Cinnî, I, 247). Meselâ aslî h a r f ola-



sana küfretmesin) gibi. " S â i d e n "



r a k fi'l ö l ç ü s ü n ü n ilk (



"kat" ( k » ) , " h a s b ü " ( s — )



adını alır. Kelimelerin aslî harfi



f a h m ) , ikinci



( & e











iv 4* OL .yVP i



& fc»



H•



143 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FALNÂME



Kalender



Pasa



tarafından hazırlanan



bilgi vererek n e ş r e t m i ş t i r (bk. bibi.). XVI.



lendiği, Fransızca'ya t e r c ü m e e d i l d i k t e n



yüzyıl divan şairi Zaîff d e "bir g ö n ü l eğ-



s o n r a T ü r k ç e ' y e d e çevrildiği



lencesi" o l a r a k "fâl-ı m ü r g â n " (kuş falı)



y a y ı m l a n a n Tuhfetü't-ta'bîrât



t a n z i m e t m i ş t i r . Bazıları m ü k e r r e r elli



bir f a l n a m e d i r (İstanbul |?], ts.). Bu kitap-



d o k u z k u ş i s m i n i n her biri için yazılmış



ta



ikişer b e y i t t e n m e y d a n a g e l e n b u fal-



y a r d ı m ı y l a ulaşılan, h e m e n hepsi âşık-



falı İle İlgili



100 h â n e l i bir cetveldeki



rakamlar



n â m e C e m a l K u r n a z t a r a f ı n d a n yayım-



m â ş u k ilişkisi üzerine k u r u l m u ş m â n i l e r



l a n m ı ş t ı r (bk. bibi.).



yer a l m a k t a o l u p b u n l a r h a l k içinde ç o k



1 1 7 2 (1758) yılında Hacı



revaç b u l a n , niyet veya m â n i falı adıyla



M e h m e d A ğ a adlı bir kişiye hediye edil-



ve özellikle g e n ç kızlar a r a s ı n d a yaygın



Falnâme' de Hz. Yûnus



kaydıyla adlı eser



Amasya'da



m e k üzere istinsah edilmiş



Falnâme-i



bir e ğ l e n c e vasıtası o l a r a k y a ş a y a n tü-



(TSMK, Hazine,



Esâmi



Falnâme-ı



r ü n g ü z e l birer ö r n e ğ i d i r .



nr. 1703, vr. 3 5 ' )



Meyvehâ



minyatür



ma a Remz maa



ve Hâzâ



Remz



taşıyan



İsmail H i k m e t Ertaylan İstanbul, Ana-



a l t m ı ş a r beyitlik iki m a n z u m e d e çiçek



d o l u ve A v r u p a k ü t ü p h a n e l e r i n d e t e s b i t



lerde p e y g a m b e r isimlerine d ö r t halife



ve m e y v e isimlerine dayalı d e ğ i ş i k bir



e d e b i l d i ğ i yirmi d ö r t f a l n â m e nüshası-



ile Hz. H a s a n ve Hz. H ü s e y i n ' i n adları d a



f a l n â m e ö r n e ğ i d i r (Millî Ktp., nr. 2837, vr.



nın listesini v e r m i ş t i r (Falnâme, s. 29-



dahil edilmiştir.



77 a -78 b ; 79 a -80 a ). Müellifi belii o l m a y a n



31). B u n d a n b a ş k a T o p k a p ı Sarayı Mü-



b u f a l n a m e l e r d e n nasıl f a y d a l a n ı l a c a ğ ı



zesi K ü t ü p h a n e s i y a z m a l a r ı



açıklanmamıştır. Son kısmında



r ı n d a (Karatay, Türkçe Yazmalar,



Yukarıda tanıtılan f a i n â m e türlerinin hiçbirine u y m a y a n



bazı f a l n â m e l e r



de



kataloglaI, 641-



642; a.mlf., Farsça



Tâli'nâ-



k a d d i m e n i n a r d ı n d a n " e l i f t e n "yâ"ya ka-



bazı f a l n â m e nüshaları tanıtılmış,



Burûc) adlı Farsça m e n s u r



d a r her h a r f e a i t falın ü ç e r beyitle açık-



nâ Müzesi



l a n d ı ğ ı bir K u r ' a n falı yer a l m a k t a d ı r .



Farsça iki f a l n â m e n ü s h a s ı n a işaret edil-



n î ' n i n külliyatı içinde b u l u n a n



f a l n â m e d e (İÜ Ktp., FY, nr. 123) h e r falın sonunda



ise (vr.



80 b -81 b ) başlıksız, on altı beyitlik bir mu-



vardır. M e s e l â İranlı şair Ubeyd-i Zâkâ-



me (Falnâme-i



adlarını



bir r u b â î yer a l m a k t a d ı r .



Bu



Falnâme



adını



taşımamakla



birlikte



Yazmalar



Yazmalar,



I, 108-109)



Mevlâ-



Katalogu'nda



da



m i ş t i r (Gölpınarlı, III, 95, nr. 2930). Ayrıca



f a l n â m e özelliği g ö s t e r e n eserler d e var-



Millî K ü t ü p h a n e ' d e çeşitli y a z m a f a l n â m e



zılmış eserlerle alay e d i l m e s i d i k k a t çe-



dır. Meselâ ç o k eski z a m a n l a r d a



n ü s h a l a r ı b u l u n m a k t a d ı r (nr. 153, 165,



kicidir. Aynı külliyat içinde yer a l a n Fal-



kabilelerinden birisi t a r a f ı n d a n



e s e r d e f a l a i n a n a n l a r l a ve b u a l a n d a ya-



nâme-i



Vuhûş



ile Falnâme-i



Tuyûr



Arap



düzen-



592, 1133, 1881, 2461, 2703, 3793, 5179).



adlı



risalelerde k u ş l a r a ve d i ğ e r hayvanlara d a y a n ı l a r a k çıkarılan fallar alaycı bir ifadeyle a n l a t ı l m a k t a d ı r . S ü l e y m a n i y e Küt ü p h a n e s i ' n d e (Reşid. Efendi, nr. 984) Aristo'dan



nakledilen



Gâlib-Mağlûb



Falı



adlı bir f a l n â m e b u l u n m a k t a d ı r .



Şeyh Hamdullah'ın II. Bayezid için yazdığı Kur'an nüshasının sonunda yer alan " F i ' t - t e f e ' ü l min kelâmillâh" başlıklı Farsça K u r ' a n f a l ı (İÜ Ktp., A Y , nr. 6 6 6 2 , vt. 4 4 4 l - 4 4 5 ' )



Fal için k u l l a n ı l m a n ı n yanı sıra bir ne•s.



vi s a n a t g ö s t e r m e k ve h o ş v a k i t geçirmek



gayesiyle çeşitli risâleler



kaleme



alınmıştır. B u n l a r ı n e n t a n ı n m ı ş ı ,



Cem



Sultan'ın



olan



manzum



"Fâl-i R e y h â n " mesnevisidir.



bir çiçek falı



adlı kırk sekiz Şair eserin



"Der



cân-ı



sâdık / Gönül



"VHHMMPB



, ,--4-"



< t; , '4



beyitlik



V



Tarîk-i



Niyyet" başlıklı b ö l ü m ü n d e , "Gel ey yâr-ı muvâfık



VS*



esrarına



s e n s i n m u v â f ı k / / Bu e z h â r ı n birin kıl



1



B



B



İ



B







İ



i ir > t fr.



d i l d e i h f â / Ki sen d e m e d e n ola Aşikâr a " diyerek çiçek a d l a r ı n d a n



tutulacak



niyetlerle k a l p t e gizli olan şeylerin ortaya çıkacağını söyler. Son beyitlerinde ise,







r-



A.



-



1







"Değildir h ü k m - i g a y b î k a s d ı m el-hak /



L.







s 'ı-Îİ*



H e m a n m a k s û d o l a n s a n ' a t t ı r el-hak II Ki h ü k m - i gayba Hak'tır a n c a k a h k e m /



r* «451



B u d u r s ö z d o ğ r u s u v a l i â h u a ' l e m " diyer e k m a k s a d ı n ı n gaybı b i l m e k olmadığını, g a y b ı Allah'ın bileceğini, eserini sad e c e s a n a t y a p m a k için k a l e m e aldığını belirtir. İsmail H i k m e t Ertaylan'm faksimilesini verdiği b u eseri Halil tek daha



nüshasına sonTa



dayanarak



Ersoylu



yayımlamış,



Münevver Okur-Meriç



yeni t e s b i t e t t i ğ i bir n ü s h a y ı



a i i a p ı a ı a E g g F ;



de



hakkında



144 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



!*



«i>.



FÂRÂBÎ B ü t ü n b u f a l n â m e türleri dışında baş-



m a " gibi a t a s ö z ü ve tekerlemeler söylen-



Bir yanlış a n l a m a s o n u c u İ b n ü ' n - N e d î m



t a Kur'ân-ı Kerîm o l m a k ü z e r e bazı ki-



m i ş t i r . Bu a r a d a divan şiiri k a d r o s u n d a



f i l o z o f u n H o r a s a n b ö l g e s i n d e k i Fâryâb'-



t a p l a r d a t e f e ' ü l amacıyla kullanılmıştır.



da falla ilgili birçok m a z m u n ve remiz ye-



da



K u r ' a n ' d a n t e f e ' ü l şöyle yapılır: Bir ni-



rini almıştır (çeşitli örnekler için bk. Onay,



368). Latin O r t a ç a ğ ı ' n d a A l f a r a b i u s ve



y e t t u t u l a r a k K u r ' a n açılır. S a ğ s a y f a d a ,



s. 164-165; Eyüboğlu, I, 98; II, 178).



A b u n a s e r diye anılır. Babasının Vesiç Ka-



g ö z e ç a r p a n ilk âyetin m â n a s ı n d a n çı-



lb



Buhârî, "T ". 42; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 781808; Kitâbü Fâl, İstanbul 1273, s. 4; Tefe'ülç o k bilgi b u l u n m a k t a d ı r . II. M e h m e d , nâme-i Muhyiddin Arabî, İstanbul 1330, s. 3-4; 1 4 4 6 ' d a t a h t ı b a b a s ı n a t e r k e d i p ManiAbdülkâdir, Baht Aynası, İstanbul 1332, s. 3-8; sa'ya d ö n m e k z o r u n d a k a l d ı ğ ı n d a MolSeyyid Süleymân el-Hüseynî, Tefe'ülnâme-i Hüla Hüsrev kendisini teselli e t m e k için seynî, İstanbul 1339; Bahtnâme, İstanbul [?], ts., Kur'an'dan tefe'ül etmiş, pek yakında s. 3-6; Risâletü't-tefe'ülâti'l-müteferrika, Millî yine p a d i ş a h olacağı m ü j d e s i n i vermişKtp., nr. 2837, vr. 77a-81b; Tuhfetut-ta'bîrât, İstanbul, ts., s. 16, 20; İ. Hikmet Ertaylan, Falnâti. Özellikle sıkıntılı z a m a n l a r d a ç o k yayme, İstanbul 1951; Karatay, Türkçe Yazmalar, 1, gın o l a r a k b a ş v u r u l a n b u usul K u r ' a n ' ı n 641-642; a.mlf., Farsça Yazmalar, I, 108-109; anlaşılıp u y g u l a n m a s ı n ı engellediği için FME, s. 273; Gölpınarlı, Katalog, 111, 95; E. Kemal Mehmed Akif tarafından, "İnmemiştir Eyüboğlu, Onüçüncü Yüzyıldan Günümüze Kahele K u r ' a n b u n u hakkıyla bilin / Ne medar Şiirde ue Halk Dilinde Atasözleri ue Deyimler, İstanbul 1973-75, I, 98; II, 178; Özeğe, zarlıkta o k u n m a k n e d e f a l b a k m a k için" Katalog, I, 112, 383; IV, 1783-1784; Cemal Kurbeytiyle t e n k i t edilmiştir. naz, "XVI. Asır Şairlerinden Za'îfî'nin 'Fal-ı M e v l â n â Celâleddîn-i R û m î ' n i n M e ş Murgan'ı", Şükrü Elçin Armağanı, Ankara 1983, s. 221-234; Ahmet Talat Onay, Eski Türk nevî'si ve Dîvûn-ı Kebîr'i ile S a ' d î ' n i n Edebiyatında Mazmunlar (haz. Cemal Kurnaz), Gülistân' ı, Hafız, Y û n u s E m r e , Niyâzî-i Ankara 1992, s. 164-165; Ayşe Duvarcı, TürkiMısrî'nin divanları d a t e f e ' ü l amacıyla yede Falcılık Geleneği ile Bu Konuda İki Eser: kullanılmıştır. Ahmediyye, MuhammeRisâle-i Falnâme li-Ca'fer-i Sâdık ue Tefeülnâd i y y e ve Envârü'l-âşıkirı gibi bazı eserme, Ankara 1993; A. Süheyl Ünver, "Türk Milerle tefe'ül e t m e k h a l k arasında çok yaytolojisinde Yaşayan Lokman Hekim ve Hipokrat", Tıp Fakültesi Mecmuası, IV/15, isg ı n bir g e l e n e k t i r . Bunların m ü n e v v e r tanbul 1941, s. 1973-1979; Halil Ersoylu, "Fal, z ü m r e arasında en çok r a ğ b e t bulanı Falnâme ve Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultan", İsM e v l â n â ' n ı n M e ş n e v f s i ile Sa'dî'nin Gülâm Medeniyeti Mecmuası, V/2, İstanbul 1981, listanı ve Hâfız-ı Şîrâzî'nin divanıdır. s. 69-81; a.mlf., "Bir Açıklama", TT, XVII/99 Özellikle Dîvân-ı Hâliz'm k i t a p falları (1992), s. 131-132; K. Rührdanz, "Die miniatua r a s ı n d a ayrı bir yeri vardır. Bu e s e r d e n ren des Dresdener, 'Falnâme', Persica, sy. 12 (1987), s. 1-55; Chahryar Adle, "K. Rührdanz, f a l a ç m a k için söylenen, "Ey Hâfız-ı ŞîDie miniaturen des Dresdener, 'Falnâme', r â z î b i z e bir b a k ! B e n bir f a l a ç m a k i s t i - , Abstracta tranica, XII (1989), s. 161; Münevver y o r u m , s e n d e b ü t ü n gizlilikleri bilirsin" ."f Okur-Meriç, "Cem Sultan'm Yeni Bulunan m â n a s ı n a gelen şu Farsça t e k e r i e m e büFâl-ı Reyhân-ı Cem Sultan Adlı Eseri", TT, t ü n İ s l â m d ü n y a s ı n d a Dîvân-ı Hâfız'XVI/96 (1991), s. 24-27; XVII/97 (1992), s. 64; Dihhudâ, Luğatnâme, XXI, 34-37; "Fal-Falcıd a n t e f e ' ü l ü n ö n şartı gibi k a b u l edilelar", IsLA, X, 5506-5508; H. MassĞ, "Fâl-nârek asırlarca t e k r a r l a n m ı ş t ı r : "Ey Hâfız-ı ma", E!2 (İng.), II, 760-761; Mustafa Öz, "Ca'fer Şîrâzî / B e r m â n a z a r e n d â z î / M e n tâes-Sâdık", DİA, VII, 1; Metin Yurdagür, "Cefr", lib-i yek f â l e m / Tu kâşif-i her râzî*. Faa.e.,VII, 215, 217. r-ı sîh A h m e d D e d e ' n i n divanı d a Mevlevirihî kaynaklarda bu t ü r tefe'ülle ilgili p e k







ler a r a s ı n d a b u m a k s a t l a ç o k kullanılan



MUSTAFA U Z U N



F



s a n ı n b u eserlere ç o k sık m ü r a c a a t et-



doğmasına sebep olmuştur. olarak



a d l a n d ı r ı l a n b u d a v r a n ı ş l a r için Türkçe'd e "fal a ç m a k , f a l t u t m a k , f a l ç e k m e k , fal b a k m a k , t e f e ' ü l , t e f e ' ü l e t m e k , fâl-i



s.



k ı n d a bilgi y o k t u r . S â m â n î l e r Devleti'nin h â k i m i y e t i n d e ö n e m l i bir e ğ i t i m ve kült ü r m e r k e z i k o n u m u n d a b u l u n a n Fârâb'd a e ğ i t i m p r o g r a m ı n ı n dinî, e ğ i t i m dilinin ise A r a p ç a o l d u ğ u , Farsça'nın d a kısm e n e d e b i y a t dili o l a r a k o k u t u l d u ğ u bil i n m e k t e ve b u o r t a m d a Fârâbî'nin iyi bir t a h s i l g ö r d ü ğ ü a n l a ş ı l m a k t a d ı r . Anc a k a n a y u r d u n d a k i b u e ğ i t i m i n ayrıntıları ve hocalarının kimler o l d u ğ u hakkınd a bilgi m e v c u t değildir. Fârâbî'nin buradaki tahsilini t a m a m l a d ı k t a n sonra bir s ü r e kadılık yaptığı, f a k a t ilim ve kültür ü n t a d ı n a varınca mesleğini t e r k e d e r e k k e n d i s i n i i l m e verdiği y o l u n d a k i rivayet i n (İbn E b û Usaybia, III, 224) d o ğ r u l u k derecesini t e s b i t e t m e k m ü m k ü n değils e d e b u y ö n d e k i a m a c ı n ı gerçekleştirm e k ü z e r e b i l i n m e y e n bir t a r i h t e m e m l e k e t i n d e n ayrıldığı ve hayatı



boyunca



d e v a m e d e c e k olan bir s e y a h a t e başladığı b ü t ü n k a y n a k l a r t a r a f ı n d a n



belir-



t i l m e k t e d i r . Klasik k a y n a k l a r d a açık bilgiler b u l u n m a m a k l a b e r a b e r Fârâbî'nin bu a k a d e m i k seyahat esnasında



önce



B u h a r a , S e m e r k a n t , M e r v ve Belh gibi k e n d i bölgesinin veya İran'ın ö n e m l i ilim ve k ü l t ü r merkezlerini ziyaret ettiği, dah a s o n r a B a ğ d a t ' a vardığı t a h m i n edilm e k t e d i r . B a ğ d a t ' a g i t t i ğ i n d e kırk yaşını g e ç m i ş b u l u n u y o r d u . Zira b ü t ü n kaynaklar o n u n b u şehirde, d ö n e m i n e n b ü y ü k dil â l i m l e r i n d e n olan ve 9 2 9 yılında vef a t e t m i ş bulunan İbnü's-Serrâc'dan Arapça o k u d u ğ u n u , kendisinin d e ona m a n t ı k o k u t t u ğ u n u bildirdiğine g ö r e b u tariht e n çok önce B a ğ d a t ' a gelmiş olması gerekir. Ayrıca d ö n e m i n e n b ü y ü k dil bilginiyle b u l u ş m a s ı ve karşılıklı o l a r a k bir-



J j ™



n



bî'nin d a h a önce çok iyi y e t i ş m i ş olduğu-



)



Ebû Nasr M u h a m m e d b. M u h a m m e d b. Tarhan b. Uziuğ el-Fârâbî et-Türkî (ö. 3 3 9 / 9 5 0 )



m a k , " k i t a p falı" d e n i l e n bir fal t ü r ü n ü n



"kitap açmak"



FÂRÂBÎ



(



tiği b i l i n m e k t e d i r . Bu k i t a p l a r d a n fal aç-



Halk a r a s ı n d a



(el-Fihrist,



birlerinden i s t i f a d e e t m i ş olmaları Fârâ-



bir eserdir. U y g u l a n m a s ı kolay o l d u ğ u için eski t o p l u m h a y a t ı n d a h e r sınıf in-



kaydeder



lesi k u m a n d a n ı olduğu dışında ailesi hak-



BİBLİYOGRAFYA:



k a n s o n u ç ile t e f e ' ü l edilir. E d e b î ve ta-



doğduğunu



^



İslâm felsefesini metot, terminoloji ve problemler a ç ı s ı n d a n temellendiren ü n l ü Türk filozofu.



,



Fârâbî'yi tasvir eden



hayr, gözleri f a l t a ş ı gibi a ç ı l m a k , falı



bir tablo



k u t l u o l m a k vb." birçok d e y i m kullanıl-



T ü r k i s t a n ' ı n F â r â b şehri (bugünkü Ka-



m ı ş ; "Fal yalancı g ö n ü l eğlenci"; "Falcı



zakistan sınırları içinde eski bir şehir olan



falcıya f e n d e t m e z " ; "Neyse halin çıksın



Otrar) yakınlarındaki Vesiç'te yaklaşık 2 5 8



(odur) f â l i n " ; "Fala i n a n m a , falsız d a kal-



(871-72) yılında d o ğ d u ğ u s a n ı l m a k t a d ı r .



(Özbek Sovyet Enlsiklopediyası, Taşkent 1979, XII, 129)



145 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ nu, m a n t ı k okutacak kadar Arapça bildi-



olan yakın ilişkisine d i k k a t çekerek bu



ğini, ancak bu dilin incelikleriyle ilgili ba-



k o n u d a aslı olmayan birtakım menkıbe-



maya girerler; Fârâbî hepsine baskın çıkınca susup onu dinlemeye, sonra da



zı meselelerde İbnü's-Serrâc'a başvurdu-



lere yer verdikleri görülür (aş.bk.). Fârâ-



defterlerini çıkarıp not almaya başlar-



ğ u n u göstermektedir. Dolayısıyla o n u n



bî'nin Dımaşk'a gittiği tarihte bu şehir



lar. Meclis dağıldıktan



babasıyla birlikte k ü ç ü k yaşta Bağdat'a



İhşîdîler Devleti'nin elinde bulunuyordu



başbaşa



gittiği (El2 [ing.l, II, 778) ve Arapça'yı bu-



ve ancak 334'te (945) Seyfüddevle tara-



üzerine mûsiki



rada öğrendiği yolundaki rivayetlerin tu-



f ı n d a n alınmıştı; bu tarihten bir yıl önce



lar çalar; f a k a t Fârâbî hiçbirini beğen-



tarlı bir gerekçesi yoktur.



de emîr Halep'te iktidarı ele geçirmişti.



m e z ve yaptıkları hataları söyler; yanın-



kalan



sonra



filozofla



Seyfüddevle'nin topluluğu



bazı



isteği parça-



Fârâbî Bağdat'ta, Nestûrî bir hıristi-



Dolayısıyla ister Dımaşk'ta ister Halep'te



da taşıdığı tablayı açarak ona



yan olan m ü t e r c i m ve şârih Ebû Bişr



olsun, filozofun Seyfüddevle ile olan iliş-



verdikten sonra neşeli bir parça çalar



düzen



M a t t â b. Y û n u s ' t a n m a n t ı k okudu. Kay-



kisi ancak bu tarihlerden sonra gerçek-



ve orada b u l u n a n herkesi g ü l d ü r ü p eğ-



naklar o sırada bu âlimin d a h a yaşlı, Fâ-



leşmiş ve en çok üç yıl s ü r m ü ş olmalıdır.



lendirir. Ardından çalgı aletini bir baş-



râbî'nin ise o n d a n d a h a zeki o l d u ğ u n u



İlerlemiş yaşına r a ğ m e n Fârâbî 337'de



ka şekilde düzenleyerek hüzünlü bir par-



ve en karmaşık problemleri kolay bir üs-



(948) Mısır'a kısa bir seyahat yaptıktan



ça çalar ve herkesi ağlatır. Nihayet ye-



lûpla ifade e t m e yöntemini bu hocadan



sonra Dımaşk'a d ö n d ü ve Receb 339'da



ni bir d ü z e n verdiği aletle ağır bir par-



öğrendiğini belirtirler (İbn Hallikân, V, 153-



(Aralık 950) seksen yaşlarında orada öl-



ça çalınca nöbetçilere varıncaya



154). Fakat öyle anlaşılıyor ki Fârâbî'nin



d ü (Mes'ûdî, s. 106). Cenazesine ö n d e



herkes uykuya dalar; bu sırada Fârâ-



m a n t ı k ve felsefe alanında kendisinden



gelen on beş (İbn Hallikân'a göre dört) dev-



bî d e çıkıp gider (İbn Hallikân, V, 155-



b ü y ü k ölçüde istifade ettiği kişi Harran-



let büyüğüyle birlikte Emîr Seyfüddevle



156). Aynı kaynak k a n u n denen sazı ilk



lı .Yuhannâ b. Haylân olmuştur. Ancak



katıldı ve na'şı Bâbüssagîr denilen sem-



defa Fârâbî'nin icat ettiğini söyler. Ün-



Kâdî Sâid ve o n d a n nakilde b u l u n a n İb-



tin dışında t o p r a ğ a verildi. Her ne ka-



lü bir mûsikişinas olmakla birlikte Fâ-



nü'l-Kıftî ile İbn Ebû Usaybia Fârâbî'nin



dar Beyhakî, o d ö n e m i n ünlü şairi Mü-



râbî'nin b u r a d a anlatılan efsanevî olay-



İbn



okuduğunu



tenebbî'nin d r a m a t i k ölümüyle ilgili ola-



la bir ilgisinin o l m a m a s ı gerekir. Aslın-



belirtirken nisbeten geç d ö n e m tarihçi-



yı Fârâbî'ye isnat ederek o n u n Dımaşk



da aynı olay, filozofun yaşadığı dönem-



lerinden olan İbn Hallikân onun Harran'a



ile Askalân arasında yolunu kesen eşkı-



de kaleme alınan (334/945 civarı) İhvân-ı



gittiğini ve orada İbn Haylân'dan m a n t ı k



ya t a r a f ı n d a n ö l d ü r ü l d ü ğ ü n ü iddia edi-



Safâ



tahsil ettiğini söyler. İbn Ebû Usaybia ise



yorsa da (Tetimme, s. 19) bu rivayet ta-



196). Ancak orada olayın



konuyla ilgili olarak Fârâbî'nin kaybol-



m a m e n bir yakıştırmadan ibarettir.



d a n söz edilmezken burada rol Fârâbî'-



Haylân'dan



Bağdat'ta



d u ğ u sanılan bir eserinden alıntı yapar.



Eldeki veriler ışığında filozofun haya-



Risaleleri'nde



kadar



de geçmektedir (I, kahramanın-



ye verilmiştir.



Buna göre filozof, felsefenin d o ğ u ş u n u



tını b ü t ü n yönleriyle a y d ı n l a t m a k m ü m -



Menkıbede yer alan filozofun y e t m i ş



ve Aristo'dan sonra felsefe öğretiminin



k ü n değildir. Tarihte ünlü kişilerin adı



dil bildiği hususuna gelince, şüphesiz bu



Atina'dan İskenderiye'ye ve oradan da



ve şahsiyeti etrafında örülen menkıbe-



telakki o n u n çok dil bildiği a n l a m ı n d a



Antakya'ya nasıl geçtiğini, başlıca tem-



ler ağı Fârâbî için de söz konusudur. Bu



mecazi bir ifadedir ve abartılmış da olsa



silcilerinin kimler o l d u ğ u n u anlatır ve



menkıbelere d a h a ziyade, filozofun ölü-



bir gerçeği vurgulamaktadır. Zira filozo-



Kitâbü'l-Bur-



m ü n d e n 300 yıl kadar sonra kaleme alı-



f u n Kitâbü'l-Hurûf,



s o n u n a k a d a r oku-



n a n kültür tarihi niteliğindeki kaynak-



mele



d u ğ u n u , halbuki o z a m a n a k a d a r İsken-



kendisinin İbn Haylân'dan



hân'\ (II. Analitikler)



el-Elfâzü'1-müsta



fi'l-mantık



ve



c



-



el-Mûsîka'l-kebîr



larda rastlanmaktadır. Meselâ anlatıldı-



adlı eserlerinde bazan Arapça bir kelime



Hıristiyanlı-



ğına göre Fârâbî ilk defa Seyfüddevle'nin



veya terimin Grekçe, Süryânîce, Farsça



ğa zarar verir endişesiyle "el-Eşkâlü'l-



sarayına hayatı boyunca giyindiği Türk



ve Soğdca'daki



Vücûdiyye"den sonrasını o k u t m a n ı n ya-



kıyafetiyle girer. Emîr kendisine otur-



bakılırsa o n u n ana dilinden başka beş



Cciyûnü'l-



masını söyleyince filozof, "Benim yerime



altı dili az veya çok bildiğini kabul e t m e k



III, 225-226). Öte y a n d a n Fârâbî'-



mi, senin yerine m i ? " diye sorar. Emîrin



gerekir. Öte y a n d a n Fârâbî'nin Grekçe



deriye okulu



geleneğinde,



s a k l a n m ı ş o l d u ğ u n u belirtir



enba,



nin D ı m a ş k ' t a tahsil g ö r d ü k t e n



karşılıklarını



verdiğine



sonra



ondan kendisine lâyık olan yere oturma-



"sofist" kelimesinin etimolojisini yanlış



B a ğ d a t ' a gittiğini söyleyen ç a ğ d a ş ba-



sını istemesi üzerine filozof orada bulu-



vermesinden (İhşâ'ul-'ulûm,



zı felsefe tarihçilerinin (bk. Macit Fahri,



n a n topluluğu yararak geçip Seyfüddev-



bu dili bilmediği sonucu çıkarılamaz. Zi-



İslam Felsefesi Tarihi, s. 91) bu g ö r ü ş ü n ü



le'nin yanına o t u r u r ; b u n u n l a da yetin-



ra Arapça'ya aktarılan Helenistik k ü l t ü r



destekleyen hiçbir kaynak



meyerek onu sıkıştırıp o t u r d u ğ u yerden



ürünlerinde bu t ü r hatalara rastlanma-



kaydırır. B u n u n üzerine emîr ö n d e ge-



sı olağan sayılmaktadır; dolayısıyla bu



bulunmadı-



ğına da işaret e t m e k gerekir.



s. 65) onun



Yirmi yıl k a d a r B a ğ d a t ' t a o t u r a n ve



len devlet büyüklerine, sadece kendi ara-



d u r u m önceki bir yanlış y o r u m d a n kay-



eserlerinin çoğunu burada kaleme alan



larında kullandıkları bir dille Fârâbî'ye



n a k l a n m ı ş olabilir.



filozof, bu şehirde m e y d a n a gelen karı-



bazı şeyler soracağını belirtir ve cevap



şıklıklar sebebiyle 330'da (941) veya bir



veremezse



edebe aykırı davranan



bu



Fârâbî'nin Dımaşk'taki hayatıyla ilgili olarak orada bostan bekçiliği yaptığı ve



yıl sonra Dımaşk'a gitti. İbnü'l-İbrî o n u n



ihtiyarı dışarı atmalarını emreder. Konu-



geceleri bekçi fenerinin ışığından fay-



önce Halep'e geçtiğini, üzerindeki sûfî



şulanları anlayan Fârâbî aynı dille emîre



d a l a n a r a k k i t a p o k u d u ğ u yolundaki ri-



kıyafetiyle H a m d â n î



vayetin de (İbn Ebû Usaybia, III, 223) ger-



Seyfüddev-



sabretmesini, işin s o n u n u n önemli oldu-



le'nin sarayında ağırlandığını, ardından



ğ u n u söyler. Seyfüddevle hayretle, "Sen



çekle bir ilgisi yoktur. Ç ü n k ü henüz ha-



onunla birlikte Dımaşk'a gittiğini söyler



bu dili biliyor m u s u n ? " deyince filozof,



yatta iken üne kavuşmuş bulunan ve son



Emîri



295-296).



"Ben yetmişten fazla dil bilirim" karşılı-



sekiz yılını bu bölgede geçiren bir filo-



Fârâbî'nin buradaki hayatından söz eden



ğını verir. Ardından o mecliste b u l u n a n



zof her k e s i m d e n halk nezdinde b ü y ü k



kaynakların,



âlimler çeşitli konularda onunla tartış-



bir itibar k a z a n m ı ş olmalıdır.



(Târîhu



muhtasarı



d-düuel,



özellikle



s.



Seyfüddevle



ile



146 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ Şahsiyeti. F â r â b î kısa boylu, k ö s e sa-



B u r a d a , Fârâbî'nin İ m â m i y y e veya İs-



kallı, zayıf n a h i f bir b ü n y e y e s a h i p o l u p



mâiliyye Şîası'na m e n s u p bir Şiî o l d u ğ u



s a b i t t u t a b i l m e k için b a z a n iki eseri bir



y a ş a d ı ğ ı sürece giydiği Orta Asya T ü r k



yolundaki iddiaları (Corbin, s. 160) destek-



başlık a l t ı n d a gösterilmiştir. Öyle anla-



kıyafetini hiç d e ğ i ş t i r m e m i ş t i r (İbn Hal-



leyici h e r h a n g i bir k a y n a k b u l u n m a d ı ğ ı -



şılıyor ki b u n d a n a m a ç , Organon



likân, V, 155). M a d d î servete d e ğ e r ver-



na, ayrıca vasiyet, i s m e t , takıyye ve Hz.



a l t ı n d a t o p l a n a n ve sekiz k i t a p t a n oluş a n m a n t ı k külliyatı gibi t a b i a t ilimleri



meyen,



şöhret



gösterişten



Bu



sayıyı



başlığı



nefret



P e y g a m b e r ' i n s o y u n d a n gelenlere karşı



e d e n , r u h ve a h l â k t e m i z l i ğ i n i h e r şeyin



aşırı saygı gibi Şîa'da t e m e l sayılan ilke-



k a p s a m ı n a giren eserleri de aynı sayı al-



ü s t ü n d e t u t a n bir z â h i d idi. İlim ve sa-



lerin f i l o z o f u n eserlerinde yer almadığı-



t ı n d a t o p l a m a k suretiyle e ğ i t i m ve öğre-



n a t a d a m l a r ı n a b ü y ü k d e ğ e r vermesiyle



n a ve b u n l a r a en u f a k bir i m a d a bulu-



t i m d e kolaylık s a ğ l a m a k t ı r . Ayrıca Fârâbî



t a n ı n a n S e y f ü d d e v l e filozofa i k r a m



ve



n u l m a d ı ğ ı n a işaret e t m e k gerekir. Esa-



ilim ve sanatları taşıdıkları d e ğ e r açısın-



ihsanda b u l u n m a k istemişse de Fârâbî



sen Fârâbî, k e n d i d ö n e m i n d e k i m e z h e p



d a n d a bir t a s n i f e t â b i t u t m u ş t u r . B u n a



g ü n l ü k ihtiyacını karşılayacak 4 d i r h e m



ve fırkaların hiçbirinin lehinde veya aley-



g ö r e bir i l m i n d e ğ e r i k o n u s u n u n şerefli



g ü m ü ş p a r a d a n b a ş k a s ı n ı k a b u l etme-



h i n d e bir tavır sergilemiş değildir. Do-



o l u ş u n d a n , kullandığı delillerin kesin so-



m i ş t i r (İbn Ebû Usaybia, III, 224). Genel-



layısıyla o n u n "medîne-i fâzıla" adını ver-



n u ç v e r m e s i n d e n veya p r a t i k t e



likle m ü n z e v i bir h a y a t y a ş a m a y ı seven



diği ideal devletiyle Şîa'nın devlet anlayı-



yarar s a ğ l a m a s ı n d a n kaynaklanır. Astro-



Fârâbî



hiç



ve



sayısı hiç d e ğ i ş m e m e k t e d i r .



evlenmemiş



ve



mülk



şı a r a s ı n d a bir benzerlik k u r m a y a çalış-



nomi



e d i n m e m i ş t i r . Fırsat b u l d u k ç a su kıyıla-



m a k z o r l a m a d a n ö t e bir a n l a m t a ş ı m a -



ilimler d e ü ç ü n c ü y e ö r n e k gösterilebilir.



rında ve b a ğ l ı k b a h ç e l i k yerlerde gezi-



maktadır.



Ancak



nir, öğrencileriyle b u r a l a r d a



Tahşîlü's-sa Qâde bir f i l o z o f u n



adlı



mal



büyük



buluşurdu.



eserinde



niteliklerinden,



kâmil



"Öğrenim



sırasında karşılaştığı g ü ç l ü k l e r e katlanmalı, ü s t ü n bir z e k â ve kavrayışa s a h i p b u l u n m a l ı , d o ğ r u l u ğ u ve d o ğ r u l a r ı , adaleti ve âdil olanları



seven, o n u r l u



bir



şahsiyet olmalı, altın, g ü m ü ş ve benzeri şeylere



değer



vermemeli, yeme



içme



k o n u s u n d a aç g ö z l ü ve n e f s a n î arzularına d ü ş k ü n olmamalı, doğruya



ulaşmak



için a z i m ve iradesi g ü ç l ü b u l u n m a l ı d ı r " (s. 94) ş e k l i n d e söz e d e r k e n â d e t a kendisini a n l a t m a k t a d ı r . İslâm



dünyasında



ilk d e f a



Kindî'nin



İlimler Tasnifi ve Mantık. İlimler Tasnifi. Bu tasnif, bir filozofun ilim ve m e t o t anlayışının yanı sıra o n u n d ü n y a g ö r ü ş ü n ü de



yansıtması



bakımından



önemlidir.



Kindî'den sonra Fârâbî de b u a m a ç l a kal e m e aldığı İhsâ'ul-



'ulûm'da



kendi dö-



birinciye, g e o m e t r i bunlardan



birinci



ikinciye, ile



dinî



üçüncüyü



m e t a f i z i k altında t o p l a m a k m ü m k ü n d ü r



(en-Nüket, s. 77). Mantık. mantık



Fârâbî



alanında



en



büyük



başarısını



göstermiştir.



Filozof,



k e n d i s i n d e n önceki ş â r i h ve yorumcuların eserlerinden d e f a y d a l a n a r a k Aris-



n e m i n d e k i ilimlerin tasnifini y a p m ı ş , her



to'nun



i l m i n t a n ı m ı n ı , t e o r i k ve p r a t i k a ç ı d a n



k a p s a m ı n a giren h e r k i t a p ü z e r i n d e ça-



Organon



adlı m a n t ı k



külliyatı



d e ğ e r i n i belirterek e ğ i t i m ve ö ğ r e t i m -



lışmış; b u n l a r ı n şerh, t e f s i r veya m u h -



deki ö n e m i n e işaret etmiştir. Fârâbî Tah



tasarlarını h a z ı r l a m a k suretiyle b u kül-



sîlü's-sa



c



sa câde



ve e f - T e v ü e adlı



âde,



et-Tenbîh



c



alâ



sebîli's-



liyatın i n c e l e n m e d i k ve açıklığa kavuş-



eserlerinde



t u r u l m a d ı k hiçbir noktasını bırakmamış-



de d a h a m u h t a s a r bazı tasnifler vermek-



tır. Özellikle d e Kindî ve d i ğ e r mantıkçı-



tedir. Filozof önce ilimleri b e ş a n a başlık



ların g ö r m e z l i k t e n gelerek ç ö z ü m s ü z bı-



altında



raktıkları kıyas ve i s p a t teorisiyle ilgili



sınıflandırır, sonra d a



aşağıda



b a ş l a t t ı ğ ı felsefî h a r e k e t e ve o n u n şe-



g ö r ü l d ü ğ ü şekilde her ilmin k a p s a m ı n -



p r o b l e m l e r i ü s t ü n bir liyakatla



killendirdiği M e ş ş â î a k ı m a , k e n d i i n a n ç



daki diğer ilimleri sıralar: 1. Dil: Sarf, na-



k a v u ş t u r m u ş t u r (Kâdî Sâid el-Kurtubî, s.



hiv. 2. Mantık: Organon'un



61). Ayrıca kendisi de m a n t ı ğ ı n her bölü-



ve k ü l t ü r ü n ü n t e m e l i n i o l u ş t u r a n



ulû-



kapsamında



çözüme



hiyyet, n ü b ü v v e t ve m e â d akidesinin ya-



yer a l a n sekiz k i t a p . 3. Matematik: Arit-



m ü için m ü s t a k i l k i t a p l a r k a l e m e a l a r a k



nı sıra E f l â t u n ve Yeni



Eflâtunculuk-



m e t i k , g e o m e t r i , optik, a s t r o n o m i , mü-



s o n r a k i nesillere z e n g i n bir l i t e r a t ü r bı-



t a n aldığı bazı unsurları d a k a t a r a k ek-



zik, m e k a n i k . 4. Fizik ve Metafizik (burada



r a k m ı ş t ı r . Bu b a ş a r ı s ı n d a n dolayı haklı



lektik bir s i s t e m k u r a n Fârâbî, kazan-



fizikten maksat Aristo'nun tabiat ilimleri ala-



o l a r a k Muallim-i S â n î unvanıyla



dığı



nındaki sekiz kitabıdır). S. Medenî İlimler:



F â r â b î y a p t ı ğ ı bir t a k s i m l e m a n t ı ğ ı "ta-



A h l â k , siyaset, fıkıh, k e l â m .



savvurât" (kavramlar) ve " t a s d î k â t " (hü-



haklı ş ö h r e t t e n



dolayı



Aristo'dan



sonra "Muallim-i Sânî" unvanıyla anılmış-



anılan



kümler, önermeler) o l m a k ü z e r e ikiye ayı-



tır. "Sen m i d a h a bilgilisin, Aristo m u ? "



Aristo'nun ilimleri teorik, p r a t i k ve po-



diye s o r a n l a r a , " E ğ e r Aristo'ya yetişsey-



e t i k şeklindeki üçlü tasnifiyle Kindî'nin



rır ki ( K i t â b u l - B u r h â n , s. 19) böyle bir



d i m o n u n en seçkin t a l e b e l e r i n d e n olur-



beşerî ve dinî ilimler t a r z ı n d a k i ikili tas-



y a k l a ş ı m Aristo'da g ö r ü l m e z . F â r â b î ' d e n



d u m " diyerek k e n d i n d e n b e k l e n e n ölçü-



nifi incelendiği t a k d i r d e Fârâbî'nin da-



s o n r a İslâm d ü n y a s ı n d a yazılan



lü davranışı g ö s t e r m i ş t i r . "Sürekli d a m -



ha k a p s a m l ı ve k e n d i n e h a s bir t a s n i f



m a n t ı k kitapları b u p l a n a bağlı kalmış-



layan



tır. Her n e k a d a r Tj. d e Boer b u ayrımın



su taşı



deler" ö z d e y i ş i n d e n



reketle b a ş a r ı n ı n sırrını belli bir üzerinde



yoğunlaşmada



gören



bütün



ha-



y a p t ı ğ ı g ö r ü l ü r . Özellikle m e d e n î ilimler



konu



k a p s a m ı n d a saydığı fıkıhla k e l â m ı teo-



F â r â b î ' d e n sonraki filozoflar t a r a f ı n d a n



filozof



rik ve p r a t i k o l m a k ü z e r e iki k ı s m a ayı-



yapıldığını iddia ediyorsa d a (İA, VI, 780-



s. 63), belki d e b u



r a r a k E b û H a n î f e ' n i n b u y ö n d e k i yakla-



781) b u



Kitâbun-Nefs'in



şımını d e v a m e t t i r m i ş t i r . Fârâbî'nin tas-



h e r h a n g i bir şey h a k k ı n d a bilgi edinir-



n i f i n d e yer alan f i z i k t e n m a k s a t s a d e c e



k e n zihnin iki a ş a m a l ı bir işlem yaptığını



A r i s t o ' n u n Fizika'sı



o l m a y ı p o n u n tabi-



k a b u l e d e r ; önce d ü ş ü n c e n i n yapı taşları



d u m " diye y a z m ı ş , yine A r i s t o ' n u n es-



a t ilimleri a l a n ı n d a k a l e m e aldığı b ü t ü n



d u r u m u n d a k i kavramlara, sonra da bu



Semâ'u't-tabfî



adlı eseri için,



eserleridir. A n c a k b u n l a r ı n sayısı sekiz-



kavramları kullanarak h ü k ü m l e r e



"Ben b u n u kırk d e f a o k u d u m , yine d e



d e n fazla o l d u ğ u h a l d e Fârâbî'nin ü ç ay-



ö n e r m e l e r e ulaşır. Filozofun m a n t ı ğ ı b u



(Risale



fîmâ yenbaği,



s e b e p l e A r i s t o ' y a ait (De Anima) olarak, "Ben



kenarına kesretten



kinâye



b u kitabı y ü z d e f a



(Fizika)



oku-



iddia



isabetli değildir.



Fârâbî,



yani



o k u m a k ihtiyacını h i s s e d i y o r u m " demiş-



rı eserde y a p m ı ş o l d u ğ u t a s n i f t e



(bk.



şekilde bir a y r ı m a t â b i t u t a r a k incele-



tir (İbn Ebû Usaybia, III, 227; İbn Halli-



Kaya, s. 128-131) b u l u n a n kitapların ismi



m e s i son derece y e r i n d e bir h a r e k e t t i r .



kân, V, 156).



ve sıra d ü z e n i d e ğ i ş m e k t e , f a k a t sekiz



B u n a g ö r e birinci b ö l ü m d e t e r i m l e r ve



147 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ tarifi m e y d a n a g e t i r e n t e m e l u n s u r l a r ,



ru d ü ş ü n m e n i n kurallarını vermektir. Dil



m i ş ve bir m e t o d o l o j i o l a r a k bilim ala-



ikinci b ö l ü m d e d e ö n e r m e l e r , kıyas ve



bir dış k o n u ş m a ise m a n t ı k d a iç konuş-



n ı n d a kullanılmasını kolaylaştırmıştır.



çeşitli i s p a t şekilleri söz k o n u s u



m a d ı r . Bir b a ş k a söyleyişle dilin lafızlar-



Felsefesi. Fârâbî'nin s i s t e m i varlığın il-



la olan ilişkisi n e ise m a n t ı ğ ı n kavram-



kesini m â n e v î s a y m a k l a birlikte geomet-



sekiz



larla olan ilişkisi d e o d u r . Şu var ki gra-



ri ve m a n t ı ğ ı t e m e l alan, f i z i k t e n (tabiat



kitabı mahiyetleri açısından üçe ayırmış-



m e r bir milletin diliyle ilgili kuralları içe-



ilimleri) g e ç e r e k m e t a f i z i ğ e y ü k s e l e n bir



tır. a) Kategoriler,



rirken m a n t ı k b ü t ü n insanlığın düşünce-



s i s t e m d i r . E f l â t u n , A r i s t o ve Yeni Eflâ-



edil-



mektedir. Fârâbî Organon



kadrosundaki



Önermeler



ve I. Ana-



litiklerden



oluşan üç k i t a p Burhân'a



(II.



sine ait kanunları ifade e t m e k t e d i r . Gra-



t u n c u l u k t a n gelen ve s i s t e m i n



Analitikler)



bir giriş ve m a l z e m e hazırla-



m e r bilmeyen h a t a s ı z k o n u ş a m a z , man-



içinde yer yer g ö r ü l e n e k l e k t i s i z m rast-



t ı k b i l m e y e n d e her z a m a n d o ğ r u düşü-



geie bir d e r l e m e t a r z ı n d a o l m a y ı p ken-



n e m e z (İhşâ'ul-'ulûm,



di m a n t ı ğ ı içinde son derece tutarlıdır.



m a d u r u m u n d a d ı r , b) Burhan



kesin ve



z o r u n l u bilginin ilke ve kurallarını verdi-



s. 54-63).



Fârâbî'nin m a n t ı ğ a s a r s ı l m a z bir gü-



ği için m a n t ı ğ ı n esasıdır ve başlıca ilim



bütünü



Bu f e l s e f e d e b ü t ü n k â i n a t sürekli hare-



sonra ge-



venle b a ğ l a n d ı ğ ı açıkça belli o l m a k t a d ı r .



k e t e d e n bir d ö n m e d o l a p ş e k l i n d e ta-



ve Poe-



Öyle ki sıradan bir m a n t ı k p r o b l e m i n d e n



savvur edilecek olursa inişli çıkışlı bu sis-



tika ise kıyasın u y g u l a m a alanlarıdır (İh-



h a r e k e t e d e r e k m e t a f i z i ğ i n en k a r m a ş ı k



t e m içinde en ulvîsinden en süflîsine ka-



şâ'ü'l- culûm,



meselelerini g ü n d e m e getirir ve m a n t ı k



dar



açısından



her varlık t ü r ü n ü n yeri ve işlevi belirlen-



s a y ı l m a k t a d ı r , c) Burhan'dan len Topika,



Sofistika,



Retorika



s. 72). F â r â b î ' d e n



itibaren



"beş s a n a t " diye anılan k o n u l a r a



dair



bunları ç ö z ü m l e m e y e



çalışır.



maddî-mânevî,



organik-inorganik



epistemolojik



Meselâ m ü m k ü n ve m ü t e k a b i l önerme-



diği için aynı z a m a n d a



a ç ı d a n şöyle d e ğ e r l e n d i r m e k t e d i r : Bur-



lerin y o r u m u n u y a p a r k e n b u b a ğ l a m d a



gayeci bir felsefedir. Bu b a k ı m d a n Fârâ-



hûn'ın



Allah'ın bilgisinin nasıl a n l a ş ı l m a s ı



b u eserlerin m u h t e v a s ı n ı



d e t e r m i n i s t ve



ge-



bî'ye g ö r e felsefe varlık o l a r a k varlığın



Aristotâ-



bilgisidir (el-Cem\ s. 80); yani b ü t ü n kâi-



bilgidir.



lîs fi'l- zİbâre, s. 97-101). Ö t e y a n d a n Ba-



natı ö n ü m ü z e seren ve her şeyi k u ş a t a n



diyalektik kıyas şekillerini (ce-



tı'da Kant'la birlikte ö n e m k a z a n a n öner-



küllî bir ilimdir. Şu halde varlığın ilk pren-



del) k o n u a l d ı ğ ı n d a n i f a d e ettiği bilgi-



melerin analitik ve s e n t e t i k o l m a k üzere



sibini ve en son gayesini a r a ş t ı r a n , o n u n



Sofistika



iki k a t e g o r i d e değerlendirilmesi gerekti-



işleyişini s e b e p - s o n u ç ilişkisi içinde yo-



kıyaslar-



ği d ü ş ü n c e s i F â r â b î t a r a f ı n d a n yüzyıllar



rumlayan filozofun bilgisi de küllî olacak-



d a n o l u ş t u ğ u için b u r a d a h a t a payı bü-



ö n c e ortaya k o n m u ş t u r (el-Mesâ*ilü'l-fel-



tır. B u n d a n dolayı Fârâbî, "Filozofun yap-



yüktür.



sefiyye, s. 97).



öncüllerini o l u ş t u r a n



önermeler



kesinlik i f a d e ettiği için b u t ü r bir kıyasın s o n u c u d a kesin ve d o ğ r u



Topika



lerde d o ğ r u l u k payı fazladır. hayal ve k u r u n t u y a Eğer bu t ü r



dayanan kıyaslara



bilerek



b a ş v u r u l u r s a s o n u ç t a elde edilen



rektiğini tartışır ( Şerh li-Kitabi



bilgi



Fârâbî,



m a s ı g e r e k e n şey k e n d i g ü c ü ö l ç ü s ü n d e



Aristo'nun



Organon'da



söz



Allah'a b e n z e m e k t i r " d e r k e n (Risâle fî-



s a f s a t a ve d e m a g o j i d e n b a ş k a bir şey



k o n u s u ettiği t a m t ü m e v a r ı m y a n ı n d a ,



mâ yenbaği,



değildir. Retorika'da



(hitabet) h a l k ara-



bazı p a r ç a l a r d a n ö r n e k l e m e y a p m a k su-



a r ı n m a n ı n yanı sıra f i l o z o f u n f i k r e n d e



s ı n d a genel k a b u l g ö r e n ö n e r m e l e r d e n



retiyle b ü t ü n h a k k ı n d a bir y a r g ı d a bu-



a y d ı n l a n a r a k Tanrı gibi varlığın evren-



(müsellemât, meşhûrât) o l u ş a n



kıyaslara



l u n m a k şeklindeki eksik t ü m e v a r ı m üze-



sel bilgisine sahip olmasını kastediyordu;



b a ş v u r u l u r . Bu t ü r kıyaslarda d o ğ r u ve



rinde d e d u r m u ş , b u n u n b i l i m d e ve gün-



b u n a karşılık r u h u n u ve ahlâkını arındır-



yanlış payı eşit d u r u m d a d ı r . Şiir s a n a t ı



delik h a y a t t a en çok başvurulan bir yön-



m a kaygısı t a ş ı m a y a n ve sadece teorik



d e m e k olan Poetika'da



t e m o l d u ğ u n a d i k k a t ç e k m i ş t i r . Her n e



bilgilerle yetinen kimseye " s a h t e filozof"



ise s a n a t k â r ha-



s. 62) b u n d a n , ruhî ve a h l â k î



k a d a r b u y ö n t e m e ilk d e f a Bacon'ın dik-



diyordu (Tahşîlus-sa'âde,



irle i f a d e edilen bilgi e d e b i y a t ve e ğ i t i m



k a t çektiği, S t u a r t Mill'in d e o n u geliş-



sefe y a p a n k i m s e n i n en son a m a c ı ö n c e



a ç ı s ı n d a n değerli o l m a k l a birlikte m a n -



tirdiği söylenirse d e (Öner, s. 164) Fârâ-



k e n d i ahlâkını, s o n r a ailesinin ve ülke-



t ı k b a k ı m ı n d a n geçerli değildir. Fârâbî'-



bî, b u n u n b i l i m d e , d i n d e , h u k u k ve ah-



sindekilerin a h l â k î d u r u m l a r ı n ı d ü z e l t i p



ye g ö r e i n s a n neyin d o ğ r u , neyin yanlış



yal ve d u y g u y u ö n p l a n a çıkardığı için şi-



s. 95). Zira fel-



l â k a l a n ı n d a yaygın bir şekilde kullanıl-



iyileştirmek olmalıdır (Risâle



o l d u ğ u n a a n c a k b u bilgi türlerini öğren-



dığını s ö y l e m e k t e d i r . N i t e k i m o n a gö-



baği, s. 62).



d i k t e n s o n r a k a r a r verebilir. Ç ü n k ü



re



bu



çoğunlukla



b e ş s a n a t b ü t ü n söylem türlerini içer-



herkes



m e k t e d i r (el-Elfâzul-müsta'mele,



iyi



âdildir.



davranış



Öyleyse



sergileyen



davranışlarının



s. 96-



hepsi d i k k a t e a l ı n m a d a n âdil bir kimse-



100). Felsefî ve ilmî bilgi kesin s o n u ç ve-



nin birçok şey h a k k ı n d a k i şahitliği ge-



ren b u r h a n î kıyaslara, k e l â m diyalektik



çerli sayılmalıdır. Uslu ve vakur olan kim-



kıyaslara d a y a n ı r k e n



senin davranışlarının hepsi d i k k a t e alın-



politikacılar



hita-



b e t t e çokça kullanılan temsîlî kıyas (ana-



m a k s ı z ı n sadece b u iki nitelik o n u n ka-



loji) şekillerine başvururlar. Filozof, doğ-



rakterinin



ru ve t u t a r l ı d ü ş ü n c e n i n ilke ve kuralla-



yeter (el-Cem



rını veren m a n t ı ğ ı felsefenin bir parça-



yâs, s. 61).



sı veya bir b a ş k a şey için sadece bir alet olarak g ö r m e y i u y g u n b u l m a z . O n u n dü-



nasıl



olduğunu



göstermeye



s. 82; özellikle Kitâbul-Kı-



fîmâ



Kindî m a t e m a t i k b i l m e d e n



yen-



felsefede



başarılı o l u n a m a y a c a ğ ı n ı söylerken (Fel-



sefî Risaleler,



s. 164) Fârâbî felsefeye ge-



o m e t r i ve m a n t ı k bilgisiyle girileceğini, f a k a t fizik b i l m e d e n d e b u a l a n d a varlık g ö s t e r m e n i n m ü m k ü n



bir



olamaya-



cağını belirtir. Ç ü n k ü fizik bizim en kolay a n l a y a b i l e c e ğ i m i z ve bize en yakın bir a l a n d ı r (Risâle



fîmâ



yenbaği,



s. 62).



Bu k o n u d a F â r â b î felsefe öğrencilerine



Klasik m a n t ı k a l a n ı n d a yeni bir şey



d e bazı ö ğ ü t l e r d e b u l u n u r : G e r ç e ğ e ula-



etmekle



ş a b i l m e k için h e r ş e y d e n ö n c e h a z ve



birlikte Fârâbî'nin m a n t ı ğ a olan katkısı



ş e h v e t d u y g u s u n u y e n e r e k a h l â k ı n ı dü-



b u disiplini s a ğ l a m bir terminolojiye ka-



zeltmeli, s a ğ l a m bir iradeye s a h i p ola-



v u ş t u r m a n ı n yanı sıra y a p t ı ğ ı g e n i ş yo-



b i l m e k için zihnî melekelerini geliştirip



benzerlik ve sıkı ilişki b u l u n d u ğ u h u s u s u



rumlamalar,



güçlendirmeli, hırs derecesinde bir istek-



ü z e r i n d e ö n e m l e d u r u r . Ona g ö r e dil bil-



d ü ş ü n c e , i n a n ç ve k ü l t ü r d e ğ e r l e r i n d e n



le sürekli çalışmalı, başlıca



gisi hatasız k o n u ş m a n ı n , m a n t ı k d a doğ-



verdiği z e n g i n örneklerle o n u



alanı ilim olmalıdır (a.e., s. 63).



ş ü n c e s i n e g ö r e m a n t ı k b a ğ ı m s ı z bir disiplin sayılmalıdır (a.e., s. 107-108). F â r â b î dil ile m a n t ı k a r a s ı n d a



yakın



söylemenin



güçlüğünü



kabul



ayrıca y a ş a d ı ğ ı



toplumun geliştir-



148 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



meşguliyet



FÂRÂBÎ Fârâbî, k o z m i k d ü z e n d e yer a l a n her



le ay altı â l e m i n d e öncelikle d ö r t u n s u r



varlığı ve m e y d a n a gelen her olayı sebep-



(toprak, su, hava ve ateş) oluşur. M a d d î



lığın ya z o r u n l u (vâcib) ya m ü m k i n (zo-



sonuç ilişkisi içinde y o r u m l a m a k t a , o n u n



varlıklar alanının yapı taşları d u r u m u n -



runsuz) veya imkânsız (muhal) o l d u ğ u söy-



inişli çıkışlı s i s t e m i n d e bir önceki varlığı



d a k i b u d ö r t u n s u r d a n h e r birinde so-



lenebilir. a) Z o r u n l u varlık, ö z ü itibariyle



bir s o n r a k i n i n m a d d e s i , o n u d a



bunun



ğ u k l u k - s ı c a k l ı k , k u r u l u k - y a ş l ı k t a n iba-



z o r u n l u ve b a ş k a s ı n a



sureti s a y m a k t a d ı r . A n c a k iniş m ü k e m -



ret d ö r t z ı t nitelik vardır ki b u n l a r d a n



o l m a k ü z e r e iki k ı s m a ayrılır. Ö z ü itiba-



m e l d e n d a h a az m ü k e m m e l e d o ğ r u ko-



ikisinin



riyle z o r u n l u olan, var olması ve varlığını



lay bir şekilde gerçekleştiği h a l d e çıkış



m e y d a n a gelir. Bu d a ilk s o m u t m a d d e -



d e v a m ettirmesi için hiçbir sebebe muh-



m ü k e m m e l o l m a y a n d a n m ü k e m m e l e ge-



nin yani cismin m e y d a n a



t a ç o l m a y a n d ı r . Bir a n için o n u n var ol-



bulunması



sonucunda



karışım



gelmesi



de-



üç i f a d e d e bulunulabilir. Söz konusu var-



nisbetle



zorunlu



çiş t a r z ı n d a o l d u ğ u için zor gerçekleş-



m e k t i r . Şu h a l d e ilk a ş a m a d a i n o r g a n i k



madığı



m e k t e ve z a m a n a l m a k t a d ı r .



varlıklar, s o n r a o r g a n i k varlıklar oluşur.



m a n t ı k î i m k â n s ı z l ı ğ a yol a ç a r ; yani o n u n



farzedilecek



olursa



bu



durum



1. Ontoloji. Fârâbî'ye g ö r e i n s a n aklı-



Esasen Fârâbî'nin cisimler â l e m i d e r k e n



hakkında yokluk düşünülemez.



nın ulaşabildiği en genel k a v r a m varlık-



k a s t e t t i ğ i g ö k cisimleri, d ö r t u n s u r , ma-



var olan ve y o k l u ğ u d ü ş ü n ü l e m e y e n b u



tır. Bu y ü z d e n varlığın t a n ı m ı y a p ı l a m a z ,



denler, bitki, hayvan ve insanları içeren



varlık Allah'tır.



ç ü n k ü t a n ı m cins ve fasıldan oluşur. Var-



b ü t ü n m a d d î kâinattır. A n c a k g ö k cisim-



r u n l u varlık ise ö z ü b a k ı m ı n d a n



lığı k u ş a t a c a k d a h a küllî bir k a v r a m bu-



lerinin a n a m a d d e s i d ö r t u n s u r değil ha-



kin o l d u ğ u h a l d e b a ş k a s ı n a nisbetle zo-



l u n m a d ı ğ ı n a göre o n u n t a n ı m ı n ı y a p m a k



v a d a n d a h a f i f olan esîrdir



m ü m k ü n değildir. Bu b a s i t ve yalın kav-



medertiyye,



s. 31-41 ;



Başkasına



Bizâtihi



nisbetle zomüm-



(es-Siyâsetul-



runlu sayılan varlıktır. Meselâ g ü n e ş ö z ü



el-Medîrıetül-fâzıla,



b a k ı m ı n d a n m ü m k i n bir varlıktır, ç ü n k ü



r a m ı t a n ı m l a m a k için gösterilecek her



s. 57-58). Böylece filozofa g ö r e â l e m i çe-



yaratılmıştır; f a k a t yaratıldıktan



çaba s a d e c e akla yapılan bir uyarı du-



peçevre k u ş a t t ı ğ ı farzedilen en d ı ş t a k i



o n u n ısı ve ışık k a y n a ğ ı oluşu bir zorun-



r u m u n d a k a l a c a k ve bilinenin tekrarın-



f e l e k t e n (el-feleku l-aksâ) e n a ş a ğ ı d a yer



l u l u k t u r . b) M ü m k i n varlık sebepli, yani



d a n ö t e h e r h a n g i bir a n l a m t a ş ı m a y a -



alan d ö r t u n s u r a k a d a r b ü t ü n



varlığını bir b a ş k a şeyden alan varlıktır.



kâinatta



sonra



caktır. Şu h a l d e varlık vardır ve apaçık-



b o ş l u ğ a yer y o k t u r . Bu g ö r ü ş ü y l e F â r â b î



M ü m k i n olanı bir a n için yok saydığımız-



t ı r ; b u k o n u d a b i r t a k ı m spekülasyonla-



A r i s t o ' d a n beri d e v a m e d e n M e ş ş â î ge-



da bu d u r u m



ra k a l k ı ş m a k bilgimize yeni bir şey kat-



leneği t a k i p e d e r e k a t o m i z m i r e d d e d e r



bir ç ı k m a z a s ü r ü k l e m e z . M ü m k i n



m a y a c a k t ı r Ctlyûnü'l-mesâ'it,



(el-Mesâ'ilü7-



bir s e b e b e bağlı olarak varlık kazanmış-



s. 65).



Fârâbî varlıkları sınıflandırırken en üst-



felsefiyye, s. 108-109).



Küllî-Cüz'î. Fârâbî varlık



bağlamında



t e bulunan, en salt ve en m ü k e m m e l olan



küllîler p r o b l e m i n i t a r t ı ş ı r k e n cevherleri



"ilk s e b e p " t e n (Tanrı) b a ş l a y a r a k basit-



ilk ve ikinci cevherler diye ikiye ayırır.



lik ve m ü k e m m e l l i ğ i n en alt d ü z e y i n d e



İlk cevherler m a d d î varlık alanını oluş-



yer alan ilk m a d d e y e (heyûlâ) k a d a r iner.



t u r a n fertler ve tikel (cüz'î) nesnelerdir.



B u n a g ö r e varlık m e r t e b e l e r i n i n ilki, in-



B u n l a r insanı çepeçevre k u ş a t t ı ğ ı ve du-



s a n aklının ulaşabildiği en k u t s a l varlık



yularla algılanabilir o l d u ğ u için ilktir ve



olan T a n n ' d ı r . İkincisi, filozofun "ikinci-



bir b a k ı m a cevher adını a l m a y a en lâyık



ler" (es-sevânî) ve " m a d d e d e n ayrık akıl-



olan d a b u t ü r varlıklardır. İnsan aklının



bizi m a n t ı k



bakımından olan



tır, h e m var h e m d e y o k olabilir. O n u n var o l m a m a s ı genel varlık d ü z e n i n d e bir eksiklik sayılmaz. B u n a g ö r e A l l a h ' t a n b a ş k a b ü t ü n varlıklar m ü m k i n varlıklar kategorisine



girmektedir,



c)



İmkânsız



o l a n a gelince, o hiçbir z a m a n varlık alanına ç ı k a m a y a c a ğ ı ve y o k l u k a n l a m ı n a geldiği için o n d a n söz e t m e n i n



gerek-



sizliği o r t a d a d ı r .



lar" (el -ukülü'l-müfârıka) adını verdiği, sayı-



s o y u t l a m a işlevi s o n u c u ilk cevherlerden



ları gökkürelerinin sayısına t e k a b ü l eden



k a l k a r a k elde ettiği küllî k a v r a m l a r ise



varlıklar sebepli varlıklardır. A n c a k bun-



d o k u z a k ı l d a n o l u ş a n varlık alanıdır. Fâ-



ikinci cevherlerdir. Aklın b i r l e ş t i r m e ve



larda sebeplilik zinciri sonsuza k a d a r sü-



r â b î ' n i n r ü h â n î l e r ve m e l e k l e r mertebe-



ç o k l u ğ u birlik haline g e t i r e r e k k a v r a m a



r ü p g i d e m e z . Şu h a l d e b u t ü r varlıkların



s i n d e g ö r d ü ğ ü bu akıllar varlıklarını Tan-



özelliğinin bir s o n u c u o l a r a k ortaya çı-



e n i n d e s o n u n d a z o r u n l u bir ilk varlıkta



rı'dan alırken kendileri h e m ü ç ü n c ü var-



k a n k a v r a m l a r bilginin yapı taşları ma-



son b u l m a l a r ı



lık m e r t e b e s i n i o l u ş t u r a n faal aklın h e m



hiyetindedir. Meselâ bir ö n e r m e d e k i hü-



T a n n ' d ı r . Z o r u n l u varlığın hiçbir sebebi



de gökkürelerinin varlık sebebidirler. Ona



k ü m , k o n u ve y ü k l e m diye adlandırdığı-



y o k t u r ve varlığını



g ö r e dinî t e r m i n o l o j i d e Cebrâil veya Rû-



mız iki t e r i m i n bir m u k a y e s e sonucu bir-



o l a m a z ( c(Jyûnü'l-mesâ'il,



Her n e şekilde olursa olsun



mümkin



gerekir ki b u ilk varlık başkasından



almış



s. 66-67).



h u l k u d ü s adı verilen f a a l akıl, Tanrı ile



leştirilmesinden ibarettir. Bu bize ikinci



ay altı â l e m i a r a s ı n d a aracı d u r u m u n d a -



cevherlerin yani k a v r a m l a r ı n n e



kadar



kisi g ü n d e m e g e l m e k t e ve m ü m k i n var-



dır. D ö r d ü n c ü m e r t e b e d e yine



lıklar alanını o l u ş t u r a n k â i n a t ı n meyda-



B u r a d a ister i s t e m e z Tanrı-varlık iliş-



mânevî



ö n e m l i o l d u ğ u n u gösterir. Şu h a l d e Fâ-



ve basit bir varlık olan nefis b u l u n u r . Ne-



râbî'ye g ö r e k a v r a m birleşik, küllî ve bir



n a gelişinde b u ilişkinin nasıl gerçekleş-



fis g ö k cisimlerinde dairevî h a r e k e t i ; in-



olana delâlet eden şeydir. Bir b a ş k a söy-



tiği s o r u l m a k t a d ı r . Filozof b u n u n ceva-



s a n , hayvan ve bitkilerde ise biyolojik,



leyişle f e r t l e r e nisbetle cins ve t ü r



bını d a v e r m e k t e d i r .



fizyolojik, f i z y o n o m i k ve psikolojik



her



ise cüz'îlere g ö r e küllî d e odur. B u n a gö-



t ü r l ü aktiviteyi i f a d e e t m e k t e d i r . Beşin-



re ikinci cevherler m a d d î o l m a d ı ğ ı için



ci ve altıncı varlık m e r t e b e s i n i o l u ş t u r a n



değişikliğe d e u ğ r a m a z l a r , süreklidirler.



s u r e t (form) bir m a d d e basit birer varlık



B u n l a r cevher adını almaya ferdî ve cüz'î



o l m a k l a birlikte y e t k i n l i k t e n



olan birinci cevherlerden d a h a lâyıktırlar



uzaktırlar.



B u n l a r birbiri için gereklidir-, biri olmazsa diğeri b u l u n a m a z . B u n u n l a



beraber



s ü r e t a k t i f ve şekil verici, m a d d e ise pasif ve verilen şekli k a b u l edici d u r u m d a d ı r . Bu iki b a s i t ilkenin birleşmesiy-



ne



(a.g.e., s. 95-96). Vâcib-Mümkin. Fârâbî'nin varlıkla ilgili



2. Sudûr Teorisi. B ü t ü n s e m a v î kitaplarda, m ü m k i n varlıklar t a n ı m ı n a giren k â i n a t ı n Allah'ın h ü r iradesi ve m u t l a k kudretinin sonucu olarak s o n r a d a n yaratıldığı ş e k l i n d e ç o k açık bir i n a n ç ve telakki b u l u n m a s ı n a r a ğ m e n İslâm felsefesi tarihinde ilk defa Fârâbî dinî geleneğin



y a p t ı ğ ı t a s n i f l e r d e n bir diğeri d e vâcib-



dışına çıkarak Tanrı-varlık ilişkisini s u d û r



m ü m k i n ayrımıdır. M u t l a k olarak varlık



veya k o z m i k akıllar teorisi denilen



kavramı dikkate alındığında bu k o n u d a



s i s t e m l e y o r u m l a m ı ş t ı r . Her şeyden ön-



bir



149 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ ce b u r a d a akla gelen soru ş u d u r : Fârâbî



y a ğ ı olan m ü m k i n varlıkları a m a ç edin-



ş ü n m e s i s o n u c u n d a ise ikinci felek, yani



ve s u d û r u s a v u n a n sonraki filozoflar ne-



m e z . Şu h a l d e en ü s t ü n d e r e c e d e cö-



s a b i t yıldızlar küresinin nefsi ve m a d d e -



d e n böylesine k a r m a ş ı k bir d o k t r i n i be-



m e r t l i k ve yetkinlikle n i t e l e n e n Allah'ın



si m e y d a n a gelmiştir. Böylece her akıl



n i m s e m e k d u r u m u n d a k a l m ı ş l a r d ı r ? Fi-



irade ve ihtiyarı o l m a d a n k â i n a t tabii bir



k e n d i n d e n s o n r a bir b a ş k a aklı ve nef-



lozofların konuyla ilgili m a n t ı k î gerekçe-



zorunlulukla O ' n d a n çıkarak (sudûr) mey-



siyle birlikte bir g ö k k ü r e s i n i



lerini şu şekilde s ı r a l a m a k m ü m k ü n d ü r :



d a n a gelmiştir. Yalnız b u r a d a k i zorunlu-



getirir. Bu d u r u m



a) Allah m u t l a k a n l a m d a birdir. K â i n a t



l u k m a n t ı k b a k ı m ı n d a n o l m a y ı p bizzat



gezegenlerin sayısınca d e v a m e d e r e k ay



ise ç o k l u k ve çeşitliliği s e r g i l e m e k t e d i r .



Allah'ın z o r u n l u varlık o l m a s ı n d a n kay-



k ü r e s i n i n aklı olan f a a l akılda son bu-



E ğ e r b u â l e m i n d o ğ r u d a n y a r a t m a ile



n a k l a n a n bir özelliktir. Yani O ' n u n zo-



lur. O n u n c u akil olan f a a l akıl ay altı



m e y d a n a geldiği k a b u l edilecek olursa o



r u n l u ve y e t k i n sıfatlarıyla nitelenişi ve



â l e m i n d e k i her t ü r l ü fizikî, kimyevî, bi-



z a m a n Allah'ın z â t ı n d a d a çokluk bulun-



inâyetinin bol oluşu, iradesine gerek kal-



yolojik oluş ve b o z u l u ş u n ilkesi sayılmak-



duğu



m a d a n varlığın k e n d i s i n d e n



t a d ı r (el-Medînetü'l-fâzıla,



h a t ı r a gelir ve b u d u r u m



O'nun



çıkmasına



nü'l-rrıesa'il,



güneş



meydana



sistemindeki



s. 61-62; cUyû-



s. 68-69).



m u t l a k birliği ilkesine t e r s d ü ş e r . Sudûr-



sebep olmuştur. Daha doğrusu



cu filozoflar b u



kurtulmak



olan Allah aynı z a m a n d a salt akıldır, ken-



Fârâbî, Allah ile m a d d î k â i n a t arasın-



için, " B i r d e n a n c a k bir çıkar" h i p o t e z i n e



di zâtını bilir, dolayısıyla kendisi tarafın-



d a aracı bir g ü ç o l a r a k g ö r d ü ğ ü f a a l ak-



b a ş v u r a r a k görüşlerini



temellendirmek



d a n bilinir. D e m e k oluyor ki 0 h e m akıl



lın dinî t e r m i n o l o j i d e k i Cebrâil'e t e k a b ü l



istemişlerdir, b) Varlığın s o n r a d a n yara-



h e m a k l e d e n (âkil) h e m d e akledilendir



ettiğini iddia ediyorsa d a d i n d e Allah'tan



tıldığı k a b u l edilecek olursa z a m a n kav-



(ma'kül). Bu k a v r a m l a r ı n



aldığı vahyi t e b l i ğ e t m e s i d ı ş ı n d a Ceb-



r a m ı n d a n k a y n a k l a n a n bazı problemle-



h a k k ı n d a aynı şeyi yani m u t l a k



rin ortaya çıktığı g ö r ü l ü r . Meselâ yarat-



i f a d e e t m e k t e d i r . İşte Allah'ın k e n d i zâ-



verilmiş değildir. Filozofun b u



m a bir fiildir ve bir s ü r e ç t e gerçekleşir.



tını bilmesi varlığın O ' n d a n



Yeni E f l â t u n c u ve Sâbiî doktrinlerden et-



Halbuki m a d d e ve h a r e k e t (değişim) yok-



s e b e p o l m u ş , bilgi ve d ü ş ü n c e



ken z a m a n ı n



illet teşkil e t m i ş t i r . Fârâbî'ye g ö r e



çıkmazdan



varlığından



a n l a m s ı z d ı r . Ayrıca, "Âlem



söz



edilmesi



sonradansa



Allah o n d a n ö n c e n e y a p ı y o r d u ? "



diye



bir soru a k l a gelebilir. E ğ e r bir şey yapmıyor idiyse âtıl ve p a s i f bir Tanrı kavr a m ı ortaya çıkar. P r o b l e m l e ilgili başka husus, âlem sonradansa



bir



mantıkî



o l a r a k Allah'ın â l e m i y a r a t m a d a n önceki iradesiyle y a r a t t ı ğ ı a n d a k i iradesi aras ı n d a bir f a r k b u l u n m a s ı gerekir. İrade s ı f a t ı n d a k i b u değişiklik O ' n u n z â t ı n d a d a bir d e ğ i ş m e n i n olabileceğini akla getirir. B u n u n ulûhiyyet kavramıyla



bağ-



d a ş m a s ı m ü m k ü n değildir. Konuyla ilgili olarak, " N e d e n Allah belli bir a n d a varlığı



yaratma



iradesinde



bulunmuştur,



a c a b a d a h a ö n c e veya d a h a s o n r a yar a t m a s ı n a engel olabilecek ya d a iradesini o a n d a k u l l a n m a s ı n ı gerekli kılacak b a ş k a bir k u d r e t ve irade m i



vardı?"



ş e k l i n d e bazı sorular d a ileri sürülebilir, c) Fârâbî'nin y o k t a n y a r a t m a a k î d e s i n e karşı s u d û r u t e m e l l e n d i r m e s i n d e e t k e n olan ö n e m l i h u s u s l a r d a n biri de şer kavr a m ı n a m â k u l bir y o r u m g e t i r e r e k varlıktaki k ö t ü l ü ğ ü n Allah ile bir ilgisinin bulunmadığını göstermektir.



mutlak



ü ç ü d e Allah bilinci



çıkmasına eyleme bu



b a ğ l a m d a b i l m e ile y a r a t m a aynı anlamdadır.



râil'e dünyayı i d a r e e t m e gibi bir görev konuda



kilendiği d ü ş ü n ü l m e k t e d i r . Feyz ve s u d û r u n z o r u n l u o l d u ğ u tezinin ilâhî iradeyi sınırlayıcı bir



mahiyet



taşıdığı, s u d û r d a bir fiil o l d u ğ u n a g ö r e



Ş ü p h e s i z b u anlayış â l e m i n ezelî oldu-



tıpkı y a r a t m a gibi z a m a n içinde gerçek-



ğ u d ü ş ü n c e s i n i d e b e r a b e r i n d e getirir.



l e ş m i ş o l m a s ı gerektiği, s u d û r u n gerek-



Ç ü n k ü Allah'ın bilgisi zâtı gibi ezelî oldu-



çesi olarak gösterilen, "Birden a n c a k bir



ğ u n a ve O ezelden beri kendisini bildiği-



çıkar" h i p o t e z i n i n m a n t ı k ve t e c r ü b e y l e



n e g ö r e b u b i l m e n i n s o n u c u n d a meyda-



çeliştiği, A l l a h ' t a n m a d d î varlıklar çıka-



na gelen varlığın d a ezelî o l m a s ı mantı-



mayacağı fikrinden hareketle bu m a d d e



kî bir zorunluluktur. Dolayısıyla s u d û r te-



d ü n y a s ı n ı n f a a l a k ı l d a n d o ğ d u ğ u n u ileri



orisinin s e m a v î dinlerde, "Âlem Allah'ın



s ü r m e n i n bir çelişki d o ğ u r d u ğ u , zira fa-



hür



yaratılmıştır"



al aklın d a m â n e v î o l d u ğ u , s e m a v î akıl-



şeklinde ifade edilen "halk" ilkesiyle bağ-



lar h e m Allah'ı h e m d e kendilerini bilir-



d a ş m a s ı m ü m k ü n değildir. S u d û r ile ya-



k e n Allah'ın s a d e c e k e n d i z â t ı n ı bildiği-



r a t m a kavramlarını b a ğ d a ş t ı r m a y a çalış-



ni s a v u n m a n ı n Allah'ın yetkinliği ilkesiy-



m a k insanı içinden çıkılmaz çelişkilere



le b a ğ d a ş m a d ı ğ ı



iradesiyle



sonradan



gibi gerekçelerle su-



d û r teorisine ö n e m l i eleştiriler yöneltil-



götürür. "Birden a n c a k bir çıkar" ilkesi gere-



m i ş t i r (bk. SUDÛR).



ğ i n c e z o r u n l u varlık olan Allah'ın k e n d i



3. Fizik. Fârâbî'nin fizik felsefesini an-



zâtini d ü ş ü n m e s i ve bilmesi s o n u c u n d a



l a y a b i l m e k için ö n c e o n u n â l e m tasav-



o n d a n m â n e v î bir g ü ç olan ilk akıl çık-



v u r u n u b i l m e k gerekir. O n a g ö r e â l e m



mıştır. Bu akıl Allah'a nisbetle z o r u n l u ,



b a s i t cisimlerden



k e n d i ö z ü itibariyle m ü m k i n bir varlıktır



ve â l e m i n dışında hiçbir şey y o k t u r , ya-



o l u ş m u ş bir



küredir



ve b u sebeple çokluk karakteri taşımak-



ni o n u n ö t e s i n d e h e r h a n g i



tadır. İlk akıl da zorunlu varlık olan Allah



veya d o l u l u k t a n söz e d i l m e z , şu



bir



boşluk



gibi d ü ş ü n ü r . F a k a t b u akıl h e m kendi-



o n u n m e k â n ı y o k t u r . Bu t e l a k k i y e g ö r e



halde



s i n d e n s u d û r ettiği Allah'ı, h e m d e ken-



â l e m ay ü s t ü ve. ay altı o l m a k ü z e r e iki



olanla



disinin m ü m k i n varlık o l d u ğ u n u d ü ş ü n -



ayrı varlık alanına a y r ı l m a k t a ve ay ü s t ü



s o n r a d a n olan, d e ğ i ş m e y e n l e değişikli-



m e k z o r u n d a d ı r . D ü ş ü n c e d e k i b u farklı-



â l e m i o l u ş t u r a n g ö k k ü r e l e r i n i n esîr de-



ğ e u ğ r a y a n , bir ve m u t l a k olanla çok ve



lık sebebiyle d e ç o ğ a l m a b a ş l a m a k t a d ı r .



n e n , h a v a d a n d a h a h a f i f bir m a d d e d e n



m ü m k i n olan varlıklar a r a s ı n d a k i ilişkiyi



Şöyle ki, ilk aklın Allah'ı d ü ş ü n m e s i n d e n



m e y d a n a geldiği kabul edilmektedir. Ana



belirlemek, böylece b ü t ü n k â i n a t ı hiye-



ikinci akıl, k e n d i s i n i n m ü m k i n varlık ol-



m a d d e l e r i n i n t e k ve basit oluşu sebebiy-



rarşik bir s i s t e m içinde y o r u m l a m a k is-



d u ğ u n u d ü ş ü n m e s i n d e n d e birinci gö-



le zıtları b u l u n m a y a n bu küreler bir mer-



t e m i ş t i r . B u n a g ö r e ilk varlık olan Allah



ğ ü n (felek) nefsi ve m a d d e s i



k e z e t r a f ı n d a kesintisiz o l a r a k



her türlü



iyilik, güzellik ve yetkinliğin



gelmiştir. İkinci akıl d a ilk akla g ö r e zo-



k a y n a ğ ı d ı r . 0 hiçbir şeye m u h t a ç olma-



runlu, ö z ü itibariyle m ü m k i n varlıktır. Bu



Bir b a ş k a ifadeyle g ö k k ü r e l e r i n i n hare-



dığı için h e r h a n g i bir a m a ç d a g ü t m e z .



aklın Allah'ı d ü ş ü n m e s i y l e ü ç ü n c ü



akıl,



keti m e k a n i k değil dinamiktir. Fakat mil-



Zira yüce ve aşkın olan varlık süflî ve ba-



k e n d i s i n i n m ü m k i n varlık o l d u ğ u n u dü-



yarlarca yıldan beri bir d ü z e n içinde ke-



Sudûr



teorisiyle



Fârâbî



ezelî



meydana



şekilde h a r e k e t e t m e k



150 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



dairevî



durumundadır.



FÂRÂBÎ sintisiz dönen bu küreler dinamizmini



larak fizik dünyadaki organik ve inor-



E f l â t u n c u l u k t a n gelen ve ruh telakkile-



nereden almaktadır? Fârâbf'ye göre bun-



ganik varlık türlerinde görülen her türlü



rini içeren literatüre de sahip olduğu bilinmektedir. İşaret edilmesi gereken bir



lar sınırlı birer m a d d î varlık oldukları



oluşum ve değişimi hareket kavramı bağ-



için güçlerinin de sınırlı olması gerekir.



lamında açıklamaktadır. Hareketi "güç



nokta da onun tarafından kullanılan ne-



Zira sınırlı bir niceliğin sınırsız güç kay-



halinden fiil alanına çıkış" diye tarif eden



fis teriminin biyolojik, fizyolojik ve psi-



nağı olması kabul edilemez. İlk ve Or-



filozof, gök cisimlerinin dairevî şekilde



kolojik b ü t ü n aktiviteleri ifade ettiği için



t a ç a ğ l a r d a maddenin çekim gücü bilin-



hareket etmelerine karşılık ay altı ale-



ruh teriminden daha kapsamlı olduğu



mediği için gökkürelerine bu dinamizmi



mindeki



hususudur.



sağlayanın akıl olduğu kabul ediliyordu.



olarak düz yani çizgi boyu hareket et-



Aristo gibi Fârâbî de bir yandan nefsi



Bu anlayışa göre her kürenin madde-



tiklerini belirtir. Hareketin y ö n ü n ü ise



"güç halindeki tabii organik cismin ilk yetkinliği" diye tarif ederken [a.g.e., s.



varlıkların



bir m e k â n a



bağlı



den soyutlanmış kendine özgü bir aklı



maddenin ağır veya hafif oluşu belirler.



vardır ve o akla ulaşmak (onun gibi soyut



Buna göre ağır cisimler çevreden mer-



108) öte yandan nefsin bedenin bir sûre-



bir cevher olmak) için iştiyakla kesintisiz



keze, hafif cisimler ise merkezden çev-



ti olduğunu söyler. Burada nefse güç,



dönmektedir. Her kürenin arzu ve işti-



reye doğru hareket ederler. Ayrıca ha-



yetkinlik (kemal) ve sûret o l m a k üzere



yakı farklı olduğundan d ö n ü ş hızları da



reketi yer değiştirme, d ö n ü ş ü m , artma-



üç nitelik izâfe edildiği görülmektedir.



farklıdır. Fakat sonunda hepsi bir t e k



eksilme, oluş ve bozuluş şeklindeki ge-



Bu husus şöyle bir örnekle açıklanabilir:



varlığı sevme ve arzulamada birleşirler



leneksel ayrımı içinde inceleyen Fârâbî,



Bir buğday tanesi organik bir cisim ol-



ki o da ilk sevgili olan Tann'dır. Gökkü-



bunlardan yer değiştirmenin doğrudan



d u ğ u için güç halinde (potansiyel olarak)



relerinin bir düzene göre iç içe hareket



cevherle ilgili olması sebebiyle hareket



canlı sayılmaktadır. Bu t a n e uygun bir



ederken birbirine t e m a s etmesiyle (bir-



kavramını daha iyi ifade ettiğini, diğer-



ortama



birini etkilemesiyle) ve faal aklın da kat-



lerinin ise arazlara ilişkin olduğunu, ya-



üzere k a b u ğ u n u çatlatır. Bu olayda ta-



bırakıldığı



zaman



çimlenmek



kısıyla ay altı âleminde dört unsur mey-



ni cisimlerdeki biyolojik ve kimyasal de-



nenin sahip olduğu güç fiil haline gele-



dana gelmiştir. Bu olayda gökküreleri-



ğişimleri belirlediğini söyler (el-Mesâ'i-



rek kabuğu çatlatmış ve t a n e önceki



nin farklı hareketi dört unsurun sürat-



lul-felsefiyye,



s. 100-101). Bundan baş-



d u r u m u n a nisbetle gelişerek bir yetkin-



lerinin farklı oluşuna, gökkürelerinin du-



ka filozof diğer bir açıdan hareketi ira-



lik kazanmıştır ki buna ilk yetkinlik den-



rumlarındaki değişiklikler de dört un-



desiz ve iradeli olmak üzere iki kısma



mektedir. Daha sonra bu aktivite devam



surun karışımına ve bunun sonucu mey-



ayırmaktadır. Bitkilerin hareketi irade-



ederek t o h u m



dana gelen cisimlerdeki oluş ve bozulu-



siz, hayvanların ve gökkürelerinin hare-



taneler meydana getirir, bu d u r u m a da



şa (kevn ve fesâd) sebep olmaktadır. Bu-



keti ise iradelidir.



rada şu husus belirtilmelidir ki ay üstü âleminin ay altı âlemini bu derece etkilediğini kabul eden Fârâbî astrolojiye i n a n m a m a k t a ve konuyla ilgili olarak kaleme aldığı erı-Nüket



fîmâ yeşıhhu ve mâ lâ yeşıhhu min ahkâmi'n-rıücûm adlı eserinde astrolojiye bağlı her türlü kehaneti reddetmektedir.



kendi suretinde



başka



son yetkinlik denilir. Buna göre her canlı



Filozofun, klasik fizikte hareket kavramıyla bağlantılı olarak incelenen z a m a n



t ü r ü n e sahip olduğu g ö r ü n ü m ü veren onun nefsidir.



ve m e k â n konularına yaklaşımında her-



Muhtemelen yukarıdaki Aristocu ta-



hangi bir yenilik göze çarpmaz. Ona gö-



rif kendisini t a t m i n etmediği için Fârâbî



re zamanın varlığı hareketle birlikte kav-



Eflâtun gibi nefis-beden ikileminden ha-



ranır; hareket varsa z a m a n da vardır.



reketle nefsin bedenden bağımsız basit



Şu halde zaman, dış dünyada bir ger-



bir cevher olduğu sonucuna ulaşır. Şu



çekliği mevcut olmayıp sadece değişi-



halde nefis fizyolojinin veya sinir hücre-



Küre şeklinde basit birer varlık olan



m e bağlı bir şuur olayıdır. Kesintisiz bir



lerinin bir fonksiyonu değil mânevî bir



dört unsurdan her biri sıcaklık, soğuk-



nicelik olan zamanın en küçük birimine



cevherdir. Ne var ki filozof bu iki yakla-



luk, yaşlık ve kuruluk gibi dört zıt nite-



"an" denmektedir; bir bakıma bu çizgi



şım arasındaki çelişkinin farkındadır; zi-



likten ikisine sahiptir. Bunlardan ilk iki-



ile nokta arasındaki ilişki gibidir, yani



ra nefis sûret ise mânevî cevher, mânevî



si aktif, son ikisi pasiftir. Karışım ola-



an geçmişle gelecek arasında hayalî bir



cevher ise söret olamaz. Bu açmazdan



yında iki zıt nitelik bulunur ve bunlar-



sınırdır. Mekân da z a m a n gibi metafi-



kurtulmak için Fârâbî mahiyeti itibariyle



dan hangisi ötekine üstün gelirse mey-



zik bir kavramdır ve "şudur" diye işa-



nefsin cevher, cisimle olan sıkı ilişkisi



dana çıkan cisimde onun özelliği ağır



retle gösterilecek s o m u t bir şey değil-



sebebiyle de sûret olduğunu söyler. Ta-



basar. Bu anlayışa göre karışım sonu-



dir. Dolayısıyla günlük dildeki bir nes-



biatıyla bu anlayış nefsin bedenle birlik-



cunda sırasıyla taşlar, madenler, bitki-



nenin b u l u n d u ğ u



"yer" ile felsefedeki



te yaratıldığı fikrini de beraberinde getirmektedir. Fakat ölümle birlikte sûret



ler ve hayvanlar ortaya çıkmakta, yüce



"mekân" birbirinden farklıdır. Felsefede



yaratıcının karışımdan istediği en ideal



mekân, kuşatan cismin iç yüzeyiyle ku-



dağılacağına göre bu d u r u m insan nef-



kıvam oluşunca da insan meydana gel-



şatılan cismin dış yüzeyi arasında var



sinin ölümlü olduğu fikrine yol açar ki



mektedir CUyûnül-mesâ'il,



olduğu kabul edilen hayalî bir şeydir.



bu husus aşağıda tartışılacaktır.



Medîrıetül-fâzıla,



s. 69-71; el-



s. 63-78).



4. Psikoloji. Modern psikolojinin kurul-



Fârâbî nefsin basit bir cevher oluşu-



Fârâbî'ye göre fizik, basit olsun birle-



d u ğ u XIX. yüzyıla gelinceye kadar me-



nu, onun m a d d e d e n bağımsız olan kav-



şik olsun tabii cisimlerin ilkelerini, özel-



tafiziğin temel disiplinlerinden biri sayı-



ramları algılayışından, bu işi herhangi



liklerini ve onlardaki değişimi sağlayan



lan psikoloji fizyolojiyle bir arada müta-



bir organa gerek d u y m a d a n yapışından



prensipleri araştıran bir ilimdir. Burada



laa ediliyordu. Hatta Fârâbî'nin yüz de-



ve nihayet zıtları bir hamlede birlikte



şunu da belirtmek gerekir ki genellikle



De Anıma adlı eseri psikolojiden çok bir fizyoloji kitabı niteliğini taşımaktadır. Bunun yanı sıra Fârâbî'nin, Eflâtun ve Yeni



İlk ve Ortaçağ fiziği varlığın menşei, özellikle de hareket teorisi üzerinde yoğunlaşmıştır. Fârâbî de bu anlayışa bağlı ka-



fa o k u d u ğ u n u söylediği Aristo'nun



kavrayışından yola çıkarak kanıtlamakta, m a d d î olan bir şeyin bu aktiviteyi göstermesinin m ü m k ü n olmadığını söylemektedir.



151 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ bir



t u l d u ğ u n u , bir b a ş k a deyişle aklın nasıl



Bu



anlayışla nefsi n e b a t î , hayvanî ve i n s a n î



Bundan



sonra filozof



s o y u t l a m a yaptığını açıklarken Aristo'-



m a d d e d e n t a m b a ğ ı m s ı z bilgilere ulaşır.



o l m a k ü z e r e ü ç k ı s m a ayırarak inceler.



d a n beri M e ş ş â î g e l e n e k t e d e v a m e d e n



Bu sayede insan kendini bildiği gibi küllî



Bunlardan



psikolojik akıllar teorisine b a ş v u r u r . Bu



ve a k s i y o m a t i k bilgilere de s a h i p olur.



ilki b ü t ü n



olarak b u l u n a n



Eflâtuncu



canlılarda



ortak



beslenme, b ü y ü m e



aşamada



akıl



soyutlama



yaparak



ve



d a Aristo'nun g ü ç ve fiil a y r ı m ı n d a n kay-



Bu m e r t e b e d e k i akılla bilgi özdeşleşmiş-



ü r e m e güçlerine sahiptir. Hayvanî ne-



n a k l a n a n bir teoridir. Bu d o k t r i n e g ö r e



t i r ; tıpkı m u m ü z e r i n e basılan d a m g a -



fiste b u n l a r a h a r e k e t ve algı güçleri ka-



g ü ç halindeki bir şey k e n d i l i ğ i n d e n fiil



daki yazı ve m o t i f l e r i n m u m a



tılır. Bu k a t e g o r i d e k i varlıkların hareke-



a l a n ı n a ç ı k a m a z . Şu h a l d e g ü ç halindeki



m u m u n d a artık bir d a m g a y a d ö n ü ş m e -



t i n i n başlıca iki k a y n a ğ ı vardır-. Hoşa gi-



i n s a n aklı k e n d i l i ğ i n d e n bilgi üretemez-,



si gibi. c) M ü s t e f â d akıl. Duyu algılarıyla



deni elde e t m e d o ğ r u l t u s u n d a



hayvanı



o n u n k e n d i dışındaki bir e t k e n tarafın-



hiçbir ilişkisi b u l u n m a y a n bu akıl insanın



t a h r i k e d e n istek g ü c ü ile sevilmeyen,



d a n fiil .alanına çıkarılması gerekir. Bu



ulaşabileceği en y ü k s e k d ü z e y d i r ; sezgi



zararlı



e t k e n sürekli fiil h a l i n d e



bulunmalıdır,



ve i l h a m a açık o l d u ğ u için faal akılla iliş-



m a y ı s a ğ l a y a n ö f k e g ü c ü . Algı g ü c ü d e



aksi h a l d e e t k e n o l a m a z . Böyle bir ge-



ki k u r m a i m k â n ı n a sahip b u l u n m a k t a d ı r .



iki



Bunlar



rekçeden yola çıkan Aristo, g ü ç halinde-



İnsan teorik d ü z e y d e d ü ş ü n m e ve akıl



b e ş d u y u ile hayal (mütehayyile), v e h i m ,



ki i n s a n aklına d ı ş a r ı d a n tesir e d e n ve



y ü r ü t m e i m k â n ı n a b u akıl sayesinde ula-



d ü ş ü n m e ve h a t ı r l a m a



d a i m a a k t i f d u r u m d a b u l u n a n bir f a a l



şır. Fârâbî, s i s t e m i n i n b ü t ü n ü n e



aklın varlığından söz e t m i ş t i r .



Böylece



olan hiyerarşinin b u r a d a d a söz k o n u s u



n u d a Fârâbî'nin ortak duyu ile hayal güç-



katı bir rasyonalist o l a r a k bilinen Aris-



o l d u ğ u n a dikkat çeker ve bir önceki aklın



leri a r a s ı n d a kesin bir ayırım y a p m a d ı ğ ı



to, bilginin irrasyonel bir k a y n a k t a n gel-



sonraki için m a d d e , o n u n da s û r e t duru-



d i k k a t i ç e k m e k t e d i r . Ayrıca filozof ve-



diğini s a v u n m a k l a b u k o n u d a eleştirdiği



munda



h i m g ü c ü n ü hayvanlardaki i ç g ü d ü karşı-



hocası E f l â t u n ' a hayli y a k l a ş m ı ş gözük-



'akl, s. 49-56; el-Medînetü'l-fâzıla,



lığında kullanırken b u insanlarda düşün-



m e k t e ve f a a l aklın varlığını k a b u l et-



104; c C l y û n ü i - m e s â ' i l , s. 74-75).



m e g ü c ü (müfekkire) o l a r a k t e z a h ü r et-



m e k l e de İşrâkîiiğe kapı a ç m ı ş bulun-



m e k t e d i r (el-Medînetü'l-fâzıla,



maktadır.



ve



korkulu



kaynaktan



şeylerden



uzaklaş-



beslenmektedir.



şeklindeki



psi-



kolojik g ü ç l e r d e n o l u ş m a k t a d ı r . Bu ko-



c



Uyûnul-mesâ'il,



s. 87-100;



s. 74; et-Ta clîkât,



s. 38-



39, 47, 50-91). Nefsin en g e l i ş m i ş kısmı olan insanî nefse ise " d ü ş ü n e n nefis" (ennefsü'n-nâtıka) adı v e r i l m e k t e d i r ki b u d a a k ı l d a n ibarettir. 5. Bilgi Teorisi. Fârâbî bilginin kayna-



m ı n ı çeşitli eserlerinde b ü t ü n



boyutla-



hâkim



b u l u n d u ğ u n u belirtir ( M e câ n i ' l s. 101-



6. Eflâtun'la Aristo'yu Uzlaştırma Çabası. Helenistik ve p a t r i s t i k



İslâm filozofları a r a s ı n d a akıl kavra-



geçmesi,



dönemlerde



birçok filozof, felsefenin birliği tezini sav u n m a amacıyla Eflâtun'la öğrencisi Aris-



rıyla inceleyen d ü ş ü n ü r Fârâbî o l m u ş t u r .



to'nun



Özellikle Me câni'l- cakl



adlı risâiesinde



d o ğ r u l t u s u n d a çeşitli eserler k a l e m e al-



b u t e r i m i n h a l k dilinde, k e l â m t e r m i n o -



mışlardır. İslâm filozofları içinde yalnız



lojisinde, A r i s t o ' n u n ff. Analitikleri



felsefî



doktrinlerini



uzlaştırma



nde,



Fârâbî, b u iki f i l o z o f u n sistemleri ara-



altıncı kitabın-



sında t e m e l e ilişkin bir f a r k b u l u n m a d ı -



ğ ı n ı n d u y u l a r o l d u ğ u n u s a v u n a r a k Ef-



Nikomakhos



l â t u n ' u n " d o ğ u ş t a n bilgi" teorisini red-



d a , D e Anima



deder. O n a g ö r e yeni d o ğ m u ş bir çocu-



a n l a m l a r a geldiğini t a r t ı ş m a k t a d ı r . Ona



ğ u n u i s p a t için el-Cem c



ğun



düşünme



g ö r e akıl öncelikle a m e l î ve nazarî o l m a k



yi'l- hakîmeyn



m e l e k e l e r i n e ve algı aracı d u r u m u n d a k i



ü z e r e ikiye ayrılır. A m e l î akıl, i n s a n a öz-



Ş ü p h e s i z Fârâbî açısından b u u z l a ş t ı r m a



d u y u o r g a n l a r ı n a sahiptir. Bu o r g a n l a r



gü her türlü



teşebbüsünün



vasıtasıyla çocuk bilinçsiz olarak dış dün-



k o y m a d a e t k e n olan akıldır. Nazarî akıl



s e b e p filozofun "tek h a k i k a t " ilkesine sı-



y a d a n sürekli izlenimler alır. Z a m a n için-



ise nefis cevherinin gelişip o l g u n l a ş a r a k



kı sıkıya bağlı o l u ş u d u r . O n a g ö r e haki-



d e b ö l ü k p ö r ç ü k ve gelişigüzel oluşan b u



akıl cevherine d ö n ü ş m e s i n d e n ibarettir.



k a t t e k t i r , t e a d d ü t e t m e z . Bu iki filozof



bilgi birikimi ş u u r u n t e ş e k k ü l ü ile ifade-



Özne-nesne ilişkisinde d u y u l a r d a n



ge-



da hakikati dile getirdiklerine göre, muh-



sini b u l u n c a bazıları ç o c u ğ u n bunları do-



len izlenimler n a z a r î akıl t a r a f ı n d a n ü ç



telif z a m a n ve z e m i n d e değişik terimler-



ğ u ş t a n g e t i r d i ğ i n i z a n n e d e r l e r . Halbuki



a ş a m a l ı bir d e ğ e r l e n d i r m e y e t â b i tutu-



le ortaya koydukları fikirler ilk b a k ı ş t a



akıl d u y u deneylerinden b a ş k a bir şey



lur ve her a ş a m a d a k i bilgi akıl o l a r a k



farklıymış gibi g ö z ü k s e d e bunları yo-



değildir. Bu deneyler n e k a d a r çok olur-



adlandırılır, a) G ü ç halindeki akıl (el-ak-



r u m l a m a k suretiyle bir o r t a k



sa i n s a n zihni o k a d a r m ü k e m m e l a k l a



lü'l-heyülânî, el-akl bi'l-kuvve). Bir b a k ı m a



u z l a ş t ı r m a k ve böylece f e l s e f e n i n birli-



s a h i p sayılır. Şu var ki d u y u l a r nesneleri



nefis veya n e f s i n bir c ü z ü ya d a gücü-



ğini ortaya



b u l u n d u k l a r ı şekliyle algıladığı için d u y u



d ü r . Varlığa ait r e n k ve şekilleri soyut-



yandan



bilgileri tikeldir; akıl ise b u n l a r ı n analiz



layarak k a v r a m haline g e t i r m e g ü c ü n e



f i l o z o f u n dinle felsefeyi d e u z l a ş t ı r m a k



ve sentezini gerçekleştirip t ü m e l i n bilgi-



s a h i p olan b u akıl, üzerine d a m g a ba-



d u r u m u n d a olduğu kendiliğinden



sine ulaşır ve m u k a y e s e l e r y a p a r a k yeni



s ı l m a m ı ş p ü r ü z s ü z m u m gibidir; faal ak-



d e m e g e l m e k t e d i r ki esasen o n u n sistem i n i n b ü t ü n ü n d e b u h u s u s açıkça görül-



zihni



bomboştur; fakat



Ahlâkı'nin



ve Metafizika'da



dengeli davranışı



hangi



ortaya



ğını, farklılığın b a s i t ve yüzeysel oldu-



beyne



re'ye-



adlı bir eser y a z m ı ş t ı r . arkasında yatan



koymak



gerçek



paydada



mümkündür.



h a k i k a t i n birliğini s a v u n a n



Öte bir gün-



bilgiler üretir. Aklî bilginin t e m e l i n i du-



lın etkisi o l m a d a n kendiliğinden faaliye-



yu bilgileri o l u ş t u r d u ğ u için filozof son-



t e geçip s o y u t l a m a y a p a r a k bilgi ürete-



m e k t e d i r . Sonuç olarak Fârâbî Eflâtun'la



r a d a n Kant'ın da tekrarlayacağı şu cüm-



mez. Filozof b u d u r u m u güneşle göz ara-



A r i s t o ' n u n görüşlerini u z l a ş t ı r m a çaba-



leyi ısrarla vurgular: "Duyu verileri dışın-



sındaki ilişkiyle izah eder; nasıl ki g ü n e ş



sında başarılı o l a m a m ı ş s a d a b u h u s u s ,



d a aklın k e n d i s i n e ö z g ü bir işi y o k t u r "



ışığını g ö n d e r i p çevreyi a y d ı n l a t m a d ı k ç a



o n u n e n g i n bir d ü ş ü n c e d ü n y a s ı n a s a h i p



(el-Cem c, s. 99).



g ö z varlığa ait r e n k ve şekilleri algılaya-



o l d u ğ u n u g ö s t e r m e s i ve b a ş k a eserlerin-



m a z s a f a a l akıl d a feyzini g ö n d e r m e d i k -



d e r a s t l a n m a y a n bazı g ö r ü ş l e r i n e ulaş-



davranan



çe insanın sahip o l d u ğ u b u pasif akıl hiç-



maya i m k â n sağlaması açısından önem-



izlenimlerin



bir şey bilemez, b) Fiil halindeki akıl. G ü ç



lidir (bk. el-CEM' BEYNE RE'YEYİ'l-HAKÎ-



akıl t a r a f ı n d a n nasıl bir işleme t â b i tu-



halindeki akim a k t i f d u r u m a geçmesidir.



MEYN).



Bilginin kaynağı k o n u s u n d a buraya kadar t a m Fârâbî,



bir sensualist gibi duyulardan



gelen



152



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ 7. A h l â k . Fârâbî'nin a h l â k felsefesinin t e m e l i n i e ğ i t i m ve iyi davranışlar, hedefini ise m u t l u l u k



son



li davranışları k a z a n m a ve k a z a n d ı k t a n



ni g ö s t e r m e y e y e t m e y e c e ğ i n i



sonra



k o n u s u n d a sürekli



rek m u t l u l u k olayında dost, servet, sağlık, siyasî n ü f u z , soyluluk ve m ü k e m m e l



onları koruma



söyleye-



oluşturmaktadır.



ve ciddi çaba göstermesi gerekir. Erdem-



İnsan m u t l u o l m a k için y a r a t ı l m ı ş t ı r ve



li davranışın n e o l d u ğ u h u s u s u n a gelin-



bir fizikî yapıya s a h i p o l m a gibi dış fak-



sınırlı d a olsa b u m u t l u l u ğ u t e k b a ş ı n a



ce, b u k o n u d a F â r â b î A r i s t o gibi d ü ş ü n -



törlerin de ö n e m l i payı b u l u n d u ğ u n u be-



g e r ç e k l e ş t i r m e g ü ç ve i m k â n ı n a sahip-



m e k t e ve ifrat-tefrit d e n e n iki aşırı uç-



lirtir (bk. Kaya, s. 242). F a k a t Fârâbî b u



tir. Ş ü p h e s i z her insanın iradeli davra-



t a n u z a k , eksiği ve fazlası o l m a y a n den-



gerçekleri hiç h e s a b a



nışlarının belli bir a m a c ı vardır; b u hu-



geli



siz b u d u r u m , o n u n m i s t i k t a v r ı n d a n ve



bir davranışa



önem



vermektedir.



ay altı â l e m i n d e o r g a n i k ve



Şüphe-



inorganik



s u s a r a ş t ı r ı l d ı ğ ı n d a g ö r ü l ü r ki insan da-



Meselâ yiğitlik korkaklıkla



ima



c ö m e r t l i k cimrilikle s a v u r g a n l ı k arasın-



varlıklarda ortaya çıkan her t ü r l ü akti-



a m a ç e d i n m e k t e ve o d o ğ r u l t u d a hare-



d a dengeli, dolayısıyla erdemli birer dav-



viteyi m a h i y e t i d a h i b i l i n m e y e n f a a l ak-



k e t e t m e k t e d i r . F a k a t bazı a m a ç l a r da-



ranıştır. Ne var ki a h l â k î faziletler söz



la b a ğ l a m a d ü ş ü n c e s i n d e n



ha m ü k e m m e l i elde e t m e k için a r a ç sa-



k o n u s u o l d u ğ u n d a orta yolu b u l m a k nis-



maktadır.



yılırken bazıları d o ğ r u d a n a m a ç t ı r ve hiç-



b e t e n kolay olsa d a bilgi ve a d a l e t gibi



Ö t e y a n d a n Fârâbî'nin m u t l u l u k anla-



bir şeye araç o l a m a z . Meselâ ilâç kullan-



e r d e m l e r d e b u h u s u s yeterince belirgin



yışının İ s l â m ' d a k i m u t l u l u k telakkisiyle



m a a m a ç değil sağlığa k a v u ş m a k için bir



değildir ( a.g.e., s. 36-40).



iyi ve m ü k e m m e l



olanı



kendisine



a r a ç t ı r ; ilim ise d o ğ r u d a n a m a ç olacağı gibi m a k a m , mevki, ş ö h r e t ve servete araç yapılabilmektedir. M u t l u l u k öyle bir d e ğ e r d i r ki hiçbir şeye araç olmayıp doğrudan



doğruya



amaçtır.



Çünkü



insan



m u t l u l u ğ u elde e t t i k t e n sonra her t ü r l ü t a t m i n i o n d a b u l u p b a ş k a hiçbir şeye ih-



saldırganlık,



katmaz.



d e b a ğ d a ş ı r bir yanının



kaynaklan-



bulunmadığına



F â r â b î b ü t ü n insanlığın s a h i p o l d u ğ u



işaret e t m e k gerekir. Zira İslâm'a g ö r e



faziletleri nazarî, fikrî, a h l â k î ve a m e l î



bir m ü m i n için en yüce m u t l u l u k Allah'ın



o l m a k ü z e r e d ö r t k a t e g o r i d e değerlen-



rızâsını k a z a n m a k t ı r . B u n u n s o n u c u n d a



dirir. Nazarî faziletler, a priori ve aksi-



m ü m i n c e n n e t e ve Allah'ın cemâlini mü-



y o m a t i k bilgi t ü r l e r i n d e n başlayarak bü-



şâhedeye



t ü n t e o r i k ilim dallarını ve varlığın



en



ilâhî e m i r ve yasakları titizlikle uygula-



nâil olacaktır.



Bu d a



ancak



son ve e n y ü k s e k ilkesi olan Allah ile



m a k , a h l â k î faziletleri h a y a t ı n vazgeçil-



tiyaç d u y m a z ( F u ş û l ü l - m e d e n î , s. 62; et-



m â n e v î varlıklar h a k k ı n d a k i bilgileri ifa-



m e z ilkesi s a y m a k ve t a k v â



Tenbîh,



de eder. Ancak halkın teorik alandaki bil-



s a m i m i bir dinî h a y a t s ü r m e k l e gerçek-



s. 47-491



A n c a k bazı



insanlar



m u t l u l u ğ u servette, bazıları m a d d î hazlarda, bazıları politik g ü ç t e , bazıları d a bilgide a r a r ; Fârâbî'ye g ö r e ise g e r ç e k ve en y ü k s e k m u t l u l u k bilgiyle aydınlanm a k t ı r . Bu d a i n s a n aklının



olgunlaşıp



f a a l akılla i r t i b a t k u r m a s ı (ittisal) ve evrensel bilgiyle aydınlanması olayıdır. Böyle bir m u t l u l u ğ a s ı r a d a n i n s a n l a r değil a n c a k p e y g a m b e r l e r ve filozoflar ulaşabilir. Şu h a l d e bu m u t l u l u ğ u n



gündelik



dildeki m u t l u l u k l a yani b e d e n î haziarla, r e f a h veya geçici t a t m i n l e r l e bir ilgisi y o k t u r . G e r ç e k m u t l u l u k , i n s a n aklının m a d d e n i n h â k i m i y e t i n d e n b ü t ü n ü y le sıyrılıp m â n e v î bir varlık olan faal aklın feyziyle a y d ı n l a n m a s ı ve o n d a n



pay



almasıdır.



t ü l ü ğ e eşit ölçüde yatkın olarak doğar. Şüphesiz bu d u r u m , ahlâk eğitimin önemli



gileri yüzeysel o l u p genel k a b u l l e r e da-



leşir. Bu şekilde d a v r a n a n k i m s e n i n sos-



y a n ı r k e n seçkinlerin bilgisi m a n t ı k î ka-



yal ve k ü l t ü r e l s t a t ü s ü n e olursa olsun



nıtlara d a y a n m a k t a d ı r .



din onu h e m dünyada h e m de âhirette



Fikrî faziletler,



d ü ş ü n m e g ü c ü n ü n f e r t ve m i l l e t için en yararlı olanı a r a ş t ı r m a çabasıdır. Özel-



ve alışkanlıkların olduğunu



konusunda son



derece



göstermektedir.



Her



mutlu saymaktadır. 8. Siyaset. E r d e m l i bir h a y a t ı n a n c a k



likle b u e r d e m i n ahlâkçılarla k a n u n ko-



ideal bir t o p l u m d a



yucularda



Bununla



şüncesi t a r i h b o y u n c a filozof ve şairler



birlikte s a n a t t a ve p r a t i k h a y a t t a fay-



için tatlı bir hayal o l m u ş t u r . E f l â t u n ' u n



bulunması



gerekir.



gerçekleşeceği



dü-



dalı ve g ü z e l olanı araştırıp ortaya koy-



Devlet



m a faaliyeti h e p f i k r î faziletlerin ü r ü n ü -



realiteden u z a k ü t o p i k devlet d ü z e n i n e



d ü r . A h l â k î faziletler insanın iradeli dav-



b e n z e r bir d ü ş ü n c e y e ilk d e f a Fârâbî'nin



ranışlarında



her t ü r l ü



aşırılıktan



uzak



olarak iyiyi, doğruyu ve güzeli a m a ç edinmesidir. Bu k o n u d a e ğ i t i m ve ö ğ r e t i m i n ö n e m i b ü y ü k t ü r . A m e l î faziletler, insanın çeşitli s a n a t ve mesleklere karşı eğilimlerini geliştirerek o a l a n d a iyi yetiş-



Fârâbî'ye g ö r e her insan iyiliğe ve kö-



ölçüsünde



m e s i a n l a m ı n a g e l m e k t e d i r . Fârâbî b u a l a n d a k i e r d e m l e r i n gelişmesi için teşvik, r e k a b e t ve yerine g ö r e z o r l a m a n ı n gerekli o l d u ğ u n u söyler ( Tahsîlus-sa'â-



de, s. 68-76).



diyalogunda



el-Medînetü'l-lâzıla'smöa



tasarımını



ve



verdiği



kısmen



d i ğ e r eserlerinde r a s t l a n m a k t a d ı r . Fârâbî öncelikle devletin menşei meselesini t a r t ı ş ı r ; i n s a n t o p l u l u k l a r ı bir arad a y a ş a m a ve devlet d e n e n en ü s t düzeyde t e ş k i l â t l a n m a fikrini n e r e d e n alm ı ş l a r d ı r ? Bu soruya şu cevaplar verilebilir.- a) Genel varlık p l a n ı n d a k i



düzeni



g ö r e n i n s a n t o p l u l u k l a r ı k e n d i aralarınd a d a böyle bir s i s t e m k u r m a y ı d ü ş ü n m ü ş olabilirler (ontolojik teori), b) Kendi



nihaî



v ü c u d u n d a kalp, beyin ve çeşitli fonksi-



ğ u için y a p a r a k ve y a ş a y a r a k öğrenilir.



a m a ç m u t l u l u k olmakla birlikte t a m a m e n



yonlara s a h i p iç ve dış o r g a n l a r ı n koor-



Nasıl ki h e r h a n g i bir s a n a t ı ö ğ r e n i p o



m e t a f i z i k ve m i s t i k bir k u r u n t u d a n iba-



dineli bir şekilde çalışmasını, kalbin bey-



k o n u d a gerekli beceriyi k a z a n m a k için



ret olan b u m u t l u l u k anlayışının insanın



ne, o n u n d a d i ğ e r o r g a n l a r a



çok a l ı ş t ı r m a y a p m a y a ve t e k r a r a ihti-



beklentileri ve hayatın gerçekleriyle hiç-



etmesini örnek alan insanoğlu



y a ç varsa ahlâklı o l a b i l m e k için d e iyi ve



bir ilişkisi b u l u n m a m a k t a d ı r . Ç ü n k ü mut-



g e r ç e k l e ş t i r m i ş olabilir (biyo-organik te-



ş e y d e n ö n c e a h l â k p r a t i k bir ilim oldu-



Fârâbî'nin



ahlâk



felsefesinde



kumanda devleti



g ü z e l davranışları b e n i m s e y i p onları h u y



lu o l m a k için d ü ş ü n c e hayatının ve ahlâ-



ori). c) İnsan d o ğ u ş t a n m e d e n î bir varlık-



ve ikinci bir k a r a k t e r haline g e t i r m e y e



kî faziletlerin t e k b a ş ı n a yeterli olmaya-



tır. Tek b a ş ı n a ü s t e s i n d e n gelemeyece-



ihtiyaç vardır. A h l â k alışkanlıklar sonu-



cağı t a r t ı ş m a



ği ihtiyaçlarını karşılayabilmek için iş bö-



götürmez



bir



gerçektir.



değişebilmekte-



Dünyevî hiçbir şeye s a h i p o l m a y a n biri-



l ü m ü n ü n ve d a y a n ı ş m a n ı n en yüksek dü-



s. 30-31). Şu h a l d e



ni m u t l u s a y m a k m ü m k ü n m ü d ü r ? Ni-



zeyde gerçekleşeceği b ü y ü k ç a p t a bir ör-



insanın m u t l u l u k t a n pay alabilmesi için



t e k i m Aristo, bir t e k kırlangıcın veya sa-



g ü t l e n m e y i d ü ş ü n e r e k devleti k u r m u ş -



kendisini m u t l u l u ğ a g ö t ü r e c e k erdem-



dece güneşli bir g ü n ü n b a h a r ı n geldiği-



t u r (fıtrat teorisi), d) İnsan toplulukları-



cu k a z a n ı l d ı ğ ı n a dir (Fuşûlü'l-medenî,



göre



153



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ n m bir a r a d a y a ş a m a s ı n ı s a ğ l a y a c a k iki



ci içinde görevlerini y a p m a k



ö n e m l i g ü ç v a r d ı n Sevgi ve a d a l e t . Mut-



dadırlar. B u r a d a b a ş k o o r d i n a t ö r o l a r a k



g a m b e r ile f i l o z o f u n ü s t ü n



lu o l m a gayesiyle yaratılan i n s a n m u t -



devlet b a ş k a n ı n ı n ö n e m i ortaya çıkmak-



birleştirmek istemiştir



l u l u k t a n t a m o l a r a k nasibini a l a b i l m e k



tadır. Fârâbî faziletli devletin ideal baş-



zıla, s. 117-174;



için a d a l e t i gerçekleştirecek g ü ç l ü



k a n ı n d a şu nitelikleri a r a r :



s. 69-107).



bir



durumun-



Mükemmel



şahsında yani İslâm halifelerinde Hz. Peyözelliklerini



(el-Medînetü'l-fâ-



es-Siyâsetul-mederıiyye,



k u r u l u ş a ihtiyaç d u y m u ş ve b u a m a ç l a



bir fizikî yapı, sağlıklı a n l a m a ve değer-



9. Din Felsefesi. İslâm d ü n y a s ı n d a he-



devleti m e y d a n a g e t i r m i ş t i r (adalet teo-



l e n d i r m e y e t e n e ğ i , g ü ç l ü h â f ı z a , kıvrak



n ü z felsefe hareketleri b a ş l a m a d a n ön-



risi).



z e k â , i f a d e ve ü s l û p güzelliği, bilim sev-



ce



gisi ve t u t k u s u , yeme, içme, oyun, eğlen-



a l a n ı n a giren meseleleri b ü t ü n boyutla-



D a h a sonra Fârâbî'nin i n s a n topluluk-



Mutezile



kelâmcıları



din



felsefesi



larını sınıflandırdığı g ö r ü l ü r ve b u n u ya-



ce ve cinsel ilişki gibi geçici k a b a hazla-



rıyla t a r t ı ş ı p t e m e l l e n d i r m e y e çalışmış-



p a r k e n ihtiyaç, d a y a n ı ş m a ve a h l â k î yet-



ra d ü ş k ü n o l m a m a , d o ğ r u l u k ve dürüst-



lardı. D a h a sonra b u meseleler, kelâm-



kinliği



d a n felsefeye geçişi s a ğ l a y a n Y a ' k ü b b.



bir



lük sevgisi, kişilik sahibi ve insanlık onu-



kriter o l a r a k d a i m a g ö z ö n ü n d e bulun-



runa d ü ş k ü n o l m a , a d a l e t sevgisi, karar-



İshak el-Kindî t a r a f ı n d a n farklı bir yön-



d u r u r . B u n a g ö r e insan toplulukları t a m



lılık ve u y g u l a m a cesareti, g ö n ü l zengin-



t e m l e ele a l ı n a r a k y o r u m l a n m ı ş , Fârâbî



gerçekleştirebilme



imkânını



g e l i ş m i ş ve az g e l i ş m i ş o l m a k ü z e r e iki-



liği ve t o k g ö z l ü l ü k . Bu on iki t e m e l ni-



ile d e e n o l g u n d ü z e y e k a v u ş t u r u l m u ş -



ye ayrılabilir. T a m g e l i ş m i ş olan toplu-



t e l i ğ e s a h i p b u l u n a n bir k i m s e h e m er-



t u r . Filozofun, din felsefesinin en t e m e l



luklar k ü ç ü k (şehir), orta (devlet) ve bü-



d e m l i devletin h e m milletin h e m d e bü-



meseleleri olan ulûhiyyet, n ü b ü v v e t ve



y ü k (birleşik devletler) diye ü ç g r u b a ay-



t ü n y e r y ü z ü n ü n reisi ve i m a m ı d ı r .



m e â d k o n u l a r ı n a dair d ü ş ü n c e l e r i şöy-



rılır. Az g e l i ş m i ş t o p l u l u k l a r d a aile, so-



Fârâbî, b ü t ü n b u özelliklerin bir insan-



k a k , m a h a l l e ve köy o l m a k ü z e r e d ö r d e



d a b u l u n m a s ı n ı n g ü ç bir şey o l d u ğ u n u n



ledir: a) Ulûhiyyet. İnsan aklının ulaşabildiği



ayrılır.



f a r k ı n d a d ı r . Bu d u r u m d a yapılacak şey,



en genel k a v r a m varlık, en k u t s a l kav-



a ş a ğ ı d a k i altı özelliği t a ş ı y a n yeni baş-



r a m ise Tann'dır. Fârâbî'ye g ö r e m a n t ı k



çeken



k a n ı n bir önceki b a ş k a n ı n k o y d u ğ u ka-



b a k ı m ı n d a n varlık d e n e n şey h a k k ı n d a



h u s u s eski Y u n a n ' d a böyle bir sınıflan-



nunları u y g u l a m a s ı olacaktır. Bu özellik-



"zorunludur, m ü m k i n d i r " şeklinde a n c a k



d ı r m a n ı n bulunmayışıdır. Ç ü n k ü o n l a r d a



ler şunlardır: Bilge o l m a k ,



iki i f a d e kullanılır. Z o r u n l u varlık (vâci



aile ve sitenin ö t e s i n d e devlet veya bir-



k o y d u ğ u k a n u n ve töreleri b i l m e k , ön-



bü'l-vücûd) ö z ü itibariyle z o r u n l u olandır.



leşik devletler fikri yoktur. Halbuki Fârâ-



cekilerin g ö r ü ş beyan e t m e d i ğ i bir ko-



O n u n varlığı bir a n için y o k farzedildi-



bî'nin devlet felsefesinde nihaî a m a ç bü-



nuda kanun



t ü n insanlığı içine alacak, a h l â k î erdem-



f o r m a s y o n u n a , yeni bir meseleyi çöze-



yol a ç a r ve b u t a k d i r d e varlığın oluşumu,



Filozofun m e d e n î t o p l u l u k l a r ı b u şekilde s ı n ı f l a n d ı r m a s ı n d a



dikkati



öncekilerin



koyabilecek k a d a r



hukuk halka



ğinde bu d u r u m



mantıkî



imkânsızlığa



leri ilke e d i n m i ş , iş b ö l ü m ü ve sosyal da-



bilecek ü s t ü n zekâya, k a n u n l a r ı



y a n ı ş m a n ı n en m ü k e m m e l şekilde ger-



k a b u l e t t i r e b i l m e k için ü s t ü n ikna kabi-



her şeye r a ğ m e n irade d ı ş ı n d a meyda-



çekleştiği, sevgi ve saygının yaygın oldu-



liyetine ve savaş sırasında aldığı karar-



n a gelen birçok olay izah e d i l e m e z olur.



ğ u , h u k u k î ve sosyal adaletin t a m olarak



ları y ü r ü t e c e k irade ve k u d r e t e



u y g u l a n d ı ğ ı birleşik devletlerdir.



bulunmak.



sahip



genel varlık p l a n ı n d a k i



düzen



ve



Filozofa g ö r e Tanrı h a k k ı n d a y o k l u k t a n söz edilemez; varlığının hiçbir sebebi bul u n m a m a k t a d ı r ve var olan her şeyin ilk



Fârâbî, m e d e n î t o p l u l u k l a r ı n tasnifin-



Bu ü s t ü n niteliklerin hepsi bir kişide



d e n s o n r a devlet (medînel şekilleri üze-



bulunmayabilir. O t a k d i r d e devleti iki ki-



r i n d e d u r a r a k b u k o n u d a faziletli olan



şi yönetecektir. B u n l a r d a n biri kesinlikle



ve o l m a y a n devlet diye başlıca iki toplu-



bilge olacak, öteki ise d i ğ e r özelliklere



l u k t a n s ö z eder. Faziletli devletin sade-



s a h i p b u l u n a c a k t ı r . Bu niteliklerden her



ce bir şekli b u l u n u r k e n faziletsiz dev-



biri ayrı kişilerde b u l u n d u ğ u



letler sapık, f â s ı k , d e ğ i ş e b i l e n ve cahil



devlet altı erdemli b a ş k a n t a r a f ı n d a n yö-



d e f a Fârâbî'nin ortaya k o y d u ğ u b u on-



o l m a k üzere d ö r d e ayrılır. B u n l a r d a n ca-



netilecek d e m e k t i r . E ğ e r devleti yöne-



tolojik delil z o r u n l u ve m ü k e m m e l kav-



hil devletin d e altı ayrı şekli b u l u n m a k -



t e n k a d r o d a altı nitelikten beşi b u l u n u p



r a m l a r ı n d a n yola çıkılarak



t a d ı r . B ü t ü n b u devlet şekillerinin sınıf-



bilgelik b u l u n m a y a c a k olursa o e r d e m l i



için b u k o n u d a k i k o z m o l o j i k delillerden



l a n d ı r ı l m a s ı n d a devlet reisinin zihnî ve



devlet b a ş k a n s ı z sayılır ve her a n teh-



d a h a çok d o y u r u c u s a y ı l m a k t a d ı r . Daha



a h l â k î yapısının, idarecilerin a d a l e t , hu-



likeyle y ü z yüzedir. E ğ e r bir bilge kişi



sonra b u delil İbn Sînâ ve St. A n s e l m ta-



k u k , a h l â k ve insanlık anlayışlarının be-



bulunamayacak



lirleyici rolü vardır.



yıkılır.



olursa



sebebi O'dur; hiçbir şey O ' n u n varlığına delil o l a m a z , a k s i n e O her şeyin delilidir. Şu h a l d e O ' n u n varlığı t a m ve m ü k e m meldir.



takdirde



giderek



devlet



Allah'ın varlığını i s p a t k o n u s u n d a



ilk



hazırlandığı



r a f ı n d a n geliştirilmiş, Descartes, Spinoza ve Leibniz gibi filozofiarca d a farklı şekillerde i f a d e edilmiştir.



Filozof, erdemli devleti biyoorganik açı-



F â r â b î ' n i n faziletli bir t o p l u m meyda-



d a n sağlıklı bir b e d e n e benzetir. Önemi-



n a g e t i r m e k üzere t a s a r ı m ı n ı verdiği er-



M ü m k i n varlığa gelince o ö z ü itibariy-



n e g ö r e b e d e n d e her o r g a n ı n bir görevi



d e m l i devletin E f l â t u n ' u n ü t o p i k devle-



le z o r u n l u o l m a y a n d ı r , varlığı y o k sayıl-



vardır ve bunların verimli çalışmaları kal-



t i n i n izlerini t a ş ı d ı ğ ı n d a ş ü p h e y o k t u r .



d ı ğ ı n d a h e r h a n g i bir m a n t ı k î imkânsız-



be bağlıdır. Tıpkı b u n u n gibi devletin ku-



Filozofların kral ve kralların filozof ol-



lık ortaya ç ı k m a z ; o n u n y o k l u ğ u



r u m ve kuruluşlarının d a verimli ve koor-



m a s ı n ı ö n e r e n E f l â t u n ' d a n farklı o l a r a k



varlık d ü z e n i içinde f a r k bile



genel



edilmez.



dineli çalışmaları devlet b a ş k a n ı n ı n ka-



Fârâbî, kişinin d ü n y a ve â h i r e t m u t l u l u -



Başka



biliyet ve t u t u m u y l a ilgilidir. A n c a k k a l p



ğ u n u ve t o p l u m u n dirlik ve d ü z e n l i ğ i n i



sine giren varlıkların bir sebebi bulun-



ve d i ğ e r o r g a n l a r görevlerini tabii ola-



sağlayacak bir n i z a m v a a d e d e n Kur'ân-ı



m a k t a ve b u n l a r varlıklarını



başkasın-



r a k y a p a r k e n devletteki k u r u m ve kuru-



Kerîm'in ortaya k o y d u ğ u h a y a t tarzını



dan



varlıkların



luşlar hiyerarşik s i s t e m içinde k e n d i ka-



d a d i k k a t e a l a r a k "ilk reis" ve " i m a m "



sebeplilik zincirinde s o n s u z a d e k s ü r ü p



biliyet, irade ve s o r u m l u l u k l a r ı n ı n bilin-



diye nitelediği ideal devlet



gitmeleri imkânsız o l d u ğ u n d a n



başkanının



154 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



bir i f a d e ile m ü m k i n



almaktadırlar.



Mümkin



kategori-



en so-



FÂRÂBÎ n u n d a zorunlu bir ilk varlıkta



nihayet



A n c a k Allah'ın bilgisi küllî ve z a m a n üs-



lozof olan Fârâbî nübüvveti, akılla nakli



b u l m a l a r ı gerekir. İşte bu ilk varlık Tan-



t ü o l d u ğ u n d a n bu k o n u d a geçmiş, ş i m d i



veya felsefe ile dini bir o r t a k p a y d a d a



n ' d ı r ( c U y u n u l - m e s â ^ i l , s. 66-67). Fârâ-



ve gelecek gibi m ü m k i n varlıklar alanın-



t o p l a m a y a en elverişli vasıta olarak gö-



bî'nin m ü m k i n varlık k a v r a m ı n d a n yola



d a geçerli olan z a m a n a ait birim ve kav-



rür; b u n u n için d e vahyin mahiyetini, ul-



çıkarak Tanrı'nin varlığını ispata yönelik



r a m l a r söz k o n u s u değildir. Zira Allah'ın



vî â l e m l e süflî â l e m arasındaki



bu y ö n t e m i d e " i m k â n delili" adıyla anıl-



kendi zâtını bilmesi, her şeyi bilmesi ve



sağlayan p e y g a m b e r i n vahyi nasıl aldı-



ilişkiyi



m a k t a d ı r . B u n l a r d a n b a ş k a o n u n Aris-



varlığın m e y d a n a gelmesi için yeter se-



ğını k e n d i n e has bir y ö n t e m l e



t o ' d a n beri bilinen hareket delili, kelâm-



b e p sayılmaktadır. Bu da ilim, irade ve



m a y a çalışır. Filozofun birçok p r o b l e m i



cıların çokça b a ş v u r d u ğ u h u d û s delili ile



k u d r e t s ı f a t l a n a r a s ı n d a bir f a r k bulun-



ç ö z m e d e sihirli bir f o r m ü l gibi başvur-



gaye ve n i z a m delili gibi kozmolojik delil-



m a d ı ğ ı a n l a m ı n a gelir. O ' n u n bilgisi, in-



d u ğ u faal akla b u k o n u d a d a rol verdiği



lere d e b a ş v u r d u ğ u bilinmektedir.



san bilgisi gibi özne-nesne ilişkisi sonu-



g ö r ü l m e k t e d i r . Fakat vahiy gerçeğini rü-



cu herhangi bir aracıya veya organa bağ-



ya olayı ile irtibatlandırarak akılla d u y u arasında aracı d u r u m u n d a b u l u n a n mu-



Fârâbî, Allah'ın varlığını ontolojik ve



açıkla-



çalıştıktan



lı olarak b ö l ü k p ö r ç ü k bir şekilde oluş-



sonra sıfatların y o r u m u n a geçer. Şüphe-



m u ş değildir. Fârâbî'nin felsefesinde yer



hayyile g ü c ü n ü n etkinliğine bağladığı için



siz bu m e s e l e Allah-âlem ilişkisini d e ih-



alan bu g ö r ü ş , d a h a sonra b a ş t a Gazzâlî



ö n c e bu ilişkinin nasıl k u r u l d u ğ u n u gör-



tiva ettiği için son derece k a r m a ş ı k t ı r .



o l m a k üzere kelâmcılar t a r a f ı n d a n sert



m e k gerekir. Ona g ö r e muhayyile g ü c ü



Gerçekte filozofların bu k o n u d a



genel



bir şekilde eleştirilmiştir (bk. ILIM). Allah



bir yandan sürekli bir şekilde duyulardan



eğilimi, Allah'ın birliği ilkesini zedeler en-



zâtını bilir ve b u n u n sonucu olarak evre-



gelen izlenimleri a l a r a k d ü ş ü n m e gücü-



dişesiyle zât-sıfat a r a s ı n d a h e r h a n g i bir



ni ve evrendeki her şeyi d e bilir. Allah



ne iletmekte, ö t e y a n d a n d a istek gücü-



ayrım y a p m a m a veya O'nu selbî sıfatlar-



ezelden beri zâtını bildiğine ve b u bilgisi



n ü n etkisi a l t ı n d a b u l u n m a k t a d ı r . Mu-



la n i t e l e m e y ö n ü n d e d i r . Bununla birlikte



ezelî o l d u ğ u n a göre bilgisinin gereği ola-



hayyile g ü c ü a n c a k uykuda iken bu güç-



zâtı itibariyle hiçbir şeye b e n z e m e y e n o



rak varlık k a z a n a n â l e m de ezelîdir; yani



lerin etkisinden k u r t u l u p serbest kalır.



kozmolojik



delillerle



ispata



aşkın varlığın sadece zihnî bir k a v r a m



â l e m i n var o l m a d ı ğ ı



hiçbir



zamandan



değil m u t l a k ve biricik h a k i k a t olduğu-



söz edilemez. A n c a k â l e m z a m a n bakı-



dığı izlenimleri



Ne var ki muhayyile g ü c ü d a h a ö n c e al-



nu ifade e d e b i l m e k için sıfatlarından d a



m ı n d a n ezelî ise d e z â t ve m e r t e b e ba-



serbest kalabildiği uyku halinde onların



söz e t m e n i n gerekliliği ortadadır. Bun-



k ı m ı n d a n Allah'tan sonra gelir (ed-De-



üzerinde b i r t a k ı m işlemlerde



d a n dolayı F â r â b î Allah'a s ı f a t i s n a t et-



'âua'l-kalbiyye,



s. 7). Bununla birlikte Fâ-



meselâ onların analiz ve sentezini yaptı-



m e d e bir sakınca g ö r m e z . A n c a k bu ko-



râbî s u d û r şeklinde d e olsa â l e m i n yok-



ğı gibi taklitlerini d e (sembol) oluşturabi-



n u d a Kur'ân-ı Kerîm'den ziyade felsefe-



t a n y a r a t ı l m ı ş o l d u ğ u n u ve s o n u n d a yi-



lir. Bedenin mizacına g ö r e fonksiyoner



d e kullanılan terimleri tercih eder. Me-



ne yok olacağını kabul eder. Özellikle Ef-



olan muhayyile duyu, d ü ş ü n c e ve duygu-



selâ Allah'ı ilk (evvel), bir (vâhid), ilk var



lâtun'la A r i s t o ' n u n görüşlerini uzlaştır-



lara ait izlenimleri ya oldukları gibi veya



olan (el-mevcûdü'l-evvel), ilk prensip (el-



m a y a çalışırken şöyle der: "Âlemin za-



bir benzeriyle t a k l i t e d e r e k canlandırır.



mebdeü'l-evvel), ilk s e b e p (es-sebebü'l-ev-



m a n b a k ı m ı n d a n bir başlangıcının bulun-



İşte rüyada y a ş a n a n çeşitli olaylar, görü-



vel), biricik varlık (el-vücûdü'l-vâhid), zo-



ması imkânsızdır. Fakat bu k o n u d a şöyle



len güzel ve çirkin m a n z a r a l a r uyku sı-



runlu varlık (vâcibü'l-vücûd) ve sırf iyi (hay-



s ö y l e m e k d o ğ r u olur: Yüce yaratıcı za-



rasında serbest kalan muhayyile gücü-



run mahz) şeklinde nitelediği gibi alîm,



m a n olmaksızın bir a n d a feleği yaratmış,



n ü n etkinliklerinin bir s o n u c u d u r .



h a k î m , m ü r î d , h a k , hay, akıl, âkil ve ma'-



o n u n hareketi s o n u c u n d a z a m a n meyda-



kül sıfatlarıyla da niteler. Allah'ın k â m i l



na gelmiştir" ( el-Cem c, s. 101).



k o r u y u p sakladığı



için



bulunur;



Faal aklın etkisiyle g ü ç h a l i n d e n fiil alanına çıkan insan aklı m ü s t e f â d akıl-



bir varlık o l d u ğ u n u i f a d e e t m e k üzere



M ü n e z z e h ve m ü t e â l bir Tanrı fikrine



da son yetkinliğe ulaşarak m e t a f i z i k bil-



ona i s n a t edilen s ü b û t î ve z â t î sıfatlar



u l a ş m a k için filozofun sıfat diye zikret-



giye (vahiy, ilham) açık hale g e l m e k t e d i r . Bu m e r t e b e d e k i akıl nazarî ve a m e l î ol-



n e k a d a r çok ve çeşitli olursa olsun bir



tiği k a v r a m l a r Allah'ın zâtının birer yan-



t e k h a k i k a t e delâlet e t m e k t e d i r ; bu sı-



sıması şeklinde d ü ş ü n ü l m ü ş o l u p ger-



m a k üzere çift y ö n l ü bir f o n k s i y o n a sa-



f a t l a r O ' n u n z â t ı n d a h e r h a n g i bir çoklu-



çekte hepsi d e z â t a



indirgenmektedir.



hiptir. Faal aklın etkisi m ü s t e f â d akıl-



ğ u n b u l u n d u ğ u n u değil O ' n u n aşkın ve



Ş u n u b e l i r t m e k gerekir ki g e r e k Allah-



d a n sonra muhayyile g ü c ü n e ulaşınca,



k â m i l bir varlık o l d u ğ u n u göstermekte-



â l e m gerekse Allah-insan ilişkisi konu-



b u g ü ç nazarî ve a m e l î alanlara ait ol-



dir. Meselâ Allah m u t l a k a n l a m d a şu-



s u n d a Kur'ân-ı Kerîm'in ortaya k o y d u ğ u



m a k üzere aldığı etkileri kendi şekille-



ur sahibi o l d u ğ u için akıl, kendisini bil-



"yaratan, y ö n e t e n , d a l ı n d a n d ü ş e n yap-



riyle m u h a f a z a ettiği gibi b a ş k a şekiller-



diği için âkil ve kendisi t a r a f ı n d a n bilin-



rağın d ü ş ü ş ü n ü ve kalpten geçen duygu-



d e d e canlandırır. Bunlar m a d d î varlık



diği için d e m a ' k ü l d ü r ; yani b u ü ç t e r i m



ları dahi bilen, kullarına şah d a m a r ı n d a n



alanına aitse gerçekleşen rüyalar (rü'yâ-yı



aynı z â t ı i f a d e e t m e k t e d i r . Allah kendi



d a h a yakın olan" Allah telakkisiyle Fârâ-



sâdıka), m â n e v î varlıklarla ilgili ise gaip-



k e n d i n e yeterli bir varlık



bî'nin Tanrı anlayışı arasında t e m e l d e ol-



t e n h a b e r v e r m e (nübüvvet) t a r z ı n d a or-



m a s a bile sıfatların y o r u m u n d a n kaynak-



taya çıkar. Bu d u r u m p e k n â d i r olarak



l a n a n bir f a r k vardır.



bazı k i m s e l e r d e uyanıkken d e gerçek-



olduğundan



O'na yetkinlik ve ü s t ü n l ü k ifade



eden



h a n g i s ı f a t izâfe edilirse edilsin bu dur u m O ' n u n k e m a l i n e hiçbir şey k a t m ı ş o l m a z , s a d e c e bizim O'nu d a h a iyi anlam a m ı z a yardımcı olur ( el-Medînetul-fâ-



zılâ, s. 46-49, 59-60; Risâletü



Zînûni'l-ke-



bîr, s. 5-6).



b) Nübüvvet. B ü t ü n semavî dinler vahye dayanır. P e y g a m b e r Allah t a r a f ı n d a n üstün



yeteneklerle



donatılmış,



O'nun



leşir. Bu t e m e l l e n d i r m e l e r d e n filozof, peygamberlerin



sonra



metafizik



artık var-



e m i r ve iradesini insanlara u l a ş t ı r m a k l a



lıklar ve â h i r e t ahvaliyle ilgili verdikleri



görevlendirilmiş ü s t ü n bir şahsiyet ola-



bilgilerin, kabir hayatı, cennet ve cehen-



Filozofun Allah'a ilim, irade ve k u d r e t



rak k a b u l edilir. Sistemini "tek h a k i k a t "



n e m h a k k ı n d a yaptıkları tasvirlerin ma-



sıfatlarını d a isnat ettiği g ö r ü l m e k t e d i r .



ilkesi üzerine k u r a n ve bir m ü s l ü m a n fi-



hiyetini rahatlıkla izah edecektir. Şöyle



155 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ ki: Bir insanın muhayyile gücü son dere-



ber filozoftur, f a k a t her filozof peygam-



çıktıktan sonra varlığını d e v a m ettirme-



ce g e l i ş m i ş olursa ve aldığı her t ü r l ü iz-



ber değildir.



si için b e d e n e ihtiyacı b u l u n m a d ı ğ ı n ı be-



Din ile felsefeyi u z l a ş t ı r m a n ı n ötesin-



lirtir. Bu a r a d a Fârâbî E f l â t u n ' u n savun-



de



de Fârâbî'nin nübüvvet meselesini bu de-



d u ğ u ruh göçü (metampsikoz) fikrini red-



gelen



rece t e m e l l e n d i r m e k isteyişinin ö n e m l i



d e d e r e k her b e d e n i n bir r u h u bulundu-



canlandırabilir.



lenim b u g ü c ü p e k etkilemiyorsa o zam a n tıpkı u y k u d a k i gibi uyanıkken serbest kalabilir ve faal akıldan



bir sebebi de Asr-ı s a â d e t ' t e n sonra hız-



ğ u n u , r u h u n b e d e n d e n bedene göç eden



B u n l a r o r t a k d u y u d a d a t e m s i l î olarak



la yayılan fetihlerin



bir seyyah o l m a d ı ğ ı n ı kesin bir dille ifa-



canlanınca g ö r m e g ü c ü n ü etkiler ve bu-



d ü n y a s ı n d a p e y g a m b e r l i k karşıtı hare-



d e eder {'Uyûnul-mesâ'it,



r a d a n dışa yansıyarak s a y d a m bir o r t a m



ketlerin ortaya çıkmış olmasıdır. Kayna-



lîkât, s. 51).



olan h a v a d a g ö r ü n m e y e başlar. Sonra



ğını çeşitli inanç ve d ü ş ü n c e l e r d e n alan



Fârâbî'ye g ö r e nefis m â n e v î bir cev-



göz bu g ö r ü n t ü l e r i algılayarak t e k r a r or-



bu t ü r hareketlere İslâm t o p l u m u n d a n



her o l d u ğ u n a ve akıl da o n u n en geliş-



t a k d u y u ve muhayyile g ü c ü vasıtasıyla



d a katılanlar o l m u ş ve yaygın k a n a a t e



m i ş fonksiyonu sayıldığına göre ister güç



değerlendirir. Böylece faal aklın s u n d u ğ u



göre İbnü'r-Râvendî ile Ebû Bekir er-Râ-



ister fiil isterse m ü s t e f â d



bilgiler o insan t a r a f ı n d a n bizzat görül-



zî gibi düşünürler peygamberlik kurumu-



b u l u n s u n akla s a h i p b u l u n a n her nefsin



m ü ş olur. Bir insanın, böylesine m ü k e m -



nu eleştirerek İslâm t o p l u m u n d a



inanç



ö l ü m s ü z olması gerekir; yani ölümsüz-



m e l bir şekilde gelişmiş olan muhayyile



bunalımına yol a ç m a k istemişlerdir. Baş-



lük aklın bilgiyle aydınlanmasına bağlı ol-



gücü sayesinde ulaşabileceği en son mer-



t a Mu'tezilî ve S ü n n î kelâmcılarla filozof



m a y ı p t a m a m e n iradesi dışında insana



t e b e n ü b ü v v e t mertebesidir. Bu merte-



Kindî o l m a k üzere birçok â l i m bunlara



verilen bir o l g u d u r . A n c a k Fârâbî ölüm-



etkileri



duyu



gücünde



neticesinde



İslâm



s. 75; et-Ta c-



seviyesinde



bedeki insan faal akıldan (Cebrail) gelen



karşı m ü s t a k i l eserler k a l e m e almışlar-



s ü z l ü ğ ü n aklî melekelerini çalıştırıp ge-



feyzi (vahiy) d ü ş ü n m e y e ve akıl yürütme-



dır. Fârâbî d e yaşadığı d ö n e m i n güncel



liştirenlerin hakkı o l d u ğ u n u da savuna-



ye g e r e k k a l m a d a n bir a n d a u y a n ı k k e n



meselelerinden biri olan n ü b ü v v e t konu-



r a k bir çelişkiye d ü ş m e k t e d i r . Bu ikinci



d e alır. Böylece ulvî â l e m l e r e ait varlık-



s u n d a üzerine d ü ş e n görevi yerine getir-



açıdan filozof nefisleri üç kategoride de-



ları gerçekten görür, hal ve istikbale dair



m e k amacıyla peygamberliği aklî ve ilmî



ğerlendirir. 1. D o ğ u ş t a n s a h i p oldukları



bilgiler verir. D ü n y a d a bir ö r n e ğ i n i n bu-



açıdan y o r u m l a y a r a k vahyin ve mûcize-



akıl g ü c ü n ü çalıştırıp (fiil alanına çıkarıp)



lunması imkânsız olan bu son derece gü-



nin aklen de m ü m k ü n o l d u ğ u n u ispat et-



bilgiyle a y d ı n l a n m a y a n



zel ve m ü k e m m e l varlıkları g ö r e r e k Al-



m e k istemiştir. Ş u n u da b e l i r t m e k ge-



b e d e n l e birlikte ebediyen yok olacaktır.



lah'ın k u d r e t ve a z a m e t i karşısında hay-



rekir ki hiçbir z a m a n bu teoriden nübüv-



2. G ü ç halindeki akıllarını çalıştırıp fiil



ranlık duyar. B u n d a n d a h a a ş a ğ ı mer-



vetin kesbî o l d u ğ u sonucu



alanına



t e b e d e b u l u n a n velîler bazı keşif ve il-



Ç ü n k ü faal akıl kanalıyla gelen ilâhî vah-



halde davranışlarını o l g u n l a ş t ı r m a k için



h a m l a r a m a z h a r olsalar d a ruhanî varlık-



yi a n c a k ü s t ü n yaratılıştaki peygamber-



h e r h a n g i bir çaba g ö s t e r m e y e n fâsıkla-



ları g ö r e m e z l e r . Sıradan halka gelince,



ler alabilir.



rın nefsi ö l ü m s ü z d ü r , f a k a t e b e d î ola-



onların muhayyile gücü zayıf o l d u ğ u n d a n u y k u d a d a uyanıkken d e faal akılla asla ilişki k u r a m a z l a r I el-Medînetü'l-fâzıla, s. 108-1 16; Risâletü



Zînûni'l-kebîr,



Siyâsetti't-medeniyye,



s. 8; es-



s. 79-80).



çıkarılamaz.



yükselttikleri



cahillerin



(bilgi



nefsi



ürettikleri)



Nübüvvet k o n u s u n d a ortaya k o y d u ğ u



rak işkence görecektir. 3. M ü s t e f â d akıl



bu orijinal teziyle Fârâbî, p e y g a m b e r l i k



düzeyine yükselen ve a h l â k î e r d e m l e r l e



d ü ş ü n c e s i n e yabancı olan ve rüya vası-



d e b e z e n m i ş b u l u n a n l a r ı n , yani



tasıyla d a olsa m e t a f i z i k â l e m h a k k ı n d a



ve a m e l î h i k m e t e s a h i p olanların nefis-



bilgi e d i n m e n i n imkânsızlığını



leri ise ebediyen m u t l u olacaktır [el-Me-



savunan



nazarî



dînetü'f fâzıla, s. 142-144).



F â r â b î n ü b ü v v e t kavramını bu şekilde



Aristo'dan b ü s b ü t ü n ayrılmıştır. Ayrıca



y o r u m l a m a k l a din ile felsefenin aynı kay-



onun bu tezi İbn Sînâ, İbn Rüşd, İbn Mey-



Fârâbî'nin r u h u n ö l ü m s ü z l ü ğ ü y l e ilgili



n a k t a n yani faal akıldan geldiğini, dola-



m û n , A l b e r t u s M a g n u s ve Spinoza tara-



görüşleri arasındaki b u çelişkiye İbn Tu-



yısıyla aralarında m a h i y e t farkı değil sa-



fından benimsenmiştir.



feyl d i k k a t ç e k m e k t e ve bu k o n u d a da-



dece derece farkının b u l u n d u ğ u n u gös-



c) Meâd. İnsanın yapısında var olan



ha b ü y ü k sakıncalar içeren bir b a ş k a id-



t e r m e k istemiştir. Ona göre aynı haki-



ebediyet d u y g u s u , o n u r u h u n ölümsüz-



d i a d a b u l u n m a k t a d ı r . Ona g ö r e Fârâbî,



kati farklı t e r i m ve y ö n t e m l e r l e değişik



l ü ğ ü fikrine ve ö l ü m d e n sonra ikinci bir



Aristo'nun Ethica



kesimlere a k t a r a n din ile felsefe ara-



hayatın varlığı üzerinde d ü ş ü n m e y e sev-



ne yazdığı ve g ü n ü m ü z e u l a ş m a y a n şer-



Nicomachea'sı



üzeri-



sında sanıldığı gibi bir u ç u r u m yoktur,



ketmiştir. Hayatın ö l ü m l e noktalanaca-



h i n d e m u t l u l u ğ u n sadece bu



bunları



ğı gerçeği karşısında insanın



duyduğu



gerçekleşen bir olgu olduğunu, b u n u n dı-



m ü m k ü n d ü r . Öte y a n d a n bazılarının id-



kaygı ve korkuyu g i d e r m e k için birçok



şında anlatılan her şeyin h u r a f e d e n iba-



dia ettiği gibi (bk. ibn Tufeyl, s. 63) b u



iyimser g ö r ü ş ortaya k o n m u ş s a d a bun-



ret b u l u n d u ğ u n u söylemiştir ( Hay b. Yak-



teziyle Fârâbî, akıl ve d ü ş ü n c e g ü c ü sa-



lardan hiçbiri f e r d î r u h u n



ölümsüzlüğü



zân, s. 62-63). Fakat İbn Tufeyl'in aktar-



yesinde f a a l akılla ilişkiye geçen filozo-



ve ö l ü m d e n sonra ikinci bir hayatın varlı-



dığı bu bilgiyi eldeki veriler karşısında



f u b u ilişkiyi muhayyile gücüyle gerçek-



ğı fikri k a d a r doyurucu olmamıştır. Fârâ-



kabul e t m e k m ü m k ü n değildir. Ç ü n k ü



leştiren p e y g a m b e r d e n d a h a ü s t ü n tut-



bî d e meselenin ç ö z ü m ü n ü r u h u n ölüm-



Fârâbî temel eserlerinde r u h u n ölümsüz-



m u ş değildir. Y u k a r ı d a belirtildiği üzere



süzlüğü



faal aklın etkisi önce p e y g a m b e r i n müs-



nefsin b e d e n d e n



t e f â d aklına, o r a d a n da son derece ge-



cevher o l d u ğ u n u , ö l ü m d e n



lişmiş olan muhayyile g ü c ü n e ulaşmakta-



bir yapıya s a h i p b u l u n m a d ı ğ ı n ı , b u n d a n



pık



dır. Şu h a l d e böylesine m ü k e m m e l iki



dolayı b e d e n d e n sonra d a varlığını de-



m ü k â f a t ı y l a ilgili görüşlerini a k t a r ı r k e n ,



algı g ü c ü n e s a h i p b u l u n a n



vam



bir



ortak



paydada



toplamak



peygamber



dünyada



Filozof



l ü ğ ü n ü ve â h i r e t hayatının varlığını her



b a ğ ı m s ı z m â n e v î bir



vesile ile s a v u n m a k t a d ı r . Öyle anlaşılı-



fikrine b a ğ l a m a k t a d ı r .



etkilenecek



yor ki İbn Tufeyl, Fârâbî'nin cahil ve saşehir



halkının



âhiretteki



ceza



ve



nefsin



" B ü t ü n bunlar, bazı kimselerin diğerle-



filozoftan



var olabilmesi için b e d e n i n ş a r t olduğu-



rini a l d a t m a k için kullandığı hile ve sah-



ü s t ü n olacaktır. Buna göre her peygam-



nu, f a k a t nefsin bir d e f a varlık alanına



t e k â r l ı k t a n b a ş k a bir şey değildir" şek-



s a d e c e akıl gücüyle yetinen



ettireceğini



söyler. Ayrıca



156 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ Ündeki ifadesini {el-Medînetü'l-fâzıla, 160) o n u n



kendi düşüncesi



s.



sanmıştır.



[ihsâ'ul-'u-



y ü k ölçüde etkili o l m u ş t u r



beşten fazla baskısı yapılmış, ilmî neşrini ise Albir Nasrî Nâdir gerçekleştirmiştir



lüm, mukaddime, s. 14-22).



Ayrıca Fârâbî'ye yönelttiği eleştirinin de-



Kaynağını Plotin'den alan ve Fârâbî fel-



(Beyrut 1968). Eser Almanca, Fransızca,



v a m ı n d a o n u n nübüvvet nazariyesini de



sefesinde sisteme kavuşan sudûr teorisi,



İngilizce ve İspanyolca'dan başka Nafiz



yanlış yorumladığı görülen İbn Tufeyl'in



b u n a bağlı olarak ittisal, s a a d e t ve nü-



Danışman (istanbul 1956) ve A h m e t Ars-



verdiği bilgileri ihtiyatla karşılama za-



büvvet nazariyeleri İhvân-ı Safâ ile İbn



lan (Ankara 1990) t a r a f ı n d a n Türkçe'ye



rureti ortaya çıkmaktadır.



Sînâ başta o l m a k üzere İslâm ve Latin



çevrilmiştir. Z.



es-Siyâsetü'l-medeniy-



Fârâbî, "Beden öldükten sonra ruh için



Ortaçağ filozofları üzerinde doğrudan ve-



ye. Bazı kaynaklarda yanlış olarak es-



ya m u t l u l u k veya azap vardır. Her ruh



ya dolaylı olarak etkili olmuştur. Robert



Siyâsâtü'l-medeniyye



lâyık o l d u ğ u şekilde farklı bir mutlulu-



H a m m o n d The Philosophy



eser Mebâdî'ul



ğa erecek veya azap görecektir; bu da



and fls fnfluence



of



on Medieval



Alfârâbî Thoııght



şeklinde



- mevcûdât



geçen



adıyla



da



anılmaktadır (ibn Ebû Usaybia, III, 232).



adaletin gereği ve zorunlu bir olgudur"



(New York 1947) adlı eserinde skolastik



Muhteva ve üslûptaki olgunluğa baka-



CUyûnul-mesâ'il,



felsefenin en ünlülerinden olan St. Tho-



rak filozofun bu eseri hayatının sonları-



s. 75) diyerek âhiret



hayatının ruhanî o l d u ğ u n u savunur. Dinî



m a s ile Fârâbî felsefesinin karşılaştırma-



na d o ğ r u kaleme aldığı söylenebilir. An-



naslara ters d ü ş e n bu g ö r ü ş m a d d e n i n



sını y a p m ı ş ve St. Thomas felsefesinin



cak eserde b ö l ü m ve konu başlıkları tes-



her türlü eksikliği temsil ettiği, onun bu-



â d e t a Fârâbî sisteminin bir tekrarı ma-



bit edilmediğinden iç plan itibariyle el-



lunduğu yerde mutluluğun t a m olamaya-



hiyetinde o l d u ğ u n u göstermiştir.



Medînetü'l



cağı fikrine d a y a n m a k t a d ı r . Stoa ve İskenderiye felsefelerinin



uzantısı



Fârâbî'nin din felsefesinin en orijinal



oldu-



yanını oluşturan nübüvvet nazariyesi İbn



ğ u bilinen bu düşünceyi d a h a sonra İbn



Sînâ tarafından benimsenip geliştirilmiş,



Sînâ er - Risâle tü'l-adhaviyye



adlı ese-



rinde felsefî açıdan temellendirmeye ça-



yahudi filozofu İbn M e y m û n ile Yeniçağ filozoflarından Spinoza da vahiy ve ilha-



lışacaktır. Gazzâlî ise âhirette cesetle-



m ı n muhayyile g ü c ü n ü n bir fonksiyonu



rin dirileceğini açık bir şekilde bildiren



olarak



Kur'an âyetlerine ters d ü ş e n bu görüş-



Öte y a n d a n Muhyiddin



lerinden dolayı iki filozofu da tekfir et-



vahdet-i vücûd felsefesinde varlık mer-



miştir. Daha sonra gelen



Ebü'l-Hasan



gerçekleştiğini



teorisinden



retteki bedenin d a h a m ü k e m m e l bir ya-



kabul edilmektedir.



pıda olacağını, sonsuz ve sınırsız bir mutlikte bulunacağını



söyleyerek



kelâmcı-



larla bir ortak n o k t a d a birleşmeye çalışmışlardır.



Îbnü'l-Arabî'nin



tebeleri nazariyesinin Fârâbî'ye ait sudûr



el-Âmirî ve İbn Rüşd gibi filozoflar âhi-



luluğu veya işkenceyi tadabilecek özel-



savunmuşlardır.



mülhem



olduğu



genellikle



Eserleri. Fârâbî'den geriye büyük küçük 100'den fazla eser kalmıştır. Z a m a n l a çeşitli araştırmalara konu olan bu eserlerin bir kısmı Latince, İbrânîce, Türkçe, Farsça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İs-



Etkileri. Genellikle İslâm felsefesi tari-



panyolca ve Rusça'ya t e r c ü m e edilmişse



hinde Meşşâî okulun İbn Rüşd dönemi-



d e klasik kaynaklardan m o d e r n araştır-



ne k a d a r olan yaklaşık 250 yıllık geçmi-



malara k a d a r gerek bu eserlerin sayısı



şi a n a hatlarıyla Fârâbî felsefesinin izle-



gerekse isimleri üzerindeki tereddütler



rini taşır. O n u n k u r m u ş olduğu felsefî



henüz giderilebilmiş değildir. Meselâ fi-



doktrin gerek öğrencileri ve eserleri, ge-



lozofun çağdaşı olan İbnü'n-Nedîm'in el-



rekse onu eleştiren d ü ş ü n ü r l e r kanalıy-



Fihrist'indeki



la kısa z a m a n d a Mâverâünnehir'den En-



id'in



dülüs'e k a d a r b ü t ü n İslâm coğrafyasına



nü'l-Kıftî'nin İhbârul-'ulemâ*



yayıldı. Fârâbî'nin en seçkin talebesi olan



rinde y e t m i ş dört, İbn Ebû Usaybia'nın



Yahyâ b. Adî, hocasının ö l ü m ü n d e n son-



c



ra B a ğ d a t m a n t ı k o k u l u n u n başkanı sa-



Özellikle b u n l a r d a n önemli bir kısmının



yılıyordu. Onun öğrencilerinden Ebû Sü-



g ü n ü m ü z e kadar ulaşmadığı dikkate alı-



eser sayısı yedi, Kâdî Sâ-



Tabakâtü'l-



Uyûnü'l-enbâ'



ümem'inöe



dört, İbadlı ese-



adlı eserinde 113'tür.



leyman es-Sicistânî, Ebû Bekir el-Âdemî,



nırsa bu konuda güvenilir bir eser listesi



îsâ b. Ali, İbn Zür'a, Ebû Hayyân et-Tev-



hazırlamanın g ü ç l ü ğ ü ortaya çıkar. Fâ-



hîdî, İbnü's-Semh, İbnü'l-Hammâr ve di-



râbî'nin g ü n ü m ü z e k a d a r gelen önemli



ğerleri t a r a f ı n d a n bu doktrin devam et-



eserleri şunlardır: 1.



tirildi. Şunu d a belirtmek gerekir ki Fâ-



la". Fârâbî'nin Bağdat'ta telifine başlayıp



el-Medînetü'l-fâzı-



râbî'nin ortaya k o y d u ğ u m a n t ı k külliya-



Dımaşk'ta 941 -942 yıllarında t a m a m l a -



t ı n d a n sonra hıristiyan Süryânîler artık



dığı ve ö l ü m ü n d e n iki yıl önce Mısır'da



bu alanda yazılmış Süryânîce kaynakla-



iken tekrar gözden geçirerek konu baş-



ra b a ş v u r m a ihtiyacını duymamışlardır



lıklarını düzenlediği bu eser, onun felsefî



(N. Rescher, s. 160). Onun yapmış olduğu



doktrinini ana hatlarıyla ortaya koyan



ilimler tasnifi, bu sahada eser yazan İs-



en olgun eseri sayılmaktadır. Kitap ilk



l â m müellifleri üzerinde olduğu



kadar



defa F. Dieterici tarafından yayımlanmış



Ortaçağ Latin yazarları üzerinde de bü-



olup (Leiden 1895) g ü n ü m ü z e k a d a r on



- fâzıla



kadar sistematik de-



ğildir. Bu iki kitap m u h t e v a b a k ı m ı n d a n birbirini t a m a m l a r mahiyettedir. İlk defa Luvîs Şeyho t a r a f ı n d a n



yayımlanan



(Beyrut 1902) eserin daha sonra Haydarâbâd (1927, 1931), Leiden (1930) ve Bombay (1937) baskıları gerçekleştirilmişse de ilm î neşrini Fevzî Mitrî en-Neccâr yapmıştır (Beyrut 1964). M û s â b. Samuel b. Tibbon'un İbrânîce tercümesi Z. Philippovvski tarafından



neşredilmiş



(London



18501,



Dieterici'nin Almanca çevirisi de ölümünden sonra yayımlanmıştır (Leiden 1904). Eseri



es-Siyâsetu'l-Medeniyye



Mebâdi'ul-Mevcudat



veya



başlığı



altında



M e h m e t Aydın, Abdülkadir Şener ve M. Rami Ayas Türkçe'ye çevirmişlerdir (istanbul 1980). 3. Kitâbü'l-Mille.



İki bölü-



m e ayrılan eserin birinci b ö l ü m ü n d e genel olarak dinin, dinî liderin ve fıkıh ilminin felsefe ile olan yakın ilişkisi üzerinde durulur. Bu kısım



el-Medînetü'l-fâzıla



ve es-Siyâsetü'l-medeniyye'deki



bilgi-



lerin â d e t a bir tekrarı gibidir. İkinci bölüm



ise İhsâ'ü'l-'ulûm'daki



"medenî



ilimler" başlığını taşıyan beşinci faslın büyük ölçüde tekrarı mahiyetindedir. Eserin tenkitli neşri Kitâbü'l-Mille



uhrâ



ve



nusûsun



başlığıyla Muhsin Mehdî tarafın-



d a n gerçekleştirilmiştir (Beyrut 1967). 4.



İhsâ'ü'l- Culûm*.



Filozofun ilimlerin tas-



nifine dair bu eserinin beşinci faslı "fi l İlmi'l-medenî ve ilmi'l-fıkh ve ilmi'l-kel â m " başlığı altında çeşitli



kütüphane



kataloglarında müstakil bir kitap olarak yer almaktadır. Muhsin Mehdî



Mille



Kitâbü'l-



ile birlikte bu kısmı da yayımla-



mıştır (s. 69-76). İhşâ'ü'l- Culûm'un neşrini ilk defa



Osman



Emîn



ilmî yapmış



(Kahire 1350/1931), ikinci baskısında da (Kahire 1949) eserin ö n s ö z ü n ü geliştirerek konu hakkında değerli bilgiler vermiştir. Eser Latince, İbrânîce, Almanca, Fransızca, İngilizce ve İspanyolca'dan baş-



157



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ ka A h m e t Ateş tarafından İlimlerin



Sa-



yımı adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir (İstanbul 1955). S. Tahşîlü's-sa'âde.



Bazı kay-



naklarda Neylü's-sa'âdât



şeklinde de



meretü'l



- marzıyye



başlığı altında top-



ladığı Fârâbî'ye ait bazı risâleler arasın-



de l'Augustinisme Avicennisant; ou le texte mâdieval de intellectu d'Alfarabi"



da yayımlamış (Leiden 1890, s. 1-33) ve



başlığıyla Archives



bunları Alfârâbî's



nale



philosophische



Ab-



et litteraire



yımlamıştır



d'histoire



du Moyen



(1 IParis



doctori-



Age'da



19261, s.



ya-



149; IV



anılan eserde filozofun içtimaî, siyasî ve



handlungen



ahlâkî problemleri bir arada işlediği gö-



miştir (Leiden 1892). Daha sonra bu ri-



11929], s. 108-141). Eser Hilmi Ziya Ülken



rülür. İçinde ilimler tasnifine de yer ve-



sâleler el-Mecmû c



adıyla tekrar yayım-



ve Kıvâmüddin Burslan tarafından Türk-



adıyla Almanca'ya



çevir-



rilmekle birlikte kitap genel muhtevası



lanmıştır (Kahire 1325/1907). Eser Mah-



çe'ye çevrilmiştir ( Fârâbî ; İstanbul 1940,



itibariyle ahlâka dair bir eser sayılmak-



m u t Kaya tarafından "Eflatun ile Aristo-



s. 190-206; diğer dillere yapılan tercüme-



tadır. H a y d a r â b â d (1345) ve Bombay'da



teles'in Görüşlerinin Uzlaştırılması" baş-



leri için bk. M. Cunbur v.dğr., s. 4). 11. Ri-



(1354) yayımlanan eserin ilmî neşrini Ca'-



lığıyla Türkçe'ye t e r c ü m e edilmiştir (Fel-



sâle fîmâ



fer Âl-i Yâsîn gerçekleştirmiştir (2. bs„



sefe Arkiüi, sy. 24 [İstanbul 1984), s. 221-



le te'allümi'l-felsefe.



lerine bir kılavuz o l m a k üzere yazılan bu



yenbağı



en yükaddem



kab-



Felsefe öğrenci-



Beyrut 1403/1983). Hilmi Ziya Ülken ve



254; diğer dillere yapılan tercümeleri için



Kıvâmüddin Burslan tarafından Türkçe'-



bk. el-Meurid, I V / 3 IBağdad 1395/19751,



ye çevrilen eseri ( Fârâbî ; İstanbul 1940, s.



s. 235). 9. el-İbâne



154-189) ayrıca Hüseyin Atay "Mutlulu-



lîs fî Kitabi



Fârâbî,



eserlerinin tasnifini y a p m a k t a ve bu filo-



ğ u K a z a n m a " başlığıyla t e r c ü m e ederek



d ö r t sayfa t u t a n bu risâleyi Aristo'nun



zofun doktrinini anlayabilmek için uygu-



Fârâbî'nin



Metafizika



adlı eserini t a n ı t m a k ama-



lanması gereken y ö n t e m üzerinde dur-



tır (Ankara 1974, s. 3-62; diğer dillere ya-



cıyla kaleme almıştır. Filozof, kendi dö-



m a k t a d ı r . Risâle ilk defa M. A. Schmöl-



pılan tercümeleri için bk. Cunbur v.dğr., s.



n e m i n d e birçok kimsenin Aristo'nun bu



ders tarafından Latince tercümesiyle bir-



eserini kelâma dair sanarak o k u d u ğ u n u ,



likte Documenta



eser



f a k a t muhtevasını çok farklı bulunca şa-



adlı eseri içinde (Bonn 1836, s. 3-10), da-



muhtevası itibariyle bir öncekinin deva-



şırdığını, halbuki on birinci m a k a l e (ger-



ha sonra F. Dieterici t a r a f ı n d a n es - Şe-



Üç Eseri içinde yayımlamış-



44). 6. et-Tenbîh Mutluluk



ahlâkını



c



sebîli's-sa câde.



alâ konu



alan



bu c



c



an ğarazi



Aristotâ-



Mâ ba'de't-tabfa.



risâlede Fârâbî İlkçağ'daki yedi felsefe ekolünü



tanıttıktan



sonra



Aristo'nun



Philosophiae



alâ es-



çekte on ikinci olacak) dışında teolojiyle il-



meretü'l



âde olarak da anılan kitabın



gili bir bahsin bulunmadığını belirtir. Fâ-



49-55) yayımlanmıştır. Haydarâbâd (1312



çeşitli baskılarından başka (Haydarâbâd



râbî'nin tesbiti gerçekten d o ğ r u d u r ; zira



/ 1894) ve Kahire (1907, 1910) baskıları da



1346/ 1927, 1931; Bombay 1937; Kahire



İbn Sînâ dahi Metafizika'y\



kırk defa



b u l u n a n risâleyi Dieterici Almanca'ya çe-



1948) Ca'fer Âl-i Yâsîn (Beyrut 1405/1985)



o k u d u ğ u halde bir türlü kavrayamadığı-



virmiş (Leiden 1892), M a h m u t Kaya da



mı mahiyetindedir. et-Tenbîh c



bâbi's-sa



ve S a h b â n Halîfât (Amman



1987) tara-



f ı n d a n ilmî neşirleri yapılmıştır.



Hilmi



Ziya Ülken ve Kıvâmüddin Burslan eseri ( Fârâbî , istan-



Türkçe'ye çevirmişlerdir



- marzıyye'de



Arabum



(Leiden 1890, s.



nı, ancak Fârâbî'nin bu risâlesini gördük-



"Felsefe Ö ğ r e n i m i n d e n



ten sonra anlayabildiğini söyler (bk. İb-



Gereken Konular" başlığıyla



nü'l-Kıftî, s. 270). İlk defa Dieterici tara-



t e r c ü m e etmiştir (Felsefe Arkiui,



f ı n d a n eş - Şemeretü'l



listanbul 19871, s. 185-192). 12.



- marzıyye



içinde



Önce



Bilinmesi Türkçe'ye sy. 26



'Uyûnü'l-



bul 1940, s. 127-154). Kitabın Ortaçağ'da



yayımlanan risâlenin (Leiden 1890, s. 34-



mesâ 'il. Ahlâk ve siyaset dışında Fârâbî



Latince'ye yapılan çevirisini H. Salman



38) Kahire (1907), H a y d a r â b â d



(1349/



felsefesinin özeti sayılabilecek olan bu



et



1930), Bombay (1937) baskılarından son-



eser ilk defa yine M. A. Schmölders ta-



içinde yayımlamıştır (XII, Pa-



ra Muhsin Mehdî ilmî neşrini gerçekleş-



rafından Documenta



ris 1940, s. 33-40). İbrânîce tercümesi



tirmiştir (Beyrut 1960). İbrânîce tercüme-



bum'da



British M u s e u m ' d a b u l u n m a k t a d ı r (el-



si bulunan eseri Dieterici Almanca'ya çe-



ra Dieterici t a r a f ı n d a n



Meurid, İV/3 IBağdad 1395/1975], s. 253).



virerek Alfârâbî's



marzıyye



Recherches



de theologie



medievale



7. Fuşûlü'l-medenî.



ancienne



Fârâbî'nin başta si-



yaset ve ahlâk olmak üzere çeşitli meselelere dair görüşlerinin kısa fasıllar halinde ifadesinden ibaret olan bu eser ilk defa D. M. Dunlop tarafından İngilizce çevirisiyle birlikte yayımlanmış (Cambridge 1961), Fevzî Mitrî en-Neccâr da başka yazma



nüshalara



münteze



dayanarak



Fuşûlün



c



a adıyla d a h a m ü k e m m e l bir



neşrini gerçekleştirmiştir (Beyrut 1971). Hanifi Özcan eseri Fusûlul



yaset



Felsefesine



Dair



- medenî Görüşler



- Si-



başlı-



ğıyla Türkçe'ye çevirmiştir (İzmir 1987). 8. el-Cem



beyne re



yeyi'l-hakîmeyn*.



E f l â t u n ile Aristo'nun görüşlerini uzlaşt ı r m a k amacıyla k a l e m e alınan eserde ihtilâf k o n u s u olan on üç mesele tesbit edilmiş, bunların farklı açılardan yorumlanmasıyla iki filozofun o r t a k bir noktada birleşecekleri ispat edilmeye çalışılmıştır. Eseri ilk defa F. Dieterici, eş-Şe-



handlungen



philosophische



Ab-



içinde neşretmiştir (Leiden



1892, s. 54-60). 10. Mekânıl-'akl.



Kay-



Philosophiae



Ara-



(Bonn 1836, s. 24-34), d a h a son-



eş-Şemeretü'l-



içinde (Leiden 1890, s. 55-65)



neşredilmiştir. Delhi (1312/1892) ve Kahire'de d e {1907, 1910) basılan eseri Die-



naklarda isminin başına "kitab", "risâle"



terici Alfârâbî's



ve "makale" kelimeleri getirilerek zikre-



Almanca'ya (Leiden 1892, s. 92-107), Mah-



dilen bu eserde Fârâbî akıl teriminin altı



m u t Kaya "Felsefenin Temel Meseleleri"



ayrı anlamı b u l u n d u ğ u n u söyler. Bunlar-



adıyla Türkçe'ye (Felsefe Arkiui, sy. 25 lis-



d a n Aristo'nun II. Analitikleri



tanbul



ile De



philosophische



içinde



19841, s. 203-212) çevirmişlerdir



söz konusu ettiği akıl kav-



(diğer dillere olan tercümeleri için bk. el-



ramı üzerinde d u r a r a k bu g ü c ü n nasıl



Meurid, İV/3 IBağdad 1395/1975], s. 249).



Anima'sında



soyutlama yaptığını, bilginin a ş a m a aşa-



13. Fuşûşü'l-hikem.



m a nasıl m e y d a n a geldiğini anlatır. Die-



itibariyle d a h a çok İşrâkI bir filozofun



terici «tarafından



zıyye



eş-Şemeretü'l-mar-



içinde yayımlanan



eser



(Leiden



Genel



muhtevası



kaleminden çıktığı izlenimini verdiği için mevsukiyeti tartışmalı olan risâle Fârâbî'-



1890, s. 39-48) d a h a sonra Kahire'de ba-



nin eserleri arasında üzerine en çok şerh



sılmış (1907, 1927), ilmî neşrini ise M.



yazılanıdır. İlk defa İstanbul'da



Boyges Risâle



fi'l- cakl



adıyla gerçek-



(I29l),



d a h a sonra Dieterici t a r a f ı n d a n es - Şe-



leştirmiştir (Beyrut 1938). Ortaçağ'da De



meretü'l



Intellectu



başlığı altında Latince'ye ter-



s. 66-82) neşredilen eserin başka baskı-



c ü m e edilen bu metni (Venedik 1495; Pa-



ları da vardır (Kahire 1907, 1916, 1924,



ris 1638) E. Gilson çeşitli nüshalarla kar-



1926; Bombay 1937; Haydarâbâd



şılaştırarak "Les Sources greco-arabes



1345). Dieterici'nin yaptığı Almanca ter-



158 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



- marzıyye



içinde (Leiden 1890,



1343,



FÂRÂBÎ cümesi Alfârâbî's



philosophische



için-



de yayımlanmıştır (Leiden 1890, s. 108138). 14. el-Mesâ'ilul-felsefiyye c



ecvibetü



anhâ



(Leiden



ve'l-



1890;



Kahire



olarak da bilinir. Fârâ-



rüşlerini içeren bağımsız bir hüviyet ka-



bî'nin, Aristo'nun talebesi Büyük Zenon



zanmıştır. Buna r a ğ m e n filozof geleneği



tuz-Zînûniyye



ile Şeyh-i Yûnânî'ye (Plotinus [?]) ait bazı



sürdürerek eserine Kitâbü'l-Hurûf



risâleleri



vermiştir. Eserin ilmî neşri Muhsin Mehdî



hıristiyanların



şerhettiklerini,



adım



1907, 1925; Haydarâbâd 1925, 1931; Bom-



f a k a t hakkını veremediklerini söyleyerek



tarafından



bay 1931). Cevâb



li-mesâ'il



kendisinin bu risalede d a h a çok din fel-



1970). 24. Risâle



karşı maddî kâinatta boşluğun bulunma-



c



sü'ile



anhâ



{Ceuâbât)



ve M e s â ' i l ü



gerçekleştirilmiştir



fi']-halâ'



(Beyrut



Atomculuğa



müteferrika



sefesini ilgilendiren meseleleri altı mad-



adlarıyla da anılan eser, felsefe ve man-



de halinde özetlediği kaydedilir. Fakat



dığını ispat e t m e k üzere kaleme alınan



tık alanında sorulan kırk üç soruya ve-



genel muhtevası itibariyle b u n u n Fârâ-



ve bilim tarihi açısından büyük ö n e m ta-



rilen cevaplardan oluşmaktadır. Eserin



bî'ye ait bir eser olduğunu söylemek zor-



şıyan eseri Necati Lugal ve Aydın Sayılı



ilmî neşrini Ca'fer Âl-i Yâsîn gerçekleş-



dur. Eser Hilmi Ziya Ülken ve Kıvâmüd-



Türkçe çevirisiyle birlikte yayımlamışlar-



din Burslan t a r a f ı n d a n Türkçe'ye çevril-



dır (Ankara 1951). 25. Vücûbü



d e yayımlamıştır (Beyrut 1407/ 1987, s.



miştir ( Fârâbî, İstanbul 1940, s. 108-114).



ti'l-kimyâ'



râbî'nin Simya Sanatının Lüzûmu Hakkın-



tirmiş ve Risâletâni



felsefiyyetârı



için-



şmâ'a-



Aydın Sayılı tarafından "Fâ-



79-116). Ortaçağ'da İbrânîce'ye çevrilen



19. İsbâtul-müfârakât



eseri Dieterici Almanca'ya (Leiden 1890),



Haydarâbâd 1345; Bombay 1354). Ay üs-



daki Risâlesi" başlığıyla Türkçe'ye çevrile-



Hilmi Ziya Ülken ve Kıvâmüddin Burs-



t ü âleminde m a d d e d e n bağımsız şekilde



rek metniyle birlikte neşredilmiştir (TTK



ian Türkçe'ye ( Fârâbî ; İstanbul 1940, s. 42-



b u l u n d u ğ u ve gezegenlerin d i n a m i k ola-



Belleten, XV/57 |Ankara 1951], s. 65-79).



57) çevirmişlerdir. 15. en-Nüket



fîmâ ye-



rak



26. el - Elfâzü'l - müsta c mele



şıhhu



ahkâmi'n-



akılların (yk.bk.) ispatını konu alan bir ri-



Klasik kaynaklarda adı geçmeyen kitap,



(Leiden 1890; Kahire (907; Hay-



sâledir. Hilmi Ziya Ülken ve Kıvâmüddin



bir bakıma Fârâbî'nin m a n t ı k alanında



darâbâd 1345/1926, 1931, 1368/1948). eJ-



Burslan'ın Türkçe'ye t e r c ü m e ettiği risâ-



kaleme almış olduğu eserlerin bir hulâ-



lenin (Fârâbî, istanbul 1940, s. 99-108) Hü-



sası mahiyetindedir. Eserde daha çok dil-



seyin Aydın t a r a f ı n d a n yeni bir çevirisi



m a n t ı k ve dil-düşünce arasındaki iliş-



yapılmıştır (Uludağ



ki üzerinde d u r u l m a k t a , sıra itibariyle



ve mâ lâ yeşıhhu



nücûm



Cihetü'lletî



min



c



yeşıhhu



aleyha'l-kavlü



bi-ahkâmın-nücûm, şıhhu



Tezâkîr fîmâ ye-



ve mâ lâ yeşıhhu



nücûmve



min



ahkâmi'n-



c



Fazîletü'l-



ulûm



ve'ş-şmâ-



c



ât adlarıyla da anılmaktadır. Astronomi



hareketini



Fakültesi



(Kahire



sağladığı



kabul



Üniversitesi



1345;



edilen



İlâhiyat



Dergisi, 1/1 IBursa 1986], s. 9-



12). 20. Felsefetü



Aristotâlîs.



Kitâbü'1-Makülât'tan



fi'l-mantık.



önce gelmekte-



Aristo'nun



dir. Muhsin Mehdî t a r a f ı n d a n ilmî neşri



(astroloji) hakkında bir kısmı doğru, bir



ahlâk ve siyaset dışındaki eserlerinin bir



yapılan eseri (Beyrut 1968) Fevzî Mitrî en-



kısmı yanlış o l m a k üzere bazı bilgiler ve-



kritiği mahiyetinde olup Muhsin Mehdî



Neccâr da yayımlamıştır (Beyrut 1971).



ren eser aynı z a m a n d a müellifin felse-



tarafından tenkitli neşri yapılmış (Beyrut



fesine ait t e m e l görüşleri de ihtiva et-



1961) ve Hüseyin Atay t a r a f ı n d a n Türk-



mektedir. Eserin ilmî neşrini Ca'fer Âl - i



çe'ye çevrilerek Fârâbi'nin



Yâsîn y a p m ı ş ve Risâletâni



de yayımlanmıştır (Ankara 1974, s. 87-



tân



felsefiyye-



içinde yayımlamıştır (Beyrut 1407/



167). 21. Felsefetü



Üç Eseri için-



Eflâtûn.



Eflâtun fel-



1987, s. 45-65). Dieterici t a r a f ı n d a n Al-



sefesini t a n ı t m a k amacıyla kaleme alı-



manca'ya çevrilen eseri (Leiden 1890) Hil-



nan eseri önce Franz Rosenthal ve Ric-



m i Ziya Ülken ve Kıvâmüddin



Burslan



hard Rudolf Walzer neşretmiş (London



Türkçe'ye



1943), d a h a sonra da A b d u r r a h m a n Be-



"Fazîletü'l- C ulûm" tercüme



başlığıyla



etmişlerdir



( Fârâbî ; İstanbul



1940, s. 58-73). 16. et-Ta'lîkât



devi Eflâtûn



fi'l-İslâm



(Tahran 1974) için-



(Hayda-



d e yayımlamıştır. Eser Hüseyin Atay ta-



râbâd 1927, 1931; Bombay 1937). Bazı kay-



rafından Türkçe'ye çevrilmiştir (Fârâbî'-



naklarda Te câlîk



nin Üç Eseri, Ankara 1974, s. 65-84). 22.



fi'l-hikme



adıyla da



anılan eser, çeşitli felsefe problemleriyle



Telhîşu



ilgili 101 kısa n o t u n bir araya getirilme-



Nomoi



Nevâmîsi



siyle o l u ş m u ş bir risâledir. İlmî neşrini



olup A b d u r r a h m a n Bedevi tarafından Ef-



(Kanunlar)



Eflâtun'un



Ca'fer Âl-i Yâsîn'in yaptığı eser (Beyrut



lâtûn



1408/1988) Hilmi Ziya Ülken ve Kıvâmüd-



yımlanmış ve Fahrettin Olguner tara-



din Burslan t a r a f ı n d a n Türkçe'ye çev-



f ı n d a n Eflâtun'un



rilmiştir



( Fârâbî; İstanbul 1940, s. 73-99).



17. ed-De'âva'l-kalbiyye



fi'l-İslâm



Eflâtûn.



adlı eserinin hulâsası



(Tahran 1974) içinde ya-



Kanunlarının



Öze-



ti adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir (Ankara



(Haydarâbâd



1985). 23. Kitâbü'l-Hurûf.



Aristo'nun on



1349/1930, 1931; Bombay 1354/ 1935).



d ö r t b ö l ü m d e n oluşan



Metafizika'sının



ed-De'âva'l-felsefiyye



Tecrîdü'd-



bölümleri Grek alfabesinden bir h a r f ile



adlarıyla da anılan



birbirinden ayrıldığı için eser tercüme-



de'âva'l-kalbiyye



ve



eser, k o n u ve m u h t e v a itibariyle



nul-mesâ'il



z



Uyû-



gibi Fârâbî felsefesinin te-



c



z



ler d ö n e m i n d e M â ba de't-tabî a nında Kitâbü'l-Hurûf



ya-



olarak da litera-



mel problemlerine ait bir özet niteliği-



t ü r e geçmiştir. Fârâbî bu eseri şerhet-



ni t a ş ı m a k t a d ı r . Eseri Hilmi Ziya Ülken



m e k amacıyla işe başlamış, f a k a t o dö-



ve Kıvâmüddin Burslan Türkçe'ye çevir-



n e m d e güncel bir problem olan mantık-



mişlerdir ( Fârâbî , İstanbul 1940, s. 115-



la dil ve g r a m e r arasındaki ilişki konu-



127). 18. Risâletü



(Hay-



suna ağırlık verdiğinden kitap bir bakı-



darâbâd 1349; Bombay 1937). er-Risâle-



m a filozofun dil felsefesi alanındaki gö-



Zînûni'l-Kebîr



27. et-Tevü'e.



Mantıkla ilgili meselele-



re kısa bakışlar şeklinde telif edilmiş olan eseri önce Dunlop İngilizce çevirisiyle (IQ, V / 3 11956-1957], s. 224-235), d a h a sonra da M ü b a h a t Türker Türkçe tercümesiyle birlikte ( DTCFD, XVl/3-4



(19581,



s. 187-194) neşretmişlerdir. Eserin Refîk el-Acem tarafından d a h a sıhhatli bir neşri gerçekleştirilmiştir (el-Mantık



c



in-



de'I-Fârâbî I, Beyrut 1985, s. 54-62). 28. elFusûlü'l-hamse.



Mantığa yeni başlayan-



Fusûlün



lar için özet bilgiler içeren ve



yuhtâcü



ileyhâ







smâ'ati'l-mantık



adıyla da anılan risâle Dunlop (/Q, V / 2 11955],



s.



264-282),



Mübahat



Türker



(DTCFD, XVI/3-4 11958], s. 203-213) ve R e f î k e l - A c e m (el-Mantık



'inde'l-Fârâbî



/, Beyrut 1985, s. 63-73) t a r a f ı n d a n yayımlanmıştır (risâlenin diğer dillere olan tercümeleri için bk. el-Mevrid, IV/3 (Bağdad 1395/19751, s. 253). 29. Îsâğücî



Medhal). goriler



(el-



Her ne k a d a r Aristo'nun Kateadlı eserine giriş



mahiyetinde



Porphirios'un (Furfûriyüs) yazdığı, beş külliyi k o n u alan eseriyle aynı adı taşıyorsa da tertip ve muhteva itibariyle ondan oldukça farklıdır. İlk defa Dunlop'ın İngilizce çevirisiyle birlikte yayımlanan eserin (/Q, V / 3 11956-1957], s. 115-138) Refik elAcem t a r a f ı n d a n d a h a sıhhatli bir neşri gerçekleştirilmiştir (el-Mantık



râbî I, Beyrut 1985, 1, 75-87). 30.



c



inde'l-FâKitâbü'l-



159 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂRÂBÎ ve M. Grignnaschi, eserin tenkitli metnini ' £(,_



hiyye.



Ebû M u h a m m e d (Ebü's-Suûd) Abdülkâdir b. Alî b. Yûsuf el-Fihrî el-Fâsî (ö. 1 0 9 1 / 1 6 8 0 )







adlı eserinin şer-



hidir (el-Hizânetü'l-âmme, nr. 95). 13. Zeh-



rü'ş-şemârîh



(I-II, Fas 1319). Fıkha dairdir. 2. el-Fık-



FÂSİ, Abdülkâdir b. Ali



bi-şerhi'l-



Endülüs



rıage mentionnes



asıllı



Abd



dans l'lgaza du



Cheikh



el-Fasy, Paris 1907). 6. el-



al-Qadir



desi E b ü ' l - M e h â s i n el-Fâsî ve o n u n şey-



o l u p Fas'a yerleşen, birçok â l i m ve mu-



hinin m e n â k ı b ı n a dairdir (el-Hizânetü'l-



tasavvıfın yetiştiği



â m m e , nr. 522, 1222, 1449, 2627, 3306,



t u r . İlk tahsilini b a b a s ı n ı n ve d i ğ e r âlim-



f ı n d a n şerhedilmiştir (Rabat el-Hizânetü'l-



3582, 61451. 15. Ezhârü'l-bustân



fî me-



lerin y a n ı n d a yaptı. Ö ğ r e n i m i n i sürdür-



âmme, nr. 496). 7.



nâkıbi'ş-Şeyh



Ebü'l-



m e k maksadıyla 1025 (1616) yılında Fas'a



de fi'r-red



M e h â s i n el-Fâsî'nin Ârif el-Fâsî diye ta-



gitti. Aralarında Ârif el-Fâsî diye t a n ı n a n



di'l-Meşmûde.



'Abdirrahmân.



bir aileye



'Akide.



mensup-



Oğlu A b d u r r a h m a n el-Fâsî tara-



'alâ



en-Netîcetü'l-mahmûzâ'imi



milkiyyeti



Vâ-



Bir n ü s h a s ı F a s ' t a el-



n ı n a n k a r d e ş i E b û Zeyd A b d u r r a h m a n



b a b a s ı n ı n a m c a s ı E b û Zeyd (Ebû Muham-



Hizânetü'l-Ahmediyye'de m e v c u t t u r (Ab-



b. M u h a m m e d el-Fâsî'nin biyografisine



med) A b d u r r a h m a n



düsselâm b. Abdülkâdir b. Sûde, I, 62). Fâ-



b. M u h a m m e d



el-



dairdir (el-Hizânetü'I-Haseniyye, nr. 583).



Fâsî, E b ü ' l - K a s ı m b. E b ü ' n - N u a y m el-



sî'nin ayrıca el-Ferâ*iz



16. Tuhfetü'l-ekâbir



{ah-



Gassânî, Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m -



bir eseri o l d u ğ u k a y d e d i l m e k t e d i r (Kâ-



Babası Ab-



m e d e l - M a k k a r î ve İbn Âşir el-Fâsî'nin



dirî, II, 272).



d ü l k â d i r el-Fâsî'nin biyografisine dair-



b u l u n d u ğ u birçok h o c a d a n d e r s aldı. Bu



A b d ü l k â d i r el-Fâsî'nin hayatı hakkın-



dir (el-Hizânetul-Haseniyye, nr. 643, 707).



a r a d a m u t a s a v v ı f l a r l a tanıştı. Ç o k etki-



d a m ü s t a k i l eserler telif edilmiştir. Bun-



17. Zikru



fil-ka-



lendiği Şeyh A b d u r r a h m a n b. M u h a m -



ların a r a s ı n d a



İ b n ü ' l - A h m e r ile d i ğ e r bazı müel-



m e d el-Fâsî'ye i n t i s a p etti. İlim ve tak-



Zeyd A b d u r r a h m a n ' ı n



Fâ-



vası ile kısa z a m a n d a ş ö h r e t e k a v u ş a n







adıyla y a y ı m l a n a n eserin (Ra-



A b d ü l k â d i r , dedesi E b ü ' l - M e h â s i n el-Fâ-



kitabıdır. Yine A b d u r r a h m a n t a r a f ı n d a n dedesinin



bâri)'ş-Şeyh



dîm.



fî menâkıbi



'Abdilködir.



ba'zı



meşâhîri



Fâs



liflere d e n i s b e t edilen ve Büyûtâtü



si'l-kübrâ



adlı



en t a n ı n m ı ş ı , o ğ l u



menâkıbi'ş-Şeyh



Ebû



Tuhfetü'l-ekâbir 'Abdilködir



adlı



bat 1972) A b d u r r a h m a n el-Fâsî tarafın-



sî'nin Fas'ta k u r d u ğ u



d a n ihtisar edildiği ve k i t a b a bazı ilâve-



siyye'nin şeyhi o l d u . B u r a d a ve Câmiu'l-



olarak yazılan Ezhârü'l-bustân



lerde b u l u n u l d u ğ u s ö y l e n m e k t e d i r (Fâ-



Karaviyyîn'de b a ş t a h a d i s o l m a k



nâkıbi'ş-Şeyh



sî'nin eserleri için ayrıca bk. M u h a m m e d



çeşitli dersler verdi ve çok sayıda öğren-



d ü l k â d i r el-Fâsî'ye d a i r h a b e r ve m e n -



ci yetiştirdi. A r a l a r ı n d a o ğ l u E b û Zeyd



kıbeleri ihtiva e t m e k t e d i r .



el-Fâsî'nin bibliyografyadaki makalesi).



ez-Zâviyetü'l-Fâ-



ve's-sünen



üzere



A b d u r r a h m a n ile E b û Ali el-Yûsî, Ebü'l-



BİBLİYOGRAFYA : Muhammed el-Arabî el-Fâsî, Mir' âtü'l-mehâsin min ahbâri'ş-Şeyh Ebi'l-Mehâsin, Fas 1323/1905, s. 147-150; Kâdirî. tieşrü'l-meşânî, 11, 325-329; Selâvî, Kitâbü'l-Istikşâ, VII, 45, 108; izâhu'l-meknûn, I, 9, 106, 113, 162, 296, 378; II, 142, 234, 412, 499, 525, 561, 659; Brockelmann, GAL, 11, 612; Suppi, il, 694-695; Serkîs, Mu'cem, I, 1010; Kehhâle, Mu'cemulmüellifin, V, 145; Abdüsselâm b. Abdülkâdir b. Sûde, Detîlü mü'errihi'l-Mağribi'l-aksâ, Dârüibeyzâ 1960-65, I, 62," 144, 175, 176,' 185, 196, 217, 236; II, 289, 313, 377, 403, 407, 430; Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris, II, 735-736; a.mlf., et-Terâtîbü7-idâriyye (Özel), III, 21-23; A. L. de Premare, Sîdi 'Abd er-Rahmân el-Mejdûb, Paris 1985, s. 155-189; İbrahim Harekât, et-Teyyârâtus-siyâsiyye ue'l-fikriyye bi'l-Mağrib kable'l-himâye, Dârüibeyzâ 1405/1985, s. 263; a.mlf., es-Siyâse ue'i-müctema' fi'l-asri'sŞa'dt Dârüibeyzâ 1987, s. 192; Ömer Ferruh, Me'âlimul-edebi'l-'Arabî, Beyrut 1406/1986, II, 777-781; Muhammed el-Fâsî, "el-'Âlimü'lmevsû'î Ebû Zeyd 'Abdurrahman el-Fâsî ma'a k â ' i m e kâmile li-mü'ellefâtih", MMLA, LVIII (1986), s. 122-140; aynı makale, el-Menâhil, XXXV, Rabat 1986, s. 55-80; E. Levi-Provençal, " 'Abd al-Rahmân al-Fâsi", Et 2 (İng.), I, 86; Ch. Pellat, "al-Fâsi", El 2 Suppi (ing.), s. 302. H



İBRÂHİM H A R E K Â T



Hasan



el-Hureyşî,



Muhammed



b. Ab-



d ü s s e l â m e l - B e n n â n î ve E b û S â l i m elAyyâşî gibi t a n ı n m ı ş âlimlerin d e bulund u ğ u öğrencileri h a k k ı n d a o ğ l u Abdurr a h m a n İbtihâcü'l-beşâ'ir



rate



'ale'ş-Şeyh



fî men



'Abdilködir



ka-



adıyla bir



eser yazmıştır. R e s m î görev a l m a y ı k a b u l



etmeyen



A b d ü l k â d i r el-Fâsî k i t a p istinsah



ede-



rek hayatını k a z a n m ı ş t ı r . En ç o k istinsah ettiği k i t a p l a r B u h â r î ve M ü s l i m ' i n



el-Câmi'u'ş-şahîh'leridir.



A b d ü l h a y el-



Sahîh-i



Kettânî, Fâsî'nin yazdığı nefis bir



Buhârî



nüshasının



kendisinde



mevcut



o l d u ğ u n u söyler ( Fihrisü'l-fehâris, 11, 776). Fâsî 8 R a m a z a n 1091 (2 Ekim 1680) tarihinde vefat etti ve vasiyeti üzerine kendi zâviyesine d e f n e d i l d i . Bazı kaynaklard a v e f a t g ü n ü 9 R a m a z a n o l a r a k geçmektedir. Eserleri. A b d ü l k â d i r



el-Fâsî'nin



a m c a s ı Ârif el-Fâsî'yle



'Abdirrahmân



ilgili







me-



da



Ab-



BİBLİYOGRAFYA: Abdurrahman b. Abdülkâdir el-Fâsî, Tuhfetu l-ekâbir ft menâkıbi'ş-Şeyh 'Abdilkâdir, Rabat el-Hizânetü'l-melikiyye, nr. 707; a.mlf., Ezhârü'l- bustân, Rabat el-Hizânetü'l-âmme, nr. 2074, s. 406; Ahmed b. Ya'küb el-Veliâlî. Mebâhisü'l-enuâr, Rabat el-Hizânetü'l-âmme, nr. 2305; Muhibbi. Hulâşatü'l-eşer, II, 444-446; Kâdirî. Neşrü'I-mesânî, II, 270-279; Versilânî, NüzhetuTenzâr fî fazli 'itmi't-târîh ue'l-ahbâr, Beyrut 1394/1974, I, 124; Selâvî, Kitabü'l-lstikşâ, VII, 4, 45, 105, 108; Serkîs, Mu'cem, I, 207; II, 1430; Mahiüf. Şeceretü'n-nür, s. 314-315; Brockelmann, GAL Suppi, I, 263; II, 708; Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris, II, 763-771, ayrıca bk. İndeks; Ziriklî, el-A'lâm, IV, 166; Kehhâle. Mu'cemuTmü'ellifîn, V, 295; Muhammed Dâvûd, Târîhu Tıtuân, Tıtvân 1379/1959, I, 304-309; Abdüsselâm b. Abdülkâdir b. Sûde, Delîlü mü'errihi'l-Mağribi'l-akşâ, Dârüibeyzâ 1960-65, I, 62, 179, 196; II, 315; Ömer Ferruh, Me'âlimul-edebi'l-'Arabî, Beyrut 1406/ 1986, II, 777-781; E. LĞvi-Provençal, "'Abd alKâdir al-Fâsi", El 2 (ing.), I, 70; Ch. Pellat, "alFâsı", El 2 Suppi (ing.), s. 302-303.



çoğu



S



ÎBRÂHİM



HAREKÂT



öğrencileri t a r a f ı n d a n t o p l a n ı p bir araya g e t i r i l m i ş f e t v a ve d e r s n o t l a r ı n d a n



^



FÂSÎ, Ebû İmrân



;



(bk. EBÛ İMRÂN el-FÂSİ).



oluşan belli başlı eserleri şunlardır; 1. en-



Nevâzilü'l-kübrâ



(el-Ecvibetul-kübrâ)



211 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂSÎ, Takıyyüddin



FÂSÎ, Takıyyüddin ( ^ Ji^j* ) Ebü't-Tayyib Takıyyüddîn Muhammed b. Ahmed b. Alî el-Hasenî el-Fâsî (ö. 832/1429)



iade edildi. 828'de (1425) gözleri görmez



târihi



oldu ve 3 Şevval 832 (6 Temmuz 1429)



dört defa ihtisar edilen Şifâ'ü'l-ğarâm'irı bazı bölümleri 1859'da Leiden'de basılmış, bazı bölümleri de F. Wüs-



tarihinde vefat etti. Fâsî çeşitli âlimlerin övgüsüne mazhar olmuştur. Makrîzî el- cUküd'da,



Mek-



ke ve Medine'de iken sık sık görüştüğü Fâsî'nin Hicaz bölgesinde benzeri bu-



Mekke tarihi hakkındaki eserleriyle tanınan Mâlikî fakihi.



lunmayan bir bilgi hazinesi olduğunu zikretmektedir. İbn Hacer el-Askalânî Mısır, Şam, Yemen ve diğer memleketler-



10 Rebîülevvel 775'te (30 Ağustos 1373)



de hadis tahsil ederken Fâsî'nin kendi-



Mekke'de doğdu. Kendisinin bildirdiği-



siyle ders arkadaşlığı ettiğini, şer'î me-



ne göre nesebi Ebû Tâlib'e varmaktadır.



seleleri birlikte çözdüklerini, onun gibi



Fâsî nisbesi aslen Faslı olduğunu, Hase-



bir âlimin kaybına çok ü z ü l d ü ğ ü n ü söy-



nî nisbesi de nesebinin Hz. Ali'nin oğlu



lemektedir. İbn Hacer'in öğrencisi Şem-



Hz. Hasan'a dayandığını



göstermekte-



seddin es-Sehâvî de Fâsî'nin büyük bir



dir. Annesi, Mekke başkadısı Ebü'l-Fazl



âlim, fakih ve hâfız-, hadis, tarih, fıkıh



Mekkete'l



- müşerrefe



adlarıyla



tenfeld tarafından Leipzig'de yayımlanmıştır ( Die Chroniken der Stadt Mekka Iserisi içinde], 1857-1861, II, 55 vd.). Daha sonra Kahire'de (1956) ve Ömer Abdüsselâm Tedmürî tarafından Beyrut'ta iki cilt halinde neşredilmiştir (1405/1985). 2. el- cİkdü's-şemîn fî târîhi'l-beledi'l -



emîn. Mekke'nin tarihi, valileri, burada yetişen veya buraya gelip yerleşen âlim, fakih, şair, edip vb. şahsiyetler hakkında yazılmış en hacimli ansiklopedik eserdir. Müellif kitabına, Şifâ^ü'l-ğarâm ve



ez-Zühûrü'l-muktetafe min târihi Mekkete'l-müşerrefe adlı eserlerinden kıve usûl-i fıkıhta söz sahibi; iyi huylu, Kemâleddin M u h a m m e d b. A h m e d ensalttığı bir girişle başlamaktadır. Bu kıdin ve dünya işlerini iyi bilen bir kişi; deNüveyrî'nin kızıdır. Kur'an'ı ezberlediksımda Mekke'deki evlerin satılması ve ha sahibi ve tatlı dilli bir kimse olduğuten sonra Mekke ve Medine'den başka kiralanmasıyla ilgili şer'î hükümler, Meknu kaydeder. defalarca gittiği Şam ve Kahire'de tahke'nin isimleri, Kâbe ve müştemilâtına silini sürdürdü. Ayrıca Yemen'de ve sedair bilgiler, haccın menâsiki, hacılarla Eserleri. 1. Şifâ'ul-ğarâm bi-ahbâyahatleri sırasında uğradığı Gazze, Remilgili haberler ve siyere dair konular yer ri'l-beledi'l-harâm. Ezrakî'nin Ahbâru le, Nablus ve İskenderiye'de bazı hocaalmaktadır. Fâsî siyerle ilgili bilgileri AlâMekke ve mâ câ'e fîhâ mine'l-âsâr'ı lardan ders aldı. Şehâbeddin İbnü'n-Nâeddin Moğultay b. Kılıç el-Hanefî'nin esile Fâkihî'nin Târîhu Mekke 'sinden sonsih, Nûreddin en-Nüveyrî, Cemâleddin Sîretü'ş-şuğrâ'sından almıştır. Girişten ra bu alanın en önemli eseri sayılmakİbn Zahîre, Nûreddin el-Heysemî, Zeysonra müellif kitabına aldığı şahısların tadır. Fâsî, kırk bab üzerine tertip ettiği nüddin el-lrâkî ve Ebû Hüreyre b. Şemhal tercümelerini alfabetik sıraya göre eserin önsözünde Ezrakî'den sonra geseddin ez-Zehebî gibi tanınmış hocalarkaydetmiş, ancak M u h a m m e d ve Ahlen Mekkeli âlimlerin Ezrakî'nin tarihidan hadis; Sirâceddin el-Buiklnî, İbnü'lm e d isimlerini öne almıştır. Bu arada ne benzer bir eser telif e t m e konusunMülakkın, Şemseddin el-Kalyûbî, Şerîf kendi hal tercümesine de M u h a m m e d daki ihmallerine şaştığını söyledikten Abdurrahman b. Ebü'l-Hayr el-Fâsî, Zey1 adını taşıyan kişiler arasında 38. sırada sonra Şifâ'ü'l-ğarâm 1 yazarken bazı nüddin Halef b. Ebû Bekir et-Tahrîri"geniş bir şekilde yer vermiştir (I, 331bilgileri kitabelerden, bazılarını sözüne den fıkıh ve fıkıh usulü; ayrıca bazı ho363). Bizzat müellifi tarafından c Ucâgüvenilir kişilerden, bazılarını bizzat şacalarından kendi eserlerini veya hocaletü'l-kırâ li'r-râğıb fî târihi ümmi'lhit olduğu olaylardan, bazılarını da vakc larının eserlerini, Burhâneddin İbn Ferkurâ adıyla kısaltılan elİkdü'ş-semîn'e fiyelerden elde ettiğini belirtmiştir. Eser h û n ' d a n da Matarî'nin Târîhu'l-MediFâsî'nin öğrencilerinden Necmeddin İbn Câhiliye devrinden IX. (XV.) yüzyılın başFehd ed-Dürrü'l-kemîn bi-zeyli'i-cİkne'sini okudu. Bizzat kendisi, hadis dinlarına kadarki Mekke hakkında dinî, küldi's-semîn ismiyle bir zeyil yazmıştır. lediği ve icâzet aldığı hocalarının 500 citürel, siyasî, iktisadî ve içtimaî bilgiler Eser dört cilt halinde iki defa basılmış varında olduğunu söylemektedir (el-'lkvermektedir. Bu çerçevede Mekke'nin (Kahire 1289-1290; Mekke 1314), daha sonduş-şemîn, I, 340). 799 (1396) yılında topografyası, Kâbe'nin örtüsü, Kâbe'ye ra M. Fuâd Seyyid tarafından sekiz cilt Kahire'de İbn Haldûn ile görüştü. Bu göhizmet edenler, buraya gönderilen heolarak yayımlanmıştır (Kahire 1378/1958r ü ş m e onun tarih araştırmalarına ilgi diyeler, Mekke'deki medreseler, ribât1388/1969). Bu baskının ilk cildini Muduymasında etkili oldu. lar, sular ve kuyular, Hz. Peygamber devh a m m e d Hâmid el-Fıkî, son cildini de rinden müellifin zamanına kadar görev Takıyyüddin el-Fâsî, Memlükler'den Fuâd Seyyid'in vefatından sonra Mahyapan Mekke valileri, şehrin uğradığı sel Sultan el-Melikü'n-Nâsır Ferec b. Berkuk m û d M u h a m m e d et-Tanâhî tahkik etfelâketleri ve salgın hastalıklar, Mekke'tarafından 807 Şevvalinde (Nisan 1405) miştir. 3. el-Muknf min ahbâri'l-münin isimleri, haremin sınırları ve MesMekke'de Mâlikî kadılığına getirildi. Bu lûk ve'l - huleîâ' ve vülâti Mekkete'şcid-i Harâm'ın imarı, bölgedeki diğer vazife Mekke'de kendisinden önce kimşürefâ\ Eserin Abbâsî halifelerinin som u k a d d e s m e k â n ve m a k a m l a r , Kâbe'seye müstakil olarak verilmemişti. 813'nuna kadar olan birinci kısmını Francisnin özellikleri, z e m z e m ile ilgili haberte (1410) Bengal Sultanı Mansûr Gıyâcus E r d m a n (Kazan 1822), t a m a m ı n ı ise ler, haccın menâsiki, Câhiliye döneminseddin Ebü'l- Muzaffer A'zamşah taraM u h a m m e d Altuncî (Dımaşk 1406/1986) de Kureyş kabilesi, Mekke'nin fethi, Câfından Mekke'de yaptırılan el-Medreseneşretmiştir. 4. er-Rızâ ve'l-kabûl fî t ü ' s - Sultâniyyetü'l - Gıyâsiyyetü'l - Ben- hiliye ve İslâm devirlerinde Mekke çarfezâ" ili'1-Medine ve ziyâreti'r-Resûl. şıları gibi konular ele alınmaktadır. Bizcâliyye'ye Mâlikî müderrisi olarak tayin el- cİkdü'ş-şemîn'in Mekke baskısının zat müellifi tarafından Tuhfetü'l-kirâm edildi (814/1411). Ayrıca Mescid-i Hasayfa kenarında yayımlanmıştır (1314). bi- ahbâri'l - beledi'1 - harâm, Tahşîlü'l- S. Erba'ûne hadisen mütebâyinetü'lr â m ' d a dört mezhebe göre fıkıh dersmerâm min târîhi'l- beledi'l -harâm, isnâd ve'l-mütûn. Nevevî'nin kırk haleri verdi. 817 (1414) ve 819 (1416) yılHâdî zevi'l-efhâm ilâ târîhi'l-beledi'ldisinin tahrîci olup bir nüshası Süleymalarında kadılık görevinden iki defa azleharâm ve ez-Zühûrul-muktetafe min dilmişse de aynı yıllar içinde görevine



212



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FASÎH AHMED DEDE niye K ü t ü p h a n e s i ' n d e d i r (Şehid Ali Paşa, nr. 541). 6. îzâhu



Buğyeti



fî zeyli'1-İşâıe.



Z e h e b î ' n i n el-lşâre



biyografik eserine Buğyetü



şâ'ir







delâ'ili'l-İşâre



zeyle y i n e



kendisi



FÂSİD



ehli'l-beşâ'ir



(bk. FESAD).



adlı



ehli'l-be-



adıyla



yazdığı



tarafından



yapılan



L



J



F



FASÎH AHMED DEDE



şerhtir. Eserin 2 1 0 y a p r a k h a l i n d e 904't e (1498) istinsah edilen birinci c ü z ü n ü n y a z m a n ü s h a s ı A k h i s a r Z e y n e l z â d e Kü-



^



(ö. 1111/1699) Divan şairi ve hattat. L



Ahmed



fî ruvâti's-sünen



Adı A h m e d , m a h l a s ı Fasîh'tir. El yazı-



ve'l-mesönid.



sı ile t e r t i p ettiği Türkçe divanının (Mil-



Mevlevîhânesi



zeyli o l u p



let Ktp., Ali Emîrî, M a n z u m , nr. 328) ba-



hazîresindeki



İbn N u k t a ' n ı n et-Takyîd'inin



K e m â l Y û s u f el-Hût t a r a f ı n d a n edilerek iki cilt h a l i n d e (Beyrut



Dede'nin



Zeylü't-



m e k t e d i r (Şeşen, 1, 387 vd.). 7.



Takyîd



Fasih



J



t ü p h a n e s i ' n d e (nr. 754) m u h a f a z a edil-



tahkik



ş ı n d a k i Ali E m î r î ' n i n , "Fasîh D e d e mer-



yayımlanmıştır



h u m u n hatt-ı destiyle şöyle g ö r ü l m ü ş -



1410/1990). 8. eş-Şürefa



(Dı-



maşk 1406).



Galata



mezar tası Tünel / istanbul



t ü r " diyerek d ü ş t ü ğ ü n o t ile divanın diğ e r bir n ü s h a s ı n d a k i k a y d a g ö r e (Millet



mevlevîhânede k a l e m e alan



Fâsî'nin ilmî faaliyetleri a r a s ı n d a ihti-



Ktp., Ali Emîrî, M a n z u m , nr. 326, vr. 73 a )



d e ' n i n m e l â m e t neşvesi, h a k k ı n d a de-



Fasîh De-



s a r ve zeyil çalışmaları d a b ü y ü k bir yer



künyesi Fasîh A h m e d b. M e h m e d b. Du-



d i k o d u m a h i y e t i n d e bazı



t u t m a k t a d ı r . O n u n M e k k e tarihiyle ilgili



k a k i n z â d e A h m e d Bey b. M e h m e d Pa-



o l u ş m a s ı n a yol açmıştır.



ihtisarlarından



ed-



ş a b. A h m e d Paşa ş e k l i n d e t e s b i t edil-



İbn



m e k t e d i r . N i t e k i m Belîğ o n u n Dukakin-



dostlarını ziyaret etti ve dervişlerle t e k



z â d e diye t a n ı n d ı ğ ı n ı (fiuhbetü'l-âsâr,



t e k helâlleşti. Naaşım vasiyeti



Demîrî'nin



başka



Kemâleddin



Hayâtü'l-hayevân'ma,



Râfi'in İbn Neccâr e l - B a ğ d â d î ' n i n



Târî-



vr.



Fasîh A h m e d



menkıbelerin



Dede v e f a t ı n d a n



önce



üzerine



y a p t ı ğ ı zeyline ihtisar-



71 a ), M ü s t a k i m z â d e d e c e d d i n i n vüze-



Şâbaniyye t a r i k a t ı n ı n



ları d a vardır. Zeyil çalışmaları arasın-



r â d a n D u k a k i n z â d e o l d u ğ u n u ( Tuhfe, s.



n u n pîri M e h m e d



d a , Z e h e b î ' n i n Siyerü



644) söyler. Bu d u r u m d a A h m e d Dede'-



kadı. C e n a z e s i n d e b ü y ü k bir



nin, Fâtih S u l t a n



hazır b u l u n d u ve G a l a t a Mevlevîhânesi'-



hu



Bağdâd'ına



i â ' s ı n a y a z d ı ğ ı İrşâdü



tekmili



c



Kitâbi'l-A lâm



a'lâmı'n-nübezevi'l-efhâm



ilâ



zikredilebilir (Zi-



riklî, el-A zlâm, VI, 228).



Arnavutluk'un



Mehmed



zamanında



fethedilmesiyle



İslâmi-



yet'i b e n i m s e y e n ve d a h a s o n r a devlet



nin h â m û ş â n ı n a



Nasühiyye



kolu-



N a s û h î Ü s k ü d â r î yıkalabalık



defnedildi. Vefatı için



N i h â d î ve Ş e h d î gibi şairler t a r a f ı n d a n



K a y n a k l a r d a Fâsî'nin Ş â f i î m e z h e b i n e



a d a m ı , â l i m ve şairler yetiştiren Duka-



mersiye ve t a r i h l e r yazılmıştır. Kabrin-



g ö r e e z k â r , d a a v â t ve m e n â s i k kitapla-



k i n z â d e ailesine m e n s u p o l d u ğ u n u ka-



de, Ş â h i n Giray'ın, " G ö ç t ü b â k î m ü l k ü -



rı yazdığı, ayrıca Cevâhirü'l-



fi'l-



bul e t m e k g e r e k m e k t e d i r . A n c a k k e n d i



n e dervîş Fasîh-i Mevlevî" mısraını ihti-



adlı bir eseri o l d u ğ u kaydedilmek-



eserlerinde, S a f â î ve S â l i m gibi devrin



va e d e n t a r i h kıtasının yazılı o l d u ğ u b a ş



d i ğ e r ş u a r â tezkireleriyle Mevlevî kay-



taşı b u l u n m a k t a d ı r . Fasîh Dede'nin kab-



n a k l a r ı n d a b u k o n u d a h e r h a n g i bir bil-



rinin y a n ı n a s o n r a d a n E s r a r D e d e def-



gi y o k t u r .



nedilmiştir.



hadîs



usûl



t e d i r [El 2 ling.l, 11,829). BİBLİYOGRAFYA: Fâsî, Şifâ'ü'l-ğarâm bi-ahbâri'l-beledi'l-harâm (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1405/1985, I, 5-22; a.mlf., el-'İkduş-şemîn, I, 331-363; İbn Hacer, İnbâ'ul-ğumr, VIII, 187-188; Ahmed b. Ömer el-Hârizmf, Tercümetuş-Şeyh Taktyyiddirt el-Fâsî, Dârü'l-Kütübi'z-Zâhiriyye, Tarih, nr. 3863, vr. 93 a -106 b ; İbn Tağrîberdî, el-Menhelü'ş-şâfî, I, 403-405; Nu'mânî, er-Ravzü'l-'âtir, Berlin Staatsbibliothek, nr. 289; Sehâvî, ed-Dau'ul-lâmi', VII, 1820; Süyûtî, Tabakâtü'İ-huffâz (Ömer), s. 545; İbnü'I-İmâd, Şezerât, VII, 199; Ahmed Bâbâ etTinbüktt, Neytul-ibtihâc (İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb içinde), Kahire 1329, s. 304; Şevkânî, el-Bedrut-tâli\ II, 114-115; F. VVüstenfeld, Die Geschichtschreiber der Araber urıd ihre Werke, Göttingen 1882, s. 473; Serkis, Mu cem, II, 1429-1430; Brockelmann, GAL, II, 172; Suppi, II, 221; a.mlf., "Fâsî", İA, IV, 517; F. Rosenthal, A History of Müslim Historiography, Leiden 1952, s. 404, 408, 414, 524; a.mlf., "al-Fâsi", El 2 (ing ), II, 828-829; Ziriklî, el-A clâm, VI, 228; Ramazan Şeşen, Hevâdirü'lmahtûtâti'l-'Arabiyye, Beyrut 1975, I, 387-388; Abdülvehhâb İbrâhim Ebû Süleyman, Kitâbetulbahsi'l- cilmî, Cidde 1983, s. 592-594; Abdullâh Akîl Ankavî, "el-Mü'orrih Takıyyüddin elFâsî ve kitâbühû Şifâ'ü'l-ğarâm bi-ahbâri'lbeledi'l-harâm", Sources for the History of Arabia, > (1399/.979). «.61-67. H ^ ^



Fasîh Dede XVII. yüzyılın ikinci çeyreğinin başlarında İstanbul'da d o ğ d u . Tahsiline d a i r bilgi b u l u n m a m a k l a



birlikte



hakkındaki övgülü ifadelerden, Arapça



Daha



sonraki yıllarda



iki k a b i r bir i h a t a duvarıyla



her



çevrilerek



üzerine 2 7 Receb 1 3 3 0 ' d a (12 Temmuz 1912) t a m i r edildiklerini belirten bir kitâbe konmuştur.



ve Farsça'ya v u k u f u n d a n , şiir ve inşâda-



Dili m a h l a s ı n ı n i f a d e ettiği şekilde fev-



ki ustalığıyla h a t , resim ve m i n y a t ü r sa-



k a l â d e güzel kullanan, vezne h â k i m olan



h a l a r ı n d a k i m a h a r e t i n d e n iyi bir t a h s i l



Fasîh Dede p ü r ü z s ü z söyleyişi,



gördüğü



m a z m u n ve b e n z e t m e unsurları ile ken-



anlaşılmaktadır.



Dîvân-ı H ü m â y u n



Bir



müddet



kâtipliği yaptı.



sonra K ö p r ü l ü z â d e Fâzıl A h m e d



Daha Paşa'-



d i n e h a s bir ü s l û p ortaya



orijinal



koymuştur.



Özellikle ç o ğ u r i n d â n e ve â ş ı k a n e o l a n



nın hazine kâtibi ve m u s â h i b i oldu. O n u n



gazellerinde b ü y ü k bir başarı g ö s t e r m i ş ,



h i m a y e ve y a r d ı m l a r ı n ı g ö r d ü . Bu göre-



şiirlerinde h a t , resim ve m û s i k i



vi sırasında m e ş h u r h a t t a t Derviş Ali'-



larına yer vermiş, d e y i m ve atasözlerini



unsur-



d e n s ü l ü s ve nesih ö ğ r e n e n Fasîh h ü r d e



ustalıkla k u l l a n m ı ş t ı r . D o k u n a k l ı mersi-



ta'lik hattını ilk yazan h a t t a t olarak anıl-



yeleri çok b e ğ e n i l e r e k belirli



maktadır.



mersiyehanlar tarafından



Köprülüzâde'nin hazine kâtipliğinden ayrıldıktan s o n r a m u h t e m e l e n



1670'ii



yılların b a ş l a r ı n d a G a l a t a Mevlevîhânesi Şeyhi Gavsî D e d e ' y e i n t i s a p etti. Haya-



günlerde



okunmuştur.



B a ş t a Necâtî ve Fuzûlî o l m a k ü z e r e o t u z b e ş şairin 1 0 0 ' d e n f a z l a gazelini b ü y ü k bir başarıyla t a n z î r e d e n Fasîh D e d e ' n i n bazı gazelleri b e s t e l e n m i ş t i r .



t ı n ı n b u n d a n s o n r a k i yıllarını h a t dersi



Fasîh Dede, Şinâsi ve Fasîhî gibi divan



v e r m e k ve divanını y a z m a k l a geçirmiş-



sahibi iki şair yetiştirmiş, N e d î m , Esrar



tir. Eserlerinin h e m e n hepsini ö m r ü n ü n



Dede ve Şeyh Galib b a ş t a o l m a k ü z e r e



son o t u z yıla yakın kısmını geçirdiği b u



p e k çok şairi d e etkilemiştir. Şiirleri da-



213 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FASÎH AHMED DEDE di, nr. 3301; TSMK, Revan Köşkü, nr. 1978;



1



FASÎH-i HÂFt



Konya İl Halk Ktp., Uzluk, nr. 7012). 4. Mü-



nâzara-i



( Jb*) A h m e d b. Celâliddîn M u h a m m e d b. Nasîriddîn Yahyâ (ö. 8 4 5 / 1 4 4 1 [?])



Gül ü Mül. Temsilî bir eser olan



ve dinî, ahlâkî, tasavvufî d ü ş ü n c e l e r e yer verilen eserin on ü ç y a z m a n ü s h a s ı aras ı n d a en iyileri İstanbul Üniversitesi (TY,



Timurlular d ö n e m i n d e yaşayan devlet a d a m ı ve tarihçi.



nr. 492, 1776) ve Süleymaniye (Esad Efen-



j



di, nr. 2 6 8 2 / 3 ) k ü t ü p h a n e l e r i n d e mev-



u Şeb. Yaz-



7 7 7 ' d e (1375) H e r a t ' t a d o ğ d u . Hora-



m a nüshası bulunamayan bu tasavvufî -



san'ın H â f ş e h r i n d e n gelip Herat'ta dev-



t e m s i l î eser M u h a m m e d Lebîb tarafın-



let h i z m e t i n e giren bir ailenin çocuğu-



c u t t u r . S. Münâzaıa-i Fasih A h m e d Dede divanının



Rûz



1278). 6.



d u r . Bazj k a y n a k l a r d a a d ı n a Fasîh-i He-



Divan n ü s h a l a r ı n ı n so-



revî şeklinde r a s t l a n d ı ğ ı gibi, Fasîhud-



ilk sayfası



dan yayımlanmıştır



(Süleymaniye Ktp.,



Tenbâkûnâme.



Esad Efendi,



(İstanbul



n u n d a veya Münşeât'm



nr. 2 6 8 2 )



içerisinde yer



d i n lakabının kısaltılmış biçimi olan Fa-



a l a n l a r d a dahil b e ş n ü s h a s ı t e s b i t edi-



sîh adı yerine yanlış o l a r a k Fasîhî nisbe-



ha sonraki d ö n e m l e r d e d e sevilerek oku-



len bu eserde t ü t ü n ve içki h a k k ı n d a bil-



sinin kullanıldığı d a g ö r ü l ü r . Bu son şe-



n a n Fasîh Dede, Ş e y h ü l i s l â m Zekeriyyâ-



gi verilmiştir. İ s t a n b u l Üniversitesi (TY,



kil o n u n Mücmel-i



z â d e Y a h y â Efendi, Nâilî, Neşâtî, Nedîm-i



nr. 5561) ve S ü l e y m a n i y e (Nâfiz Paşa, nr.



d o ğ m u ş olmalıdır.



Fasîhî



adlı eserinden



K a d î m gibi ç a ğ d a ş ı b ü y ü k şairler ara-



1514/14) k ü t ü p h a n e l e r i n d e k i y a z m a l a r ı



s ı n d a a n ı l m a y a h a k k a z a n m ı ş z a r i f bir



m e v c u t n ü s h a l a r ı n en iyileridir. 7. Ka-



yılları h a k k ı n d a k a y n a k l a r d a bilgi yok-



şahsiyettir.



lem



tur. Ancak tayin edildiği görevler ve Müc-



Makalesi.



K a l e m i n Ievh-i m a h f û z -



Fasîh-i H â f î ' n i n



ç o c u k l u k ve gençlik



Fasîh Dede'nin yeni



d a n itibaren h ü k m ü n ü icra ettiği husu-



mel-i



y a z d ı ğ ı şiirlerini d e ilâve e t m e k suretiy-



s u n u n işlendiği, Kalem sûresinin ilk âye-



d ı ğ ı n a g ö r e iyi bir ö ğ r e n i m



le b i r k a ç d e f a t e r t i p ettiği divanı vefa-



tiyle b a ş l a y a n eserin ü ç ü Süleymaniye'-



T i m u r ' u n ö l ü m ü n d e n ( 8 0 7 / 1 4 0 5 ) sonra



t ı n d a n s o n r a p e k çok d e f a istinsah edil-



d e o l m a k ü z e r e (Reşid Efendi, nr. 855;



veya b u n d a n bir süre önce devlet hizme-



miştir.



edilebilen



Nâfiz Paşa, nr. 1514/ 14; Esad Efendi, nr.



t i n e girdi ve maliye b a k a n l ı ğ ı niteliğin-



o t u z yedi n ü s h a s ı a r a s ı n d a (meselâ bk.



2 6 8 2 / 1 ) altı y a z m a n ü s h a s ı bilinmekte-



d e bir k u r u m olan d i v a n d a çalıştı. He-



İÜ Ktp., TY, nr. 492, 1776, 2919; Süleyma-



dir (İÜ Ktp., TY, nr. 5561; Millet Ktp., Ali



rat'ta Timur'un yerine geçen Ş â h r u h Mir-



niye Ktp., Esad Efendi, nr. 2 6 8 2 / 1 , Hâlet



Emîrî, M a n z u m , nr. 328; Wien, Hofbibliot-



za'nın S e m e r k a n t ' t a k i hazinesini getirt-



Efendi, nr. 678; Millet Ktp., Ali Emîrî, Man-



hek, nr. 710).



Eserleri. 1. Divan.



Bu



bakımdan



tesbit



zum, nr. 326-330; Millî Ktp., Fahri Bilge,



Fasîh A h m e d



nr. 5 5 0 / 1, 5 5 3 / 2 ) bazı f a r k l a r mevcut-



adı g e ç e n Hüsrev



t u r . Eserin M u s t a f a



Ayâz



Çıpan



tarafından



Fasîhî'nin



m u h t e v a s ı n d a n anlaşılgörmüştür.



m e k için görevlendirdiği ü ç k i ş i d e n biri Dede'nin



kaynaklarda



d e Fasîh-i Hâfî'dir. Fasîh 8 1 8 (1415) yı-



Mahmûd



u



lına k a d a r A l â e d d i n Ali T u r h a n ' ı n emir-



ve Behiştâbâd



adlı



lerinden birinin yanında çalıştı; d a h a son-



bulunamamıştır.



ü Şîrîn,



( H â s u Ayâz)



h a z ı r l a n a n tenkitli m e t n i n d e (bk. bibi.)



eserleri



Onun



ra d a Ş â h r u h ' u n h i z m e t i n e girdi. 819'-



altı kaside, 4 7 2 gazel, b e ş terkip, iki ter-



T o p k a p ı Sarayı M ü z e s i (Hazine, nr. 1127,



d a (1416) d i v a n d a k e n d i s i n e tevcih gö-



henüz



cî, yedi m e s n e v i , yirmi bir kıta, yirmi iki



1968; E m a n e t Hazinesi, nr. 1470), Süley-



revi verildi. Ertesi yıl iki kişiyle birlikte



n a z ı m , 1 6 0 r u b â î , yedi t a r i h , bir m u a m -



m a n i y e (Esad Efendi, nr. 2 6 8 2 / 1) ve Mil-



tayin



m â , seksen altı m a t l a ' ve a l t m ı ş bir müf-



let (Ali Emîrî, nr. 328, 329, 377) k ü t ü p h a -



8 2 1 ' d e (1418) uzaklaştırıldı. Üç yıl son-



red b u l u n m a k t a d ı r . 2. Dîvânçe.



nelerinde b u l u n a n çeşitli m e c m u a l a r d a



ra K i r m a n ' d a k i m a l î işleri t a k i p m e m u r -



d a şiirleri vardır.



l u ğ u n a getirildi. 8 2 7 ' d e (1424) Kirman'-



Şairin



Farsça şiirlerini ihtiva e d e n e s e r d e b e ş kaside, o t u z ü ç gazel, bir mesnevi, kırk rubâî,



ü ç tarih,



bir m u a m m a ,



on



bir



m a t l a ' ve on iki m ü f r e d vardır. On bir y a z m a n ü s h a s ı bilinen eser (meselâ bk. İÜ Ktp., FY, nr. 492, 1776; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3682/ i ; TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 1629; Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 326, 328) şairin Farsça'ya v u k u f u n u g ö s t e r m e s i b a k ı m ı n d a n ö n e m l i d i r . 3.



Münşeât.



Fasîh



Dede



Mecmuası



adıyla



d a a n ı l a n ve o n u n i n ş â a l a n ı n d a k i kabiliyetiyle s e ç m e zevkini g ö s t e r e n b u eserd e Türkçe ve Farsça bazı şiirler, t a r i h î



Safâf, Tezkire, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2549, vr. 268a-269b; Belîğ, Nuhbetü'lâsâr, İÜ Ktp., nr. 1182, vr. 71 a -72 b ; Sâkıb Dede, Sefine, III, 101-102; Sâlim, Tezkire, İstanbul 1315, s. 530-541; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 644-645; Esrar Dede, Tezkire, Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp., nr. 1502, vr. 255°-256"; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 193IV, 2 1 ; Osmanlı



leri, II, 113-114; Nail Tuman, Tuhfe-i



Müellif-



milî,



Millî Ktp., nr. 611, II, 1101-1104; Karatay. Türkçe Yazmalar, s. 163-164, 267, 323; TYDK, II, 494504; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik (İstanbul 1953), İstanbul 1983, s. 212-214, 309, 446-447; Mustafa Çıpan, Fasîh



hikâyeler, fıkralar, tarihler, risâleler, hal



Ahmed



t e r c ü m e l e r i ve çeşitli eserlerden örnek-



Dîvânının Tenkidli Metni (doktora tezi, 1991), Selçuk üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; "Fasîh Ahmed Dede", TDEA, III, 161.



ler b u l u n m a k t a d ı r . Münşeât'm hası



t e s b i t edilebilmiştir



d ö r t nüs(Süleymaniye



Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 1514/14, Esad Efen-



214



Dîvân-ı A'lâ



görevinden



d a n d ö n e r e k B â d g î s ' t e Ş â h r u h ' l a görüş-



BİBLİYOGRAFYA:



195; Sicill-i Osmânî,



edildiği



Dede, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve



t ü . 8 2 8 ' d e (1425) tayin edildiği Ş e h z a d e B a y s u n g u r ' u n m a l î işlerini y ö n e t m e görevini 8 3 6 (1432) yılına k a d a r s ü r d ü r d ü . Muhtemelen



MUSTAFA ÇIPAN



eleştir-



Gevherşad



t a r a f ı n d a n hapsettirildi. Bir m ü d d e t sonra s e r b e s t bırakılan Fasîh-i H â f î 8 4 5 ' t e (1441) t e k r a r hapsedildiyse d e kısa bir s ü r e sonra s e r b e s t bırakıldı. Fasîh'in b u t a r i h t e n s o n r a k i hayatı h a k k ı n d a



bilgi



y o k t u r . Olayları kronolojik sıraya



göre



yazdığı e s e r i n d e son o l a r a k 8 4 5 tarihli v a k ' a l a r d a n söz e t t i ğ i n e g ö r e aynı yıl veya bir m ü d d e t s o n r a ö l m ü ş olmalıdır. Eserleri. Fasîh-i H â f î ş ö h r e t i n i



mel-i S



devlet y ö n e t i m i n i



diğinden Şâhruh'un hanımı



Fasîhî



Müc-



adlı Farsça e s e r i n e borç-



l u d u r . U z u n yıllar s ü r e n ç a l ı ş m a l a r so-



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



el-FASL m e s i gibi h u s u s l a r Tevrat'ın t a h r i f edil-



n u n d a birçok k i t a p t a n f a y d a l a n a r a k ka-



ler ve Tevrat, hıristiyanlar ve İncil, İslâ-



leme aldığı bu eserde Hz. Â d e m ' d e n ken-



m î fırkalar ve b u n l a r ı n belli başlı i t i k a d î



m i ş o l d u ğ u n u g ö s t e r e n çelişkili ve yan-



di d ö n e m i n e k a d a r İslâm d ü n y a s ı n d a k i



meselelere dair g ö r ü ş l e r i n i n t e n k i d i ko-



lış bilgiler a r a s ı n d a zikredilir. Bu b ö l ü m



olayları kronolojik sıraya g ö r e kısa ve öz-



nularını ihtiva eder. Eserde k o n u l a r ba-



Tevrat'ın nasıl t a h r i f edildiğini



lü bir şekilde anlatır. Eser bir m u k a d d i -



z a n "fasl", b a z a n "bab", b a z a n d a "el-



bir kısımla sona erer.



anlatan



m e , iki b ö l ü m (makale) ve bir h â t i m e d e n



k e l â m fî..." başlığı altında t o p l a n m ı ş , dü-



meydana



zenli bir s i s t e m t a k i p e d i l m e m i ş t i r .



rulur. Burada, m e v c u t İnciller'le Tevrat'ın



İhtiva ettiği konuları d i k k a t e



alarak



m u k a y e s e s i yapılarak aralarındaki çeliş-



d ö r t b ö l ü m d e incelemek m ü m -



kiler t e s b i t edilir; kırk ü ç fasılda incele-



gelmiştir. M u k a d d i m e d e



Hz.



 d e m ' d e n Hz. P e y g a m b e r ' e , ilk b ö l ü m -



Ü ç ü n c ü b ö l ü m d e İnciller ü z e r i n d e du-



d e Hz. P e y g a m b e r ' i n d o ğ u m u n d a n hic-



el-Faşl'ı



rete, ikinci b ö l ü m d e hicretten 8 4 5 (1441)



k ü n d ü r . Birinci b ö l ü m iki k ı s ı m d a ele alı-



n e n b u çelişkili bilgiler İnciller'in hıristi-



yılına k a d a r k i olaylar ve b u a r a d a şair-



nabilir. Birinci k ı s ı m d a h a k i k a t i n bilgisi-



y a n azizlerince yazıldığının delili o l a r a k



ler h a k k ı n d a bilgi verilmiş, h â t i m e d e ise



n e u l a ş t ı r a n istidlâl m e t o t l a r ı



üzerinde



zikredilir. Y i n e aynı b ö l ü m d e hıristiyan-



m ü e l l i f i n d o ğ u p yetiştiği Herat'ın sosyal



d u r u l u r ve sofistlere ait karşı g ö r ü ş l e r



ların İnciller d ı ş ı n d a k i d i n î k i t a p l a r ı n d a



d u r u m u anlatılmıştır. A r a p ç a ve Farsça



eleştirildikten s o n r a Allah'ın varlığı ko-



bulunan



bazı şiirlerin d e yer aldığı Mücmel-i



n u s u n a geçilir. B u r a d a â l e m i n



öncesiz



larca m ü s l ü m a n l a r a yöneltilen tenkitler-



şîhî Seyyid M a h m û d Horasânî t a r a f ı n d a n



o l d u ğ u n u , dolayısıyla bir yaratıcısı bulun-



le b u n l a r ı n cevapları, hıristiyanların Şiî



y a y ı m l a n m ı ş t ı r (Meşhed 1339-1341 hş ).



m a d ı ğ ı n ı k a b u l edenlerce h u d û s görü-



rivayetlerine itibar e t m e l e r i ve



ş ü n e yöneltilen itirazlar cevaplandırıldık-



yanlışlığı, K u r ' a n ' ı n t e v â t ü r yoluyla sa-



t a n sonra âlemin yaratılmış



olduğuna



bit oluşu, m ü l h i d l e r i n zayıf rivayetlere



ve y ü c e bir yaratıcısı b u l u n d u ğ u n a iliş-



d a y a n a r a k İslâm'a yönelttikleri itirazla-



Fa-



BİBLİYOGRAFYA: Fasîh-i Hâfî, Mücmel (nşr. Seyyid Mahmûd Horasânî), Meşhed 1339-41, naşirin önsözü; Ferheng-i Fârsî, VI, 1367-1368; Zehrâ-yi Hânlerî (Kiyâ), Ferheng-i Edebiyyât-ı



Fârsî-yi Dert,



Tahran 1348 hş., s. 381, 450; İsfizârî, Rauzâtü'l-cennât



fî eoşâfi târihi Herât (nşr. Muham-



med Kâzım), Tahran 1338-39, I, 222; Brovvne, LHP, III, 426-428; Storey. Persian Literatüre, I, 90-91; Safâ, Edebiyyât, IV, 473, 494-496; a.mlf., Gencîne-i



Sühan,



VI, 1-8; Rypka. HIL, s. 441;



Nefîsî. Târîh-i Nazm



u Neşr, I, 238; Hânbâbâ,



Fihrist, IV, 4542; Ahmed-i Gülçîn-i Maânî, Târîh-i Tezkirehâ-yı Fârsî, Tahran 1350 hş., II, 113-174-, Barthold, Türkistan, s. 57-58; Dih-



hudâ, Luğatnâme, XXX, 269; DMF, II, 1905. B



RIZA



KURTULUŞ



(bk. FASIL). L



J



r



n



el-FASL ( J-31 )



T a m adı el-Fasl



ve'n-nihal



fi'l-milel



bunun



rın reddi, d ü n y a n ı n k ü r e ş e k l i n d e o l u ş u



lozof E b û Bekir er-Râzî t a r a f ı n d a n ileri



ve nasların b u n u h a b e r verişi, d ü n y a n ı n



s ü r ü l e n ve nefs, m e k â n , halâ (boşluk) ve



s o n a eriş z a m a n ı n ı n bilinemeyeceği gibi



z a m a n ı n d a Allah gibi ezelî o l d u ğ u n u sa-



k o n u l a r a yer verilir.



v u n a n teorinin yanı sıra evrenin b i r d e n



Yaklaşık ü ç b u ç u k cilt t u t a n d ö r d ü n -



fazla yaratıcısı b u l u n d u ğ u n u iddia e d e n



cü b ö l ü m d e itikadî İslâm m e z h e p l e r i in-



çeşitli dinî ve felsefî g ö r ü ş l e r d e t e n k i t



celenir. B u r a d a Ehl-i s ü n n e t , Eş'ariyye,



edilir.



Bu



arada



hıristiyanların



çeşitli



Mu'tezile, Mürcie, Şîa ve Havâric'den olu-



mezheplerince b e n i m s e n e n ulûhiyyet an-



ş a n başlıca İslâmî m e z h e p l e r



layışlarına t e m a s



d o ğ r u y a en yakın olan m e z h e b i n



edilir. Â l e m i n



bütün



arasında Ehl-i



unsurlarıyla bir a n d a ve t o p l u c a yaratıl-



s ü n n e t o l d u ğ u belirtilerek h a k mezhe-



dığını ö n e sürenlerin iddiaları cevaplan-



bin görüşleri delillendirilmeye ve d i ğ e r



dırılarak b u kısım t a m a m l a n ı r . İkinci kı-



m e z h e p l e r i n görüşleri ç ü r ü t ü l m e y e çalı-



s ı m d a nübüvveti ve melekleri i n k â r eden



şılır. Her f ı r k a n ı n k e l â m



B r a h m a n i z m ' d e n söz edilerek nübüvve-



den birine bağlı olarak ortaya çıkışı, Ehl-i



t i n l ü z u m u ve m û c i z e ile ispatı gibi ko-



s ü n n e t dışındaki m e z h e p l e r i n , özellikle



n u l a r ü z e r i n d e d u r u l u r , m û c i z e ile sihir



Şîa'nın İ s l â m ' d a n u z a k l a ş m a s ı ,



a r a s ı n d a k i f a r k l a r a t e m a s edilir. Hay-



birliği ve yaratıklara b e n z e m e k t e n ten-



vanlara



gönderildiğine



zihi, sıfat k a v r a m ı n ı n Allah'a a f f e d i l m e -



dair g ö r ü ş ü n t e n k i d i n d e n sonra t e n â s ü h



sinin yanlışlığı, Allah'a m e k â n nisbeti ve



da



peygamber



İslâm a k a i d i n e aykırı



olduğu



problemlerin-



Allah'ın



istivâ meselesi, ilâhî isim ve sıfatların



belirtilir. Şeriatları i n k â r eden felsefî gö-



m â n a l a r ı b u b ö l ü m d e incelenen



rüşlerin



l a r d a n d ı r . D a h a s o n r a rü'yetullah, hal-



reddedilmesinin



ardından



ya-



konu-



h u d i , hıristiyan ve Mecûsîler'in bir kısım



ku'l-Kur'ân, Kur'an'ın i'câz yönleri, k a z â



p e y g a m b e r l e r i t a s d i k e d i p bir



ve k a d e r , h i d â y e t - d a l â l e t , kullara ait fi-



kısmını



i n k â r e t m e l e r i n i n yanlışlığı anlatılır.



illerin Allah t a r a f ı n d a n yaratılması, ta'dîl ve tecvîr meselesi, i m a n - k ü f ü r , i t a a t -



(veya el-Fi-



İkinci b ö l ü m d e yahudilerin Tevrat adı-



şal) diye t a n ı n ı r . Müellif eserin m u k a d -



nı verip ellerinde dolaştırdıkları k i t a p t a



isyan, v a ' d - v a î d , g ü n a h k â r l a r a



dair



ve İnciller'de açık çelişkilerin b u l u n d u ğ u



isimler ve t e k f i r k o n u l a r ı n a yer verile-



p e k ç o k k i t a p yazıldığını, f a k a t bazıları



belirtilerek b u n l a r ı n t a h r i f e u ğ r a m ı ş ol-



rek Ehi-i s ü n n e t ' e m u h a l i f görüşler red-



ç o k hacimli o l d u ğ u n d a n g ü ç anlaşıldık-



d u k l a r ı s o n u c u n a varılır. T e v r a t ' t a



dedilir. Peygamberlerin ismeti, H â r û t ve



larını, bazıları d a m u h t a s a r o l d u ğ u n d a n



 d e m ' i n h e m bir ilâh h e m d e bir i n s a n



M â r û t ' l a ilgili bazı rivayetlerin asılsızlığı



inceledikleri konuları yeterince tahlil edip



o l a r a k g ö s t e r i l m e s i , Hz. N ü h ve çocuk-



ve meleklerin g ü n a h s ı z l ı ğ ı , t a k l i d i ima-



eleştiremediklerini, k e n d i s i n i n ise İslâm



larının y a ş l a n k o n u s u n d a farklı r a k a m -



nın geçerliliği, f e t r e t d e v r i n d e yaşayan-



dışı dinlerin ve İslâm içinde ortaya çıkan



ların verilmesi, Hz. L û t ' u n kızlarıyla cin-



larla irtidad e t t i k t e n s o n r a t e k r a r i m a n



m e z h e p l e r i n görüşlerini belirleyip değer-



sî m ü n a s e b e t t e b u l u n d u ğ u n u n iddia edil-



edenlerin d u r u m l a r ı , â h i r e t halleri, ba'sa



l e n d i r m e k amacıyla orta h a c i m d e bir ki-



m e s i , İsrâiloğulları'nın Mısır'da kalış sü-



i m a n e t m e y e n l e r i n k â f i r oldukları, cen-



t a p yazdığını söyler.



resiyle ilgili rivayetlerin farklılık arzet-



n e t ve c e h e n n e m l e ilgili meseleler, imâ-



m e s i , Hz. H â r û n ' u n İsrâiloğullan'nca ta-



m e t , t a f d î l ve a s h a p a r a s ı n d a k i ihtilâf-



pınılan buzağıyı y a p m a k l a



lara ilişkin t a r t ı ş m a l a r , çocuklarla kadın-



dimesinde



olan eser el-Faşl



ve'l-ehvâ 3



hıristiyan-



kin çeşitli deliller zikredilir. Tabiatçı fi-



inancının



İbn H a z m ' j n (ö. 4 5 6 / 1 0 6 4 ) dinler ve mezheplere dair eseri.



bilgilerin yanlışlığı,



dinler



ve



mezheplere



Allah'ın varlığı ve â l e m i n



hudûsünün



k a n ı t l a n m a s ı ile b a ş l a y a n eser yahudi-



itham



Hz.



edil-



verilen



215 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



el-FASL tirilen Eş'ariyye'ye yer yer hatalı görüşlerin a t f e d i l m e s i , bir iki Eş'arî â l i m i n e ait kanaatlerin b ü t ü n mezhebe teşmil edilmesi, ayrıca z a m a n , m e k â n ve nefsin k ı d e m i meselesi d a h a ö n c e E b û Hât i m er-Râzî (ö. 322/933-34) t a r a f ı n d a n incelendiği h a l d e (A c lâmü'n-nübüuue, 10-14) b u k o n u l a r a ilk d e f a



s.



el-Faşl'da



yer verildiğinin iddia edilmesi, eserin ihtiva ettiği bazı bilgilerin



güvenilirliğini



zedeleyici m a h i y e t t e g ö r ü l m ü ş t ü r . Süleymaniye Kütüphanesi'nde y a z m a nüshaları



bulunan



(Bağdatlı Vehbi, nr.



824; Cârullah Efendi, nr. 1267) el-Faşl



ilk



d e f a Kahire'de y a y ı m l a n m ı ş (1317-1320), i



»-"-ey ^V ^A^V^-'Jirt'»!»'



d a h a sonra M u h a m m e d



İbrâhim



Nasîr



ve A b d u r r a h m a n Umeyre t a r a f ı n d a n tahk i k edilerek b ü y ü k boy b e ş cilt h a l i n d e n e ş r e d i l m i ş t i r (Cidde 1402/1982). BİBLİYOGRAFYA: İbn Hazm, el-Faşl (Umeyre); Ebû Hâtim erRâzî, A clâmü'n-nübüuue, Tahran 1397/1967, s. 10-14; Brockelmann, GAL Suppi, 1, 696; Kemâleddin el-Enbârî, ed-Dâ'î ile'l-İslâm, Beyrut 1409/1988, s. 212; Yusuf Şevki Yavuz, İslâm



e / - F a ş / ' i n ilk iki s a y f a s ı (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1267)



Akaidinin



ların halife o l a m a y a c a k l a r ı



hususunda



r e d d e d e r e k âlimlerin ç o ğ u n u n



â l i m l e r i n ittifakı, m e f d û l ü n



imâmetinin



objektifliği ve orijinalliği h u s u s u n d a bir-



el-Faşl'ın



câiz oluşu, h i l â f e t i n geçerliliğinin şartla-



leştiğini söylerler. Gerçeğin b i l i n m e s i n e



rı, e m i r b i ' l - m a ' r û f nehiy a n i ' l - m ü n k e -



k a t k ı d a b u l u n a c a ğ ı d ü ş ü n c e s i y l e dinleri



rin şekli, f â s ı k bir halifenin idaresi altın-



ve m e z h e p l e r i i n c e l e m e d e n ö n c e epis-



d a y a p ı l a n ibadetlerin geçerli oluşu gi-



t e m o l o j i ve ontoloji k o n u l a r ı n a yer veri-



bi h u s u s l a r a yer verildikten s o n r a ehl-i



len el-Faşl'da,



Üç Şahsiyeti,



İstanbul 1989, s. 105-



108, 111-114, 120; Muhammed Ebu Laila, "An Introduction to the Life and Work of ibn Hazm", 10, sy. 29 (1985), s. 93-170; Abdülkadir Mahmûd, "el-Faşl fi'l-milel ve'l-ehvâ ve'nnihal", Tl, VII, 542-561. S



F



Y U S U F ŞEVKI Y A V U Z



n



FASLÜ'l-HİTÂB



d a h a önceki b e n z e r ki-



b i d ' a t ı n k ü f r e g ö t ü r e n veya aklî a ç ı d a n



t a p l a r d a b u l u n m a y a n İslâm dışı d i n ve



( sjUSBÜI J ^ â )



m u h a l olan görüşleri, k e r â m e t ve sihir



m e z h e p l e r i n m u k a y e s e l i o l a r a k incelen-



yoluyla varlıkların mahiyetlerini



m e s i , ayrıca kaynakları a r a s ı n d a



Kur'ân-ı Kerîm'de yer a l a n bir tabir; sözlü ve yazılı ifadelerde b a ş l a n g ı ç cümlesini asıl k ı s ı m d a n ayıran tabir a n l a m ı n d a belâgat terimi.



değiş-



bulu-



t i r m e n i n imkânsızlığı, isimle m ü s e m m â -



n a n C h r y s o s t u m , A t r i c a n u s ve Saadiya



nın farklı o l d u ğ u , tekvin ile m ü k e v v e n i n



G a o n ' u n (veya Saîd el-Feyyûmî) eserle-



aynı o l d u ğ u , m â n a ve ahval gibi sıfat te-



rinden doğru iktibaslarda



orilerinin eleştirisi, y a r a t m a n ı n devamlı-



nihayet kutsal kitap metinlerini



lığı ve Allah'ın evreni her a n y a r a t m a s ı ,



l a ş t ı r m a d a m o d e r n hıristiyan bilimcile-



bulunulması, karşı-



L



J



cevher ve a r a z l a r a ilişkin h ü k ü m l e r , kü-



rinin d i k k a t i n i çekerek onlara



öncülük



A r a p ç a fasl (ayırmak, ayırt etmek) ve



m ü n - z u h ü r ve tevellüd meseleleri, ru-



y a p m a s ı , eserin objektifliği ve orijinalli-



h i t â b (karşılıklı k o n u ş m a k ; söylenen söz



h u n cisim oluşu, cisimlerin s o n s u z c a bö-



ğ i n e ait deliller a r a s ı n d a



ve yapılan konuşma) kelimelerinden mey-



l ü n m e s i n i n i m k â n ı ve kelâmcıların a t o m



S i s t e m a t i k bir m e t o t kullanılarak



bir-



d a n a gelen bir isim t a m l a m a s ı d ı r . Fasl



nazariyesinin reddi, b ü t ü n bilgilerin za-



d e n f a z l a t a n r ı y a i n a n a n çeşitli din ve



m a s d a r olarak "karşılıklı k o n u ş m a y ı kes-



ruri o l u ş u ve t e k â f ü ü ' l - e d i l l e n i n



mezheplerin ortak noktalarının



m e k , kavgayı a y ı r m a k ; davayı



reddi



gibi k o n u l a r ü z e r i n d e d u r u l a r a k eser tamamlanır. İtikadî İslâm mezhepleriyle İslâm dışı din ve m e z h e p l e r i tasvirci bir m e t o t yerine t e n k i t ç i bir y a k l a ş ı m l a inceleyen el-



Faşl'ın



objektifliği ve orijinalliği



konu-



gösterilebilir.



belirle-



çözüme



n i p b u n a g ö r e t a s n i f l e r y a p ı l m a s ı ve ke-



kavuşturan kesin h ü k ü m " ; ism-i fâili olan



lâmcıların



fâsıl ise "hakkı b â t ı l d a n ayırt e d e n s ö z ;



özellikle



tabiat



felsefesinin



t e n k i d i n e yer verilmesi el-Faşl'ın



dik-



k a t çekici özelliklerindendir.



el-Faşl'da



sözü d u a k ı s m ı n d a n ayıran ' e m m â b a ' d ü ' i f a d e s i " a n l a m ı n a gelir.



zikredilen isbât-ı vâcib de-



F a s l ü ' l - h i t â b Kur'ân-ı K e r î m ' d e (Sâd



lillerinin K e m â l e d d i n el-Enbârî'ye ait ed-



3 8 / 2 0 ) , Hz. D â v û d ' a verilen bir n i m e t ve



s u n d a a r a ş t ı r m a c ı l a r farklı g ö r ü ş l e r ile-



Dâ'î



adlı eserde bazı kelime



ü s t ü n y e t e n e ğ i belirten bir t a b i r o l a r a k



ri s ü r m ü ş l e r d i r . M. W a t t ve Svveetman



farklılıklarıyla aynen tekrar edilmesi, ese-



g e ç m e k t e d i r . Bazı t e f s i r âlimleri b u n u ,



gibi bazı m ü s t e ş r i k l e r el-Faşl'ın



rin d a h a s o n r a k i âlimlerin



s ö z ü d u a k ı s m ı n d a n ayıran " e m m â ba'-



objek-



ile'l-İslâm



başvurduğu



t i f ve orijinal bir eser o l m a d ı ğ ı n ı ileri sü-



önemli



r e r k e n M u h a m m e d E b û Leylâ ve Israel



Bununla



birlikte eserde, ilâhî sıfatlara



r a k y o r u m l a m a k t a d ı r . A n c a k Şehâbed-



Friedlaender gibi bazı yazarlar bu iddiayı



dair g ö r ü ş l e r i n d e n dolayı ş i d d e t l e eleş-



d i n M a h m û d el-Âlûsî, Hz. D â v û d ' u n a n a



bir k a y n a k o l d u ğ u n u



gösterir.



d ü " (bundan sonrasına gelince) ifadesi ola-



216 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FASLÜ'I - MAKÂL Faşlü'l-makâl'in



başında



hâb (Beyrut 14i 1/1990) adlı kitapları bun-



eseri y a z m a k t a k i asıl a m a c ı n ı n , felsefe



sayılamayacağını ileri s ü r e r e k tabirin b u



lar a r a s ı n d a sayılabilir.



ve m a n t ı k gibi yabancı kökenli d ü ş ü n c e



t a ve b u n u t a k i p eden, "Ey M u h a m m e d ! S a n a davacıların haberi ulaştı m ı ? " (Sâd 3 8 / 2 1 ) m e â l i n d e k i âyete d a y a n a r a k fasl ü ' i - h i t â b ı n "kavgayı a y ı r m a , davayı kök ü n d e n çözecek isabetli bir h ü k ü m verme"



anlamına



(Rûhu'l-me'ânî,



geldiğini XXIII,



söylemektedir



177-178). Bu ta-



biri, ilk d e f a Hz. D â v û d ' u n



muhakeme-



d e bir ilke o l a r a k ortaya k o y d u ğ u , "Davacıya delil, davalıya y e m i n gerekir" söz ü ile y o r u m l a y a n l a r d a o l m u ş t u r . K o n u ş m a ve y a z ı ş m a l a r d a ilk d e f a Hz. Dâvûd, Hz. M u h a m m e d , K â ' b b. Lüey (ö. m. 454), Kus b. S â i d e (ö. m. 600 |?|) ve Y a ' r u b b. K a h t â n t a r a f ı n d a n kullanıldığı c



rivayet edilen ( Lisânü'l- Arab, " b ' a d " md.; İsferâyînî, II, 259) e m m â b a ' d ü ifadesinin



zarfın t a m l a y a n ı n ı n



dua



olarak



disiplinlerinin İslâm dini (şeriat) açısın-



BİBLİYOGRAFYA : Cevheri, es-Sıhâh, "b'ad" md.; Lisânü'l- cArab. "b'ad" md.; Tehânevî, Keşşaf, II, 1165, 1862; Tâcü'I-'arûs, "b'ad" md.; İbnü'l-Esîr, el-Meşelü's-sâ'ir, Kahire 1381/1962, II, 244; Hatîb elKazvînî, el-Jzâh (nşr. Abdülmün'im el-Hafâcî), Kahire 1400/1980, II, 597-598; İbn Kayyim elCevziyye, el-Fevâ'idü'l-müşevvik ilâ culûmi'iKur'ân, Beyrut 1402/1982, s. 210-213; ibn Hişâm, Muğni'l-iebîb (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire, ts. (Matbaatü'l-Medenî), 1, 56-59; Zerkeşî, el-Burhân, IV, 242-244; Teftâzânî, el-Mutavvei, İstanbul 1286, s. 437-441; a.mlf., Muhtasarü'l-Me'ânî, İstanbul 1307, s. 458-461; isferâyînî, el-Atvel, İstanbul 1284, II, 258-259; Desûkl Haşiye 'alâ Muhtaşari'l-Me'ânı, İstanbul 1290, li, 664-665; Seyyid Ahmed elHâşimî, Cevâhirü'l-belâğa, Beyrut, ts. (Dârü'lKütübi'I-ilmiyye), s. 421; Âlüsî, Rûhu'l-me'âni, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi't-türâsi'l-'Arabî), XXIII, 177-178. m İSİ



İslâm öncesi d ö n e m e ve p u t p e r e s t K â ' b b. Lüeyy'e d e n i s b e t edilmesi sebebiyle,



mevâkıfi'l-aş-



Rüşd



Garsî'nin Faşlü'l-hitâb



d e n i n k a y d a d e ğ e r bir n i m e t ve y e t e n e k m â n a y a hasredilmesini doğru b u l m a m a k -



İî



İbn



dilinin A r a p ç a o l m a d ı ğ ı n ı , ayrıca b u ifa-



TEVFİK R Ü Ş T Ü T O P U Z O Ğ L U



ğ u n u belirtir. Filozof, b u k o n u d a sağlıklı bir k a r a r a v a r a b i l m e k için öncelikle felsefenin t e m e l gayesinin belirlenmesi gerektiğini söyler. Ona göre felsefenin amacı, varlık ü z e r i n d e esaslı a r a ş t ı r m a l a r d a b u l u n a r a k son t a h l i l d e var olan her şeyi Allah'ın m e v c u d i y e t i n e delâleti bakımından



değerlendirmektir (Faşlü'l-makâl,



s. 64). Şeriat varlığı araştırıp incelemeyi teşvik ettiği için felsefenin (ontoloji) şer'î b a k ı m d a n m e n d u p veya vâcip sayılması gerekir. B u r a d a



İbn R ü ş d ' ü n ,



Kur'ân-ı



K e r î m ' d e yer a l a n (el-Haşr 5 9 / 2 ) ve "ibret a l m a , d e ğ e r l e n d i r m e " a n l a m ı n a gelen i ' t i b â r ile " b a k m a , g ö r m e ve bilme, d ü ş ü n m e " a n l a m l a r ı n a gelen n a z a r (el A'râf 7 / 185; el-Gâşiye 8 8 / 17) terimlerini çıkış n o k t a s ı olarak aldığı g ö r ü l m e k -



r



n



FASLÜ'I-MAKÂL



kabul



( J M



edilmesi d a h a u y g u n o l d u ğ u n d a n terkibi " e m m â b a ' d e d u ' â î leke (sana duam-



J^â )



m e k gerekir. Bu i b a r e İslâmî e d e b i y a t t a k o n u ş m a l a r d a , h u t b e l e r d e , yazışmalar-



tedir.



insanları,



var



olanları ya akıl yoluyla veya h e m



Buna



g ö r e şeriat



aklî



h e m d e şer'î yolla d e ğ e r l e n d i r m e y e (na-



İbn R ü ş d ' ü n (ö. 5 9 5 / 1 1 9 8 ) dinle felsefeyi uzlaştırmak amacıyla kaleme aldığı eseri.



d a n sonrasına gelince) ş e k l i n d e düşün-



zar ve i'tibâr) d a v e t e t m e k t e d i r . Bu ise m a n t ı k t a k i kıyas veya kıyas vasıtasıyla elde edilen bilgilerden b a ş k a bir şey değildir. Şu h a l d e şeriatın ö n g ö r d ü ğ ü de-



d a ve eserlerin m u k a d d i m e l e r i n d e besm e l e , ha'mdele ve salveleden sonra asıl



T a m adı k a y n a k l a r d a farklı biçimler-



söze g e ç m e , asil k o n u y a g i r m e ifadesi



d e g e ç m e k t e d i r . Müller ve A l b e r t Nasrî



o l a r a k kullanılır. Eski eserlerde



d a n m e ş r u i y e t i n i n t e s b i t edilmesi oldu-



bazan



Nâdir'in kaydettikleri gibi Escurial Lib-



kısa, b a z a n d a u z u n olabilen d u a ve se-



rary'deki y a z m a n ı n (nr. 629) b a ş ı n d a ese-



l â m kısmı g ü n l ü k k o n u ş m a ve yazışma-



rin adı Kitâbü



Faşli'1 -makâl



l a r d a s ö y l e n m i ş ve yazılmış f a r z e d i l e r e k



ru mâ



- şerî'a



söze "ve b a ' d ü " (imdi) tabiriyle başlanır.



ne'l-ittişâl



beyne'ş



ve



takrî-



ve'l-hikme



mi-



ğ e r l e n d i r m e m a n t ı k t a " b u r h a n " adı verilen şeydir. Bu sebeple şeriatın



man-



t ı k t a söz k o n u s u edilen b u r h a n ı teşvik e t t i ğ i n i s ö y l e m e k şeriatın r u h u n a aykırı o l m a z (a.g.e., s. 64-66).



Faşlü'l-makörde



İbn R ü ş d , böyle bir



şeklindedir. Bibliotheque Na-



istidlalin şeriata aykırı o l d u ğ u n u söyleyen u l e m â y a , fakihlerin Kur'ân-ı Kerîm'-



E m m â b a ' d ü ifadesi b e l â g a t kitapla-



t i o n a l e n ü s h a s ı n d a ise h e r h a n g i bir is-



rında, şiirde ve n e s i r d e ayrı konularda-



m e r a s t l a n m a m a k t a d ı r . İbn E b û Usay-



ki iki s ö z ü n birinden d i ğ e r i n e u y g u n bir



bia'nın



m ü n a s e b e t d ü ş ü r e r e k g e ç m e anlamın-



beyne'l-hikme



zikrettiği



Faşlü'l-makâl



d e yer a l a n " t e f a k k u h " (et-Tevbe 9 / 1 2 2 ) t e r i m i n d e n f ı k h î kıyası anladıkları



gibi



mine'l-it-



â r i f kişinin d e (filozof) "i'tibâr" terimin-



ve



tişâl a d ı ise ( c ü y û n ü ' l - e n b â \ s. 533) da-



d e n aklî kıyası anlayabileceğini belirte-



b u n u n zıddı o l u p ilgi k u r m a d a n doğru-



h a s o n r a gelen yazarlar t a r a f ı n d a n he-



rek cevap vereceğini söyler. Hz. Peygam-



d a n geçiş y a p m a m â n a s ı n a gelen •" ikti-



m e n h e m e n a y n e n kullanılmıştır. Nite-



ber d e v r i n d e b u l u n m a d ı ğ ı için aklî kıya-



d a r ı n bir t ü r ü sayılmaktadır. Ç ü n k ü b u



k i m E r n e s t R e n a n ' l a (Auerroes



el l'Auer-



sın bid'at olduğu söylenebilir. Ancak onun



t a b i r s ö z ü n d u a k ı s m ı n ı asıl



roisme, s. 457) Faşlü'l-maköl'in



e n son



d ö n e m i n d e f ı k h î kıyas d a y o k t u , f a k a t



daki



"tahallus"a yakın



görülmekte



maksada



ve'ş-şerî'a



fîmâ



b a ğ l a r k e n ayrı k o n u l a r d a k i iki s ö z ü d e



tenkitli neşrini y a p a n M u h a m m e d A m â -



k i m s e b u n u n b i d ' a t o l d u ğ u n u iddia et-



a y ı r m a k t a d ı r (Teftâzânî, el-



re b u o k u n u ş u e s a s almışlardır. Anavva-



m e m e k t e d i r (a.g.e., s. 67-68).



s. 440-441; İsferâyînî, II, 258-



ti ise eserin adını k ü ç ü k bir değişiklik-



birbirinden



Mutavvel,



le Faşlü'l-makâl



259; Desûkl, II, 664-665). Faslü'l-hitâb



tabiri



ayrıca



"doğruyu



y a n l ı ş t a n ayıran söz, açık ve kesin hük ü m " a n l a m ı n d a çeşitli ilimlere dair bazı eserlere u n v a n o l m u ş t u r . H a l e f â n b. Cümeyyil es-Seyâbî'nin Faşlü'l-hitâb



mes'ele



ve'l-cevâb



fi'l-



(Uman 1404/1984),



E b û İshak el-Huveynî'nin



bi-nakdi



Kitâbi'l-Muğrıî



ve'l-kitâb



li'bn



Kudâme



1985) ve M u h a m m e d



Faşlü'l-hitâb c



ani'l-hıfz



(Beyrut 1405/



Sâlih A h m e d



el-



ve'l-hikme



iîmâ



beyne'ş-şeıî'a



mine'l-ittişâl



olarak kaydet-



m i ş t i r (Muellefâtü



İbn Rüşd, s. 205). An-



cak bizzat İbn R ü ş d kitabının ismini Faş-



lü'l-makâl şerfa



İî muvafakati'1-hikme



c



diye z i k r e t m e k t e d i r (el-Keşf



menâhici'l-edille, fî takriri



hikme







fi'l-ittişâl



dir (Beyânü



an



s. 185). Takıyyüddin İbn



Teymiyye b u eserin adını



kâl



li'ş-



Tahrîrü'l-ma-



beyne'ş-şerfa



ve'l-



şeklinde kaydetmekte-



telbîsi'l-Cehmiyye,



I, 24).



İbn R ü ş d , ayrıca İslâm d ü n y a s ı n d a sıkça tartışılan, özellikle d e Kindî tarafınd a n ö n e m l e ele alınıp v u r g u l a n a n (Re-



sâ'il,



1, 102-103) " b i z d e n (müslüman) ol-



mayanların"



k u r u p geliştirdikleri



bilim



ve d ü ş ü n c e n i n m ü s l ü m a n l a r t a r a f ı n d a n alınıp a l ı n m a y a c a ğ ı k o n u s u n u



aydınlığa



k a v u ş t u r m a k ister. Kindî'yi t a k i p e d e n İbn R ü ş d ' e g ö r e d e bilgide



devamlılık



esastır; sonra gelenler öncekilerin bilgisinden faydalanırlar. İnsanlığın ortak malı olan ilmî b i r i k i m d e n f a y d a l a n ı p



onu



217 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FASLÜ'I-MAKÂL geliştirmek tabii ve tarihî bir zarurettir



ta genel halk toplulukları



(hatâbiyyûn)



şılaştırarak Fransızca çevirisiyle birlikte



(.Faşlü'l-makâl,



b u l u n m a k t a d ı r ki bunlar ehil olmadık-



yayımlamış (Cezayir 1942) ve bu neşri kü-



s. 68-69).



M ü s l ü m a n olmayanların geliştirdikle-



ları için asla te'vile yeltenmemelidirler.



çük



ri bilimlere eklektik bir tavırla yaklaşan



İkinci grubu aklî yetenekleri yerinde olan,



(Anawati, s. 207-208). George F. Hourani, Madrid Millî Kütüphanesi'ndeki nüsha ile



bazı



değişikliklerle



tekrarlamıştır



İbn Rüşd, eski düşünürlerin görüşlerin-



polemik y a p m a g ü c ü n e sahip bulunan-



den f a y d a l a n m a n ı n İslâm açısından va-



lar (cedeliyyûn) oluşturur. Bunlar her ne



(nr. 5013) karşılaştırmalı olarak eserin



cip olduğu sonucuna varır. Aynı zaman-



k a d a r te'vil yapabilirlerse de gerçek an-



yeni bir neşrini yapmış (Leiden 1959), bu neşir Albert Nasrî Nâdir t a r a f ı n d a n mu-



da ünlü bir fakih olan İbn R ü ş d ' e göre



l a m d a te'vile yetkili olanlar "burhâniy-



felsefe o k u d u ğ u için yolunu şaşıranların



y û n " adını verdiği üçüncü gruptur. Ya-



k a d d i m e ve bazı açıklamalar e k l e n m e k



b u l u n m a s ı felsefenin yasaklanması için



pılan te'villeri ehil olmayanlara aktaran-



suretiyle tekrarlanmıştır (Beyrut 1961).



gerekçe teşkil etmez. Nitekim fıkıh oku-



lar k ü f r e girmeye vesile olurlar ki küfre



M u h a m m e d A m â r e de eseri Kahire nüs-



y u p da d o ğ r u yoldan sapan p e k çok in-



vesile o l m a k da k ü f r ü gerektirir. Eser-



hasıyla (Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye, Teymû-



san b u l u n d u ğ u halde kimse insanları fı-



de bu y ö n d e n M u t e z i l e ve Eş'arîler ten-



riyye, nr. 133) karşılaştırıp d a h a sıhhatli



kıh o k u m a k t a n alıkoymaya çalışmamak-



kit edilir.



bir m e t i n halinde yayımlamıştır (Kahire



tadır (a.g.e., s. 72-73).



Bu kitabında ele aldığı meseleleri ye-



Böylece Faşlü'l-maköl'de



felsefenin



1969) Son iki neşir d a h a sonra birçok



ni bir eserde ayrıca inceleyeceğini belir-



defa tekrarlanmıştır (Faşlü'l-makâl



Bekir Karlığa], nâşirin önsözü, s. 60). İbn



|nşr.



İslâm dini karşısındaki d u r u m u s a ğ l a m



t e n müellif, m ü s l ü m a n l a r ı n içine düştü-



temeller üzerine oturtulduktan sonra in-



ğ ü ihtilâflardan fazlasıyla rahatsız oldu-



R ü ş d ' ü n Aristo üzerine yazdığı şerhler



sanların dini ve felsefeyi a n l a m a kapa-



ğ u n u bildirir ve felsefe ile dinin iki ar-



d a h a başlangıçta Ortaçağ Latin dünya-



sitelerinin farklılığı üzerinde durulur. İn-



k a d a ş veya s ü t kardeş olduklarını açık-



sının yakın ilgisini çekerek Batı'nın or-



sanlar, anlayış ve yetenek b a k ı m ı n d a n



layarak eserini bitirir. Yazmayı düşün-



t a k bilim ve kültür dili olan Latince'ye



herhangi bir fikri ancak delillendirildiği



d ü ğ ü bu eserin el-Keşf



t a k d i r d e kabul edenler, tartışarak veya



edille



dinleyerek benimseyenler o l m a k üzere



maktadır.



üç kısma ayrılır. Kur'ân-ı Kerîm'in hitabında bu üç insan tipi de dikkate alın-



c



an



menâhici'l-



o l d u ğ u o n u n ö n s ö z ü n d e n anlaşıl-



Faşlü'l-makâl'de



akıl-vahiy, din-bi-



lim, şeriat-hikmet ilişkisi



konularında



oldukça tutarlı görüşler ileri s ü r ü l m ü ş ,



çek o l d u ğ u için b u r h a n a dayalı akıl yü-



filozofun bu görüşleri İslâm dünyasınd a n çok Ortaçağ Batı'da yeni y o r u m ve



hakikatler birbirine ters d ü ş m e z . Eğer



anlayışlara z e m i n hazırlamıştır. "Tehâ-



şeriatın içerdiği bilgiyle burhanî bilgi ara-



f ü t " tartışmaları bir yana bırakılırsa İbn



sında zâhirî bir çelişki varsa şeriatın ver-



R ü ş d ' ü n din-felsefe uzlaşmasına ilişkin



diği bilgiyi te'vil e t m e k gerekir (a.g.e., s.



görüşleri İslâm dünyasında yeterli yan-



76-77). Eserde "te'vil" terimi



kı b u l a m a m ı ş t ı r . Yalnız



üzerinde



İbn



Faşlü'l-ma-



m e edilmemiştir. Sadece



kâi'in



mıştır (bk. en-Nahl 16/125). İkisi de gerr ü t m e ile ilâhî şeriatın ortaya koyduğu



çevrildiği halde o n u n dinî eserleri tercüm u h t e m e l e n XIII veya XIV. yüzyıl-



da yapılmış İbrânîce tercümesinden dört n ü s h a Leiden, Oxford ve Paris Millî kütüphanelerinde g ü n ü m ü z e ulaşmıştır. H. Golb bu İbrânîce çeviriyi,



Proceedings



of the American



for



Research'in



Academy



Jewish



XXV (1956, s. 91-113) ve



XXVI. (1957, s. 41 -64) sayılarında yayımlamıştır (Anawati, s. 208-209).



Faşlü'l-makâr'm



çağdaş Batı dillerin-



Teymiyye



deki ilk tercümesi L6on Gauthier tara-



de durularak b u n u n ö z ü n ü n "bir kelime-



ciddi eleştirilerle İbn R ü ş d ' d e n alıntılar



f ı n d a n yapılan Fransızca çevirisidir. Bu



yi hakikat mânasının dışında mecazi an-



yapmıştır (Beyânü



t e r c ü m e XIV. Orientalistler Kongresi bil-



lamına



24-31; a.mlf., Der'ü



h a m l e t m e k yani



yorumlamak"



olduğu belirtilir. Buna göre fakihler gibi



telbîsi'l-Cehmiyye, te'âruzi'l-'akl



I,



ue'n-



nakl, III, 397-438; VI, 212-249; VII, 345-



dirilerinin toplandığı Recueil



de



memoi-



res et de textes içinde "L'Accorde d e la



filozoflar da Kur'an'ın naslarını çeşitli



352; VIlf, 163-244; IX, 69-132, 321-402;



religion et de la philosophie" başlığıyla



şekillerde yorumlayabilirler.



X, 141-319). Şeriatla felsefenin arasını



yayımlanmış (Paris 1905, s. 269-318), da-



birleştirdiğini iddia ettiği kitabında İbn



ha sonra da Arapça metniyle birlikte (Ce-



Rüşd'ün



zayir 1942) ve ardından yalnızca t e r c ü m e



Faşlul-makâl'de



Gazzâlî'nin filozof-



ları tekfir eden t u t u m u da tartışılmakta, b u n u n Gazzâlî'ye ait



Fayşalü't-tefri-



A a ' d a k i m ü s a m a h a k â r görüşlerle çeliş-



te'vil



konusundaki



Faşlü'l-makâl'den



fikirlerini



bölümler a k t a r a r a k



olarak (Paris 1988) yeniden neşredilmiş-



eleştiren İbn Teymiyye, onun bazı görüş-



tir. George F. Hourani, eseri yukarıda sö-



tiği belirtilmektedir. Eserde ayrıca Al-



lerini uygun bularak benimserken bü-



zü edilen İbrânîce nüshalarla



karşılaş-



lah'ın, anlaşılması g ü ç olduğu için ancak



y ü k bir b ö l ü m ü n ü de reddetmeye çalışır



tırarak On



Religions



burhanla (aklî istidlal) bilinebilecek konu-



(krş. İbn Teymiyye, Beyânü



and Philosophy



ları insanlara



miyye, I, 226-239; ibn Rüşd, Faşlü'l-ma-



misallerle açıkladığı,



bu



misallerin zâhirinin herkes tarafından, bâtınının ise ancak ehli olanlar tarafın-



telbîsi'l-Ceh-



the Harmony



of



adıyla İngilizce'ye çevir-



miştir (London 1961).



kâl, s. 89-98).



Faşlül-makâl'l



Nevzat Ayasbeyoğlu



Escurial Library'de bulunan



nüshası



İbn R ü ş d ' e ait el-Keşf



c



an



menâhici'l-



d a n anlaşılabileceği belirtilir. İbn Rüşd.



esas alınarak Faşlü'l-makâl



bu zâhir ve bâtın ayırımının mistik ve



1859 yılında Marcus Joseph Müller tara-



adıyla Türkçe'ye çevirerek yayımlamış



und The-



(Ankara 1957), ardından her iki eser Sü-



adıyla neşredilmiş-



leyman Uludağ t a r a f ı n d a n t e r c ü m e edi-



ilk defa



edille



ile birlikte İbn Rüşd'ün



Felsefesi



h e r m e t i k akımlar tarafından çokça baş-



f ı n d a n M ü n i h ' t e Philosophie



vurulan bâtınî y o r u m a kapı aralayacağı-



ologie



nı d ü ş ü n m ü ş olmalı ki d a h a sonra kale-



tir (Anavvati, s. 205). Daha sonra yine ay-



lerek Felsefe-Din



m e aldığı eserinde (el-Keşf can



nı n ü s h a esas alınıp eser Kahire'de beş



redilmiştir (istanbul 1985). H. Bekir Kar-



defa basılmıştır (Faşlü'l-makâl



lığa, önceki çevirileri de d i k k a t e alarak



ci'l-edille,



menâhi-



s. 132-133) "zâhir" ve "te'vil



von Averroes



|nşr. Be-



İlişkileri



adıyla neş-



edilmiş" (müevvel) şeklindeki ayırımı ter-



kir Karlığal, naşirin önsözü, s. 59). Leon



eseri yeniden Türkçe'ye t e r c ü m e e t m i ş



cih etmiştir. Eserde insanlar te'vil ehli-



Gauthier, Faşlü'l-makâl'in



Arapça met-



ve diğer neşirlerle karşılaştırdığı Arap-



yeti b a k ı m ı n d a n üçe ayrılır. Birinci grup-



nini Müller neşri ve öteki neşirlerle kar-



ça aslı ile birlikte yayımlamıştır (İstanbul



218 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂTIMA 1992). Seyyid Ca'fer-i Seccâdî d e eseri



n a m a z k ı l m a k t a olan Resûl-i



Ekrem'in



Resûl-i E k r e m Hz. F â t ı m a ' y a son has-



Farsça'ya çevirerek n e ş r e t m i ş t i r (Tahran



secdeye vardığı sırada o m u z l a r ı n a m ü ş -



talığı sırasında Kur'ân-ı Kerîm'i Cebrâil



1979). BIBLIYOGRAFYA: İbn Rüşd Faslul-makâl:



Felsefe ve Din iliş-



kisi (trc. ve nşr. Bekir Karlığa), İstanbul 1992; a.e., naşirin önsözü, s. 59-60; İbn Rüşd, el-Keşf "an menâhici'l-edille (nşr. Mahmûd Kasım), Kahire 1964, s. 132-133, 185; Kindî, Resâ'îl, 1, 102-103; İbn Ebû Usaybia, e U y ü n ü ' l - e n b â s . 533; İbn Teymiyye, Beyânü telbîsi'l-Cehmiyye (nşr. Muhammed b. Kasım), Mekke 1931, i, 24-31, 226-239; a.mlf., Der'ü te'âruzi'l-'akl ve'n-nakl (nşr. M. Reşâd Salim), Riyad 1981, III, 397-438; VI, 212-249; VII, 345-352; VIII, 163-244; IX, 69-132, 321-402; X, 141-319; E. Renan, Averro&s et l'Averroisme (nşr. Fuat Sezgin), Frankfurt 1985, s. 457; L. Gauthier, İbn Rochd, Paris 1948, s. 17-40; Mahmûd Kasım, ibn Rüşd ve felsefetühü'd-dîniyye, Kahire 1969, s. 62-76; G. C. Anawati, Mü'ellefâtü ibn Rüşd, Cezayir 1978, s. 205-209; Mâcid Fahrî, ibn Rüşd: Feylesûfü Kurtuba, Beyrut 1986, s. 26-37; Hilmi Ziya Ülken, "İbn Rüşd", İA, V/2, s. 789, 796; R. Arnaldez, "ibn Ruşhd", E! 2 (ing.), III, 9119 1 3



'



-



H . BEKIR



KARLIĞA



rikler t a r a f ı n d a n bir devenin döl yatağı-



ile her yıl bir d e f a birbirlerine okuduk-



nın a t ı l m a s ı üzerine g e n ç F â t ı m a ' n ı n ko-



larını (bk. ARZA), b u s e n e Cebrâil'in aynı



ş a r a k b a b a s ı n ı n üzerindeki pislikleri te-



m a k s a t l a iki d e f a geldiğini, b u n u n



m i z l e m e s i ve b u n u y a p a n l a r a kızıp söy-



vefatının yaklaştığına



işaret



ise



olduğunu



l e n m e s i d i r (Buhârî, " V u d û 3 " , 69; Müslim,



söylemesi üzerine F â t ı m a a ğ l a m a y a baş-



" C i h â d " , 107-110). Hicretten bir m ü d d e t



l a m ı ş ; Hz. P e y g a m b e r ' i n , ailesinden ilk



s o n r a Hz. F â t ı m a ' n ı n , y a n l a r ı n d a Hz. Ali



ö n c e k e n d i s i n e o n u n kavuşacağını, ayrı-



ile a n n e s i F â t ı m a b i n t Esed o l d u ğ u hal-



ca o n u n m ü m i n kadınların



d e Şevde, kız k a r d e ş i Ü m m ü K ü l s ü m ve



disi o l d u ğ u n u söylemesi üzerine d e gü-



hanımefen-



E b û Bekir'in ailesiyle birlikte Medine'ye



l ü p s e v i n m i ş t i r (Buhârî, " F e z â ' i l ü aşhâ-



hicret ettikleri b i l i n m e k t e d i r .



bi'n-nebî", 12, "İsti'zân", 43; Müslim, "Fe-



F â t ı m a o n b e ş yaşını t a m a m l a d ı k t a n



z â ' i l ü ' s - ş a h â b e " , 97-99).



s o n r a o n u n l a ö n c e Hz. E b û Bekir, ardın-



Hz. P e y g a m b e r ' e çok d ü ş k ü n olan Fâ-



d a n d a Hz. Ö m e r e v l e n m e k i s t e m i ş , Re-



t ı m a babasının vefatından dolayı çok sar-



sûl-i E k r e m her iki teklife d e o l u m l u ce-



sıldı. Resûl-i Ekrem defnedildikten sonra



v a p v e r m e m i ş , b u n u n a r d ı n d a n Hz. Ali



g ö r d ü ğ ü E n e s b. Mâlik'e, "Resülullah'ın



F â t ı m a ' y a t a l i p o l m u ş ve b u t a l e b i Re-



ü z e r i n e ç a r ç a b u k t o p r a k a t m a y a eliniz



sûlullah t a r a f ı n d a n k a b u l e d i l m i ş t i r (ibn



nasıl vardı, g ö n l ü n ü z nasıl razı



Sa'd, VIII, 19). O sıralarda f a k i r bir deli-



diyerek a ğ l a d ı ve d a h a sonra d a günler-



kanlı olan Hz. Ali m e h i r verecek k a d a r



ce gözyaşı d ö k t ü .



m a l ı b u l u n m a d ı ğ ı n d a n Bedir Gazvesi'n-



Hz. P e y g a m b e r ' i n v e f a t ı n ı n



oldu?"



ardından



d e g a n i m e t t e n payına d ü ş e n zırhı, bazı



F â t ı m a ile A b b a s b. A b d ü l m u t t a l i b Hali-



FÂTIMA



rivayetlere g ö r e ise devesini ve bir kısım



f e E b û Bekir'e gelerek Resülullah'ın mi-



( Uali )



eşyasını s a t a r a k 4 5 0 d i r h e m g ü m ü ş ci-



r a s ı n d a n hisselerini istediler. Bu m i r a s



U m m ü ' l - Haseneyn Fâtıma bint M u h a m m e d ez-Zehrâ (ö. 1 1 / 6 3 2 )



varında bir m e h i r vermiştir. Hz. Fâtıma'-



Fedek ve Hayber'deki h u r m a l ı k l a r l a Me-



nın çeyizi d e k a d i f e bir ö r t ü , içine hur-



dine'deki bir b a h ç e d e n i b a r e t o l u p Hz.



m a lifi d o l d u r u l m u ş deri bir yastık, iki



P e y g a m b e r b u arazilerin gelirini a m m e



H z . Peygamber'in soyunu d e v a m ettiren kızı.



el d e ğ i r m e n i ve d e r i d e n y a p ı l m a iki su



işlerine, yolcularla m i s a f i r l e r e ve k e n d i



k a b ı n d a n ibaretti. Düğünleri Resülullah'ın



ailesine



Hz. Â i ş e ile e v l e n m e s i n d e n d ö r t b u ç u k



Resülullah'ın p e y g a m b e r l e r i n m i r a s bı-



P



^



harcamaktaydı.



Halife



onlara,



Bi'setten yaklaşık bir yıl ö n c e (m. 609),



ay s o n r a 2. yılın Z i l k a d e (Mayıs 624) ve-



rakmayacağına



İbn Sa'd ile ( et-Tabakât, VIII, 19) bir kı-



ya Zilhicce (Haziran 624) ayında gerçek-



r a k o n u n m i r a s ı n ı n söz k o n u s u olamayacağını, f a k a t ailesinin g e ç i m i n i n eski-



dair hadisini



hatırlata-



s ı m tarihçilere g ö r e ise Kureyş'in Kâbe'-



leşti. Hz. F â t ı m a 3. yılın R a m a z a n ayın-



yi y e n i d e n inşası sırasında (m. 605) Mek-



d a (Şubat 625) ilk ç o c u ğ u olan Hasan'ı,



d e n o l d u ğ u gibi yine buraların gelirin-



ke'de d o ğ d u . Bazı k a y n a k l a r d a Hz. Âişe'-



bir yıl s o n r a Ş â b a n (Ocak) ayında Hüse-



d e n s a ğ l a n a c a ğ ı n ı , k e n d i s i n i n b u araziyi



d e n b e ş y a ş k a d a r b ü y ü k o l d u ğ u kay-



yin'i d ü n y a y a getirdi. Daha sonraki yıl-



Hz. Peygamber'in yaptığı şekilde bir mü-



d e d i l d i ğ i n e g ö r e (meselâ bk. İbn Hacer,



larda k ü ç ü k y a ş t a ölen M u h a s s i n ile (İbn



tevelli gibi kullanacağını söyledi. Hz. Âişe



el-İşâbe, VIII, 54) birinci g ö r ü ş ağırlık ka-



Kuteybe, s. 211; İbn Hacer, el-İşâbe, VI,



ile d i ğ e r bazı s a h â b î l e r i n b u hadisi tas-



z a n m a k t a d ı r . Öz kardeşleri Z e y n e b ile



243) Ü m m ü K ü l s ü m ve Z e y n e b d o ğ d u .



dik etmeleri üzerine miras iddiasından



Evliliklerinin ilk yıllarında Hz. Ali ile Fâ-



vazgeçildi (Buhârî, " H u m u s " , 1, " F e z â ' i l ü



Rukıyye'den k ü ç ü k , Ü m m ü



Külsûm'dan Hz.



t ı m a a r a s ı n d a k ü ç ü k ç a p t a bazı anlaş-



aşhâbi'n-nebî", 12, " M e ğ â z î " , 14, 38, "Na-



P e y g a m b e r ' i n en k ü ç ü k kızı o l d u ğ u gö-



mazlıklar o l m u ş (Buhârî, "Edeb", 113, "İs-



fakât", 3, "İ'tisâm", 5; Müslim, " C i h â d " ,



r ü ş ü d a h a d o ğ r u k a b u l e d i l m e k t e d i r (İbn



t i ' z â n " , 40), a n c a k Resûl-i E k r e m ' i n . a r a -



51-55). A n c a k Hz. F â t ı m a halifenin



Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb,



XII, 441; a.mlf.,



larını b u l m a s ı ve Hz. F â t ı m a ' y a kocasına



t a v r ı n a g ü c e n e r e k v e f a t edinceye k a d a r o n u n l a bir d a h a bu k o n u ü z e r i n d e ko-



büyük



olduğu



söylenmekteyse de



bu



el-İşâbe, VII, 648). Z e h e b î ' n i n b e l i r t t i ğ i n e



itaati tavsiye e t m e s i ü z e r i n e kırgınlıklar



g ö r e künyesi " b a b a s ı n ı n a n n e s i , a n a m "



son b u l m u ş , Hz. Ali d e a r t ı k eşini hiçbir



n u ş m a d ı (Buhârî, "Ferâ'iz", 3). Bir riva-



m â n a s ı n a gelen " Ü m m ü e b î h â " idi. Bu



şekilde



y e t e g ö r e ise E b û Bekir, Hz. F â t ı m a ' y ı



künyeyi a l m a s ı n ı n sebebi, Fâtıma'yı an-



Hacer, el-İşâbe, VIII, 59).



n e sevgisiyle seven Resülullah'ın kendisine b u şekilde h i t a p e t m e s i olmalıdır. Lakabı "beyaz, p a r l a k ve aydınlık y ü z l ü k a d ı n " a n l a m ı n d a Z e h r â o l m a k l a beraber "iffetli ve n a m u s l u k a d ı n " anlamınd a k i B e t û l lakabıyla anıldığı d a



görül-



m e k t e d i r (Ebû Nuaym, (I, 39). K a y n a k l a r d a Hz. F â t ı m a ' n ı n



çocukluk



üzmeyeceğini



söylemiştir



(ibn



v e f a t ı n d a n bir m ü d d e t önce ziyaret ede-



U h u d Gazvesi'nde o n h a n ı m l a birlikte gazilere yiyecek ve su t a ş ı y a n Hz. Fâtım a aynı z a m a n d a yaralıları t e d a v i etti. Bu s a v a ş t a Hz. P e y g a m b e r ' i n dişinin kı-



r e k g ö n l ü n ü a l m ı ş t ı r (İbn Sa'd, VIK, 27; Zehebî, A c lâmun-nübelâ',



II, 121).



Hz. F â t ı m a , Resülullah'ın



ölümünden



b e ş b u ç u k ay sonra 3 R a m a z a n 11 (22



rılması üzerine y ü z ü n d e k i k a n l a n temiz-



Kasım 632) t a r i h i n d e v e f a t etti. M u h a m -



lemeye çalıştı. Kanın d i n m e d i ğ i n i görün-



med



ce bir hasır parçasını y a k ı p küllerini Re-



ma'yı Hz. Ali yıkadı (Zehebî,



sülullah'ın y ü z ü n e



bastırmak



suretiyle



el-Bâkır'm b e l i r t t i ğ i n e g ö r e Fâtı-



nübelâII,



A zlâmü'n-



128). Ö l ü m ü n d e n s o n r a vü-



ve gençlik yıllarına dair p e k a z bilgi bu-



a k a n kani d u r d u r m a y ı başardı (Müslim,



c u d u n u k i m s e n i n g ö r m e m e s i için vasi-



lunmaktadır.



" C i h â d " , 101).



yeti ü z e r i n e o n u Hz. Ali ile Hz. E b û Be-



Bunlardan



biri,



Kâbe'de



219 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂTIMA kir'in hanımı Esmâ bint Umeys'in yıka-



beni ü z m ü ş olur" (Buhârî, "Fezâ'ilü aş-



dığı da zikredilmektedir [a.g.e., II, 129).



hâbi'n-nebî", 12, 29; Müslim, "Fezâ'ilü'ş-



Hz. Fâtıma, kadın cenazelerinin erkek-



şahâbe", 93-94; Hâkim, 111, 154) ve, "Bana



lerinki gibi üzerine örtülen bir kefenle



melek gelerek Fâtıma'nm cennetliklerin



sarılmış olarak herkesin gözü



hanımefendisi olduğunu müjdeledi" de-



önünde



bulunmasından rahatsız olduğunu Esmâ



miş (Hâkim, 111, 151), cennetlik kadınların



bint Umeys'e söylediğinde Esmâ ona Ha-



en faziletlilerini saydığı bir başka hadi-



beşistan'da cenazelerin t a b u t içinde ta-



sinde de önce Hz. Hatice ile Fâtıma'nın,



şındığını anlatmış, b u n u n üzerine Fâtı-



sonra da Âsiye ile Meryem'in adlarını söy-



m a kendi cenazesinin de böyle taşınma-



lemiştir [Müsned, I, 293).



sını vasiyet etmişti. Nitekim onun cenazesi Esmâ bint Umeys'in tarifi üzerine yapılan tabutla taşındı. Cenaze namazını Hz. Abbas veya Hz. Ali kıldırdı. Vasiyeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü'l-bakî'a defnedildi. Resûlullah'ın terbiyesiyle yetişen Hz. Fâtıma onun hem hayâ ve edep gibi özelliklerine, hem de konuşma tarzından (Tirmizî, "Menâkıb", 60) yürüyüşüne kadar (Müslim, "Fezâ'ilü's-sahabe", 98) birçok vasfına sahip oldu. Babasının uygun görd ü ğ ü hayat tarzını benimseyerek onun gibi sade yaşadı. El değirmeninde un ö ğ ü t m e k t e n usanan Fâtıma ile kuyudan su çekip t a ş ı m a k t a n yorulduğunu söyleyen Ali bu hususta Hz. Peygamber'den yardım istemeye karar verdiler. Hz. Fâtıma Medine'ye bir savaş esirinin geldiğini duyunca babasına giderek ondan kendisine ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi talep etti. Resûlullah da esiri, mescidde yatıp kalkan fakir müslümanların (ehl-i Suffe) ihtiyaçlarını karşılamak üzere satacağını, bu sebeple kendisine bir hizmetçi veremeyeceğini, buna karşılık yatağa girdiği vakit otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillâh, Allâhüekber demesinin istediği hizmetçiden kendisi için daha hayırlı olacağını söyledi (Buhârî, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebî", 9, "Nafakât", 6-7, "Da'avât", 11). Bu güzel vasıfları sebebiyle Resûl-i Ekrem Fâtıma'yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini t u t a r a k yanaklarından öper, ona iltif a t edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Fâtım a da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı (Müslim, "Fezâ'ilü'ş-sahabe",



98;



Ebû Dâvüd, "Edeb", 143, 144; Tirmizî, "Menâkıb", 60). Hz. Peygamber sefere giderken aile fertlerinden en son Fâtıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü (Ebû Dâvüd, "Tereccül", 21). Kadınlardan en çok Fâtıma'yı, erkeklerden de Ali'yi sevdiğini söyleyen (Tirmizî, "Menâkıb", 60) Resûl-i Ekrem, "Fâtıma benim bir parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de



Hz. Peygamber'in Fâtıma'ya olan sevgisini gösteren önemli bir olay, Mekke'nin fethinden sonra Hz. Ali'nin Ebû Ce-



Fâtıma ve Ali isimlerinin birlikte yazıldığı Muhittin Serin



hil'in kızı Cüveyriyye ile (İbn Hacer, Fet-



hattıyla celî - ta'lik levha (Muhittin Serin koleksiyonu)



hu'l-bârî, VII, 108) evlenmek istemesi veya Ebû Cehil'in yakınlarının kızlarını Hz. Ali ile evlendirmek için Resûl-i Ekrem'in iznini talep etmeleri üzerine onun gösterdiği tepkidir. Bu vesile ile yaptığı konuşmalarda Fâtıma'nın kendisinin bir parçası olduğunu, onun üzülmesini istemediğini, Resûlullah'ın kızı ile Allah düşmanının kızının bir araya gelemeyeceğini, Cenâb-ı Hakk'm helâl kıldığı bir şeyi h a r a m kılmamakla beraber bu evliliğe izin vermeyeceğini, ancak Ali'nin Fâtıma'yı boşadıktan sonra bir başka kadınla evlenebileceğini söyledi (Buhârî, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebî", 16, "Nikâh", 109). Resûl-i Ekrem'in bu konudaki hassasiyeti, Hz. Fâtıma'nın itidalini koruyamayacağı düşüncesinden kaynaklanıyordu (Müslim, "Fezâ'ilü'ş-şahâbe", 95-96). Diğer taraftan Hz. Peygamber'in konuşmasına başlarken öbür d a m a d ı Ebü'lÂs'ın kendisine verdiği sözde durduğunu belirtmesi, Ebü'l-Âs'a Zeyneb'in üzerine bir başka kadınla evlenmemeyi şart koştuğunu hatıra getirmekte, aynı şekilde Hz. Ali'den de böyle bir söz aldığını, f a k a t Ali'nin bunu u n u t m u ş olabileceğini düşündürmektedir. Bu olaydan sonra Hz. Ali Fâtıma'nın vefatına kadar bir başka kadınla evlenmediği gibi câriye de edinmemiştir. Resûl-i Ekrem'in her fırsatta onların evine gelerek ikisinin arasına oturması, hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi ifade etmesi onları birbirine bağlamış, hatta z a m a n z a m a n her biri Resûlullah'ın kendisini daha çok sevdiğini ileri sürerek onun gönlündeki müstesna yerlerinden emin olduklarını göstermişlerdir. Fâtıma da fırsat buldukça babasının yanına gider, ona hizmet etmekten zevk duyardı. Mekke'nin fethedildiği yıl Resûlullah evinde yıkanırken Fâtıma'nın onu bir perde ile setretmeye çalışması (Buhârî, "Ğusül", 21, "Şalât", 4) onların bu yakınlığının derecesini göstermektedir. Resûl-i



Ekrem, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'yi ve çocukları Hasan ile Hüseyin'i abâsının altına alarak, "Allahım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl" diye dua etmiştir. Hz. Fâtıma ile ilgili önemli hususlardan biri de Resûlullah'ın neslinin onun çocukları vasıtasıyla devam etmiş olmasıdır. Hz. Fâtıma'dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup t a m a m ı Kütüb-i



Sitte'de



yer almakta, bunlardan ikisi hem Şahîh-i



Buhârî



hem de Şahîh-i



Müslim'de



bu-



lunmaktadır. Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan ile Hüseyin, Hz. Âişe, Ü m m ü Seleme, Hz. Peygamber'in hizmetkârı Ümm ü Râfi'in karısı Selmâ, Enes b. Mâlik ve başkaları rivayette bulunmuşlardır. Ayrıca Hz. Hüseyin'in kızı Fâtıma'nın ve daha başka râvilerin ondan mürsel rivayetleri vardır. Kaynaklarda Hz. Fâtıma'ya nisbet edilen bazı şiirler ve beyitler b u l u n m a k t a (meselâ bk. İbn Seyyidünnâs, s. 358; Ali Fehmi Câbic, s. 126, 128), bunları Hz. Peygamber'in vefatından sonra söylediği belirtilmektedir. Zehebî, Fâtıma'nın Resûlullah'ın vefatı dolayısıyla söylediği ileri sürülen, "Başıma g ü n d ü z ü geceye çevirecek büyük musibetler geldi" şeklindeki beytin ona ait olmadığını kaydetmektedir [A clâmun-nübela',



11, 134). Fâ-



tımîler, Hz. Fâtıma'nın soyundan geldiklerini iddia ederek kurdukları hânedana ona izâfeten bu adı vermişlerdir. Şiî Kaynaklarına Göre Fâtıma. ŞİÎ kaynaklan, Hz. Fâtıma'nın bi'setin 2 veya S. yılında d o ğ d u ğ u n u iddia ederler. Hatta Hz. Hatice'nin Fâtıma'ya isrâ ve mi'rac hadisesinden sonra hamile kaldığını ileri süren kaynaklar da vardır. Bu t ü r ri-



220 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂTIMA ması, Resülullah'ın ilk halifesinin isabet-



mi'racda



nahlardan k o r u n m u ş olduğu görüşüdür



b u l u n d u ğ u sırada kendisine i k r a m edi-



(bk. ÇÂRDEH MA'SÛM-i PÂK). Ehl-i sün-



li h ü k ü m verdiğini g ö s t e r m e y e yeterli-



len cennet meyvesinden yediği, Fâtıma'-



net âlimleri, Resûl-i Ekrem'in Hz. Ali, Fâ-



dir (geniş bilgi için bk. FEDEK).



nın b u meyveden hâsıl o l d u ğ u , Resûl-i



t ı m a , Hasan ve Hüseyin'i abâsının altına



Hz. Fâtıma'yı alet e t m e k suretiyle Hz.



Ekrem'in o meyvenin k o k u s u n u özledik-



alarak, "Ey Ehl-i beyt! Allah sizden sa-



Ömer'i k a r a l a m a k için uydurulan ve gü-



çe Fâtıma'yı ö p t ü ğ ü kaydedilir. Hz. Fâtı-



dece g ü n a h ı g i d e r m e k ve sizi t e r t e m i z



venilir hiçbir k a y n a k t a g ö r ü l m e y e n bir



m a ' n ı n mi'rac olayından çok önce doğ-



y a p m a k istiyor" (el-Ahzâb 3 3 / 3 3 ) meâ-



iddiaya göre Fâtıma ve kocası Ebû Be-



m u ş olması b u t ü r rivayetlerin tutarsız-



lindeki âyeti o k u d u ğ u n u kabul e t m e k l e



lığını ortaya k o y m a k t a d ı r (bu rivayet ve



beraber (Müslim, "Fezâ'iluş-şahâbe", 61)



tenkidi için bk. Kandemir, s. 185-186). Yi-



b u n d a n onların m â s u m i y e t i n i n anlaşıla-



ne aynı nitelikteki rivayetlerde Fâtıma'-



mayacağını, böyle yapmakla Hz. Peygam-



vayetlerde, Hz. Peygamber'in



ya hamile olduğu sırada annesinin onun-



ber'in onları Allah'ın emirlerine uymaya



la konuştuğu, doğacağı esnada Sâre, Âsi-



çağırdığını, ayrıca i s m e t sıfatının sade-



ye, Meryem ve Şuayb p e y g a m b e r i n kızı



ce peygamberlere m a h s u s olması sebe-



Safûrâ'nın y a r d ı m a geldiği, d o ğ a r doğ-



biyle onların



m a z kelime-i ş e h â d e t getirerek babası-



belirtirler (bk. ÂL-I ABA; EHL-I BEYT).



mâsum



sayılamayacağını



kir'e biat etmeyip evlerine çekilince Ömer onları biat etmedikleri t a k d i r d e evlerini yakmakla



t e h d i t etmiş, h a t t a



evlerini



basıp kapıyı kırmış, içeri girdiği sırada kapı ile duvar arasına sıkışan Fâtıma'nın kaburgaları kırılmış ve b u sırada çoc u ğ u Muhassin'i d ü ş ü r m ü ş t ü r



(Meclisî,



XL1I1, 197-199; ibrahim Emini, s. 204-210). Seyyid Mukarrib Ali en-Nekavî el-Hüsey-



nın k i m o l d u ğ u n u , kocasının k i m olaca-



Şiî kaynaklarında, Hz. Fâtıma'nın mev-



ğını söylediği ve oradakilere adlarıyla hi-



cut K u r ' a n ' d a n t a m a m e n farklı ve o n u n



t a p ettiği, d o ğ u m u y l a birlikte olağan üs-



şıdi ihrâkı



üç misli b ü y ü k l ü ğ ü n d e bir m u s h a f a sa-



t ü hadiselerin m e y d a n a geldiği anlatıl-



adıyla bir kitap yazılmasına sebep olan



hip o l d u ğ u belirtilmektedir. İddiaya gö-



m a k t a , d a h a sonra da Cebrâil'in Resûl-i



bu iddia, m u h t e m e l e n Hz. Ömer'in hilâ-



re bu m u s h a f , Resûl-i Ekrem'in vefatın-



f e t k o n u s u n d a Hz. Fâtıma'yı ikaz e t m e hadisesinin t a h r i f edilmesinden kaynak-



E k r e m ' e gelerek Fâtıma'nın Hz. Ali ile



d a n sonra Hz. F â t ı m a ' n ı n yaşadığı za-



evlenmesini Allah'ın m ü n a s i p g ö r d ü ğ ü -



m a n zarfında Cebrâil'in onu teselli mak-



n ü , eğer Aii olmasaydı y e r y ü z ü n d e ona



sadıyla söylediği sözlerin Hz. Ali tarafın-



bir d e n k b u l u n a m a y a c a ğ ı n ı haber ver-



d a n kaydedilmesiyle m e y d a n a



diği iddia e d i l m e k t e ve bu d ü ğ ü n ü n g ö k



tir. Bu m u s h a f m içinde şer'î h ü k ü m l e r i n



gelmiş-



ehli t a r a f ı n d a n da kutlandığı abartılı ifa-



-özellikle cezaların- ayrıntılı bir şekilde



delerle a n l a t ı l m a k t a d ı r (Muhammed



b u l u n d u ğ u , kıyamete k a d a r gelecek bü-



b.



Cerîr b. Rüstem et-Taberî, s. 12-13; İbn



t ü n idarecilerin adlarının ve meydana ge-



Şehrâşüb, 111, 340, 346; Meclisî, XL1I1, 2-



lecek olayların kaydedildiği söylenmekte-



4, 92-93; M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî, s.



dir. Mutedil Şiî âlimleri ise Fâtıma mus-



60-64). L. Veccia Vaglieri, Hz. Fâtıma'nın



hafını kabul etmekle beraber bu musha-



d ü n y a ve â h i r e t hayatına dair Şiîler ta-



f m bir Kur'an olmadığını ve eldeki Kur'-



rafından



nakledilen



menkıbevî



haber-



lerin geniş bir özetini vermektedir (El 2 |Fr.], II, 865-868).



a n ' d a noksanlık b u l u n m a d ı ğ ı n ı belirtirler. B u n d a n b a ş k a Hz. Fâtıma'nın elinde b u l u n a n , kendisiyle Hz. Ali'nin ve d a h a



Şiî kaynaklarında Hz. Fâtıma hakkın-



sonra gelecek vasîlerin adlarının yer al-



beyti Fâtıma



li-kâ-



(Hindistan 1281)



lanmıştır. Rivayete göre, Ebû Bekir'in hilâfetine h e n ü z gönülleri y a t m a m ı ş olan Hz. Ali ve Zübeyr'in Fâtıma ile b u konuyu birkaç defa görüştüklerini haber alan Hz. Ömer, çıkabilecek bir fitneyi önlem e k maksadıyla Hz. Fâtıma'yı ziyaret etm i ş ve ona d ü n y a d a en çok Resûlullah'ı, sonra d a o n u n kızını sevdiğini söylemiş, ancak bu sevginin "hilâfet k o n u s u n u karıştırıp d u r a n " kimselerin o n u n



evinde



t o p l a n m a s ı halinde bu evi onlar içeride iken y a k m a s ı n a engel olmayacağını belirtmiş, Hz. Fâtıma da onlara Ömer'in bu s ö z ü n ü naklederek artık bir d a h a hilâf e t meselesini kendisine getirmemele-



daki abartılı bilgilerden biri de onun isim-



dığı bir sayfadan da söz



leriyle ilgilidir. S ü n n î kaynaklarında Fâ-



(Küleynî, 1, 239-242; M u h a m m e d b. Cerîr



t ı m a ' n ı n sadece Zehrâ, bazan d a Betûl



b. Rüstem et-Taberî, s. 29-30; Şeyh Mü-



Bazı Şiî kaynaklarında Hz. Fâtıma'nın



lakabından söz edildiği halde Şiî kaynak-



fîd, s. 210; M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî,



faziletleri h a k k ı n d a pek aşırı ifadelerin



larında çeşitli âyetlerle zoraki bir ilgi ku-



s. 125-129).



kullanıldığı g ö r ü l m e k t e , Ehl-i beyt'e da-



rularak o n u n ayrıca Sıddîka, M ü b â r e k e ,



edilmektedir



nî t a r a f ı n d a n en-Nârü'l-hâtıma



Fedek arazisinin Resûl-i Ekrem'in şah-



Tâhire, Zekiyye, kendisine ilham gelen



sî m ü l k ü o l d u ğ u n u , Ebû Bekir'in bu ara-



ve meleklerle k o n u ş a n a n l a m ı n d a Mu-



ziyi Fâtıma'ya v e r m e m e k l e ona haksız-



rini istemiştir (İbn Ebû Şeybe, VII, 432).



hil diğer d ö r t kişi gibi o n u n da n u r d a n yaratıldığı, kıyamete kadar o l m u ş ve olacak her şeyi bildiği, soyundan i m a m l a r



haddese, hayız ve nifas sıkıntısı çekme-



lık ettiğini ileri süren Şiîler, peygamber-



ve vasîler geleceğini Cenâb-ı Hakk'ın ona



yen a n l a m ı n d a Betûl, bâkire a n l a m ı n d a



lerin m i r a s bırakmayacağına dair riva-



bildirdiği, h a t t a Hz. Ali ile evlenmesini



Azrâ gibi isimleri o l d u ğ u iddia edilmek-



yetin Süleyman'ın Dâvûd'a mirasçı oldu-



mi'racda Allah Teâlâ'nın



te, h a t t a , "Ey huzura k a v u ş m u ş i n s a n !



ğ u n u belirten Kur'an âyetine (en-Neml



ve o n u n tarafını tutanların



Sen O ' n d a n h o ş n u t , O da senden hoş-



2 7 / 1 6 ) ters d ü ş t ü ğ ü n ü



ederler.



a z a b ı n d a n kurtulacağı ileri sürülmekte-



n u t olarak rabbine d ö n " (el-Fecr 89/27-



iddia



kararlaştırdığı cehennem



Halbuki bu âyette sözü edilen mirasın



dir ( M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî, s. 179;



28) m e â l i n d e k i âyette "râziye" ve "mar-



mal m ü l k değil peygamberlik olduğu, ba-



İbrahim Emînî, s. 133-135).



ziyye" kelimeleriyle onun kastedildiği ile-



zı âyetlerde m i r a s kelimesinin ilim ve



ri s ü r ü l m e k t e d i r (İbn Şehrâşüb, III, 357-



hikmet



bilinmektedir.



mevkiini ve ü s t ü n l ü ğ ü n ü belirtirken üze-



358; M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî, s. 79-



Öte y a n d a n geride birçok çocuk bırak-



rinde ö n e m l e durdukları hususlardan bi-



140).



m ı ş olan D â v û d ' a sadece S ü l e y m a n ' ı n



ri de m ü b â h e l e olayıdır. 10 (631-32) yı-



Hilâfetin Hz. Ali ile o n u n soyuna ait



mirasçı o l d u ğ u düşüncesinin ilâhî hik-



lında Medine'ye gelen Necran hıristiyan-



o l d u ğ u iddiasının önemli dayanakların-



m e t e uygun düşmeyeceği açıktır. Ayrıca



iarının Hz. îsâ'nın ilâhlığı konusunda ısrar



d a n biri, kocası Ali ile soylarından gelen



Hz. Ali'nin de halife o l d u k t a n sonra Fe-



etmeleri üzerine nâzil olan Âl-i İ m r â n



on bir i m a m gibi Hz. Fâtıma'nın da gü-



d e k arazisini Hz. Ebû Bekir gibi kullan-



süresindeki âyetlerden birinde ifade edii-



için



kullanıldığı



Şiîler'in, Hz. Fâtıma ile Ehl-i beyt'in



221 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂTIMA grupların Hz. Fâtıma hakkındaki aşırı-



re 1953); M u h a m m e d Kâzım el-Kifâî, ez-



lıklarını ele almaktadır.



Zehm



Literatür. Hz. Fâtıma'nın hayatına dair çoğu Şiîler tarafından olmak üzere pek



Delâ'ilü'l-



çok eser kaleme alınmıştır.



imâme



di'nin celî - sülüs levhası (Muhittin Serin koleksiyonu)



Fâtımatü'z-Zehm



(Kahire 1972, 1986);



Abdüssamed et-Türkî, Fî beyti



Fâtıma



(Küveyt 1973); Seyyid Tâlib Horasân, el-



habere yer veren (s. 12-58) Râfizî müel-



Zehrn



lifi Ebû Ca'fer M u h a m m e d b. Cerîr b.



tiyle ilgili çoğu zayıf olan kırk hadisi ihtiva



et-Taberî'nin yaptığı gibi



bu



fî fezâ'ili



Fâtımati'z-



(Kum 1411; Hz. Fâtıma'nın fazile-



etmektedir); Abdürrezzâk Mükerrem, Ve-



eserlerde zayıf veya asılsız rivayetlere



fâtü'ş-Şıddîkati'z-Zehrâ'



geniş bölümler ayrılmıştır. Seyyid Mu-



M u h a m m e d Kâzım el-Kazvînî,



h a m m e d Murtazâ el-Hüseynî el-Cevnfû-



tü'z-Zehrâ*



rî'nin Kühlü'n-nâzırîn



mehd







tafdîli'z-Zeh-



(Beyrut 1983);



'aleyhe's-selâm



ile'l-lahd



Fâtımamine'l-



(Beyrut 140.4/1984, 5.



(bs.



bs.; daha çok Şiî kaynaklarından alman



yeri yok, 1302) adlı eserinin aşırılığı is-



asılsız pek çok haberi ihtiva etmektedir);



'ale'l-enbiyâ'



ve'l-mürselîn



minden bile anlaşılmaktadır. Hz. Fâtıma



Nezîh Kumeyha, Şerhu Hutbeti



ile ilgili başlıca kitaplar şunlardır: A) Arap-



ti'z-Zehm



ça Eserler. M u h a m m e d el-Bâkır (ö. 117/



Abdülmaksûd, Fâtımatü'z-Zehrâ'



735), Tezvîcü Fâtıma



Beyrut 1986); Şerîf Seyyid el-Âmilî, Fâ-



binti'r-Resûl



Selâhaddin el-Müneccid, Beyrut



diği gibi (âyet 61), her iki tarafın başta



ve'l-edeb



Lü'lü'ü'l-beyzâ 3



râ 3



olanların adlarını ihtiva eden Kazasker Mustafa izzet Efen-



ve't-târîh



da Hz. Fâtıma ile ilgili pek çok uydurma



Rüstem



Hz. Fâtıma'nın da içinde bulunduğu Ehl-i beyt'e dahil



(Beyrut 1408/ 1988) adlı kitabın-



fi's-sünne



(I-II, Necef 1369-1371); Tevfîk Ebû Alem,



(nşr. 1963);



Fâtıma-



(Beyrut 1984); Abdülfettâh



tımatü'z-Zehrâ':



el-Meselüi-a'lâ



(I-II,



li'l-



M u h a m m e d b. Hârûn er-Rûyânî, C ü z 3



mer'eti'l-müslime



fîhi tezvîcü



M u h a m m e d Beyyûmî Mehrân, es-Sey-



'Alî



Fâtıma



b. Ebî



bint Resûlillâh



Tâlib



bi-



'aleyhime's-selâm



(Beyrut 1409/1988);



yide Fâtımatü'z-Zehrâ3



(Beyrut 1990);



kendileri olmak üzere çocuklarını ve ka-



(nşr. Selâhaddin el-Müneccid, Beyrut, ts.);



A h m e d er-Rahmânî el-Hemedânî, Fâtı-



dınlarını çağırarak Allah'tan yalancılara



İbn Şâhîn, Fezâ'ilü



matü'z-Zehm



lânet



(nşr. Muhammed Saîd et-Turayhî, Beyrut



etmesini



istemelerinden



ibaret



Fâtımati'z-Zehm eş-Şüğürü'l-bâsi-



: Behcetü



kalbi'l-Muş-



tafâ (Beyrut 1410/1990); Sâdık b. Mehdî el-Hüseynî eş-Şîrâzî,



Fâtımatü'z-Zeh-



olan bu olayda Şiîler, Hz. Peygamber'in



1405/1985); Süyûtî,



arkasına Fâtıma'yı (bazı rivayetlere göre



me fî fezâ'ili's



onun arkasına da Ali'yi), yanına Hasan ve



he's-selâm



Hüseyin'i alarak Necranlılar'ın karşısına



rayhî, Beyrut 1988; nşr. Mecdî Fethi es-



dülazîm, el-Haşâ'işü'l-Fâtımiyye



çıktığını ve böylece Kur'an'daki "kadın-



Seyyid, Tanta, ts.; es-Şüğürü'l-bâsime



ft



ran 1318); Hüseyin İmadzâde-i İsfahânî,



Fâ-



Fâtımatü'z-Zehrâ3 (Tahran 1336); Abdülhüseyin el-Mü'minî, Zindegânî-yi c Hazret-i Fâtima-i Zehrâ 3 aleyhe'sselâm (Tahran 1350 hş.) ; Ali Şerîatî, Fâtıma Fâtıma est (Tahran 1350/1971); Seyyid Ca'fer eş-Şehîdî, Zindegânî-yi Fâtıma-i Zehrâ 3 'aleyhe's-selâm (1365 h ş . / 1986, 7. bs.; a.mlf., Fâtıma Duhter-i Muhammed, Tahran 1341); Seyyid Hüseyin el-Vâizî es-Sebzevârî, Fâtımiyyât (Meşhed 1351 hş.; Hz. Fâtıma'nın büyüklüğüne dair çeşitli mevzun sözleri ihtiva eder); Celâleddin Riyâsetî, Fâtıma (Şîraz 1351); M u h a m m e d Rızâ Nusayrî, Fâtıma (Tahran, ts.) ; Nasîrüddin Mîr Sâdıkî Tahrânî, Fâtıma (Tahran 1347); Şeyh M u h a m m e d Vâsıf, Fâtıma-i Zehrâ 3 ez-Nazar-1 Rivâyât-ı Ehl-i Sünnet (Kum 1351); Ali Kerbelâî, Fâtıma, Fezâ'îl ve Muşîbet-i Fâtıma-i Zehrâ3 (Tahran 1351) (diğer Farsça eserler için bk. Abdülcebbâr er-Rifâî, s. 57-104).



- seyyide



Fâpma



'aley-



(nşr. Muhammed Saîd et-Tu-



larımız" ifadesiyle sadece Hz. Fâtıma'nın



menâkıbi



kastedildiğini ileri sürerek onun mâsu-



tımati'z-Zehm



miyeti ve yüceliği etrafındaki iddialarını



de muhtelif hadis kitaplarından Hz. Fâtı-



güçlendirmek



istemişlerdir.



Mübâhele



Fâtıma);



a.mlf., Müsnedü



(Beyrut 1413/1993; eser-



ma ile ilgili 284 rivayet derlenmiştir); Mu-



olayından bahseden bazı Sünnî kaynak-



h a m m e d Abdürraûf el-Münâvî,



larında Hz. Fâtıma'dan söz edilmezken



sâ'il



(İbn Sa'd, 1, 357-358; Hâkim, II, 593-594)



kıb: Seyyidetü



bir kısmında Hz. Fâtıma'nın da orada bu-



tımatü'z-Zehrâ'



bimâ



li-Fâtimate nisâ'i



İthâfü's-



mine'l-menâehli'l-cenne



Fâ-



(Bulak 1987); Muham-



l u n d u ğ u kaydedilmektedir (Belâzürî, s.



m e d Bâkır el-Meclisî, Târîhu



seyyideti



75; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 293; İbn Kesîr,



nisâ'i'l-'âlemîn



seyyidi'l-



II, 43-44). Kasım Kufralı İslâm



mürselîn



pedisi'ne



yazdığı Fâtıma



Ansiklo-



maddesinde



ve bed'atü



(Beyrut 1404/1983;



Bihâru'l-



enuâr külliyatının XLI1I. cildi olan bu ese-



(IV, 520) m ü b â h e l e olayında Hz. Fâtıma'-



rin baştan 236 sayfası Hz. Fâtıma ile ilgili-



nın da hazır bulunduğu hususunu bü-



dir); Abdullah



t ü n m ü s l ü m a n l a r kabul ediyormuş gibi



ed-Dürretü'l-yetime



göstermekte ve iddiasına kaynak ola-



seyyideti'l-



rak Hâzin ve Beyzâvî tefsirlerini vermek-



et-Turayhî, Beyrut 1405/1984-85); Abdül-



b. İbrâhim



el-Mîrganî,



fî ba'zı



fezâ'ili's-



'azîme (nşr. Muhammed Saîd



tedir. Halbuki Hâzin, olayı rivayetin za-



hüseyin b. Şerefüddin el-Mûsevî, el-Ke-



yıflığını gösteren bir ifade ile naklet-



limetü'l



mekte, Beyzâvî ise mübâhele konusunda



da 1347; Necef 1967; eserde bazı âyetle-



herhangi bir bilgi vermemektedir. Louis



re dayanılarak Hz. Fâtıma'nın faziletleri an-



Massignon, La Mubâhala



latılmaktadır); Ömer Ebü' n- Nasr, Fâtı-



et l'Hyperdulie



de Fatıma



de



Medine



(Melun 1944;



râ' fi'l-Kur'ân



- ğarrâ'



fî tafdîli'z-Zehrâ3



ma bint Muhammed



(Say-



B) Farsça Eserler. Bâkır b. İsmâil b. Ab-



(s.a.) (Beyrut 1353/



Paris 1955) adıyla yaptığı küçük çaplı ça-



1935; Kahire 1947); Ma'rûf b. Muhammed



lışmasında ve "La notion du voeu et la



el-Arnâvûd,



devotion m u s u l m a n â Fâtıma" (bk. bibi.)



1942); Abbas M a h m û d el-Akkid, Fâtı-



adlı makalesinde bu olayı ve bazı dinî



matü'z-Zehrâ 3



Fâtımatü'l-Betül ve'l-Fâtımiyyûn



(Dımaşk (Kahi-



(Beyrut 1991).



(Tah-



C) Türkçe Eserler. Fâtıma Şâdiye, Ke-



rîme-i Âlem



Muhtereme-i Seyyidetü



ret-i Fâtımatü'z-Zehrâ bul 1321; Hanımlara



222 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



Hazret-i



nisâi'l - âlemîn el-Betûl Mahsus



Fahr-i Haz(İstan-



Gazete'nin



FÂTIMA müdîresinin yazdığı bu küçük risâle, devrin teknik imkânlarına göre en m ü k e m m e l şekilde iki renkli basılmış ve gazete ile birlikte yayımlanmıştır); Hacı C e m a l



Fâtımatü'z-Zehrâ



(istanbul



Öğüt,



1359/1940;



Hz. Fâtıma'dan b a h s e d e n her nevi eserden derlenen



bilgilerin yer aldığı



kitap



devrin âlimlerinin takrizleriyle beraber yayımlanmıştır); Y a k u p K e n a n



Fâtıma



Anamız



(İstanbul



Necefzâde,



1968); Mus-



t a f a Necati Bursalı, Hz. Fâtıma-i



râ (İstanbul nek İslam



Zeh-



1982); İ b r a h i m E m i n i ,



Kadını



Hz. Fatıma



Ör-



(a.s.) (trc.



Fahrettin Altan — Seyyid Seccad Hüseyni, Kum 1412/ 1992; Hz. Fâtıma konusunda



hem



Ehl-i



sünnet'in



hem



de



Şia'-



nın ifrat ve tefrite d ü ş t ü ğ ü n ü söyleyen müellif Fâtıma hakkındaki Şiî g ö r ü ş ü n ü yansıtmaktadır). A b d ü l c e b b â r er-Rifâî, " M u c c e m ü kütibe



c







a n F â t ı m a t i ' z - Z e h r â 3 " adlı ma-



k a l e s i n d e (bk. bibi.) Hz. F â t ı m a hakkınd a ç o ğ u Şiîler t a r a f ı n d a n yapılan 250'd e n f a z l a A r a p ç a , Farsça ve Urduca çalışmayı t e s b i t e t m i ş t i r . BİBLİYOGRAFYA: VVensinck, el-Mucem, VIII, 219-220, 241; a.mlf. Miftâhu künûzi's-sünne, Beyrut 1403/ 1983, s. 378-379; Müsned, I, 93, 98, 104, 108, 118, 293; VI, 282-283; Buhârî, "Vudû a ", 69, "Ğusül", 21, "Şalât", 4, "Hibe", 27, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebî", 9, 12, 16, 29, "Humus", 1, "Meğâzî", 14, 38, 83, "Nikâh", 109, "Nafakât", 3, 6-7, "Edeb", 113, "İsti'zân", 40, 43, "Da'avât", 11, "Ferâ'iz", 3, "İ'tişâm", 5; Müslim. "Cihâd", 51-55, 101, 107-110, "Fezâ'ilu ş-şahâbe", 61, 93-99; Ebû Dâvûd, "Edeb", 143, 144, "Tereccül", 21; Tirmizî, "Siyer", 44, "Menâkıb", 60; Vâkıdî, el-Meğazî, I, 249-250, ayrıca bk. İndeks; İbn Sa'd, et-Tabakât, 1, 357-358; VIII, 19-30; İbn Şebbe, Târîhu'l-Medîneti'l-müneuuere, s. 105-110, 196-202; İbn Ebû Şeybe, el-Muşannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/ 1989, VII, 432; İbn Kuteybe (Ukkâşe). s. 142143, 158, 210, 211; Belâzürî, Fütûh (Rıdvan), s. 75; Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Taberî, Delâ'ilü 7- imime, Beyrut 1408/1988, s. 558; Taberî, Târih, II, 410, 486, 533, 537; III, 207208, 240, ayrıca bk. İndeks; Dûlâbî. ez-Zürriyyetut-tâhire (nşr. Seyyid M. Cevâd el-Hüseynî el-Celâlî), Beyrut 1408/1988, s. 89-98, 149; Küleynî, el-Uşüi minel-Kâfi, I, 238-242; Hâkim, el-Müstedrek, II, 593-594; III, 151-163; Şeyh Müfîd, el-İhtisas, Beyrut 1402/1982, s. 210212; Ebû Nuaym, Hilye, II, 39-43; İbn Abdülber, el-lstfâb, IV, 373-381; İbn Şehrâşüb, Menâkıbü âli Ebî Tâlib, Beyrut 1405/1985, III, 318-366; İbnü'l-Esîr, Üsdulğâbe, VII, 220226; a.mlf., el-Kâmil, II, 293; Beyzâvî, Envarü't-tenzti {Mecmû'a mine't-tefâsîr içinde), Beyrut 1314, I, 510-511; Hâzin. Lübâbü't-te'ufl (Mecmü'a mine't-tefâsîr içinde), Beyrut 1314, I, 510-511; İbn Seyyidünnâs, Minehu'l-midah (nşr. İffet Visâl Hamza), Dımaşk 1407/1987, s. 355-358; İbn Kesîr, Tefsîrul-Kur' ân, II, 43-



44; Zehebî, A'lâmun-nübelâ', II, 118-134; c a.mlf.. Târîhu'/• islâm: Ahdul-hulefâ'i'r-râşidîn, s. 21-27, 43-48; Heysemî. Mecme'u'zzeuâ'id, IX, 201-212; İbn Hacer, el-İşâbe (Bicâvî), VI, 243; VII, 648; VIII, 53-60; a.mlf.. Tehzîbü't-Tehzîb, XII, 440-442; a.mlf.. Fethu'l-bârî, VII, 107-108; Semhûdî, Vefâ'ul- uefâ', I, 330-334; Hazrecî, Hulâşatü Tezhîb, s. 494; Muttaki el-Hindî. Kenzü'l- C ummâl, XIII, 674687; Şâmî, Sübülul-hüdâ' ue'r-reşâd fî sîreti hayrı l-'ibâd, Kahire 1411/1990, VI, 640-650; Şevkânî. Derrü's-sehâbe, s. 273-279, 603; Mir'âtü'l-Haremeyn, II, 466-467, 976-979; Ali Fehmi Câbic, Hüsnü'ş-şıhâbe fî şerhi eş'âri's-şahâbe, İstanbul 1324, s. 125-128; Hacı [Mehmet] Cemal Öğüt, Fâtımatü'z-Zehrâ, İstanbul 1359/ 1940; L. Massignon. La Mubâhaia de Medine et l'Hyperdulie de Fatıma, Paris 1955; a.mlf., "La notion du voeu et la devotion musulman â Fâtıma", Studi Orientalistici in inore di Giorgio leui Della Vida, Roma 1956, II, 102-126; Abdülhüseyin b. Şerefeddin el-Mûsevî, el-Kelimetü'l-ğarrâ* fî tafdîti'z-Zehrâ*, Necef, ts. (Dârü'n-Nu'mân); SââtI, el-Fethu'r-rabbânî, XXII, 92-97; Murtazâ el-Hüseynî el-FTrûzâbâdî, Fezâ'itü'l-hamse mine'ş-sıhâhi's-sitte, Beyrut 1402/ 1982, s. 150-204; Meclisî, Bihârü'l-enuâr, Beyrut 1403/1983, XLiII, 2-236; A'yânü'ş-Şî'a, I, 306-323; M. Kâzım el-Kazvînî, Fâtımatü'z-Zehrâ' 'aleyhe's-selâm mine'l-mehd ile'l-lahd, Beyrut 1404/1984, s. 60-64, 79-140, 179; Hâirî, Terâcimü a'lâmi'n - nisa', Beyrut 1407/1987, II, 301-338; M. Yaşar Kandemir, Meozû Hadisler, Ankara 1991, s. 185-186; M. Tâhir Â!-i Şübbeyr el-Hâkânî, Şerhu Hutbeti's-Şıddîka Fâtımâtü'z-ZehrâKum 1412; İbrahim Emini, Örnek islam Kadını Hz. Fatıma (a.s.) (trc. Fahrettin Altan — Seyyid Seccad Hüseyni), Kum 1412/ 1992; Jane Dammen McAuliffe, "Chosen of Ali Women: Mary and Fâtıma in Ghır'ânic Exegesis", Islamochristiana, VII, Roma 1981, s. 19-28; Abdülcebbâr er-Rifâî, "Mu'cemü m â kütibe 'an Fâtımati'z-Zehrâ'", Türâsünâ, IV/ 14, Kum 1409, s. 57-104; Kasım Kufralı, "Fâtıma", İA, IV, 518-521; L. Veccia Vaglieri, "Fâtıma", £72(Fr.), li, 861-870.



bırlı, g ü z e l ahlâklı ö r n e k bir m ü s l ü m a n h a n ı m ı o l a r a k tasvir edilir. Bu t ü r met i n l e r d e i s m i n i n T ü r k h a l k a ğ z ı n d a aldığı F a t m a veya F a d i m e şekilleri y a n ı n d a F a t m a A n a , ayrıca beyaz tenli olması sebebiyle Zehra (Fâtımatü'z-Zehrâ),



iffetli



o l u ş u n d a n dolayı Betûl, bir h a d i s t e cenn e t t e k i en faziletli d ö r t k a d ı n d a n



biri



diye tanıtıldığı için " c e n n e t h a t u n u " , kıy a m e t t e kendisinden şefaat beklendiği için de "kıyamet h a t u n u " ve "seyyidetü'nn i s â " unvanlarıyla a n ı l m a k t a d ı r . Hz. F â t ı m a , Resûl-i E k r e m ' i n hayatını a n l a t a n m a n z u m ve m e n s u r siyerlerde o n u n d a i m a en y a k ı n ı n d a b u l u n a n , özellikle



kız



çocuklarına



değer



vermeyen



A r a p t o p l u m u n d a b u k ö t ü â d e t i n ortad a n kaldırılmasını s a ğ l a y a n d e ğ e r i dolayısıyla en sevgili ç o c u ğ u olarak anılmıştır. Başta Süleyman Çelebi'nin



necât'ı



Vesîletü'n-



o l m a k ü z e r e birçok m e v l i d m e t -



ninde, bilhassa v e f a t bahri içinde Hz. Fât ı m a ' d a n bahsedildiği g ö r ü l m e k t e d i r . Bu b ö l ü m l e r d e d a h a çok Resülullah'ın hastalanması,



vefat



edeceğini



bildirmesi,



Azrâil'in o n u n r u h u n u k a b z e t m e y e geld i ğ i n d e F â t ı m a ' n ı n o n u k a r ş ı l a m a s ı , vef a t ı n d a n sonra ü z ü n t ü s ü n ü bir a ğ ı t halinde dile getirmesi söz k o n u s u edilmekt e d i r (Vesîletü'n-necat-Mevlid, 190, 194). Ayrıca mevlidlerin



s. 136, 138, genellikle



m a t b û n ü s h a l a r ı n d a v e f a t b a h r i n i n sonunda



"Vefâtü Fâtımate'z-Zehrâ



radi-



yallâhü a n h â " veya "Ahvâl-i F â t ı m a " başlıklı m ü s t a k i l bir b ö l ü m yer a l m a k t a d ı r (meselâ bk. Hikâye-i



Mevlîdun-nebî,



s.



24-27; Mevlid-i Şerîf, vr. 1 17 a -121 b ). Bur a d a Hz. F â t ı m a ' n ı n b a b a s ı n ı n hastalığı



S



M . YAŞAR



KANDEMIR



a r d ı n d a n ağlayıp sızladığı, y e m e k t e n ve içmekten







E D E B İ Y A T . Hz. Peygamber'in nes-



kesildiği,



sonunda



Hz.



Pey-



g a m b e r ' i n Fâtıma'yı y a n ı n a çağırtıp ken-



lini d e v a m e t t i r m e s i , o n u n e n sevdiği kı-



disine ilk k a v u ş a c a k yakınının o oldu-



zı ve Ehl-i beyt'in b e ş r ü k n ü n d e n biri ol-



ğ u m ü j d e s i n i vermesi, d u r u m u eşine ve



m a s ı dolayısıyla Hz. F â t ı m a ' n ı n



çocuklarına h a b e r veren F â t ı m a ' n ı n kı-



Resûl-i



E k r e m ' i n h a y a t ı n d a ö n e m l i bir yeri var-



sa bir vasiyetten sonra b a b a s ı n a kavuş-



dır. Bu s e b e p l e Hz. P e y g a m b e r ve Ehl-i



tuğu



b e y t i n d e n b a h s e d e n birçok m a n z u m ve



Bazı mevlid m e t i n l e r i n e e k l e n e n "Hikâ-



m e n s u r eserde F â t ı m a ' n ı n adı ve vasıf-



ye-i Cemel"in s o n u n d a ise Hz. Peygam-



lirik bir ü s l û p l a



vefatına



anlatılmaktadır.



ları sık sık anıldığı gibi az sayıda d a ol-



ber'in



sa o n u n bazı e d e b î eserlere k o n u teşkil



yerlere çarpıp can veren deveyi Hz. Fâ-



dayanamayarak



başını



ettiği d e g ö r ü l m e k t e d i r . Hz. F â t ı m a ' d a n



t ı m a ' n ı n kefenleterek defnettirdiğinden



b a h s e d e n eserleri Türk edebiyatının kla-



b a h s e d e n kısa bir b ö l ü m yer alır (bk. Al-



sik metinleriyle t e k k e ve h a l k edebiyatı-



bayrak, s. 124).



na ait parçalar, folklorik ürünler ve Türk



Son devrin t a n ı n m ı ş



mutasavvıfların-



h a l k inançlarında yer a l a n l a r o l m a k üze-



d a n M u h a m m e d E s a d Erbîlî, S ü l e y m a n



re g r u p l a n d ı r m a k m ü m k ü n d ü r . Bu eser-



Çelebi mevlidinin v e z n i n d e (fâilâtün fâilâ-



lerde F â t ı m a eşine, evine ve çocuklarına



tün fâilün) "Mevlid-i Şerîf-i Hazret-i Fâ-



bağlı, onlara h i z m e t e d e n , becerikli, sa-



t ı m a t ü ' z - Z e h r â r a d ı y a l i â h ü a n h â " baş-



223 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂTIMA lıklı y e t m i ş d ö r t beyitlik Farsça bir man-



tiva eden m u h a r r e m ilâhilerindendir (no-



z u m e kaleme almıştır. "Evvelâ nâm-ı Hu-



tası için bk. Türk Musikisi



d â y â d â v e r î m / Ş ü k r g ü y â n fikr-i eltâ-



ilâhîler,



f e ş k ü n î m " beytiyle b a ş l a y a n b u



Klasiklerinden



II, 62).



m a A n a ' n ı n eli" diyerek d o ğ u m u n kolay olacağına i n a n d ı ğ ı n ı belirtir ve h a s t a y a t e l k i n d e b u l u n u r . Ayrıca d o ğ u m



esna-



man-



B e k t a ş î d e r g â h l a r ı n d a m ü r ş i d i n pos-



s ı n d a k a d ı n l a r a " F a t m a A n a eli" ( a n a s t a -



zumeyi Erbîlî'nin o ğ l u M e h m e d Ali Efen-



t u n u n s a ğ ı n d a Hz. Fâtıma'yı t e m s i l eden



t i k a h i e r o c h u n t i c a ) denilen bir bitki kay-



di Türkçe'ye çevirmiş ve ilk beytini, "Ev-



bir ocak b u l u n u r . Niyazlar önce m ü r ş i d e ,



natılıp suyu içirilir. Bu s e b e p l e Anadolu'-



vel Allah adını zikr e d e l i m / Fikr e d i p el-



o n iki i m a m a ve Hz. Fâtıma'ya, sonra d a



d a b u l u n m a y a n ve özellikle çölde yeti-



tâfına



diğer m a k a m l a r a yapılır. B ü t ü n nikâh du-



şen b u bitki h a c d a n d ö n e n l e r t a r a f ı n d a n



şükr edelim" şeklinde



tercüme



e t m i ş t i r . Her iki m a n z u m e E s a d



Erbîlî



alarında yer aldığı gibi B e k t a ş î tekkele-



getirilir, kıymetli bir hediye olarak hami-



divanının yeni b a s k ı s ı n d a yer a l m a k t a -



r i n d e yapılan e v l e n m e t ö r e n l e r i n d e



de



le k a d ı n l a r a verilirdi. Bazı yörelerde ye-



dır (s. 250-275). A n c a k b u r a d a t e r c ü m e -



gençlere m ü r ş i d ö n ü n d e yapılan d u a d a ,



ni d o ğ a n kız çocuklarına g ö b e k adı ola-



nin E s a d E f e n d i ' y e ait o l d u ğ u



"Bu gençlerin evliliği F a t m a



belirtil-



m e k t e d i r ki b u yanlıştır (bk. İbnülemin, IV, 2155).



Ana'mızla



Hz. Ali'nin evliliği gibi m u t l u olsun" te-



rak F a t m a adının verildiği d e bilinmektedir.



m e n n i s i t e k r a r edilir. Yine Bektaşî-Alevî



Hz. F â t ı m a ' n ı n e d e b î m e t i n l e r d e yer



edebiyatında



çeşitli r e n k ve



kokuların



a l m a s ı n a vesile olan d i ğ e r bir özelliği de



Ehl-i beyt'ten birini sembolize ettiği inan-



Hz. Ali'nin eşi olmasıdır.



cı vardır. B u n a g ö r e siyah r e n k ve n a r



Dinî-tasavvufî



k o n u l a r d a eser y a z a n p e k ç o k m ü e l l i f i n y a n ı n d a özellikle Alevî, B e k t a ş î şairlerin



k o k u s u Hz. Fâtıma'yı t e m s i l eder.



şiirlerinde Hz. F â t ı m a ' n ı n b u yönüyle söz



lâklı



edilirken



bunla-



k o n u s u edildiği g ö r ü l m e k t e d i r . Kul Him-



rın Hz. Âişe ve Hz. F â t ı m a ' n ı n



soyun-



m e t i n , "Gül k o k u s u M u h a m m e d ' i n teri-



d a n geldikleri söylenir (Dede Korkut Ki-



dir / Â h e t t i k ç e karlı d a ğ l a r eritir / Ha-



tabı, 1, 76).



tice F â t ı m a Hakk'ın yâridir / O n u n kat a r ı n d a n a y ı r m a bizi" d ö r t l ü ğ ü y l e



Edib



söz



y a p m ı ş , d o ğ u m e s n a s ı n d a leğen aranm ı ş , h e r k e s ç a m a ş ı r yıkadığı için leğen bulunamamış;



Dede K o r k u t h i k â y e l e r i n d e ü s t ü n ahkadınlardan



Halk a r a s ı n d a yaygın olan bir rivayete g ö r e Hz. F â t ı m a c u m a r t e s i g ü n ü d o ğ u m



bunun



üzerine



Fâtıma,



" C u m a r t e s i g ü n ü ç a m a ş ı r y ı k a y a n a şef a a t e t m e m " d e m i ş ve b u n d a n dolayı cum a r t e s i g ü n ü ç a m a ş ı r y ı k a n m a m a s ı gerektiği şeklindeki batıl i n a n ç



doğmuş-



t u r . N i t e k i m b u g ü n A n a d o l u ' n u n birçok



Türk f o l k l o r u n d a Hz. F â t ı m a k ü l t ü n ü n ö n e m l i bir yeri vardır. A n a d o l u ' d a kadın-



yöresinde



bilhassa



yaşlı



hanımlar



cu-



martesi g ü n ü çamaşır yıkamazlar.



H a r â b î ' n i n , "Nâciye f a k î r e k e m t e r bacı-



lar F a t m a (Fadime) A n a dedikleri Hz. Fâ-



dır / M u h a m m e d Ali'ye k u l d u r nâcidir /



tıma'yı u ğ u r ve b e r e k e t i n t i m s a l i say-



H a t s a n a t ı n d a Ehl-i beyt mensupları-



C ü m l e erenlerin başı tâcıdır / İşte Fâtı-



mışlardır. A n a d o l u ' n u n birçok y ö r e s i n d e



nın adlarını ihtiva e d e n çeşitli istiflerle



m a t ü ' z - Z e h r â ' m ı z vardır" d ö r t l ü ğ ü



ocak duvarları sıvanır veya



boyanırken



bazı t e k k e ve c a m i l e r d e k i Hulefâ-yi Râ-



n a ö r n e k teşkil eder. Ayrıca H a s a n ile



is ile el işareti basılır. U ğ u r ve b e r e k e t



şidîn isimleri y a n ı n d a Hz. F â t ı m a ' n ı n adı,



Hüseyin'in



getirsin diye basılan b u el " F a t m a A n a



H a s a n ve Hüseyin ile birlikte u m u m i y e t -



eli"dir.



le celî-sülüs hattıyla levhalar halinde ya-



anneleri



olması



bu-



dolayısıyla



özellikle Kerbelâ vak'ası ü z e r i n e yazılan m a k t e l ve mersiyelerle Ehl-i b e y t sevgisini işleyen d i ğ e r e d e b î ü r ü n l e r d e



Hz.



F â t ı m a ile İlgili fasıllara, beyit, kıta ve



"Pençe-i Âl-i a b â " adı verilen elin b a ş



zılmıştır.



p a r m a ğ ı Hz. Peygamber'i, işaret parma-



F a t m a adı A n a d o l u ' n u n



d e ğ i ş i k böl-



ğı Ali'yi, o r t a p a r m a ğ ı Fâtıma'yı, y ü z ü k



gelerinde yaygın o l a r a k



mesnevilere d a h a çok r a s t l a n m a k t a d ı r .



p a r m a ğ ı Hasan'ı, serçe p a r m a ğ ı



bu arada



Meselâ



yin'i t e m s i l eder. Bu b a k ı m d a n Âl-i abâ'-



Fato, Fatoş, Fattey şekilleri d e kız ço-



nın zikredildiği birçok m a n z u m e d e



cuklarına a d o l a r a k v e r i l m e k t e d i r .



türünün



en t a n ı n m ı ş



makteli



olan Fuzûlî'nin Hadîkatü's-süadâ



adlı



eserinin d ö r d ü n c ü b ö l ü m ü Hz. Fâtıma'ya ayrılmıştır. B u r a d a o n u n h a y a t hikâyesi yer yer m a n z u m



parçalar eklene-



rek a n a hatlarıyla anlatılır.



HüseHz.



F â t ı m a d a söz k o n u s u edilir.



kurarken, h a m u r



yoğurur-



ken, evin geçimi iyi olsun diye o c a ğ a şeoku-



ker a t a r k e n , h a s t a olan k i m s e n i n sırtı-



n a n m e r s i y e ve ilâhilerde d e Hz. F â t ı m a



nı sıvazlarken, "El b e n i m elim değil Fat-



çeşitli



m a A n a ' n ı n eli" diyerek b a ş l a r ve biti-



Muharrem



ayında d e r g â h l a r d a



vasıflarıyla



E m r e ' y e atfedilen,



yer



almıştır.



Yûnus



"Kerbelâ'nın



yazıla-



rirler. Bu m o t i f t e



bir b a k ı m a



Pençe-i



rı / Şehid d ü ş m ü ş bâzıları / F a t m a A n a



Âl-i a b â ' d a n şifa b e k l e n d i ğ i g ö r ü l m e k -



k u z u l a r ı / H a s a n ile Hüseyin'dir II



Ker-



tedir. Diğer bir h a l k i n a n c ı n a g ö r e d e



b e l â ' d a eli bağlı / Âşıkların kalbi



dağ-



Fatma Ana külde e k m e k



Hüseyin'dir"



bilhassa yaşlı k a d ı n l a r k ü l ü yere d ö k m e z



mısralarının yer aldığı hi-



ve ü z e r i n e b a s m a z l a r . Ö r g ü ve d a n t e l



Yunus



gibi el işlerine başlayan h a n ı m l a r a ya-



ciğer dağlı / H a s a n



caz ilâhi (güfte ve notası için bk.



Emre Diuanı lardan zam



pişirdiğinden



ile



lı / F a t m a A n a



ll-llt, s. 569-570, 817) bun-



biridir.



Bestekârı



makamında,



meçhul



"Kurretü'l-ayn-i



hüzha-



bîb-i kibriyâsm yâ Hüseyn / Nûr-i çeşm-i şâh-ı m e r d a n m u r t a z â s ı n yâ Hüseyn / Hem ciğer-pâre-i Zehrâ Fâtıma hayrü'n-



nındakiler,



F a d i m e , Fadik, Fadili, Fadiş,



BİBLİYOGRAFYA :



A n a d o l u ' d a h a n ı m l a r y o ğ u r t mayalarken, turşu



kullanılmakta,



"Kolay gelsin, altın t a ş ol-



sun, elin k u ş o l s u n ; Hızır yoldaşın, Fatm a A n a k o m ş u n olsun" derler. Türk halkı iyi k o m ş u l a r ı için, "Allah seni â h i r e t t e Fatma Ana'mıza k o m ş u etsin" temennisinde bulunur.



nisâ I Ehl-i beyt-i m u r t a z â Âl-i a b â ' s m



E b e d o ğ u m y a p a n k a d ı n ı n sırtını sı-



yâ Hüseyn" ilâhisi d e aynı özellikleri ih-



vazlarken de, "El b e n i m elim değil Fat-



Dede Korkut Kitabı (nşr. Muharrem Ergin), Ankara 1958, 1, 76; Meulid-iŞerîf, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmûd Efendi, nr. 4339, vr. 117a121 b; Hikâye-i Meulidü'n-nebî, İstanbul 1311, s. 24-27, 35-37; Süleyman Çelebi, Vesîletunnecât-Meulid (haz. Ahmed Ateş), Ankara 1954, s. 65-66, 136, 138, 190, 194; Yunus Emre Diuanı ll-lli (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1948, s. 569-570, 817; Muhammed Es'ad Erbîlî, Diuân-ı Es'ad: Farsça-Türkçe (trc. Ali Nihad Tarlan, haz. Cemal Bayak), İstanbul 1411 / 1991, s. 250-275; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, IV, 2155; Türk Musikisi Klasiklerinden İlâhîler (istanbul Konservatuarı neşriyatı), istanbul 1933, II, 62-63; Nurettin Albayrak, Dînî Türk Halk Hikâyelerinden Geyik, Güuercin ue Deue Hikâyeleri (yüksek lisans tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 22705, s. 123-124; Hasibe Mazıoğlu, "Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler", Türkoloji Dergisi, VI/1, Ankara 1974, s. 31-62 (59); Müjgân Üçer, "Anadolu Folklorunda Fadime Ana", TFAY Belleten, 1975 (1976), s. 147-156; "Fâtıma", TDEA, III, 162-163.



224 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



S



MUSTAFA



UZUN



FÂTIMA bint SA'D el-HAYR



r



Kaynaklarda



FÂTIMA bint ALÂEDDİN es-SEMERKANDİYYE ( SJJİ^-JI jjjJI.Hfc



«Jfli )



fıkıh âlimi. L S e m e r k a n d ' d a d o ğ d u . D o ğ u m ve ö l ü m bilgisi-



ni, d ö n e m i n m e ş h u r H a n e f î f a k i h i olan b a b a s ı A l â e d d i n e s - S e m e r k a n d î ' d e n (ö.



kaha



Tuhfetü'l-fil-



adlı eserini ezberledi. Z a m a n ı n d a



revaçta olan bazı ilim ve s a n a t dallarınd a ilerleyerek fıkıh ve h a d i s âlimi, ayrıca bir hüsn-i h a t ustası oldu. Alâeddin



es-Semerkandî



güzelliğiyle



de dikkatleri çeken kızını, aralarında bazı Türk h ü k ü m d a r l a r ı n d a b u l u n d u ğ u birçok t â l i b i n e r a ğ m e n talebesi K â s â n î ile evlendirdi. Kâsânî, u z u n s ü r e d e r s aldığı hocasının Tuhfetü'l-fukahâ'sına



dâ'i'u'ş-şanâ'f



edilme-



Be-



fî tertibi'ş-şera?



adıy-



nunla beraber Resûl-i E k r e m ' e peygam-



mektedir.



o l m a d ı . H a t t a o ğ l u Ali'nin M e k k e ' n i n Ci-



NUSRETTİN



BOLELLİ



ş e r h e t t i ve kızıyla evlendi" s ö z ü



Evlilikten sonra



aynı



D a h a sonra



Mahmud



Z e n g î ' d e n b ü y ü k itibar g ö r d ü . Fâtıma'ya ç o k d e ğ e r veren N û r e d d i n bazı ö n e m l i



L



r



ve M e d i n e ' y e ilk hicret e d e n k a d ı n sahâbîlerden



olduğu



tahmin



edilmekte-



dir. Oğlu Ali Resûlullah'ın kızı F â t ı m a ile evlenince geliniyle aynı evde y a ş a m a y a başladı. Hz. P e y g a m b e r y e n g e s i n i n iyiliklerini hiç u n u t m a z , o n u



Medine'de-



ki evinde ziyaret e d e r ve z a m a n z a m a n o r a d a ö ğ l e u y k u s u n a y a t a r d ı (İbn Sa'd, VIII, 222).



Resûl-i



Ekrem'in



"annemden



sonra



a n n e m " dediği Fâtıma b i n t Esed hicretin d ü n c ü yılda (Koksal, İslâm



Tarihi, [Medi-



ö l ü m ü n e ü z ü l e n Hz. P e y g a m b e r sırtınyaptı,



F â t ı m a b i n t Esed, H â ş i m o ğ u l l a r ı soJ



y u n d a n ilk e r k e k ç o c u ğ u d ü n y a y a getiren H â ş i m î ve b u s o y d a n g e l e n ilk hali-



n



FÂTIMA bint ESED ( -LJ q



fenin annesi o l m a k l a m e ş h u r d u r (Zübeyrî, s. 40). Bu s o y d a n gelen d i ğ e r halife-



iili )



lerin anneleri, Hz. H a s a n ' m a n n e s i Hz. Fâtıma bint Esed



F â t ı m a ile H â r û n ü r r e ş î d ' i n h a n i m i ve Ha-



b. Hâşim b. Abdimenâf



m u n a gelen F â t ı m a , b a z a n eşi Kâsânî'-



life E m î n ' i n a n n e s i Z ü b e y d e ' d i r (İbnü'l-



ei-Kureşiyye el-Hâşimiyye



nin h a t a l a r ı n ı d ü z e l t t i ğ i gibi z a m a n za-



Esîr, VII, 217).



(ö. 4 / 6 2 5 - 2 6 [?])



m a n K â s â n î d e t e r e d d ü d e d ü ş t ü ğ ü fıkL



Hz. Ali'nin annesi, s a h â b î .



BİBLİYOGRAFYA : J



v u r u r d u . H a t s a n a t ı n d a d a m â h i r olan Kocası E b û Tâlib a m c a s ı n ı n



oğludur.



y a z a r ve eşiyle babası b u fetvaları ş â h i t



Annesi, Â m i r b. Lüey o ğ u l l a r ı n d a n



sıfatıyla i m z a ederlerdi. F â t ı m a bilezik-



bey b i n t H e r e m b. R e v â h a



Hu-



el-Kureşiy-



lerini s a t a r a k bir r a m a z a n ayı b o y u n c a



ye'dir. E b ü Tâlib'den Tâlib, Akil, Ca'fer



fıkıh âlimlerine iftar y e m e ğ i vermiş, böy-



ve Ali a d ı n d a d ö r t o ğ l u ; Ü m m ü Hânî, Cü-



lece H a l e p ' t e k e n d i s i n d e n sonra d a sü-



m â n e a d ı n d a iki kızı, bazı siyer âlimleri-



regelen bir â d e t i b a ş l a t a n ilk h a n ı m ol-



n e g ö r e ise Rayta ve E s m â ile birlikte



muştur.



d ö r t kızı d ü n y a y a gelmiştir.



rı Kubûrü's-sâlihîn M e z a r l ı ğ ı ' n d a



m e n sonra ve hicretten y a k l a ş ı k iki yıl ö n c e F â t ı m a ' n ı n İslâmiyet'i k a b u l ettiği



ü z e r i n e y e t m i ş t e k b i r aldı. Kabrinin ka-



kadın sahâbî



H a n e f î fıkıh otoritelerinden biri duru-



H a l e p ' t e v e f a t e d e n F â t ı m a ' n ı n meza-



n ü söyledi. E b û Tâlib'in ö l ü m ü n d e n he-



zılmasıyla d a b i z z a t ilgilendi.



(bk. ÜMMEHÂTÜ'l-MÜ'MİNİN).



işlerinde o n u n l a istişare e d e r ve çeşitli



F â t ı m a fetvalarını b i z z a t k e n d i hattıyla



o l m a s ı n ı n h e r k e s t e n çok Ali'ye d ü ş t ü ğ ü -



daki g ö m l e ğ i çıkarıp o n a k e f e n



b o ş a n d ı ğ ı rivayet edilen



f ı k h î m e s e l e l e r d e görüşlerini alırdı.



hî meselelerde kendisinin g ö r ü ş ü n e baş-



d e b u n u n o r m a l karşıladığını, a m c a s ı n ı n o ğ l u n a a r k a ç ı k m a s ı n ı n ve o n a yardımcı



c e n a z e n a m a z ı n ı kıldırdı ve cenazesinin



fakat o n u n l a birleşmeden



kadar



b u r a d a k a l a n K â s â n î - F â t ı m a çifti, Halep ve Ş a m a t a b e ğ i N û r e d d i n



~



Hz. Peygamber'le n i k â h l a n d ı ğ ı ,



Halep'e



yerleşen ve ö m ü r l e r i n i n s o n u n a



FÂTIMA bint DAHHÂK ( dlbi^JI C-J üjsli )



evde



o t u r a n b a b a - k ı z - d a m a t tabii bir fetva heyeti o l u ş t u r d u .



g u n g ö r ü p g ö r m e d i ğ i n i s o r d u . E b û Tâlib



ne|, IV, 135) M e d i n e ' d e v e f a t etti. O n u n r



Kâsân'da



likte n a m a z kıldığını d u y u n c a t e l â ş l a n d ı ve kocasına o ğ l u n u n bu davranışını uy-



ilk yıllarında, bazı tarihçilere g ö r e dörH



sânî için söylenen, " S e m e r k a n d î ' n i n Tuhmeşhur olmuştur.



müslüman



y â d m a h a l l e s i n d e Hz. P e y g a m b e r ' l e bir-



Yâküt, Mu cemul--buldan, III, 246-250; Kureşî, el-Cevâhirü'l-mudıyye, III, 18; IV, 25-28; İbn Kutluboğa, Tâcü't-terâcim, s. 84; Taşköprizâde. Miftâhu's-sa'âde, II, 274; a.mlf., Meuzûâtul-ulûm, I, 736; a.mlf., Tabakâtü't-fukahâ', Musul, ts. (el-Mektebetü'l-Merkeziyyetü'lâmme), s. 102-103; Ali el-Kârî, el-Eşmârü'lceniyye fî esmâ'i'l-Hanefiyye, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1841/1, vr. 91"; Leknevî, el-Feuâ'idil'i-behiyye, s. 158; Mehmed Zihni, Meşâhîrü'n-nisâ, İstanbul 1982, II, 128 129; Zeyneb Fevvâz, ed-Dürrü'l-mensur fî ta bakâti rabbeti'l-hudûr, Bulak 1312, s. 367; Al Himmet Berki, Büyük Türk Hükümdarı İstan bul Fatihi Sultan Mehmet Han ue Adâlet Ha yatı, İstanbul 1953, s. 39; Yusuf Ziya Kavakcı XI ue XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Mâ vara' ai-tiahr islâm Hukukçuları, Ankara 1976 s. 96, 122-124, 296-297; Abdullah Sehhâte. el Mer'e fi'l-İslâm beyne'l-mâzî ve'l-hâzır, Ka hire 1977, s. 82; Kehhâle, A c lâmu n - nisâ', IV, 94-95; Mustafa es-Sibâî, el-Mer'e beyne'l-fıkh ve'l-kânün, Beyrut 1984, s. 165; Heffening, "Kâsânî", İA, VI, 374.



la bir şerh y a z m ı ş t ı . B u n d a n dolayı Kâ-



fe'sini



r ı n d a n ö n c e o n u d o y u r u p gözetirdi. Buberlik geldiği z a m a n h e m e n



BİBLİYOGRAFYA:



VI. (XII.) yüzyılda yaşayan



5 3 9 / 1 1 4 4 ) aldı. Babasının



söz



a l a n l a r ı n d a bazı eserleri o l d u ğ u belirtil-



Fâtıma bint M u h a m m e d b. A h m e d es-Semerkandiyye



tarihleri belli değildir. İlk fıkıh



adlarından



m e k l e birlikte F â t ı m a ' n ı n h a d i s ve fıkıh



Hz. P e y g a m b e r , dedesinin ö l ü m ü n d e n



Kâsâ-



sonra a m c a s ı E b û Tâlib t a r a f ı n d a n hi-



nî'nin kabri y a n ı n d a o l u p h a l k a r a s ı n d a



m a y e edilince F â t ı m a o n a sekiz yaşın-



b u iki k a b i r "karı kocanın m e z a r ı " (kab-



d a n itibaren a n n e l i k yaptı. Resûl-i Ek-



rü'l-mer'e ve zevcihâ) diye bilinir.



r e m ' i n b e l i r t t i ğ i n e g ö r e k e n d i çocukla-



İbn Sa'd, et-Tabakât, 1, 122; VIII, 222; Zübeyrî, Mesebü Kureyş, s. 39-40; İbn Kuteybe. el-Ma'ârif ilikkâşe), s. 71, 120, 203; Hâkim, elMüstedrek, III, 108; İbn Abdülber, el-istfâb, IV, 381-382; İbn Kudâme, et-Tebyîn fî ensâbi'lKureşiyyîn (nşr. M. Nâyif ed-Düleymî), Beyrut 1408/1988, s. 111, 174; İbnü'l-Esîr, üsdü'lğâbe (Bennâ), VII, 217; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', II, 118; İbn Hudeyde el-Ensârî, ei-Mişbahul-mudî fî küttâbi'n-nebiyyi'Tümmî (nşr. Muhammed Azîmüddin), Beyrut 1405/1985, I, 70; Heysemî, Meema cu'z-zeuâ'id, IX, 356357; İbn Hacer, el-işâbe, IV, 380; Muttaki elHindî, Kenzul-'ummâl, XIII, 636; Şevkânî. Derrü's-sehâbe, s. 539-540; Koksal, islâm Tarihi (Mekke), İstanbul 1981, s. 77, 153; a.e. (Medine), IV, 134-137. m LÜL



MEHMET



AYKAÇ



225 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂTIMA bint SA'D el-HAYR naklarla t a b a k a t ve siyer kitapları



FÂTIMA bint ESVED ( jj-Vı



i )



H z . Peygamber z a m a n ı n d a hırsızlık yaptığı için cezalandırılan k a d ı n s a h â b î .



J



Babasının adı bazı k a y n a k l a r d a Esed veya Ebü'i-Esved olarak da kaydedilmekt e d i r (İbn Kayyim el-Cevziyye, XII, 3 1 ; İbn Hacer, Fethu 1-bârT, XII, 91; Aynî, XIII, 115). Esved İslâmiyet'i k a b u l e t m e m i ş ve Bedir S a v a ş ı ' n d a Hz. H a m z a t a r a f ı n d a n ö l d ü r ü l m ü ş t ü r . B u n a g ö r e bazı kaynakl a r d a m ü s l ü m a n o l d u ğ u ve s a h â b e sayıldığı y ö n ü n d e verilen bilgiler geçersiz k a l m a k t a d ı r . Hz. P e y g a m b e r ' i n



hanım-



l a r ı n d a n Ü m m ü S e l e m e ' n i n d a h a önceki kocası E b û Seleme el-Mahzûmî, Fâtıma'nın a m c a s ı d ı r . F â t ı m a ' n ı n İslâmiyet'i k a b u l



k a t onların İslâmiyet'i h a k din



Müsned, III, 295, 386; V, 409; VI, 329; Dârimî, "Hudûd", 5; Buhârî. "Fezâ'ilü ashâbi'nnebî", 18, "Enbiyâ3", 54, "Hudûd", 12, 13; Müslim, "Hudûd", 8, 9, 10; İbn Mâce, "Hudûd", 6; Ebû Dâvûd, "Hudûd", 4; Tirmizî. "Hudûd", 6; Nesâî, "Sârik", 5, 6; İbn Sa'd, et-Tabakat, VIII, 263, 264; Hâkim. el-Müstedrek, IV, 379-380; Hatîb el-Bağdâdî, el-Esmâ' ü'l-mübheme fi'lenbâ'il-muhkeme (nşr. izzeddin Ali es-Seyr), Kahire 1405/1984, s. 256-258; İbnü'l-Esîr, Üsdul-ğâbe, VII, 218; İbn Hacer, el-İşâbe, IV, 380; a.mlf., Fethu 1-bârT (Hatîb), XII, 89-99; Aynî, c Umdetul-kârî, Kahire 1392/1972, XIII, 111, 307; XIX, 256, 257; Kirmânî, Şerhu l-Buhârî (Buhârî, eş-Şahth içinde), Beyrut 1981, XIV, 105; XV, 13; Kastallânî, İrşâdus-sâri, Kahire 1327 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî), V, 434; VI, 128; IX, 456; Azîmâbâdî, ' A u n u l - m a ' b û d , XII, 31; Şevkânî, Neyiul-eutâr, Vll, 148-149; Mübârekfûrî. Tuhfetü'l-ahuezt, Kahire 1383-87/ 1963-67, IV, 698; Sehârenfûrî, Bezlui-Mechüd, XVII, 312; Mehmed Zihni, Meşâhîrü'n-nisâ (nşr. Bedreddin Çetiner), İstanbul 1982, II, 111.



ettikten S



SALİM



ÖĞÜT



rinin z î n e t eşyasını çaldığı için cezalann



FÂTIMA bint HATTÂB ( SJUÜJI Ç j Âjsü )



sırasında m e y d a n a geldi. Fâtıma'nın Mahdise Kureyşliler'i çok ü z d ü . B u n u kabileleri a d ı n a bir o n u r meselesi y a p a n ba-



Hz. Ömer'in kız kardeşi, s a h â b î .



J



L



diği Ü s â m e b. Zeyd'i aracı o l a r a k gön-



Bazı kaynaklarda adının Ü m e y m e oldu-



derdiler. Ü s â m e d u r u m u Resûl-i Ekrem'e



ğu kaydedilmekteyse de Ü m e y m e onun



a r z e t t i ğ i n d e y ü z ü r e n k t e n r e n g e giren



lakabıdır. A n n e s i n i n adı H a n t e m e



Hz. P e y g a m b e r , "Allah'ın verdiği bir ce-



Hâşim'dir. İslâmiyet'i k a b u l e t m e d e n ön-



z a n ı n affı için m i ş e f a a t e d i y o r s u n ? " diy e r e k ö f k e l e n d i ve b u n u n



ü z e r i n e as-



h a b a hitaben yaptığı k o n u ş m a d a



daha



ö n c e k i milletlerin hırsızlık y a p a n soyluları b a ğ ı ş l a y ı p soylu o l m a y a n l a r ı h e m e n cezalandırmaları



sebebiyle



helâk



edil-



diklerini söyledi ve, "Allah'a y e m i n eder i m ki M u h a m m e d ' i n kızı F â t ı m a hırsızlık etseydi o n u n d a elini k e s e r d i m " dedi (Buhârî, " H u d û d " , 13). Hz. Âişe, F â t ı m a b i n t Esved'in y a p t ı ğ ı n d a n dolayı p i ş m a n olduğunu,



bazı



ihtiyaçları



için



zaman



z a m a n k e n d i s i n e geldiğini ve isteklerini Hz. P e y g a m b e r ' e ilettiğini belirtmekt e d i r (Müslim, " H u d û d " , 9). H a d i s l e r d e F â t ı m a ' n ı n i s m e n zikredilmeyip "el-Mahzûmiyye" diye anılması se-



korkmadık-



larını



söylemeleri



büyük



bir cesaretle



ü z e r i n e y u m u ş a d ı . Eve g i r m e d e n okunduğunu



duyduğu



şeyleri



istediğini söyledi. F â t ı m a ,



önce



görmek



kardeşinden



K u r ' a n âyetlerinin yazılı b u l u n d u ğ u deri parçalarını y ı r t m a y a c a ğ ı n a



dair



alıp boy a b d e s t i a l m a s ı n ı d a



sağladık-



tan



kendisine



sonra



Kur'an



âyetlerini



söz



verdi. Bu âyetleri okuyunca Hz. Peygamber'i g ö r m e k istediğini söyleyen Ö m e r ' e Resûl-i E k r e m ' i n b u l u n d u ğ u



Erkam'ın



evini t a r i f etti. Ö m e r ' i n İslâmiyet'i k a b u l e t m e s i n d e hiç ş ü p h e s i z F â t ı m a ' n ı n dinin e s a m i m i y e t l e bağlı o l m a s ı n ı n



büyük



etkisi o l m u ş t u r . Bu o l a y d a n s o n r a k i hayatı Fâtıma'nın



hakkında Hz. Pey-



g a m b e r d e n h a d i s rivayet ettiği söylen-



bint



ceki hayatı h a k k ı n d a bilgi b u l u n m a m a k t a , a m c a s ı A m r b. Nüfeyl'in t o r u n u ve aşere-i



mübeşşere*den



olan



lirtilmemiştir. BİBLİYOGRAFYA:



Ü m m ü Cemîl Fâtıma bint el-Hattâb b. Nüfeyl el-Kureşiyye el-Adeviyye



z û m k a b i l e s i n d e n o l m a s ı sebebiyle ha-



f e d i l m e s i için Hz. P e y g a m b e r ' i n çok sev-



n ü l d e n b a ğ l a n d ı k l a r ı n ı , d o ğ r u yolu buld u k t a n sonra k e n d i s i n d e n



m e k l e b e r a b e r rivayetlerinin sayısı beF



l a t t ı ğ ı n a g ö r e b u olay M e k k e ' n i n f e t h i



zı m ü s l ü m a n l a r F â t ı m a ' n ı n cezasının af-



olduğu



için seçtiklerini, Allah'a ve R e s u l ü ' n e gö-



bilgi b u l u n m a y a n



s o n r a Resûl-i E k r e m ' e b i a t ettiği ve bidırıldığı b i l i n m e k t e d i r . Hz. Âişe'nin an-



bul e t m e l e r i n e k ı z a r a k eniştesi Saîd b. Zeyd'i ve kız kardeşini t a r t a k l a d ı . Fa-



BİBLİYOGRAFYA:



Fâtıma bint el-Esved b. Abdilesed el-Mahzûmiyye



L



bu



h u s u s t a g ö r ü ş birliği içindedirler.



Saîd



İbn İshak, es-Sîre, s. 124; İbn Hişâm; es-Sfre2, I, 271, 367-369; ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 268; VIII, 267; İbn Beşküvâl, Ğauâmizü'l-esmâ'il-mübheme (nşr. izzeddin Ali — M. Kemâleddin izzeddin), Beyrut 1407/1987, II, 809811; İbn Hacer, el-İşâbe, IV, 381, 437; M. Hüseyin Heykel. Hazreti Muhammed Mustafa (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1945, s. 90-91; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Mutlu), I, 8485; Kehhâle, A'lâmü'n-nisâ', IV, 50-52; Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, İstanbul 1986, 1, 234236; Koksal, İslâm Tarihi (Mekke), III, 171; IV, 225-228; Mübârekfûrî, er-Rahtku'l-mahtûm, Beyrut 1408/1988, s. 100-103.



b.



S



HÜSEYIN



ALGÜL



Zeyd ile evlendiği ve b u evlilikten Abdurr a h m a n a d ı n d a bir ç o c u ğ u o l d u ğ u , Mek-



r



k e d e v r i n d e m ü s l ü m a n l a r a yapılan ezi-



(



y e t l e r d e n k u r t u l m a k için kocasıyla birDârülerkam'a



geçmesinden önce kocasıyla birlikte müsl ü m a n olan F â t ı m a , K u r ' a n o k u m a y ı zam a n z a m a n evlerine g e l e n H a b b â b



n



Sjali )



Ü m m ü Abdillâh Fâtıma bint el-Hüseyn b. Alî b. Ebî Tâlib (ö. 1 1 0 / 7 2 8 )



likte Habeşistan'a hicret ettiği bilinmektedir. Hz. P e y g a m b e r ' i n



FÂTIMA bint HÜSEYİN



L



H z . Hüseyin'in kızı.



J



b.



Eret'ten ö ğ r e n d i . O sıralarda Benî A d î b.



4 0 (660) yılında d o ğ d u ğ u t a h m i n edil-



K â ' b kabilesinin reisi o l a r a k M e k k e yö-



m e k t e d i r . A n n e s i Talha b. Ubeydullah'ın



n e t i m i n d e s e f â r e t görevini y ü r ü t e n kar-



kızı Ü m m ü İshak'tır. Evlenme ç a ğ ı n a ge-



deşi Ö m e r b. H a t t â b , Resûl-i E k r e m hak-



lince b a b a s ı o n u kardeşi Hz.



k ı n d a verilen ö l ü m kararını



uygulamak



o ğ l u H a s a n l a M e d i n e ' d e evlendirdi. Bu



Benî Zühre'-



evlilikten A b d u l l a h , İ b r â h i m , Hasan, Zey-



nın kızı Ü m m ü A m r b i n t S ü f y â n b. Ab-



ye m e n s u p b i r i n d e n F â t ı m a ' n ı n m ü s l ü -



n e b ve Ü m m ü K ü l s ü m a d ı n d a b e ş çocu-



dülesed'le ilgili o l d u ğ u n u söyleyenler var-



man



de-



ğ u oldu (Zübeyrî, s. 51, 52). Hz. Hüseyin'in



sa d a , söz k o n u s u hadisi ş e r h e d e n kay-



ğiştirip o n u n evine gitti. İslâmiyet'i ka-



ş e h i d edilmesi sırasında (10 Muharrem



bebiyle hırsızlık olayının, o n u n



amcası-



ü z e r e yola k o y u l d u ğ u n d a



Hasan'ın



olduğunu



ö ğ r e n d i ve y o l u n u



226 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂTIMA bintSA'Del-HAYR 6 1 / 10 Ekim 6801 Fâtıma d a kocasıyla bir-



nin M ü s n e d ü



likte o r a d a b u l u n u y o r d u . Hz. Hüseyin'in



maktadır.



kesik başı b e r a b e r l e r i n d e o l d u ğ u h a l d e H â ş i m î l e r ' d e n esir alınan o n iki kişiyle birlikte Ubeydullah b. Ziyâd t a r a f ı n d a n ö n c e Kûfe'ye, a r d ı n d a n Ş a m ' a Yezîd b. Muâviye'nin y a n ı n a g ö t ü r ü l d ü l e r . Yezîd, Hz. Hüseyin'in şehid e d i l m e s i n d e n duyd u ğ u ü z ü n t ü y ü i f a d e etti ve kendilerine iyi d a v r a n d ı . Kısa bir m ü d d e t sonra d a onları M e d i n e ' y e g ö n d e r d i . Fâtıma (97/715)



kocasının



ölümünden



evlenmemeye



yemin



sonra ederek



bir yıl y a s t u t t u . M e d i n e Valisi Ö m e r b. A b d ü l a z î z kendisiyle e v l e n m e k için Halif e Velîd b. A b d ü l m e l i k ' e m e k t u p yazar a k izin istediyse d e h a l i f e d e n cevap gelinceye k a d a r Hz. O s m a n ' ı n t o r u n u olan



c



Alî



adlı e s e r i n d e yer al-



ler. Fâtıma d u r u m u Hz. Peygamber'e bildirince Resûl-i E k r e m Muâviye'nin yoksul o l d u ğ u n u , E b û C e h m ' i n d e kadınlara



BİBLİYOGRAFYA: İbn Sa'd, et-Tabakât, VIII, 473-474; Zübeyrî. Nesebii Kureyş, s. 51-52; Taberî, Târîh (Ebü'lFazl), VII, 533; İbn Abdürabbih, el-'ikdul-ferîd, Beyrut 1953, II, 293; VI, 124, 126; VII, 85-86; Hatîb. Târîhu Bağdâd, V, 385-386; ibn Asâkir. Târîhu Dımaşk (Şihâbîl, VI, 272-287; İbnü'lEsîr," el-Kâmil, Beyrut 1965, IV, 86; V, 65, 113, 231, 518, 522; VI, 216; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl, XXXV, 254-260; Zehebî, Târîhu'l-İslâm: sene 101-120, s. 442; Yâfiî. Mir'âtü'l-cenân (Cubûrî), I, 261; İbn Hacer, Fethu'i-bârî, Beyrut 1985, III, 156; a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb, XII, 442-443; Âmilî, ed-Dürrü'l-menşûr, Kahire 1312, s. 361362; A cyânü'ş-Şî'a, VIII, 387-388; Kehhâle, A clâmu n-nisâ', IV, 44-47; Abdullah Mîr Mühennâ, Ahbâru n-nisâ' fî Kitabi'i-Eğanî, Beyrut 1409/1988, s. 269-270. r—ı İSLI



ASRI



ÇUBUKÇU



karşı sert d a v r a n d ı ğ ı n ı söyleyerek Üsâm e b. Zeyd ile evlenmesini tavsiye e t t i ; o d a Ü s â m e ile evlendi. Bu olay b i r t a k ı m f ı k h î ictihadlara ve itirazlara yol a ç m ı ş , F â t ı m a ' n ı n i d d e t sırasında kocasından nafaka



alamadığını



ve o n u n evinde o t u r a m a d ı ğ ı n ı g ö z önün e alan bazı â l i m l e r b u y ö n d e , bazıları d a aksi y ö n d e f e t v a vermiştir. Hz. Ö m e r ve Hz. Âişe F â t ı m a ' n ı n b u k o n u d a k i rivayetine karşı çıkmış, h a t t a Hz. d o ğ r u söyleyip s ö y l e m e d i ğ i



Ömer



bilinmeyen



bir k a d ı n ı n rivayetine b a k a r a k Allah'ın kitabini ve r e s u l ü n ü n demeyeceğini



sünnetini



belirtmiş,



bazı



terke-



kimseler



ve yakışıklılığı sebebiyle " M u t r a f " laka-



o n u n b u t a v r ı n d a n a s h a b ı n birbirini ya-



bıyla t a n ı n a n A b d u l l a h b. A m r 1 milyon



lanladığı m â n a s ı n ı bile ç ı k a r m ı ş t ı r (AhF



d i r h e m gibi y ü k s e k bir m e h i r vererek



( ı_r_s C^J î j a l i )



o n u n l a evlendi. Fiivayete g ö r e H a s a n vef a t e t m e d e n önce Fâtıma'dan



özellikle



A b d u l l a h b. A m r ile e v l e n m e m e s i n i ist e m i ş ve b u k o n u d a k e n d i s i n d e n söz almıştı. Fâtıma'nın b u evlilikten Kasım, çok g ü z e l o l d u ğ u için "Dîbâc" lakabıyla anılan M u h a m m e d ve Rukıyye adlı çocukları d o ğ d u . A b d u l l a h ' ı n ö l ü m ü n d e n sonra



da



M e d i n e Valisi A b d u r r a h m a n



b.



D a h h â k b. Kays el-Fihrî onunla evlenmek .istedi. F â t ı m a b u teklifi k a b u l etmeyince vali o n u b ü y ü k o ğ l u Abdullah'ı içki cezasına ç a r p t ı r m a k l a t e h d i t etti. Fâtıma'nın d u r u m u Halife Yezîd b. A b d ü l m e l i k ' e bildirmesi ü z e r i n e vali g ö r e v i n d e n azledildi. D a h a sonra A b d u l l a h b. M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n b. E b û Bekir ile evlendi. Bu evlilikten d e E m i n e adlı kızı d ü n y a y a geldi.



n



FÂTIMA bint KAYS



L



m e d Emîn, s. 216-217). Hz. Ö m e r ' i n ö l d ü r ü l m e s i sırasında şû-



Fâtıma bint Kays b. Hâlid el-Kureşiyye (ö. 5 4 / 6 7 4 [?])



râ meclisi k e n d i evinde t o p l a n a n ve da-



B o ş a n m a s ı fıkhî h ü k ü m l e r e



k a r d e ş i D a h h â k b. Kays'ın (674-678) ya-



h a sonra M e d i n e ' d e n ayrıldığı kaydedilen F â t ı m a , Muâviye'nin K ü f e valisi olan



k o n u olan k a d ı n s a h â b î .



J



Babası Kays F i h r o ğ u l l a n ' n d a n , a n n e s i



nına g i t m i ş ve bir s ü r e sonra o r a d a vef a t etmiştir. F â t ı m a b i n t Kays Hz. P e y g a m b e r ' d e n



Ümeyye b i n t Rebîa ise K i n â n e o ğ u l l a n ' n -



otuz dört hadis nakletmiş,



dandır. F â t ı m a Medine'ye hicret e d e n ilk



biri h e m Şahîh-i



k a d ı n s a h â b î l e r a r a s ı n d a yer aldı. Koca-



Müslim'de,



Buhârî



bunlardan



h e m de



ayrıca üçü Şahîh-i



Şahîh-i Müslim'-



sı E b û A m r b. H a f s b. M u g î r e o n u Hz.



de yer almıştır. K e n d i s i n d e n h a d i s riva-



Ali ile birlikte çıktığı Y e m e n seyahati sı-



yet edenler arasında Şa'bî, Kasım b. Mu-



r a s ı n d a boşadı ve b u kararını Ayyâş b.



h a m m e d b. E b û Bekir, Saîd b. Müsey-



E b û Rebîa vasıtasıyla k e n d i s i n e bildirdi.



yeb, Urve b. Z ü b e y r ve S ü l e y m a n b. Ye-



Bu a r a d a bir m i k t a r d a yiyecek gönder-



sâr gibi m e ş h u r m u h a d d i s l e r b u l u n m a k -



di. A n c a k F â t ı m a o n u n g ö n d e r d i ğ i yiye-



t a d ı r . Hz. Âişe ile Ü m m ü S e l e m e d e on-



ceği k a b u l e t m e y e r e k evinde



oturmak



d a n h a d i s nakletmişlerdir. F â t ı m a ' n ı n ri-



istedi ve k e n d i s i n d e n n a f a k a t a l e b i n d e



vayetleri b a ş t a Kütüb-i



F â t ı m a , kızı Rukıyye ile evli olan Hi-



b u l u n d u . Kocasının ailesi b u n a karşı çı-



re b ü t ü n m e ş h u r h a d i s k i t a p l a r ı n d a yer



ş â m b. A b d ü l m e l i k ' i n hilâfeti z a m a n ı n -



kınca d u r u m u Hz. P e y g a m b e r ' e bildirdi.



almıştır.



d a Kahire'de v e f a t etti.



B o ş a n m ı ş bir k a d ı n ı n k o c a s ı n d a n nafa-



Güzelliği k a d a r dindarlığı ile d e tanın a n ve şairlik t a r a f ı d a o l d u ğ u



bilinen



ka almaya ve o n u n evinde o t u r m a y a hakkı o l m a d ı ğ ı n ı söyleyen Resûl-i



Ekrem,



F â t ı m a ' n ı n , b a b a s ı Hz. Hüseyin ile koca-



o n a i d d e t * i n i g e ç i r m e s i için ö n c e Üm-



sı H a s a n h a k k ı n d a şiirler y a z d ı ğ ı nakle-



m ü Şerîk'in evinde k a l m a s ı n ı tavsiye et-



d i l m e k t e d i r . Ayrıca b a b a s ı n d a n , k a r d e ş i



m i ş k e n d a h a sonra o r a d a r a h a t e d e m e -



Zeynelâbidîn Ali, halası Z e y n e b b i n t Ali,



yeceğini d ü ş ü n e r e k a m c a z â d e s i Abdul-



Hz. Âişe, İbn A b b a s ve E s m â bint Umeys'-



lah b. Ü m m ü M e k t û m ' u n evinde iddeti-



t e n h a d i s rivayet etmiştir. Hz. F â t ı m a ile



ni t a m a m l a m a s ı n ı , süre dolunca d a ken-



Bilâl-i H a b e ş î ve E s m â b i n t U m e y s ' t e n



disine h a b e r vermesini, zira o n u kendi-



olan rivayetleri m ü r s e l d i r .



sinin evlendireceğini söyledi. F â t ı m a Hz.



Kendisinden



oğulları A b d u l l a h , İ b r â h i m , H a s a n , kızı



Peygamber'in



O m m ü Ca'fer ile Âişe b i n t Talha, Z ü h e y r



evleneceği a n l a m ı n ı çıkardı. İddetini ta-



bu



sözünden



kendisiyle



b. Muâviye ve başkaları rivayette bulun-



m a m l a y ı n c a Muâviye b. E b ü S ü f y â n ve



m u ş l a r d ı r . Rivayetleri E b û Dâvüd, Tirmi-



Ebû Cehm  m i r b. Huzeyfe (yahut Abdur-



zî ve İbn M â c e ' n i n sünenleriyle Nesâî'-



rahman b. Avf) o n u n l a e v l e n m e k istedi-



Sitte o l m a k üze-



BİBLİYOGRAFYA :



Müsned, MI, 373-374, 411-418; Müslim, "Talâk", 36-54, "Fiten", 119-120; İbn Sa'd, et-Tabakât, VIII, 273-275; Taberî, Târîh (Ebü'l-Fazl), IV, 234; Hâkim. el-Müstedrek, IV, 55-56; İbn Mencüye. Ricâlü Şahîhi Müslim, H, 419; İbn Abdülber, el-İstî'âb, IV, 383; İbnü'l-Esîr, Üsdü'lğâbe (Bennâ), VII, 230; Mizzî. Tuhfetü'l-eşrâf bi-ma'rifeti'l-etrâf (nşr. Abdüssamed Şerefeddin), Haydarâbâd 1401/1981, XII, 461-471; Zehebî, A'lâmun-nübelâ', 11, 319; İbn Hacer, elİşâbe, IV, 384; a.mlf., Tehzîbut-Tehzîb, XII, 443-444; Ahmed Emîn. Fecrul-islâm, Kahire 1965, s. 216-217; Kehhâle, A e lâmu n-nisâ', IV, 92-93; Ziriklî, el-A'lâm IFethullah), V, 131-132; Mustafa es-Sibâî, es-Sünne ue mekânetühâ fi't-teşrf i'I-islâmî, Beyrut 1398/1978, s. 264S



SELMAN



BAŞARAN



227 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FÂTIMA bint SA'D el-HAYR FÂTIMA bint S A ' D el-HAYR Ü m m ü Abdilkerîm Fâtıma bint Sa'di'l-Hayr b. M u h a m m e d el-Ensâriyye (ö. 6 0 0 / 1 2 0 3 ) Muhaddis.



leri olan E b û M a n s û r M u h a m m e d b. Abdullah el-Bendenîcî (İbn Ufeyce el-Hammâ-



İskenderiyeli m u h a d d i s A b d u r r a h m a n b.



mî), Feth b. A b d ü s s e l â m ,



M u k a r r e b , H a t î b ü M e r d â diye bilinen fa-



İbn Sasrâ, Ebü'1-Fazl A b d ü s s e l â m b. Ab-



kih ve m u h a d d i s M u h a m m e d b. İsmâil



dullah ed-Dâhirî ve Şerefünnisâ b i n t Ahm e d b. Â b e n û s î gibi m u h a d d i s l e r icâzet



d a n , M ü n z i r î d e icâzet yoluyla rivayette



verdi. T a n ı n m ı ş f a k i h ve m u h a d d i s İz-



b u l u n d u l a r . O n d a n icâzetle en son riva-



z e d d i n b. C e m â a gibi â l i m l e r e



yaptı. Talebesi M u h a m m e d el-Vânî on-



A h m e d b. E b ü ' l - H a y r S e l â m e ' d i r .



d a n dinlediği kırk k a d a r c ü z ü n adını zik-



kaynaklarda



o n u İ s f a h a n ' a g ö t ü r d ü ğ ü d e söylenmek-



da kaydedilmektedir.



t e d i r (Kehhâle, IV, 59). Babası Ebü'l-Ha-



han'ın hadis alanında t a n ı n m ı ş rinden Fâtıma bint Abdullah niyye T a b e r â n î ' n i n



el-Mu



c



İsfa-



isimle-



el-Cûzdâ-



cemü'1-ke-



bîr' ini o k u t t u ğ u sırada babasıyla birlikt e o n u n m e c l i s i n d e b u l u n d u . D a h a sonra b a b a s ı o n u B a ğ d a t ' a g ö t ü r e r e k Hibet u l l a h b. H u s a y n ' ı n v e f a t ı n d a n az ö n c e k e n d i s i n d e n h a d i s dinlemesini t e m i n etti. O r a d a y i n e hayatlarının son d ö n e m -



Diğer hocaları a r a s ı n d a b a b a s ı ve E b û



HFFL



Bağdâd'm



F



tekke yaptıran



İbnü'l-Cevâlîkî ve d a h a b a ş k a l a r ı yer almaktadır.



M . YAŞAR



bint



Süleyman



m a ş k ' t a v e f a t etti. BİBLİYOGRAFYA: Zehebî, el-'İber, IV, 18; a.mlf., Tezkiretulhuffâz, IV, 1485; Yâfiî, Mir'âtul-cenân, IV, 244; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine, III, 222223; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VI, 17; Mehmed Zihni, Meşâhirü'n-nisâ, İstanbul 1295, II, 115116; Kehhâle, A ' l â m u n-nisâ', IV, 61-65; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), V, 131. S



NUSRETTİN B O L E L L İ



KANDEMİR



FÂTIMA bint SÜLEYMAN



n



r



FÂTIMÎLER



(



)



909-1171 yılları a r a s ı n d a Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye'de h ü k ü m süren bir Şiî devleti. I. SİYASÎ TARİH



Muhaddis.



F â t ı m a , İbn Nüceyye diye bilinen dev-



Fâtıma



12 R e b î ü l â h i r 7 0 8 ' d e (29 Eylül 1308) Dı-



Ü m m ü Abdillâh Fâtıma bint Süleyman b. Abdilkerîm el-Ensâriyye ed-Dımaşkıyye (ö. 7 0 8 / 1 3 0 8 )



h a m m e d eş-Seybânî, dil ve l ü g a t â l i m i



hayatını il-



m e veren, servetiyle b i r k a ç m e d r e s e ve



( j L L Cw '«UlaU )



râvisi A b d u r r a h m a n b. Mu-



hocalık



r e t m e k t e d i r (Kehhâle, IV, 62-64). Hiç e v l e n m e y e r e k b ü t ü n



İbnü'd-Dübeysî. el-Muhtasarü'l-muhtaç ileyhi min Târihi Ibni'd-Dübeyst (nşr. Mustafa Cevâd), Bağdad 1397/1977, III, 269; İbnü'l-Ebbâr. Tekmile (nşr. F. Codera), Madrid 1887-89, II, 747, nr. 2124; İbnü's-Sâbûnî, Tekmiletü İkmâli'l-İkmâl, Beyrut 1406/1986, s. 95, 225, 253, 327; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', XXI, 412413; a.mlf., Tezkiretul-huffâz, IV, 1369; İbnü'lİmâd, Şezerât, IV, 347; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), V, 131; Kehhâle, A'lâmu n-nisâ\ IV, 59-60. r-ı



Târîhu



M a n s û r el-Kazzâz diye t a n ı n a n



Bazı



olduğu



BİBLİYOGRAFYA:



lerini y a ş a y a n E b û G â l i b b. B e n n â ' d a n ve Z â h i r b. T â h i r ' d e n h a d i s tahsil etti.



fakih



(15 Kasım 1203) Mısır'da v e f a t etti.



h a d d i s t i . Bu s e b e p l e F â t ı m a ç o k k ü ç ü k m u h i t i y l e t a n ı ş t ı ve



Fâtıma'nın



F â t ı m a b i n t Sa'd 8 Rebîülevvel 6 0 0 ' d e



s a n Sa'dü'l-Hayr h e m t â c i r h e m d e m u hadis



Ebü'l-Kasım



b. A h m e d el-Makdisî gibi â l i m l e r doğru-



reyn'de d o ğ d u ğ u , d a h a s o n r a b a b a s ı n ı n



yaşta



el-Makdisî,



y e t t e b u l u n a n k i m s e Z e h e b î ' n i n hocası



_l



5 2 2 ' d e (1128) İ s f a h a n ' d a d o ğ d u . Bah-



M û s â A b d u l l a h b. A b d ü l g a n î el-Cemmâflî el-Makdisî, h â f ı z Z i y â e d d i n



II. MEDENİYET TARİHİ



rin t a n ı n m ı ş vâizi, fakih ve müfessiri Zey-



III. SANAT



n ü d d i n Ebü'l-Hasan Ali b. İ b r â h i m b. Ne-



6 2 0 ' d e (1223) d o ğ d u . Kıraat ve h a d i s



L



câ ile evlenerek Mısır'a gitti. İbn Nücey-



â l i m i olan b a b a s ı o n u e r k e n y a ş l a r d a Dı-



J



ye, k e n d i s i n d e n Z i y â e d d i n el-Makdisî ve



maşklı muhaddislerden



M ü n z i r î gibi h a d i s h â f ı z l a r ı n m rivayette



m e d el-Mâzinî, Kerîme b i n t Abdülveh-



H â n e d a n adını Hz. F â t ı m a ' d a n alır. Ku-



b u l u n d u ğ u , Selâhaddîn-i E y y û b î ' n i n ve



h â b ve İbn R e v â h a gibi t a n ı n m ı ş âlimle-



rucuları Hz. F â t ı m a ve Hz. Ali yoluyla Hz.



I. SİYASÎ TARİH



M ü s l i m b. Ah-



o ğ l u el-Melikü'l-Azîz'in itibar ettiği bir



rin derslerine dinleyici o l a r a k g ö t ü r m e -



P e y g a m b e r ' i n s o y u n d a n geldiklerini id-



â l i m d i . B u sebeple son derece m ü r e f f e h



ye başladı. B a b a s ı n d a n , ayrıca Ş a m , Irak



dia ederler. Bu iddianın d o ğ r u l u ğ u eski



bir h a y a t yaşadılar. F â t ı m a önceleri Dı-



ve Hicaz bölgelerine m e n s u p



ve yeni â l i m l e r a r a s ı n d a t a r t ı ş m a konu-



m a ş k ' t a , d a h a s o n r a Mısır'da h a d i s ri-



y ü z d e n fazla m u h a d d i s t e n



vayet etti. K e n d i s i n d e n h a d i s hafızı E b û



Kendisine, çeşitli h a d i s k i t a p l a r ı n ı n râvi-



100'den



faydalandı.



su o l m u ş t u r . İfrîkıye'de ortaya çıkan F â t ı m î Devlet i ' n i n esası İsmâilîlik h a r e k e t i n e daya-



,1 V



Sıcifya



nır. Bu h a r e k e t , altıncı i m a m Ca'fer es-



VJ



Sâdık'ın çevresinde başlatılan t a r t ı ş m a -



/KARADENIZ



larla ortaya çıktı. İsmâilîler Ca'fer es-



\B&ANSdMPARATORLU$tf



Sâdık'ın, o ğ l u İsmâil'i n a s yoluyla h a l e f t a y i n ettiğini k a b u l ederler. İsmâil 1 4 5



Glhr



AKDENİZ ŞAMo aBERKftı -İSKENDEŞİYE



• JJJSJ



zaman



^JU-İİ 4İİ1



bazılarını



bazılarının



meziyet ve liyakatlerini teslim



jJ^U-J j' iö ifo1- • j-k—iy «Jı* j'J ^c^jZ j d - . oiu ^jy.y • *%> u-ı j«> J^o/jfi



Fatîn tezkiresinin şair çerçevesini çok



zaman



olarak yüceltici,



ise



etmek-



ten uzak oluşu dolayısıyla çok geçmeden birtakım tenkitleri d e beraberinde getirir. Bizzat kendisi, iyiyi k ö t ü d e n ayırt et-



geniş t u t m u ş , t e k m a n z u m e s i n i , hatta



meye kabiliyeti olmadığı halde tezkire



bir beytini görebildiklerine dahi eserin-



tertibine kalkışıp şair diye birtakım cahil ve değersiz kimselere orada yer ver-



de yer vermiştir. Sanatça değerleri yön ü n d e n bir seçim gözetip değersiz gördüklerini eserlerinin kadrosuna almayan











«



«



E



S



ı



D



S



m i ş o l d u ğ u yolunda uğradığı tenkidi bir şiirinde bahis konusu eder (Divan, "Kıta-



259



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FATÎN EFENDİ



nağı oluşu k a d a r bıraktığı yerden Fatîn'e



kendisini voyvoda k â t i b i diye gösterdi-



ettiği h u s u s l a r ı n ç o ğ u n u n yerine getiril-



y a p ı l m ı ş b ü y ü k bir zeyil olan Son



ği, üstelik bir divan sahibi iken hakkın-



diği



Türk Şairlennde



görülmektedir.



İfadesinin



bilin-



başlıca kay-



m e y e n b u yeni b a s k ı d a Şinâsi'nin işaret



kâtipliği yaptığı



tamamlanmadığı



Osmânî'nin



tünüyle



halde



divan



neden



s u n d a Sicill-i



lar", s. 56). Meselâ B a y b u r t l u Zihnî'nin, vezirlere



lüzum-



Asır



İbnülemin devamlı on-



d a "bir m i k t a r eş'ârı vardır" d e d i ğ i için



s u z s ü s ve u n s u r l a r d a n arındırılarak da-



d a n i s t i f a d e ettiği gibi, ayrıca şiirlerine



Fatîn'i Sergüzeştnâme



h a öz ve s a d e bir hale k o n u l m a s ı , şair-



b a ş k a yerlerde ö r n e k b u l u n a m a y a n şa-



detle hicvettiği g ö r ü l m e k t e d i r (Ziyâeddin



lerin e d e b î şahsiyet ve değerleri



irler için d e o n u n verdiği m e t i n l e r e mü-



Fahri Fındıkoğlu, Bayburtlu



k ı n d a k i m ü b a l a ğ a l ı h ü k ü m ve ifadelerin



adlı eserinde şid-



Zihnî,



İstan-



bul 1950, s. 61-62; İbnülemin, Son



Türk Şairleri,



Asır



tamamen



kaldırılması y a n ı n d a



hak-



racaat etmiştir.



her iki



Fatîn'in eserini sırf râbia rütbesine nâil



1941, XI, 2017). H e m e n be-



t e ş e b b ü s e a i t ilânlarda istendiği şekil-



olmak maksadıyla



l i r t m e k gerekir ki kendisiyle İstanbul'-



d e önceki şiir örneklerinin bazılarının ye-



Hersekli  r i f H i k m e t ' t e n gelen rivayet,



d a t a n ı ş ı p g ö r ü ş m ü ş olan S a h a f l a r Şey-



rine d a h a b a ş k a l a r ı k o n u l m u ş , ilk bas-



o n u n acele h a z ı r l a n m ı ş o l d u ğ u k a n a a t i n i



h i z â d e M e h m e d E s a d E f e n d i d e o n u Fa-



kının yapıldığı 1 8 5 5 yılından b u t a r i h e



d e s t e k l e r g ö r ü n s e bile vesikaları



t î n ' d e n evvel k a l e m e aldığı t e z k i r e s i n d e



k a d a r o r a d a k i hal t e r c ü m e l e r i n d e mey-



t e d i l m e m i ş bir a l a n d a getirdiği h i z m e t



d a n a g e l e n değişiklikler g ö s t e r i l m i ş , ev-



ve e d e b i y a t t a r i h i n e kazandırdıkları kar-



voyvoda k â t i b i o l a r a k zikreder.



tertip ettiğine



dair



zap-



ge-



velce haklarında bilgi e d i n i l e m e m i ş olan-



şısında f a z l a



r e k e n n o k t a l a r ı n ı f a r k e d e n Fatîn Efen-



larla a r a d a geçen z a m a n içinde edebi-



tedir.



di, h e r h a l d e y a p ı l m ı ş t e n k i t l e r i n d e te-



y a t â l e m i n e yeni çıkan şairlerin d e hal



siriyle, o k u n a k s ı z ve k u s u r l u t a ş baskısı



tercümeleri



bulunmakta-



ka, d o ğ r u d a n d o ğ r u y a k e n d i eliyle aldı-



yerine o n u n g ö z d e n geçirilmiş, m a t b a a



dır (ayrıntılı bilgi için bk. Akün, TDED, XI



ğı m e t i n l e r d e ince zevk sahibi bir seçici



dizgisiyle yeni baskısını y a p m a ihtiyacı-



119611, s. 67-98; a.mlf., TM, XIV 11965], s.



o l d u ğ u n u ortaya k o y a n tezkiresinin Dâ-



nı duyar. Basılışı ü z e r i n d e n h e n ü z on do-



277-336).



rülmaârif, Mekteb-i Maârif-i Adliyye, Be-



Eserinin eksiklerini, d ü z e l t i l m e s i



k u z ay k a d a r bir z a m a n geçtiği sırada bununla



ilgili o l a r a k verdiği bir ilânla,



Hâtimetü'l



ilâve e d i l m i ş



- eş'âr, g e r e k t i ğ i gibi bir iç



bir şey i f a d e



etmemek-



Fatîn Efendi'nin b ü t ü n b u n l a r d a n baş-



yazıt Rüşdiyesi gibi devrin getirdiği yeni



kay-



e ğ i t i m m ü e s s e s e l e r i n d e n y e t i ş m i ş seç-



mukayese



kinleri g ö s t e r e n kayıtları ile, y e n i l e ş m e



t e t k i k t e n g e ç i r i l m e d e n ve e m s a l i



eserini hazırlarken h a b e r ve bilgisi dı-



naklarla a r a s ı n d a esaslı bir



şında



y a p ı l m a d a n , sadece b i r t a k ı m kusurları-



devri m a a r i f t a r i h i m i z e dair hazır mal-



m e m i ş eski veya h a y a t t a k i şairlerin hal



n a b a k ı l a r a k birbirlerini



z e m e sakladığını



t e r c ü m e l e r i n d e o n u n telif ve y a y ı n ı n d a n



y e t i n e n z a m a n ı m ı z müelliflerince bütü-



kaldıklarından



tezkiresine



gire-



tekrarlamakla



ilâve e t m e k



yerinde



olur.



s o n r a k i değişikliklerin, b u n l a r d a düşül-



nüyle f a z l a e h e m m i y e t ve d e ğ e r i olma-



m ü ş bilgi h a t a l a r ı n ı n , a l ı n m ı ş ilk şiir ör-



y a n bir eser o l a r a k g ö r ü l m ü ş t ü r . A n c a k



n e k l e r i n d e n yenileri veya d a h a başkala-



k e n d i ç a ğ d a ş l a r ı h a k k ı n d a verdiği bilgi-



Dîvân-ı Fatîn, İstanbul 1283;



rı ile d e ğ i ş t i r i l m e k istenenlerin kendisi-



ler b a k ı m ı n d a n faydalı olacağı k a b u l edi-



V (1314), s. 3417; Sicill-i Osmânî, IV (1315), s.



n e bildirilmesini d u y u r u r ( Cerîde-l Hava-



len t e z k i r e n i n kusurları ü z e r i n d e duru-



dis, nr. 802, 8 Muharrem 1273).



l u r k e n t a ş ı d ı ğ ı meziyetler ise t a m a m e n



Bir s o n u ç v e r m e y e n b u t e ş e b b ü s , tezkirenin d e ğ e r ve e h e m m i y e t i n i



takdir



g ö z d e n k a ç m ı ş t ı r . Eser, y u k a r ı d a i ş a r e t edildiği gibi R â m i z ' d e k i k a d r o n u n boş-



BİBLİYOGRAFYA: [Râsim], "Terceme-i Hâl-i Sâhib-i Dîvân", Kâmûsü'l-a'lâm,



2 5 ; Fâik Reşâd, Terâcim-i Ahvâl-i Meşâhîr, İstanbul 1313, s. 49-52; "Fatîn Efendi", Terakki, nr. 44, 5 Muharrem 1316, s. 175 (bu son iki



yerde Fatîn Efendi hakkında yazılmış olanlar, divanın başındaki hal tercümesi metninin birkaç kelime değişikliğiyle aynen tekrarından ibarettir); Osmanlı Müellifleri (1338), II, 373-



e t t i ğ i n d e n , kendisi gibi, yeni ve g ö z d e n



luklarını t a m a m l a m a k , Sâlim'in bıraktı-



geçirilmiş bir baskının y a p ı l m a s ı n ı iste-



ğı y e r d e n k e n d i s i n e k a d a r divan şiirinin



y e n Şinâsi t a r a f ı n d a n yedi sene sonra



s o n 130 yıllık şair m e v c u d u n u n , b u dev-



1 8 6 3 yılında t e k r a r ele a l ı n a r a k b u hu-



reye ait b a ş k a eski k a y n a k l a r ı n herhan-



s. 389-390; İbnülemin M a h m û d Kemal, "Bay-



s u s a d a i r yazdığı bir b a ş m a k a l e d e tez-



gi b i r i n d e g ö r ü l m e y e n şekilde t e k başı-



burtlu Z i h n î ve E r z u r u m Şairleri", TTEM, ye-



kireye yeni ve d a h a ileri bir hüviyet ve-



n a t o p l u bir envanterini vermek, en azın-



374; J. H. Mordtmann, "Fatîn Efendi", El, III, 92; Babinger, GOVV (1927), s. 359-360; a.e. (trc.),



g ö n d e r i l m e s i duyurulur. O z a m a n d a n b u



n e g e t i r m e k t e d i r . Ayrıca Mısır ve Trak-



ni seri 1/1 (Ağustos 1929), s. 58-59; a.mlf.. Son Asır Türk Şairleri, I (1930), s. 8-9; II (1931), s. 367-370; Orhan F. Köprülü, "Fatîn Efendi", İA (1947), IV, 528-529; Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi (1949), s. 131; Ömer Faruk Akün, "Şinâsi'nin B u g ü n e Kadar Ele G e ç m e y e n Fatin Tezkiresi Baskısı", TDED, XI (1961), s. 6798; a.mlf., "Şinâsi'nin Fatin Tezkiresi Bask ı s m d a k i Y e n i Biyografik Bilgiler", TM, XIV (1965), s. 277-336; Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi (1973), s. 339-345, 478; Banarlı, RTET,



y a n a e n k ü ç ü k bir izine r a s t l a n m a d ı ğ ı n -



ya havalisinde b u l u n u p isim ve hayat-



II (1977), s. 843; [Reşad Ekrem Koçu], "Fatin",



d a n b u t e ş e b b ü s ü n d e ötekisi gibi hiç



ları b a ş k a k a y n a k l a r a g e ç m e m i ş şairle-



g e r ç e k l e ş m e d i ğ i sanılagelmiştir. Bir asır



rin varlığını ö ğ r e n m e k o n u n vasıtasıyla



recek bir p r o g r a m l a ilân edilir (Tasvir-i



d a n her derece ve her sınıftan t e s b i t et-



Efkâr, nr. 135, 27 Rebîülâhir 1280). Belir-



t i ğ i şairler ve o n l a r d a n seçtiği örnekler-



tilen esaslar d a i r e s i n d e ü z e r i n d e deği-



le divan şiirinin XIX. yüzyılın ilk yarısın-



şiklik y a p ı l m a k suretiyle, y a h u t ilk d e f a



d a v a r m ı ş o l d u ğ u g e n i ş yayılımı ve kim-



o l m a k ü z e r e t e z k i r e d e yer a l m a s ı iste-



ler t a r a f ı n d a n t e m s i l



n e n hal t e r c ü m e l e r i y l e yeni şiir örnekle-



ö n ü n e koyan bir malzemeyi edebiyat ta-



rinin g a z e t e i d a r e h a n e s i n e acele o l a r a k



rihine m a l e t m e k gibi bir h i z m e t i yeri-



edildiğini



gözler



baş



m ü m k ü n o l m a k t a d ı r . Kendi ç a ğ d a ş ı şair-



t a r a f ı n d a n baskısı y a p ı l m ı ş elli iki say-



lere dair hal t e r c ü m e l e r i ç o ğ u n l u k l a on-



falık



s ü r e s i n c e m e ç h u l k a l d ı k t a n sonra



Faruk



ların b i z z a t k e n d i l e r i n d e n a l ı n m ı ş oldu-



konulmakla



ğ u n d a n h e r k a y n a k t a r a s t l a n m a y a n bâ-



Şinâsi baskısının sadece tasavvurdan iba-



kir bilgiler getirirler. XIX. yüzyılın ilk ya-



r e t k a l m a d ı ğ ı a r t ı k belli o l m u ş t u r . Bü-



rısında y e t i ş m i ş şairlerin hayatları husu-



bir



kısmının



varlığı



Akün tarafından meydana



Ömer



İst A, X, 5569-5570; Fahir İz, "Fatin", El 2 (Fr.), Kaynaklarından Türkçe Şu'ara Tezkireleri, Erzurum 1991, s. 145-147. rn



II, 884; Halûk İpekten, Türk Edebiyatının



İSİ



F



260



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



Ö M E R FARUK



FATMA (bk. FÂTIMA).



AKÜN



n



FATMA ÂLİYE HANIM FATMA ÂLİYE HANEM (1862-1936)



Efendi'dir. Eserlerini okuyarak A h m e d



zılan ilk kadın yazar olmasından gelir.



M i d h a t Efendi'yi tanıyan Fatma Âliye bir



Hâtıra, tarih ve felsefe alanında da eser-



mektuplaşmaya



leri b u l u n a n Fatma Âliye yazı hayatında



başladı. Bu m e k t u p l a ş m a bir t a r a f t a n



T a n z i m a t edebiyatının genel çizgilerine



m ü d d e t sonra onunla



İlk Türk kadın romancı ue yazar.



F a t m a Âliye'nin yetişmesinde faydalı ol-



bağlı kalmıştır. Romanlarında genellikle



d u ğ u gibi diğer taraftan da A h m e d Mid-



sade bir dil kullanan müellifin tarih ve



devlet a d a m l a r ı n d a n h u k u k ç u ve tarih-



h a t Efendi'nin Fatma



felsefe alanındaki eserleriyle makalele-



çi A h m e d Cevdet Paşa ile Adviye Râbia



hud



Hanım'ın kızıdır. Çağdaşlarından



Neş'eti



İstanbul'da d o ğ d u . Son devir Osmanlı



farklı



Âliye



Bir Muharrire-i



Hanım



ya-



Osmâniyye'nin



(İstanbul 1311) adlı eseriyle Os-



rinde bu sadelik görülmez.



Üslûbunun



bir özelliği de yazılarında z a m a n z a m a n



olarak birçok özel hocadan ders aldı,



manlı t o p l u m u n d a bir kadın yazarın ha-



Fransızca kelimelere yer vermesidir. Ro-



Fransızca öğrendi ve iyi bir eğitim gör-



yatını anlatan ilk monografiyi yazması-



manlarında d a h a çok Osmanlı aile ha-



dü. Babasının resmî görevleri dolayısıy-



na sebep olmuştur.



yatını bir kadının bakış açısıyla zarif ve



la Halep, Yanya, Ş a m ve Beyrut vilâyetlerinde b u l u n d u .



1 8 7 8 ' d e II. Abdülha-



Tercüme çalışmaları yanında telif eser-



duygulu bir biçimde yansıtmaya çalışır.



ler d e veren Fatma Âliye ilk olarak Ah-



Bunu yaparken ideal tipler yanında nor-



mid'in yâverlerinden Kolağası Fâik Bey'-



m e d M i d h a t Efendi ile birlikte



le evlendi.



ve Hakikat



Fatma Âliye bir t a r a f t a n



çocuklarını



Hayal



m a l ve zayıf erkek, kadın, a n n e tipleri-



adlı romanı kaleme aldı. Ar-



ne d e yer verir. İnanılmaz rastlantılar



d ı n d a n yabancılara m ü s l ü m a n



Osman-



sonucu gelişen olaylara karşılık romanın



lı aile hayatına dair d o ğ r u bilgiler ver-



kişilerini gerçekçi bir yaklaşımla anlat-



na girdi. İlk olarak "Bir Kadın" t a k m a



m e k maksadıyla, bizzat g ö r ü ş t ü ğ ü ki-



tığı söylenebilir. İlk r o m a n l a n n d a k i duy-



adıyla George Ohnet'in Volonte



şilerle yaptığı konuşmaların



gusallığın yerini giderek gerçekçilik al-



yetiştirirken diğer t a r a f t a n yazı hayatı-



nını Meıâm



roma-



adıyla Fransızca'dan Türk-



çe'ye çevirdi. Servet'te



(31 Kânunusâni



1305/12 Şubat 1890) ve Tercümân-ı



Ha-



na dayanan Nisvân-ı



İslâm



hâtıralarıadlı eseri-



Aynı z a m a n d a devrin çeşitli sosyal fa-



kîkat gazetesinde (5 Receb 1307/25 Şu-



aliyetleri içinde yer alan Fatma Âliye,



bat 1890) bu t e r c ü m e hakkında bazı ya-



1897 Türk-Yunan Savaşı'nda şehid olan-



zıların çıkması sebebiyle edebî muhitler



larla gazilerin ailelerine yardım amacıy-



yanında kısa s ü r e d e geniş kitlelerin de



la Cem'iyyet-i İmdâdiyye derneğini ku-



ilgisini çekti. Tercümeyi yapanın bir ka-



rarak bir yardım kampanyası



dın olması dolayısıyla Meıâm



ğından



kısa za-



II. A b d ü l h a m i d



başlattı-



tarafından



bir



m a n d a m e ş h u r oldu-, F a t m a Âliye Ha-



beratla takdir edildi. Ayrıca Hilâliahmer



nım da Tercümân-ı



Cemiyeti'nin d e ilk kadın m e n s u b u ola-



Hakikat



gazetesin-



d e aynı t a k m a adla kadınlarla ilgili yazı-



rak Trablusgarp ve Balkan Savaşı şehid-



lar y a z m a y a başladı. Bir ara "Müterci-



lerinin aileleriyle savaş mâlüllerine yar-



me-i M e r â m , Âliye" ismini kullanan ya-



d ı m t o p l a n m a s ı çalışmalarında göster-



zar d a h a sonra Tercümân-ı



diği başarı dolayısıyla Hilâliahmer Cemi-



Hakîkat'te



yayımlanan "Sürat: Eiler'in Prensese Yir-



yeti t a r a f ı n d a n bir madalya ile ödüllen-



mi Birinci M e k t u b u " başlıklı yazısında



dirildi.



F a t m a Âliye imzasını kullanarak yayın dünyasında gerçek kimliğini açığa vurd u (23 Safer 1 3 0 8 / 8 Ekim 1890).



Fatma Âliye Hanım sağlığının bozulması sebebiyle 1924 yılından



itibaren



yavaş yavaş yazı yazmayı bırakmakla be-



Çocukluğundan itibaren birçok kişiden



raber hayatının son günlerine k a d a r sa-



özel ders alan F a t m a Âliye Hanım'ın ha-



n a t ve edebiyat çalışmalarını t a k i p et-



yatında önemli bir yer t u t a n iki hocası



ti. Nötre D a m e d e Sion m e z u n u , k ü ç ü k



olmuştur. Bunlardan biri babası A h m e d



kızı Zübeyde İsmet hanımın ailesinden



Cevdet Paşa, diğeri ise A h m e d



ayrılarak katolik rahibesi olmasıyla so-



Midhat



nuçlanan maceranın ve bu konu etrafında devrin gazetelerine akseden haberlerin kendisini şiddetle sarstığı, yayımlanan m e k t u p l a r ı n d a n anlaşılan



Fatma



Aliye Hanım, bu acıyla İstanbul'da vefat etti ve Feriköy Mezarlığı'na defnedildi. Türk edebiyatında yazdıklarından çok



Fatma Âliye Hanım



mıştır. A h m e d M i d h a t Efendi'nin etkisiyle olaylar karşısında gözlemci olarak



ni yazdı.



k a l m a k t a n ziyade z a m a n z a m a n kendisi de kişiler arasına girer, problemlere çözümler bulmaya ve r o m a n kişilerine yol göstermeye çalışır. Yine A h m e d Midh a t Efendi gibi bazan olayların akışını durdurur, açıklamalar yapar ve olay hakkında bilgi verir. Ayrıca T a n z i m a t dönem i için yenilik sayılan m e k t u p tarzında r o m a n y a z m a Fatma Âliye Hanım'ın bir diğer özelliğidir. Romanlarında



olduğu



gibi diğer m a k a l e ve yazılarında da kadın ve aile konularını ele alan yazar, İslâmiyet'in insana vermiş olduğu değerden hareketle Allah'a ve t o p l u m a karşı görevlerinde kadınla erkeğin eşit sorumluluk ve hak sahibi oldukları gerçeği üzerinde durur. Bu a r a d a genç kızların ve kadınların eğitilmesinin faydalarını



da



vurgular. Fatma Âliye ne yalnız Batı kült ü r ü n d e n ne de yalnız Doğu kültüründen yana g ö r ü n m ü ş t ü r . Ancak İslâmiyet'i samimiyetle benimsemiş, o yıllarda üzerinde çok durulan İslâm dininin ilmî gelişmeye engel o l d u ğ u iddiasının aksini savunmuştur. Ona göre insanı medeniyete ulaştıran en emin yol Doğu'nun m â n e v î değerlerini koruyarak



Batı'nin



t e k n i ğ i n d e n faydalanmaktır. Eserleri. Fatma Âliye Hanım'ın başlıca eserleri şunlardır: 1. Merâm



(İstanbul



yaptıklarıyla kendine belli bir yer edi-



1307). George Ohnet'in Volonte



adlı ro-



nen Fatma Âliye Hanım'ın yazdıklarının



manının tercümesidir. 2. Hayal



ve Ha-



b ü y ü k bir edebî değeri o l d u ğ u n u söyle-



kikat



(İstanbul 1309). Önce



Tercümân-ı



m e k m ü m k ü n değildir. Onun asıl ö n e m i



Hakikat



Türk edebiyatında t e r c ü m e yapan, ro-



r o m a n ı "Bir Kadın" t a k m a adıyla ve Ah-



m a n yazan, sosyal faaliyetlere



m e d Midhat'la birlikte yazmıştır. 3. Mu-



katılan



ve hakkında m ü s t a k i l bir m o n o g r a f i ya-



hâdarât



gazetesinde tefrika edilen bu



(İstanbul 1309). Yazarın F a t m a



261



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FATMA ÂLİYE HANIM Türkçe Kadın Dergileri Bibliyografyası,



İn-



deks). Y a ş a d ı ğ ı d ö n e m i n k a d ı n y a z a r ve şairlerinden N i g â r H a n ı m , M a k b u l e Le. . /•JS.VJ



-• S—* 1 r I "



- . J3>j> —



m a n , F a h r ü n n i s â H a n ı m ile aynı çevre-



"•



lerde b u l u n a n yazar, M u a l l i m Nâci gibi Fatma



o yılların ö n d e gelen edebiyatçılanyla d a



Âliye Hanım'ın el yazısı ve imzası



çeşitli



konularda



yazışmalarda



bulun-



m u ş t u r . F a t m a Âliye H a n ı m ' ı n özel ev-



(A. U ç m a n



rakı a r a s ı n d a r a s t l a n a n y a y ı m l a n m a m ı ş



arşivi)



şiirlerinde çeşitli t o p l u m s a l k o n u l a r ya-



Âliye i m z a s ı n ı k u l l a n d ı ğ ı ilk r o m a n ı d ı r .



Zevcât" adıyla y a y ı m l a n a n ç o k evlilik le-



n ı n d a sevgi, v a t a n ve f e d a k â r l ı k t e m a l a -



E s e r d e XIX. yüzyıl s o n u O s m a n l ı toplu-



h i n d e k i yazısına e k n i t e l i ğ i n d e olan b u



rını işlediği g ö r ü l ü r (bk. Kızıltan — Genç-



m u n d a k i varlıklı aile hayatı ayrıntılı bir



m a k a l e "Taaddüd-i Zevcât" ile birlikte



türk, s. 38-40, 42).



b i ç i m d e ele alınıp işlenmiştir. A n a t e m a



yayımlanmıştır.



ise baskı ile yapılan evliliğin m u t s u z l u k -



Felâsife



Nisvârı-ı



la s o n u ç l a n d ı ğ ı gerçeğidir. 4.



İslâm



(İstanbul 1309). 1891 yılında Ter-



Terâcim-i



9.



Ahvâl-i



BİBLİYOGRAFYA:



(İstanbul 1317). M ü e l l i f b u ese-



BA, Yıldız Tasnifi, Ks. 18, Zrf. 93, Kar. 38, Evr.



r i n d e f e l s e f e n i n ö n e m i ü z e r i n d e dura-



5 5 3 / 5 4 0 , 547, 6 1 2 , 6 1 5 ; Ks. 31, Zrf. 27, Kar.



r a k b u ilimle u ğ r a ş a n l a r ı n haksız yere



79, Evr. 2 7 / 5 ; A h m e d M i d h a t , Fatma



tefrika



dinsizlikle suçlandığını b e l i r t m e k t e , ba-



nım



edildikten sonra k i t a p haline getirilen b u



zı Y u n a n ve İslâm d ü ş ü n ü r l e r i n i n h a y a t



eser, F a t m a Âliye H a n ı m ' ı n T ü r k ailesi



hikâyelerini a n l a t m a k t a d ı r . 10.



cümân-ı



Hakîkat



gazetesinde



Tedkîk-i



yahud



Neş'eti,



Bir



Muharrire-i



İstanbul



1311;



Âliye Ha-



Osmâniyye'nin



a.mlf.,



"Mütercime-i



M e r â m : B i r E d î b e " , Tereilmân-ı



Hakîkat,



İs-



tanbul 5 R e c e b 1307, s. 3 ; a.mlf., " K â r i î n - i Ki-



ve özellikle h a r e m hayatı h a k k ı n d a bil-



Ecsâm



gi e d i n m e k isteyen Batılı bazı kadınlar-



şik felsefe a k ı m l a r ı n a g ö r e m a d d e kav-



s. 1-15; M ü b a h a t S. K ü t ü k o ğ l u , " C e v d e t P a ş a



(İstanbul 1317). Bu e s e r d e deği-



r a m a ; F a t m a  l i y e " , Muhâdarât,



İstanbul 1309,



la y a p t ı ğ ı ç o k evlilik, cariyelik ve örtün-



r a m ı a ç ı k l a n m a y a çalışılmıştır. Türkçe'-



v e A i l e İçi M ü n â s e b e t l e r i " , Ahmed



m e konuları üzerindeki g ö r ü ş m e l e r i n d e n



d e felsefe k o n u l a r ı n d a ilk d e f a bir ka-



Paşa



d o ğ m u ş t u r . Bu h a y a t ı n O s m a n l ı kimli-



dın t a r a f ı n d a n k a l e m e a l ı n m ı ş eser ol-



ğ i n i n bir parçası o l d u ğ u n a dair görüş-



m a özelliği t a ş ı y a n ve Hanımlara



lerin yer aldığı Nisvârı-ı



sus



İslâm,



Gülnar



adını a l a n R u s şarkiyatçısı Olga d e Lab e d e f f t a r a f ı n d a n Les Femmes



manes



f ı n d a n d a Les Musulmanes



raines



musul-



(Paris, ts.), N a z i m e R o u k i e tara(Paris



1894) adıyla



Gazete'de



Mah-



tefrika edildikten sonra



ayrıca basılan b u iki k i t a p y a z a r ı n a ilmî



Cevdet



1985)



Bildiriler,



İstanbul 1986, s. 199-222; İstanbul



Kütüpha-



nelerindeki



Dergileri



Eski Harfli



Bibliyografyası, Hanım,



Kadın



İstanbul 1992, bk. İndeks; H.



E m e l Aşa, İlk



Aliye



Türkçe



Türk



Kadın



Hayatı,



Romancısı



Eserleri,



Fatma



Fikirleri



(dokto-



m u h i t l e r d e ö n e m l i bir m e v k i kazandır-



ra tezi, 1993), İÜ Edebiyat Fakültesi; Mübeccel Kızıltan,



(İstanbul 1328). F a t m a



contempo-



Âliye'nin b u son r o m a n ı , h e m k o n u h e m d e kalabalık k a h r a m a n kadrosuyla M u -



t e r c ü m e edilmiştir. Bu eseriyle Chicago



hâdarât'a



Kitap Sergisi'nde d i k k a t i ç e k e n



Osmâniyye'nin



benzemektedir.



Bir



12.



Devre-i



Âliye H a n ı m ' a bir d e ö d ü l verilmiştir (BA,



mesi-Kosova



Yıldız Tasnifi, Ks. 18, Zrf. nr. 93, Kar. nr.



meti



38, Evr. nr. 5 5 3 / 6 1 2 ) . B u n u n h e m e n ar-



nuları ele aldığı t e k eseridir. 13.



d ı n d a n eser Ta'rîbü



Cevdet



nisâ'i'l-müslimîn



(27-28 Mayıs



mıştır. 11. Enîn



Fransızca'ya Fatma



Semineri



Zaferi



v e Ankara



ve Zamanı



Aliye



ve Nisvân-ı



Hanım-Yaşamı, İslâm,



Sana-



İstanbul



h i n d e F a t m a A l i y e H a n ı m ' ı n Y e r i " , Kuram -



Kitap



Mühim-



Bir K a d ı n Y a z a r : F a t m a A l i y e H a n ı m " ,



HeziAhmed



(İstanbul 1332).



1993;



a.mlf., " T ü r k K a d ı n H a k l a r ı M ü c a d e l e Tari-



Târîh-i



(İstanbul 1331). Müellifin t a r i h î ko-



Paşa



Fatma



tı, Yapıtları



1, İstanbul 1993, s. 83-93; a.mlf., " Ö n c ü



Fahir



İz Armağanı



TUBA



I, XIV (1990), s. 2 8 3 - 3 2 3 ;



a.mlf., " G i z e m l i B i r Ö y k ü n ü n P e ş i n d e " , Top-



lumsal



Tarih, 111/16, İstanbul 1995, s. 13-21;



a . m l f . — Tülây G e n ç t ü r k , Atatürk



ma Aliye



Hanım



Evrakı



Kitaplığı



Katalogu



Fat-



-1, İstanbul



adıyla Arapça'ya d a çevrilmiştir (Beyrut



Yazar, b a b a s ı n ı n hayatı h a k k ı n d a birin-



1993;



1309). Nisvân-ı



ayrıca Ameri-



ci elden k a y n a k n i t e l i ğ i n d e o l a n b u ese-



H a n ı m H a z r e Ü e r i " , Hanımlara



k a ' d a İngilizce'ye t e r c ü m e edildiğini ya-



rinde, o n u n d o ğ u m u n d a n b a ş l a y a r a k ço-



te, 2 3 Mart 1316, s. 3 ; E r c ü m e n t E k r e m Talu,



zarın kendisi söylemektedir (bk. Kızıltan -



c u k l u ğ u n u , e ğ i t i m ve gençlik d ö n e m l e -



Gençtürk, s. 27). S. Re'fet(İstanbul



1314).



rini, katıldığı s a n a t - e d e b i y a t toplantı-



A l i y e H a n ı m ' ı n H a y a t H i k â y e s i " , Hayat



K o n u s u n u gerçek h a y a t t a n alan b u eser-



larını ve 1 2 7 2 (1855-56) yıllarına k a d a r



muası,



İslâm'ın



Mahmud



Zeki, " I s m e t l ü



" F a t m a A l i y e " , Son



Posta,



Fatma



Mahsus



15 T e m m u z



g e ç e n siyasî olayları a n l a t m a k t a d ı r . Ki-



Ö l ü m Y ı l d ö n ü m ü n d e , 1892'de Ç ı k a n



t a p t a Cevdet Paşa'nın hayatının son kırk



darat'ı



siyle birlikte verdiği m ü c a d e l e anlatılır.



yılındaki olaylar yer a l m a d ı ğ ı n d a n eserin b i t i r i l e m e m i ş o l d u ğ u k a b u l edilmekt e d i r (yazarın diğer eserleri ve yazılarının



kazanabileceği



fikrini işleyen bir r o m a n d ı r . Eser Gusta-



tam listesi için bk. Kızıltan, Fatma



ve Seon t a r a f ı n d a n Oudi



Hanım,



Luth



la joueuse



de



adıyla Fransızca'ya t e r c ü m e edil-



m i ş t i r (İstanbul 1900). 7. Levâyih-i



Ha-



yât (İstanbul 1315). On m e k t u p t a n meyd a n a gelen b u r o m a n , r o m a n ı n kahram a n ı b e ş k a d ı n ı n evlilikleriyle ilgili olar a k birbirlerine yazdıkları m e k t u p l a r d a n oluşmaktadır.



8. Taaddüd-i



Zevcât'a



Zeyl (İstanbul 1316). M a h m u d Esad Efendi'nin Malûmat



g a z e t e s i n d e "Taaddüd-i



1936;



Muha-



Batı'da d a T a n ı n a n İlk K a d ı n Roman-



cımız: Fatma Aliye Hanım",



Dergisi,



Milliyet



Sanat



sy. 2 4 0 , İstanbul 13 T e m m u z 1 9 7 7 ; İn-



ci E n g i n ü n , " F a t m a  l i y e H a n ı m " , 166-167.



Aliye



Mec-



sy. 1, Mayıs 1 9 7 7 ; Behçet Necatigil, "40.



d e yakınlarının haksızlığına u ğ r a y a n ye-



r a k n a m u s u y l a hayatını



Gaze-



Bedia E r m a t , "İlk T ü r k K a d ı n Y a z a r ı F a t m a



t i m bir kızın ö ğ r e t m e n o l m a k için anne6. Ûdî (İstanbul 1315). Bir k a d ı n ı n çalışa-



Aliye



TDEA, III,



m İMİ



H . EMEL



AŞA



s. 33-37).



F a t m a Âliye H a n ı m ' ı n A h m e d



Midhat



P



Efendi'ye yazdığı m e k t u p l a r ı n b ü y ü k bir k ı s m ı Tercümân-ı



Hakîkat



gazetesin-



de, kadınlarla ilgili yazıları ise



Hanım-



lara



Ümmet



Mahsus



ve İnkılâb



Gazete,



Mehâsin,



^



FATMA SULTAN CAMİİ



^



İstanbul Bâbıâli'de XVIII. yüzyılda yaptırılan cami.



^



adlı k a d ı n dergilerinde ya-



İ s t a n b u l ' d a E m i n ö n ü s e m t i n d e şimdi-



y ı m l a n m ı ş t ı r (Fatma Âliye'nin devrin ka-



ki Vilâyet (eski Bâbıâli) b i n a s ı n ı n karşı-



dın dergilerinde yayımlanan yazıları için bk.



s ı n d a inşa edilen F a t m a S u l t a n Camii'n-



İstanbul



d e n b u g ü n e hiçbir iz k a l m a m ı ş t ı r . Cami,



Kütüphanelerindeki



Eski



Harfli



262



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FATMA SULTAN CAMİİ III. A h m e d ' i n kızı ve S a d r a z a m Nevşehir-



ülevvelin sekizinci c u m a g ü n ü III. A h m e d



li Darnad İbrahim Paşa'nın h a n ı m ı Fat-



ve S a d r a z a m İbrâhim Paşa'nın da işti-



m a Sultan t a r a f ı n d a n Terzibaşı Pîrî A ğ a



rakiyle açılışı yapılmış, Şeyh Yahyâ Efen-



Mescidi'nin yerinde yaptırılmıştır. Nev-



di b u açılışta bir vaaz vermiştir. F a t m a



şehirli İbrâhim Paşa b u mescidin yakı-



Sultan kendi camiini ayrıca ziyaret ede-



nında bir saray inşa ettirirken



Fatma



rek şeyhe, vâiz Hasan Efendi ile müte-



Sultan b u r a d a k i mescidin h a r a p oldu-



velli, kâtip, i m a m l a r ve hatibe, Galata



ğ u n u g ö r ü p sarayının arazisinden d e bi-



Voyvodası A h m e d Ağa'ya, m i m a r ağaya



raz yer ilâve ederek b ü y ü k bir cami in-



s a m u r kürkler, müezzinbaşı, n a ' t h a n ve



şa ettirmiştir. Devrin ü n l ü şairi Nedîm,



devirhanlara çuha feraceler, d ö r t müez-



divanında "Târîh berây-ı Câmi-i Şerîf-i



zin, beş kayyim, bir kandilci, beş aşir-



Fâtıma Sultân der Nezd-i



h a n a 10'ar k u r u ş ihsan etmiştir.



Paşakapısı"



başlığı altında on d ö r t beyitlik bir tarih



A h m e d Refik t a r a f ı n d a n t e s b i t edilen



m a n z u m e s i n d e caminin yapımıyla ilgili



bir arşiv belgesinden, 1140 yılının 4 Re-



Gümûşhaneli sokağıW "



bilgi verir:"... O hâkân-ı kerîmin duhter-i



bîülevveiinde (20 Ekim 1727) yazılan bir



pâkîze-ahlâkı



/ Semiyy-i Hazret-i Zeh-



h ü k m e g ö r e Rumeli'de "Paşa sancağın-



Fatma Sultan Camii ve Gümüshânevî Tekkesi'nin tahmini



râ cenâb-ı Fâtıma Sultân / ... Geçerken



d a Berkofça nahiyesinde senevî 60.000



k r o k i s i ( M İktisat



devlet ü izzetle bir g ü n g ö r d ü k i m ol-



akçe malı olan Çetrofça ve tevâbii ve yi-



m u ş / Sarâya m u t t a s ı l mescid mürûr-ı



n e liva -yı m e z b û r d a M a n a s t ı r ve Florina



dehr ile vîrân / Karîn-i izdivâcı â s a f İb-



nahiyelerinde senevî 60.000 akçe malı



Fakültesi



Mecmuası,



XLIII, 5 1 1 , rs. 2 0 )



râhim Paşa'ya / Buyurdu kasdım etmek-



olan Zagoriça ve tevâbii mukâtaaları, ha-



tir b u n u bir câmi-i zîşân / ... O s â a t e m r



vâss-ı h ü m â y u n d a n



ifraz ve kendilere



yine 1 Harf-i cevherdâr ile İzzet d e d i m



edip bu ma'bed-i zîbâyı yaptırdı / Ki olur



t e m l i k o l u n u p câmi-i m e z b û r a vakfol-



târihini / Etti sultân câmiin M a h m û d Han



tarh-ı m a t b û u n t e m â ş â eyleyen hayrân /



m a k üzere" tahsis edildiği öğrenilmek-



ihyâ yine" (1243/1827-28).



... Bu mısra'la N e d î m â söyledi târîh-i it-



tedir. Berkofça ve Manastır kadılarına



cevâmi'in



m â m ı n / Ne a'lâ cami' ihyâ etti el-hak



caminin açılışından d ö r t g ü n önce yazı-



k e n a r d a bu h u s u s şu kayıtla destekle-



Fâtıma S u l t â n " (1140/ 1727-28). Hüseyin



lan b u h ü k ü m inşa tarihine t a m uymak-



nir: "Ba'de'l-harîk Haremeyn Hazinesi'n-



Ayvansarâyî d e caminin kapısı üstünde-



tadır. F a t m a Sultan, Patrona Halil ayak-



den bina ve i m a r o l u n m u ş t u r , 1245".



ki tarih kaydı olarak bu m a n z u m e n i n son



lanması ile babasının t a h t t a n



beytini zikreder.



kocasının ö l d ü r ü l m e s i n d e n ü ç yıl sonra



(1863-64) A h m e d Ziyâeddin



F a t m a Sultan Camii'nin yapıldığı yıl-



17 Receb 1 1 4 5 ' t e (3 Ocak 1733) h e n ü z



nevî'nin k u r d u ğ u , Nakşibendî tarikatı-



larda yaşayan ve 1141 (1728-29) tarihi-



yirmi d o k u z yaşında vefat ederek Yeni-



nın Hâlidî koluna bağlı bir tekkenin mer-



n e k a d a r geçen olayları kitabında anla-



cami hazîresine defnedilmiştir.



kezi o l m u ş t u r (bk. GÜMÜŞHÂNEVÎ TEK-



t a n Küçükçelebizâde İsmâil Âsim Efen-



indirilip



G ü n ü m ü z e kadar gelmeyen Fatma Sul-



Hadîkatü'l-



bir y a z m a n ü s h a s ı n d a k i der-



F a t m a Sultan Camii 1 2 8 0 ' d e n sonra Gümüşhâ-



KESI). Burası, tekkelerin 1925'te kapa-



di bu h u s u s t a çok geniş biigi vermekte-



t a n Camii'nin kapısı ü s t ü n d e k i



dir. Y a p t ı r m ı ş oldukları m u h t e ş e m sa-



de yok o l m u ş t u r . 2 2 Zilhicce 1168 (29



gelen tarikat merkezlerinden biri olmuş-



rayın yakınındaki Pîrî A ğ a



kitâbe



tılmasına



kadar İstanbul'un



en



başta



Mescidi'nin



Eylül 1755) gecesi çıkan Hocapaşa yan-



t u r . Tekkenin k a p a n m a s ı ile h i z m e t dışı



h a r a p halini g ö r d ü ğ ü n d e F a t m a Sultan



gını Babıâli ve çevresini h a r a p e t t i ğ i n e



kalan cami, yanındaki d e r g â h binası ve



bu i b a d e t yerinin evvelkinden d a h a ge-



göre caminin de zarar g ö r d ü ğ ü t a h m i n



şeyh m e ş r u t a s ı ile birlikte bir süre jan-



niş, kâgir bir cami olarak yapılmasını is-



edilmektedir.



d a r m a k o ğ u ş u ve deposu olarak kulla-



temiştir. Caminin içine avize ve kandil-



1175 (1761 -62) yılı olayları arasında, yıl-



nılmış, b u a r a d a minaresinin şerefeden



ler asılmış, i m a m , hatip, m ü e z z i n ve di-



dırım düşmesiyle Yeni Vâlide Sultan Ca-



yukarısı yıkılmıştır. 1950 yıllarında Tür-



mii minaresiyle F a t m a Sultan Camii'nin



kiye Anıtlar D e m e ğ i ' n c e ihya ettirilecek



ğ e r hizmetliler görevlendirilmiş ve rebî-



Fatma Sultan Camii'nin eski bir f o t o ğ r a f ı - Eminönü / ist a n b u l (S. Eyice fotoğraf arşivi)



Şem'dânîzâde



tarihinde



yıkıldığı bildirilmektedir. Eğer b u kayıt



camiler listesine F a t m a Sultan Camii de



Paşakapısı'ndaki (Eminönü) F a t m a Sul-



alınmıştı. Fakat b u tasarı gerçekleşme-



t a n Camii ile ilgiliyse (başka bir Fatma



den 1956-1957 yıllarında "imar" adı al-



Sultan Mescidi Topkapı'dadır) b u t a r i h t e



t ı n d a yapılan yıkımlarda cami de birkaç



cami ö n e m l i ölçüde zarar g ö r m ü ş de-



g ü n içinde yıkılıp o r t a d a n kaldırılmıştır.



mektir. 2 7 R a m a z a n 1 2 2 3 ' t e (16 Kasım



Sonraları caminin arsası Defterdarlık ta-



1808) A l e m d a r M u s t a f a P a ş a ' n ı n



r a f ı n d a n alınarak oto parkı ve yeşil alan



ölü-



müyle ilgili kargaşa sırasında çıkan yan-



halinde düzenlenmiştir.



gının d a F a t m a Sultan Camii'ne sıçra-



itmUm^ I



I tf § g'.i * S



H



I



M



H



J» '-fSS



H



IHHpMİ



F a t m a Sultan Camii'nin ilk yapıldığın-



m ı ş o l d u ğ u akla gelmektedir. Fakat ca-



daki biçimi b i l i n m e m e k t e d i r .



mi, 2 7 Zilhicce 1241'de (2 Ağustos 1826)



o dönemin zevkine uygun olarak çok zen-



ikinci Hocapaşa yangınında ciddi şekil-



gin şekilde süslenmişti. II. M a h m û d ta-



Herhalde



d e h a r a p o l m u ş ve kapısı ü s t ü n d e ta'lik



rafından 1827-1828'de inşa ettirilen ca-



hatla işlenen k i t a b e d e belirtildiği gibi II.



mi



M a h m û d t a r a f ı n d a n ihya edilmiştir: "Fâ-



m i n d e olup k e s m e t a ş t a n minaresi XIX.



t ı m a Sultân'ın ihyâ etti r ü h u n p â d i ş â h /



yüzyıl minareleri tipinde idi. Caminin kâ-



Buldu eski revnakın bu m a ' b e d - i zîbâ



gir duvarlarının sıvası altında ilk bina-



ise u z u n l a m a s ı n a



dikdörtgen



biçi-



263



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FATMA SULTAN CAMİİ sından bir iz b u l u n u p b u l u n m a d ı ğ ı araş-



Dikdörtgen planlı ve ü s t ü a h ş a p çatılı



rihinde Osmanlı Devleti'ne karşı başlatı-



tırılmadığı için b u h u s u s t a d a bir şey



olan mescid



1940'lı yıllarda yıkılmaya



lan A r a p bağımsızlık hareketinde önemli



söylemek m ü m k ü n değildir. Caminin üs-



terkedilmiş, z a m a n l a d ö r t duvardan iba-



rol oynadı. Babası e m r i n d e k i bedeviler-



t ü k i r e m i t kaplı a h ş a p bir çatı ile örtül-



ret bir h a r a b e haline gelmişti. A n c a k



le o l u ş t u r d u ğ u A r a p o r d u s u n u n kuman-



m ü ş t ü . A h ş a p kaplı olan son c e m a a t ye-



1971 'de mahallî bir dernek bu tarihî ese-



dasını Faysal'a verdi. Ş a m bölgesinin Os-



rinden harime açılan kapısı üstünde, harf



rin yok olmasını önleyerek ihyasını sağ-



manlı Devleti'nden koparılmasında Fay-



inkılâbı yapıldığı sırada "gayretli" bir ida-



lamıştır; cami g ü n ü m ü z d e i b a d e t e açıl-



sal ve k u m a n d a s ı n d a k i ordu İngilizler'in



reci t a r a f ı n d a n alçı ile ü s t ü



m ı ş olarak kullanılmaktadır.



yardımıyla a k t i f görev yaptı. Savaştan



kapatılmış



t u ğ r a n ı n iki yanında Sultan M a h m u d dön e m i t a m i r i n i bildiren d ö r t mısralık kit â b e bulunuyordu.



F a t m a Sultan Mescidi m i m a r i bakım-



sonra Ocak 1919'da t o p l a n a n Paris Ba-



d a n d i k k a t e d e ğ e r bir özelliğe sahip de-



rış Konferansı'na İngiltere'nin desteğiy-



ğildir. Esası eski olan minaresi bilinme-



le Hicaz temsilcisi olarak katılan Faysal



yen bir t a r i h t e yıkılmış (belki 1766 zelze-



b u r a d a A r a p bağımsızlığını savunduysa



mahfille son derece sade bir m i n b e r ve



lesi), d a h a sonra gövdesi g ü d ü k bir bi-



d a İngiltere ve Fransa b u n u kabul etme-



m i h r a p vardı. Duvarlar k a l e m işi nakış-



ç i m d e t a m i r edilmiştir. Kürsü ve p a b u ç



yerek 1 9 1 6 ' d a k i gizli a n t l a ş m a l a r ı yö-



larla b ö l ü m l e r e ayrılmış, a h ş a p tavanın



kısımlarının klasik Osmanlı-Türk mima-



n ü n d e bölgede m a n d a rejimi kurulma-



ortasında bir ş e m s e yer almıştı. Cami



risi k a r a k t e r i n d e olmasına karşılık çok



sına karar verdiler. Faysal 1920 Ocak



sol t a r a f ı n d a iki sıra halindeki pencere-



b o d u r gövde ve b u n u n üzerindeki şere-



başlarında Şam'a d ö n d ü ve 8 Mart 1920'de toplanan Suriye Genel Meclisi'nce ilân



Caminin esas m e k â n ı n d a içeride bir



lerden ışık alıyordu. S a ğ d a ise h a r i m e



fe çıkması geç bir d ö n e m e işaret eder.



yarım yuvarlak bir çıkma teşkil eden ka-



F a t m a Sultan Mescidi, s a n a t bakımın-



edilen B ü y ü k Suriye'nin krallığına geti-



fesli bir m a h f i l eklenmişti. Yan s o k a k t a



d a n kayda d e ğ e r bir tarafı o l m a m a k l a



rildi. Fakat Nisan 1920'de t o p l a n a n San



olan avlu girişinin ü s t ü kubbeliydi. Av-



beraber Yavuz Sultan Selim'in kızının ve



R e m o Konferansı b u n u t a n ı m a y a r a k Su-



l u n u n içinde şadırvandan b a ş k a t e k k e



A h m e d Paşa'nın zevcesi bir sultan hanı-



riye ve Lübnan'ı Fransa'nın



binası ile şeyh m e ş r u t a s ı vardı. Bunlar



mın



verdi. B u n u n üzerine Fransız birlikleri 14



dış görünüşlerinin sadeliğiyle eski İstan-



yer a l m a y a lâyık bir eserdir.



hayratı olarak İstanbul



tarihinde



T e m m u z 1920'de Şam'ı işgal edip Faysal'ı t a h t t a n uzaklaştırdı. Ş a m ' d a n çıka-



bul a h ş a p evlerinden farksızdı.



BIBLIYOGRAFYA:



BIBLIYOGRAFYA:



rılan Faysal, önce İtalya'ya, o r a d a n d a



Hadîkatü'l-ceuâmi', a.mlf.. Camilerimiz Ansiklopedisi: Ayvansarâyî,



Nedim, Divan (nşr. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1972, s. 175-176; Küçük Çelebizâde Âsim, Târih, İstanbul 1282, s. 498-499; Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-ceuâmi', 1, 156; a.mlf.. Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadikatü'l-ceuâmi' (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 213; Ahmed Refik [Altınay], Hicrî On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), İstanbul 1930, s. 97-98; Broşür s. 31, nr. 7; H. Rahmi Saruhan, Âbidelerimiz, İstanbul 1954, s. 312; Semavi Eyice, "İstanbul'un K a y b o l a n Eski Eserlerinden: F a t m a S u l t a n C a m i i ve G ü m ü ş h a n e l i Dergâhı", İFM Prof. Dr. Sabri F. Ülgener'e Armağan, XLI1I (1984-85), s. 475-511; R. Ekrem Koçu, "Fatma Sultan Camii", İst. A, X, 5580. m



1,



157;



Hadikatü'T



ceuâmi' (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 214; Semavi Eyice, "İstanbul Minareleri", Güzel Sa-



natlar Akademisi Türk Sanatı Tarihi Araştırma ue incelemeleri, I, İstanbul 1963, rs. 154; Fâtih Camileri ue Diğer Târihî Eserleri (haz.



Fatih Müftülüğü), İstanbul 1991, s. 95.



(nşr. Türkiye Anıtlar Derneği), İstanbul, ts. [19511,



1İH



S



r



FAYSAL I



^



başlandı.



Faysal'ın



pılarak pekiştirildi ve Faysal 2 3 A ğ u s t o s



Arap milliyetçilik hareketinin ö n d e ge-



d a İngilizler'in desteğiyle çeşitli çalışma-



Irak kralı



lar yaptı. 10 E k i m 1 9 2 2 ' d e milliyetçileJ



rin ısrarlı m u h a l e f e t i n e r a ğ m e n İngiltere ile ittifak gibi g ö r ü n e n , gerçekte ise



2 0 Mayıs 1 8 8 5 ' t e T â i f ' t e d o ğ d u . Hâ-



İrak'ta İngiliz m a n d a y ö n e t i m i n i düzen-



şimî ailesinden Şerîf Hüseyin'in oğludur.



leyen yirmi yıllık bir a n t l a ş m a imzaladı.



İlk öğrenimini Hicaz'da yaptı.



Antlaşma



1891'de



da on sekiz yıl kaldı. 1 9 0 9 ' d a



d ö n d ü k t e n sonra Asîr'de İdrîsî'ye karşı



lim'in kızı ve S a d r a z a m Kara A h m e d Pa-



girişilen askerî h a r e k â t a katıldı (1912-



şa'nın h a n ı m ı F a t m a Sultan t a r a f ı n d a n



1913). 1913'te Osmanlı Meclis-i Meb'û-



yaptırılan k ü ç ü k bir m a h a l l e mescididir.



sanı'na seçildi ve burada Cidde nâibi ola-



A h m e d Paşa'nın M i m a r Sinan t a r a f ı n d a n



rak görev yaptı. Ş a m ' d a Cemal Paşa'nın



yapılan külliyesi (bk. AHMED PAŞA KÜLLI-



yanında çalışmaya başlaması, Hicaz emî-



YESI) mescidin az yukarısında yer aldı-



ri olan babasını bölgedeki gelişmelerden



da



h a b e r d a r e t m e s i n e i m k â n verdi. Arap-



h e r h a l d e bu çevrede b u l u n u y o r d u (Fat-



lar'ın bağımsızlığı amacıyla Ş a m ' d a ku-



m a S u l t a n ı n bu mescidi yaptırması sıra-



rulmuş olan gizli cemiyetlerle t e m a s kur-



sında karşılaştığı güçlükler ve bu hususta-



d u ve el-Arabiyyetü'l-fetât teşkilâtının



ki bazı kararlar için bk. EDIRNEKAPı CAMII



yeminli üyesi oldu. Faysal, babası Şerif



ve KÜLLIYESI).



Hüseyin t a r a f ı n d a n 5 Haziran 1916 ta-



metninin



yayımlanmasından



sonra halk sert tepki gösterince süre



Hicaz'a



m a ç t a b u l u n m a k t a d ı r . Yavuz Sultan Se-



Paşa'nın konağı



hazırlıklara



krallığı A r a p Devlet Konseyi t a r a f ı n d a n



k a d a r t a h t t a kaldı ve b u z a m a n zarfın-



(1885-1933)



babasıyla birlikte İstanbul'a gitti ve ora-



ğına g ö r e A h m e d



gerekli



len liderlerinden biri olan Faysal 1933'e



( JjVl J ^ i )



n



Topkapı'da Yenibahçe vadisine inen ya-



rarlaştırıldı ve o n u n t a h t a çıkması için



n



(1921-1933).



İstanbul Topkapı'da XVI. yüzyıla ait mescid.



sonucu



Faysal'ın İrak Devleti'nin kralı olması ka-



1921 t a r i h i n d e t a h t a çıktı.



SEMAVI EYICE



FATMA SULTAN MESCİDİ



İngilizler'in daveti üzerine Londra'ya gitti. B u r a d a yapılan g ö r ü ş m e l e r



onaylandıktan sonra bir r e f e r a n d u m ya-



SEMAVI E Y I C E



L F



mandasına



264



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAYSAL b. ABDÜLAZÎZ d ö r t yıla indirildi. M a r t 1 9 2 4 ' t e topla-



rafını t u t a n l a r o l d u ğ u için g ö r ü ş ayrılığı



n a n k u r u c u meclis ü l k e d e p a r l a m e n t e r



belirdi. Ordu, Kral Faysal'ın vasîsi oian



s i s t e m e geçiş y ö n ü n d e bazı d ü z e n l e m e -



A b d ü l i l â h ' ı y u r t dışına g ö n d e r e r e k o n u n



ler yaptı. Sert eleştirilere r a ğ m e n İngil-



yetkilerini devraldı ve n â i b l e r meclisini



t e r e ile y a p ı l a n a n t l a ş m a o n a y l a n d ı ve



t o p l a y a r a k Şerif Ş e r e f i krala vasî t a y i n



k a b u l edilen o r g a n i k yasa ile devlet sis-



etti. Bir m ü d d e t sonra İngiltere ile yeni



t e m i d ü z e n l e n d i . Türkiye ile İrak arasın-



bir a n t l a ş m a y a p ı l a r a k eski vasî Abdüli-



d a k i sınır 5 Haziran 1 9 2 6 t a r i h i n d e im-



lâh t e k r a r görevine d ö n d ü . 1941 yılında



z a l a n a n A n k a r a A n t l a ş m a s ı ' y l a belirlen-



Reşîd Ali t a r a f ı n d a n başlatılan ihtilâlden



di. Aynı yıl B a ğ d a t ' t a t o p l a n a n



s o n r a Kral Faysal tahsilini t a m a m l a m a k



parla-



m e n t o y u k u r a n Kral Faysal ülkesini ba-



üzere İngiltere'ye gönderildi. 1943'te ana-



ğ ı m s ı z l ı ğ a g ö t ü r e c e k faaliyetleri hızlan-



y a s a d a yapılan bir değişiklikle krala ge-



dırdı. 30 Haziran 1930'da İngiltere ile im-



r e k t i ğ i n d e b a ş b a k a n ı d e ğ i ş t i r m e yetkisi



zaladığı yeni bir a n t l a ş m a ile d e İrak'ın



verildi. 1 9 4 8 ' d e İngiltere ile P o r t s m o u t h



bağımsızlığına



kavuşmasını



sağladı.



BİBLİYOGRAFYA: S. H. Longrigg, lraq; 1900 to 1950, London 1953, s. 276, 280, 307, 344-345; a.mlf., "Faysal II", El 2 (İng ), II, 872; G. L. Harris, Iraq, New Haven 1958, s. 92-101; Salih Tuğ, İslam Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969, s. 302; Enver el-Hatîb, el-Mecmû'atud-düştüriyye, Beyrut 1971, s. 326 vd., 364-383; Ahmed Serhal, en-Nüzumü's-siyâsiyye ve'd-düstûriyye fî Lübnân ve'd-düveli'l-'Arabiyye, Beyrut 1980, s. 312-315; İsmâil Yâgî, Hareketü Reşîd 'Alî el-Geylânî, Beyrut, ts., tür.yer.; "Faysal II.", TA, XVI, 183. fT] ISI



r



MUSTAFA L .



FAYSAL b. ABDÜLAZÎZ ( j i j ^ ^



BİLGE



n



öf J - ^ )



3



A n t l a ş m a s ı i m z a l a n d ı . 1 9 3 7 ' d e imzala-



E k i m 1 9 3 2 ' d e ülkesinin Milletler Cemi-



n a n S â d â b â d P a k t ı ' n d a n ayrı olarak Sov-



yeti'ne k a b u l edilmesini t e m i n e d e n Fay-



y e t l e r ' e karşı bölgeyi k o r u m a k ve Ba-



sal, İngiltere'ye g i d e r k e n u ğ r a d ı ğ ı İsviç-



tı d ü n y a s ı n ı d e s t e k l e m e k amacıyla Tür-



re'nin Bern ş e h r i n d e 8 Eylül 1 9 3 3 tari-



kiye'nin d e a k t i f rol aldığı bir s a v u n m a



h i n d e k a l p s e k t e s i n d e n ö l d ü . Cenazesi



hattı



bu



Kasım 1 9 0 6 ' d a Riyad'da d o ğ d u . Suudi



B a ğ d a t ' a getirilerek b u r a d a



m a k s a t l a Türkiye'yi ziyaret etti ve b u n u n



A r a b i s t a n ' ı n k u r u c u s u A b d ü l a z î z b. Su-



sonucunda Bağdat'ta 24 Şubat 1955'te



û d ' u n oğludur. Geleneksel bir eğitim gör-



iki ü l k e a r a s ı n d a B a ğ d a t Paktı'nın özü-



d ü . 1 9 1 9 yılında o n ü ç y a ş ı n d a iken ba-



defnedildi.



Yerine o ğ l u G â z î Irak kralı oldu. BİBLİYOGRAFYA: Arabistan



Boundaries:



Primary



Documents



1853-1957 (nşr. R. Schofield - G. Blake), Oxford 1988, II, 157-169, 172; Fevzî el-Kavukcî, Müzekkerât 1912-1913, Beyrut, ts., I, 61-64, 95, 139; Emfn er-Reyhânî, Faysal el-Evvel, Beyrut 1 3 5 3 / 1 9 3 4 ; Ziriklf, el-A'lâm, V, 372-373; Abdullah b. Hüseyin, Müzekkerâtî, Kudüs 1945, s. 125, 332, 167-168, 173; T. E. Lavvrence, Seven Pillars ofWisdom, Bucks 1965, tür.yer.; E. Monroe, Phllby of Arabia, London 1973, s. 81, 104-125; Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devletine Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi 1908-1918, Ankara 1982, s. 207-208, 246; Yûsuf el-Hakîm, Sûriye ve'l-'ahdi'l-Fayşalî, Beyrut 1986; Emîn Saîd, es-Sevretü'l-'Arabiyyetui-kübrâ, Kahire, ts., I, 105-116; II/1, s. 1-84, 118-211; IH/2, s. 99-107; S. H. Longrigg, "Faysal I", El2 (İng.), II, 872. ı—ı İmi



F



MUSTAFA L .



FAYSAL II ( J®



BILGE



n



)



(1935-1958)



oluşturan



çalışıldı.



Faysal



bir a n t l a ş m a



Suudi Arabistan kralı (1964-1975).



L



imzalandı.



bası t a r a f ı n d a n I. D ü n y a Savaşı'nın ga-



Bu a n t l a ş m a y a s o n r a d a n İran, P a k i s t a n



liplerinden olan İngilizier'i t e b r i k e t m e k



ve İngiltere'nin d e katılmasıyla i t t i f a k ı n



ü z e r e d i p l o m a t i k bir heyetle İngiltere'ye



t a b a n ı genişledi. 1 9 5 8 Ş u b a t ı n d a Ü r d ü n



g ö n d e r i l d i . B u r a d a bir s ü r e kaldı, aldığı



Kralı Hüseyin b. Tallâl ile m ü ş t e r e k e n



özel derslerle İngilizce ve Fransızca öğ-



A r a p Federasyonu'nu k u r a n Kral Faysal



rendi. B a b a s ı n ı n Şerif Hüseyin'i y e n e r e k



aynı yılın m a y ı s ayında b u f e d e r a s y o n u n



Hicaz bölgesini ele g e ç i r m e s i n d e n son-



b a ş k a n ı oldu. A n c a k t e m m u z ayında vu-



ra Hicaz e m i r l i ğ i n e (1926) ve a r d ı n d a n



k u b u l a n bir ihtilâl s o n u c u n d a



öldürül-



Dışişleri bakanlığına getirildi (1930). Suudi



Abdülkerîm



A r a b i s t a n Krallığı ilân edildiğinde (23 Ey-



Kasım t a r a f ı n d a n Batılılar'ın isteklerine



lül 1932) b a ş b a k a n o l a r a k tayin edilen



dü.



İhtilâli



gerçekleştiren



f a z l a b o y u n e ğ d i ğ i ileri s ü r ü l e r e k suçla-



Faysal'a çeşitli b a k a n l ı k l a r ı n ve emirlik-



n a n İrak'ın ü ç ü n c ü ve son kralı Faysal ile



lerin s o r u m l u l u ğ u verildi. 1 9 3 5 ' t e Mec-



birlikte, O s m a n l ı Devleti'ne karşı b a ğ ı m -



lisü'ş-şürâ'nın başkanlığını da üstlendi



sızlık h a r e k e t i n e girişen Şerif Hüseyin'in



ve Dışişleri b a k a n ı sıfatıyla sık sık y u r t



bağlı o l d u ğ u



dışı gezilerine ç ı k a r a k p e k ç o k y e r d e ül-



H â ş i m î sülâlesi



Suriye'nin a r d ı n d a n Irak'ın



Hicaz ve



idaresinden



kesini t e m s i l e t t i ; b u a r a d a



Birleşmiş



de çekilmiş oluyordu. II. Faysal'ın komşu-



Milletler'in k u r u l u ş u n u n gerçekleştirildiği



ları ile k u r d u ğ u B a ğ d a t Paktı d i ğ e r A r a p



S a n Francisco K o n f e r a n s ı ' n a d a katıldı



ülkelerini d e h a r e k e t e geçirmiş,



Mısır



(25 Nisan-26 Haziran 1945) ve S u u d i Ara-



ve Suriye'nin bir araya g e l e r e k 1 9 5 8 ' d e



b i s t a n a d ı n a bildiriyi imzaladı. 9 K a s ı m



Birleşik A r a p C u m h u r i y e t i ' n i



Irak kralı (1939-1958).







oluşturmaya



(1906-1975)



rında rol oynamıştır.



kurmala-



1953 tarihinde veliaht ilân edildikten sonra a ğ a b e y i S u û d ' u n krallığı z a m a n ı n d a



J



d a b a ş b a k a n l ı k ve dışişleri b a k a n l ı ğ ı gö-



H â ş i m î ailesindendir. B a ğ d a t ' t a doğ-



t e kral nâibiliğine, 2 K a s ı m 1 9 6 4 ' t e Su-



d u . B ü y ü k dedesi, A r a p b a ğ ı m s ı z l ı k ha-



û d ' u n g ö r e v d e n a l ı n m a s ı ü z e r i n e krallı-



r e k e t i n i n ö n d e g e l e n i s i m l e r i n d e n Mek-



ğ a getirildi.



L



revlerini s ü r d ü r e n Faysal 2 3 M a r t 1964'-



k e Emîri Şerif Hüseyin'dir. Babası Gâzî'-



Faysal krallığı d ö n e m i n d e başarılı bir



nin bir k a z a d a ö l ü m ü üzerine k ü ç ü k yaş-



y ö n e t i m sergiledi. S u u d i A r a b i s t a n ' ı n iç-



t a t a h t a çıktı (1939). 1 9 3 9 - 1 9 5 3 yılları



t e ve dışta birçok meselesini çözerek mil-



a r a s ı n d a h e n ü z reşîd o l m a d ı ğ ı n d a n kral-



letlerarası a l a n d a s ö z ü dinlenir bir dev-



lık yetkileri, kısa kesintiler d ı ş ı n d a aynı



let haline g e l m e s i n i s a ğ l a d ı . K o m ş u ül-



aileden A b d ü l i l â h t a r a f ı n d a n



kelerle olan sınır a n l a ş m a z l ı k l a r ı n ı hal-



kullanıldı.



T a h t a g e ç t i ğ i yıl b a ş l a y a n II. Dünya Sa-



letti. 1 9 7 3 Arap-İsrail S a v a ş ı ' n d a Mısır



v a ş ı ' n d a Irak İngiltere'nin y a n ı n d a yer



ve Suriye'yi m a l î y ö n d e n destekledi. Sa-



aldığı h a l d e h ü k ü m e t içinde A l m a n y a ta-



v a ş t a n s o n r a petrol ihraç e d e n A r a p ül-



265



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAYSAL b. ABDÜLAZÎZ nin erken ö l d ü ğ ü g ö z ö n ü n e alınırsa Fay-



lattıkları bir a n l a ş m a y a g ö r e o n iki yıl



p a n t e k eşinin İffet H a n ı m o l d u ğ u söy-



süreyle ülkeye girip çıkacak m a l l a r için



lenebilir.



İngiltere'nin onayı şartını getirdiler; ayrıca s u l t a n ı n U m a n t o p r a k l a r ı ü z e r i n d e



BİBLİYOGRAFYA: Kahire 1 9 7 5 ; R. B. Win-



t a s a r r u f t a b u l u n a b i l m e s i n i d e yine ken-



der, " F a y s a l b. A b d a l - A z i z , a P e r s o n a l Re-



dileriyle yapılacak istişareye b a ğ l a d ı l a r .



H. Tantâvî, el-Fayşal, m i m s c e n c e " , Arabian



and Islamic



Studies,



sex 1983, s. 257-267; a.mlf., " F a y s a l b. a l - ' A z î z " , El



2



Suppi.



kelerinin Batılı ülkelere karşı petrol amb a r g o s u u y g u l a m a l a r ı n d a a k t i f rol oy-



c



Abd



o l a r a k bilinen A z z â n b. Kays'ın



co World



Magazine,



s. 18-23.



Aram•



X X V I / 4 , New York 1975,



ler ve S u l t a n Faysal'ın i m a m l ı ğ ı n ı k a b u l



[Tl liSil



e t m e d i l e r . Bu m ü c a d e l e 1 8 9 5 isyanı ile



MUSTAFA L . B İ L G E



m e t m a k a m ı n a m e ş h u r U m a n tarihçisi



FAYSAL b. TÜRKÎ ( J y



S â l i m î ' n i n y e ğ e n i S â l i m b. R â ş i d el-Ha-



ji J-*» )



rûsî seçildi; böylece ü l k e d e s u l t a n ı n ya-



(ö. 1282/1865)



n ı n d a bir d e i m a m o l m u ş o l d u . N i t e k i m



Suûdî ailesine mensup Vehhâbî emîri



A r a p birliği d ü ş ü n c e s i n e karşı İslâm bir-



Faysal'ın o ğ l u T e y m û r s a d e c e



(bk. SUÛDÎLER).



hususta



Maskat



sultanı o l a r a k bilinmiştir. J



b ü y ü k gayretler g ö s t e r d i ve m ü s l ü m a n



n a (Rabat 1969) ve İslâm Konferansı Teş-



ölümü



ile b u m a k a m ı n b o ş kaldığını d ü ş ü n d ü -



g ü ç k a z a n d ı ve nihayet 1913 yılında imâ-



r



tırdı. Dış politikada Cemal A b d ü n n â s ı r ' ı n



toplanması-



destek



re, 1/3, Riyad 1395/1975, s. 1-293 (Faysal özel



lar sayesinde h a z i n e n i n gelirlerini art-



İslâm Zirve Konferansı'nın



İngilizler'den



sayısı); P. L. M o n t g o m e r y , " F a y s a l , M o n a r c h ,



o l a r a k kullandı, h e m d e y ü k s e l e n fiyat-



ü l k e liderleriyle g ö r ü ş m e l e r y a p a r a k ilk



Faysal d a babası Türkî b. Saîd gibi iç meseleler karıştıkça



a r a m ı ş t ı r . Gâfirîler iç k e s i m l e r d e i m a m



n a d ı ve b u yolla h e m p e t r o l ü bir silâh



liğini s a v u n a n Kral Faysal b u



Es-



(İng.), s. 305-306; ed-Dâ-



S t a t e s m e n a n d P a t r i a r c h , 1905-1975", Faysal b. Abdüiaziz



rının a r k a s ı n d a n 19 M a r t 1891'de imza-



s a l ' a u z u n s ü r e h a y a t a r k a d a ş l ı ğ ı ya-



Faysal d ö n e m i n d e önceleri kardeş deviet Z e n g i b a r iie m ü n a s e b e t l e r iyi gitti.



FAYSAL b. TÜRKÎ el-BÛ SAİDÎ (



j^1 J y



y.



n



Faysal s u l t a n o l d u ğ u n d a a m c a s ı



Halîfe



b. Saîd d e Z e n g i b a r sultanı idi ve hedi-



)



yeler g ö n d e r e r e k kendisini t e b r i k etmiş-



k i l â t ı n ı n k u r u l u p faaliyete geçirilmesi-



(ö. 1913)



n e ö n e m l i k a t k ı l a r d a b u l u n d u . İslâm ül-



Uman sultanı



olan Halîfe'nin k a r d e ş i Ali b. Saîd 1893'-



kelerinin birliği ve d a y a n ı ş m a s ı y o l u n d a



(1888-1913).



t e ö l ü n c e t a h t a y e ğ e n i H a m e d b. Süvey-



ti. D a h a sonra 1 8 9 0 ' d a Z e n g i b a r sultanı



J



a t t ı ğ ı adımların kısa z a m a n d a b ü y ü k başarılara ulaştığı g ö r ü l ü r . Kral Faysal h e r z a m a n y u r t t a ş l a r ı ile



n î çıktı. H a m e d ç o c u k l u ğ u n u



Uman'da



1865 yılında M a s k a t ' t a d o ğ d u . Uman'-



geçirmişti ve 1 8 9 4 yılındaki zayıf duru-



d a h a l e n h ü k ü m s ü r e n Bû Saîd h â n e d a -



m u n d a n f a y d a l a n a r a k g a y e t iyi bildiği



çözümüne



n ı n d a n Seyyid T ü r k î b. Saîd'in o ğ l u d u r .



b u ülkeyi Z e n g i b a r ' a b a ğ l a m a y ı



ö n e m v e r m i ş ve h e r f ı r s a t t a k e n d i s i n i n



Üç kardeşin ortancası olan Faysal, 1888'-



yordu. H a m e d ' i n



idareci d e ğ i l İslâm'ın davetçisi o l d u ğ u n u



d e b a b a s ı ö l ü n c e a ğ a b e y i n i n aczi üzeri-



l a r ' d a n A b d u l l a h b. Sâlih, Şeyh M u h s i n



belirterek ülkesinde İslâmî r u h u n m u h a -



n e kendisini s u l t a n ilân e t t i ğ i n d e yirmi



Ö m e r ve H a m û d b. Saîd el-Cühafî ken-



f a z a s ı için çalıştığını söylemiştir. Sosyal



ü ç y a ş ı n d a ve sevilen bir kişiydi. O dö-



disini ziyarete g i d i p o n u n verdiği silâh



ve e k o n o m i k h a y a t a çeşitli r a h a t l a m a l a r



n e m d e b ö l g e d e kuvvetli n ü f u z u b u l u n a n



ve c e p h a n e ile geri d ö n d ü l e r ve bir ha-



g e t i r m i ş ve e ğ i t i m a l a n ı n d a ö n e m l i yeni-



Batılı devletlerle ve k o m ş u A r a p ülkele-



zırlık d ö n e m i n d e n sonra M a s k a t ' ı işgal



likler g e r ç e k l e ş t i r m i ş olan Faysal ayrıca



riyle olan m ü n a s e b e t l e r i n i iyi y ü r ü t m e -



ettiler. Faysal ailesiyle birlikte ö n c e İn-



ilk b e ş yıllık k a l k ı n m a planını (1970-1975)



sine r a ğ m e n babası Türkî b. Saîd devrin-



giliz elçiliğine, d a h a s o n r a d a şehirdeki



hazırlatmış ve ulaşım, haberleşme, t a r ı m ,



de başlayan iç h u z u r s u z l u ğ u n ö n ü n e ge-



Celâlî Kalesi'ne sığındı. Civardan katılan-



s a ğ l ı k ve i m a l â t sektörlerine b ü y ü k kay-



ç e m e d i ve z a m a n z a m a n isyan derece-



larla birlikte şehirdeki isyancıların sayısı



nakların



Bir



sine v a r a n hareketlerle karşılaştı. Ülke-



arttı ve R u s t a k ' t a n gelen S u û d b. A z z â n



y a n d a n y u r t dışına p e k çok öğrenci gön-



sinin her k e s i m i n d e sultanlığının k a b u l ü



h a r e k e t i n g e r ç e k lideri o l d u ğ u n u



derirken diğer y a n d a n ülkesinin üniversi-



a n c a k 1890 yılında İngiltere'nin kendisi-



ladı. D u r u m g i d e r e k U m a n ' d a k i



t e l e r i n e İslâm d ü n y a s ı n d a n ç o k sayıda



ni t a n ı m a s ı ü z e r i n e m ü m k ü n olabildi.



vîler ve Gâfirîler'in ç a t ı ş m a s ı şekline dö-



ilgilenip



onların



dertlerinin



aktarılmasını



sağlamıştır.



öğrencinin gelmesine i m k â n tanımıştır. Faysal b. A b d ü l a z î z , 2 6 M a r t 1 9 7 5 ta-



M ü s r i f bir kişiliğe s a h i p o l a n Faysal'ın döneminde



Uman'ın



deniz



hâkimiyeti



r i h i n d e bir h a l k g ö r ü ş m e s i sırasında uğ-



gerilemiş, Batılı devletlere olan b a ğ ı m -



radığı s u i k a s t sonucu ö l d ü ve yerine kar-



lılığı a r t m ı ş t ı r . Dedesi Saîd b. S u l t â n ' ı n



deşi Hâlid geçti. D ö r t d e f a evlenen Fay-



devletin i d a r e m e r k e z i n i



s a l ' ı n birçok ç o c u ğ u o l m u ş ve



olan Z e n g i b a r ' a



hemen



taşıması



daha ile



verimli



Zengibar



hepsi A m e r i k a Birleşik Devletleri ile İn-



U m a n ' a h e r yıl belli bir y a r d ı m y a p m ı ş



giltere'de tahsil g ö r m ü ş t ü r .



ve b u y a r d ı m l a r Faysal d ö n e m i n d e



Bunlardan,



Türkiye'nin A d a p a z a r ı şehrinde b ü y ü m ü ş



de



devam etmiştir. B u n d a n başka M a s k a t



a k r a b a l a r ı n d a n S ü n e y y â n ailesine men-



L i m a n ı ' n d a n elde edilen g ü m r ü k vergile-



s u p İffet adlı h a n ı m ı n d a n d o ğ a n l a r Türk-



ri Uman'ın h u r m a ziraatı dışındaki önem-



çe'yi m ü k e m m e l şekilde ö ğ r e n m i ş l e r d i r .



li bir gelir k a y n a ğ ı n ı o l u ş t u r m u ş t u r . İn-



Hanımlarından



gilizler Faysal'ı s u l t a n o l a r a k t a n ı m a l a -



ikisinin b o ş a n d ı ğ ı ,



biri-



desteklediği



planlıUmanlı-



açık-



Hinnâ-



n ü ş t ü . İsyancılar Uman'ı Zengibar Sultanı H a m e d b. Süveynî'ye b a ğ l a m a k veya Sult a n Faysal'ı değiştirerek A z z â n b. Kays'ın oğullarından birini U m a n sultanı y a p m a k istiyorlardı. A n c a k 8 M a r t 1 8 9 5 ' t e tarafların a n l a ş m a s ı ile d u r u m y a t ı ş t ı ; ardınd a n d a isyancıların reisi Sâlih b. Ali'nin ö l d ü r ü l m e s i (1896) ve İ b r â h i m b. Kays'ın ö l ü m ü y l e (1898) Faysal



muhaliflerinden



k u r t u l m u ş oldu. F a k a t kendisinin i m a m lık meselesi h a l l e d i i e m e d e n kaldı. Faysal 1 8 9 5 - 1 8 9 8 yılları a r a s ı n d a İng i l t e r e ' d e n h a f i f t o p l a r ve b a r u t



266



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



ithal



FAYSALÜ't-TEFRİKA e d e r e k M a s k a t ' t a k i kaleleri ilâve toplar-



s u l t a n ı n hesaplarını incelemeye aldırdı.



tefrika



la kuvvetlendirdi. Bu d ö n e m d e s u l t a n ı n



Ç ü n k ü İngiliz H i n d i s t a n h ü k ü m e t i , kre-



r a k adlandırılan eser Gazzâlî'nin, İslâm



beyne'l-İslâm



ve'z-zendeka



ola-



g ü c ü n ü n M a s k a t ve B â t ı n e sahil kesimi-



dilerin d e v a m ı için g ü m r ü k l e r dahil ül-



d ü ş ü n c e tarihi b o y u n c a "tekfir" başlığı



nin d ı ş ı n d a k i iç k e s i m l e r d e o l d u k ç a za-



k e n i n b ü t ü n gelir kaynaklarını



kontrol



a l t ı n d a tartışılagelen i m a n l a k ü f ü r ara-



yıf kaldığı görülmektedir. İngilizler'in böl-



e t m e k istiyordu. S o n u ç t a bir z a m a n l a r



sındaki sınırın n e olabileceği, hangi inanç,



g e d e a r t a n n ü f u z u n a karşılık Fransızlar



açık d e n i z l e r d e söz sahibi olan



i f a d e ve h a r e k e t i n kişiyi m ü s l ü m a n ol-



d a onların yasakladıkları t i c a r e t için is-



t e k n i ğ i n ilerlemesi, buharlı gemilerin ica-



m a k t a n çıkarabileceği, b u k o n u d a ölçü



t e y e n g e m i l e r e b a y r a k ve seyir evrakı



dı ve 1 8 6 9 ' d a açılan Süveyş K a n a l ı ' n i n



ve kriterin n e olabileceği sorularına ce-



vererek t a r a f t a r t o p l a m a y a g a y r e t etti-



y a v a ş y a v a ş ticarî etkilerini



gösterme-



v a p verdiği ö n e m l i bir risâlesidir. A k a i d



ler. 1897 yılı itibariyle açık denizlerde ça-



si ü z e r i n e ö n e m i n i k a y b e t m e y e başladı.



k o n u l a r ı n d a b i r b i r i n d e n farklı m e t o t l a r



lışan o t u z sekiz k a d a r U m a n gemisi Zen-



A ğ ı r dış borçlarla faiz ö d e m e l e r i için ge-



b e n i m s e y e n d ö n e m i n d ö r t b ü y ü k fikir



gibar'daki Fransız konsolosluğundan bay-



lirler y e t m e z oldu. B ü t ü n b u n l a r a bir d e



a k ı m ı n ı n (Selefiyye, Ehl-i bid'at, Ehl-i sün-



Uman



r a k ve e v r a k a l m ı ş b u l u n u y o r d u . İngil-



iç isyanlar ve kökleri öncelere d a y a n a n



net ve Felâsife) m u t a a s s ı p l a r ı



t e r e ise b u d ö n e m d e U m a n ' a yeni pro-



i m a m l ı k a n l a ş m a z l ı ğ ı eklenince ü l k e iç-



y o ğ u n ve ö l ç ü s ü z bir şekilde s ü r d ü r ü l e n



arasında



j e l e r için krediler a ç m ı ş ve b u kredilerin



t e ve dışta zor d u r u m d a kaldı. 1 9 1 3 yı-



karşılıklı t e k f i r f a a l i y e t i n d e n rahatsızlık



ö d e m e planını s u l t a n a o n a y l a t a r a k ül-



lında i m a m l ı k meselesi t e k r a r çatışma-



d u y a n Gazzâlî, eserini ö l ç ü s ü z l ü k ve eh-



kenin g ü m r ü k gelirlerine ve Zengibar'-



lara s e b e p oldu. İ m a m S â l i m b. R â ş i d el-



liyetsizliğin h ü k ü m s ü r d ü ğ ü n e i n a n d ı ğ ı



d a n gelen ö d e m e l e r e el k o y m u ş t u r . İn-



H a r û s î Nizve, İzkî ve Smâyil bölgelerini



b u k o n u d a bir ölçü o l m a s ı dileğiyle ka-



giltere



münasebetlerini



ele geçirerek s u l t a n ı n k o n t r o l ü n d e bu-



l e m e almıştır. Birçok



d o ğ r u d a n değil d a i m a Hindistan'daki İn-



l u n a n verimli B â t ı n e bölgesinin y o l u n u



k a y n a k t a Gazzâlî'ye n i s b e t . edilen Fay-



giliz h ü k ü m e t i kanalıyla s ü r d ü r m ü ş , açı-



a ç m ı ş oldu. B u n u n karşısında Faysal, ya-



şalü't-tefrika'nm



lan krediler ve b u kredilerin f a i z ve a n a



bancı güçlerle olan m ü n a s e b e t l e r i n i an-



s. 166) o t a n t i k bir eser o l d u ğ u ,



p a r a l a r ı n ı n tahsili meselesi



l a ş m a l a r yolu ile g ü ç l e n d i r e r e k kendisi-



m ü e l l i f i n d i ğ e r eserlerinde b u risâlesine



d a k i İngiliz yetkilileri t a r a f ı n d a n ele alın-



ni M a s k a t ve çevresinde kuvvetli t u t m a -



y a p t ı ğ ı atıflarla teyit e d i l m e k t e d i r (me-



mıştır. Bir a r a b u n u f ı r s a t bilen Hindis-



ya çalıştı. Ancak aynı yıl ekim ayında kan-



selâ bk. et-Müstaşfâ,



t a n ' d a k i İngiliz idaresi U m a n ' ı h i m a y e s i



serden öldü ve yerine en b ü y ü k oğlu Tey-



ne'd-dalâl,



altına a l m a k i s t e m i ş , a n c a k Fransa b u



m û r geçti. Faysal b. Türkî d ö n e m i n d e



işe karşı çıkmıştır. Ö t e y a n d a n



basılan p a r a l a r d a n biri İstanbul Arkeolo-



sıldan oluşmaktadır. Gazzâlî eserinin mu-



Faysal İngiliz isteklerine yavaş yavaş bo-



ji müzelerinin



k a d d i m e s i n d e dinî konularda katı ve mü-



y u n e ğ d i ve U m a n ' d a y a ş a y a n İngilizler'-



koleksiyonunda bulunmaktadır.



Uman'la



olan



Hindistan'-



Sultan



le Hintliler'in İngiltere t a r a f ı n d a n himaye e d i l m e s i n e razı o l d u . 1903 yılı başlarında, Sultan Faysal muh a t a b ı o l a n H i n d i s t a n h ü k ü m e t i y l e münasebetlerini iyi t u t m a k gayesiyle b ü y ü k o ğ l u Seyyid T e y m ü r ' u b i r t a k ı m hediyelerle birlikte B o m b a y ' a g ö n d e r d i . B u n u n ü z e r i n e H i n d i s t a n ' d a k i İngiliz kral n â i b i Lord C u r z o n aynı yıl içinde M a s k a t ' ı ziyaret ederek



Faysal'a



imparatorluğun



G r a n d Cross nişanını taktı. Bu a r a d a Faysal'ın İngiliz H i n d i s t a n h ü k ü m e t i n e olan borçları 9 0 . 0 0 0 rupiye varmıştı. Lord Curz o n U m a n ' ı n r e s m e n h i m a y e altına alınm a s ı n ı İngiliz h ü k ü m e t i n e t e k l i f ettiyse



M a h r ü k i z â d e Cafer



tinden



buharlı gemiler edinmek,



P



(



rağmen hacca



g i d e b i l m e s i için 2 0 . 0 0 0 rupi d a h a istedi. B u n u n ü z e r i n e İngiltere Lahey Milletlerarası A d a l e t Divanı'na



başvurarak



Fayşalü't-tefrika



bir girişle o n ü ç fa-



yışı ortaya koyarak b u dairenin dışına çıkanları k ü f ü r ve zındıklıkla suçladıklarını i f a d e eder ve eserin giriş k ı s m ı n d a b u m ü s a m a h a s ı z kişilerin, bazı eserlerinde selef-i sâlihîn ile m ü t e h a s s ı s k e l â m ulem â s ı n ı n görüşlerine aykırı fikirler bulund u ğ u n u ileri s ü r e r e k k e n d i s i n e d e a ğ ı r t e n k i t l e r yönelttiklerini belirtir. "Bu has e t ehline g ö r e Eş'arî m e z h e b i n d e n bir m i l i m bile a y r ı l m a k , e n b a s i t bir mesel e d e bile o n l a r d a n farklı d ü ş ü n m e k sapıklık, z u l ü m h a t t a k ü f ü r d ü r " (s. 31-33). Giriş kısmında Gazzâlî ayrıca küfürle imanın a n l a m ve m a h i y e t i n i n a n c a k y ü k s e k mişlik, g ö n ü l t e m i z l i ğ i



gibi



meziyetler



n



Fayşalü't-tefrika'nm



I J^j )



(ö.



lemeyecekleri h u s u s u tartışılmakta, Eş'a-



505/1111)



riyye ve Mu'tezile u l e m â s ı n ı n Allah'ın sı-



L



fatları konusundaki J



Bazı k a y n a k l a r d a et-Tefrika



İslâm



beyne'l -



görüş



ayrılıkların-



d a n ö r n e k l e r verilerek b u t ü r



mesele-



l e r d e farklı d ü ş ü n c e y e s a h i p



olanların



birbirini t e k f i r e t m e m e s i g e r e k t i ğ i be-



diye anılan



lirtilmektedir. İkinci fasıl i m a n l a k ü f r ü n



îzâhu'l-



tarifine, bir kimseyi şer'î bir h ü k ü m olan



1, 300; Brockelmann, I, 539), an-



k ü f ü r l e i t h a m e d e b i l m e k için şer'î delil-



Faysalü't-



lerin bilinmesi g e r e k t i ğ i k o n u s u n a ayrıl-



(îmân)



ve'z-zendeka



(meselâ bk. Kâdî İyâz, 11, 1065;



meknûn,



birinci f a s l ı n d a



m u k a l l i t l e r i n k ü f r ü n m a h i y e t i n i bilip bi-



imanla küfür arasındaki sınırın ne olabileceği konusuna dair eseri.



rupilik bir b ö l ü m ü borçlar ve faizleri kar-



b i r k a ç kişinin



BİLGE



Gazzâlî'nin



len gelirlerin her ay d ü z e n l i o l a r a k 3 0 0



Faysal ailesinden



MUSTAFA L .



FAYSALÜ't-TEFRİKA



ni krediler aldı. A r t ı k Z e n g i b a r ' d a n ge-



nın 1 0 0 . 0 0 0 rupiye v a r m a s ı n a



mi-



sayesinde kavranabileceğini söyler.



Teymür'u evlendirmek gibi sebeplerle ye-



y o r d u . 1 9 0 5 A ğ u s t o s u n d a borç miktarı-



I, 117; el-Münkız



s. 23).



bir dinî duyarlılık, zihnî ve a h l â k î gelişB



oğlu



şılığı o l a r a k İngilizler t a r a f ı n d a n kesili-



bizzat



Bunların s o n derece d a r bir İslâm anla-



Delîlü'l-Halîc (Târih), II, 809-822, 962; VII, 3836-3854; Abdullah Humeyd es-Sâlimî, Tuhfetü'l-a'yân, Kahire 1347, II, 294-300; Ziriklî, el-A'lâm, V, 164-165; Zekî M. Mücâhid, el-A clâmü'ş-şarkıyye, Kahire 1949, I, 24; 'ümân ue'ssâhilul-cenubî li'l-Halîci'l-Fârisî (nşr. Aramco), Kahire 1951, s. 59-82; M a h m û d Ali edDâvûd, el-Halîcul-'Arabî ue'l-'alâkâti'd-düveliyye 1890-1914, Kahire 1961, s. 107-108; Cemâl Zekeriyyâ Kasım, el-Halîcul-'Arabî, Kahire 1966, s. 111, 121, 122, 131; Artuk, İslâmî Sikkeler Katalogu, I, 294, İv. XXXV, nr. 919; W. Phillips, Oman History, Beyrut 1971, s. 148157; W. D. Peyton, Old Oman, London 1983, s. 9; R. S. Ruete, "The A l B u Sa'id Dynasty i n O m a n a n d East Africa", JCAS, XVI (1929),



ek



o l a r a k S u l t a n Faysal İngiltere h ü k ü m e -



(Abdurrahman Bedevî,



s a m a h a s ı z olan bazı kişilerden yakınır.



BİBLİYOGRAFYA:



d e u y g u n g ö r ü l m e d i . Ülkeyi İngilizler'e bağımlı hale getiren bu d u r u m l a r a



Bey



bio-bibliyografik



cak bizzat müellifi t a r a f ı n d a n



267



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAYSALÜ' t - TEFRİKA mıştır. Müellif ü ç ü n c ü fasılda "tasdik" ile



b u i i m i n k u l l a n d ı ğ ı ince m e t o d u n her-



n a n İspanyol m ü s t e ş r i k i Asin



"tekzip" terimlerinin tanımlarını yapmak-



kes t a r a f ı n d a n k a v r a n a m a y a c a ğ ı



ise Fayşalü't-tefrika'nin



t a ; b u m ü n a s e b e t l e t a s d i k ve t e k z i b e



t i l m e k t e , halkı irşat e d i p imanını güçlen-



cümesini, Gazzâlî'nin el-İktişâd



k o n u olan varlığı d a z â t î , hissî, hayalî,



d i r m e k için Kur'an'ın " g ü z e l ö ğ ü t " tav-



kad



aklî ve ş i b h î ş e k l i n d e b e ş b ö l ü m e ayıra-



siyesinin yerine getirilmesi i s t e n m e k t e -



olan El Justo



r a k i n c e l e m e k t e ; d ö r d ü n c ü fasılda



da



dir. On birinci fasılda hiçbir k i m s e n i n ilâ-



d e v e r m i ş t i r (Madrid 1929).



belir-



b u b e ş nevi varlığın te'vil ile m ü n a s e b e -



hî r a h m e t i d a r a l t m a y a h a k k ı b u l u n m a -



tini ele a l m a k t a d ı r . Gazzâlî beşinci fasıl-



dığı i f a d e e d i l m e k t e , kendilerine İslâm



d a , n a s l a r ı n z â h i r i n e titizlikle bağlı kal-



daveti u l a ş m a m ı ş olan f e t r e t ehli hak-



m a gayreti içinde olanların bile z a m a n



k ı n d a d i k k a t e d e ğ e r t e s b i t ve gruplan-



z a m a n te'vile b a ş v u r m a z a r u r e t i n i his-



d ı r m a l a r y a p ı l m a k t a d ı r . On ikinci fasıl-



settiklerini, b u m e t o d u n ö n e m l i temsil-



d a bir kişiyi t e k f i r ederken aklın mı yok-



cisi A h m e d b. H a n b e l ' d e n örnekler verip



sa nassın m ı esas alınması gerektiği hu-



ortaya



koymaya



çalışmaktadır.



altıncı f a s l ı n d a , te'vilin m u t l a k a



Eserin



s u s u n a cevap a r a n m a k t a d ı r . Eserin son



belirli



f a s l ı n d a ise bir m ü s l ü m a n a k â f i r diyen



p r e n s i p l e r e bağlı k a l ı n a r a k y a p ı l m a s ı n ı n



k i m s e n i n i m a n î d u r u m u n u n n e olacağı



ve te'vil k o n u s u n d a m u h a t a b ı n seviyesi-



meselesi t a r t ı ş ı l m a k t a , Hz. Peygamber'in



nin d i k k a t e alınmasının gereği ile a v a m -



konuya ışık t u t a n , "İki m ü s l ü m a n d a n bi-



h a v a s ayırımının ö n e m i ü z e r i n d e durul-



ri diğerini k ü f ü r l e i t h a m ederse b u iddia



m u ş t u r . Gazzâlî b u fasılda bazı te'vil kai-



m u t l a k a ikisinden birine râci olur" anla-



delerini ö z e t o l a r a k v e r d i k t e n sonra ay-



m ı n d a k i hadisi (Müslim, " î m â n " , 111; Tir-



el-Kıstâsü'l-müstakim,



rıntılı bilgi için



Mihakkü'n-nazar



adlı eserlerine gön-



d e r m e y a p a r . Te'vilin kısımlarının incelendiği yedinci fasılda, t e m e l itikadî esasların d ı ş ı n d a k a l a n bazı ö n e m s i z meselelerle ilgili isabetsiz y o r u m l a r ı n tekfiri g e r e k t i r m e y e c e ğ i , önemli



akaid



ancak



İslâm'daki



esaslarıyla alâkalı



konu-



l a r d a k e s i n delile d a y a n m a d a n nasların z â h i r î m â n a l a r ı n ı t a h r i f e d e c e k şekilde te'vile kalkışanların t e k f i r edileceği belirtilir. G a z z â l î T e h â f ü î ü ' i - f e i d s i f e ' s i n d e İslâm filozoflarının bazı görüşleri için sıraladığı t e k f i r m a d d e l e r i n i



burada



da



t e k r a r l a r . Müellif b u faslın



devamında



"zındık" t e r i m i n i n m u t l a k ve m u k a y y e t ş e k l i n d e bir ayırıma t â b i tutulabileceğini b e l i r t e r e k h e r iki z ı n d ı k g r u b u n aras ı n d a k i farkları inceler. Tekfiri gerektiren ve g e r e k t i r m e y e n hususları izah etm e n i n ciltler d o l u s u y a z m a y ı icap ettireceğini belirten Gazzâlî, eserinin sekizinci f a s l ı n d a o k u y u c u l a r ı n a ehl-i kıbleyi t e k f i r e t m e k t e n k a ç ı n m a l a r ı tavsiyesinde b u l u n d u k t a n



sonra t e k f i r konu-



s u n d a u y u l m a s ı g e r e k e n a n a ilkeyi d e belirler. B u n a g ö r e "usûl-i selâse" denilen Allah'a, n ü b ü v v e t e ve â h i r e t e i m a n esasları ile t e v â t ü r e n s a b i t o l m u ş aslî ve fer'î k o n u l a r a yönelik b ü t ü n red ve i n k â r l a r a p a ç ı k k ü f ü r , b u a n a esasların ayrıntılarına ilişkin meselelerle ilgili red ve i n k â r l a r ise h a t a ve bid'attır.



lü't-tefrika'nin



Fayşa-



d o k u z u n c u f a s l ı n d a bir



kişiyi veya bir g r u b u t e k f i r e t m e d e n ön-



mizî, "îmân", 16; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 15)



Palacios



ö z e t bir ter-



fi'l-i cti-



adlı eserinin İspanyolca t e r c ü m e s i



medio



en la creencia



BİBLİYOGRAFYA: Müslim, " î m â n " , 111; Tirmizî, " î m â n " ,



16; Fayşalü'ttefrika (nşr. S ü l e y m a n Dünyâ), Kahire 1381 / 1961; a.mlf., el-Müstaşfâ, Kahire 1934, 1, 117; a.mlf., el-Münkız mine'd-dalal, İstanbul 1287, s. 2 3 ; Kâdî İyâz, eş-Şifâ', II, 1065; Keşfuz-zunûn, I, 1304; İzâhu'l-meknûn, I, 300; Osmanlı Müellifleri, 1, 105; Brockelmann, GAL, I, 539; F. Jabre, La Notion de certitude selon Ghazali, Paris 1958, s. 406-435; Y u s u f Ziyâeddin Ersal, Vahiy ue Risâlet, Ankara 1960, s. 17-19, 29-33; Abdurrahman Bedevî, Mü'ellefâtü'l-Gazzâlî, Küveyt 1977, s. 166-167; Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi: Giriş, İstanbul 1985, s. 273, 281-282; L. Gardet, "Les N o m s et les statuts", St/, V (1956), s. 72, dipnot 3 ; Kasım Kufralı, " G a z z â l î " , İA, İV, 752-753; W. Montgomery Watt, " a l - G h a z â l i " , EV 2 (İng.), II, 1040. ı—ı Ebû Dâvûd, " S ü n n e t " , 15; Gazzâlî,



incelenmektedir.



m



EMRULLAH



YÜKSEL



Çeşitli k ü t ü p h a n e l e r d e p e k ç o k yazm a n ü s h a s ı b u l u n a n Fayşalü'



FAZIL AHMED PAŞA



t -tefrika' -



nin (Abdurrahman Bedevî, s. 166; Brockel-



(bk. KÖPRÜLÜZÂDE FÂZIL AHMED PAŞA).



m a n n , 1, 539) birçok baskısı yapılmıştır (meselâ B o m b a y 1283; Kahire 1319, 1325, 1328). Eserin en ciddi ilmî neşri, Gazzâlî



r



ile ilgili çalışmalarıyla t a n ı n a n S ü l e y m a n Dünyâ t a r a f ı n d a n gerçekleştirilmiştir (Kahire 1381/1961). Nâşir k i t a b ı n b a ş taraf ı n a G a z z â l î ' n i n hayatı ve özellikle



bu



için-



L



r



FAZIL AHMET AYKAÇ



n



j H



(bk. AYKAÇ, Fazıl Ahmet). J



eseriyle alâkalı bazı d e ğ e r l e n d i r m e l e r ih-



FÂZIL-1 ENDERÛNÎ



n



tiva eden bir b ö l ü m , son kısmına da Şeh-



(bk. ENDERUNLU FÂZIL).



j



el-Milel



ristânî'nin



ve 'n- nihâi



'inden



y a p t ı ğ ı alıntıları e k l e m i ş ; B e r â h i m e , Se-



FÂZIL MUSTAFA PAŞA



neviyye, z e n â d ı k a ve dehriyye gibi fırkalar h a k k ı n d a bilgi vermiştir. S ü l e y m a n D ü n y â ' n ı n b u çalışması A. T u r a n Arslan t a r a f ı n d a n İmam



für



Sınırı



Gazâli



ve



adıyla Türkçe'ye



(İstanbul



îman-Küçevrilmiştir



1992). Bursalı M e h m e d



L



r



Tâhir,



(bk. KÖPRÜLÜZÂDE FÂZIL MUSTAFA PAŞA).



FÂZIL PAŞA, Mustafa



n



j n j



T ü r k t a s a v v u f d ü n y a s ı n d a d a h a ç o k Sa-



(bk. MUSTAFA FÂZIL PAŞA).



lâhî E f e n d i o l a r a k t a n ı n a n A b d u l l a h Sa-



Fayşalut-



lâhî Uşşâkî'nin (ö. 1196/1782)



tefrika'yı



d e d e r ( O s m a n l ı Müellifleri, man



maha



FAZİLET



Türkçe'ye t e r c ü m e ettiğini kay-



( îLüil )



1, 105). Süley-



U l u d a ğ d a eseri İslâmda



Müsa-



adıyla Türkçe'ye çevirmiştir (İstan-



bul 1972). B u t e r c ü m e n i n s o n u n d a Gaz-



el-Könûnü'l-



zâlî'nin aynı konuyla ilgili



küllî



fi't-te'vil



adlı bir b a ş k a risâlesinin



L



t e r c ü m e s i d e yer a l m a k t a d ı r .



Fazîlet kelimesinin t ü r e t i l d i ğ i fazl ke-



Faysa-



limesi m a s d a r o l a r a k " a r t m a k , fazlalaş-



R u n g e ta-



m a k , ü s t ü n o l m a k " , isim o l a r a k ise "ek-



Şarkiyatçıların d i k k a t i n i ç e k e n



ce g ö z ö n ü n d e b u l u n d u r u l m a s ı g e r e k e n



lü't-tefrika,



h u s u s l a r incelenir. Eserin o n u n c u faslın-



rafından



d a a v a m ı t e k f i r e d e n bazı k e l â m âlim-



terscheidung



leri t e n k i t e d i l m e k t e , k e l â m ilminin ve



başlığıyla A l m a n c a ' y a



Hans-Joachim



Untersuchung von



über



İslam



und



İnsanın iyilik yapmasını ; kötülükten uzak durmasını sağlayan ruhî yetenekler için kullanılan bir ahlâk terimi.



die



Un-



sikliğin (naks) zıddı, artık, fazlalık, ihsan"



Ketzerei



gibi m â n a l a r a gelir (bk. FAZL). Klasik söz-



çevrilmiştir (Kiel-



1938). Gazzâlî ile ilgili çalışmaları bulu-



l ü k l e r d e fazlın



ileri derecesine



d e n d i ğ i belirtilmiştir (Lisânul-'Arab,



268



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



fazilet "fzl"



FAZİLET m d . ; Fîrûzâbâdî, el-Kârnûsü'l-muhît,



"fzl"



yetlerinin tanıtıldığı "fezâil" veya "me-



"fzl" md.). R â g ı b el-



nâkıb" başlığını taşıyan b ö l ü m l e r d e İs-



niyye" başlığı altında fazileti "insana has



İsfahânî, felsefe k ü l t ü r ü n ü n geliştirdiği



l â m a h l â k ı n d a fazilet sayılan niteliklere



değerli huy" şeklinde t a r i f etmiştir. Kin-



anlayışın etkisiyle fazilet terimini "insa-



dair ö n e m l i bilgiler b u l u n m a k t a d ı r . Bu-



dî eski filozofların felsefe tariflerini sı-



nın b a ş k a l a r ı n d a n ü s t ü n ve imtiyazlı ol-



n u n yanında ameller, vakitler, şahıslar,



ralarken felsefenin insanı t a m faziletli kılan bir disiplin o l d u ğ u n u belirtir; diğer



m d . ; Tâcü'l-'arûs,



en geniş yeri ayırdığı "el-Fezâilü'l-insâ-



masını sağlayan d u r u m , kişiyi mutlulu-



şehir, ülke ve milletlerin faziletlerine dair



ğ a g ö t ü r e n şey" diye t a r i f e t m i ş ve bu-



m ü s t a k i l kitaplar d a k a l e m e alınmıştır



bir tarifi açıklarken d e t u t k u l a r ı öldür-



n u n zıddına rezîlet denildiğini belirtmiş-



(bk. FEZAÎL). Daha sonraki d ö n e m l e r d e



meyi faziletin yolu sayar ki b u ifadeler-



yazılan ahlâk, edep, mev'iza ve hikemi-



d e fazilet, İslâmî literatürde m u h t e m e -



t i r (ez-Zerfa,



s. 132).



Fazilet kavramının bir terim olarak ahlâk



literatüründe



kapsamlı



mânalar



yat t ü r ü eserlerde faziletler hakkında bil-



len ilk d e f a Latince virtus (İng. virtue, Fr.



sonradan



kazandığı



gi verilirken ilgili âyetler yanında hadis



vertu) teriminin



âyet ve



hadislerde



l i t e r a t ü r ü n d e n de geniş ölçüde faydala-



Türkçe'de e r d e m kelimesiyle karşılanan



g e ç m e m e k l e birlikte birçok âyet ve hadiste çeşitli a h l â k î faziletlere geniş şe-



nılmıştır.



karşılığı olan ve yeni



bir ahlâk terimi olarak kullanılmıştır. Kin-



Felsefî literatürün dışındaki ilk dönem-



dî insana has gerçek faziletleri nefsin iyi



Kerîm'in



lere a i t İslâmî kaynaklarda fazilet keli-



huyları ve bunların ahlâkî kalitesine gö-



genelinde adalet, itidal, hoşgörü, doğ-



mesi "ahlâkî e r d e m " a n l a m ı n d a nâdiren



re dışa yansıyan adaletli davranışlar şek-



kilde yer verilmiştir. Kur'ân-ı



ruluk ve d ü r ü s t l ü k , a z i m ve sebat, ülfet,



kullanılmıştır. Meselâ



kardeşlik ve dostluk, sevgi ve dayanış-



el-Edebü'l



İbnü'l-Mukaffa'ın



linde ikiye ayırmıştır. Ayrıca yine ilk de-



b u a n l a m a ya-



f a Kindî, E f l â t u n ' d a n beri d e v a m e d e n



- kebîr'inde



m a , barışçılık, cömertlik, tövbe, tevekkül,



kın bir k o n u m d a birkaç defa geçmekte-



anlayışa uygun olarak ruha (nefis) ait dört



kanaatkârlık, i t a a t ve teslimiyet, hikmet,



dir. Bu kaynaklarda ahlâkî faziletleri top-



t e m e l faziletten söz etmiş,



hayırda y a r ı ş m a , güler yüzlülük, ölçü ve



luca ifade e t m e k üzere d a h a ziyade "me-



h i k m e t i d ü ş ü n m e g ü c ü n ü n , yiğitliği ga-



tartıda dürüst davranma, selâmlaşma,



bunlardan



hâsin" ve " m e k â r i m " , reziletler için d e



lebe g ü c ü n ü n faziletli oluşu



ağırbaşlılık, cesaret ve k a h r a m a n l ı k gibi



"mesâvî" ve "mesâlib" kelimeleri kulla-



İffetin h a n g i psikolojik y e t e n e k t e n kay-



birçok faziletli t u t u m ve davranış üze-



nılmıştır. Ayrıca e d e p ve â d â b ı n çok ge-



naklandığını belirtmemişse de b u n u n l a



rinde d u r u l m u ş t u r . Ayrıca bazı âyetler-



niş k a p s a m ı n a faziletler de girmekteydi



ilgili tarifi d i k k a t e alındığında arzu (şeh-



de özellikle faziletlerin işlendiği görülür.



(bk. EDEP). Câhiz'in el-Mehâsin



ve'l-ez-



vet) g ü c ü n ü n dengeli o l u ş u n u iffet sa-



İbrâhim b. M u h a m m e d el-Beyha-



yan geleneksel g ö r ü ş ü b e n i m s e d i ğ i or-



Meselâ Âl-i İmrân sûresinde ( 3 / 133-135)



dûd,



Kur'an'ın t e m e l fazilet olarak ısrarla vur-



kî'nin el-Mehâsin



guladığı takvaya s a h i p olanlardan bah-



b. Hüseyin el-Beyhakî'nin el-Âdâb,



sedilirken bunların başlıca nitelikleri şöy-



h a m m e d b. Ca'fer b. Sehl el-Harâitî'nin



ve'l-mesâvî,



Mu-



c



le sıralanır: Bollukta da darlıkta da mal-



M e k â r i m ü ' l - ahlâk



larını Allah için harcarlar, öfkelerine hâ-



kitapları b u t ü r eserlerden



k i m olurlar, insanları bağışlarlar, kötü-



Geniş a n l a m d a



l ü k t e ısrar etmezler. Bu âyetlerde cö-



eserlerde



ve



Ahmed



me âlîhâ



adlı



bazılarıdır.



saymıştır.



taya çıkar. Kindî, Aristo a h l â k ı n d a n hareketle b u t e m e l faziletlerden her birinin fazlalık (ifrat) ve eksiklik (taksir) şeklindeki iki aşırı ucun ortası o l d u ğ u n u belirtmektedir. Şu halde her fazilet bir den-



bu



gedir (itidal) ve ister fazlalık isterse ek-



kültüründe



siklik şeklinde olsun her aşırılık bir re-



mertlik, hilim, a f f e t m e ve tövbe erdem-



b e n i m s e n m i ş olan erdemler ve bunların



zilettir. Kindî galebe g ü c ü n ü n dengeli ol-



lerinin yer aldığı görülür. Bakara sûre-



zıtları olan k ö t ü l ü k l e r bir t a s n i f e t â b i



masıyla m e y d a n a çıkan fazilete yiğitlik



sinin bir â y e t i n d e (2/177) Kur'an'ın di-



t u t u l m a d a n sıralanmış; her bir fazilet



(necdet) adını vermişse d e sonraki kay-



ğ e r bir t e m e l a h l â k kavramı olan birrin



veya rezilet hakkında fikrî ve felsefî tah-



n a k l a r d a b u şecaat olarak yaygınlık ka-



k a p s a m ı içinde iman, ibadet ve hayır se-



a h l â k î mahiyetteki



genellikle



İslâm



lile girişilmeden âyet ve hadislerle Arap-



z a n m ı ş t ı r ; aynı şekilde filozofun



verlik konuları yanında a h d e vefa, sa-



İslâm büyüklerinin h i k e m î



mahiyetteki



dediği d ö r d ü n c ü fazilet d a h a sonra ada-



bır, m e t a n e t , d o ğ r u l u k ve takvâ fazilet-



sözlerinden alıntılar yapılarak antolojik



let adıyla anılmıştır. Kindî adaleti, son-



lerine işaret edilir.



bilgiler verilmiştir. Meselâ Câhiz'in el-



raki anlayışa göre r u h u n ahlâkî yatkın-



Mehâsin



konulardan



lıkları veya melekeleri arasındaki u y u m



çoğu dile h â k i m olma, sır s a k l a m a , is-



yerine bu yatkınlıklardan kaynaklanan fiil



tişare, t e ş e k k ü r , sıdk, af, sabır, sevgi,



ve hareketlerin p r a t i k değeri olarak dü-



Hadis m e c m u a l a r ı n d a çeşitli faziletlere dair p e k çok hadis



bulunmaktadır.



Özellikle " K i t â b ü ' l - E d e b " ve "Kitâbü'lBir" başlıklı b ö l ü m l e r i n ağırlıklı konuları arasında a n a babaya itaat, hısım akrabayı ziyaret (sıia-i rahim), kardeşlik, dostluk, sevgi, d a y a n ı ş m a ve y a r d ı m l a ş m a , insanlarla iyi g e ç i n m e , d o ğ r u



sözlülük,



a d a l e t ve ihsan, misafirperverlik, hayâ, vera' ve t a k v â , tövbe, tevekkül, tevazu, hilim, sabır, ş ü k ü r gibi a h l â k î faziletler



ve'l-ezdâd'ındaki



itidal



dostluk, arkadaşlık, iyimserlik, vefa, cö-



ş ü n m ü ş t ü r ki bu t a m a m ı y l a Aristocu bir



mertlik, yiğitlik, v a t a n sevgisi, Allah'a



yaklaşımdır. Nitekim A r i s t o ' d a



güven, nasihat, z ü h d gibi geleneksel İs-



gibi Kindî'ye göre de fiil ve hareketler



lâm ahlâkında b e n i m s e n m i ş olan erdem-



bir haksızlık ve z u l ü m içeriyorsa rezilet



olduğu



leri ihtiva e t m e k t e d i r . Bu t ü r eserlerde



halini a l m ı ş olur. Böylece fazilet gibi re-



fazilet ve reziletlerin sayısı farklılık ar-



zilet de h e m r u h u n k ö t ü nitelikleri, h e m



z e t m e k l e birlikte geniş ölçüde k o n u ve



d e b u n l a r d a n k a y n a k l a n a n haksız fiiller



m e t o t benzerliği görülür.



için kullanılmıştır.



d e yer alır. Tahâret, zekât, ticaret, hibe,



Fazilet kelimesinin özellikle ahlâkî er-



cihad, z ü h d , r e k i i k , istîzan, s e l â m , imâ-



demleri ifade e d e n bir t e r i m olarak kul-



nın bir aracı saydığı fazileti



re gibi k o n u l a r a dair b ö l ü m l e r d e de b u



lanılması ve s i s t e m a t i k bir fazilet teori-



oldukça farklı bir yaklaşımla ele almış-



faziletler h a k k ı n d a hadisler nakledilmiş-



sinin oluşması felsefî kültürle



tır. Filozof, Tahşîlü's-sa câde



tir. Ayrıca geçmiş peygamberler, Hz. Mu-



başlamıştır. İlk İslâm filozofu Kindî, fel-



h a m m e d , E b û Bekir, Ömer, O s m a n ve



sefî terimleri açıkladığı Risâle







hudû-



nazarî faziletler, fikrî faziletler, ahlâkî



Ali ile d i ğ e r sahâbîlerin a h l â k ve şahsi-



di'l-eşyâ3



eserinde



faziletler ve p r a t i k m a h a r e t l e r şeklinde



v e rüsûmihâ



adlı



birlikte



Fârâbî, en y ü k s e k m u t l u l u ğ a ulaşmaKindî'den adlı ese-



rinde m u t l u l u ğ a ulaştıracak meziyetleri



269



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAZİLET d ö r d e ayırmıştır. Nazarî faziletler, akıl



Kindî'nin fazilet ve rezilet anlayışı İbn



gücünün bilmeye konu olan varlık ve olay-



Sînâ, İbn Miskeveyh ve d a h a sonraki he-



Gazzâlî de ismini vermemekle



lara yöneltilmesi suretiyle kazanılan zih-



men



ana



Râgıb el-İsfahânî'den geniş ölçüde faydalanıp t e m e l faziletlerle ilgili görüşle-



bütün



ahlâkçılar t a r a f ı n d a n



açıklamalar getirmiştir (a.e., s. 270-384). birlikte



nî gelişme ve bilgi zenginliğidir. Fikrî fa-



hatlarıyla benimsenmiştir. İbn Sînâ'nın



ziletler d ü ş ü n m e g ü c ü n ü n ferde, toplu-



c



adlı k ü ç ü k risâlesi tama-



rini aynı m e t o t l a açıklamıştır. Bununla



ma, ülkeye en faydalı ve hayırlı olanı ara-



men faziletler ve reziletlerin tarifi ve tas-



birlikte Gazzâlî, başta Muhâsibî'nin er-



yıp bulması için olanca g ü c ü n ü sarfet-



nifinden ibarettir. Bu eserde de dört te-



Ri'âye



mesiyle kazanılan erdemlerdir. Bu g ü ç



mel fazilet ile (hikmet, şecaat, iffet, ada-



Mekkî'nin Kütü'l-kulûb'ü



yüksek bir gayeye yönelik olarak düşün-



let) bunların iki reziletin ortasını teşkil



tasavvufî kaynaklardan istifade ederek



ce üretirse b u n a fikrî fazilet denir, fa-



ettiği



tasavvuf literatüründe "haller" veya "ma-



k a t k ö t ü bir gayeyi gerçekleştirmek için



tâli derecedeki fazilet ve reziletler hak-



kamlar" denilen faziletlere son şeklini



çalışırsa böyle adlandırılamaz. Çünkü bu



kında da bilgi verilmiş olup bunların yu-



vermiştir. Bu sebeple Gazzâlî'nin fazilet



d u r u m d a d ü ş ü n m e faaliyeti artık fazi-



karıda sözü edilen antolojik mahiyette-



ve reziletlerle ilgili asıl t a s n i f ve tahlille-



letli o l m a niteliğini kaybetmiştir (Tahşî-



ki eserlerde sıralananlarla benzerlik ta-



ri İhyâ'ü



lus-sa'âde,



s, 68-69). Fârâbî, d ü ş ü n m e



şıdığı dikkati çekmektedir. İbn Sînâ'nın



lerinde yer almaktadır.



g ü c ü n ü n bu şekilde kötüye kullanılma-



çağdaşı ve özellikle bir a h l â k d ü ş ü n ü r ü



Daha sonraki d ö n e m l e r d e telif edilen



sına filozofların "hubs, hile, mekîde" gi-



olarak t a n ı n a n İbn Miskeveyh, h e m İbn



a h l â k kitaplarında, b ü y ü k ölçüde Fârâbî



bi rezilet ifade eden isimler verdiğini be-



Sînâ'nın yaptığından kısmen farklı bir



ve İbn Miskeveyh'in felsefî mahiyetteki



lirtir (Fuşûlü'l-medenî,



şekilde hikmet, iffet ve şecaata bağlı fa-



fazilet ve rezilet anlayışıyla Gazzâlî'nin



ziletlere gelince, Fârâbî konuyu ele aldı-



ziletlerin, h e m de adalet erdeminin al-



tasavvuf ağırlıklı anlayışının



ğı Tahşîlü's-sa'ûde'de



t ı n d a yirmi k a d a r tâli faziletin listesini



m ı ş o l d u ğ u görülür. Bu k o n u d a



vermiştir (Tehzîbü'l-ahlâk,



istisnalardan



s. 164). Ahlâkî fabu faziletlerin



açık bir tasnifini vermemiştir. Ancak Fu-



şûlü'l



-medenî'de



İlmü'l-ahlûk



anlayışı



sürdürülmüştür.



Ayrıca



s. 40-45). İbn



li - hukûkıllâh'ı



c



ulûmi'd-dîn"\n



biri, aynı



ve Ebû Tâlib elo l m a k üzere



111 ve IV. cilt-



uzlaştırılnâdir



uzlaştırmacılığı



Eflâtun ve Aristo an-



Miskeveyh yaygın kanaatin dışına çıka-



sürdüren Nasîrüddîn-i Tûsî'nin fazilet-



layışına uygun bir fazilet tarifi ve tas-



rak hikmet, iffet, şecaat ve adalet fazi-



t e n biri nicelik, diğeri nitelik bakımın-



nifi b u l u n m a k t a d ı r . Buna göre fazilet,



letlerinin zıtlarının b u l u n d u ğ u n u



belir-



d a n o l m a k üzere iki türlü s a p m a n ı n ola-



"nefsin biri fazlalık, diğeri eksiklik ol-



terek bunları "cehl, şereh, cübn ve cevr"



bileceği yolundaki düşüncesidir. Klasik



m a k üzere ikisi de rezilet olan iki aşırı



şeklinde sıralamakta, böylece Stoa ahlâ-



anlayıştaki ifrat ve tefrit veya fazlalık



eğilimi arasında b u l u n a n orta meleke"-



kında olduğu gibi faziletlerin ancak zıt-



ve eksiklik nicelik b a k ı m ı n d a n uzaklaş-



dir. A r i s t o ' n u n d ü ş ü n d ü ğ ü gibi (bk. 7/-



larının bulunabileceğini hatıra getirmek-



madır. Bu a n l a m d a k i rezilet ahlâka uy-



mü'l-ahlâk,



11, 1) insan tabiatı itibariy-



teyse de (a.e., s. 39) faziletleri yeniden



g u n değilse de tabiata u y g u n d u r (aşırı



le ne faziletli ne d e k ö t ü ahlâklıdır. Ge-



ve d a h a ayrıntılı biçimde ele alarak her



cinsel arzu gibi). Tûsî'nin "redâet" keli-



rek faziletler gerekse reziletler, bunla-



fazileti iki reziletin ortası sayan g ö r ü ş e



mesiyle ifade ettiği nitelik b a k ı m ı n d a n



ra ü y g u n fiillerin uzun süre tekrar edil-



d ö n m e k t e d i r (a.e., s. 45-48). İbn Miske-



s a p m a ise (erkeğin erkekle cinsel ilişkisi



mesi ve alışkanlık halini almasıyla ger-



veyh bu orta anlayışının d o ğ u r d u ğ u bir



gibi) h e m ahlâka h e m de t a b i a t a aykırı-



çekleşir (Fârâbî, Fuşûlü'l-medenî,



s. 108-



g ü ç l ü ğ e d e işaret etmektedir. Buna gö-



dır (Ahlâk-1 Nâşırî, s. 226-228, 233, 239).



109). Şu halde faziletin birinci niteliği



re b ü t ü n ahlâkî yatkınlıkların kazanılma-



iradî oluşudur. Ç ü n k ü insanın d o ğ u ş t a n



sında t a m ortayı b u l m a k oldukça zor-



sahip o l d u ğ u melekeler fazilet veya ku-



dur. Zira t a m ortanın, diğer bir deyişle



sur sayılamaz (a.e., s. 109-110). Faziletin



t a m faziletin bir t e k olmasına karşılık



ikinci niteliği kapsamlı oluşudur. Buna



b u n u n her iki yanında sayısız aşırılıklar,



göre yalnız isteyeni için hayırlı olan şe-



şerler ve reziletler b u l u n m a k t a d ı r . Bun-



ye faydalı denebilirse de faziletli dene-



d a n dolayı İbn Miskeveyh, k ö t ü l ü k se-



mez. Fârâbî, "İnsanın başkası için iste-



beplerinin iyilik sebeplerinden çok fazla



m e d i ğ i hiçbir iyilik ahlâkî fazilete dönü-



o l d u ğ u n u belirterek k ö t ü l ü k y a p m a n ı n



ş e m e z " derken Kant'ı hatırlatmaktadır



iyilik y a p m a k t a n daha kolay olduğu şek-



(bk. Tahşîlus-sa'âde,



lindeki Aristocu görüşe katılmıştır (a.e.,



s. 71; krş. Kant, s.



40-41, 96). Faziletin üçüncü niteliği içer-



s. 45-46; krş. Aristo, X, 7.4).



diği hayrın sürekli oluşudur. Buna göre



Kindî'den itibaren Grek kaynaklı d ö r t t e m e l fazilet fikri yaygınlaşmakla



bir-



likte bu faziletler z a m a n z a m a n farklı kavramlarla ifade edilmiştir. En yaygın kavramlar hikmet, şecaat, iffet ve adalettir. Ancak dört t e m e l fazilet meselâ Kindî'de h i k m e t , necdet, iffet ve itidal; İbn H a z m ' d a (el-Ahlâk ve's-siyer, s. 59) f e h m , necdet, cûd ve adalet şeklinde sıralanır. İbn Miskeveyh cûd ve hilmi d e t e m e l fazilet saymış olup b u n d a Kur'an ve S ü n n e t ahlâkının etkili o l d u ğ u açıktır. Onun gibi İbn Hazm da bir yerde (a.e.,



bir ülke, bir millet veya milletler için or-



İbn Miskeveyh, felsefî metotla işledi-



t a k olan erdemli bir gayeye u l a ş m a d a



ği ahlâk görüşlerini yer yer İslâmî nas-



s. 80) yaygın anlayışa uygun olarak, "Fa-



en verimli ve en uzun ö m ü r l ü olan fazi-



larla da teyit etmiş, bu t u t u m sonraki



zilet ifrat ve tefritin ortasıdır" derken



let gerçek fazilettir (Tahşîlus-sa'âde,



s.



ahlâkçılarca d a h a da geliştirilmiştir. Ni-



başka bir yerde faziletlerin sadece zıt-



71). Nazarî, fikrî ve ahlâkî faziletler ya-



t e k i m Râgıb el-İsfahânî, d ö r t t e m e l fa-



larından söz e t m i ş ve bunları cevr, cehl,



nında d ö r d ü n c ü bir meziyet o l m a k üze-



ziletle ifrat ve tefritten ibaret olan rezi-



cübn ve şuh şeklinde sıralamıştır (a.e.,



re her faaliyet alanının o alanda çalışan-



letler hakkındaki felsefî görüşleri âyet



s. 59).



lar için gerekli kıldığı pratik maharetleri



ve hadislere dayanarak İslâmîleştirmeye



de k a z a n m ı ş olan kişi Fârâbî'nin idealin-



çalışmış (ez-Zerfa,



Belli başlı a h l â k kitaplarında d ö r t te-



s. 100-105, 110-112,



mel fazilet altında ayrıca diğer bazı fa-



deki erdemli insan, gerçek eğitimci, t a m



142), ayrıca Kur'an ve S ü n n e t ' e dayalı



ziletler sıralanarak bir t a s n i f yoluna gi-



filozof, birinci devlet başkanı, kanun ko-



a h l â k geleneğinde fazilet sayılan mele-



dilmişse de bu tasniflerde gerek fazilet-



yucu, melik ve i m a m d ı r (a.e., s. 74).



ke ve davranışlara da geniş yer vermiş,



lerin sayısı gerekse adlandırılması ko-



bunlarla ilgili terimlere orijinal tarif ve



n u s u n d a uyumsuzluklar b u l u n m a k t a d ı r .



270



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAZL Bu d u r u m , fazilet ve reziletleri sınırla-



zıl adı verilir. Z a m a n l a bir insanın iyilik



verir" (Âl-i İmrân 3 / 7 3 ; el-Hadîd 57/29);



m a n ı n ve belli k a t e g o r i l e r d e



toplama-



y a p m a düşüncesiyle b a ş k a birine sağla-



"Allah s a n a bir hayır dilerse O ' n u n fazlı-



kaynaklanmakta-



dığı f a y d a y a d a fazl d e n i l m i ş t i r ( Mefâtî-



n a e n g e l olabilecek bir k i m s e y o k t u r "



nın i m k â n s ı z l ı ğ ı n d a n



dır. Bazı g e ç d ö n e m a h l â k müellifleri ise



hu'l-ğayb,



VII, 99). N i t e k i m B a k a r a sü-



(Yûnus 10/107). Çeşitli â y e t l e r d e d ü n y a



d ö r t t e m e l fazilet anlayışını



resinin 2 3 7 . â y e t i n d e k e l i m e n i n b u an-



ve â h i r e t m u t l u l u ğ u , c e n n e t ve c e n n e t



t e r k e t m i ş l e r d i r . Meselâ Hüseyin Vâiz-i



l a m d a kullanıldığı g ö r ü l ü r . B u r a d a zifaf-



n i m e t l e r i , Allah'ın bazı g ü n a h k â r l a r ı he-



Kâşifî'nin Ahlâk-ı



adlı eserinin



t a n ö n c e b o ş a n m a k isteyen k a d ı n ve er-



men



t a m a m ı n a yakın k ı s m ı n d a geleneksel İs-



k e ğ i n g ö n ü l l ü o l a r a k birbirlerine ikram-



f i f l e t m e s i , g ü n a h l a r ı n ı b a ğ ı ş l a m a s ı , hüs-



l â m a h l â k ı n d a k i kırk fazilet, Celâlzâde



d a b u l u n m a l a r ı , karşı t a r a f lehine m a d -



randan koruması, bilmediğini öğretme-



M u s t a f a Çelebi'nin siyaset a h l â k ı ağırlık-



dî h a k l a r ı n d a n f e r a g a t e t m e l e r i



öğüt-



si, hidayete erdirmesi, hayırlara fazlasıy-



lı Mevâhibü'l-hallâk



- ah-



l e n m i ş t i r (a.g.e., VI, 145). Cürcânî fazlı kı-



la sevap vermesi, i m a n , İslâm, vahiy, pey-



lâk' m d a elli civarında f a z i l e t ile bazı re-



saca "karşılıksız iyilik e t m e " şeklinde ta-



g a m b e r l i k , ş e f a a t gibi Allah'ın insanlığa



ziletler,



Bostanzâde



nımlamış



Mir'âtü'l



- ahlâk'mda



Muhsinî



tamamen



iî merâtibi'l Yahyâ



Efendi'nin



ise yirmi d ö r t fa-



zilet incelenmiştir. BİBLİYOGRAFYA : el-Müfredât, "fzl" md.; ila mekârimi'ş-şerfa, Kahire 1405/1985, s. 100-105, 110-112, 132, 142, 270-384; Lisânü'l-'Arab, "fzl" m d . ; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsul-muhtt, "fzl" md.; Tâcul-'arûs, "fzl" md.; M. F. Abdülbâki, el-Mucem, "fzl" md.; VVensınck, el-Mu'cem, "fzl" md.; AristoRâgıb



el-İsfahânî,



a.mlf., ez-Zerfa



c



tales [Aristo], İlmü'l-ahlâk



(trc. Ahmed Lütfi



es-Seyyid), Kahire 1927, II, 1; X, 7.4; İbnü'l-



el-Edebul-kebîr, Kahire 1331, s. 32, 41, 49, 67, 70; Kindî, Resâ'il, Kahire 1398/ 1978, s. 122, 127-129; Fârâbî, Tahşîlus-sa'âMukaffa',



(et-Ta'rîfât,



"fzl" md.);



Râgıb



el-İsfahânî ise k e l i m e n i n a n l a m ı n ı



"bir



ları d a " b ü y ü k bir f a z l " o l a r a k nitelend i r i l m e k t e o l u p (Fâtır 3 5 / 3 2 ) b u r a d a k i



recesini, k ö t ü olanına d a aşırı öfkelen-



f a z l d a n a h l â k î f a z i l e t k a s t e d i l m i ş t i r . Bir



meyi ö r n e k vermiştir. Sözlüklerde, ge-



â y e t t e Allah ve R e s u l ü ' n e i t a a t edenle-



nellikle o l u m l u fazlalığı i f a d e e t m e k üze-



rin O ' n u n n i m e t i n e m a z h a r kılınmış bu-



re fazl, o l u m s u z olanı i f a d e e t m e k üze-



l u n a n p e y g a m b e r l e r , sıddîklar, şehidler



re d e f u z û l kelimelerinin kullanıldığı be-



ve sâlihlerle b e r a b e r olacağı belirtildik-



lirtilir.



t e n s o n r a , "Bu Allah'ın bir fazlıdır" de-



Râgıb



el-İsfahânî'nin



yaptığı,



daha



s o n r a k i bazı k a y n a k l a r d a d a t e k r a r edi-



şısında üç y ö n d e n ü s t ü n l ü ğ e s a h i p olabilir. a) Cins bakımından-. Hayvan cinsinin



"fzl" md.) fazl



bitki cinsine ü s t ü n l ü ğ ü g i b i ; b) Tür (fasıl) bakımından.- İnsan t ü r ü n ü n



hayvan



t ü r ü n e ü s t ü n l ü ğ ü gibi (Râgıb el-İsfahânî, insanın diğer birçok yaratıktan ü s t ü n kılın-



J " A r t m a k , f a z l a l a ş m a k ; m e z i y e t sahibi masdar



olan fazl kelimesi "fazlalık (eksikliğin |naks|



olmak,



nama



ve yergilerden



k o r k m a m a k , Al-



lah'ın



sadece dilediği



kimselere



nasip



ettiği birer l u t u f olarak değerlendirilmiştir (el-Mâide 5 / 5 4 ) . K u r ' a n ' d a çeşitli varlık ve i m k â n l a r d a Allah'ın insanların geçimi ve b a r ı n m a s ı



c) Z a t b a k ı m ı n d a n : Bir kişinin b a ş k a bir



için y a r a t m ı ş o l d u ğ u



kişiye ü s t ü n l ü ğ ü gibi. "Allah rızık husu-



k a z a n ç , zenginlik, f e t i h , z a f e r ve gani-



gösterilir. B u n a



göre



nesneler, ticaret,



s u n d a kiminizi k i m i n i z d e n ü s t ü n kılmış-



m e t gibi dünyevî i m k â n l a r A l l a h ' ı n lu-



tır" m e â l i n d e k i âyet (en-Nahl 1 6 / 7 1 ) z a t



t u f l a r ı n d a n d ı r (bk. M. F. A b d ü l b â k i , el-



b a k ı m ı n d a n fazla delâlet eder. İlk iki ka-



Mu cem, "fzl" md.). Bazı âyetlerde, "bir kimseyi veya bir



Nitekim



şeyi d i ğ e r i n d e n ü s t ü n k ı l m a " a n l a m ı n a



üstünlüğe



gelen t a f d î l m a s d a r ı n d a n fiillerle Allah'ın



u l a ş m a s ı m ü m k ü n değildir. Z a t a mah-



b ü t ü n insanlığa veya belli k e s i m l e r e şâ-



s u s fazl ise d e ğ i ş k e n o l u p k a z a n ı l m a s ı



m i l f a z l ı n d a n d a söz e d i l m e k t e d i r . Nite-



d a kaybedilmesi de m ü m k ü n d ü r (el-Müf-



k i m İsrâ s û r e s i n d e ( 1 7 / 7 0 ) Â d e m oğul-



redât, "fzl" md.).



larının bazı m a z h a r i y e t l e r i n d e n



Kur'ân-ı K e r î m ' d e ve ü s t ü n o l m a k " a n l a m l a r ı n d a



kâfirlere karşı o n u r l u ve g ü ç l ü



Allah y o l u n d a cihad e t m e k , a n l a m s ı z kı-



b a k ı m ı n d a n fazla işaret edildiğini belirtir);



bir hayvanın i n s a n a h a s bir



L



s e v m e k , m ü m i n l e r e karşı alçak g ö n ü l l ü ,



fazl k a p s a m ı n d a



n e ilişkin o l d u ğ u için sabittir.



Genel olarak fazlalık, üstünlük, lutuf ve ihsan anlamına gelen, özellikle de Allah'ın çok yönlü lutuf ve keremini ifade eden bir terim.



nilir (en-Nisâ 3/69-70). B a ş k a bir âyett e d e Allah t a r a f ı n d a n sevilmek ve O'nu



dığını bildiren âyette |el-İsrâ 1 7 / 7 0 ] tür



tegorideki ü s t ü n l ü k farkları varlığın özü( J^i» )



gösterilmiştir.



olanına bilgi ve hilim e r d e m i n i n ileri de-



Dunlop), Cambridge 1961, s. 108-110, 164; İbn



MUSTAFA ÇAĞRICI



içerisinde



d e i f a d e edilen a h l â k î yetkinlik ve çaba-



Miskeveyh, Tehzîbü'l-ahlâk,



S



kapsamı



sonra b u ç o k l u ğ u n iyi



t a s n i f i n e g ö r e bir şey b a ş k a bir şey kar-



İoanna Kuçuradi v.dğr.), Ankara 1980, s. 40-



nin



veya k ö t ü sayılabileceğini b e l i r t m i ş ; iyi



D. M.



ue's-siyer, Beyrut 1405/ 1985, s. 59-80; Tûsî, Ahlâk-ı Naşiri, Leknev 1316, s. 226-228, 233, 239; Hüseyin Vâiz-i Kâşifi, Ahlâk-ı Muhsinî, Tahran 1399; Celâlzâde Mustafa Çelebi, Mevâhibü'l-hallâk fî merâtibi'l-ahlâk, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 706; Bostanzâde Yahyâ, Mir'âtü'l-ahlâk, İÜ Ktp., TY, nr. 3537; i. Kant, Pratik Aklın Eleştirisi (trc.



b ü y ü k l u t u f ve ihsanları fazl kelimesi-



ye a ç ı k l a d ı k t a n



69, 71, 74; a.mlf., Fuşûlü'l-medenî(r)şr.



İbn Hazm, el-Ahlâk



ha-



M ü m i n l e r i n "hayırlarda y a r ı ş m a " şeklin-



len (meselâ bk. Tâcul-'arûs,



nâ, Tis'u resâ'il, Kostantiniye 1928, s. 107-110;



azaplarını



şeyin yeterli m i k t a r d a n ç o k o l m a s ı " di-



de (nşr. Ca'fer Alüyâsîn), Beyrut 1983, s. 68-



s. 39, 40-48; İbn Sî-



cezalandırmaması,



104 yerde



geçen



örnek-



ler verildikten s o n r a , "Onları yarattıkla-



fazl ve b u k ö k t e n t ü r e y e n d i ğ e r kelime-



rımızın b i r ç o ğ u n d a n gerçekten ü s t ü n kıl-



lerin b ü y ü k bir kısmı Allah'ın g e n e l ola-



dık" d e n i l m e k t e d i r . Taberî'ye g ö r e



r a k varlıklar â l e m i n e , b ü t ü n



ü s t ü n l ü k insanın elleriyle iş yapabilme-



insanlara,



si, yiyip içebilmesidir



(Câmi'u'l-beyân,



zıddı), isteyerek yapılan iyilik, l u t u f ve ih-



i n a n a n l a r a ve özel o l a r a k d a



san, sevabı çok olan iş" m â n a l a r ı n d a isim



med



ayrıca belli kişi veya



XV, 125-126). R â z î ise söz k o n u s u â y e t



o l a r a k d a kullanılır (Lisânü'l-'Arab,



"fzl"



z ü m r e l e r e karşı m a d d î ve m â n e v î l u t u f



ü z e r i n d e k ı s m e n felsefî m a h i y e t t e ge-



"fzl"



ve c ö m e r t l i ğ i n i i f a d e e d e r (bk. M. F. Ab-



niş bir y o r u m y a p t ı k t a n s o n r a



dülbâki, el-Mu'cem,



"fzl" m d ). Bu a r a d a ,



geçen "tekrîm" ile "tafdîl" arasındaki far-



er-Râzî'ye g ö r e b u k e l i m e genellikle "ih-



"Allah b ü y ü k fazl sahibidir" ifadesi bir-



kı şöyle açıklar: Y ü c e Allah insanı akıl,



s a n d a ç o k l u k " a n l a m ı n ı i f a d e eder. Baş-



çok â y e t t e t e k r a r edilir. K u r ' a n ' a g ö r e ,



k o n u ş m a ve y a z m a melekeleri y a n ı n d a



kalarına çokça iyilik e d e n kimseye d e fâ-



"Fazl Allah'ın elindedir, o n u



e s t e t i k bir b e d e n ve a y a k t a



md.;



Fîrûzâbâdî,



m d . ; Tâcul-'arûs,



Kâmûsü'l-muhît,



"fzl" md.). Fahreddin



ümmetine,



Muham-



bu



dilediğine



burada



durabilme



271



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAZL gibi özellikleriyle öteki canlılardan ü s t ü n



de, yine fazl kelimesinin k a p s a m ı n d a ol-



şıyan eserinde "Kitâbü'l-Fezâ'ii" ve "Ki-



kılmış o l u p âyetteki



m a k üzere Allah'ın İslâm ü m m e t i n e bah-



t â b ü Fezâ'ili'n-nebî"; T i r m i z f n i n es-Sü-



"tekrîm"



kavramı



"Kitâbü Fezâ'ili'l-cihâd" baş-



şettiği lutufların bir kısmı



bir p e y g a m b e r i n yetişmesi, o n u n birçok



lıklı b ö l ü m l e r b u n l a r a ö r n e k teşkil eder.



sayesinde d o ğ r u bir akîde ve erdemli bir



k o n u d a çevresindeki i n s a n l a r d a n farklı



Aynı eserlerde



ahlâkı k a z a n m a i m k â n ı n ı d a bahsetmiş-



d a v r a n a r a k onları yanlışlık ve sıkıntılar-



layan p e k çok alt b ö l ü m d e b u l u n m a k -



tir. Âyette geçen "tafdîl" kavramı da son-



d a n k u r t a r m a s ı , Allah'ın m ü s l ü m a n l a r a



tadır.



r a d a n kazanılan bu d o ğ r u i n a n ç ve üs-



imanı sevdirmesi, gönüllerini onunla süs-



(Mefâtîhu'l-ğayb,



lemesi, onları inkâr, g ü n a h ve isyandan



XXI, 12-16). Ayrıca bazı insanların biyo-



t i k s i n d i r m e s i şeklinde sıralanmıştır (el-



lojik, dinî, a h l â k î ve insanî değerlerdeki



Hucurât 49/7-8).



t ü n a h l â k ı ifade eder



aralarından



nen'inde



bu fıtrî meziyetlere işaret eder. Allah insana bilhassa akıl ve k a v r a m a yeteneği



farklılıklarına g ö r e Allah'ın onlara yöne-



Fazl kelimesi hadislerde sözlük anlam-



lik l u t u f ve fazlının farklı olacağını bildi-



ları y a n ı n d a K u r ' a n ' d a o l d u ğ u gibi "Al-



ren âyetler d e vardır. B u n a göre, "Allah



lah'ın l u t u f ve ihsanı, cömertliği, zengin



i n s a n l a r d a n bir kısmını diğerlerine üs-



hazinesi"



t ü n kılmıştır" (en-Nisâ 4 / 8 3 ) , "Allah mal-



Hz. Peygamber'in ü m m e t i n e tavsiye et-



mânasında



da



geçmektedir.



ları ve canlarıyla cihad edenleri derece



tiği şu d u a d a fazl bu a n l a m d a kullanıl-



b a k ı m ı n d a n o t u r u p bekleyenlerden üs-



m ı ş t ı r : "Allahım! B a n a helâlinden yeteri



t ü n kılmıştır" (en-Nisâ 4 / 9 5 ) . Â h i r e t t e



k a d a r rızık vererek h a r a m kıldıklarından



b u derece ve ü s t ü n l ü k farkları d a h a d a



beni esirge; fazlınla beni z e n g i n kılarak



b ü y ü k olacaktır (el-İsrâ 17/21). Allah bir



s e n d e n b a ş k a s ı n a m u h t a ç o l m a k t a n ko-



zamanlar



İsrâiloğulları'nı



da



âlemlere



ru" (Tirmizî, " D a ' a v â t " ,



i 10). İnsanların



ü s t ü n kılmıştı (el-Bakara 2 / 4 7 , 122); fa-



m a l ı n a g ö z dikmeyi yasaklayan ve Al-



k a t d a h a sonra işledikleri b ü y ü k günah-



lah'ın f a z l ı n d a n istemeyi e m r e d e n d a h a



lar ve isyanları sebebiyle "onlara zillet



b a ş k a hadisler d e vardır (meselâ bk. Bu-



ve m e s k e n e t d a m g a s ı v u r u l d u " (el-Ba-



hârî, " B e d ' u l - v a h y " , 15; Müslim, "Müsâ-



kara 2 / 6 1 ) .



firîn", 68). Birçok h a d i s t e y e m e k , su, çeüs-



şitli mallar gibi m a d d î varlıkların ihtiyaç-



t ü n kılındığının belirtilmesi y a n ı n d a (el-



t a n fazla olan ve başkalarının yararına



E n a m 6 / 8 6 ) bir kısım



s u n u l m a s ı ö ğ ü t l e n e n kısmı d a fazl keli-



Bütün



peygamberlerin



diğerlerinden



âlemlere



peygamberlerin



ü s t ü n yaratıldığını



bildi-



"fazl"



kelimesiyle



baş-



BIBLIYOGRAFYA: Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "fzl" md.; Lisân.ul-'Arab, "fzl" md.; et-Ta'rîfât, "fzl" md.; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü'l-muhit, "fzl" md.; 7acul-'arûs, "fzl" md.; M. F. Abdülbâkl, el-Mu'cem, "fzl" md.; VVensinck, M u ' c e m , "fzl" md.; Seyyid Ali Ekber Karaşî, Kâmûs-ı Kur'ân, Tahran 1367, V, 182-192; Müsned, V, 20, 411; Buhârî, " B e d ' ü ' l - v a h y " , 15, "Eymân", 19; Müslim, "Müsâfirîn", 68; İbn Mâce, " M u k a d d i m e " , 17; Ebû Dâvûd, " c İlim", 1; Tirmizî, "Da'avât", 110; Taberî, Câmi'u'l-beyân, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 ; XV, 125-126; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu'lğayb, VI, 145; VII, 99; XXI, 12-16; Kurtubî, elCâmi', XIV, 264-265; İbn Hacer. Fethul-bârî (Sad), XXV, 63-64; Şevkânî, Fethu'l-kadîr, Beyrut 1412/1991, V, 207-208. S



r



MUSTAFA



ÇAĞRICI



n



FAZL b. ABBAS b. ABDÜLMUTTALİB ( JkJiii



Ji



)



Ebû Abdillâh (Ebû M u h a m m e d ) Fazl b. Abbâs b. Abdilmuttalib el-Hâşimî el-Kureşî (ö. 1 3 / 6 3 4 [?])



mesiyle ifade edilmiştir.



ren âyetler d e vardır (bk. TAFDÎL). Ayrı-



Hadislerde fazl kelimesi "bir kimse-



ca bazı peygamberlerin isimleri anılarak



nin veya bir şeyin d i ğ e r i n d e n ü s t ü n , de-



b u n l a r ı n nâil oldukları özel l u t u f l a r d a n



ğerli ve faziletli olması", t a f d î l masda-



söz edilir. Meselâ Hz. S ü l e y m a n ve oğlu



rından m u h t e l i f kelimeler d e "üstün, ha-



D â v û d , Allah'ın kendilerini m ü m i n kul-



yırlı ve faziletli k ı l m a " m â n a s ı n d a yaygın



Babası Hz. A b b a s , annesi Resûl-i Ek-



larının b i r ç o ğ u n d a n d a h a ü s t ü n kılma-



şekilde k u l l a n ı l m a k t a d ı r : "Âlimin â b i d e



r e m ' i n h a n ı m ı M e y m û n e ' n i n kız kardeşi



Hz. Peygamber'in amcasının oğlu, sahâbî. L



J



sından dolayı O'na h a m d e t m i ş l e r ; Hz. Sü-



ü s t ü n l ü ğ ü dolunayın d i ğ e r yıldızlara üs-



L ü b â b e b i n t Hâris'tir. Fazl Hz. Peygam-



l e y m a n , k e n d i s i n e kuşlarla k o n u ş m a n ı n



t ü n l ü ğ ü gibidir" (Ebû Dâvûd, " c llim", 1;



ber'le birlikte Mekke'nin f e t h i n d e ve Hu-



öğretildiğini ve d a h a birçok şeyin veril-



İbn Mâce, " M u k a d d i m e " ,



17); "Arap'ın



neyn Gazvesi'nde b u l u n d u . Huneyn gü-



diğini söylemiş, b u n u n açık bir fazl ol-



A r a p olmayana... t a k v â d a n b a ş k a bir üs-



nü ordu bozguna uğradığı z a m a n Resûl-i



d u ğ u n u belirtmiştir (en-Neml 27/15-16).



t ü n l ü ğ ü yoktur" ( Müsned , V, 411) gibi. Yi-



E k r e m ' i n e t r a f ı n d a n ayrılmayıp o n u ko-



Bu âyet, devlet a d a m l a r ı n ı n veya b u gö-



n e fazl k ö k ü n d e n o l u p "en hayırlı, d a h a



ruyanlardan biridir. V e d â haccında Müz-



reve t â l i p olanların s a h i p oldukları me-



faziletli, sevabı en çok olan" a n l a m ı n d a k i



delife'den Mina'ya kadar Resûlullah'ın



ziyetler h a k k ı n d a t o p l u m l a r ı n ı



devesinin t e r k i s i n d e gittiği için kendisi-



bilgilen-



efdal kelimesi d e hadislerde sıkça geç-



dirmelerinin uygun olacağı kanaatini ver-



m e k t e d i r . "Sözlerin en hayırlısı şu d ö r t



ne " R i d f ü Resûlillâh" denildi ve o gün-



m e k t e d i r . Müfessirler Hz. Dâvüd'a veril-



sözdür: Sübhânailah, elhamdülillâh,







d e n sonra b u lakapla t a n ı n d ı . O sıralar-



diği belirtilen fazlı (Sebe' 3 4 / 1 0 ) pey-



ilâhe illallah, A l l â h ü e k b e r " (Buhârî, "Ey-



d a b e k â r ve yakışıklı bir delikanlı olan



g a m b e r l i k , Z e b û r , ilim, k u d r e t , d a ğ l a r ı n



m â n " , 19; Müsned, V, 20) a n l a m ı n d a k i ha-



Fazl'ın g ö z ü Vedâ haccına katılanlar ara-



ve kuşların o n a boyun eğdirilmesi, töv-



dis buna örnek verilebilir. Bu hadisin baş-



sındaki bir kıza takıldı. Hz. P e y g a m b e r



besinin kabul edilmesi, adaletli yönetimi,



ka rivayetlerinde efdal yerine "ehab" (en



birkaç d e f a eliyle o n u n y ü z ü n ü



d e m i r i eritmesi ve işlemesi, sesinin gü-



sevimli) ve "ahyer" (en hayırlı) kelimeleri



t a r a f a çevirerek, " Y e ğ e n i m , bu öyle bir



başka



zel o l m a s ı şeklinde açıklamışlardır (Kur-



kullanılmıştır (İbn Hacer, XXV, 63-64). Ha-



g ü n d ü r ki bu g ü n d e g ö z ü n e , k u l a ğ ı n a



tubî, XIV, 264-265).



dis m e c m u a l a r ı n ı n ç o ğ u n d a bazı konula-



ve diline h â k i m olanın g ü n a h l a r ı n ı Allah



Fazl kavramı, Allah'ın özellikle İslâm



ra, bu arada sevabı bol olan hayırlı amel-



bağışlar" dedi. Fazl, b a b a s ı n ı n tavsiyesi



ü m m e t i h a k k ı n d a k i lutuflarını belirtmek



lere dair hadisleri ihtiva eden özel bölüm-



üzerine Resûl-i E k r e m ' d e n



üzere d e kullanılmıştır. Nitekim müfes-



ler ayrılmıştır. B u h â r î ' n i n



sirler Hadîd sûresinin 29. âyetindeki faz-



şahîh'inde



lı b u a n l a m d a y o r u m l a m ı ş l a r d ı r (meselâ



"Kitâbü Fezâ'ili aşhâbi'n-nebî", "Kitâbü



M u h a m m e d ailesine u y g u n



bk. Şevkânî, V, 207-208). Başka bir yer-



Fezâ'ili'l-Medîne"; Müslim'in aynı adı ta-



ni söyleyen Resûlullah o n u M a h m i y e b.



el-Cûmi'u's-



"Kitâbü Fazli leyleti'l-Kadr",



z e k â t me-



m u r l u ğ u istedi. Z e k â t ı n m a l ı n kiri olduğ u n u , b u sebeple z e k â t



272



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



memurluğunu görmediği-



FAZL-l HAK HAYRÂBÂDÎ Cez'in kızı Safiyye ile evlendirdi ve kızın mehrini de kendisi verdi. Fazl'ın bu evlilikten yalnız Ü m m ü Külsüm adında bir kızı oldu. Ü m m ü Külsüm önce Hz. Hasan'la evlenmiş, daha sonra ondan ayrılarak Ebü Mûsâ el-Eş'arî ile nikâhlanmıştır. Son hastalığında Hz. Ali ile birlikte koluna girerek Resûl-i Ekrem'i mescide çıkaran Fazl'ın vefatı sırasında onun yanında b u l u n d u ğ u ve cenazesi yıkanırken suyunu d ö k t ü ğ ü bilinmektedir. Hz. Peygamber'in



vefatından



FAZL b. DÜKEYN L



F



(bk. EBÛ NUAYM, Fazl b. Dükeyn).



^



FAZL-ı HAK HAYRÂBÂDÎ



n



( jtâ



jr^l



)



Fazl-ı Hak b. Fazl-ı İmâm el-Ömerî el-Çiştî el-Hayrâbâdî (ö. 1279/1862)



Hindistanlı âlim.



sonra



İslâm ordusuyla birlikte Suriye seferine



1211 'de (1796-97) Hayrâbâd'da doğ-



katılan Fazl'ın daha sonraki hayatı hak-



du. Hindistan'ın tanınmış âlimlerinden



kında fazla bilgi b u l u n m a m a k t a , bu se-



Fazl-ı İ m â m ' ı n oğludur. İlk öğrenimini



beple kaynaklar onun nerede ve ne za-



babasından gördükten sonra Abdülkâ-



m a n ö l d ü ğ ü hususunda çelişkili bilgiler



dir ed-Dihlevî'nin hadis derslerine devam



vermektedir. Bazı kaynaklar Fazl'ın Fi-



etti; on üç yaşında tahsilini t a m a m l a d ı .



listin'de Ecnâdeyn Savaşı'na katıldığını,



Doğu Hindistan Şirketi'nin Delhi komi-



Hz. Ömer'in halifeliği d ö n e m i n d e 18'de



serliğinde divan kâtibi olarak memuri-



(639) A m v â s veba salgınında Ürdün ci-



yete başladı.



varında ö l d ü ğ ü n ü ve Filistin'de Remle



Mantık, felsefe, edebiyat, kelâm ve fı-



şehrindeki eski bir kabristana gömüldü-



kıh usulü gibi aklî ve naklî ilimler alanın-



148). 2. er-Ravzü'l-mevcûd iî tahkiki hakikati!-vücûd (Brockelmann, II, 855). 3. Hâşiye calâ Şerhi Süllemi'l-'ulûm. Kâdî Mübârek Gapâmavî'nin eserine yaptığı hâşiyedir (Delhi 1899). 4. er-Risâletü'1 -ğadriyye ( eş-Sevretü'l-Hindiyye). Müellifin Andaman adalarında çektiği sıkıntıları dile getirdiği hâtıratıdır. Eser Abdüşsehid Han Şirvânî tarafından Urduca tercümesi ve bazı notlar ilâvesiyle Bâğı Hindustân adıyla neşredilmiştir (Bijnor 1947). Müellifin diğer belli başlı eserleri de şunlardır; Hâşiye calâ Teihîşi'ş-Şifâel-Cinsul-ğâlî fî şerhi'lc Cevheri'l-'âlî, Hâşiye ale'l-Ufuki'lmübîn, Risâle fi't-teşkîk ve fi'l-mâhiyyât, Risâle fî tahkiki'l-'ilm ve'lma'lûm, Risâle fî tahkîki'l-ecsâm, Risâle fî kâtığüriyâs, el - Kâfî li-halli Isâğücî, Risâle fî tahkiki' 1 - küllî et-tabî zî (eserlerin listesi için bk. Abdülhay el-Hasenî, VII, 376; Rahmân Ali, s. 383). Fazl-ı Hakk'ın bu eserlerden başka çoğu Hz. Peygamber'le ilgili olmak üzere bazı kasideleri de vardır.



ğ ü n ü ileri sürmekte, bazıları da 13 (634)



da iyi yetişen Fazl-ı Hak şöhretiyle uzak



yılında Hâlid b. Velfd kumandasında ce-



ve yakın ülkelerden pek çok öğrenciyi



reyan eden Mercisuffer Savaşı'nda şe-



cezbetmiştir. Bir yandan satranç oynar-



hid edildiğini söylemektedir. Buhârî ve



ken bir yandan da D â m â d M u h a m m e d



İbn Hacer'e göre ise Yermük (veya Yemâ-



Bâkır'ın oldukça muğlak bir mantık met-



nev 1 2 7 9 / 1 8 6 2 , s. 281-295; Sıddîk Hasan Han,



me) Savaşı'nda şehid olmuştur. İbn Hib-



ni olan el-Ufuku'l-mübîn



Ebcedul-'ulûm,



bân onun bu sırada yirmi iki yaşında ol-



rahatlıkla okuttuğu söylenir. Hz. Peygam-



d u ğ u n u kaydetmektedir.



adlı eserini



ber'in bir benzerinin olamayacağı konu-



BİBLİYOGRAFYA: Mînâî, İntihâb-ı



Emîr A h m e d



Yâdgâr,



Lek-



Bopal 1 2 9 6 / 1 8 7 8 , s. 9 1 5 ; Fa-



Hadâ'iku'l-Hanefiy-



kîr M u h a m m e d Cehilemî,



ye, Leknev 1906, s. 4 8 0 ; R a h m a n Ali, Tezkire-i 'Ulemâ-i



Hind,



Karaçi, ts., s. 382-384; Necmül-



Fazl b. Abbas Hz. Peygamber'den yir-



sunda M u h a m m e d İsmâil Şehîd ile uzun



mi dört hadis rivayet etmiş, kendisin-



bir tartışmaya girdi ve ona reddiye olarak



2 3 2 ; Gül Hasan Şah Panipâtî, Tezkire-i



Gausiy-



den de kardeşleri Abdullah ile Kuşem,



birkaç risâle yazdı. Bu tartışma Delhi hal-



ye, Lahor, ts., s. 124-125; Serkîs, Mu



cem,



kardeşinin oğlu Abbas b. Ubeydullah;



kını büyük ölçüde etkiledi; hatta devrin



8 5 3 ; M. M u h s i n et-Tirhûtî, el-Yâni'u'l-cent



Ebû Hüreyre ve başkaları rivayette bu-



hükümdarı II. Bahadır Şah ile şair Mirza



esânîdi'ş-Şeyh



lunmuşlardır. Genç yaşta vefat etmesi



Gâlib de tartışmalara katıldılar. İhtilâf



sebebiyle Abdullah b. Abbas ile Ebû Hü-



uzayıp kötü bir mecraya girince Fazl-ı



g a n î R â m p û r î , Târth-i Auaz,



me'ânî



'Abdülğanî



ehli'r-ricâl



Hak resmî nüfuzunu kullanarak aşırı bir



ru l-'ulemâ', mann,



leri Kütüb-i



Şehîd'e karşı tedbir almaya ikna etti. Bu-



A h m a d , Contribution



Camii'nde yirmi beş yıldan beri sürdür-



Müsned,



1, 210-214; M ü s l i m , " Z e k â t " ,



167;



d ü ğ ü vaaz faaliyetinden menedildi.



İbn Sa'd, et-Tabakât,



IV, 54-55; VII, 3 9 9 ; Bu-



1857 yılında İngilizler'e karşı başlatı-



hârî, et-Târîhu'l-kebîr,



VII, 1 1 4 ; a.mlf., et-Tâ-



lan ayaklanmada öncülük yapan Fazl-ı



rthu'ş-şağîr, ta'dîl,



I, 3 6 ; İbn E b û Hatim, el-Cerh



ue't•



VII, 6 3 ; Taberî, Târih (Ebü'l-Fazl), III, 74,



189, 190, 2 1 2 - 2 1 3 ; İbn H i b b â n , eş-Şikât,



III,



Hak ihanetle suçlanarak ö m ü r boyu sürg ü n cezasına m a h k û m edildi. Sürgünde



'an



Gâlib,



La-



hor 1932, s. 7 1 ; M. B a h â u l l a h G ü p â m e v î , Siye-



Şiî olan Delhi muhafızı Mirza Han'ı İsmâil



BİBLİYOGRAFYA:



(Keşfü'l-esrâr



s. 7 5 ; E l t a f Hüseyin Hâlî, Yâdgâr-1



sel* olduğu da söylenmektedir. Rivayet-



nun üzerine İsmâil Şehîd, Delhi Cuma



I,







kenarında), Delhi 1 3 4 9 / 1 9 3 0 ,



reyre dışındakilerin rivayetlerinin m ü r -



Sitte'Ğe ve diğer meşhur hadis mecmualarında yer almıştır.



Leknev 1919, V,



K a n p û r 1346, s. 22-23; Brockel-



GAL



Suppi,



II, 6 2 2 , 8 5 4 - 8 5 5 ;



of India



to Arabic



Zubaid



Litera-



türe, A i l a h a b a d 1946, bk. İndeks; A b d ü ş ş â h i d Han Şirvânî, Bâğı



Hindustân,



11-76; Seyyid A h m e d Karaçi



1955,



1947, s.



Âşârü'ş-şanâdtd,



s. 86-96; A b d ü l h a y



Nüzhetü'i-hauâtır, lî ör uskî



Bijnor



Han,



el-Hasenî,



VII, 374-377; Abdülhay, Dih-



etrâf, Delhi 1958, s. 30-31, 39-40,



54-55, 61-62, 1 1 3 ; A b d ü l k â d i r R a m p ü r î ,



nâme,



in India:



A Biographical



Dictionary,



Rüz-



Muslims



Karaçi 1960, I, 2 5 8 ; N. K. J a i n ,



New Del-



(nşr.



bulunduğu Andaman adalarında (Kâlâ Pâ-



hi 1979, I, 164; M u j e e b A s h r a f , Müslim



Attitu-



A b d u l l a h el-Leysî), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , II, 6 0 5 ;



nî) öldü ve oraya defnedildi. Fazl-ı Hakk'ın



des Toıvards



Cultu-



İbn Mencûye, Ricâlü



II, 1 3 1 ;



Çiştî nisbesi Serkîs ve Brockelmann ta-



re in India,



III, 208-210; İbn H a z m ,



rafından yanlış olarak Habeşî şeklinde



329-330; Kelâbâzî, Ricâlü



Şahîhi



İbn A b d ü l b e r , el-İstfâb,



Cemhere,



Sahihi'I-Buhârî Müslim,



s. 1 8 ; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,



3 6 6 ; Mizzî, Tuhfetul-eşrâf, 2 6 4 - 2 7 1 ; Z e h e b î , Târîhu



lefâ'i'r-râşidîn,



IV,



Beyrut 1403, VIII,



l-İslâm:



'Ahdul-hu-



s. 101, 1 8 2 ; İbn Hacer, el-İşâ-



be, III, 2 0 8 - 2 0 9 ; a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb, 2 8 0 ; M u s t a f a M u r â d e d - D e b b â ğ , Bilâdüna



VIII,



Fi-



listin, A m m a n 1384-96/1965-76, I V / 2 , s. 4544 5 6 ; Ziriklî. el-A'lâm



(Fethullah), V, 149. H



SELMAN BAŞARAN



verilmiştir. Eserleri. 1. el-Hediyyetü's



- sa 'îdiyye fi'I -hikmeti' t -tabî'iyye. Oğlu Abdülhak tarafından t a m a m l a n a n (Kanpûr 1283, 1288, 1292; Kahire 1322) ve R â m p û r Valisi M u h a m m e d Saîd Han'a ithaf edilen eserde Aristo felsefesi işlenmiştir (eserin bir özeti için bk. Zubaid Ahmad, s. 140-



British



Rule



and



Western



Delhi 1982, s. 141, 142, 143, 167,



1 6 8 ; İ n t i z â m u l l a h Şihâbî, Meulânâ



ue 'Abdülhak,



Fazl-ı



Hak



B e d â y ü n , ts.; A b d ü s s e l â m en-



Nedvî, Hükemâ-yı



İslâm,



Delhi, ts., s. 331-334;



Tahrik, Delhi Ağustos 1957 ve Haziran 1960 sayıları; Süreyyâ Dâr, " ' A l l â m e F a z l - ı H a k H a y r â b â d î " , Fikr



u Nazr, X X I I / 1 , İ s l â m â b â d 1986,



s. 51-57; A. S. B a z m e e Ansari, " F a d l - ı H a k k " ,



El 2 (İng.), II, 735-736; a.mlf., "Fazl-ı H a k H a y r â b â d î " , UDMİ, XV, 375-376.



B



A . S. BAZMEE



ANSARI



273



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAZL-ı İMÂM HAYRÂBÂDÎ FAZL-! İMÂM HAYRÂBÂDÎ ( ^JU



^Ul



)



Fazl-ı İmâm b. Muhammed el-Erşed el-Ömerî el-Hargâmî (ö. 1244/1829)



^



Hindistanlı âlim. Leknev'in 75 k m . kuzeyinde bulunan.



Şah Cihan'ın "Hindistan'ın Şîrazı" diye



el-Fetâva'l- zÂlemgîriyye'y\ derleyenlerden biri olan Molla Ebü'l-Vâiz Hargâmî'nin anne tarafından yeğenidir. Tahsilini, o dön e m d e önemli bir eğitim ve kültür merkezi olan Hayrâbâd'da buranın tanınmış âlimlerinden Abdülvâcid Kirmânî'den tamamladı.



tanıttığı Hayrâbâd'da doğdu.



Fazl-ı İ m â m , Doğu Hindistan Şirketi yönetiminde bulunan ve bu şirketin hizmetindeki yerlilerle ilgili konularda en yüksek seviyede danışmanlık görevini yerine getiren Delhi sadrü's-sudûrluğu ve m ü f t ü l ü ğ ü n e tayin edildi. Bu görevi kabul eden ilk Hindistanlı m ü s l ü m a n âlim olan Fazl-ı İ m â m , ayrıca bu unvanla kadılığa tayin edilecekleri seçmek, âlimler, din adamları ve diğer ihtiyaç sahibi aydınlardan gelen malî yardım, emlâk, eimm e arazisi veya "meded m a a ş " tahsisi taleplerini incelemekle de görevliydi; bu görevini emekliye ayrılıncaya kadar devam ettirdi. Aklî ilimlere özel ilgi duyan Hayrâbâdî resmî çalışmaları yanında mantık ve felsefe dersleri de verdi. Öğrencilerini çok sevdiği ve başarılı bir hoca olduğu anlaşılmaktadır. Fazl-ı İmâm, Doğu Hindis-



li ilim adamları ve önde gelen ulemâdan



Bermekî azledilerek yerine Fazl b. Rebî'



bazılarının kısa biyografilerini ihtiva eden



sınırlı yetkilerle vezir tayin edildi.



dördüncü bölümü, Bezmî Ensârî'nin (A.



Hârûnürreşîd, Râfi' b. Leys'in isyanını bastırmak üzere çıktığı sefer sırasında Tûs'ta vefat edince (193/809) Fazl b. Rebî' Hâşimî ileri gelenlerini ve kumandanları toplayıp Emîn için biat aldı ve orduyu Bağdat'a geri gönderdi. Horasan valisi olan ağabeyi M e ' m û n da Emîn'i halife olarak tanıdı.



S. Bazmee Ansari) İngilizce tercümesi ve



Terâcimü'lfuzalâ3 adıyla yayımlanmıştır (Karachi 1956). Müellifin bunlardan başka Teşhîzü'l-ezhân fî şerhi'l-Mîzân, Hâşiye c ale'l-Hâşiyeti'z-Zâhidıyye el-Kutbiyc ye, Hâşiye ale'l-Hâşiyeti'z-Zâhidiyye el-Celâliyye ve Teıceme-i Târîh-i Yemînî adlı eserleri de bulunmaktadır (yazma nüshaları için bk. Ellis, 11, 329-330; Storey, 1/ 1, s. 252; El 2 |İng.|, 11, 736). bazı açıklamalarıyla birlikte



lıktan azletmesi için Halife Emîn'i tahrik ettiler. Sâhibü dîvâni'r-resâil Yahyâ



BİBLİYOGRAFYA: Fazl-ı İmâm Hayrâbâdî,



Terâeimü'l-fuzalâ'



(nşr. A. S. Bazmee Ansari), Karachi 1956, s. I-III, 35-36; Vahîdullah Bedâûnl, Muhtaşaru Seyr-i Hindistan, Muradâbâd 1273/1857, s. 60; Galib, Külliyyât-ı Neşr-i Galib, Leknev 1871, s. 4243; Rahman Ali, Tezkire-i 'Ulemâ-i Hind, Leknev 1332/1914, s. 162; Beşîrüddin Ahmed, Vâkı'ât-ı Dârü'l-hükümet-i Dihlî, Agra 1919, s. 414-415; Gül Hasan Şah Pinîpâtî, Tezkire-i Gausiyye, Lahor, ts., s. 125; M. Bahâullah Güpâmevî. Siyerü'l-'ulemâ*, Kanpûr 1346, s. 2122; Storey. Persian Literatüre, 1/1, s. 252; Zubaid Ahmad, Contribution of tndia to Arabie Literatüre, Allahabad 1946, bk. İndeks; Abdüşşâhid Han Şirvânî, Bâğl Hindustân, Bijnor 1947, s. 16-35; Seyyid Ahmed Han, Âşârü'ş-şanâdtd, Karaçi 1955, IV, 97-98; Abdülhay el-Hasenî, rtüzhetü'Thauâtır, VII, 374; Abdülkadir Râmpûrî, Rüznâme, Karaçi 1960, 1, 257; A. G. Ellis. Catalogue of Arabie Books in the British Museum, London 1967, II, 329-330; A. S. Bazmee Ansari, "Fadl-i i m â m " , El 2 (İng,), II, 736. B



F



A . S. BAZMEE



ANSARI



FAZL b. REBÎ' (



y J^i» )



Ebü'l-Abbâs el-Fazl b. er-Rebî' b. Yûnus (ö. 208/823-24 [?])



t a n Şirketi'ndeki görevinden muhtemelen 1827 yılında ayrılmış, yerine öğrencilerinden Sadreddin Âzürde tayin edilmiştir. Daha sonra Pencap'ta, Sutlej nehrinin güneyinde yarı özerk bir prenslik olan Patiâlâ'nın reisi nezdinde bakan ola-



Halife Emîn tarafından vezirlikte bırakılan Fazl Bağdat'a gelir gelmez İbn Mâhân ile birlikte, Me'mûn'u ve o sırada el-Cezîre valisi olan Mü'temen'i veliaht-



^



Abbâsî veziri.



b. Süleym bu fikre karşı çıkınca halife onu azarladı, "eş-şeyhü'l-muvaffak, elvezîrü'n-nâsıh" olarak tavsif ettiği Fazl b. Rebî'in g ö r ü ş ü n ü n doğru olduğunu söyledi ve hutbede M e ' m û n ' d a n sonra oğlu Mûsâ'nın adını zikrettirdi. Daha sonra her ikisini de azlederek Mûsâ'yı veliaht tayin etti (195 b a ş l a n / 8 1 0 sonları). Bunun üzerine Me'mûn isyan etti; Emîn de sert yönetimiyle tanınan İbn Mâhân'ı bu isyanı bastırmakla görevlendirdi. Ancak İbn Mâhân, Me'mûn'un Tâhir b. Hüseyin kumandasındaki kuvvetleri karşısında m a ğ l û p oldu. Fazl b. Rebî'in aynı yıl Abdurrahman b. Cebele el-Ebnâvî'nin idaresinde gönderdiği ikinci bir ordu da bozguna uğratıldı. Ardından gönderilen üçüncü ordu savaşa girmeden geri dönünce Fazl b. Rebî' son çare olarak meşhur kumandanlarından Abdülmelik b. Sâlih b. Ali'yi Tâhir b. Hüseyin'e karşı şevketti, fakat yine sonuç alamadı. Me'mûn'a bağlı kuvvetler bir yıl süren kuşatmadan sonra Muharrem 198'de (Eylül 813) Bağdat'a girdiler. Emîn Tâhir'in emriyle öldürüldü (24-25 Muharrem 198/ 24-25 Ey-



,



138'de (755-56) doğdu. Babası Rebî'



rak çalışan Fazl-ı İmâm kısa bir süre sonra bu görevden de ayrılarak d o ğ d u ğ u



b. Yûnus Halife Ebü Ca'fer el-Mansûr'un



şehre çekildi ve orada öldü. Oğullarından Fazl-ı Hak da meşhur bir âlimdir.



Devleti'nde İran n ü f u z u n u azaltmak için



Eserleri. 1. el-Mirkâtü'l-Mizdniyye (Delhi 1886, 1888). Genellikle Necmeddin



rın devlet yönetiminde görev almalarını



Ali b. Ömer el-Kâtibî'nin eş-Şemsiyye'si ile Teftâzânî'nin Tehzîbü'l-mantık ve'l-kelâm'ma dayanan mantıkla ilgili



hâcib tayin etti. Oğlu Fazl da Halife Hâdî-



bir ders kitabıdır. Torunu Abdülhak b. Fazl-ı Hak tarafından şerhedilen eser



halde annesi Hayzürân'dan çekindiği için



Urduca'ya da çevrilmiştir. 2. Telhîşü'şŞifâ'. İbn Sînâ'nın eş-Şifâ3 adlı eserinin özetidir. 3. Âmednâme. Farsça'ya yeni başlayanlar için Farsça masdarlar hakkında bilgi veren bu küçük eserin Eved-



idarî görev vermedi. Daha sonra ise Fazl'ı



hâcibi idi. Ebû Ca'fer el-Mansûr, Abbâsî kabiliyetli Araplar'ı destekliyor ve onlaistiyordu. Bundan dolayı Rebî' b. Yûnus'u İlelhak tarafından hâcib tayin edildi. Hârûnürreşîd, Fazl b. Rebî'i çok takdir ettiği onun ölümüne kadar (173/789) kendisine devlet harcamalarıyla ilgili divanda görevlendirdi, ardından da hâcib tayin etti



lül 813), Fazl b. Rebî' ise kaçıp gizlendi. Ancak Bağdat halkı Me'mûn'un Merv'de h ü k ü m sürmesine ve ülke yönetimini Fazl b. Sehl ile Hasan b. Sehl'in eline bırakmasına şiddetle karşı çıkarak İbrâhim b. Mehdî'yi halife ilân etti (201/81617). Bunun üzerine Fazl b. Rebî' tekrar ortaya çıktı. İbrâhim b. Mehdî'nin halifeliği kısa sürünce Fazl bu defa Basra'da bulunan Yezîd b. Müneccâ el-Mühellebî'nin yanına kaçtı. M e ' m û n ' u n emriyle b ü t ü n malları müsâdere edildiyse de daha sonra affedilip parasının 360.000 dirhemi iade edildi. M e ' m û n ' d a n e m a n alarak Bağdat'a dönen Fazl'a hiçbir idarî görev verilmedi. Fazl b. Rebî' 207 (82223) veya 208 (823-24) yılında vefat etti.



(179/795-96). Bermekîler'in gözden düşt ü ğ ü 187 (803) yılında Yahyâ b. Hâlid el-



Bazı tarihçiler Emîn ile M e ' m û n arasındaki



274



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



mücadelenin,



aslında



idarede



FAZL b. SEHL A r a p n ü f u z ve otoritesinin h â k i m olma-



sebebiyle Vezir Yahyâ b. Hâlid el-Berme-



İrak, Fars, Ahvaz, Hicaz ve Y e m e n ' i n , ya-



sı için çalışan Fazl b. Rebî' ile y ö n e t i m -



kî'nin h u z u r u n a çıkmış, d a h a sonra ve-



ni b ü t ü n batı bölgelerinin idaresini kar-



d e İran geleneğini s ü r d ü r m e k



isteyen



zirin çevresiyle yakınlık k u r m u ş ve onla-



deşi H a s a n ' a v e r m e y e ikna etti. Devle-



M e ' m û n ' u n m ü s t a k b e l veziri Fazl b. Sehl



rın telkinleriyle m ü s l ü m a n olmuştu. Oğul-



tin ö n e m l i m a k a m l a r ı n a çoğunlukla İran-



a r a s ı n d a cereyan e t t i ğ i n i ve t a h t kav-



l a r ı n d a n Fazl ve H a s a n ' ı Yahyâ b. Hâ-



lılar'ı getirdi. A n c a k b u d u r u m



gasının altında b u gerçeğin yattığını söy-



lid'e t a k d i m etti. Zekâsı ve Farsça bilgi-



s u z l u k l a r a s e b e p oldu. Hz. Ali evlâdın-



huzur-



lerler. Fazl b. Rebî', Abbâsîler'in ilk döne-



siyle Yahyâ'nın dikkatini çeken Fazl, Ca'-



d a n E b û A b d u l l a h İbn T a b â t a b â ' n ı n is-



m i n e d a m g a s ı n ı vuran ileri g ö r ü ş l ü meş-



f e r b. Y a h y â el-Bermekî'nin



yanını yine aynı aileden M u h a m m e d



h u r devlet a d a m l a r ı n d a n biridir. Aynı za-



girdi. Bermekîler'in b e r t a r a f edilmesin-



M u h a m m e d ' i n isyanı t a k i p etti. -Bunlard a n d a h a tehlikelisi ise el-Cezîre'de Mu-



hizmetine Me'mûn'un



b.



m a n d a babası gibi k i t â b e t t e d e meşhur-



d e n sonra d a o n u n yerine



d u . İlim a d a m l a r ı n ı , e d i p ve şairleri hi-



hocası oldu. 1 9 0 ' d a (806) M ü s l ü m a n l ı ğ ı



d a r Arapları'nı e t r a f ı n a t o p l a y a n



m a y e ederdi. Ünlü dil â l i m i E b û Ubey-



k a b u l etti.



b. Şebes el-Ukaylî'nin isyanı oldu. Nasr



Nasr



ü z e r i n e g ö n d e r i l e n H e r s e m e b. A'yen'in



d e M a ' m e r b. M ü s e n n â , şair A s m a î , şair



H â r û n ü r r e ş î d , Râfi' b. Leys'in isyanını



Ebü'l-Atâhiye, mûsikişinas İshak el-Mev-



b a s t ı r m a k için 192 (808) yılında Hora-



b ü t ü n gayretlerine r a ğ m e n isyan bastı-



sılî, şair İbn M ü n â z i r ö n ü n meclislerinde



s a n ' a h a r e k e t e d e r k e n Fazl,



rılamadı. H e r s e m e ' n i n batı eyaletlerin-



Me'mûn'a



deki isyan ve h u z u r s u z l u k l a r ı n asıl se-



hazır b u l u n a n ü n l ü l e r a r a s ı n d a yer alır.



Bağdat'ta



Ebû Nüvâs başta o l m a k üzere birçok şair



r a s a n ' a g i t m e s i n i tavsiye etti. M e ' m û n



beplerini halifeye a ç ı k l a m a s ı n d a n



kendisini öven şiirler y a z m ı ş t ı r .



o n u n tavsiyesine uyarak b a b a s ı n d a n izin



n e n Fazl o n u n Merv'de i d a m edilmesini



alıp H o r a s a n ' a gitti. Halifenin 2 4



Mart



sağladı. B u n u n üzerine B a ğ d a t ' t a karı-



Ya'kübî, Târîh, II, 406, 429, 433, 434, 436,



8 0 9 t a r i h i n d e ö l ü m ü n d e n sonra Fazl b.



şıklıklar çıktı (816). Hasan b. Sehl'in bun-



442, 451, 454; Taberî, Târîh (Ebü'1-Fazl), bk.



Sehl'in M e ' m û n ü z e r i n d e k i etkisi d a h a



ları



indeks; Cehşiyârî, el-Vüzerâ"



da



kardeşi



b u l u n a n Halife M e ' m û n Hz. Ali evlâdın-



M e ' m û n ' u veliahtlıktan azletmesi iki kar-



d a n Ali er-Rızâ'yı veliaht tayin e t t i ğ i n i



d e ş a r a s ı n d a i k t i d a r m ü c a d e l e s i n e se-



bildirdi. İktidarın A b b â s î ailesinin elin-



b e p oldu. Aslında



Arap



d e n çıkması a n l a m ı n a gelen B a ğ d a t ' t a -



veziri



ki b u gelişmeler üzerine A b b â s î ailesi



BİBLİYOGRAFYA:



ue'Tküttâb, bk. İndeks; Merzübânî, Mu'cemü'ş-şu'arâ* (nşr. F. Krenkow), Kahire 1354 — Beyrut 1402/1982, s. 312; İbn Cinnî, Tefsîrü urcûzeti Ebî Nüuâs (nşr. M. Bchcct el-Escrî), Dımaşk 1 4 0 0 / 1 9 7 9 ; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks; İbnü't-Tıktakâ, el-Fahrî, s. 45, 177, 182, 204, 210, 212213, 215, 219, 232; İbn Hallikân. Vefeyât, IV, 37-40; Handmîr, Düstûru l-uüzerâ' (nşr. Saîd-i Nefîsî), Tahran 2535 şş, s. 57-63; Münşî, Nesâ'imu l-eshâr [nşr. Celâleddin Hüseyn-i Urmevî), Tahran 1337 hş., s. 18; D. Sourdel, Le Vizirat 'abbâside de 749 a 936, Damas 1959-60, I, 183194; a.mlf., "Al-Fadl b. a l - R a b f " , El 2 (İng.), II, 730-731; W. Muir, The Caliphate Its Rise, Decline and Fail, London 1984, s. 485, 487, 488, 498; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), V, 148; Mehmet Aykaç, Abbâsî Devleti'nin İlk Dönemi İdarî Teşkilâtında Dîuânlar 132-232/750-847 (doktora tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 24366, s. 55; Anvvar G. Chejne, "al-Fadl b. al-Rabı c a Politician of the Early A b b a s i d Period", IC, XXVI / 4 (1962), s. 237-244; Fazîletü'ş-Şâmî, "el-Fazl b. er-Rebî c ", el-Muerrihu'l-'Arabî, XXVIII, Bağdad 1986, s. 88-94; Fârûk Ömer Fevzî, "el-Fazl b. er-Rebî'", Mecelietü Külliyeti'l-âdâb, XX, Bağdad 1986, s. 185-204; K. V. Zettersteen, "Fazıl", İA, IV, 531-532; F. Gabrieli. "Amin", El 2 (İng.), I, 437. |—| m



F



OZAYDIN



n



arttı. Halife olan



zihniyetini



temsil



bu



Emîn'in,



mücadele,



eden



Emîn'in



Ho-



yatıştırması



beklenirken



çeki-



Merv'de



Fazl b. Rebî' ile İran zihniyetini t e m s i l



m e n s u p l a r ı ve devlet e r k â n ı



e d e n M e ' m û n ' u n veziri Fazl b. Sehl ara-



h i l â f e t t e n u z a k l a ş t ı r a r a k Halife Mehdî'-



Me'mûn'u



s ı n d a cereyan e t m i ş t i r . Fazl b. Sehl kar-



nin o ğ l u İ b r â h i m ' e b i a t ettiler (817). Fazl



deşi H a s a n ile birlikte b u



mücadelede



b. Sehl'in batı eyaletlerindeki b u geliş-



b a ş r o l ü oynayanlar a r a s ı n d a bulunuyor-



melerden Me'mûn'u haberdar etmemiş



d u . Nihayet M e ' m û n , Tâhir b. Hüseyin



o l m a s ı kuvvetle m u h t e m e l d i r . Bir tesa-



k u m a n d a s ı n d a k i o r d u s u n u n E m î n ' i n or-



d ü f s o n u n d a bu olayları öğrenen M e ' m û n



d u s u ile a r k a a r k a y a girilen iki s a v a ş t a



B a ğ d a t ' a d ö n m e y e k a r a r verdi ve 2 0 2



galip gelmesi üzerine Fazl'ın gayretleriy-



yılı o r t a l a r ı n d a (817 yılı sonu) M e r v ' d e n



le halifeliğini ilân etti. B ü t ü n d o ğ u eya-



ayrıldı. Y o l d a Fazl b. Sehl'e yazdığı mek-



letleri o n u n halifeliğini tanıdı. M e ' m û n ,



t u p t a o n a olan saygısını dile getiriyor,



b u başarıların elde edilmesinde en önem-



istediği h e r şeyi k e n d i s i n e



li rolü oynayan Fazl'ı



hiçbir teklifini geri çevirmeyeceğini bil-



"Zü'r-riyâseteyn"



vereceğini,



askerî



diriyordu (Ya'kübî, II, 451). Serahs'a ge-



h e m d e idarî yetkilerle d o n a t ı l d ı ğ ı için



lindiği z a m a n Fazl, halifenin dayısı Gâ-



vezirlik ve emirliği u h d e s i n d e t o p l a y a n



lib el-Mes'ûdî el-Esved, K o s t a n t i n



ilk idareci o l a r a k t a r i h e geçen Fazl b.



R û m î , Ferec ed-Deylemî, M u v a f f a k es-



Sehl'in b u



Saklebî ve Serrâc e l - H â d î m



unvanıyla vezir t a y i n etti. H e m



unvanı o d ö n e m d e



basılan



bir



er-



tarafından



p a r a l a r d a d a yer almıştır. B a ğ d a t ' ı n ele



büyük



ihtimalle



halifenin



geçirilip Emîn'in ö l d ü r ü l m e s i n d e n ve Ha-



hamamda



emriyle



öldürüldü



(2 Ş â b a n



s a n b. Sehl'in İrak'ın idaresini ele alma-



Ş u b a t 818). M e ' m û n katilleri yakalayıp



202/13



s ı n d a n sonra (813) b u paralar Mısır'a ka-



g e t i r e n e 10.000 d i n a r vereceğini v a a d



d a r b ü t ü n ü l k e d e t e d a v ü l e çıktı. Bir ki-



etti. A b b a s b. Heysem



t â b e d e Fazl b. Sehl'den " m ü d e b b i r u hu-



yakalayıp getirdiği



Zü'r-riyâseteyn Ebü'l-Abbâs



yûlihî" (halifenin atlarının yöneticisi) ve "sâ-



sırasında Fazl'ı halifenin emriyle öldür-



el-Fazl b. Sehl es-Serahsî



h i b ü da'vetihî" (onun propaganda reisi) un-



d ü k l e r i n i söyledilerse d e boyunları vu-



(ö. 2 0 2 / 8 1 8 )



vanlarıyla bahsedilmektedir. Sonuncu un-



ruldu.



FAZL b. SEHL - (



L



ABDÜLKERİM



k a l m a y ı p valisi o l d u ğ u



y. J - ^



1



)



Abbâsî Halifesi Me'mûn'un vezirlerinden.



ed-Dîneverî'nin



katiller,



sorgulama



van vezire Şiî kitlesini k a z a n m a k için veFazl b. Sehl'in öldürülmesiyle İranlı un-



rilmiş olmalıdır.



surlar iktidarı k a y b e t m i ş , b u



J Emîn'e



karşı



girişilen



mücadeleden



ise Me'-



m û n ' u n politikasında ö n e m l i değişiklik-



doğdu.



s o n r a iktidarı t a m a m e n eline a l a n Fazl



lere yol açmıştır. Veliaht Ali e r - R ı z â ' n i n



İran asıllı bir Z e r d ü ş t î olan b a b a s ı Sehl



b. Sehl, h e n ü z yirmi sekiz y a ş ı n d a olan



T û s ' t a ö l ü m ü (203/818), B a ğ d a t ' t a Me'-



Horasan'ın



Serahs



şehrinde



b. Z e d â n f e r û h K ü f e y a k ı n ı n d a Sâbernî-



Halife M e ' m û n ü z e r i n d e b ü y ü k bir nü-



m û n ' u n t e k r a r halife o l a r a k t a n ı n m a -



t â k ö y ü n d e o t u r m a k t a y d ı . Sehl bir d a v a



f u z k u r d u . Halifeyi Merv'de k a l m a y a ve



sını s a ğ l a m ı ş , Fazl'ın t e s i r i n d e n



kurtu-



275



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAZL b. SEHL lan Halife Şîa'yı ve İranlı u n s u r l a r ı des-



ve birbirlerinin a n n e l e r i n c e emzirilerek



m ü ş t ü . Bermekîler'in g i d e r e k a r t a n nü-



t e k l e y e n t u t u m u n d a n v a z g e ç e r e k dev-



s ü t kardeşi oldukları rivayet edilir. Tahsi-



f u z l a r ı n d a n r a h a t s ı z olan halife, h a c dö-



let idaresinde Türkler'e yer vermeye baş-



lini H â r û n ile birlikte t a m a m l a m ı ş t ı r .



n ü ş ü n d e E n b â r y a k ı n ı n d a k i U m r ' d a ko-



lamıştır.



H â r û n ü r r e ş î d halife olunca ( 1 7 0 / 7 8 6 )



n a k l a d ı ğ ı sırada Ca'fer b. Yahya'yı i d a m



Fazl b. Sehl kısa s ü r e n vezirliği sıra-



Y a h y â b. Hâlid'i vezir tayin etti, Fazl'ı d a



ettirdi (1 Safer 1 8 7 / 29 Ocak 803). Baba-



s ı n d a son derece otoriter, k e n d i s i n e ve



o ğ l u E m î n ' i n e ğ i t i m ve ö ğ r e t i m i y l e gö-



sı Y a h y â ile k a r d e ş i Fazl ise h a p s e atıla-



b a ş k a l a r ı n a karşı acımasız,



menfaatle-



revlendirdi. Bu d ö n e m d e m e r k e z î idare-



r a k b ü t ü n malları m ü s â d e r e edildi. Fazl



rini ö n p l a n d a t u t m a y a n bir kişi o l a r a k



d e b a b a s ı n ı n en ö n e m l i yardımcısı olan



altı yıl k a d a r hapiste kaldı. Bu sırada felç



t a n ı n m ı ş t ı r . M e ' m û n o n u k ı z l a r ı n d a n bi-



Fazl, E m î n ' i n birinci sırada veliaht tayin



o l d u ve H â r ü n ü r r e ş î d ' i n ö l ü m ü n d e n kı-



riyle evlendirmek istemiş, a n c a k Fazl bu-



edilmesinde de önemli



sa bir s ü r e ö n c e M u h a r r e m 193'te (Ka-



nu kabul etmemiştir. M e ' m û n ' u n



ilmî



Fazl 1 7 5 ' t e (791) isyan e d e n Y a h y â b.



faaliyetlere verdiği ö n e m i n t e m e l i n d e iyi



A b d u l l a h ile m ü c a d e l e y e m e m u r edildi.



Fazl b. Yahyâ Bermekî ailesinin en mü-



y e t i ş m i ş k ü l t ü r l ü bir vezir o l a n



Hz. Ali e v l â d ı n d a n olan Y a h y â , H o r a s a n



s a m a h a l ı üyesiydi. H o r a s a n valiliği sıra-



ve M â v e r â ü n n e h i r ' d e k i şehirlerde d ö r t



s ı n d a y a p t ı ğ ı i m a r çalışmaları ve t a r ı m



b e ş yıl s a k l a n d ı k t a n s o n r a Deylem'e gi-



a l a n ı n d a k i faaliyetleri sayesinde herke-



d e r e k A b b â s î Halifeliği'ne karşı isyan et-



sin sevgisini k a z a n m ı ş t ı .



m i ş t i . 5 0 . 0 0 0 kişilik bir o r d u ile h a r e k e t



l â m ve h â t e m ü ' l - k i r â m " lakabıyla anılan



Fazl'ın



b ü y ü k payı vardır. BİBLİYOGRAFYA: Halîfe b. Hayyât, et-Târîh (Ömerî), s. 509; Ya'kübî, Târîh, 11, 438, 451; Taberî, Târîh (de Goeje), 111, 709, 771-773, 778-794, 802-805, 808, 830, 841, 925, 977, 997, 1013, 1025-1027; Cehşiyârî, el-Vüzerâ 3 ue'l-küttâb, s. 285-408; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb (Meynard), VI, 424, 438; VII, 2-3, 61; İbn Bâbeveyh, c U y û n ü ahbari'r-Rızâ (nşr. Mehdî el-Hüseynî), Kum 1377, U, 154-159; Merzübânî, Mu'cemuş-şu'arâ3 (nşr. F. Krenkow), Kahire 1354 — Beyrut 1402/1982, s. 313; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XII, 339-343; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, VI, 197, 207, 223-234, 239, 256, 257, 302, 313-315, 326, 346, 347, 357359; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 41-44; Nüveyrî, îiihâyetü'l-ereb, XXII, 208-210; Hândmîr, Düstûru l-uüzerâ' (nşr. Saîd Nefîsî), Tahran 2535 şş., s. 61-67; Ahmed Zekî Safvet, Cemheretü resâ'ili'l-'Arab fî cuşûri'l-'Arabiyyeti'z-zâhire, Beyrut, ts. (el-Mektebetü'l-tlmiyye), IV, 388-389; D. Sourdel, Le Vizirat 'abbaside de 749 a 936, Damas 1959-60, I, 196-213; a.mlf., "al-Fadl b. Sahi", El 2 (Fr.), II, 749-750; Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ue Türkler, İstanbul 1976, s. 6265; W. Muir, The Caliphate, London 1984, s. 484, 492, 494, 496-497; W. Madelung, " N e w D o c u m e n t s C o n c e r n i n g a l - M a ' m ü n , al-Fadl b. Sahi and c Alî al-Rıdâ", Religious and Ethnic Mouements in Medieual İslam, London 1992, s. VI/333-346; Mehmet Aykaç, Abbâsî Deuleti'nin İlk Dönemi İdarî Teşkilâtında Dîuânlar 132-232/750-847 (doktora tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 24366, s. 55; K. V. Zettersteen, "Fazıl", İA, IV, 532. m I®



HAKKI DURSUN



YILDIZ



rol o y n a m ı ş t ı r .



Fazl â l i m ve şairlerle ilgilenir, özellikle



d u ve savaşa g i r m e d e n önce g ö r ü ş m e l e r



şairleri h i m a y e ederdi. R a m a z a n ayı bo-



yoluyla Yahyâ'yı t e s l i m o l m a y a i k n a et-



yunca camilerde kandil y a k m a



ti. Bu başarı o n a H o r a s a n valiliğini ka-



b a ş l a t a n kişinin Fazl o l d u ğ u rivayet edil-



z a n d ı r d ı (176/792). Fazl b. Y a h y â vergi-



mektedir.



leri d ü z e n l i bir şekilde t o p l a t a r a k eyalet i n gelirinin a r t m a s ı n ı sağladı. Bu paralarla Belh'te su kanalları a ç t ı r d ı ; camiler, r i b â t l a r ve kervansaraylar inşa ettirdi. O n u n yaptırdığı camilerin b a ş ı n d a B u h a r a C u m a Camii g e l m e k t e d i r . Fazl b. Y a h y â , H o r a s a n valiliği sırasınd a yalnız i m a r ve z i r a a t s a h a l a r ı n d a değil askerî a l a n d a d a başarılı o l m u ş t u r . M e ş h u r t a b i p B u h t î ş û ' b. Curcîs'in torun u İ b r â h i m b. Cibrâîl'in



kumandasında



Kâbil üzerine bir ordu g ö n d e r d i . İ b r â h i m Kâbil y a k ı n ı n d a k i



Şahbahâr'ı



zaptede-



rek bol m i k t a r d a esir ve g a n i m e t ele geçirdi. Diğer bir ordu d a Üsrûşene'ye karşı g ö n d e r i l e r e k h ü k ü m d a r ı i t a a t e mecb u r edildi. H o r a s a n ' d a İranlılar'dan kuvvetli bir o r d u teşkil edildi. Taberî'ye göre b u o r d u n u n sayısı 5 0 0 . 0 0 0 kişi idi. Bu r a k a m ı n m ü b a l a ğ a l ı o l d u ğ u açıktır. B u n l a r ı n 20.000'i B a ğ d a t ' a



gönderildi.



life t a r a f ı n d a n ilgiyle karşılandı. Baba-



FAZL b. ŞÂZÂN



sı Y a h y â H â r û n ü r r e ş î d ile b e r a b e r 181



(bk. İBN ŞÂZÂN en-NÎSÂBÛRÎ).



L



(797) yılında hacca gidince o n a v e k â l e t etti. H o r a s a n valiliği sırasında kant'taki



FAZL b. YAHYÂ el-BERMEKÎ



(



Ji



)



bir k â ğ ı t



Semer-



imalâthanesini



imalâthanesinin



kurulmasını



(ö. 1 9 3 / 8 0 8 )



J



BİBLİYOGRAFYA:



IA1



r



idarî



g ö r e v l e r i n d e n azledilmiş (Elr., İli, 898),



L



yalnız E m î n ' i n hocası o l a r a k



r



kalmıştır.



B u n a r a ğ m e n özellikle E m î n ' i n



annesi



Z ü b e y d e ' n i n d e s t e ğ i sayesinde merkez-



zir Y a h y â b. Hâlid'in b ü y ü k o ğ l u d u r . Hâ-



H â r û n ü r r e ş î d oğullarını, vezirini ve oğul-



r û n ü r r e ş î d ' d e n bir h a f t a ö n c e d o ğ d u ğ u



larının hocalarını d a b e r a b e r i n d e götür-



YILDIZ



FAZLÎ, Kara (bk. KARA FAZLI).



FAZLİYYE Mu'tezile âlimlerinden Fazl er-Rekâşî'nin görüşlerini benimseyenlere verilen ad



2 3 Zilhicce 148 (19 Şubat 766) tarihinde 1 8 6 (802) yılında t e k r a r hacca g i d e n



HAKKI DURSUN



( 2-LüîI )



deki itibarı d e v a m ediyordu. Medine'de d o ğ d u . Bermekî ailesinden Ve-



âdetini



Ya'kübî, Târîh, II, 407-408, 426, 429; Taberî, Târîh (de Goeje), III, 599, 610-613, 631-637, 645, 647, 679, 733; Cehşiyârî, el-Vüzera' ue'lküttâb, s. 175, 230, 231, 232, 234, 281; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb (Meynard), III, 377, 384; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, VI, 106, 122, 125, 140, 145, 146, 152, 161, 176, 178, 210, 215; İbnü't-Tıktakâ, el-Fahrî, s. 193-194, 201-204; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 27-36; Hândmîr, Düstûru l-uüzerâ3 (nşr. Saîd-i Nefîsî), Tahran 2535 şş., s. 41, 46, 48, 53, 55; L. Bouvat, Les Barmecides, les auteurs arabes et persons, Paris 1912, s. 57-67; D. Sourdel, Le Vizirat 'abbaside de 749 a 936, Damas 1959-60, I, 144-148, 155; a.mlf., "alFadl b. Y a h y â al-Barmakî", El 2 (Fr ), II, 750; a.mlf. - W. Barthold, "al-Barâmika", El 2 (Fr ), I, 1064-1067; M. A. Shaban, Islamic History, Cambridge 1976, II, 31, 33-34, 36; Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ue Türkler, İstanbul 1976, s. 38, 40, 92; a.mlf., "Bermekîler", DİA, V, 518-519; Barthold, Türkistan, s. 114, 218, 219; W. Muir, The Caliphate, London 1984, s. 460, 472, 476, 478; W. Madelung. " A b ü Ishâq al-Şâbi on the Alids of Tabaristân a n d Gilân", Religious and Ethnic Mouements in Medieual İslam, London 1992, s. VII/28; Mehmet Aykaç, Abbâsî Deuleti'nin İlk Dönemi idarî teşkilâtında Dîuânlar 132-232/750-847 (doktora tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 24366, s. 93; K. V. Zettersteen, "Fazıl", İA, IV, 532-533. m



örnek



178 (794-95) yılında



sağladı. Fazl 1 8 3 ' t e (799) b ü t ü n



b. Hâlid el-Bermekî



Hârûnürreşîd devrinin önemli devlet adamlarından.



kâğıt



alarak Bağdat'ta



Ebü'l-Abbâs el-Fazl b. Yahyâ



"HâtimüT-İs-



e d e n Fazl Rey y a k ı n ı n d a k a r a r g â h kur-



1 7 9 ' d a (795) B a ğ d a t ' a d ö n e n Fazl ha-



r



sım 808) R a k k a ' d a v e f a t etti.



L



276



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



(bk. MU'TEZİLE).



FAZLULLAH-l HURÛFÎ F



n



FAZLİYYE ( slüll )



Rifâiyye tarikatının Cemâleddin Muhammed b. Fazlullah el-Hindî el-Burhâııpûrî'ye (ö. 1029/1620)



nisbet edilen bir kolu



n



FAZLİYYE (ıi^iiı)



Hâricîler'in kollarından Sufriyye'ye bağlı bir grup (bk. SUFRİYYE).



l



r



II, 1132) Bağdatlı İsmâil Pa-



maya karar verip zahmetli bir yolculuk-



şa onun nisbesini Esterâbâdî, Tebrîzî ola-



t a n sonra İsfahan'a ulaştı ve dört ay sü-



rak iki şekilde verir. Rızâ Kulı Hidâyet'e



reyle buradaki bir kervansarayda kaldı.



göre Fazlullah aslen Meşhedlidir (Rlyâ-



G ö r d ü ğ ü bir rüya üzerine hac niyetiyle



zü'l- cârifTn, s. 353). M u h a m m e d Ali Mü-



yola çıktı; önce Tebriz'e gitti. Burada Ce-



derris (Reyhânetü 7 - edeb, VI, 218) ve Mu-



lâyirli Sultan I. Üveys'in o n u n sohbetle-



h a m m e d Ali Terbiyet de ( Dânişmerıdân-ı



rine devam ettiği, Fazlullah'ın ona bir



Azerbaycan,



(bk. RİFÂİYYE).



;



fü'z-zunûn,



n



FAZLULLAH-ı HURÛFÎ



s. 376) o n u n Meşhedii oldu-



derviş külahı verdiği, Vezir Zekeriyyâ ve



ğ u n u söylemişlerdir. Halbuki Fazlullah'ın



Sâhibisadr Şeyh Hoca'nın onun dostları



Nevmnûme



arasına katıldığı rivayet edilir. Tebriz'de



'sinde kendinin Esterâbâdlı



o l d u ğ u n u açıkça bildirdiği kaydedilmek-



Esterâbâdlı bir kızla evlendi. Daha son-



tedir (Gölpınarlı, Hurûftlik



Metinleri Kata-



ra Hârizm'e (760/1359), b u r a d a n da İs-



logu, s. 4). Halifesi Ali el-A'lâ da Tevhîd-



fahan'ın güneyinde bulunan Semîrem'e



nûme



giderek orada itikâfa çekildi. Bir süre



adlı eserinde aynı bilgiyi tekrar



ettiğine göre yukarıda adı geçen müel-



ibadetle m e ş g u l olduktan sonra tekrar



liflerin verdiği farklı bilgi d o ğ r u olmasa



yola koyulan Fazlullah rivayete göre, "Ey



gerektir. Halifelerinden Mîr Şerif o n u n



Fazl, gez ve g ö r ! " diye bir ses d u y m u ş ,



seyyid o l d u ğ u n u



söyleyerek şeceresini



ardından birden bire karşısında sekizin-



vr. 78a vd.). Bu-



ci i m a m Ali er-Rızâ'nin belirdiğini gör-



na göre babasının adı Bahâeddin Ha-



m ü ş t ü r . Bu olay o n u n Şîa'ya olan ilgisi-



verir (Beyânü



( JjLT- ^ J " ^ ) Fazlullah b. Seyyid Bahâiddîn el-Esterâbâdî (ö. 7 9 6 / 1 3 9 4 )



Hurûfîlik fırkasının kurucusu. 740'ta (1340) Hazar denizinin güney-



l-vâki',



san olup soyu yedinci i m a m M û s â el-



ni arttırdı. Mekke'ye gitmeyi düşünür-



Kâzım'm oğlu Seyyid Ca'fer'e ulaşır. Ba-



ken b u n d a n vazgeçip Meşhed'e gitme-







Muhammed



ye karar verdi ve b u r a d a bir süre iba-



el-Yemânî'nin nisbesinden hareketle, Ye-



detle m e ş g u l olduktan sonra Mekke'ye



araştırmacılar,



dedesi



m e n ' i n III. (IX.) yüzyılın sonlarından iti-



gitti. Hac d ö n ü ş ü Hârizm'e uğradı. Hâ-



baren



rizm'de iken bir gece tasavvufta istediği



Bâtınîliğin



önemli



merkezlerin-



d o ğ u s u n d a k i E s t e r â b â d şehrinde doğ-



den



aile-



yere gelemediğini d ü ş ü n e r e k o gece d e



du. Hayatı hakkında bilgi veren en eski



nin Bâtınîlik'le ilgisi olabileceğine dikkat



biri o l d u ğ u n a ve dolayısıyla



f ü t u h a t olmazsa tasavvufî hayattan vazgeçmeye karar verir. Rüyasında kendisini



ed-Dürerü'l-



çekmişlerdir. Ancak babasının, tarih bo-



adlı eserinden naklen Se-



yunca S ü n n î o l m a niteliğini koruyan ve



Esterâbâd'daki evinin bahçesinde g ö r ü r



h â v î o n u n künyesini Fazlullah Ebü'l-Fazl



b u n u n için " D â r ü l m ü ' m i n î n " diye anılan



ve burada beklediği f ü t u h a t gerçekleşir.



el-Esterâbâdî el-Acemî şeklinde kaydet-



Esterâbâd'da kâdılkudâtlık görevinde bu-



t i k t e n sonra adının A b d u r r a h m a n oldu-



lunması bu ihtimali zayıflatmaktadır.



kaynaklardan Makrîzî'nin



'uküdi'l-ferîde



ğ u n u , ancak Seyyid Fazlullah-ı Helâlhor diye tanındığını ve 804'te (1401-1402) öld ü r ü l d ü ğ ü n ü söyler ( ed-Dav'ul-lâmi c, VI,



Fazlullah'ın



hayatının ilk d ö n e m i



Abdülbâki Gölpınarlı, bir Seyyid Nesîm î divanının içinde b u l u n a n (İÜ Ktp., FY,



ve



nr. 448, vr. 114 b -115 b ), Fazlullah'a ait ol-



ö ğ r e n i m d u r u m u hakkında Hurûfî kay-



d u ğ u n u söylediği on altı beyitlik mesne-



naklarında yeterli bilgi yoktur. Halifele-



viden hareketle Fazlullah'ın "merd-i ma'nâ, kutb-i â l e m " gibi ifadelerle övülen



174). Aynı müellif başka bir yerde on-



rinden Seyyid İshak-ı Esterâbâdrnin ver-



dan Tebrizli diye bahsederek künyesini



diği bilgiye göre on sekiz yaşında iken



Şeyh Hasan adlı bir bâtınî sûfîye intisap



Fazlullah b. Ebû M u h a m m e d et-Tebrîzî



bir dervişten dinlediği Mevlânâ Celâled-



ettiğini, Faziullah'ı Hurûfîliğe yönlendi-



şeklinde verir ve bid'atçı o l d u ğ u n u bil-



dîn-i R û m î ' n i n , "Bekaya sahip o l d u ğ u n



renin d e bu kişi o l d u ğ u n u ileri sürmüş-



dirir (a.e., VI, 173). İbn Hacer el-Askalâ-



halde ö l ü m d e n



t ü r . Ancak Hurûfî kaynaklarında böyle



ne endişe ediyorsun /



nî de m u h t e m e l e n Sehâvî'den aldığı bu



Hudânın n u r u n a sahipken neden mağa-



bir bilgiye r a s t l a n m a m a k t a d ı r . Fazlullah



ikinci rivayeti tekrarlar ( İ n b â ' ü ' l - ğ u m r ,



rada gizleniyorsun" a n l a m ı n d a k i beyti-



d a h a sonra Hârizm'den ayrılıp önce Ho-



V, 46). Kâtib Çelebi Fazlullah'ın Esterâ-



nin gerçek mânasını hocası Kemâleddin'e



rasan'a, oradan d a İsfahan'a geçti; Tok-



b â d halkından olduğunu belirtirken (Keş-



sormuş, hocası da b u n u n ancak ibadet,



cı mahallesi mescidinde i k a m e t etmeye



Hurûfîler'e göre



riyâzet, aşk ve cezbeyle anlaşılabileceği-



başladı (772/1370-71). Burada rüyaları



ni söylemişti. Seyyid İshak, Fazlullah'ın



yorumlamasıyla t a n ı n a n Fazlullah devri-



756'da (1355) g ö r d ü ğ ü bir rüya ile ken-



nin ünlü âlimlerini çevresinde toplama-



disine rüya y o r u m u bilgisinin Hz. Pey-



yı başardı. Âlimler, vezirler, kadılar ve



g a m b e r t a r a f ı n d a n verildiğini ileri sü-



yöneticiler d e dahil o l m a k üzere b ü t ü n



Fazlullah'ın



rer. Bu d u r u m d a Fazlullah'ın tasavvufî



halk rüyalarını tabir e t t i r m e k için ona



insan



hayatla ilgisi Seyyid İshak'ın



söylediği



gelmeye başladı. Halifesi Seyyid İshak,



yüzündeki



gibi on sekiz yaşında değil d a h a önce



774 yılı Ramazan ayında (Mart 1373) Faz-



tecellisini



başlamış olmalıdır. Fazlullah b u n u n üze-



lullah'a şer'î h ü k ü m l e r i te'vil e t m e bilgi



müsennâ yazı



rine dünya nimetlerinden vazgeçip ken-



ve yetkisinin verildiğini kaydeder. 775'-



(Kemal



dini ibadete verdi. Üzerindeki pahalı el-



t e t e k r a r hacca giden Fazlullah muhte-



biseleri çıkarıp çobanlar gibi



melen Tebriz yoluyla İran'a d ö n d ü . 7 7 6



anlatan



Samancıgil, Bektaşîlik Tarihi, istanbul 1945, s. 161)



keçeden



elbiseler giydi. Bir süre d a ğ l a r d a yaşa-



(1374 -75) yılında Tebriz'de bir rüya gör-



dı. Daha sonra yaya olarak seyahate çık-



d ü ğ ü n ü ileri s ü r d ü . Bu rüyaya göre Hz.



277



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAZLULLAH-l HURÛFÎ Âdem, Hz. îsâ ve Hz. Muhammed Allah'ın



Faziullah'ın idam edilmesine ve mü-



yedi harf bulunmadığı gibi kadının yü-



halifeleri, kendisi ise mehdî ve mesîhtir;



ridleri hakkında sıkı bir takibata geçil-



zünde de baba hatları yoktur. Bu sebep-



peygamberlerin ve velîlerin sonuncusu-



mesine r a ğ m e n halifeleri sayesinde bu



le Fâtiha'ya "ümmü'l-kitâb" denilmiştir.



dur. Böylece nübüvvetle velâyet kendi-



fırka taraftar kazanarak gittikçe güçlen-



Kur'an'ın sırrı yirmi dokuz sûrenin ba-



sinde zuhur etmiş ve ulûhiyyet devri



m i ş ; böylece Hurûfîlik doğuda Hindis-



şında bulunan h u r û f - ı



başlamıştır. Bu rüyayı açıkladıktan son-



tan'a kadar yayılmış, batıda ise Faziul-



dır. Bunların t a m a m ı on dört harften



ra Tebriz ulemâsı tarafından tekfir edi-



lah'ın başhalifesi Ali el-A'lâ'nın gayret-



ibarettir. Bu harfler söylendiği gibi ya-



len Fazlullah bunun üzerine İsfahan'a gi-



leriyle Anadolu'ya geçerek güçlü tesirini



zılırsa sayı on yediye çıkar. Bu on yedi



mukattaa*da-



derek bir mağarada inzivaya çekildi (778/



asırlar boyunca Anadolu ve Rumeli top-



harfe " m u h k e m â t " denir. İnsan g ü n d e



1376). Vefat e t m e k üzere olan bir dervi-



raklarında diğer tarikatlara sızarak gös-



farz olarak on yedi rek'at namaz kılar.



şini ziyarete gittiği bir gün derviş ona



termiştir. Türk edebiyatının ünlü siması



M u h k e m â t buna işarettir. On yedi har-



artık zuhur e t m e zamanının



Seyyid Nesîmî de Faziullah'ın Anadolu'-



fin dışındaki on bir harfe "müteşâbihât"



daki halifelerindendir.



denir. Seferî birinin kıldığı on bir rek'at



geldiğini,



Tebriz'de iken g ö r d ü ğ ü rüyanın



buna



Rüya yoluyla gerçeği bulduğuna ina-



namaz da müteşâbihât sayısıncadır. Bun-



olarak tanıyan ve tanıtan Faziullah'ın çev-



nan Fazlullah âyet ve hadisleri kendi ge-



ların toplamı yirmi sekiz eder. Fazlullah



resinde Fahreddin, Celâl-i Burücîrdî, Faz-



liştirdiği te'villerle açıklayarak fırkasını



böylece b ü t ü n dinî hükümleri yirmi se-



lullah-ı



kurmuş, mensupları onu Allah'ın zuhu-



kiz ve otuz iki sayısına tatbik edip bu



delil olduğunu söyledi. Kendisini mehdî



Horasânî, Abdullah-ı



İsfahânî,



harflerin



insanda



da olduğunu



kabul



Nâyinli ve Reştli iki kişi ve Hurûfî müel-



ru olarak g ö r m ü ş ve eseri



liflerinden Mîr Şerîf'ten ibaret yedi kişi



me'yi ilâhî kitap saymışlardır. Fazlullah,



eder. Fazlullah'a göre ilâhî feyze ancak



toplandı. Bunlar Fazlullah'a ilk inanan-



Bâtınîler'in te'vil metotlarıyla harflerin



rüya



lardır. Daha sonra Tebriz'den ayrılıp Gî-



değerini ve sayılarla olan münasebetini



Hakk'ı g ö r m ü ş olur" anlamındaki hadis



lân ve Damgan'a giden Fazlullah son za-



belirleyerek dinî emir ve mükellefiyetle-



(Buhârî, "Ta'bîr", 10; Müslim, "Rü'yâ". İ D



manlarını Bâküye'de geçirdi. Damgan'da



ri Arap ve Fars alfabelerindeki harflere



ilâhî feyiz kapısının açık olduğunu gös-



gördüğü bir rüya üzerine Timur'u "âyîn-i



irca etmiştir. Kur'an dili olan Arapça'da



termektedir. Fazlullah kendisinin



cedîd" dediği görüşlerine davet etti. An-



yirmi sekiz, Farsça'da otuz iki harf vardır.



feyzi rüya ile keşfetmeye başladığını, hiç-



cak fikirleri şeriata aykırı görüldüğün-



Farsça'daki dört fazla harfin ( ^ j g v )



bir resule vahiy ve ilham yoluyla açıklan-



den Timur tarafından tutuklanması em-



yerine Arapça'da lâmelif ( ^ ) bulunmak-



mayan hakikat ve esrarın kendisine rü-



redildi. Semerkant'ta ulemâ ve fukahâ



tadır. Bu harf o k u n d u ğ u gibi yazılırsa



ya yoluyla âşikâr olduğunu iddia eder.



ile bir toplantı yapan Timur verilen fet-



dört harf eder ( ^ F 1 J ). İnsanın yüzün-



Rüya tabirlerindeki kabiliyeti daha yir-



va uyarınca onun idamına hükmetti. Ti-



de iki kaş, dört kirpik ve saçtan ibaret



mi beş yaşında iken onu üne kavuştur-



m u r ' u n oğlu Mîrân Şah tarafından ya-



yedi siyah h a t mevcuttur. İnsan bu yedi



muş, kırk yaşına gelmeden Kur'ân -i Ke-



kalanan Fazlullah Alıncak Kalesi'nde hap-



Câvidânnû-



yoluyla



ulaşılabilir.



"Beni



gören



ilâhî



hatla doğduğu için bunlara "hutût-ı üm-



rîm'deki hurûf-ı mukattaanın



sonunda



miyye" (anne hatları) denir. Bunlar "hal"



ç ö z d ü ğ ü n ü ileri sürmüş, daha sonra bu



Şirvan Emîri Şeyh İbrâhim'in kadısı Ba-



ve "mahal" yani hatlar ve yerleri bakı-



harflerin özelliklerini göz önünde bulun-



yezid'in fetvası ile 796'da (1394) Alıncak



mından hesaplanınca on dört sayısına



durarak Hurûfîler'ce Kur'an'ın bir çe-



sedildi; yapılan muhakemesi



Câvidânnâme



sırlarını



ulaşılır. Erkekte ergenlik çağında beli-



şit tefsiri sayılan



ip bağlanarak cesedi çarşı



ren yedi hat daha vardır. Bu hatlar yü-



eserini kaleme almıştır. Kur'an'ın ger-



ve pazarda dolaştırıldıktan sonra men-



zün sağ ve sol yanlarında iki bıyık, iki



çek mânasının ancak kendisi tarafından



supları tarafından defnedildi. Bazı Hu-



sakal, iki burun hattı, bir de d u d a k al-



anlaşıldığına



inandığı için kendisinden j J d l " (Kitaptan bir ilmi



Kalesi'nde boynu vurularak idam edildi. Ayaklarına



adlı



tındaki hattan oluşur ve bunlara da "hu-



" sjKJI y, pk



zat Mîrân Şah'ın eliyle uygulandığını ve



tût-ı ebiyye" (baba hatları) denir. Bu hat-



olan kimse, en-Neml 27/40) diye bahset-



kullanılan kılıcın Faziullah'ın



müridleri



lar da hal ve mahal itibariyle toplanınca



miştir (Aksu, a.g.e., s. 110), Fazlullah, "Bu



tarafından altınla kaplandığını, tâzimle



on dört sayısı elde edilir. Böylece anne



Allah'ın fazlıdır" (el-Mâide 5 / 5 4 ) ; "Bu



ö p ü l d ü ğ ü n ü kaydederler (Emîr Gıyâsed-



ve baba hatlarının toplamı yirmi sekize



rabbimin fazlındandır" (en-Neml 27/40)



din, vr. 6 b ). Yine bundan dolayı aynı kay-



ulaşır, bu sayı ise Kur'an'ın yirmi sekiz



meâlindeki âyetlerde olduğu gibi Kur'an'-



naklarda Mîrân Şah'ın ismi "Mâr Şâh"



harfine tekabül eder. Saç ve d u d a k al-



da geçen b ü t ü n



veya "Mârân Şâh-ı Pelîd" diye yazılır (Ak-



tındaki hatların ortadan ikiye ayrılması



kendisinin kastedildiğini, insan yüzün-



su, Amir Gıyaş al-DIrı Muhammed al-As-



ile elde edilen dört hat yirmi sekize ek-



de de "fazl" ( J ^ 4 ) isminin okunduğu-



tarabadl ue İstiva-Mama'si, s. 218).



lenince anne ve baba hatlarının toplam



nu ileri sürmüştür.



rûfî eserleri, Faziullah'ın cezasının biz-



Alıncak'a gömülen Faziullah'ın kabri, idam edilmesinden altı yıl sonra başhalifesi Ali el-A'lâ ile Seyyid Mûsâ ve ar-



sayısı hal ve mahal itibariyle otuz ikiye



Câvidânnâme'nin yazıldığı otuz iki harfe karşılıktır. ulaşmış olur ki bu sayı



"fazl"



kelimelerinden



Fazlullah-ı Hurüfî, bâtınî inançların kök saldığı İran'da fikirlerini bu bâtınî metotlarla k u r m u ş ; fikren bağlı bulundu-



kadaşları tarafından yaptırılmıştır. Me-



Fâtiha sûresi Kur'an'ın özüdür ve ye-



ğu, bâtınî şeyhlerinden olan ve Serbedâ-



zarın yanında hazırlanan iki kabirden



di âyettir; yedi de adı vardır. Bu sûre



rîler'le Horasan'da isyan ve ihtilâllere ka-



birine Seyyid Mûsâ'nın g ö m ü l m e k istedi-



yüzdeki yedi anne hattına karşılıktır ve



rışan Şeyh Hasan-ı Cürîile (ö. 743/1342-



ği rivayet edilir. Alıncak Faziullah'ın idam



Fâtiha o k u n d u k t a n sonra elin yüze sü-



43) onun halifelerinin tesiri altında kök-



edildiği yer olması sebebiyle Hurûfîler'ce



rülmesi buna işarettir. "Âmin" denirse



leşmiş akîdelere dayanarak inançlarını



"Maktelgâh" diye anılmış (Aksu, a.g.e., s.



sûre sekiz âyet olur. Sünnet uyarınca saç



yaymaya çalışmıştır. Faziullah'ın asıl mak-



217) ve Hurüfîler'in kâbesi olarak kabul



da ortadan ikiye ayrılırsa baba hatları



sadının İslâm kültür ve medeniyetinin



edilmiştir.



sekiz olur. Fâtiha sûresinde Arapça'daki



İran'daki etkisini kırmak olduğu, bâtınî



278



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FAZLULLAH-l HURÛFÎ d ü ş ü n c e l e r e d e b u n u n için b a ş v u r d u ğ u



irdir. Müellif, rüya yoluyla kendisine gös-



nr. 152, vr. 7 8 a - 8 1 a ; E m î r Gıyâseddin,



ö n e s ü r ü l m e k t e d i r . N i t e k i m b u t e m e l fi-



terildiğini ileri s ü r d ü ğ ü



Millet Ktp., Ali Emîrî, FY, nr. 825, vr. 6 " ; Mu-



kir, a r t ı k A r a p devrinin bittiğini, A c e m



ve sırlarla b u n l a r ı n tabirlerini b u eserde



devrinin



başladığını



Acem kültürünün



belirten,



tekrar



böylece



bazı



gerçekler



bir araya getirmiştir. Nevmnâme'de



h a m m e d İ ş k u r t Dede, Şalâtnâme,



Mektûb,



Millet Ktp.,



Ali Emîrî, FY, nr. 1043, vr. 5 1 a ; Hoca İshak Efen-



ay-



di, Kâşifu l-esrâr ve dâfi'u'l-eşrâr,



İstanbul 1291,



canlanmasını



rıca Fazlullah'ın g e r e k r ü y a s ı n d a gerek-



s. 3-4; Mîr Fâzılî, Risâle,



i s t e m e k o n u s u n d a d a h a istekli olan ve



se seyahatleri e s n a s ı n d a g ö r d ü ğ ü yer-



FY, nr. 9 9 0 , vr. 6 3 a ; Mecmu



Fazlullah'tan ayrılarak Hurûfîliğin bir şu-



lerin adları, rüyaların tarihleri ve çağda-



Emîrî, FY, nr. 1039, vr. 9 2 a ; Nesîmî, Diuan,



besi d u r u m u n d a k i



kuran



şı olan kişilerin, dostlarının, devrin ileri



M a h m û d - i M e r d û d ' d a (Matrûd) (ö. 8 3 1 /



gelenlerinin isimleri v e r i l m e k t e d i r . Ese-



1427) d a h a açık bir şekilde k e n d i n i gös-



rin Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e iki (Ali Emîrî,



II, 1 1 3 2 ; Hediyyetü7- carifin,



terir (Atalay, s. 35-36).



Farsça, nr. 1011, 1030), Konya



Riyâzul- carifin,



Noktaviyye'yi



Eserleri. Fazlullah-ı



Hurûfî,



kurduğu



c



lerini



ğ e dair eserlerde adı,



Farsça'nın



Esterâbâd



lehçesiyle



Vasi-



y a z m ı ş t ı r . B u n l a r ı n içinde s a d e c e



yetnâme'si nâme*.



Câvidâtı-



y a y ı m l a n m ı ş t ı r . 1.



Hurûfîliğin a n a k a y n a ğ ı d ı r . Hu-



i f a d e ettiği



c



j



*



A r ş n â m e - i İlâhî



me'den



riç, Hurûfîlik



3 ; S â d ı k Keyâ,



bir b a k ı m a Câvidânname'deki



Bektaşi-



İstanbul 1340, s. 35-36; Mu-



Azerbay-



(lisans tezi, 1936), İÜ E d . F a k . , s.



Vâjenâme-i



Gürgânî,



Tahran



1330 hş., s. 9-32; Münzevî, Fihrist, \\/\, s. 11111 1 1 2 ; Tebrîzî, Reyhânetü'l-edeb,



sonra en ö n e m l i eseridir. Mes-



nâme



Hidâyet,



can, Tahran 1 3 1 4 h ş „ s. 3 7 6 ; Rıfkı Melûl Me-



şeklinde



ler Cûvidûnnâme'yi



I, 8 2 2 ;



h a m m e d Ali Terbiyet, Dânişmendân-ı



remzinin



nevi t a r z ı n d a yazılan 1 1 2 0 beyitlik eArş-



Keşfü'z-zunûn,



V, 4 6 ;



s. 3 5 3 ; B e s i m Atalay,



lik ue Edebiyatı,



Câvidânnâ-



g e ç e n b u k i t a p Fazlullah'ın



İÜ



Kahire 1354, VI, 173-174; İbn



Hacer, İnbâ'ul-ğumr,



Mevlânâ



rûfiliğe dair telif edilen diğer b ü t ü n eseresas a l m ı ş o l u p Hu-



Dav'ul-lâmi',



A r ş n â m e . Hurûfîii-



1293) m e v c u t t u r . 6.



a. Millet Ktp., Ali



Ktp., FY, nr. 4 4 8 , vr. 1 1 4 b - 1 1 5 » ; Sehâvî, ed-



M ü z e s i K ü t ü p h a n e s i ' n d e bir n ü s h a s ı (nr.



fırkanın prensiplerini ortaya koyan eser-



Millet Ktp., Ali Emîrî,



E. G. Brovvn, Ez Sa'dt



VI, 218-220;



tâ Câmî



(trc. Ali Asgar



Hikmet), Tahran 1339 hş., s. 6 5 7 ; Ali Alparslan,



fi-



Cauidânnâme'nin



Hesimî'ye



Tesiri



(doktora



rûfîliğin b ü t ü n prensipleri b u esere da-



kirlerin n a z m a d ö k ü l m ü ş şeklidir. Eserin



tezi, (967), İÜ E d . F a k . , s. 3, 4, 13, 22, 26, 2 7 ;



y a n m a k t a d ı r . H e n ü z tenkitli neşri yapıl-



Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e ü ç y a z m a



A b d ü l b â k i Gölpınarlı, Hurûfîlik



nüs-



m a m ı ş olan eserin d ü n y a n ı n çeşitli kü-



hası b u l u n m a k t a d ı r (Ali Emîrî, Farsça, nr.



t ü p h a n e l e r i n d e birçok y a z m a nüshası bu-



993, 1003, 1011). Son z a m a n l a r d a İran'-



l u n m a k t a d ı r (bk. DİA, VII, 178). 2.



da



Dîvân.



neşredilen



kapsamlı



bir



Metinleri



Katalo-



gu, A n k a r a 1973, s. 1 - 9 ; a.mlf., " F a d l A l l a h H u r û f î " , El 2 (İng.), (I, 733-735; H ü s a m e t t i n Aksu, Amir



katalogda



bâdi



Gıyâş



al-Din



Muhammed



ue İstiva-Nâma'si



al-Astarâ-



( d o k t o r a tezi, 1981), İÜ



müsta-



Fazlullah-ı H u r û f î ' n i n çeşitli k ü t ü p h a n e -



E d . F a k . , İSAM Ktp., N M Ç , nr. 1382, s. 13, 28-



kil beyit ve tercilerinden m e y d a n a ge-



lerdeki eserleri h a k k ı n d a g e n i ş bilgi ve-



36, 110, 217-218; a.mlf., " C â v i d â n n â m e " ,



len b u eserin bilinen e n iyi y a z m a nüs-



r i l m e k t e d i r (bk. Münzevî, 11/1, s. 1111-



VII, 1 7 8 ; Y a k u p A j e n d , Hurûfiyye



haları Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e d i r (Ali Emî-



1112; D i h h u d â , XI, 476-490; Aksu,



Fazlullah'ın



gazel,



kıta, r u b â î ,



Muhabbetnâ-



rî, Farsça, nr. 186, 989). 3. üzerine



Buhârî, " T a ' b î r " , 1 0 ; M ü s l i m , " R ü ' y â " ,



sayılan



ulemânın,



seçkinleri



zâhidlerin,



hukemâ



ve ş ü h e d â n ı n son menzillerinin k ı y a m e t



Fazlullah-ı Hurûfî. Nevmnâme,



D i h h u d â , Luğatnâme,



" F a z l u l l a h " , İA, IV, 535-536.



Millet Ktp., Ali Emîrî, FY, nr. 1 0 4 2 ;



vr. 5 0 a ; Mîr Şerîf, Beyânü'l-vâki',



Muhabbetnâme'rim



Anfaenge



d e r H u r ü f î s e k t e " , Oriens, VII/1 (1954), s. 1-54;



Millet Ktp., Ali



Hâbnâme,



Âli el-A'lâ, Tevhîdnâme,



anlatılır.



I s l a m i s c h e n F r ö m m i g k e i t , II; D i e



11;



Emîrî, FY, nr. 1 1 0 1 ; Seyyid İshak-ı E s t e r â b â d î ,



dikleri e s n a d a k i



düşünceleri



"Hurûfi-



Târihî, XIII/5, Tah-



der Hurüfısekte S t u d i e n zur Geschichte der



o l d u ğ u , bunların b u a ş k â l e m i n d e gezing ö r ü ş ve



DİA, Târîh,



ran 1357 hş., s. 2 3 2 ; H. Ritter, " D i e A n f a e n g e



BİBLİYOGRAFYA:



insanların



1369 hş.; Azîzullah-ı Beyât,



y â n " , Mecelle-i ber Resîhâ-yı



Gıyâş al-Dın, s. 75-82).



me. B u m e n s u r e s e r d e sûret-i r a h m â n yaratılan



Tahran



Amir



der



XI, 4 7 6 - 4 8 0 ; Cl. Huart,



İÜ Ktp., FY, nr. 1158, İÜ Ktp., FY,



S



HÜSAMETTIN



AKSU



eksiksiz



bir n ü s h a s ı Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e ka-



17.



yıtlıdır (Ali Emîrî, Farsça, nr. 824). Eser



Hi-



Abdülmecîd



Firişteoğlu t a r a f ı n d a n



dâyetnâme



adıyla Türkçe'ye çevrilmiş-



tir (İÜ Ktp., TY, nr. 9685, m e c m u a içinde). 4. Vaşiyetnâme.



Fazlullah'ın,



kurduğu



ZşM'tASs



Hurûfîlik fırkasının a k î d e ve inançlarının z a p t e d i l e r e k dostlarına ulaştırılması hu-



Jfytî&o'jf



s u s u n d a k i a r z u s u ve vasiyetinden ibaret-



(M^—



tir. Bilinen en iyi y a z m a n ü s h a l a r ı Millet K ü t ü p h a n e s i ' n d e (Ali Emîrî, Farsça, nr.



ç.



ı&vy&v-



993, 1009), bir n ü s h a s ı d a İ s t a n b u l Üni-



"İt»



versitesi K ü t ü p h a n e s i ' n d e (FY, nr. 1291)



"



JfrfC&tfı. L-> yt'



edilen



w j l



V.JU ^



,



>
>



faydalana-



J>J J ı



rak bazı R u m gençlerinin yeniçeri kılığın-



v»iıJU#v
«"t-ay



X



J



d a A r a p ve A c e m a t a s ö z l e r i n d e n çeviriler, İslâmiyet'le ilgili hikâye ve kıssalar, «c-V.



a s t r o n o m i ve sanayi ü z e r i n e m a k a l e l e r . Batı dillerinden çeşitli t e r c ü m e l e r ve tiy a t r o incelemeleri yayımlamış,



Gündoğ-



du' d a ise "dilde tasfiyecilik"



görüşüne



v^aa



« f e r t t e * . «•>



u y g u n bir anlayışla k a l e m e aldığı incel e m e l e r e yer vermiştir.



Js . -



Ferâizcizâde g e r e k y a ş a d ı ğ ı



dönem-



d e g e r e k s e g ü n ü m ü z d e fazla bir şöhret e s a h i p o l m a m a k l a b e r a b e r s a d e Türk-



>&!?»J>f'



s/.' .- ^ M» t. 4 > t L I



^



•'-yy'ıy'-'y-yy-y .r-'^r.' ^^ J eh^htv-jir+sAlziJı



•rr.'yj.ij.y.}, •jJÖj&ZfJİ. * J ^ j f y



i



; 4,js>



çe'si ve s a ğ l a m tiyatro anlayışıyla g ü n ü m ü z s a h n e l e r i n d e d e r a h a t ç a oynanabilecek bazı oyunlar yazmıştır. A n c a k b u



364 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



y



>V



FERÂİZİYYE şekilde işlendiği b u son iki e s e r d e MoiiĞre'in Tartuffe'ünün



b ü y ü k ölçüde etki-



si vardır. Her iki eser d e birçok y ö n d e n t ö r e k o m e d i s i n e b e n z e m e k t e d i r . 7. Za-



vallı



Gilbert



yahut



Bir Mahkûmun



Zev-



cesi (İstanbul 1307). Başarısız bir melodr a m olan b u e s e r d e olaylar P a r i s ' t e iki iş o r t a ğ ı a r a s ı n d a geçer. M e t i n A n d b u o y u n u n Ferâizcizâde'ye a i t o l m a d ı ğ ı gör ü ş ü n d e d i r ( T D l , sy. 228 [19701, s. 442). 8. Persenk.



1310'da



(1894)



Bursa'da



k a l e m e alınan eser y a z m a h a l i n d e o l u p 163 b ü y ü k v a r a k t ı r (Millet Ktp., Ali Emîrî, Sözlük, nr.



128). Y a z a r b u



eserinde



T ü r k dilinin A r a p ç a ve F a r s ç a ' d a n



üs-



t ü n o l d u ğ u n u , h a t t a b ü t ü n dillerin Türkç e ' d e n d o ğ d u ğ u n u ileri s ü r m e k t e d i r . II. A b d ü l h a m i d ' e s u n u l a n Persenk



iki bö-



l ü m d e n oluşmaktadır. Birinci b ö l ü m "Pers e n k " , ikinci b ö l ü m , sayfa kenarlarındaki a ç ı k l a m a l a r d a n o l u ş a n "Türk Dilinin Lisân-ı A d e m î - M e n ş e Z e b a n



Olduğuna



Dair P e r s e n k A ç ı k l a m a s ı " başlığını taşım a k t a d ı r . Eserin ilk s a y f a s ı n d a d a Per-



senk, nisâr-ı



Sarf-ı



Lisân-ı



Zebân-ı



Osmânî



Umûmî



Şükfıfe-



BİBLİYOGRAFYA:



b u görevi yerine g e t i r e n k i m s e m ü s l i m



Ferâizcizâde Mehmed Şâkir, Euhâmî (haz. Cevdet Kudret), İstanbul 1974, s. 4-13; BA, SicilTi Ahuâl Defterleri, XXII, 385-386; Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü. (İstanbul 1960), İstanbul 1983, s. 163; Niyazi Akı, XIX. Yüzyıl Türk Tiyatrosu Tarihi, Erzurum 1963, s. 49-50; a.mlf., Türk Tiyatro Edebiyatı Tarihi I, İstanbul 1989, s. 76, 86-88; Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ue Sadeleşme Eureleri, Ankara 1972, s. 289-290, 428; Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Ankara 1979, s. 46; Özeğe, Katalog, 111, 1106; Hasan Duman, Katalog, s. 306; Sevinç Sokullu, Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi, Ankara 1993, s. 228, 237, 246; Tahir Alangu, "Ferâizcizâde Şakir Efendi", TDl., sy. 16 (1953), s. 210-215; Metin And, "Duru Türkçe Yazmış Bir Tanzimat Moliere'i", a.e., sy. 228 (1970), s. 436-442; Kemal Özmen, "Bir Türk Moliere'i: Ferâizci - zâde Mehmet Şakir", FDE Yazın ue Dilbilim Araştırmaları Dergisi, sy. 10, Ankara 1982, s. 78-87; Adnan Akgün, "Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Edebiyatçılarımızın Resmi Hal Tercümeleri III; «Ferâizcizâde Mehmed Şâkir»", Yedi iklim, İV/33, İstanbul 1992, s. 8185; "Ferâizcizâde Mehmet Şakir", TA, XVI, 246; İnci Enginün, "Ferâizcizâde Mehmed Şakir", TDEA, III, 191; Ömer Faruk Akün, "Ahmed Vefik Paşa", D/A, II, 149. İT] Ifflll



ismi yer almak-



NURETTIN ALBAYRAK



t a d ı r . Ferâizcizâde'nin, "Cenâb-ı H a k k ' ı n c e n n e t t e Hz. Â d e m ' e ö ğ r e t t i ğ i isimlerin



n



FERÂİZİYYE ( Â^I^II )



karıştırır karıştırmaz keşfettiğini"



söylediği b u kitabı, Cumhuriyet'ten sonra (1935 yılında) Türkçe'nin, diğer b ü t ü n dillerin k e n d i s i n d e n d o ğ d u ğ u bir a n a dil ol"Güneş-Dil



teorisi"ne



^



XIX. yüzyılda İngilizler'in Bengal'i işgalinden sonra H a c ı Şerîatullah (ö. 1840) tarafından başlatılan dinî ve içtimaî muhtevalı İslâmî hareket.



asıl n ü s h a s ı n d a n



b a ş k a Dehri Dilçin t a r a f ı n d a n



istinsah



edilen d i ğ e r bir n ü s h a s ı d a T ü r k Dil Kur u m u K ü t ü p h a n e s i ' n d e d i r (A/244, iki cilt).



likle d e pîrlere ve d e r g â h l a r a gösterilen aşırı h ü r m e t i tasvip e t m e y i p onlara benz e m e d i ğ i n i g ö s t e r m e k amacıyla



kendi-



sine "pîr" y e r i n e " ü s t a d " , m e n s u p l a r ı n a d a " m ü r i d " yerine " ş â k i r d " d e n i l m e s i n i istemiştir. Hanefî m e z h e b i n e sıkı şekilde bağlı olan Hacı Şerîatullah, İngiliz hâkimiyetinde b u l u n m a s ı n d a n dolayı Hindistan'ı d â r ü i h a r p saydığı için c e m a a t l e kılınan c u m a ve b a y r a m n a m a z l a r ı n ı n e d a edilm e s i n i m e n e t m i ş , bid'atlar, d o ğ u m , evl e n m e ve ölümlerde uygulanan debdebeli m e r a s i m l e r e , m u h a r r e m ayı tâziyelerine ve h u r a f e l e r d e n k a y n a k l a n a n geleneklere ş i d d e t l e karşı çıkmıştır. Bu h u s u s l a r d i k k a t e alındığı t a k d i r d e



Ferâiziyye'nin



t a k v â y a yönelik bir ıslah ve yeniden canl a n m a karakteri taşıdığı görülür. Hacı Şerîatullah, 1781 yılında Bengal'de Medâripûr'un Şamâil köyünde fakir bir ailenin ç o c u ğ u o l a r a k d ü n y a y a geldi. giderek



B e ş a r e t Ali'nin K u r ' a n d e r s h a n e s i n e deşı d u y d u ğ u n e f r e t t e n dolayı



memleke-



t i n d e n g ö ç e t m e y e k a r a r veren hocası ile birlikte M e k k e ' y e gitti. B u r a d a Şâfiî â l i m l e r i n d e n Şeyh Tâhir e s - S ü n b ü l elM e k k î ' n i n öğrencisi oldu. Kâdiriyye tari,



bir a n l a m d a z e m i n hazırlayan çalışmalard a n biridir. Persenk'in



h a r e k e t i n k u r u c u s u Hacı Şerîatullah bazı m u t a s a v v ı f l a r ı n u y g u l a m a l a r ı n ı , özel-



v a m etti. 1 7 9 9 ' d a , İngiliz idaresine kar-



u m û m i y y e n i n b u n d a n çıkarıldığını Per-



d u ğ u n u savunan



larla eşit h a k l a r a s a h i p olur. Bu a r a d a



On iki y a ş ı n d a iken K a l k ü t a ' y a F



T ü r k lisanı ü z r e o l d u ğ u n u " ve "elsine-i



senk'i



veya m ü m i n adını a l a r a k d i ğ e r m e n s u p -



k a t ı n a i n t i s a p eden ve iki yıl k a d a r Kahire'de E z h e r Üniversitesi'nde t a h s i l gö-



Adını, "bir m ü s l ü m a n ı n y a p m a k zorund a o l d u ğ u görevi" a n l a m ı n d a k i farizanın



ren



Şerîatullah



1 8 1 8 yılında



ç o ğ u l u olan f e r â i z d e n almıştır. Ferâiziy-



duizm'den



ye, İslâm d ü n y a s ı n ı n Avrupalı



iç içe o l d u ğ u n u g ö r ü n c e ,



güçlerin



Bengal'e



d ö n d ü . M ü s l ü m a n l a r ı n h u r a f e l e r ve Hinkaynaklanan



uygulamalarla muhtemelen



h â k i m i y e t i n e g i r m e s i n d e n sonra ortaya



V e h h â b î h a r e k e t i n i n tesiriyle d i n e aykırı



g i n Moliere etkisi, d a h a çok o n u n Bur-



çıkan



k a b u l ettiği i n a n ç ve hareketlerle mü-



sa'da vali olan A h m e d Vefik Paşa'nın ya-



o l u ş u m l a r ı n d a n birini teşkil eder. Bu ha-



cadeleye başladı. O n u n zihnini



n ı n d a b u l u n m a s ı n a b a ğ l a n m a k t a d ı r . Ah-



reket, Kuzey Hindistan'da etkili olan ben-



eden önemli



m e d V e f i k P a ş a B u r s a ' d a kaldığı s ü r e



zeri a k ı m l a r ı n



t o p r a k sahipleri ve Avrupalı çivit ziraat-



içinde bir tiyatro k u r a r a k b u r a d a sık sık



B e n g a l ve A s a m ' d a f a k i r m ü s l ü m a n ta-



Ferâizcizâde'nin



oyunlarındaki



belir-



İ s l â m î uyanışın



aksine



Hint



daha



kıtasındaki



çok



Doğu



Moliere'in oyunlarını sahneler. Bu oyun-



b a k a a r a s ı n d a yayılmıştır. A k ı m ı n men-



l a r d a n e t k i l e n e n Ferâizcizâde'nin eser-



supları, farzları ve özellikle İslâm'ın b e ş



lerini A h m e d Vefik'in B u r s a ' d a n ayrıldı-



şartını yerine g e t i r m e k o n u s u n d a



ğı t a r i h t e n sonra y a z m a s ı d a o n u n uyan-



terdikleri h a s s a s i y e t sebebiyle b u a d l a



dırdığı Moliere sevgisinin d e v a m ettiril-



anılmışlardır. A n c a k b u n d a n önce, geç-



mesi



isteğinden



kaynaklanmış



gös-



olmalı-



m i ş g ü n a h l a r d a n a r ı n m a k için t ö v b e et-



dır. M o l i ö r e etkisi dolayısıyla Ferâizcizâ-



meyi ş a r t koşarlar. B u n a göre, B e n g a l



d e o y u n l a r ı n d a m a h a l l î dili, yerli malze-



dilinin



meyi, geleneksel h a y a t tarzını



başarılı



edilen bir t ö v b e m e t n i n i h a r e k e t e katı-



müslüman



lehçesinde



formüle



bir ş e k i l d e k u l l a n m ı ş t ı r . A n c a k yazarın



lacak olan k i m s e Ferâiziyye temsilcisi-



oyunları dil, ü s l û p ve k u r g u b a k ı m ı n d a n



nin h u z u r u n d a tekrar eder. Bu tövbe "ik-



yazıldığı d ö n e m e g ö r e d i k k a t e d e ğ e r sa-



rârî b i a t " adını alır ve pîrin eli m ü r i d i n



yılsa bile b u oyunların k o n u b a k ı m ı n d a n



eli ü z e r i n e k o n u l a r a k yapılan (destî) bi-



güçlü oldukları söylenemez.



a t t a n ayrılır. C e m a a t e giriş şartı sayılan



meselelerden



meşgul



biri,



Hindû



çilerinin z u l m ü n e u ğ r a y a n , parasızlık sebebiyle m a h k e m e l e r d e haklarını arayam a y a n Bengal'in fakir m ü s l ü m a n lülerinin



durumu



idi. Hacı



köy-



Şerîatullah,



a r a l a r ı n d a yaşayıp onları teşkilâtlandırm a k ve b u yolla kendilerini karşı k o r u m a k g e r e k t i ğ i n e



haksızlığa inanıyordu.



N i t e k i m bazı müelliflerin k a n a a t i n e göre h a r e k e t i n asıl gayesi İngilizler'in tekeline ve Hindûlar'ın z u l m ü n e karşı çıkm a k t ı . A n c a k Ferâiziyye d i n î bir teşekk ü l h a l i n d e k a l m a y a , siyasete f a z l a bul a ş m a m a y a çalışmıştır. Bu y ö n ü y l e meselâ Tarikat-1 M u h a m m e d i y y e



grubun-



d a n ayrılmıştır.



365 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FERÂİZİYYE Hacı Şerîatullah'ın 1840 yılında vefatı



b e s t bırakıldı. O n u n 1 8 6 2 ' d e D a k k a ' d a



l â m î g r u p o l a r a k Hint kıtasının bazı yö-



üzerine oğlu M u h a m m e d Muhsin, Düzü



ö l ü m ü n ü n ardından oğlu Gıyâseddin Hay-



relerinde varlığını s ü r d ü r m e k t e d i r .



M i y â n adıyla h a r e k e t i n lideri ilân edildi.



d a r h a r e k e t i n lideri oldu. İki yıl sonra



Düzü Miyân 1819'da d o ğ m u ş ,



1831'de



Haydar'ın da vefatı üzerine Düzü Miyân'ın



tahsil için M e k k e ' y e g ö n d e r i l m i ş , b e ş yıl



o n iki y a ş ı n d a k i ikinci o ğ l u A b d ü l g a f û r ,



b u r a d a k a l d ı k t a n s o n r a b a b a s ı tarafın-



Nâyâ Miyân adıyla başa geçti. Bu dönem-



d a n B e n g a l ' e çağrılmıştı. Ülkesine dö-



de Abdülgafûr'un



n ü n c e b ü t ü n gayretini b a b a s ı n ı n başlat-



k u r u l h a r e k e t i n b ö l ü n m e s i n i önledi. Da-



tığı h a r e k e t e s a r f e d e n D ü z ü M i y â n Fe-



h a s o n r a A b d ü l g a f û r ' u n o l g u n l u k çağı-



râiziyye'nin başına geçtikten sonra sadık



n a u l a ş m a s ı ile Ferâiziyye kaybettikleri-



vasilerinden



oluşan



mensuplarını "hilâfet" adını verdiği, hiye-



ni t e k r a r k a z a n m a y a başladı. H a k k ı n d a



rarşik ve iyi d ü z e n l e n m i ş bir k a r d e ş l i k



çok a z şey bilinen A b d ü l g a f û r d e v r i n d e



teşkilâtı e t r a f ı n d a topladı. Teşkilât men-



d e t o p r a k sahipleri ve çivit ziraatçileri-



supları b ö l g e l e r i n d e cereyan e d e n geliş-



n e karşı verilen m ü c a d e l e d e v a m



meleri liderlerine bildiriyorlardı. Hareke-



Bu a r a d a K e r â m e t Ali'ye bağlı Taayyü-



t i n h e r h a n g i bir m e n s u b u t o p r a k sahip-



nîler denilen z ü m r e ile Ferâizîler arasın-



lerinin z u l m ü n e u ğ r a r s a veya h a k k ı çiğ-



daki m ü c a d e l e l e r d e ş i d d e t l e n d i .



nenirse m a h k e m e y e m ü r a c a a t için lâzım



Miyân'ın 1 8 8 4 ' t e ö l ü m ü n d e n s o n r a Dü-



olan para kendi aralarında toplanırdı. Ba-



z ü Miyân'ın en k ü ç ü k oğlu S a î d ü d d i n Ah-



zı d u r u m l a r d a t e ş k i l â t eli sopalı a d a m l a r



m e d b a ş k a n seçildi. Dinî ilimlerde kök-



etti.



Nâyâ



BIBLIYOGRAFYA: Abdul Bari, "The Reform Movement in Bengal", A History of Freedom Mouement, Karachi 1957, I, 542-555; Muin-ud-Din Ahmad Khan. History of Fara'idi Mouement in Bengal (18181906), Karachi 1965; a.mlf.. "Hâjı Shari'atullâh", JPHS, XI/2 (19631, s. 105-126; a.mlf., "Religious Doctrines of the Farâ'idîs", a.e., XII/I (1964), s. 31-59; a.mlf., "Ta'aiyyunî Opposition to the Farâ'idı Movement", a.e., XII/2 (1964), s. 150-164; a.mlf., "Social Organization of the Farâ'idîs", a.e„ XII/3 (1964), s. 195206; a.mlf., "Farâ'idi Movement", IS, IX (1970), s. 123-147; Qeyamuddin Ahmad, The Wahabi Mouement in India, Calcutta 1966; Asim Roy, The Islamic Syncretist Tradition in Bengal, Princeton 1979; Fazlur Rahman, İslâm (trc. Mehmet Dağ — Mehmet Aydın), İstanbul 1981, s. 257; Hâlik Ahmed Nizâmî, "Tahrîk-i Azâdî men Benğâl ke Musulmânûn kâ Hişşa", Mu'ârif, CXLIV/6 (1969), s. 417-428; M. Hİdayet Hoseyn, "Ferâ'iziye", İA, IV, 551-554; A. Bausani. "Farâ'idiyya", E/ 2 (İng.), II, 783-784.



g ö n d e r e r e k t o p r a k sahiplerinin malları-



lü bilgisi olan ve ilim a d a m l a r ı ile irtiba-



nı y a ğ m a l a t ı r ve h i z m e t k â r l a r ı n ı dövdü-



tı b u l u n a n S a î d ü d d i n A h m e d



r ü r d ü . D ü z ü Miyân'ın sosyoekonomik he-



Ferâizîler'le Taayyünîler a r a s ı n d a k i mü-



defi, m e n s u p l a r ı n ı H i n d û t o p r a k sahip-



cadele b ü t ü n D o ğ u Bengal'e yayıldı. Saî-



lerinin ve Avrupalı çivit ziraatçilerinin zul-



d ü d d i n ' i n 1 9 0 6 yılında v e f a t etmesi üze-



m ü n d e n k o r u m a k , m ü s l ü m a n h a l k kit-



rine B e d ş â h M i y â n adıyla h a r e k e t i n li-



leleri için sosyal adaleti s a ğ l a y a c a k bir



deri olan o ğ l u E b û Hâlid R e ş î d ü d d i n Ah-



(ö. 1 2 5 1 / 1 8 3 5 )



o r t a m h a z ı r l a m a k t ı . Bu gayeye ulaşabil-



m e d , seleflerinden intikal e d e n İngiliz-



m e k için g ö n ü l l ü k i m s e l e r d e n



ler'le iyi g e ç i n m e politikasını s ü r d ü r d ü .



Gülşen-i Maârif adlı eseriyle t a n ı n a n O s m a n l ı tarihçisi.



birlikler



devrinde



teşkil ettiği gibi P a n c h a y a t denilen yöre-



Babasının ö l ü m ü n d e n kısa bir



nin geleneksel y a r g ı l a m a s i s t e m i n i can-



ö n c e Bengal'in iki ayrı eyalete b ö l ü n m e -



landırmaya da gayret göstermiştir.



si k o n u s u n d a d i ğ e r İslâmî hareketlerle



1 8 4 3 - 1 8 4 6 yılları a r a s ı n d a Ferâizîler'le m u h a l i f l e r i a r a s ı n d a sert mücadeleler m e y d a n a geldiyse de muhaliflerin aldıkları t e d b i r l e r i n hiçbiri m ü e s s i r olmadı. Zira Ferâiziyye liderinin a r k a s ı n d a dayanışma



içinde b u l u n a n 8 0 . 0 0 0



kadar



m e n s u b u vardı. D ü z ü Miyân'ın eylemlere b a ş v u r m a s ı ,



İngiliz idaresinin



Ben-



g a l ' i n kırsal k e s i m i n d e etkili o l a m a m a s ı n d a n k a y n a k l a n ı y o r d u . A n c a k her şeye r a ğ m e n D ü z ü Miyân b a b a s ı n ı n yolund a y ü r ü y e r e k Titu Mîr'in Batı Bengal'de



1 8 2 7 - 1 8 3 2 yılları a r a s ı n d a



yaptığı



t a r z d a İngilizler'le m ü c a d e l e y e g i r m e d i . Bazı m ü e l l i f l e r D ü z ü Miyân'ın, yabancı idarecileri k o v m a k ve m ü s l ü m a n güçleri kuvvetlendirip h a r e k e t e g e ç i r m e k a m a c ı t a ş ı m a d ı ğ ı n ı ileri s ü r m ü ş l e r s e d e İngiliz işgali y ü z ü n d e n Hindistan'ın



dârülharp



sayılarak c u m a ve b a y r a m n a m a z l a r ı n ı n k ı l m m a m a s ı , Ferâiziyye'nin aynı z a m a n da bir istiklâl hareketi o l d u ğ u n u ve siyasî gayeler t a ş ı d ı ğ ı n ı g ö s t e r m e k t e d i r . Düzü



Miyân



1 8 5 7 yılında



tutuklanıp



K a l k ü t a ' d a k i Alipûr cezaevine gönderil-



müddet



birlikte b a ş l a t t ı ğ ı ç a l ı ş m a l a r E b û Hâlid'i devrinin İ s l â m î politik cereyanlarına daha çok yakmlaştırdı. 1 9 l l ' d e



Bengal'in



y e n i d e n t e k eyalet haline getirilmesi ve 1914'te



İngilizler'in



Osmanlılar'a



karşı



s a v a ş ilân e t m e l e r i üzerine B e d ş â h Miyân



İngiliz h ü k ü m e t i n e



düşman



1922'de hilâfet hareketine



oldu.



katılmasın-



d a n dolayı h ü k ü m e t t a r a f ı n d a n bir s ü r e t u t u k l a n d ı . D a h a sonra Pakistan'ın kur u l m a s ı için başlatılan h a r e k e t e



bütün



gücüyle d e s t e k oldu. 1947 yılında Pakistan



Devleti'nin k u r u l m a s ı



rayongan'da



üzerine Na-



bir k o n f e r a n s t e r t i p



etti



ve m e n s u p l a r ı n a , P a k i s t a n ' ı n bir İslâm devleti o l a r a k t e ş e k k ü l etmesiyle dârülh a r p d u r u m u n u n o r t a d a n kalktığını, art ı k c u m a ve b a y r a m n a m a z l a r ı n ı n kılınabileceğini açıkladı. Kendi devrinde Ferâiziyye



hareketini



zor ş a r t l a r



altında



d e v a m ettiren E b û Hâlid, oğlu Muhsinüdd i n A h m e d ' i n B e n g a l ' d e politikaya girm e s i n e d e izin verdi. E b û Hâlid'in 1 9 5 9 yılında v e f a t e t m e s i n d e n sonra D ü z ü Miy â n adıyla h a r e k e t i n liderliğine getirilen Muhsinüddin



Ahmed



halen



bu



görevi



d i ; 1859'da tahliye edilince Bengal'e dön-



yürütmektedir. Günümüzde



d ü . B u r a d a d a bir m ü d d e t



zayıflayan ve ö n e m i n i k a y b e d e n bir İs-



tutukluluk



hayatı yaşadıktan sonra 1860 yılında ser-



Ferâiziyye,



S



F



M . NAEEM



QURESHI



n



FERÂİZÎZÂDE M E H M E D SAİD



L



J



B u r s a ' d a d o ğ d u . D e r s i â m Seyyid Ferâizî M e h m e d eğitimini



Efendi'nin



babasından



oğludur.



aldı.



İlk



Medreseye



d e v a m etti, b u a r a d a özel o l a r a k kendini yetiştirdi ve Arapça'sını ilerletti. Esadz â d e A t â u l l a h E f e n d i ' n i n şeyhülislâmlığı zamanında



(1807-1808) ö ğ r e n i m i n i



ta-



m a m l a y a r a k B u r s a m a h k e m e s i n d e kısmet-i askerî b a ş k â t i b i Mihalicîzâde Seyyid H a s a n E f e n d i ' n i n y a n ı n d a m a h k e m e k â t i b i oldu. Gülşen-i



Maârif



adlı eseri-



nin h â t i m e k ı s m ı n d a yer a l a n biyografisinde, s u k û k (bk. SAK) ve i n ş â d a çok mahir olan Hasan Efendi'nin i'lâm, s e n e t ve t a h r i r a t m ü s v e d d e l e r i n i t e m i z e çektiğin i ; iyi bir k â t i p o l a b i l m e n i n A r a p ç a yan ı n d a Farsça b i l m e y e d e bağlı o l d u ğ u n u anlayınca Farsça ö ğ r e n m e y e k a r a r verdiğini ve İ s t a n b u l ' d a o sırada t a n ı n m ı ş mutasavvıflardan



el-Hâc Ali



Baba'nm



Lugat-ı



derslerine d e v a m ederek o n d a n



Şâhidî, fız'm



Pend-i



e



Attâr



ve Dîvân-ı



zî'nin Bostân'\ ile Gülistân'ını nu



Hâ-



t a m a m ı n ı , k ı s m e n d e Sa'dî-i Şîrâyazar.



hakkında



Hayatının fazla



okuduğu-



sonraki



devreleri



bilgi y o k t u r .



Bursa'da



E m î r S u l t a n Camii'nin hatipliğini d e yaptığı ve hiç e v l e n m e d i ğ i belirtilen Ferâizîz â d e ' n i n 1 2 5 1 ' d e (1835), k i t a b ı n ı n bas ı m işleri t a m a m l a n m a d a n



366 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



biraz



önce



el-FERÂİZÜ's-SİRÂCİYYE ö l d ü ğ ü b i l i n m e k t e d i r . Mezarı E m î r Sul-



eserinin asıl kısmını o l u ş t u r a n



Osmanlı



(tehârüc) ve red konuları ele alınır. Son



t a n Camii hazîresindedir.



tarihini y a z a r k e n f a y d a l a n d ı ğ ı



kaynak-



o l a r a k d a h ü n s â , cenin, m e f k ü d , mür-



lar ise Hoca S â d e d d i n Efendi, N a î m â , Râ-



t e d ve esirin miras h u k u k u n d a k i d u r u m -



Osmânî,



şid M e h m e d Efendi, S ü l e y m a n İzzî, Sub-



ları belirtilerek h a n g i s i n i n ö n c e ö l d ü ğ ü



III, 42) M e h m e d Said asıl şöhretini Tû-



hî M e h m e d ve Vâsıf A h m e d E f e n d i ta-



b i l i n e m e y e n a k r a b a l a r ı n paylarının tak-



rihleridir.



simi k o n u s u n a yer verilir.



Said mahlasıyla şiirleri ve bazı m a n z u m risâleleri b u l u n a n ( Sicitl-i



rih-i Gülşen-i



Maârif



adını verdiği umu-



m i tarihiyle y a p m ı ş t ı r . Daha ziyade



Gül-



Gülşen-i



Maârif



Türkiye k ü t ü p h a n e l e r i n d e yüzlerce yaz-



ihtiva ettiği bilgiler



el-Ferâ'izus-Sirâ-



o l a r a k bilinen eserinin so-



y ö n ü n d e n orijinal bir eser değildir. Bu



m a nüshası b u l u n a n



n u n d a m ü e l l i f eski tarihlerin haşviyyatla



y ü z d e n k a y n a k olarak p e k fazla kullanıl-



ciyye,



d o l u o l d u ğ u n u , b u y ü z d e n olayların an-



m a m ı ş t ı r . Eserin en önemli özelliği, döne-



ber Balıkesir ve İ s t a n b u l ' d a aynı t a r i h t e



l a ş ı l m a s ı n d a g ü ç l ü k çekildiğini, t a r i h ki-



m i n i n çeşitli aydın kesimlerine hitap ede-



(1272/ 1855) o l m a k ü z e r e çeşitli yerler-



taplarının açık ve külfetsiz, kolay anlaşılır



cek nitelikte, p o p ü l e r bir tarihçilik anla-



d e birçok d e f a basılmıştır.



bir dille k a l e m e a l ı n m a s ı n ı n g e r e k t i ğ i n i



yışıyla ve s a d e bir dille k a l e m e a l ı n m ı ş



i f a d e e d e r e k b u n u g e r ç e k l e ş t i r m e k ve



derli t o p l u u m u m i bir t a r i h olmasıdır.



şen-i



Maârif



okuyanların hayır d u a s ı n a m a z h a r olabilm e k için eserini yazdığını belirtir. On yıllık bir ç a l ı ş m a s o n u c u n d a



1 2 4 9 Zilhic-



c e s i n d e (Nisan 1834) t a m a m l a n a n ve II. M a h m u d ' a t a k d i m edilen Gülşen-i



Ma-



Şerhleri. Eser ü z e r i n d e birçok ş e r h ve hâşiye y a p ı l m ı ş o l u p başlıcaları şunlard ı r ; 1. H a s a n b. A h m e d b. E m î n ü d d e v l e



BİLİYOGRAFYA :



zi's-Secâvendî



r



Geleneksel İslâm t a r i h yazıcılığına uy-



Ferâ'izi



Mirşâd)



(Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2527-2528; Kasîdecizâde Süleyman Sırrı, nr. 257; Hafîd



ÖZCAN



y a n e s e r d e kısaca p e y g a m b e r l e r tarihi, ^



Süleymaniye, nr. 688; Şehid Ali Paşa, nr. n



1109). 2. M a h m û d b. E b û Bekir el-Kelâbâzî, Dav'ü's-Sirâc.



M e z h e p l e r arası kar-



şılaştırmalı ve delilli bir şerhtir (Süleyma-



H a n e f î fakihi M u h a m m e d b. M u h a m m e d es-Secâvendî'nin (ö. 5 9 6 / 1 2 0 0 ) İslâm miras h u k u k u n a dair eseri,



başlaortaya



ABDÜLKADİR



el - FERÂİZÜ' s - SİRÂCİYYE



d a iki b ü y ü k cilt h a l i n d e y a y ı m l a n m ı ş t ı r .



Hz. M u h a m m e d ve İslâmiyet'in



(Şerhu



Efendi, nr. 116; Giresun Yazmaları, nr. 43; S



f e r m a n üzerine Sahaflar Şeyhizâde Esad



g u n o l a r a k k â i n a t ı n yaratılışıyla



Şerhu'1-Ferâ'i-



el-Halebî (ö. 658/1260),



Ferâizîzâde Mehmed Said, Târîh-i Gülşen-i Maârif, İstanbul 1252, Mİ; Sicill-i Osmânî, 111, 42; Osmanlı Müellifleri, III, 117-118; Babinger (Üçok), s. 382-383; TA, XVI, 246; TDEA, VI,



ârif çok b e ğ e n i l m i ş , b a s ı l m a s ı için çıkan Efendi'nin de desteğiyle 1252 (1836) yılın-



çeşitli şerh ve hâşiyeleriyle bera-



niye Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1096-1097; Lâleli, nr. 1313; Fâtih nr. 2 5 1 4 / 2 , 2 5 3 6 / j



1). Bu şerh aynı m ü e l l i f t a r a f ı n d a n el-



çıkışı, İslâm devletleri bahisleri yer alır.



Minhâcü'l-müntehab



I. cildin ilk yarısını o l u ş t u r a n b u b ö l ü m -



el-Ferâ'izü's-Secâ-



râc adıyla ihtisar e d i l m i ş t i r (Süleymani-



adlarıyla d a anılan eser ferâiz



ye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 945; Cârullah



el-Muhtaşar



ve



min



Dav'i's-Si-



d e n s o n r a O s m a n l ı Devleti t a r i h i n e ge-



vendiyye



çilir ve her p a d i ş a h d ö n e m i a n a başlıklar



i l m i n d e en çok b a ş v u r u l a n k a y n a k l a r d a n



Efendi, nr. 1115). 3. Seyyid Şerif el-Cür-



biridir. Üzerinde y a p ı l a n birçok ş e r h ve



cânî, Şerhu's-Sirâciyye



d i ğ e r ö n e m l i olaylar ara başlıklar altında



hâşiye ile birlikte m i r a s h u k u k u alanın-



zi's-Sirâciyye,



kaydedilir. Köprülü M e h m e d Paşa'nın sa-



d a g e n i ş bir l i t e r a t ü r ü n m e y d a n a



rin en ö n e m l i ş e r h l e r i n d e n o l u p medre-



d â r e t i n d e n (1656) itibaren olayların biraz



m e s i n e vesile o l m u ş t u r . Müellif H a n e f î



selerde d e r s kitabı olarak o k u t u l m u ş t u r .



d a h a g e n i ş olarak anlatıldığı eserin bun-



m e z h e b i n i esas almakla beraber Kur'an'-



Türkiye'de çeşitli y a z m a n ü s h a l a r ı bulu-



d a n s o n r a k i şekli v a k ' a n ü v i s tarihlerine



d a açık bir şekilde ortaya k o n a n m i r a s



n a n şerh birçok d e f a basılmıştır. Ayrıca



b e n z e m e k t e d i r . Eser 1. A b d ü l h a m i d dev-



h u k u k u n u n nisbeten az rastlanan ihtilaf-



m u h t e l i f hâşiyeleri yapılmış, M u h a m m e d



rinin b a ş l a r ı n a k a d a r gelir ve 1 7 7 4 Kü-



lı meselelerinde diğer İslâm h u k u k ekol-



Kasım b. M u h a m m e d D â i m Berdvânî ta-



lerinin görüşlerine de yer verdiği için eser



r a f ı n d a n 1 7 7 5 - 1 7 7 6 yıllarında Farsça'ya



genel bir k a b u l g ö r m ü ş t ü r .



t e r c ü m e edilmiş ve Baillie The



h a l i n d e ele alınarak d ö n e m i n fetihleri ve



ç ü k Kaynarca A n t l a ş m a s ı ile s o n a erer. Olayları a n a hatlarıyla ele a l a n müellif f a y d a l a n d ı ğ ı kaynakların adını d a verm i ş t i r . B u n l a r d a n biri Behcetu



Miras



hukukunu



öğrenmeyi



gel-



teşvik



t-tevâ-



e d e n , "Ferâizi ö ğ r e n i n ve i n s a n l a r a öğ-



rih' tir. Veysî E f e n d i t a r a f ı n d a n Arapça'-



retin, ç ü n k ü f e r â i z ilmin yarısıdır" m e â -



d a n T ü r k ç e ' y e İşrâku't-tevârih



adıyla



lindeki hadisle (farklı lafızları için bk. İbn



çevrildiğini belirttiği b u eseri k ı s m e n sa-



Mâce, "Ferâ'iz", 1; Dârimî, " M u k a d d i m e " ,



deleştirip haşviyyatmı a t a r a k



24) b a ş l a y a n



kullandı-



eserde, m i r a s ı n



paylaşıl-



ğını söyler. A n c a k b u Veysî'nin k i m oldu-



m a s ı n d a n ö n c e t e r i k e d e n yapılacak har-



ğu



yüzyılda



c a m a kalemleri sayıldıktan s o n r a hisse



y a ş a m ı ş ü n l ü şair ve e d i p Veysî'nin b u



sahipleri ve b u n l a r ı n öncelik sırası zik-



adı t a ş ı y a n bir t e r c ü m e s i o l d u ğ u bilin-



redilir; m i r a s h a k k ı n a engel olan husus-



m e m e k t e d i r . XV. yüzyılda y a ş a y a n Şük-



lar belirtilerek a s h â b ü ' l - f e r â i z * ve asa-



anlaşılamamaktadır.



rullah'ın m e ş h u r tarihi



XVII.



Behcetü't-tevâ-



be*nin



payları açıklanır. B u n u n



ardın-



b a ş k a vârislerin b u l u n m a s ı



sebe-



rih. ise Farsça o l a r a k k a l e m e alınmıştır.



dan



Aynı şekilde F e r â i z î z â d e ' n i n



biyle m i r a s t a n m a h r u m



du-



r u m u (hacb) incelenir. D a h a s o n r a b a ş t a



müellifi de XVI. yüzyılda yaşa-



a v l * o l m a k ü z e r e payların h e s a p l a n m a -



m ı ş olan M e h m e d



Maârif'in



kalınması



Câmiu't-



ve K â t i b Çelebi'ye izâfe ettiği



tevârih'in



kullandığı



Zaîm'dir.



Gülşen-i



O s m a n l ı öncesi b ö l ü m ü n ü b u



k a y n a k l a r d a n özetleyen



Ferâizîzâde'nin



sıyla ilgili bazı m a t e m a t i k



problemleri-



n e t e m a s edilir, m i r a s ç ı l a r d a n bir kısmının



uzlaşarak



terikeden



çıkarılması



mudan



Law



(Şerhu



l-Ferâ'i-



el-Ferâ'Izuş-şerîfiyye).



of Inheritance



Ese-



Moohum-



adlı eserin-



d e b u şerhi k ı s m e n İngilizce'ye çevirmiştir (Calcutta 1832) (Brockelmann, GAL, I, 470-471 ; Suppi.,



I, 650-651). 4. Burhâned-



d i n H a y d a r b. M u h a m m e d el-Halebî elHerevî, Şerhu' 1-Ferâ'izi's-Sirâciyye



(Sü-



leymaniye Ktp., Yenicami, nr. 301, Kılıç Ali Paşa, nr. 503; Millet Ktp., Murad Molla, nr. 1225). S. Molla Fenârî,



zi's-Sirâciyye.



Şerhu'1-Ferâ'i-



Eserin en g ü z e l şerhler-



d e n biri o l u p S ü l e y m a n i y e



Kütüphane-



si'nde birçok nüshası b u l u n m a k t a d ı r (meselâ bk. Fâtih, nr. 2524; Giresun Yazmaları, nr. 117; Yazma Bağışlar, nr. 318; Lâleli, nr. 1 3 1 0 / 1 , 1311/1). 6. Ş e h â b e d d i n Ahm e d b. M a h m û d es-Sivâsî, c



ale'l - Ferâ'izi



's - Sirâciyye.



el-Muhtâc Süleymani-



ye K ü t ü p h a n e s i ' n d e çeşitli y a z m a l a r ı bul u n m a k t a d ı r (meselâ bk. Fâtih, nr. 2519;



367 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



el-FERÂİZÜ'S-SİRÂCİYYE Yenicami, nr. 6 3 8 / 3 ; Kadızâde M e h m e d ,



(Kahire 1292-1293, 1299, 1304, 1305, 1306,



nr. 2 6 1 / 2 ; Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 6 0 8 /



1310). S. Mollacıkzâde M e h m e d Râif, Man-



l). Bu



zûme-i



eser ü z e r i n d e S e y b o l d ' u n



"Die



Breslauer Glossen z u Sivvâsi's K o m m e n -



Ferâiz-i



Sirâciyye.



fî nazmi's-Sirâciyye



Tahkîk







Şerhi'l-Ferâ'izi's-Sirâciyye



(Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 513).



Sirâciyye



ciyye



Ferâiz-i



(Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3647,



Serez, nr. 3938, A m c a z â d e Hüseyin Paşa, nr. 264; Millet Ktp., nr. 138). 2. Hâcibzâ-



Ferâ'izi's-Sirâciyye.



Şerhu'l-



Süleymaniye



( V» ) Senedinin bir yerinde râvi sayısı teke düşen hadis için kullanılan terim.



Sirâ-



d e M u h a m m e d b. M u s t a f a el-İstanbulî (ö. 1100/1689), Ferâiz-i



Vâfiye



n



FERD



Türkçe Tercümeleri. 1. D u r s u n z â d e Abdullah Feyzî, Tercüme-i



Şerhu's-



bi Efendi, nr. 598). 9. İbn Kemal,



r



(Haleb 1342).



(Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Veh-



8. A h m e d b. Y a h y â el-Herevî,



^



(bk. FERRÂŞ).



Türkçe'dir



el-Levâmi cu'z-Ziyâ'iyye



6. M u v a k k i t ,



Sirâgije" adlı bir çalışması vardır (RSO, h a m m e d b. el-Hâc A h m e d el-Farazî, ef-



FERÂŞET-i ŞERİFE



(Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1132).



t a r zu Sagâvvendî's Erbrecht (alfarâid) alVI 11914-15], s. 89-98). 7. İbnü'l-Hâc Mu-



r



A r a p ç a bir k e l i m e olan f e r d



(çoğulu



(Süley-



efrâd) s ö z l ü k t e "tek, y e g â n e , eşi olma-



Kü-



maniye Ktp., Tekelioğlu, nr. 359; Serez,



y a n " a n l a m ı n a gelir. Terim o l a r a k sene-



t ü p h a n e s i ' n d e birçok yazması bulunmak-



nr. 1176; Hacı M a h m u d Efendi, nr. 1170).



dinin h e r h a n g i bir yerinde râvi sayısı te-



t a d ı r (meselâ bk. Ayasofya, nr. 1610, 1613,



3. Filibeli A h m e d Hulûsi E f e n d i (ö. 1309/



k e d ü ş e n veya s e n e d i n d e k i y a h u t met-



1616; Esad Efendi, nr. 1123, 1 125; Cârul-



1891), Sirâciyye



Cürcânî'-



n i n d e k i bir özellik açısından b a ş k a riva-



lah Efendi, nr. 1119, 1120; Giresun Yaz-



nin şerhi k e n a r ı n d a basılmıştır (İstanbul



y e t l e r d e n farklı olan hadisi i f a d e eder.



maları, nr. 116; Yozgat, nr. 766). 10. Şeyh-



1309, 1322). 4. H a s a n b. N a s û h el-Bos-



Senedin bir y e r i n d e râvinin t e k kalma-



nevî, Mecmau'l-Ferâiz



sına t e f e r r ü d ve i n f l r â d denir. Ş â z ve



Şerhu'l-Fe-



zâde Muhyiddin Mehmed,



râ'izi's-Sirâciyye



(Süleymaniye Ktp., Ka-



râizi's



Tercümesi.



- Sirâciyye



Tercüme tu1- Fe-



(Süleymaniye Ktp., Ge-



d ı z â d e M e h m e d , nr. 263; Çelebi A b d u l l a h



libolulu Tâhir Efendi, nr. 101). S. E b û Be-



Efendi, nr. 166/1, 167; Fâtih, nr. 2520). 11.



kir Sıdkı Hâfız, Sirâciyye



İbnü'l-Hanbelî,



Şerhu's-Sirâciyye



(Sü-



râcü'1-ferâiz



Tercümesi



Si-



(Trablusşam 1316).



Emîr



Pâdişâh,



Şerhu's-Sirâciyye



(Sü-



leymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1102; Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1090). 13. M u h a m m e d b. A b d ü l k a d i r b. M u h a m m e d b. Ali b. M u h a m m e d ,



tzhârü's-Sirâciy-



ye. İli. Selim z a m a n ı n d a İ s t a n b u l ' d a telif e d i l m i ş bir şerhtir (Brockelmann, GAL, I, 471 ; Suppi,



I, 970). 14. İ m a m z â d e E s a d



Efendi, Ferâiz-i



Sirâciyye



Şerhi



(Süley-



maniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 319). 15. Seyyid Enver Ali, Ziyâ'us-Sirâc.



Metin-



İngilizce Tercümeleri. 1. W. J o n e s , Al -



Serajiyah Commentary jiyyah,



Sira-



Law



of



adıyla y e n i d e n neşredilmiş-



The Serajiyyah of fnheritance



the Mohammedan



Law



(Serampore 1885; Kenna-



ğil t e f e r r ü d ü esas alan âlimlere göre şâz dır. Ferd ile ğarîbi eş a n l a m l ı sayanlar o l d u ğ u gibi f e r d t e r i m i n i ferd-i m u t l a k için, g a r î b t e r i m i n i ferd-i nisbî için kull a n a n l a r d a vardır. Hicretin ilk asırlarınd a haber-i v â h i d i n f e r d a n l a m ı n d a kullanıldığı d a o l m u ş t u r (Şâfiî, s. 408 vd.). H â k i m en-Nîsâbûrî f e r d hadisleri anlatırken sadece ferd-i nisbîden söz etmektedir. S e n e d i n h e r h a n g i bir y e r i n d e râvinin t e k kalış şekline g ö r e h a d i s ferd-i



gar 1887).



m u t l a k ve ferd-i nisbî o l m a k ü z e r e ikiEserin ayrıca Mevlevî M u h a m m e d Re-



ye ayrılır.



şîd (Kalküta 1811) ve Mîr Şeyh b. Nûreddin



Menâ-



1792). Eser da-



or the Muhammedan



fnheritance



yapılmış



Bu şerh d e m e t i n l e birlik-



(Calcutta



and



tir (London 1869, 1890). 2. P. K u m a r Sen,



pûr 1285, 1295, 131 1; Lahor 1304, 1307, 1312, 1317). 16. G u l â m Haydar,



Translation



ha sonra A. R u m s e y t a r a f ı n d a n Al



le birlikte basılmıştır (Kalküta 1285; Kan-



rü's-Sirâc.



vjith English



nilir râviye m u h a l e f e t e t m e esasını deve m ü n k e r t e r i m l e r i f e r d ile e ş anlamlı-



leymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2 7 1 8 / 2 ; Millet Ktp., Murad Molla, nr. 1227). 12.



m ü n k e r hadislerin t a r i f i n d e d a h a güve-



Muhammed



el-Yemânî



tarafından



Farsça t e r c ü m e l e r i



(Brockelmann, GAL, I, 470; Suppi, Baillie,



el-Ferâ



'izü 's -



Ferd-i Mutlak. İbn Hacer'e g ö r e râvi-



vardır



nin t e k kaldığı kısım s e n e d i n aslı, men-



1, 651).



şei veya m ü n t e h â s ı denilen s a h â b e ve ta-



de



Sirâciyye'mn



biîn



tarafında



bulunursa



buna



ferd-i



t e b a s ı l m ı ş t ı r (Haydarâbâd 1285; Kahire



m e t n i n i ve C ü r c â n î şerhini esas a l a r a k



m u t l a k , orta kısımlarında b u l u n u r s a bu-



1303; Lahor 1313).



The Moohummudan



n a d a ferd-i nisbî denir. Ş u n u özellikle



Law



of



ce adlı bir ç a l ı ş m a y a p m ı ş t ı r Muhtasarları. 1. T a ş k ö p r i z â d e A h m e d Efendi, Telhîşü (Süleymaniye



'1 - Ferâ'izi



's -



Ktp., Yozgat,



A b d u l l a h b. Es'ad b. Ö m e r



Muhtasar



Sirâciyye



nr. 458). 2.



mirıe's-Sirâciyye



el-Kâşgarî, (Süleyma-



M a n z u m Hale Getirilmiş Şekilleri. 1. Muh a m m e d b. M e s ' û d el-Kayserî (ö. 7 5 5 /



GAL Suppi.,



(Brockelmann,



I, 651). 2. A b d u r r a h m a n - ı Câ-



m î (ö. 8 9 8 / 1492), Manzûme-i



Sirâciyye.



Ferâ'iz-i



Farsça'dır (Süleymaniye Ktp.,



Nâfiz Paşa, nr. 308). 3. D u r s u n z â d e Abdullah Feyzî (ö. 1019/1610),



Sirâciyye.



Manzûme-i



T ü r k ç e ' d i r (Süleymaniye Ktp.,



Şehid Ali Paşa, nr. 1107). 4. A b d ü l m e l i k b. A b d ü l v e h h â b el-Fettenî, Hulâsatul



râ'iz



(Manzûmetu's-Sirâciyye



(Calcutta



s-Sirâciyye



ile il-



- Fe-



fi'1-ferâ'iz)



b e l i r t m e k gerekir ki b ü t ü n



sahâbîlerin



t e n k i d dışı bırakılması (udûl) g ö r ü ş ü n d e



Keşfü'z-zunûn,



olan âlimler, onların Hz. P e y g a m b e r ' d e n



II, 1247-1250; Brockelmann, GAL, I, 470-



t e k başlarına rivayet ettikleri hadisleri



471 ; Suppi,



f e r d k a b u l e t m e m i ş l e r d i r (Tehânevî, II,



gili diğer çalışmalar için bk. I, 650-651).



1087). Âlimlerin birçoğu, h a d i s i n kaynaBİBLİYOGRAFYA:



niye Ktp., Ayasofya, nr. 2739).



1354), Nazmus-Sirâciyye



1832, 1874; el-Ferâ'izu



fnheritan-



Cürcânî, Şerhu's-Sirâciyye, İstanbul 1322; Keşfü'z-zunûn, II, 1247-1250; Serkîs, Mu cem, I, 495, 680, 1008; Brockelmann, GAL, I, 470471; Suppi, I, 650-651, 970; II, 631; Hediyyetü'l-cârifın, I, 342; II, 106, 301; A. G. Ellis, Catalogue of Arabie Books in the British Museum, London 1967, I, 50, 249; II, 248-249; Özeğe, Katalog, IV, 1582; Ahmet Özel, Hanefi Fıkıh Âlimleri, Ankara 1990, s. 58-59, 90; Seybold, "Die Breslauer Glossen zu Siwâsi's Kommentar zu Sagâwendi's Erbrecht (aifarâidlal-Sirâgije", RSO, VI (1914-15), s. 89-98; R. Paret, "Secâvendî", İA, X, 302; "Secâvendî", TA, XXVIII, 256. |—| L*



FERHAT



KOCA



ğı olan s a h â b e d e n t e k râvi kanalı ile alın a n rivayetlerin m u t l a k ve g e r ç e k f e r d sayılacağı, h a d i s i n d a h a s o n r a k i yüzyıllarda ş ö h r e t b u l m a s ı



h a l i n d e bile bu-



n u n d e ğ i ş m e y e c e ğ i , a n c a k s e n e d i n diğ e r kısımlarındaki t e f e r r ü d ü n nisbî kabul edileceği g ö r ü ş ü n ü



benimsemişler-



dir. Bir t â b i î s a h â b î d e n olan rivayetinde t e k kalıyorsa o hadisi Hz. P e y g a m b e r ' d e n n a k l e d e n b a ş k a bir s a h â b î b u l u n s a d a b u d u r u m rivayetin ferd-i m u t l a k olmasını değiştirmez. Buna örnek olarak E b û H ü r e y r e ' d e n s a d e c e E b û Sâlih es-



368 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FERDÎ S e m m â n ' ı n , o n d a n d a sadece A b d u l l a h



b u l u n m a s ı y l a d a ferd-i nisbîlik meyda-



İbnü'l-Kayserânî e t r â f t e r t i b i n e k o y m u ş



b. D î n â r ' m rivayet ettiği ve böylece se-



n a gelir. Bunların h e r birinde t e f e r r ü d



ve b u n a



n e d i n iki y e r i n d e t e f e r r ü d ü n



meydana



yalnız bir a ç ı d a n b u l u n d u ğ u için hadisin



kutnî



geldiği, " İ m a n y e t m i ş (veya altmış) kü-



b a ş k a rivayetlerinin ve isnadlarının ol-



vermiştir (nüshaları için bk. ETRÂF). 4. İbn



s u r özellikten ibarettir" (Buhârî, " î m â n " ,



m a s ı o n u n ferd-i nisbî diye adlandırıl-



Ş â h î n , el-Ehâdîsü'l-efrâd



3; Müslim, " î m â n " , 58) m e â l i n d e k i h a d i s



m a s ı n a engel teşkil e t m e z .



bi'z-Zâhiriyye, Mccmua, nr. 90/3). S. Ebü'l-



el-Etrâf



li'l-efrâd



(Etrâfül-ğarâ'ib



li'd-Dâre-



ve'iefrâd)



adını



(Dâru 1-kütü-



H a s a n A h m e d b. A b d u l l a h b.



Humeyd



kalması a n l a m ı n d a kullanılmamıştır. Ba-



b. Ruzeyk ed-Dellâl el-Bağdâdî,



el-Efrâ-



olsun h e r h a n g i bir râvinin k e n d i üstün-



z a n bir râvinin rivayetinin s e n e d



dul-ğarâ'ib



deki râviden t e k başına rivayet ettiği ha-



verilebilir. Bazı â l i m l e r İbn Hacer'in tarifinin a k s i n e , s e n e d i n n e r e s i n d e



olursa



Teferrüd t e r i m i her z a m a n râvinin t e k veya



(Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye,



m e t n i n d e k i bir değişiklik, eksiklik ve faz-



Mecmua, nr. 94, vr. 252-258; ayrıca bk.



disi ferd-i m u t l a k saymışlardır. S e n e d i n



lalık a ç ı s ı n d a n d i ğ e r râvilere m u h a l e f e t i



Sezgin, I, 220). 6. İbn Ş â z â n e l - B a ğ d â d î ,



bir y e r i n d e t e k k a l a n râvinin bir sonra-



d e t e f e r r ü d terimiyle i f a d e e d i l m i ş ve



el-Elrâd



ki t a b a k a için o hadisin y e g â n e mesne-



böyle rivayetlere ferd-i m u h â l i f adı ve-



mua, nr. 37, vr. 79-84; nr. 90, vr. 21-38).



di olacağı g ö z ö n ü n d e b u l u n d u r u l d u ğ u n -



rilmiştir.



Bezzâr'ın el-Müsned'i



d a b u g ö r ü ş ü n ferd-i m u t l a k terimiyle



Hadis u s u l ü âlimleri, bir rivayetin f e r d



anlatılmak istenen m â n a y a daha uygun



özelliği t a ş ı m a s ı n ı o n u n s a ğ l a m l ı ğ ı açı-



d ü ş t ü ğ ü söylenebilir.



kim



B u h â r î ile M ü s l i m



eserlerine



200



den t e k kalması veya diğerlerinden farklı



k a d a r f e r d ve g a r î b hadisi almışlar, ba-



o l m a s ı d e m e k t i r . B u n u n e n çok g ö r ü l e n



zı â l i m l e r d e b u rivayetleri



şekillerinden biri, hadisi s a d e c e bir şe-



hîhayn



hir veya ü l k e halkının rivayet e t m e s i d i r .



la bir araya getirmişlerdir. Ş u n u d a be-



Efrâdü'ş-Şa-



veya Garâ'ibuş-Sahîhayn



adıy-



Bir ş e h r e y e r l e ş m i ş olan râvinin yalnız



l i r t m e k gerekir ki bir h a d i s i n f e r d oldu-



o r a d a rivayette b u l u n m a s ı sebebiyle an-



ğ u n u söyleyen k i m s e , o hadisin



cak o b ö l g e d e bilinen ve "Şamlılar'ın ha-



bir tariki ve râvisi b u l u n m a d ı ğ ı n ı



disi, Hicazlılar'ın hadisi" gibi



ifadelerle



s ü r m ü ş o l m a k t a d ı r . A n c a k s a h a s ı n d a ne



anılan hadisler ortaya çıkmıştır. Bunla-



k a d a r o t o r i t e olursa o l s u n bir m u h a d d i -



ra " e f r â d ü ' l - b ü l d â n " denilir. Bu rivayet-



sin f e r d o l d u ğ u n u iddia ettiği bir hadi-



lerdeki t e f e r r ü d , bir şehir halkının di-



sin b ü t ü n senedierini bilmesi



ğ e r bir ş e h i r h a l k ı n d a n d u y m a s ı y l a ola-



değildir. B u n d a n dolayı f e r d o l d u ğ u be-



başka ileri



mümkün



bileceği gibi bir belde m e n s u b u n u n ve-



lirtilen bir h a b e r i n b a ş k a



ya halkının bir kişiden rivayetiyle de mey-



d e ğ i ş i k senedierini elde e t m e



d a n a gelebilir. Bazı beldelerin f e r d riva-



d a i m a m e v c u t o l d u ğ u n d a n böyle bir id-



yetlerinden örnekler veren H â k i m en-Nî-



dia h e r z a m a n t a r t ı ş m a y a açıktır.



s â b û r î , Hz. Ali'nin Resûlullah a d ı n a kur-



kaynaklarda ihtimali



Ferd terimi h a d i s u s u l ü n d e sadece ha-



b a n k e s t i ğ i n e dair hadisin b ü t ü n râvi-



disin sıfatı o l a r a k değil aynı



lerinin



söylemektedir



bir râvinin b a ş k a k i m s e l e r d e rastlanma-



s. 97). Değişik



y a n adının, k ü n y e veya lakabının sıfatı



k ü l t ü r m e r k e z l e r i n d e d u y u l a n hadislerin



olarak da kullanılır; bunlara "ferd mine'l-



b u b ö l g e l e r e g ö r e t o p l a n ı p t a s n i f edil-



e s m â , f e r d m i n e ' l - k ü n â , f e r d mine'l-el-



Kûfeli



(Ma'rifetü



olduğunu



c



ulûmi'l-hadîs,



zamanda



mesiyle m e y d a n a gelen h a d i s m e c m u a -



k â b " denir. Ferd isimlere Enced b. Ücey-



larına " b ü l d â n i y y e " adı verilmiştir.



yân, ferd künyelere Ebü'l-Ubeydeyn, ferd



Ferd-i nisbînin d i ğ e r bir şekli, bir hadisi m e ş h u r bir m u h a d d i s t e n sadece bir râvinin



rivayet



etmesidir. Abdullah



b.



M e s ' û d Hz. P e y g a m b e r ' e e n b ü y ü k gü-



l a k a p l a r a d a Sefine ö r n e k verilebilir.



ile T a b e r â n î ' n i n



i M u ' c e m ' l e r i n d e p e k çok f e r d h a d i s bulunmaktadır.



s ı n d a n m a h z u r l u g ö r m e m i ş l e r d i r . Nite-



Ferd-i Nisbî. Râvinin h e r h a n g i bir yön-



(Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Mec-



BIBLIYOGRAFYA: Lisânu /-'Arab, "frd" md.; Tehânevî. Keşşaf, II, 1086-1088; Buhârî, "îmân", 3; Müslim, "îmân", 58; Şâfiî, er-Risâle, s. 408 vd.; Hâkim, Ma'rifetü 'ulûmi'l-hadîs, s. 92-103; Hatîb, el-Kifâye (nşr. M. el-Hâfız et-Tîcânî), Kahire 1972, s. 223225; İbnü's-Salâh, cUlûmu l-hadîs, Beyrut 1398/ 1978, s. 41-42; Tîbî, el-Hulâşa fî uşûli'l-hadîş, Beyrut 1985, s. 51; İbn Hacer, Hadîs Istılahları Hakkında Nuhbetul-fiker Şerhi (trc. Talât Koçyiğit), Ankara 1971, s. 31-32; Sehâvî, Fethu'lmuğiş, I, 208, 219-223; Cemâleddin el-Kâsımî, Kauâ'idü't-tahdîş (nşr. M. Behçet el-Baytâr), Dımaşk 1353/1935, s. 109; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü'n-nazar, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), s. 181; Sezgin, GAS, I, 208, 210, 213, 220, 230; Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 108-110; Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul 1987, s. 56-57; Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 92-95; Robson, "Tradition from Individual", JSS, IX (1964), s. 327-340; A. Schaade, "Ferd", İA, IV, 554; H. Fieisch, "Fard", El2 (İng.), 11, 789-790. m HHİ



r



SELAHADDİN POLAT



„ FERDİ



(



"i



)



(ö. 1 1 2 1 / 1 7 0 9 )



D i v a n şairi.



L_



J



Ferd hadisleri bir araya t o p l a y a n çalışmaların belli başlıları ş u n l a r d ı r : 1. E b û



İ s t a n b u l ' d a d o ğ d u . Asıl adı Hüseyin'-



(Se-



dir. Arayıcızâde lakabıyla d a tanınır. Sa-



nâhın ne o l d u ğ u n u arka arkaya üç defa



hâvî, l, 208). Bu eser m u h t e m e l e n , o n u n



f â î M u s t a f a Efendi'nin, ilk z a m a n l a r ı n d a



s o r m u ş ve o n d a n sırasıyla şu cevapları



s a d e c e bir b ö l g e d e rivayet e d i l m i ş ha-



devlet b ü y ü k l e r i n e h i z m e t e t t i ğ i n i kay-



almıştır: "Seni y a r a t a n Allah'a ortak koş-



disleri topladığı söylenen ve



man,



fi's-sünen



çocuğunu



öldürmen,



komşunun



h a n ı m ı ile zina e t m e n d i r " . Bu hadisi Süf-



Dâvûd (ö. 275/889), Efrâdü'l-büldân



et-Teferrüd



dettiği Ferdî tahsilinden sonra çeşitli ve-



adıyla d a anılan kitabıdır. 2.



zirlere k e t h ü d â l ı k h i z m e t i n d e b u l u n m u ş -



E b ü Ya'lâ el-MevsıIÎ, el-Mefârid



c



an Re-



t u r . Daha sonra Mısır'a g i d e r e k Kahire'-



sellem.



d e m u k a b e l e c i oldu. Z a m a n l a divan hâ-



y â n es-Sevrî'den s a d e c e A b d u r r a h m a n



sülillâh



b. M e h d î rivayet e t m i ş t i r (Hâkim, s. 100).



Kırk b e ş s a h â b î ile o n bir t â b i î n i n Hz.



celeri z ü m r e s i n e dahil o l a r a k sipah kâ-



B u h a d i s i n b a ş k a isnadları b u l u n s a bile



P e y g a m b e r ' d e n t e k başlarına rivayet et-



tibi ve maliye tezkireciliği yaptı. Nite-



sallallâhu



c



aleyhi



ve



S ü f y â n es-Sevrî'den yalnız bir kişinin ri-



tikleri m u h t e l i f k o n u l a r a dair 114 hadi-



k i m t e z k i r e sahibi Safâî, Ferdî'nin mali-



vayet e t m e s i o rivayetin ferd-i nisbî sa-



si ihtiva e t m e k t e o l u p A b d u l l a h b. Yû-



ye tezkireciliğinde k e n d i s i n e selef oldu-



yılması için yeterli sebeptir.



s u f el-Cüdey' t a r a f ı n d a n y a y ı m l a n m ı ş t ı r



ğ u n u bildirir. II. M u s t a f a ' n ı n



(Dâhiye 1405/1985). 3. D â r e k u t n î , el-Fe-



nın (1695-1703) sonlarına d o ğ r u Sadra-



d e n s a d e c e birinin sika olmasıyla y a h u t



vâ'idü'l-efrâd



Kahire ve Dımaşk'-



z a m R a m i M e h m e d Paşa'nın meclisleri-



bir r â v i d e n yalnız bir râvinin



t a nüshaları b u l u n a n eseri (Sezgin, l, 208)



n e katılan şair o n u n iltifat ve teveccüh-



B u n l a r d a n b a ş k a bir hadisin râvilerinrivayette



(etraf).



saltanatı-



369



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FERDÎ BİBLİYOGRAFYA: l^tt'Avrcr I i



i-'r'siUı



İV.U^C«ö! f C s - S V } ; ^ -



iJ



'



A ğ u s t o s 1 3 9 9 ' d a isyan etti. Ayıtmış Tağ-



Safâî. Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 9583, vr. 174b176"; Belîğ, Tluhbetü'l-âsâr, s. 400-401; Şeyhî, Vekayiu7-fuzalâ, II, 470; Sâlim, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 2407, vr. 176b-177»; a.e., İstanbul 1315, s. 525-527; Müstakimzâde, Mecelletü'nNisâb, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 628, vr. 337° b ; Sicill-i Osmânî, IV, 15; Osmanlı Müellifleri, II, 70; îzâhu'l-meknün, II, 37; Karatay, Türkçe Yazmalar, II, 167-168, 265; Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 137; a.mlf., "Divan Edebiyatında Hikâye", TDAY Belleten (1967), S



rfu^iS/UJi r



Ferdî'nin



^ i../,.-' Üp-Jthfi; Hikaye-i Erdeşîr «pitiji^fre O—C/^fyJd ue Şâpûr adlı eserinin



SABAHATTIN K Ü Ç Ü K



rında m a ğ l û p etti. A y ı t m ı ş ve Tağrîberdî Dımaşk'a kaçtılar. Tenem 100 kadar emîriyle birlikte yakalandı. Ş â b a n ayında Dım a ş k ' a giren Ferec T e n e m , A y ı t m ı ş ve taraftarlarını katlettirdi; Tağrîberdî'yi ise annesi Şîrin'in aracılığı ile bağışladı. O s m a n l ı S u l t a n ı Yıldırım



Bayezid



bu



bi M e m l û k h a k i m i y e t i n d e k i bazı şehirleri ele g e ç i r m i ş t i (Ağustos 1399). Ferec D ı m a ş k ' t a b u l u n d u ğ u e s n a d a Yıldırım'a elçi g ö n d e r i p alınan yerlerin iadesini istedi. A n c a k Suriye'de bir s ü r e b e k l e d i ; herhangi cevap g e l m e m e s i n e r a ğ m e n sa-



M e m l û k sultanı



(Millet Ktp.,



n e m ' i 18 M a r t 1 4 0 0 ' d e G a z z e yakınla-



sırada Elbistan, M a l a t y a ve D â r e n d e gi-



( &> ) el-Melikü'n-Nâsır Zeynüddîn (Nâsırüddîn) Ebü's-Seâdât Ferec b. Berkuk (ö. 8 1 5 / 1 4 1 2 )



(1399-1412).



Ali Emîrî,



isyanı b a s t ı r m a k için Suriye'ye g i d e n Ferec, barış şartlarını k a b u l e t m e y e n Te-







FEREC



ilk sayfası



jbL^cfeO'i;



rîberdî, Halep ve H a m a nâibleriyle birlikt e Aralık 1 3 9 9 ' d a Kahire'ye y ü r ü d ü . Bu



vaşa cesaret e d e m e y i p Mısır'a d ö n d ü .



Manzum,



Yıldırım Bayezid d a h a s o n r a



nr. 774, vr. İ l " )



Ferec'e



7 9 1 ' d e (1389) K a h i r e ' d e d o ğ d u . Sul-



elçiler g ö n d e r e r e k T i m u r ' a karşı i t t i f a k



lerine nâil o l m u ş t u r . S â l i m ve S a f â î tez-



t a n B e r k u k ' u n b ü y ü k o ğ l u o l u p babası-



t e k l i f ettiyse d e ülkesi için b u n u n öne-



kirelerinde Ferdî'nin ö l ü m tarihi



1121



nın çeşitli sıkıntılarla karşılaştığı günler-



m i n i k a v r a y a m a y a n Ferec b u teklifi red-



( 1 7 0 9 ) o l a r a k kaydedilir. Şeyhî ve İsmâil



d e d o ğ d u ğ u için k e n d i s i n e Ferec (ferah-



detti. Bu sırada Malatya ve Ayıntab'ı zap-



Belîğ ise b u n u 1 1 2 0 o l a r a k göstermiş-



lık) adı verildi. S u l t a n B e r k u k ö l ü m dö-



t e d e n T i m u r d a h a s o n r a g ü n e y e indi ve



ş e ğ i n d e iken b a ş t a Halife



Suriye askerlerini yenilgiye u ğ r a t ı p E k i m



lerdir.



Mütevekkil-



Alellah o l m a k üzere Mısır Başkadısı Sad-



1 4 0 0 ' d e Halep'e girdi. Şehri y a ğ m a l a t a -



li, kabiliyetli ve n a z i k bir şair o l a r a k de-



r e d d i n el-Menâvî eş-Şâfiî,



r a k halkını kılıçtan geçirdi. B u r a d a



ğerlendirilmiştir.



Y û s u f el-Hanefî, İbn H a l d û n



el-Mâlikî



ve B u r h â n e d d i n



Ş u a r â t e z k i r e l e r i n d e Ferdî s o h b e t ehKaynaklar,



özellikle



Cemâleddin Kal'atül-



r ü d ü . Sultan Ferec de 8 Aralık'ta Gazze'-



birle-



cebel'e d a v e t e d e r e k o ğ l u Ferec'e b i a t



ye geldi. D ı m a ş k n â i b i T a ğ r î b e r d î şehrin



şirler. Ayrıca şiirlerinde külfetsiz bir söy-



etmelerini istedi ve d a h a ö n c e hazırladı-



uzun m ü d d e t kendini



leyişe sahip b u l u n d u ğ u ifade edilir. Onun,



ğı vasiyetnâmeyi onlara t e s l i m etti. Ber-



söyleyerek s u l t a n ı n G a z z e ' d e k a l m a s ı n ı



" G ö r ü p ân-ı r u h u n ö p t ü m elin ol şûh-ı



kuk'un 15 Şevval 801'de (20 Haziran 1399)



ve böylece T i m u r o r d u s u n u iki a t e ş ara-



f e t t â n ı n / Dahi y â d ı m d a d ı r billâh



ö l ü m ü ü z e r i n e e m î r l e r Ayıtmış'ın evinde



s ı n d a b ı r a k m a y ı tavsiye etti. Ferec ve



ç ı k m a z ol â n ı n " beyti k e n d i s i n d e n bah-



toplanarak



emîrleri T a ğ r î b e r d î ' y e



seden kaynaklarda daima



anılagelmiş-



k a r a r verdiler ve Istabl-ı Sultânî'ye da-



den dolayı bu teklifi k a b u l e t m e y e r e k 2 3



tir. A k r a n l a r ı a r a s ı n d a n a z i k t a b i a t l ı bir



v e t ettikleri Ferec'i "el-Melikü'n-Nâsır"



Aralık'ta D ı m a ş k ' a girdiler. 2 7 Aralık'ta



şair o l a r a k t a n ı n a n Ferdî dostları yanın-



unvanıyla s u l t a n ilân ettiler. B u şekilde



iki o r d u n u n



d a d a itibar sahibi idi.



Ferec, A t a b e g ü ' l - a s â k i r A y ı t m ı ş ile E m î r



m a d a T i m u r ' u n askerleri m a ğ l û p oldu.



Tağrîberdî'nin h i m a y e s i n d e M e m l û k tah-



Dımaşk yakınında Katanâ'daki muhare-



lugaz



s ö y l e m e d e ve t a r i h



düşürmede



m e ş h u r bir s a n a t k â r o l d u ğ u n d a



F e r d î ' n i n Şâpurnâme



Ferdî



a d ı n d a k i mes-



nevisiyle " E s m â ü ' l - b i l â d " m e ş h u r o l m u ş t u r . Sâlim



adlı



el-Hanbelî'yi



bir



ay k a l d ı k t a n s o n r a D ı m a ş k ü z e r i n e yü-



vasiyetnâmeyi



uygulamaya



t ı n a çıkarılmıştır. Ferec'in t a h t a çıkması, e s k i d e n



beri



birbirleriyle r e k a b e t h a l i n d e olan emîr-



b a ş k a eserlerinin d e b u l u n d u ğ u



haber



ler a r a s ı n d a k i m ü c a d e l e y i d a h a d a şid-



adıy-



detlendirdi. Başta Emîr S û d u n Tâz o l m a k



1000 beyit ci-



ü z e r e E m î r Y e ş b e g ve ö t e k i bazı emîr-



Erdeşîr



ve Şâpur



la d a t a n ı n a n Şâpurnâme



öncüleri a r a s ı n d a k i



çatış-



nildi, s a ğ k a n a t ise dayandı. Timur, ken-



onun mesnevi tarzında kaleme alınmış verilir. Hikâye-i



güvensizliklerin-



b e d e Mısır kuvvetlerinin sol k a n a d ı ye-



kasidesi



Tezkiresi'nde



savunabileceğini



disinin m e t b û k a b u l edilmesini ve yanınd a k i b ü t ü n esirlere karşılık B e r k u k zam a n ı n d a n beri Kahire'de t u t u k l u bulun a n akrabası Atalmış'ın (Atılmış) iadesini i s t e d i ; a n c a k Ferec b u teklifi r e d d e t t i .



varında o l u p divan edebiyatının t e k kah-



ler Ayıtmış'ın ü l k e i d a r e s i n d e k i



r a m a n l ı a ş k hikâyeleri a r a s ı n d a yer al-



hâkimiyetini



m a k t a d ı r . Bu eserin İstanbul k ü t ü p h a n e -



o n u n D ı m a ş k nâibi T e n e m t a r a f t a r ı ol-



t ü r l ü çareye b a ş v u r d u ğ u



lerinde çeşitli nüshaları mevcuttur (TSMK,



d u ğ u n u ve çeşitli yollarla kendilerini or-



Ferec'in k ö t ü i d a r e s i n d e n r a h a t s ı z olan



Revan Köşkü, nr. 1980, vr. l b - 3 9 a ; İÜ Ktp.,



t a d a n k a l d ı r m a y a çalıştığını ileri süre-



bazı emîrler Mısır'a d ö n e r e k yeni bir sul-



TY, nr. 3286; Millet Ktp., Ali Emîrî, Man-



rek Ferec'in a r t ı k vesâyete ihtiyacı kal-



t a n s e ç m e k istediler. B u n u n ü z e r i n e Fe-



çekemiyorlardı.



mutlak Sonunda



T i m u r ' u n Dımaşk'a g i r e b i l m e k için her bu



günlerde



zum, nr. 774). Adı bazı yerlerde "Esmâü'l-



m a d ı ğ ı n a dair bir k a r a r çıkardılar ve ka-



rec D ı m a ş k ' ı b ı r a k ı p Kahire'ye



büldân" olarak da geçen



"Esmâü'l-bi-



dılara t a s d i k ettirdiler. Ayıtmış ve müşa-



z o r u n d a kaldı. T i m u r D ı m a ş k ' ı n ileri ge-



l â d " d a (Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr.



viri T a ğ r î b e r d î Kal'atülcebel'i ele geçir-



lenlerini k a n d ı r a r a k şehre girdi ve halkın



1047) çeşitli beldeler b i r t a k ı m özellikle-



m e k istedilerse d e m a ğ l û p o l a r a k Suri-



her şeyini elinden aldı. Ferec Kahire'de



riyle ve kısaca söz k o n u s u edilir.



ye'ye kaçtılar. Orada D ı m a ş k nâibi Tenem



d u r u m a h â k i m olduktan sonra Timur'a



370 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



dönmek



FERECİK karşı t e k r a r o r d u h a z ı r l a m a y a



başladı.



emîrlere karşı bir d e f a d a h a



Suriye'ye



Osmanlılar d ö n e m i n d e (1358-1912) Türk-



Bu sırada T i m u r t e k r a r A t a l m ı ş ' ı n ser-



h a r e k e t etti. Bu o n u n yedinci ve son Su-



İslâm hayat tarzının h â k i m o l d u ğ u önem-



b e s t bırakılmasını isteyince A t a l m ı ş Su-



riye seferi oldu. 1412 yılında



li bir yer ve b ü y ü k bir k a z a merkeziydi.



Dımaşk'a



riye'ye gönderildi, T i m u r d a M a r t 1401'-



geldi, yeni D ı m a ş k n â i b i T a ğ r î b e r d î ' n i n



Bizans



d e D ı m a ş k ' t a n ayrıldı. Bu t a r i h t e n itiba-



yerinde



asmadan



" b a t a k l ı k " a n l a m ı n a gelen Vira adını ta-



ren Ferec'in emirleriyle a r a s ı n d a k i ihti-



Şeyh e l - M a h m û d î ile Nevrûz'u a r a m a y a



ş ı m a k t a y d ı . Bu a d O s m a n l ı l a r z a m a n ı n -



l â f d a h a d a arttı. Suriye'deki E m î r Şeyh



başladı. İki ordu Leccûn'da karşılaştı. Fe-



d a ö n c e Fere veya Fire, d a h a s o n r a d a



el-Mahmûdî, etrafında toplanan Cekem,



rec m a ğ l û p o l a r a k D ı m a ş k ' a d ö n d ü ve



Ferecik şeklini almıştır.



Y e ş b e g ile Trablus ve H a m a



nâiblerini



d ü ş m a n l a r ı y l a m u h a r e b e y e d e v a m etti.



de alarak Mısır'a y ü r ü d ü . Mısır o r d u s u n u



Y a n ı n d a h a l k t a n ve a s k e r d e n çok sayı-



d a n beri i s k â n a açık o l d u ğ u



A b b â s i y y e ' d e m a ğ l û p e d i p (Mayıs 1405)



da t a r a f t a r vardı. Mücadele günlerce sür-



bilgi y o k t u r . A n c a k k a s a b a o l a r a k geliş-



tavsiyelerine



kulak



hâkimiyeti



sırasında



Slavca'da



Ferecik'in b u l u n d u ğ u yerin n e z a m a n hakkında



Kahire'ye k a d a r ilerledi. A n c a k yanında-



d ü . S o n u n d a taraftarlarının d i r e n m e gü-



m e s i n i n Bizans d ö n e m i n d e gerçekleşti-



ki emîrlerin bir kısmı s u l t a n ı n t a r a f ı n a



cü t ü k e n i n c e h e r k e s o n u yalnız bıraktı.



ği bilinmektedir. 1152 yılında Bizans İm-



geçince zor d u r u m d a kalan Şeyh el-Mah-



Emîrler d e kendisini t a h t t a n



indirerek



p a r a t o r u II. Ioannes'in kardeşi lsak Kom-



m û d î ile C e k e m Suriye'ye d ö n d ü l e r .



Halife M ü s t a î n - B i l l â h ' ı s u l t a n ilân etti-



nenos'un vakfı olarak kurulan, d a h a son-



ler. Ferec 2 8 Mayıs 1 4 1 2 gecesi öldürü-



ra Osmanlı hâkimiyeti sırasında Gazi Sü-



lerek B â b ü l f e r â d i s ' t e d e f n e d i l d i .



l e y m a n Paşa Camii o l a r a k h i z m e t veren



B ü t ü n b u h a d i s e l e r d e n y o r u l a n Ferec, k e n d i s i n e s u i k a s t d ü z e n l e n e c e ğ i korku-



Panaya K o s m o s o t e i r e M a n a s t ı r ı b u r a n ı n



suyla s a l t a n a t t a n ayrılmaya k a r a r verdi



Makrîzî'ye g ö r e Ferec'in k ö t ü idaresi



ve 21 Eylül 1 4 0 5 ' t e kâtibü's-sır Sa'ded-



sebebiyle Mısır ve Suriye h a r a b e y e dön-



i s k â n ı n d a ö n e m l i bir rol oynamıştır. XIV.



din İbn G u r â b ' ı n evinde gizlendi. Yerine



d ü . Tarihçilerin zalim, sefih ve ayyaş ola-



yüzyılın ilk yarısındaki B i z a n s iç savaş-



kardeşi Abdülazîz



r a k tanıttıkları Ferec z a m a n ı n d a T i m u r



ları sırasında yöredeki köylerin halkının



b ü t ü n Suriye'yi y a k ı p yıktı, b ü y ü k kat-



etrafı s a ğ l a m duvarlarla çevrili b u ma-



"el-Melikü'l-Mansûr"



unvanıyla t a h t a çıkarıldı. A n c a k



emîrler



l i a m l a r d a b u l u n d u . O n u n d e v r i n d e kıtlık



nastıra s ı ğ ı n m a s ı ve yerleşmesi



1 4 0 6 ' d a Ferec'i y e n i d e n hü-



ve pahalılık halkı kırıp geçirdi, ü l k e n i n



cu b u r a s ı bir k a s a b a o l a r a k g e l i ş m e y e



idaresinden m e m n u n 17 K a s ı m



bunun



olmayan



sonu-



k ü m d a r l ı ğ a getirdiler. Ferec emîrler ara-



i m a r ı i h m a l edilirken h a l k a ğ ı r vergiler



b a ş l a m ı ş t ı r . Buraya y ö n e l i k ilk T ü r k akı-



s ı n d a görev değişiklikleri y a p a r a k idare-



a l t ı n d a ezildi ve ahlâksızlık yaygınlaştı.



nı, 1 3 4 2 - 1 3 4 3 kışında A y d ı n o ğ l u U m u r



d e bazı t e d b i r l e r aldıysa d a e m î r l e r ara-



Bu y ü z d e n h a l k Ferec'in



sındaki ihtilâflar y ü z ü n d e n



Suriye'deki



â d e t a bir k u r t u l u ş gibi karşıladı. Ferec,



isyanlar t e k r a r başladı. 21 M a r t 1 4 0 7 ' d e



saltanatı boyunca süren b u k a r g a ş a için-



k i m aynı z a m a n d a tarihçi o l a n İmpara-



C e k e m "el-Melikü'l-Âdii" unvanıyla Ha-



d e sadece Kâbe'nin y a n a n kısımlarını ta-



tor Ioannes Kantakuzenos'un



lep'te s a l t a n a t ı n ı ilân etti. D ı m a ş k nâibi



m i r ettirebildi, M ı s ı r ' d a d a bir c a m i ile



1 3 5 3 ' t e Ferecik'e geldiği b i l i n d i ğ i n e gö-



Nevrûz d a o n a bağlılığını bildirdi. Ferec



m e d r e s e yaptırdı.



re o sıralarda k a s a b a n ı n B i z a n s idare-



Cekem üzerine sefere hazırlanırken o n u n  m i d ' d e A k k o y u n l u H ü k ü m d a r ı Karayül ü k ile y a p t ı ğ ı bir m u h a r e b e d e



öldüğü,



N e v r û z ' u n d a s u l t a n a i t a a t a r z e t t i ğ i haberini aldı. Daha sonra da Nevrûz ve Şeyh e l - M a h m û d î ' n i n k e n d i s i n e karşı isyanları veya birbirleriyle olan



mücadelele-



riyle m e ş g u l oldu. Mayıs 1 4 0 9 ' d a Şeyh e l - M a h m û d î ü z e r i n e y ü r ü y e n Ferec Sarh a d ' d a o n u m a ğ l û p e t t i ; f a k a t Tağrîberdî'nin aracılığı ile a f f e d i p Trablus nâibliğ i n e g ö n d e r d i . S u r i y e ' d e Şeyh el-Mahm û d î ve Nevrûz i t t i f a k ı n d a n endişe eden Halep n â i b i T i m u r t a ş



Ferec'e



mektup



y a z a r a k acele Suriye'ye h a r e k e t etmesini, aksi t a k d i r d e ü l k e n i n elden çıkabile-



öldürülmesini



Kalkaşendî, Me'âşirü'l-inâfe, II, 191-194, 203-225; Makrîzî, Kitâbü's-Sülük, Kahire 1972, İV/1, s. 84-226; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmuzzâhire, XII, 168-331; XIII, 43-152; a.mlf., elMenhelü's-sâfî, III, 146-149; IV, 37-40; İbn Hacer, İnbâ'ul-ğumr, IV, 26-208; V, 548-822; İbn Arabşah, °Acâ'ibü'l-makdür (nşr. Ahmed Fâiz), Beyrut 1407/1986, s. 225 vd.; İbn İyâs, Bedâ'i'u'z-zühür, 1/2, s. 536 vd.; Şevkânî, elBedrü't-tâli', II, 26-27; Ziriklî, el-A'lâm, I, 340341; M. C. Şahabeddin Tekindağ, Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı, İstanbul 1961, s. 4, 113, 143; Ömer b. Fehd, İthâful-verâ, Mekke 1984, III, 423, 428, 437, 448, 462, 466; İsmail Yiğit, Siyast-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi: Memlükler, İstanbul 1991, s. 106-109; M. Sobernheim, "Ferec", İA, IV, 554-555; J. VVansbrough, "Faradj", El2 (İng.), II, 781-782.



ceğini bildirdi. Ferec 31 A ğ u s t o s 1410'd î ve Nevrûz ise o n u n l a



S



ASRI



ÇUBUKÇU



karşılaşmadan



Kahire'ye y ü r ü d ü l e r . Kai'atülcebel'i



dü-



ş ü r m e k ü z e r e iken Mısır kuvvetleri yetişince Şeyh e l - M a h m û d î ve Nevrûz Suriye'ye d ö n d ü l e r . D ı m a ş k ' t a b u l u n a n Fe-



Kahire'ye d ö n d ü . Emîrler b u n u f ı r s a t bilerek a n l a ş m a y ı



b o z d u l a r ve



şartların



a k s i n e t a s a r r u f l a r a başladılar. Ferec âsi



de



1 3 5 2 ve



zenos



eserinde,



tahttan



feragatinden



sonra 1355'te halefi V. Ioannes Palaiolog o s d ö n e m i n d e b u r a n ı n a r t ı k bir man a s t ı r o l m a k t a n çıktığını ve bazı "vahşi köylülerin" y a ş a d ı ğ ı bir yer haline geldiğini y a z a r (Historia, III, 310). Kasabanın Osmanlı idaresine geçiş tarihi t a m olarak b i l i n m e m e k l e birlikte buranın O r h a n Gazi'nin o ğ l u S ü l e y m a n Paşa t a r a f ı n d a n R u m e l i ' d e ilk f e t h e d i l e n yerlerden biri o l d u ğ u , b u n u n d a



1357



veya 1 3 5 8 ' d e gerçekleştiği t a h m i n edilmektedir.



İlk



Osmanlı



O r u ç Bey t a r i h i n d e



kroniklerinden



Ferecik'in



Dimeto-



k a ' n ı n f e t h i n d e n h e m e n sonra, Filibe ve Eski Z a ğ r a ' d a n önce, yani



1359-1363



yılları a r a s ı n d a Evrenos Bey t a r a f ı n d a n Keşan ve İpsala ile birlikte ele geçirildi-



F



FERECİK



n



ği belirtilir. Hoca S â d e d d i n E f e n d i , Kât i b Çelebi ve M ü n e c c i m b a ş ı



Y u n a n i s t a n ' ı n Trakya kesiminde b u g ü n Ferai adıyla a n ı l a n eski bir O s m a n l ı kasabası.



ise f e t h i n



7 7 4 ' t e (1372-73) gerçekleştiğini yazarlar. XVI. yüzyıl tarihçilerinden Hadîdî 7 5 8



rec y i n e T a ğ r î b e r d F n i n ricası ile onları bazı şartlarla b u d e f a d a b a ğ ı ş l a d ı ve



gerçekleştirilmişse



s i n d e o l d u ğ u a n l a ş ı l m a k t a d ı r . Kantaku-



BİBLİYOGRAFYA:



d a Suriye seferine çıktı. Şeyh el-Mahmû-



Bey t a r a f ı n d a n



b u n d a n bir s o n u ç a l ı n a m a m ı ş t ı r . Nite-



(1357), Nişancı M e h m e d Paşa 7 5 9 (1358) Meriç nehrine b a k a n bir t e p e d e ve bu-



tarihlerini verirler. Âlî d e 7 5 9 (1358) ta-



g ü n D e d e a ğ a ç ' t a n (Alexandropolis) Türki-



rihinde b u r a n ı n ele geçirildiğini kayde-



ye sınırında İpsala'ya u l a ş a n otoyol üze-



der. M u h t e m e l e n



rinde b u l u n a n



gerçeği y a n s ı t m a k t a ve S ü l e y m a n Paşa'-



k ü ç ü k bir k a s a b a



olup



bu sonuncu



tarihler



371 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FERECİK nin ö l ü m ü n d e n az ö n c e f e t h i n t a m a m -



Bizans d ö n e m i n e ait bu su yolu m u h t e -



landığı d ü ş ü n ü l m e k t e d i r . N i t e k i m Fere-



m e l e n XIV. yüzyılın b a ş l a r ı n d a k i



cik'teki kiliseyi c a m i y e çeviren S ü l e y m a n



iç savaşları sırasında yıkılmış ve Osman-



g ö r e burası yedi mahalleli, 5 0 0



Paşa b u r a y a vakıf t a h s i s i n d e b u l u n a m a -



lılar z a m a n ı n d a y e n i d e n yapılmıştır. Os-



bir k a s a b a d u r u m u n d a



manlılar'ın inşa ettiği su kanalları XVIII.



n ü f u s kalenin a ş a ğ ı s ı n d a k e n a r m a h a l -



dan vefat etmiştir. Süleyman kiliseyi



camiye



çevirmesiyle



Paşa'nın ilgili



halk



a r a s ı n d a söylenegelen hikâyeler ise ol-



Bizans



yüzyılda y e n i l e n m i ş s e d e z a m a n l a



XVII. yüzyılda Ferecik h a k k ı n d a en geniş bilgiyi Evliya Çelebi v e r m e k t e d i r . Ona olup



hâneli



hıristiyan



ha-



lelerde o t u r u y o r d u . Evliya Çelebi'nin fe-



r a p h a l e gelmiştir. B u g ü n m e v c u t kay-



tih sırasında yıkıldığını belirttiği kalenin



d u k ç a eskidir. Ferecikli olan Osmanlı şair



n a k l a r d a , halen a y a k t a olan O s m a n l ı su



b ü y ü k b ö l ü m ü B. de la Broquiere'e gö-



ve tarihçisi Hadîdî, 9 0 6 ' d a



kanallarının Bizans yapısı o l d u ğ u belir-



re 1 4 3 3 ' t e a y a k t a idi. Ayrıca Evliya Çe-



S ü l e y m a n Paşa C a m i i ' n i n m i n a r e s i n d e k i



tilir. Ferecik'in a ş a ğ ı k e s i m i n d e



lebi



kitâbeyi k a l e m e a l m ı ş ve 1 5 1 6 ' d a Sü-



Kalesi yıkıntıları ü z e r i n d e yer a l a n eski



(1500-1501)



l e y m a n Paşa vakıflarının nâzırı



Bizans



burada



Süleyman



Paşa,



Şehzade



M û s â Çelebi ve İ b r â h i m A ğ a camileri ya-



olmuş-



bir O s m a n l ı h a m a m ı d a b u g ü n ayakta-



nında



t u r (BA, TD, nr. 77, s. 442). H a d î d î Tevâ-



dır. Burası 1455 tarihli d e f t e r d e adı ge-



eder, b e ş d e h a n ı n b u l u n d u ğ u n u



rih-i Âl-i



Osmân



dört



mescidin



varlığından



söz belir-



adlı eserinde halk ara-



çen  h î T u r h a n H a m a m ı olmalıdır. Bu-



tir. Bu d u r u m k a s a b a n ı n , A d r i y a t i k sa-



s ı n d a söylenen h i k â y e n i n en eski yazılı



ranın çifte su d e p o s u (konteyner) Çelebi



hillerinden başlayıp İstanbul'a u z a n a n Via



versiyonunu v e r m e k t e d i r . B u n a g ö r e Fe-



M e h m e d ' i n su kanallarıyla irtibatı olma-



E g n a t i a denilen a n a yol ü z e r i n d e ö n e m -



recik'te b ü y ü k bir m a n a s t ı r vardı, bura-



dığını, s u y u n u Meriç'ten aldığını d ü ş ü n -



li bir k o n a k l a m a yeri o l d u ğ u n u gösterir.



sı d i ğ e r yerlerdekilerden çok d a h a bü-



d ü r m e k t e d i r . Bu d u r u m h a m a m ı n d a h a



Hanların en b ü y ü ğ ü 1. A h m e d ' i n z e n g i n



y ü k t ü ; b u m a n a s t ı r camiye çevrilince Or-



eski bir t a r i h t e , XIV. yüzyılın ikinci yarı-



defterdarı Ekmekçizâde A h m e d



han Gazi adına Rumeli yakasında ilk hut-



sında y a p ı l m ı ş o l d u ğ u n u ortaya



ya aitti. A h m e d



be b u r a d a o k u n m u ş t u (s. 77-79).



B u r a d a yer a l a n T ü r k üçgenleri d e b u



sırada k a s a b a d a f a a l olan t e k h a m a m ı n



hususu doğrular.



d a bânisiydi. Âhî Turhan H a m a m ı ise kul-



O s m a n l ı h â k i m i y e t i n d e Ferecik k ü ç ü k bir k a s a b a d u r u m u n d a kaldı. Ferecik'i 1 4 3 3 ' t e iki d e f a g ö r e n B e r t r a n d o n



de



koyar.



1 5 0 0 yılı civarında, II. M e h m e d ve II. Bayezid devri devlet a d a m l a r ı n d a n Ha-



la Broquiere, Vira adıyla a n d ı ğ ı kasaba-



d ı m S ü l e y m a n P a ş a Ferecik Camii vak-



nın vaktiyle g ü z e l bir kalesi b u l u n d u ğ u -



fını genişletti ve bazı t a m i r a t l a r d a bu-



nu, f a k a t ş i m d i bazı yerlerinin h a r a p hal-



l u n d u . Bu t a m i r a t l a r ı g ö s t e r e n ve Hadî-



d e o l d u ğ u n u , c a m i y e d ö n ü ş t ü r ü l e n kili-



dî'ye a i t olan yeni m i n a r e üzerindeki 9 0 6



seyi g ö r d ü ğ ü n ü , kale e t r a f ı n d a g e n i ş bir



(1500-1501) tarihli k i t â b e Evliya Çele-



s a h a d a k a s a b a n ı n u z a n d ı ğ ı n ı ve b u r a d a



bi'nin kaydı ile b u g ü n e u l a ş m ı ş t ı r (Seya-



T ü r k ve R u m ahalinin y a ş a d ı ğ ı n ı yazar.



hatname,



VIII, 78). Ferecik 1 5 1 6 ' d a d a h a



K a s a b a n ı n n ü f u s d u r u m u n u ve fizikî ya-



önceki n ü f u s yapısını d a k o r u m u ş t u r . Bu



pısını a y d ı n l a t a n en eski O s m a n l ı kay-



t a r i h t e 179 m ü s l ü m a n , o t u z sekiz de hı-



nağı



Bu



ristiyan h â n e m e v c u t t u (toplam 1000 ki-



d e f t e r e g ö r e Ferecik'te 2 1 5 m ü s l ü m a n ,



şi). 1 5 2 8 ' d e n ü f u s t a nisbî bir a z a l m a ol-



elli sekiz hıristiyan h â n e o l m a k



üzere



d u . M ü s l ü m a n h â n e sayısı 135, hıristi-



t o p l a m 2 7 3 h â n e (yaklaşık 1200 kişi) var-



y a n h â n e sayısı ise o t u z sekiz idi (top-



dı. Ayrıca b u sıralarda k a s a b a d a bir ca-



lam 850 kişi). 1553'te burayı g ö r e n Fran-



m i , bir m e s c i d , bir zâviye, bir



hamam,



sız seyyahı Pierre Belon k a s a b a y ı Vire



bir k e r v a n s a r a y



Kervan-



adlı bir kalenin a ş a ğ ı s ı n d a iyi bir mevki-



sarayı ve h a m a m ı y a p t ı r a n Âhî Turhan'ın



de, etrafı yer yer h a r a p o l m u ş eski bir



zâviyesi d e



Paşa



duvarla çevrili g ü z e l bir yer o l a r a k a n a r ;



a d ı n a ise h e r h a n g i bir v a k ı f kaydı yok-



ayrıca nehir kıyısındaki bir iskeleden ve



t u . C a m i n i n b a k ı m ı ve h i z m e t l i m a a ş l a r ı



Meriç'te g e z e n t e k n e l e r d e n d e söz eder.



1 4 5 5 tarihli



icmal defteridir.



bulunuyordu.



mevcuttu. Süleyman



için Ferecik kadısının v a k f ı n d a n t a h s i s a t



1 5 7 0 ' e d o ğ r u Ferecik'in n ü f u s u n d a bir



ayrılmıştı; c a m i h i z m e t l i l e r i n d e n



artış m e y d a n a g e l d i ; b u t a r i h l e r d e 281



imam,



m ü e z z i n , h a t i p ve d ö r t c ü z h a n m m a a ş -



h â n e m ü s l ü m a n , kırk sekiz h â n e hıristi-



ları v a k f a bağlı Aya İrini Viranı vergi ge-



y a n vardı (toplam 1580 kişi). Aynı şekil-



lirlerinden sağlanıyordu. Çelebi M e h m e d



d e 1 5 9 5 - 1 6 0 3 yıllarında 3 0 0 m ü s l ü m a n



devrinde 1413-1421 a r a s ı n d a çevredeki



h â n e , yirmi



iki hıristiyan



hâne



olmak



d a ğ l a r d a n kasabaya su getirilmişti. 1555



üzere t o p l a m



tarihli t a m i r kayıtlarını ihtiva e d e n def-



t u r (yaklaşık 1560 kişi). XV. yüzyılın or-



t e r e g ö r e su kemerleri y a p ı l m ı ş ve bun-



t a l a r ı n d a n XVII. yüzyıl başlarına



lar t a m i r g ö r m ü ş t ü (BA, MAD, nr. 55, s.



geçen s ü r e z a r f ı n d a k a s a b a n ı n



h â n e sayısı 3 2 2



içinde m ü s l ü m a n h â n e sayısı artış gös-



lerinden ikisi b u g ü n hâlâ ayaktadır. Bun-



m a m e y d a n a gelmiştir. 1 5 7 0 ile



lar Louis P e t i t ' n i n yayımladığı m a n a s t ı r



verileri d i k k a t e alınırsa



v a k ı f n â m e s i n d e (Typikon) bahsedilen XII.



ların k ı s m î d e olsa rol oynadığı söylene-



yüzyıla a i t yapının yerini a l m ı ş olmalıdır.



bilir.



Kâtib



Çelebi ise ç o k kısa b a h s e t t i ğ i Ferecik'in bir camii ile altı h a n ı o l d u ğ u n u



yazar.



Aynı şekilde Fransız seyyahları



Robert



d e Dreux 1 6 6 9 ' d a , Paul Lucas d a 1714't e Virra adıyla andıkları Ferecik hakkınd a g e n i ş bilgi vermezler. B a r o n Felix d e B e a u j o u r 1 8 1 7 ' d e Ferecik'ten E d i r n e ve İstanbul'a g i d e n yol ü z e r i n d e 2 - 3 0 0 0 kişilik önemli bir k a s a b a şeklinde söz eder. Daha



sonraki



seyyahların



yazdıklarına



g ö r e Ferecik g i d e r e k g e n i ş l e m i ş , f a k a t hiçbir z a m a n b ü y ü k bir yerleşim



alanı



hüviyetini k a z a n m a m ı ş t ı r . A m i B o u e burayı, 1854'te 3 0 0 0 veya 4 0 0 0 kişilik Türk ve Y u n a n n ü f u s a s a h i p açık bir k a s a b a olarak tasvir ederken A. Viquesnel 1868'de bir camii, birçok hanı ile 7 0 0 - 8 0 0 hanelik bir k a s a b a d u r u m u n d a



bulundu-



ğ u n u yazar. 1310 ( 1 8 9 2 - 9 3 ) tarihli Edir-



ne



Salnamesi'nde



kasabada



iki



cami



Süleyman Pasa tarafından camiye çevrilen Kosmosoteira Kilisesi - Ferecik / Yunanistan



kadar



t e r i r k e n hıristiyan h â n e sayısında azal-



o



dışında



iki m e d r e s e , iki d e t e k k e vardı.



nüfusu



126-127). İlk d ö n e m O s m a n l ı mimarisi-



bunda



lanılmaz d u r u m d a y d ı . Bunların



olmuş-



nin b ü t ü n özelliklerini taşıyan su kemer-



Paşa'-



Paşa aynı z a m a n d a



1595 ihtida-



572 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



« Î . J







FEREZDAK (Süleyman Paşa ve Hamza Çavuş), bir mes-



kitâbeye göre bu t ü r b e 1098'de (1686-



cid ve dört tekke (Şeyh Sinan, Şeyh Alâ-



87) kubbeli yapılmıştır. Yıllardan beri do-



eddin, İbrâhim Baba ve Süleyman Baba)



m u z ahırı olarak kullanılmakta olan tür-



olduğu belirtilir. 1319 (1901-1902) ta-



be bölge halkınca tekke adıyla anılmak-



rihli Edirne



tadır. Ferecik'te yetişen en önemli şah-



salnâmesi 3500 m ü s l ü m a n nüfusa ilâve olarak 300 Rum ve 300 Bulgar'ın Ferecik'te ikamet ettiğini yazmaktadır. Ayrıca cuma namazı kılınabilecek üç caminin yanı sıra bir kilise ve 100 de d ü k k â n vardı. Rus asıllı Bizans tarihçisi T. H. Ouspensky 1907'de Ferecik'te çoğ u n l u ğ u n Türkler'den oluştuğunu, çok az sayıda Yunan ve Bulgar bulunduğunu belirtir. G. Lampusiades 1920'de, 1912 Balkan savaşları öncesinde Ferecik'te 600 hâne Türk, 160 Rum ve on hâne Bulgar'ın b u l u n d u ğ u n u kaydetmiştir. Balkan savaşları ve 1912-1919 Bul-



FEREZDAK ( ) Ebû Firâs Hemmâm b. Galib b. Sa'saa et-Temîmî (ö. 114/732)



siyet Osmanlı şair ve tarihçisi Hadîdî'-



Emeuîler devrinde eski üslûbu devam ettiren üç büyük hiciv şairinden biri.



dir. Hadîdî burada doğdu ve hayatı boyunca bu kasabada yaşadı, kadılıkta bulundu, Gazi Süleyman Paşa Vakfı nâzın olarak görev yaptı. Ayrıca şair ve sanat tarihçisi Rıfkı Melül Meriç de burada



20 (641) yılında Basra yakınındaki Kâzıme'de varlıklı, kültürlü, cömert ve nü-



d o ğ m u ş t u r (1901).



fuzlu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya



BIBLIYOGRAFYA : İcmal Defteri, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, M. Cevdet, nr. 0.89, s. 69; BA, TD, nr. 77, s. 442, 488; nr. 370, s. 43, 49; nr. 494, s. 278-285; nr. 648, s. 513-518; BA. MAD, nr. 55, s. 126-127; B. de la Broquiere, Le Voyage



d'outremer (ed. Ch. Schefer), Paris 1892, s. 179-



geldi. Babası ona, amcasının da adı olan Hemmâm isminin küçültmeli şekliyle Hümeym diye hitap ederdi. Yüzü veya alt dudağı somuna benzediği için kendisine bu anlama gelen "Ferezdak" lakabı verilmiş ve bu lakapla tanınmıştır. Aile-



gar işgali sırasında Ferecik çok tahriba-



180; Kantakuzenos, Historia,



ta uğradı. Bu sırada m ü s l ü m a n ailelerin



310; Oruç b. Âdil, Teuârîh-i Âl-i Osmân, s. 17 si Temîm kabilesinin Mücâşi' kolundanvd.; Hadîdî, Teuârth-i Âl-i Osman (1299-1523) dır. Dedesi Sa'saa b. Nâciye sahâbî ol-



çoğu kasabayı terketti ve İslâmî yapıların hemen hepsi yıkıldı. Gazi Süleyman Paşa Camii kiliseye çevrildi. Son olarak II. Abdülhamid tarafından 1317'de (18991900) bakımı yaptırılan Osmanlı hat ve süslemeleri yok edildi. 1919 Ekiminden 1920 Mayısına kadar Ferecik müttefikler adına İtalyan askerlerince, 1920 Haziranından itibaren de Yunanlılar'ca işgal edildi ve bu fiilî d u r u m 1923 Lozan Antlaşması ile hukuken tanınmış oldu. 1920 Yunan n ü f u s sayımında kasabada 122 kişi vardı. Göç eden Türk ve Bulgarlar'ın yerine Türkiye sınırları içerisinde kalan yerlerden ve özellikle Trakya'dan gelen Rumlar yerleştirildi. XVI. yüzyılda Rumeli beylerbeyiliğinin sağ kolunu teşkil eden dokuz kazadan biri olan Ferecik bu d u r u m u n u uzun süre korudu. 1860'larda bir liman şehri olarak Dedeağaç'ın kurulup geliştirilmesi, ticarî yönden olduğu gibi idarî bir merkez olarak da Ferecik'in önemini azalttı. 1875-1878 Edirne salnâmelerine göre Ferecik Edirne sancağına bağlı altmış altı köye sahip bir kaza merkeziydi. 1884'ten sonra sadece dokuz köyü olan, Dedeağaç sancağına bağlı bir nahiye derecesine düştü.



1920'den sonra Ferecik



eski nüfus sayısına ulaştıysa da büyük ve modern bir liman şehri olan ve aynı z a m a n d a endüstri merkezi haline gelen Dedeağaç'ın gölgesinde kaldı. 1961'de m ü s l ü m a n birkaç çingene hariç t a m a m ı R u m 4600 nüfusa sahipti. 1981 sayımına göre nüfusu 9000 civarındaydı. Bugün Ferecik'te Âhî Turhan Hamamı'nın ve Osmanlı su kanalının kalıntıla-



Bonn 1832, III,



(nşr. Necdet Öztürk), İstanbul 1991, s. 77-79;



makla beraber babası Gâlib Hz. PeygamP. Belon, Les Obseruations de ptusieurs singuber'i göremediği için m u h a d r a m û n * larites et choses memorabtes trouuees en Gredan sayılır. Basra'nın kurulmasından sonce, Paris 1554, s. 141; Küçük Nişancı Mehmed Paşa, Târih, İstanbul 1290, s. 103; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, VIII, 77-79; R. de Dreux,



Voyage en Turquie et en Grece (ed. H. Pernot), Paris 1925, s. 86-87; P. Lucas,



Voyage



du SieurP. L. fair en 1714, Amsterdam 1790, I, 27, 47; F. de Beaujour, Voyage militaire dans TEmpire ottoman, Paris 1829, s. 236; A. Boue, Requeii d'itineraires dans la Turquie dEurope, Wien 1854, s. 105-106; A. Viquesnel,



Voyage



dans la Turqule d'Europe, description physique et geologigue de la Thrace, Paris 1868, I, 161; I. Altinov, La Thrace interalliee, Sofia 1921, s. 4, 15; H. J. Kissling, Beitrâge zur Kenntnis Thrakien im i 7. Jahrhundert, Wiesbaden 1956, s. 85-86; C. Asdracha, La Region des Rhodopes aux Xlll e et XIV e siecles, etüde de geographie historique, Athen 1976, s. 124-130; H. J. Kornrumpf, Die Territorialuerıvaltung im östllchen Teli der Europâischen Türkei (18641878), Freiburg 1976, s. 264-265; S. Sinos, Die



Klosterkirche der Kosmosoteire in Bera (Vira), München 1985; P. Soustal, Tabula Imperii Byzantine VI, Thrakien, Wien 1991, s. 200-201; Ch. Bakirtsis — D. Triantaphyllos, Thrace, Athens 1990, s. 62-68; Machiel Kiel. "Remarks on some O t t o m a n - Turkish A q u e d u c t s a n d Water S u p p l y Systems i n the Balkans. Kavalla, Chalkis, Levkas a n d Ferai/Ferecik",



Gâlib cömertliğiyle tanınan bir kimseydi. İlme meraklı, zeki, hâfızası güçlü bir çocuk olan Ferezdak ilk öğrenimini böyle bir o r t a m d a yaptı. Bir râvi ve a h b â r * âlimi olan dedesi Sa'saa onun eğitimiyle yakından ilgilendi. Ferezdak, şairi bol bir m u h i t t e bir bedevî genci gibi yetişerek küçük yaşta şiire başladı. On beş yaşında iken babası oğlunu Basra'ya götürerek Hz. Ali'nin huzurunda şiirlerini okumasını sağladı. Hz. Ali, duygu ve düşüncesinin gelişip zenginleşmesi için ona Kur'an öğretilmesini tavsiye etti. Bu ziyaretin şair üzerinde önemli etkisi old u ğ u ve şiirlerinde görülen Ehl-i beyt sevgisinin buradan geldiği anlaşılmaktadır. Halife Muâviye b. Ebû Süfyân aleyhinde yazdığı bir şiir sebebiyle Muâviye'nin üvey kardeşi Ziyâd b. Ebîh'in düşmanlığını kazandı. Ziyâd'ın Irak valisi olmasından (45/665) beş yıl sonra Basra'dan kaçarak Hicaz'a gitti ve Medine Va-



De Turcicis Alissque Rebus, Commentarii Henry Hofman dedicati (— Utrechtse Turkologische Reeks No 3), (ed. Marc van Damme),



lisi Saîd b. Âs'ın himayesine girdi. Fakat



(Jtrecht 1992, s. 105-139; G. Lampusiades, "Odoiporikon", Thrakika, sy. 3 (1932), s. 172173; J. Schulze, " N e u g r i e c h e n l a n d . E i n e Land e s k u n d e O s t m a k e d o n i e n s u n d Westthra-



yâd'ın vefatı üzerine tekrar Basra'ya dön-



bir süre sonra Mervân b. Hakem Medine valisi olunca şehirden çıkarıldı. Zid ü ve onun ö l ü m ü n d e n d u y d u ğ u sevinci şiirleriyle dile getirdi. Haccâc'a bağlılığı-



kiens", Petermanns Mitteilungen, sy. 233, Got-



nı gösteren şiirlerle Haccâc ve oğlu için



ha 1937, s. 89, 229, 401; Ekrem Hakkı Ayverdi, "Gaazî S ü l e y m a n Paşa Vakfiyesi ve Tahrir Defterleri", VD, VII (1968), s. 19-28; Necdet Öztürk, "Ferecik'in S ü l e y m a n Paşa Tarafın-



kaleme aldığı mersiyelerdeki



dan Fethine Dair", Türklük Araştırmaları Der-



duygula-



rında samimi olmadığı söylenebilir. Uzun bir ö m ü r süren Ferezdak genellikle dinî vecîbelere karşı ilgisiz kalmış,



gisi, IV, İstanbul 1989, s. 135-145.



hayatının sonuna kadar içkiye ve eğlen-



rının yanı sıra Bektaşî şeyhi İbrâhim Baha'nın türbesi bulunmaktadır. Mevcut iki



ra 14 (635) yılında Kâzıme'ye yerleşen



H



MACHIEL



KIEL



ceye olan d ü ş k ü n l ü ğ ü devam etmiştir.



373 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FEREZDAK A n c a k b a b a s ı n d a n devraldığı cömertlik



nemine ait çok güzel tasvirler ihtiva eden



saydı A r a p ç a ' n ı n üçte biri giderdi" de-



hasletini ö m ü r boyu s ü r d ü r m ü ş t ü r . Öte



bu şiirler sadece iki şair arasında kalan



miştir. Cerîr, oğlu İkrime'ye en b ü y ü k



y a n d a n şeytanı hicveden şiirinde ortaya



basit bedevî hicvi olmakla k a l m a m ı ş , ay-



şairin Câhiliye devrinde Züheyr b. Ebû



k o y d u ğ u gibi z a m a n z a m a n



nı z a m a n d a iki şairin m e n s u p



hayatında



olduğu



S ü l m â , İslâmî d ö n e m d e ise Ferezdak ol-



dindarlık dönemleri g ö r ü l m ü ş s e de bun-



kabileler arasında cereyan eden tarihî



ların p e k u z u n s ü r m e d i ğ i anlaşılmakta-



ve edebî birer m ü n a z a r a haline gelmiş-



Ferezdak'ın şiiri b ü y ü k ölçüde Câhiliye



dır. Hayatının sonlarına d o ğ r u şair Tı-



tir. Kırk yıl k a d a r süren b u y a r ı ş m a d a



şiirinin etkisinde olup â d e t a yerleşik ha-



r ı m m â h ' l a (ö. 125/743) g ö r ü ş t ü ğ ü kay-



şairlerden hiçbiri diğerine ü s t ü n l ü k sağ-



yattan etkilenmemiş bir bedevî şiiri gibi-



dedilmektedir.



layamamıştır. Ferezdak'ın kasideleri ara-



dir. Güçlü yapısı, akıcı üslûbu, belâgat ve



sında en m e ş h u r olanı, içinde Abdülme-



fesahati ile kendine has bir tarzı vardır.



ğ ü ve ö l ü m ü m ü n a s e b e t i y l e kendisi için



lik b. Mervân'ı d a m e t h e t t i ğ i 125 beyit-



A n l a m derinliği sebebiyle şiirini şerhe-



mersiye söyleyen Cerîr'in de o n d a n altı



t e n m e y d a n a gelen, bir nesîble (gazel)



denler arasında farklılıklar görülür. Teş-



ay sonra v e f a t e t t i ğ i n e dair rivayetler



başlayan ve çok başarılı m e d i h , f a h r ve



bih, mecaz, kinaye gibi sanatları ustaca



b u l u n m a k l a birlikte (meselâ bk. Ebu l-



hiciv örnekleri ihtiva eden kasidesidir.



Ferezdak'ın



110 (728) yılında



öldü-



d u ğ u n u söylemiştir (a.g.e., 1, 64-65).



kullanmış, ifadelerinde îcâzı tercih e t m i ş



Ferec el-İsfahânî, VIII, 93; XXI, 286, 390,



Ferezdak'ın Câhiliye d ö n e m i şiirine çok



ve garîb (nadir) kelimeleri hissettirmeden



391, 392: Yâküt, XIX, 302) Ebü'1-Ferec el-



benzeyen methiyeleri genellikle gazelle



k u l l a n m a y a çalışmıştır. Şairleri birbirine



İsfahânî,



günü"



başlar, h a r a b e (talel) ve deve tasviri, öv-



karşı t a h r i k e t m e k t e n hoşlanan



ile (112/730) ilgili şiirleri b u l u n d u ğ u n u



d ü ğ ü kişiye k a v u ş m a k isterken karşılaş-



Valisi Bişr b. Mervân, Ferezdak, Cerîr ve



belirterek



Ferezdak'ın



"Kâzıme



Basra



olduğunu



tığı güçlüklerin anlatımıyla d e v a m eder.



Ahtal'ın h u z u r u n d a b u l u n d u k l a r ı bir sı-



ve o n u n 114 (732) yılında ö l d ü ğ ü n ü bir



En çok methiyeyi, kendileriyle iyi ilişki-



rada A h t a l ' d a n Cerîr'le Ferezdak arasın-



başka rivayetin d e teyit ettiğini belirtir



ler k u r u p câize ve atıyyeler aldığı Eme-



da hakemlik yapmasını istemiş, Ahtal ise



(el-Eğânt, XXI, 390-391). Bazı ç a ğ d a ş mü-



vî ailesi m e n s u p l a r ı için yazmış, bunlar-



b u n u n pek hoş bir şey olmadığını belirt-



ellifler, b u n u n yanında Ferezdak'ın Cer-



dan da en fazla Abdülmelik b. Mervân'ın



tiği halde Bişr'in ısrarı üzerine Ferezdak'ın sözlerinin t a ş t a n y o n t u l m u ş , Ce-



bu



tarihin yanlış



112/



çocuklarını övmüştür. Emevîler'le olan bu



730) mersiye ve 114 (732) yılında Medi-



yakın ilişkisine r a ğ m e n Ehl-i beyt'e duy-



rîr'inkilerin ise denizden avuçlanmış gibi



ne valisi olan Hâlid b. Abdülmelik'e met-



d u ğ u sevgiyi gizlememiş, bu sevgisi dör-



o l d u ğ u n u söyleyerek (a.g.e., I, 451, 474)



hiye y a z m ı ş olmasını d a g ö z ö n ü n e ala-



d ü n c ü i m a m Zeynelâbidîn'i ö v d ü ğ ü meş-



Ferezdak'ın d a h a güçlü bir s a n a t k â r ka-



r a k bu son tarihin d a h a isabetli olduğu-



h u r kasidesinde zirveye ulaşmıştır. Bu



bul edilebileceğine işaret etmiştir.



n u kaydederler (M. M u h a m m e d Hüseyin,



kasideye öfkelenen Hişâm b. A b d ü l m e l i k



s. 203; Şâkir el-Fehhâm, s. 204-205).



Ferezdak'ı M e k k e ile M e d i n e arasında



parçalar halinde o l d u ğ u n d a n bunlar halk



hapsettirmiş, a n c a k kendisini hicveden



t a r a f ı n d a n kolayca ezberlenmiştir. An-



bir kaside nazmettiğini öğrenince hicvin-



cak şiirlerinde müstehcenliğe yer verme-



den korkarak onu serbest bıraktırmıştır.



si, bazan bunların arasına Kur'an âyetle-



r â h b. A b d u l l a h el-Hakemî'ye (ö.



Ferezdak'ın yetiştiği d ö n e m d e Basra önemli bir ilim ve kültür merkeziydi. Edebiyatta özellikle hicve çok ö n e m verildi-



Ferezdak'ın şiirlerinin birçoğu



küçük



rinden ifadeler serpiştirmesi o n u n inan-



ği için Ferezdak d a b u s a n a t a ilk önce



Ebû Ubeyde'den rivayet edildiğine gö-



hiciv şiirleriyle katıldı. Hiciv o n d a bir ka-



re Ferezdak, Cerîr, Küseyyir ve A d î b. Ri-



cının zayıflığını ve vicdanî endişesi bu-



rakter haline geldiğinden kendi kabile-



kâ' gibi şairler Halife S ü l e y m a n b. Ab-



l u n m a d ı ğ ı n ı g ö s t e r m e k t e d i r . Devrindeki



sine m e n s u p şairler bile o n u n eleştiri-



dülmelik'in h u z u r u n d a bir araya geldik-



ve d a h a sonraki A r a p şairlerini etkile-



sinden k u r t u l a m a m ı ş l a r d ı r . Hicivlerinde



lerinde halife kendilerinden methiye naz-



yen g ü c ü n e r a ğ m e n şiirlerinde az d a ol-



m e r h a m e t s i z d i r , hasımlarını acı bir dille



metmelerini istemiş, Ferezdak'ın şiirini



sa kaba, çirkin ve m u ğ l a k kelimeler var-



eleştirir, â d e t a hakaretler yağdırır. Şiirin



dinleyince ötekilere söyleyecek birşey bı-



dır. O n u n zayıf iradeli ve k o r k a k oldu-



her t ü r ü n d e



Ferezdak



r a k m a d ı ğ ı n ı belirterek onlara söz ver-



ğ u , m e t h i ve hicvi birer silâh gibi kullan-



fahriyyede çok başarılıdır. Bu sebeple şi-



m e m i ş t i r . Ö v d ü ğ ü kimseleri d a h a sonra



dığı, h a t t a z a m a n z a m a n b a ş k a şairle-



irlerinin önemli bir kısmını fahriye ve hic-



hicvettiği için Ferezdak'ın methiyelerin-



rin şiirlerinden aldığı parçaları kendisi-



viye teşkil eder. Bu şiirlerde kabilesini,



de s a m i m i olmayıp m e n f a a t düşüncesi-



ne m a l ettiği g ö r ü l m e k t e d i r .



d a h a çok d a kendini över. Devrin b ü y ü k



nin ö n p l a n d a b u l u n d u ğ u söylenir. An-



ustası Cerîr ile Ferezdak'ın karşılıklı hi-



cak halife o l d u ğ u z a m a n , devlete karşı



bol m i k t a r d a özlü sözler (hikem), eskile-



civleri, A r a p edebiyatında "nakîza" (aynı



isyan eden Yezîd b. Mühelleb'i öldüren



re ait rivayetler (ahbâr), o n u n geniş bil-



vezin ve kafiyedeki atışma şiiri) adı veri-



Yezîd b. Abdülmelik, şairlere h a b e r gön-



giye ve engin bir k ü l t ü r e sahip olduğu-



len t ü r ü n en olgun örneklerini teşkil et-



dererek İbn Mühelleb'i hicvetmelerini is-



nu g ö s t e r m e k t e , şiirleri devrindeki olay-



m e k t e d i r . Üç Emevî şairi Ferezdak, Ce-



t e m i ş , b u n a y a n a ş m a y a n Ferezdak o n u



lar için tarihî bir belge ve k a y n a k kabul



rîr ve A h t a l arasında cereyan eden na-



d a h a önce ö v d ü ğ ü n ü , şimdi ise hicvet-



edilmektedir (Câhiz, i, 321).



kîzaların asıl a m a c ı rakip şairin hicvedil-



mesinin çok çirkin olup kendi



mesi o l m a k l a beraber bu h u s u s Ferez-



y a l a n l a m a k a n l a m ı n a geleceğini söyle-



d a k ' t a kendisi, kabilesi ve o n u n geçmi-



yerek affını istemiştir (Cumahî, II, 658).



örnekler veren



kendini



Şiirindeki



dinî



unsurlar ve



ifadeler,



Ferezdak divanının bir kısmı, Sultan 11. M a h m u d ' u n Ayasofya Kütüphanesi'ne hediye ettiği (nr. 3884) y a z m a nüshası esas



şiyle ö v ü n m e şeklinde ortaya çıkar. Onun



Eski münekkitlerle, şiirlerinden ö r n e k



alınarak ilk d e f a Fransızca tercümesiyle



yaklaşık 6 6 (685) yılında Cerîr'le başla-



(şâhid) olarak b ü y ü k ölçüde f a y d a l a n a n



birlikte R. Boucher t a r a f ı n d a n neşredil-



yan atışmaları her iki şairin aileleri ara-



lügat, nahiv ve a h b â r âlimleri o n u n en



m i ş (Diuan de Ferazdak, Paris 1870-1875),



sındaki r e k a b e t t e n



kaynaklanmaktadır



güçlü üç Emevî şairinden biri olduğu hu-



geri kalan kısmı ise J o s e p h Hell tarafın-



(bk. CERÎR b. ATIYYE). Yaşadıkları devrin



s u s u n d a g ö r ü ş birliği içindedir. Nitekim



dan ancak yirmi beş yıl sonra yayımlana-



sosyal ve tarihî özelliklerini yansıtan, dö-



Y û n u s b. Habîb, "Ferezdak'ın şiiri olma-



bilmiştir (Divan



374 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



des Farazdak,



München



FERGANA 1900-1901). Bu yayıma Ayasofya nüsha-



102, 104) Ebû A h m e d el-Celûdî'nin Ah-



d a b ö l ü n m ü ş t ü r ; b u n l a r d a n Özbekistan



sının tıpkıbasımı eklenmiş, eserin sonu-



bâru1-Ferezdak'ı



Cumhuriyeti'nde kalan kısım idarî bir bi-



na her iki kısmın kafiye ve isim indeks-



nin aynı adı taşıyan eseri b u n l a r d a n bir-



rim teşkil eder ve b u r a n ı n merkezi olan



leri k o n m u ş , kasideler n u m a r a l a n m ı ş ve



kaçıdır. Ç a ğ d a ş müelliflerden Halîl Mer-



şehrin adı d a Fergana'dır. Üçgen şeklin-



m u k a d d i m e d e yazma nüsha



d e m (Dımaşk 1358), H a n n â N e m r (Bey-



deki Fergana vadisi 23.000 k m 2 yüzöl-



hakkında



oldukça ayrıntılı bilgi verilmiştir. Divan d a h a sonra beş d i v a n d a n mey-



ve Ebû Bekir es-Sûlî'-



rut 1939), Fuâd el-Bustânî (Beyrut 1941),



ç ü m ü n d e ve kabaca 3 0 0 k m .



M e m d û h Hakkı (Beyrut 1950) ve Şâkir el-



ğ u n d a , 7 0 k m . genişliğindedir; kuzey-



d a n a gelen bir m e c m u a içinde (Nâbiga,



Fehhâm'ın (Dâru 1-Fikr, ts.)



Urve b. Verd, Hâtim et-Tâî, Alkame b. Abe-



adlı eserleri b u l u n m a k t a d ı r .



de, Ferezdak) neşredilmiştir (Kahire 1293; Beyrut 1909). Aynı şekilde m



Ferezdak, Dîuân



den Tanrı dağlarının Çotkal silsilesi, kuz e y d o ğ u d a n Fergana dağları, g ü n e y d e n Alay ve Türkistan sıradağları ile çevril-



BIBLIYOGRAFYA:



Fuhûlü'ş-şu ca-



adıyla y a y ı m l a n a n (nşr. M u h a m m e d



el-Ferezdak



uzunlu-



(nşr. Mecîd Tarrâd), Beyrut



1412/1992, 1-11, nâşirin mukaddimesi; The fia-



miştir. Batıda 7 k m . genişliğinde bir geçitle Açlık steplerine bağlı b ü y ü k bir çö-



Cemâl, Beyrut 1352/1933) bir b a ş k a beş



kaid of Jarir and al-Farazdak (nşr. Anthony



k ü n t ü alanı olan vadinin ö n e m l i bir bö-



divan içinde de (Ferezdak, Nâbiga ez-Züb-



Ashley Bevan), Leiden 1905-12, I-III, nâşirin mu-



l ü m ü t a r ı m arazisi, orta kısımları ise çöl-



yânî, Cemîl Büseyne, Zürrumme, Ümeyye



kaddimesi; Cumahî, Fuhûlü'ş-şu'arâ',



b. Ebü's-Salt) yer almıştır. Ferezdak'ın divanı A b d u l l a h İsmâil es-Sâvî (I-II, Ka-



1, 64-



dür. Etraftaki d a ğ l a r d a n inen ırmakla-



65, 451, 474; II, 658; Câhiz, el-Beyân ue't-tebyîn, I, 321; İbn Kuteybe, eş-Şi'r ue'ş-şu'arâ



rın suladığı verimli topraklara,



Sovyet



Beyrut 1964, I, 381; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî,



d ö n e m i n i n s u l a m a sistemleriyle kazanı-



hire 1936), Kerem el-Bustânî (I-II, Beyrut



el-Eğânt



lan yeni t a r ı m alanları d a



1960) ve eserin Zâhiriyye nüshasının tıp-



Câbir), s. 93; IX (nşr. Abd Ali Mühennâ), s. 367-



Bölgede yazların sıcak, kışların



kı basımını y a p a n Şâkir el-Fehhâm ile



388; XXI (nşr. Semîr Câbir), s. 278-407; İbnü'n-



(Dımaşk 1385/1965) Mecîd Tarrâd (I-II,



Nedîm, el-Fihrist (Flügel), s. 102, 104, 132,



geçtiği bir kara iklimi g ö r ü l ü r ; özellikle



Beyrut 1412/1992) t a r a f ı n d a n d a yayımlanmıştır. E b û Ubeyde'nin derleyip İbn Habîb elB a ğ d â d î ' n i n rivayet ettiği Ferezdak ile Cerîr arasındaki atışmalar Nekâ'izu



rîr ve'l-Ferezdak



Ce-



adıyla birkaç defa ya-



yımlanmıştır. Anthony Ashley Bevan eseri, Oxford nüshasını esas a l m a k suretiyle Londra ve Strassburg n ü s h a l a r ı n d a n



Beyrut 1407/1986, VIII (nşr. Semîr



Hizânetuledeb, Kahire, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-Mısriyye), I, 105-108; Yâküt, Mu'cemul-üdebâXIX, 297303; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 196; İbnü'l-İmâd, 179-180; Abdülkadir el-Bağdâdî,



Şezerât, I, 141-144; Kureşî, Cemheretü eş'âri'l-'Arab (nşr. Ali Fâûr), Beyrut 1406/1986, s. 163; Ahmed eş-Şâyib, Târîhu'ş-şi'ri's-siyâsî, Kahire 1945, s. 265-268; Brockelmann, GAL, I, 49-53; Suppi, I, 84-85; O. Rescher, Beitrâge



zur Arabischen Poeise, istanbul 1956 - 58, VI / 2, s. 75-132, 134-136; Sezgin, GAS (Ar.), II/3, s. 72-79; M. Muhammed Hüseyin, el-Hicâ' ve'l-



katılmıştır. soğuk



batı taraflarına az y a ğ m u r düşer. Çoğ u n d a n s u l a m a için faydalanılan akarsuların başlıcası Siriderya'dır. Orta Asya'nın en önemli t a r ı m merkezi olan Ferg a n a vadisinde p a m u k , pirinç, meyve ve h a m ipek üretimi gelişmiştir. Bunların yanında zengin bir m a d e n potansiyeli de m e v c u t t u r ve k ö m ü r , petrol, civa, antim o n , ozokerit gibi madenler işletilir. Bölg e Orta Asya'nın en y o ğ u n n ü f u s l u yörelerinden biridir; içinde Fergana, Endi-



da f a y d a l a n a r a k s o n u n c u s u indeks ve



heccâ'ün fî şadri'l-İslâm, Beyrut 1389/1969,



lügatçe o l m a k üzere üç cilt halinde neş-



s. 203-245; Şevki Dayf, et-Tetauvur ue't-tec-



can, Hokand, Hîve, Merginân, Nemengân,



Nekâ'iz'm



dîd fi'ş-şi'ri'TEmeuî, Kahire 1977, s. 131-218; Ömer Ferruh, Târîhu'Tedeb, I, 649; Blachöre, Târîhu'l-edeb, s. 584-597; a.mlf., "Al-Farazdak", El 2 (İng.), II, 788-789; Lavvrence 1. Con-



gibi ö n e m l i şehirler b u l u n m a k t a d ı r .



rad, "Farazdaq, al", Dictionary of the Middle



ru



Ages (ed. J. R. Strayer), New York 1989, V, 1213; Şâkir el-Fehhâm, el-Ferezdak, Ibaskı yeri ve yılı yok| (Dârü'l-Fikr); Joseph Hell, "Al-Farazdak's Lieder auf die Muhallabiten", ZDMG, LIX (1905), s. 589-621; LX (1906), s. 1-48; Pieter Smoor, "Al-Farazdaq's Reception by Contemporaries a n d Later Genarations", JAL, X X / 2 (1989), s. 115-127; A. Schaade, "Ferezdak", İA, IV, 556-558; Azmi Yüksel, "Ahtal", DİA II, 183184; Zülfikar Tüccar, "Cerîr b. Atıyye", a.e., VII, 412-413. rn



y e t m i ş k a d a r yerleşim merkezi vardı ve



retmiştir (Leiden 1905-1912).



nüshaları h a k k ı n d a ayrıntılı bilgi veren Bevan'ın b u çalışması b ü y ü k bir e m e k m a h s u l ü d ü r . Yirmi beş k a d a r nakîzanın yer a l m a d ı ğ ı b u neşirde Ferezdak'la Cerîr'in o t u z sekizer nakîzası b u l u n m a k t a dır. Ayrıca Cerîr'in karşılığı b u l u n m a y a n iki nakizasına d a yer verilmiştir (nr. 104, 109). Eser A b d u l l a h es-Sâvî t a r a f ı n d a n d a tahkikli olarak iki cilt halinde yayımlanmıştır (Kahire 1935). Bu k o n u d a Züheyrî'nin Neka'izu



Cerîr



ve'l-Ferezdak



adlı bir çalışması vardır (Bağdat 1954).



lal



Ferezdak'ın ü ç ü n c ü eseri kabul edilen



A L İ ŞAKİR E R G I N



İ m a m Zeynelâbidîn için yazdığı methiye, M u h a m m e d es-Semâvî'nin şerhiyle birlikte el-Kevâkibü's-semâviyye la yayımlanmıştır



J



halkın n ü f u s u 300.000'i buluyordu. Çinliler buraya demir işçiliğini getirmiş, kendileri d e Ferganalılar'dan ü z ü m ve hayvan yemi olarak yonca yetiştirmeyi öğrenmişlerdi. Çinliler'in m i l â t t a n önce 104 ve 101 yıllarında Fergana'ya karşı askerî sefere çıktıkları biliniyorsa d a sonuçları h a k k ı n d a bilgi yoktur. Pei-şi adlı bir seyyah m i l â t t a n sonra V. yüzyıl Ferga-



ki altından bir t a h t üzerinde o t u r a n hü-



F



^



FERGANA Orta Asya'da coğrafî bir bölge.



ti. III. yüzyıldan itibaren aralıksız bir şekilde ülkeyi y ö n e t e n h a n e d a n ı n son hük ü m d a r ı 6 4 9 yılında Göktürkler'le yapılan bir savaşta ö l d ü r ü l d ü . H ü k ü m d a r ı n



Genellikle Fergana vadisi şeklinde anı-



kardeşi ülkenin k ü ç ü k bir bölgesinde bir



Ahbâ-



lan ve Tanrı dağları ile Alay dağları ara-



süre d a h a h ü k ü m sürdüyse de toprak-



Menâkıhu'l-Ferez-



sında yer alan bölgenin toprakları Özbe-



ların h e m e n



adlı kitapları ile (İbnü'n-Nedîm, s.



kistan, Tacikistan ve Kırgızistan arasın-



geçti.



tedir. M e d â i n î ' n i n (ö. 225/840)



rü'l-Ferezdak dak



bölgede



k ü m d a r çok kalabalık bir orduya sahip-



d a birçok eser yazılmış olmakla beraber b u g ü n ç o ğ u n u n sadece adları bilinmek-



bilinen



si olan başşehir Kâsân'da koç şeklinde-



(bk. EŞREF EDİP FERGAN). L



I I / 3 , s. 78). Ferezdak'ın ö l ü m ü n d e n sonra hakkın-



Çinliler t a r a f ı n d a n



dir. Ona göre 1,5 kilometrelik bir çevre-



FERGAN, Eşref Edip



dak'ın divanının dışında bazı şiirleri başk a dillere d e t e r c ü m e edilmiştir (Sezgin,



Milâttan önce II. yüzyılın sonlarına doğ-



na'sı h a k k ı n d a ayrıntılı bilgi vermekteF



adıy-



(Necef 1360). Ferez-



Hikon, Kuvasay, Rişton, H a m z a ve Yipan



ve



hepsi G ö k t ü r k l e r ' i n



eline



375 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FERGANA t a y t o p r a k l a r ı n d a h â k i m i y e t k u r a n Nay-



Batı G ö k t ü r k Devleti'nin o r t a d a n kalk-



S â m â n î l e r d ö n e m i n d e k i Fergana hak-



m a s ı ile (658) bir Çin eyaleti haline ge-



k ı n d a A r a p coğrafyacıları o l d u k ç a ayrın-



man



len, d a h a sonra d a bir Türk h ü k ü m d a r ı -



tılı bilgi n a k l e t m i ş i e r d i r . Verilen bilgile-



m ü c a d e l e alanı haline geldi. Bu müca-



nın y ö n e t i m i n e girdiği anlaşılan Ferga-



re g ö r e b u d ö n e m d e , Batı A s y a ' d a n ha-



delenin s o n u n d a



na'ya ilk İslâm akınları 9 4 (712-13) yılın-



lifeliğin d o ğ u sınırına g i d e n



kan Alâeddin M u h a m m e d



Siriderya'-



Hükümdarı



Küçlüğ H a n Küçlüğ



arasında



Han'dan



kor-



Şâş, İsfîcâb,



kumandasında



nın g ü n e y i n d e k i a n a y o l u n g ü z e r g â h ı n -



Fergana ve M â v e r â ü n n e h i r ' i n bir kısmı-



yapıldı. M ü s l ü m a n l a r Fergana'yı fethet-



d a m e y d a n a gelen değişiklikler iktisadî



nı k o r u y a m a m ı ş , ahalinin b u t o p r a k l a r ı



m e k için birkaç d e f a sefer



da



Kuteybe



b. M ü s l i m



düzenledi-



h a y a t ı n nehrin a ş a ğ ı s ı n a g e ç m e s i n e se-



t e r k e d e r e k d i ğ e r İslâm ülkelerine git-



lerse d e başarıya u l a ş a m a d ı l a r . Sonun-



b e p oldu. Fergana aynı z a m a n d a kuzey-



melerini i s t e m i ş ve s o n r a d a b u yerleri



cu sefer sırasında Hucend önlerinde Türk



batıya d o ğ r u uzaklaştırılan gayri müs-



N a y m a n l a r ' ı n eline geçeceği endişesiyle



kuvvetleriyle karşılaşan



kesin



lim Türkler'e karşı bir sınır bölgesiydi.



t a m a m e n t a h r i p e t t i r m i ş t i r . A h s î k e s ve



döndü.



Ayrıca Û ş ' t a ve civar yerlerde b u Türk-



K â s â n emîrlerinin M o ğ o l l a r ' a t â b i olma-



ler'e karşı m ü s t a h k e m



g a r n i z o n l a r ve



ları eyaletin M o ğ o l l a r ' m eline düşmesi-



derilen takviye birlikleriyle güçlendirdi-



g ö z e t l e m e kuleleri b u l u n u y o r d u . X. yüz-



n e yol açtı ve o n l a r a d ı n a XIII. yüzyılda



ği o r d u s u ile t e k r a r Fergana



bölgesine



yılda m e r k e z i A h s î k e s olan Fergana ü ç



u z u n s ü r e M a h m û d ve o n u n o ğ l u Me-



ilerleyen Kuteybe b u d e f a bazı yerleri



eyaletle birçok idarî bölgeye ayrılmıştı.



s u d Yalvaç t a r a f ı n d a n yönetildi. Çağa-



ele geçirdi; f a k a t a r d ı n d a n k e n d i asker-



B u r a d a yer a l a n şehir ve k a s a b a l a r ı n te-



t a y ulusu XIV. yüzyılda batı ve d o ğ u ola-



leri t a r a f ı n d a n ö l d ü r ü l d ü ve İslâm ordu-



ker t e k e r adlarını sayan A r a p coğrafya-



r a k iki d ü ş m a n cepheye ayrılınca Ferga-



su sürekli bir h â k i m i y e t k u r a m a d a n böl-



cıları b u m e s k û n m a h a l l e r i n ç o k g e n i ş



n a b u iki devlet a r a s ı n d a



geyi t e r k e t m e k z o r u n d a kaldı. Bir riva-



o l d u ğ u n u , M â v e r â n ü n n e h i r ' i n hiçbir ye-



ve ç e k i ş m e b ö l g e n i n T i m u r l u l a r ' m hâki-



y e t e göre, Hz. O s m a n d ö n e m i n d e (644-



r i n d e F e r g a n a ' d a k i köyler k a d a r b ü y ü k



miyeti altına g i r m e s i n e k a d a r s ü r d ü .



656) M u h a m m e d



b. Cerîr k u m a n d a s ı n -



köy b u l u n m a d ı ğ ı n ı , h a t t a arazilerini geç-



d a k i 2 7 0 0 s a h â b e ve t â b i î n F e r g a n a ' n ı n



m e k için b a z a n bir g ü n g e r e k t i ğ i n i an-



Kâsân



l a t m a k t a d ı r l a r . X. yüzyılın



Kuteybe



bir s o n u ç elde e d e m e d e n geri



9 6 (715) yılında Haccâc t a r a f ı n d a n gön-



bölgesinde



Sefîdbulan'da



sava-



Fergana'sın-



ş a r a k şehid d ü ş m ü ş l e r d i r . Tarihî gerçek-



d a özellikle H a n e f î m e z h e b i



yaygındır.



lerle b a ğ d a ş m a y a n bu rivayetin sonradan



S â m â n î l e r d ö n e m i n d e halkın r e f a h için-



h a l k a r a s ı n d a bir e f s a n e ve b u n a bağ-



d e o l d u ğ u a r t a n vergi gelirlerinden an-



lı o l a r a k bir h a l k hikâyesi



oluşturduğu



laşılmaktadır. X. yüzyılın başlarında Kâş-



g ö r ü l ü r . Emevîler 121'de d e (739) Fer-



g a r ' d a İslâmiyet'i k a b u l e d e n Abdülke-



g a n a üzerine Nasr b. Seyyâr'ı gönderdi-



r i m S a t u k B u ğ r a Han'ın amcasıyla sa-



ler; a n c a k yine ö n e m l i bir başarı



elde



v a ş m a k z o r u n d a k a l m a s ı ü z e r i n e "Fer-



edilemedi. A b b â s î Halifesi Mansûr-Billâh



g a n a gazileri"nden y a r d ı m istediği bilin-



d ö n e m i n d e (754-775) bir ara sıkıştırılan



m e k t e d i r . İbn Havkal 943'te, M a k d i s î d e



Fergana h ü k ü m d a r ı K â ş g a r ' a



98S'te



sığınmak



z o r u n d a k a l d ı ; b ü y ü k bir m e b l a ğ karşı-



F e r g a n a ' y a g i t m i ş ve



bölgenin



b a ş ş e h r i olan Ahsîkes'i g ö r m ü ş l e r d i r .



lığında barış istedi ve isteği k a b u l edildi. M e h d î - B i l l â h devrinde (775-785) Ahm e d b. Es'ad k u m a n d a s ı n d a g ö n d e r i l e n o r d u b ö l g e n i n b a ş ş e h r i Kâsân'ı ele geçirdi. H â r û n ü r r e ş î d z a m a n ı n d a (786-809) K â ş g a r Valisi Gıtrîf b. A t â , A m r b. Cemîl kumandasında gusuna



bir o r d u y u Karluk yab-



karşı F e r g a n a



Ancak bu



kumandan



ü z e r i n e yolladı. istenilen



sonucu



a l a m a d ı ve y e n i d e n b a ş g ö s t e r e n ayaklanmayı



b a s t ı r m a k için M e ' m û n



döne-



m i n d e (813-833) ikinci bir ordu d a h a gönderildi. A y a k l a n m a bastırıldıktan



sonra



İlig Han Nasr'ın E k i m 9 9 9 ' d a Buhara'-



Timurlu



nı olan H o r a s a n ' a b a ğ l a n d ı . yılları a r a s ı n d a T i m u r ' u n



bânî)



Muhammed



birçok



Şeybânî



savaştan



sonra



bil'e gitti. Başşehir b a ğ ve bahçeleri ve tirkeş, k a f e s y a p ı m ı n d a kullanılan ağaçları ile t a n ı n a n E n d i c a n idi. Şeybânîler'in 1599'da



ortadan



kalkmasından



sonra



h a l k a r a s ı n d a n ü f u z sahibi olan birçok hoca ailesi t o p r a k l a r ı b ö l ü ş t ü ve b ö l g e



yı z a p t e d e r e k S â m â n î H ü k ü m d a r ı Abdül-



B u h a r a ' y a b a ğ l a n d ı . XVII. yüzyılda vadi-



melik'i Ö z k e n t ' e s ü r m e s i n d e n sonra Fer-



yi s a r a n d a ğ l a r d a n K a z a k l a r ve Kırgız-



g a n a Karahanlılar'ın eline geçti ve i d a r e



lar akınlara başladılar ve ü l k e n i n bir bö-



m e r k e z i Ö z k e n t ' e taşındı. Bu d ö n e m d e



l ü m ü Kırgızlar'ın eline geçti. Aynı yüzyı-



para basılan yerler arasında Fergana şeh-



lın s o n u n a d o ğ r u hoca aileleri a r a s ı n d a



ri d e vardır. 1 1 4 1 ' d e burası Karahıtay-



paylaşılan F e r g a n a ' d a Özbekler'in M i n g



lar'ın h â k i m i y e t i altına g i r d i ; XII. yüzyıl-



kabilesine m e n s u p Ş â h r u h , Bî Hocalar'ın



d a Fergana vadisinin b a ş ş e h r i



h â k i m i y e t i n e son vererek b a ğ ı m s ı z bir



idi ve M e r g i n â n d a ö n e m Fergana



1212'den



Endican



kazanmıştı.



1 2 1 7 ' y e k a d a r Hâ-



rizmşah Alâeddin M u h a m m e d ile Karahı-



Ö z b e k devleti k u r m a y ı b a ş a r d ı Merkezi



Hokand



olduğu



için



(1710). Hokand



Hanlığı adıyla t a n ı n a n b u devlet 1876'-



b.



n i d e n f e t h e d i l m e s i için h a r e k e t e geçildi, böylece F e r g a n a ' d a İslâm h â k i m i y e t i a n c a k IX. yüzyılda kesin o l a r a k kurulan e za-



o r t a d a n kaldırıldığı ise



belli değildir.



376



yaptığı



1504'te bölgeyi Özbekler'e bırakarak Ka-



i r t i d a d e t t i ; b u n u n ü z e r i n e b ö l g e n i n ye-



man tamamen



Hükümdarı



Han'la



Esed (ö. 2 2 7 / 8 4 2 ) z a m a n ı n d a yerli h a l k



bildi. B u r a d a k i yerli h â n e d a n ı n



1469-1494



torunlarından



Şeyh'in o ğ l u ve halefi B â b ü r , Ö z b e k (Şey-



SâmânîNüh



Şâh-



Ö m e r Şeyh'in y ö n e t i m i altına girdi. Ö m e r



M â v e r â ü n n e h i r ' i n çeşitli yerleriyle birlik-



ler'e devredildi. S â m â n î Valisi



Fergana,



r u h ve o ğ l u Uluğ Bey'in h â k i m i y e t ala-



t e F e r g a n a ' n ı n d a y ö n e t i m i Vali G a s s â n b. A b b â d (819-820) t a r a f ı n d a n



döneminde



bölüşülemedi



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FERGÂNÎ da Ruslar t a r a f ı n d a n ilhak edilinceye ka-



ve M e s ' a d e b. Bekir b. Y û s u f el-Ferganî



d a r bağımsızlığını k o r u d u . 1 8 9 7 ' d e y ü z



sayılabilir.



ö l ç ü m ü 160.141 k m z ve n ü f u s u 1.560.411 olan



bölge



Ruslar t a r a f ı n d a n



kurulan



Yeni M e r g i n â n adlı askerî m e r k e z d e n yönetiliyordu. 1917'den 1922'ye k a d a r Ferg a n a bölgesi Türk B a s m a c ı l a r l a R u s hük ü m e t kuvvetleri ve Bolşevikler arasındaki m ü c a d e l e l e r e s a h n e oldu (bk. BASMACı HAREKETI). Bolşevik ihtilâlinden (Ekim 1917) s o n r a Fergana vadisinin orta ve d o ğ u bölgeleri n ü f u s u n u n b ü y ü k bölüm ü n ü Özbekler'in teşkil e t m e s i sebebiyle Ö z b e k i s t a n ' a , batısı Tacikistan'a, çevresindeki d a ğ l a r ı n ç o ğ u d a Kırgızistan'a verildi. Ö z b e k i s t a n C u m h u r i y e t i sınırları içerisinde kalan 7100 k m 2 genişliğindeki topraklar



üzerinde



1 9 3 8 yılında



Fergana



idarî birimi k u r u l d u . B u r a n ı n güneyi verimli ve sulanabilir t o p r a k l a r l a ,



kuzeyi



ise çöllerle kaplıdır. Özbekler, Ruslar, Tacikler, T a t a r l a r ve Kırgızlar'dan meydan a gelen n ü f u s u n ç o ğ u köylerde yaşar. İdarî b i r i m i n m e r k e z i b u g ü n k ü F e r g a n a şehridir. H o k a n d Hanlığı 1 8 7 6 ' d a R u s l a r t a r a f ı n d a n yıkılınca F e r g a n a şehri Ferg a n a b ö l g e s i n i n m e r k e z i oldu. Ruslar'ın k u r d u ğ u Yeni M e r g i n â n ise askerî bir m e r k e z olarak kullanıldı. 1910-1924 arasında



Skobelev adıyla anılan



bu



şehir



1 9 1 8 ' d e T ü r k i s t a n Ö z e r k Sovyet Sosyalist C u m h u r i y e t i ' n i n , 1 9 2 4 ' t e de Ö z b e k Sovyet Sosyalist C u m h u r i y e t i ' n i n sınırları içinde kaidı ve aynı yıl Fergana adını aldı. F e r g a n a idarî b i r i m i n i n m e r k e z i olm a s ı n ı n yanı sıra Ö z b e k i s t a n Cumhuriyeti'nin ö n e m l i k ü l t ü r ve e k o n o m i merk e z l e r i n d e n d e biri olan Fergana



şeh-



389), İbn E b û Usaybia d a A h m e d b. Kesîr { cUyûnü'l-enbâ\



BIBLIYOGRAFYA : Belâzürî, Fütüh (nşr. M. J. de Goeje), Lugduni Batavorum 1866, s. 420; Ya'kübî, Kitabu IBüldân, s. 294; Taberî, Târîh (de Goeje), II, 1442, 2142; İbn Rüşte, el-A c'lâku'n-nefîse, s. 249; İstahrî, el-Mesâlik [de Goeje), s. 246, 334335, 346-347; İbn Havkal, Şüretul-arz, s. 393, 396-397, 405-406; Makdisî, Ahsenut-tekâsîm, s. 46, 165, 262, 271-272, 341; Sem'ânî, el-Ensâb, IX, 274-277; Yâküt. Mu'cemul-büldân, I, 524; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, V, 104, 128-131, 151-152, 164, 237-238, 252, 449; VII, 61, 80, 132; IX, 300, 521; XII, 271, 389; Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ue Kırını Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiu Belgeleri (1687-1908) (nşr. Başbakanlık Arşivi Genel Müdürlüğü), Ankara 1992, s. 178, 180; Barthold, Türkistan, s. 169-172, 174-179; a.mlf., "Fergana", İA, IV, 558-568; a.mlf. - [B. Spuler], "Farghinâ", El 2 (Fr.), II, 809-811; G. Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, Cambridge 1905, s. 477 vd.; A. VVoeikof, Le Turkestan Russe, Paris 1914, s. 132-151; Köprülü, İlk Mutasauuıflar (İstanbul 1919), Ankara 1984, s. 1214, 18, 57, 63, 129, 135, 136, 138; Mirza Muhammed Haidar Dughlat, Tarikh-i Rashîdî (trc. N. E. Could), Delhi 1980, s. 239-241, 284-286; A. Zeki Velidî Togan, Bugünkü Türkili Türkistan ue Yakın Tarihi (İstanbul 1942), İstanbul 1981, tür.yer.; İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar Deuleti Tarihi, Ankara 1956, s. 53, 185, 189, 225; G. VVheeler, The Modern History of Souiet Central Asia, London 1964, s. 44, 45, 79, 108110; E. Allvvorth, Central Asia a Century of Rusian Rule, London 1967, s. 102, 112, 316, 317, 318, 319, 335, ayrıca bk. Fihrist; S. Becker, Russian's Protectorates in Central Asia: Bukhara and Khiua, 1864-1924, London 1968, s. 5, 90; A. Vambery, Trauels in Central Asia, London 1970, s. 380 vd.; T. K. Beisembiev, "Farghana's Contacts with India in the 18 th and 19th Centuries" (According to the Khokand Chronicles), JAH, XXVIII/2 (1994), s. 124135; Kamusu l-a'lâm, V, 3393-3395; "Fergana", ABr., VIII, 518; "Fergana Vadisi", a.e., VIII,



r i n d e tekstil, k i m y a , iplik, gıda, petrol ve g ü b r e fabrikalarını k a p s a y a n bir sanayi gelişmiştir. B u r a d a



S



TAHSIN YAZICI



pedagoji FERGANA HANLIĞI (bk. HOKAND HANLIĞI).



1



|



h a n e gibi k ü l t ü r kurumları d a bulunmakFERGÂNİ (



su 2 0 0 . 0 0 0 (1991) civarındadır.



^ M



1



çok âlim yetişmiştir. Bunlar arasında asth a m m e d b. Kesîr el-Fergânî, tarihçi E b û



Billâh ve Mütevekkil-Alellah



dönemle-



r i n d e devrin ö n d e gelen a s t r o n o m



ve



m a t e m a t i k ç i l e r i a r a s ı n d a yer a l a n Fergânî'nin



devlet



hizmetinde



mühendis



o l a r a k d a çalıştığı a n l a ş ı l m a k t a d ı r . Nit e k i m Halife M ü t e v e k k i l i n emriyle Fustat'ta



(eski Kahire) Nil'in su



t e s b i t için inşa edilen dîd'in



seviyesini



el-Mikyâsü'l-ce-



(el-Mikyâsü'l-kebîr) y a p ı m ı



onun



s o r u m l u l u ğ u n a verilmiştir. İbn Hallikân b u o l a y d a n söz e d e r k e n adını A h m e d b. M u h a m m e d el-Karsânî şeklinde verir (Ve-



feyât, ili, 112). "Fergânî" kelimesi b u met i n d e hiç ş ü p h e s i z ki bir i s t i n s a h h a t a s ı s o n u c u "Karsânî" haline d ö n ü ş m ü ş t ü r . İbn E b û Usaybia'ya g ö r e Fergânî bilgisine oranla f a z l a başarılı d e ğ i l d i r ve b a ş l a d ı ğ ı hiçbir işi s o n u ç l a n d ı r a m a m ı ş tır Cüyûrıül-enbâ',



s. 286). A n c a k bura-



d a , Fergânî'nin asıl m e s l e ğ i n i n



mühen-



dislik o l m a d ı ğ ı ve b u y ü z d e n teorik alandaki bilgilerini p r a t i ğ e g e ç i r m e k t e başarısız kaldığı söylenebilir. Nitekim İbn E b û Usaybia'nın a n l a t t ı ğ ı a ş a ğ ı d a k i olay b u hususu



doğrular



niteliktedir.



Rivayete



g ö r e Halife M ü t e v e k k i l , S â m e r r â yakınında



Dicle ü z e r i n d e inşa



ettirdiği



ve



k e n d i adını verdiği Ca'feriye şehrinin ort a s ı n d a n geçecek bir k a n a l ı n y a p ı m işini Benî Şâkir diye bilinen M u h a m m e d ve vale eder. Bu iki kardeş, meslekî kıskançdisi olan Sind b. Ali'yi B a ğ d a t ' a gönderm e k suretiyle S â m e r r â ' d a n uzaklaştırır-



L



diğer



kısımlardan



daha



rin y ü k s e l d i ğ i m e v s i m d e d ö r t ay süreyle akabileceği anlaşılır. Projenin gerçekl e ş m e s i için hiçbir h a r c a m a d a n



kaçın-



m a y a n halife d u r u m u ö ğ r e n i n c e iki karJ



Hayatı h a k k ı n d a yeterli bilgi y o k t u r , Fergana'da d o ğ d u ğ u s a n ı l m a k t a d ı r . Kla-



M ü ş a t t a b b. M u h a m m e d el-Ferganî, mu-



sik k a y n a k l a r isim zincirini farklı biçim-



h a d d i s E b û Sâlih A b d ü l a z î z



lerde verirler. Meselâ İ b n ü ' n - N e d î m sa-



el-Fergânî



tanınmaktadır.



Halife M e ' m û n , M u ' t a s ı m - B i l l â h , Vâsik-



d e r i n inşa edildiği ve s u y u n a n c a k neh-



el-Fergânî ile yine tarihçi olan o ğ l u E b û Ebü'l-Muzaffer



d a ise A l f r a g a n u s diye



başlangıcının



Abbâsîler d ö n e m i n i n ö n d e gelen m a t e m a t i k ç i ve astronomlarından.



r o n o m i â l i m i Ebü'l-Abbas A h m e d b. Mu-



cedel i l m i n d e m e ş h u r



söz



s. 56, 188). Batı'-



b ü y ü k bir h e s a p h a t a s ı s o n u c u k a n a l ı n



)



Ebü'l-Abbâs A h m e d b. M u h a m m e d b. Kesîr el-Fergânî (ö. 2 4 7 / 8 6 1 ' d e n sonra)



O r t a ç a ğ ' d a F e r g a n a b ö l g e s i n d e n bir-



M a n s û r A h m e d b. A b d u l l a h el-Fergânî,



e d e r (İhbârü'l- Culemâ',



n î ' y e verirler. F a k a t F e r g â n î ' n i n y a p t ı ğ ı P



lerle b ü y ü k p a r k l a r d i k k a t ç e k e r ; nüfu-



M u h a m m e d A b d u l l a h b. A h m e d b. Ca'fer



b. Kesîr şeklinde b a b a ile



lar ve projeyi gerçekleştirme işini Fergâ-



kurulmuş



olan ş e h i r d e g e n i ş ve bol ağaçlı cadde-



Muhammed



o ğ u l o l m a k ü z e r e iki ayrı kişiden



lık y ü z ü n d e n d ö n e m i n e n ü n l ü m ü h e n r



ların yanı sıra m ü z e , t i y a t r o ve k ü t ü p tadır. Rus m i m a r i üslûbuyla



s. 287) derken İbnü'l-



Kıftî, A h m e d b. M u h a m m e d b. Kesîr ve



A h m e d isimli m ü h e n d i s k a r d e ş l e r e ha-



güçlü



ve politeknik e n s t i t ü s ü gibi y ü k s e k okul-



dece M u h a m m e d b. Kesîr ( el-Fihrist, s.



d e ş e ç o k kızar ve Sind b. Ali'yi B a ğ d a t ' t a n g e t i r t e r e k k a n a l ı n d u r u m u hakkınd a k e n d i s i n d e n r a p o r ister. Sind b. Ali, m ü h e n d i s kardeşlerin hayatını



kurtar-



m a k için her t ü r l ü riski g ö z e a l a r a k proj e d e h e r h a n g i bir h e s a p h a t a s ı



bulun-



377 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FERGÂNÎ m a d ı ğ ı n a dair rapor verir. İlkbaharla bir-



hirler; yeryüzü ölçümleri, g ü n e ş , ay, yıl-



rin sadece Ebü's-Sakr el-Kabîsî (ö. 3 5 6 /



likte n e h i r yükselince n o r m a l o l a r a k ka-



dızlar ve gezegenlerin k o n u m u ve hare-



967 |?1) t a r a f ı n d a n yazılan bir t e k şerhi



naldan



çekildiği



ketleri; yıldızların ve ayın d u r u m l a r ı ; ayın



b i l i n m e k t e d i r (Süleymaniye Ktp., Ayasof-



m e v s i m d e d u r u m ortaya ç ı k m a d a n ön-



s u l a r a k a r ve suların



safhaları; g ü n e ş ve ay t u t u l m a s ı gibi çe-



ya, nr. 4 8 3 2 / 19). 2. el-Kâmil



ce d e halife ö l d ü r ü l d ü ğ ü için olay kapa-



şitli konular ele alınmıştır. T a m a m e n tas-



tî'l-usturlâb.



nır (a.g.e., s. 286-287). Aynı olayı a n l a t a n



virî ve m a t e m a t i k dışı olan



Batlamyus



rı, u s t u r l a p ve m a t e m a t i k teorilerinden



Y a ' k ü b î ise Fergânî'nin



a s t r o n o m i s i n i n k a p s a m l ı bir d ö k ü m ü n ü



b a h s e d e r . Çeşitli y a z m a n ü s h a l a r ı mev-



başarısızlığının



h e s a p h a t a s ı n d a n değil z e m i n i n



taşlık



veren Cevâmi'



iyi bir s i s t e m a t i ğ e sahip-







şan'a-



G e o m e t r i , yıldız hesapla-



'İlelü



c u t t u r (Sezgin, V, 260; VI, 151). 3.



ve sert o l m a s ı n d a n k a y n a k l a n d ı ğ ı n ı söy-



tir. A n c a k B a t ı ' d a k i t e r c ü m e l e r i n i n



ler ki b u d u r u m d a h a m â k u l g ö z ü k m e k -



baskılarında bazı r a k a m s a l d e ğ e r farkla-



kitapta Fergânî'nin Hârizmî'nin



t e d i r ( K i t â b ü ' l - B M d a n , s. 40).



rı m e v c u t t u r . Cevâmi'in



larını açıkladığı b i l i n m e k t e d i r ; Bîrûnî b u



birlikte



Latince'ye, biri



Zîci'l - Hârizmî.



B u g ü n elde b u l u n m a y a n



olarak



1 1 3 4 ' t e İspanyalı J o h a n n e s (Johannes His-



eserden



Mikyâsü'n-NÎİ'in



palensis), diğeri 1175'te Cremonalı Gerard



nî'nin b u n l a r d a n b a ş k a



F e r g â n î ' n i n ö l ü m tarihi kesin bilinmemekle



ilk



belirtir.



Fergâ-



Cedvelü'l-Fer-



y a p ı m ı 2 4 7 (861) yılında t a m a m l a n d ı ğ ı -



(Gherardo Cremonese) t a r a f ı n d a n



na g ö r e b u t a r i h t e n sonra v e f a t e t m i ş



ü z e r e iki ayrı t e r c ü m e s i yapıldı ve bun-



gibi eserleri d e k a l e m e aldığı kaydedil-



olmalıdır.



ların ilki ü ç d e f a (Ferrara 1493; Nürnberg



mektedir.



Eserleri. 1. Cevâmi'u



olmak



faydalandığını



hesap-



'ilmi'n-nücûm



1537; Paris 1546), ikincisi bir d e f a (Cittâ



Fer-



di Castello 1910) basıldı. Ayrıca eser XIII.



ve usûlü']-harekâtı's-semâviyye.



ğânî,



'Amelü'l-ruhâmât,



'İlmüi-hey'e



BIBLIYOGRAFYA:



gânî'yi İslâm d ü n y a s ı n d a n ç o k Batı dün-



yüzyılın



tarafın-



Fergânî, Ceuâmi'u "ilmi'n-nücûm ue usûlü' I-harekâti's-semâuiyye (trc. Jacobus Golius),



y a s ı n d a ü n e k a v u ş t u r a n b u k i t a p , Bat-



d a n İbrânîce'ye çevrildi. J a c o b C r i s t m a n n



Amsterdam 1669 — (nşr. Fuat Sezgin), Frank-



bir



b u t e r c ü m e ile İspanyalı J o h a n n e s ' i n La-



özeti m a h i y e t i n d e o l m a k l a birlikte ge-



t i n c e t e r c ü m e s i n i birleştirerek 1 5 9 0 ' d a



furt 1986; Ya'kübî. Kitâbü'l-Büldân (Âyeti), s. 39-40; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 389; İbnü'lKıftî, İhbârul-'ulemâs. 56, 188; İbn Ebû Usaybia, c Uyûnul-enbâ\ s. 286-287; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 112-113; Ebü'l-Ferec (İbnü'lİbrî|, Târîhu muhtasari'd-düuel Inşr. A. Sâlihâ-



el-Mecistî



lamyus'un



adlı eserinin



o r t a l a r ı n d a J. Anatoli



r e k birinci ve ikinci fasıllarında takvim-



F r a n k f u r t ' t a yayımlarken J a c o b u s Golius



lerle t a r i h l e r h a k k ı n d a verdiği



eseri y e n i d e n



bilgiler,



Latince'ye çevirip Arap-



g e r e k s e B a t l a m y u s ' a karşı ortaya koy-



ça m e t n i y l e birlikte y a y ı m l a m ı ş t ı r . Son



d u ğ u bazı itirazlar b a k ı m ı n d a n ayrı bir



o l a r a k d a F u a t Sezgin J . Golius'un yayı-



ö n e m e sahiptir. Daha ö n c e birçok müs-



m ı n d a n bir t ı p k ı b a s ı m



l ü m a n a s t r o n o m u n kitapları



Latince'ye



tir (Frankfurt 1986). Fergânî'nin kitabının



t e r c ü m e edildiği h a l d e hiçbiri Batı astro-



O r t a ç a ğ A v r u p a s ı ' n d a a s t r o n o m i ilminin



ris 1914, II, 206-214; Brockelmann, GAL, I, 249,



n o m l a r ı ü z e r i n d e Cevâmi'



g e l i ş m e s i n e n e ö l ç ü d e tesir ettiğini an-



250; Suppi., I, 392-393; DSB, IV, 541-545;



l a y a b i l m e k için o n u n



kütüphanelerdeki



Sezgin, GAS, V, 259-260; VI, 149-151.



hesiz eserin m u h t e v a s ı gibi sistematiği-



Latince y a z m a l a r ı n ı n



bolluğuna



nin ve ü s l û b u n u n d a



e t m e k ve Pierre D u h e m ' i n Le



k a d a r etkili



o l m a m ı ş t ı r . B u n u n başlıca sebebi, şüpmükemmelliğidir.



O t u z f a s ı l d a n o l u ş a n Cevâmi'i Nedîm



Kitâbü'l-Fuşûl



İbnü'n-



ihtiyârü'l-Me-



du monde



gerçekleştirmiş-



nî), Beyrut 1890, s. 236-237; J. B. J. Delambre.



Histoire de l'astronomie du moyen-age, Paris 1819, s. 63-73; Suter, Die Mathematiker, s. 18-19; P. Duhem, Le Systeme du monde, Pa-



dikkat



cistî adıyla verir. İbnü'l-Kıftî ise yukarıd a belirtildiği gibi A h m e d b. M u h a m m e d



yılın sonlarına k a d a r A v r u p a ' d a



n o m i a l a n ı n d a k i ç a l ı ş m a l a r için vazgeçilmez bir k a y n a k o l m u ş ve özellikle Bat-



hare-



l a m y u s ' u n a s t r o n o m i k s i s t e m i o n u n va-



Fergânî'-



sıtasıyla yayılmıştır. Meselâ XIII. yüzyıl-



İhtişâri'l-



d a Paris p e r i p a t e t i k e k o l ü n ü n ü n l ü bil-



adlarıyla d a iki ayrı eser halin-



g i n l e r i n d e n olan R o b e r t Grosseteste'nin



c



ilmi



hey 0eti'l



kâti'n-nücûm



ve



adıyla A h m e d



ye, Kitâbü'l-Fuşûl



Mecistî



- eflâk



ve Kitâbü



d e M u h a m m e d Fergânî'ye n i s b e t eder.



Summa



Bu d u r u m Cevâmi'in



l a m y u s ' a yapılan atıflar b ü t ü n ü y l e Ce-



literatüre çok fark-



philosophiae



adlı eserinde Bat-



lı isimlerle geçtiğini g ö s t e r m e k t e d i r . Ni-



vâmi'den



t e k i m J a c o b u s Golius t a r a f ı n d a n 1669'-



ve XIV. yüzyıllarda İtalyan astronomları-



d a A m s t e r d a m ' d a yeni bir Latince ter-



nın t e m e ! k a y n a ğ ı yine F e r g â n î ' n i n ese-



cümesiyle



Arapça



ridir ve meselâ Ristoro d'Arezzo'nun, Bat-



fi'l-hare-



l a m y u s ' u n kitabını t a n ı m a d ı ğ ı halde Del-



birlikte



yayımlanan



m e t n i n dış s a y f a s ı n d a Kitâb



kâtı's-semâviyye nücûm,



ve cevâmi'u



iç s a y f a s ı n d a ise Kitâb



'ilmi'n-nücûm



'ilmi'nfî



uşûli



adının verildiği görülmek-



aktarılmıştır. Aynı şekilde XIII



la composizione



del mondo



adlı çalış-



m a s ı n d a o n a yaptığı g ö n d e r m e l e r d e tam a m e n Cevâmi'a



Convivio'üa



d a y a n m a k t a d ı r ; Dan-



t e d i r . Eser Batı d ü n y a s ı n d a kısaca Ele-



te'nin



menta



ismiyle bilinmekte-



miyle ilgili d ü ş ü n c e l e r i n i n k a y n a ğ ı d a yi-



çeşitli bölümlerinde Arap,



n e b u eserdir. Batı'da b u k a d a r etkili ol-



Suriye, R o m a , İran ve Mısır t a k v i m l e r i ;



m a s ı n a karşılık İslâm d ü n y a s ı n d a C e v â -



astronomica



dir! Cevâmi'm



FERGÂNÎ, Saîdüddin



(



astro-



el-Med-



ilâ



r



XII. yüzyıldan itibaren XV. yüz-



b. Kesîr ile M u h a m m e d b. Kesîr'in iki ay-



hal



MAHMUT KAYA — SÂMÎ ŞELHUB



adlı eserinin III ve IV. ciltleri-



n e g ö z a t m a k yeterlidir. Hiç ş ü p h e s i z



Cevâmi',



rı kişi o l d u ğ u n u s a n a r a k eseri



S



Systeme



açıkladığı



astrono-



d ü n y a n ı n u z a y d a k i k o n u m u ve hareket-



m i ' ile p e k ilgilenilmemiş ve ü z e r i n d e



leri, e k l i p t i k e ğ i l i m ; m e ş h u r ü l k e ve şe-



fazlaca bir ç a l ı ş m a y a p ı l m a m ı ş t ı r . Ese-



J ^ ^



)



Ebû O s m â n Saîdüddîn M u h a m m e d b. A h m e d el-Kâsânî el-Fergânî (ö. 6 9 9 / 1 3 0 0 ) Ekberiyye mektebine m e n s u p sûfî müellif. L



J M â v e r â ü n n e h i r ' i n Fergana vadisinde-



ki K â s â n ş e h r i n d e d o ğ d u . Hayatı ve ailesi h a k k ı n d a yeterli bilgi y o k t u r . Zehebî'nin, " Ö l d ü ğ ü n d e y e t m i ş



(el-'Iber,



yaşlarındaydı"



111, 399) şeklindeki



kaydından



h a r e k e t l e 6 2 0 (1223) yılı civarında doğd u ğ u söylenebilir. Fergânî çok g e n ç yaşında, " ş e y h ü ş ş ü y û h " dediği Ş e h â b e d d i n es-Sühreverdî'nin halifesi Necîbüddin Ali b. B ü z g a ş eş-Şîrâzî'ye intisap etti.



hicul-'ibâd



Menâ-



adlı eserinde, girdiği Süh-



reverdiyye-i Büzgaşiyye t a r i k a t ı n ı n kendisine k a d a r u l a ş a n silsilesini n a k l e d e n F e r g â n î seyrü s ü l û k ü n ü



tamamlayarak



T â h û n adlı bir h a n k a h ı n şeyhi oldu (a.g.e., III, 399). Kısa bir s ü r e sonra m e m l e k e t i n d e n ayrılıp Ş a m t a r a f l a r ı n a gitti. Bu-



378 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FERGÂNÎ, Saîdüddin rada Sadreddin KonevTnin sohbet ve hiz-



Meşâriku'd-



m e t halkasına katıldı. Onun



deıâıî



adlı eserine Konevî'nin



sona erdiğini söylemişlerdir (Turan, s.



ni naklettiğini ve d a h a sonra kendi vâri-



554-555).



dâtını anlattığını söyler ( Keşfü'z-zunûn, 1,



yazdığı



Hocası Sadreddin Konevî, 630 (1233)



takrizden, kendisine Mısır ve Anadolu'-



yılında ilk defa Mısır'a gittiği zaman Şeyh



hocaları arasındaki mânevî bağı göster-



da refakat e d e n talebeleri arasında Fer-



İbnü'l-Fârız'ın hayatta o l d u ğ u n u , ancak



mesi b a k ı m ı n d a n önemlidir. Ayrıca Ko-



anlaşılmaktadır



kendisiyle görüşemediğini, 643 (1245-46)



nevî'ye ait Fergânî hattıyla yazılmış 6 6 9



s. 1). Sadreddin Ko-



yılında Ş a m ' d a n tekrar Mısır'a geldiğin-



(1270) tarihli bir î'câzul-beyân



gânî'nin d e b u l u n d u ğ u



(Meşâriku'd-derârî,



265-266). Bu rivayet, Fergânî'nin şerhiyle



nüs-



nevTnin sohbet, irşad ve hidayetiyle "şe-



de zevk ehli bir cemaatle onun



Kaşîde-i



hası (Köprülü Ktp., nr. 11), diğer eserleri-



reflenerek" o n u n zâhirî ve bâtınî edep



T â ' i y y e ' s i n i şerhetmeye başladıklarını,



nin yazımında da hocasına kâtiplik yap-



ve faziletlerinden, şeriat, t a r i k a t ve ha-



bu dersleri Ş a m ' d a ve A n a d o l u ' d a sür-



m ı ş o l d u ğ u n u göstermektedir.



kikat ilimlerindeki bilgisinden en iyi şe-



dürdüklerini, içlerinden bazılarının yapı-



kilde faydalandığını ifade eden Fergâ-



lan açıklamaları d a h a sonra derleyip to-



dârik'in



nî, zikir telkini ve t a r i k a t hırkasının an-



p a r l a m a k niyetiyle not aldıklarını, "me-



g ö r m e k m ü m k ü n d ü r . Burada zât, gayb,



cak bir şeyhten alınabileceğini, bunun-



şâyihin iftiharı, âlim ve ârif kardeşim"



ilk tecellî, ahadiyyet ve vâhidiyyet mer-



la birlikte birçok şeyhin sohbetlerinden



diye andığı Fergânî'den başka hiç kim-



tebeleri, z u h u r u n sebebi olarak muhab-



d e istifade e t m e n i n m ü m k ü n o l d u ğ u n u



seye bu notları derleyip eser haline ge-



bet, kemal, ilim, vücûd, ikinci tecellî, ilâ-



söyler. Nitekim M u h a m m e d b. Sekrân



t i r m e n i n müyesser olmadığını söyleye-



hî isimler, kevnin mertebeleri, insân-ı kâ-



el-Bağdâdî gibi bazı şeyhlerin hizmetle-



rek ondan övgüyle bahseder [Meşâriku'd-



mil mertebesi, ruhlar mertebesi, misal



[Menâhicü'l-



derârî, s. 1-2). Konevî'nin diğer talebesi



mertebesi, cisimler mertebesi, Hz. Â d e m



İbâd, s. 184). 6 6 5 (1267) yılında hacda



ve Fergânî'nin ders arkadaşı Şemseddin



ve insanın hakikati, Hz. M u h a m m e d ve



rinde b u l u n d u ğ u n u belirtir c



o l d u ğ u tesbit edilen



[Müntehe'l-medâ-



el-îkî d e Konevî'nin derslerini



Müntehe'l-me-



Fergânî'nin fikirlerini



m u k a d d i m e s i n d e toplu olarak



Kaşîde-i



M u h a m m e d i hakikat, altı küllî mertebe,



rik, II, 130) Fergânî 6 9 9 yılı Zilhicce ayın-



Tâ'iyye'den



bir beyit okuyup bunu Fars-



d ö r t sefer gibi konular h e m varlığın (vü-



d a (Ağustos - Eylül 1300) vefat etti. Ne-



ça şerhederek bitirdiğini, izahlarını an-



cûd) tecelli ediş basamakları olarak, h e m



rede ö l d ü ğ ü bilinmemekte, a n c a k kab-



cak zevk sahibi kişilerin



anlayabilece-



de sâlikin zâta rücûdaki mânevî makam-



rinin Ş a m ' d a o l d u ğ u rivayet edilmekte-



ğini, bazan, " D ü n k ü beytin m â n a s ı ba-



ları olarak ele alınır. Fergânî bu konula-



dir (Pouzet, s. 219). Bazı tasavvuf tarih-



na bir de şöyle zâhir oldu" diyerek aynı



rı işlerken genel hatlarıyla üstatları İb-



çileri Sühreverdiyye tarikinin silsilesin-



beyti d a h a da acayip bir t a r z d a yeniden



nü'l-Arabî ve Sadreddin Konevî'nin açık-



d e ona d a yer verirken (Ma'süm Ali Şah,



açıkladığını, Fergânî'nin b ü t ü n dikkati-



lamalarını aynen t a k i p ederse d e birkaç



II, 311) bazıları silsilede o n u n adını zik-



ni o n u n söylediklerini anlamaya verdiği-



yerde onlardan farklı bir terminoloji ve



ni, dersten sonra bunları Farsça olarak



formülasyon denediği göze çarpar. Me-



yazdığını {Meşâriku'd-derârî),



d a h a son-



selâ İbnü'l-Arabî bu konuları izah eder-



şan mesleğin fikirlerinin ilk k u ş a k nâ-



ra b u n o t l a n Arapçalaştırarak iki ciltlik



ken hiçbir yerde vahdet-i v ü c û d u kav-



kil ve şârihlerinden biri olan Saîdüddin



meşhur eserini (Müntehe'l-medârik)



mey-



r a m s a l l a ş t ı n p özel bir t e r i m olarak kul-



el-Fergânî'nin İslâm d ü ş ü n c e tarihinde



dana getirdiğini söyler (İbnu 1-Fârız, s. 27-



lanmamıştır. Vahdet-i vücûd terimini ilk



önemli bir yeri vardır. Sadreddin Kone-



28; Câmî, fiefehât, s. 542).



defa ve en fazla kullanan sûfî Fergânî'-



retmezler (Trimingham, ek, c). Muhyiddin İbnü'l-Arabî etrafında olu-



vî'nin diğer iki talebesi Fahreddîn-i Irâ-



Üslûbundan dikte edilmiş bir eser ol-



dir. A n c a k o n u n bu kavramla ifade et-



Meşâriku'd-derârî'deki



m e k istediği şey sarih değildir. Fergânî,



kî ve Müeyyidüddin Cendî ile beraber



d u ğ u anlaşılan



Ekberiyye m e k t e b i n i n fikirlerinin yayıl-



fikirlerin ne kadarının Fergânî'ye ait ol-



iki ü s t a d ı n d a n biraz d a h a serbest bir



m a s ı n d a önemli rolü olmuş, Abdürrez-



d u ğ u n u tesbit e t m e k oldukça



y o r u m l a m a ile bu k a v r a m a â f â k î düz-



z â k el-Kâşânî ve Dâvûd-i Kayseri gibi



Ancak özellikle



zordur.



Müntehe'l-medârik'te



l e m d e "kesret"in (ilimle başlayan çokluk)



kendilerinden sonra gelen üçüncü kuşak



kendine ait önemli fikirlerin



bulundu-



t a m karşısında bir m â n a yükler. Ancak



temsilcilerine de ilham vermiştir (Chittick,



ğ u söylenebilir. Fergânî, ilkinin üçte bir



ahadiyyetü'l-cem' m a k a m ı n d a bunlar ay-



MW, LXXXII/3-4, s. 226). Bahâeddin Nak-



oranında genişletilerek yeniden yazılmış



nı şey olurlar. Zira ona göre vücûd mut-



şibend'in halifesi M u h a m m e d Pârsâ üze-



şekli olan bu ikinci esere nedense hocası



lak ve hakiki vahdete sahipken ilmin ta-



rindeki



Konevî'nin ilk şerhe yazmış olduğu tak-



biatında kesret vardır. Vahdetin tabiatı



kendisi gibi Orta Asya kökenli bir sûfî



rizi almamıştır. Onun Konevî ve İbnü'l-



fâillik iken kesretin tabiatı



olan Fergânî kanalıyla gerçekleştiği ileri



Arabî'nin fikirleri d o ğ r u l t u s u n d a yaptı-



biri vücûb, diğeri i m k â n ifade eder. Bu-



sürülür (Ülken, s. 266; Algar, V / l , s. 3).



ğı bu iki şerh tasavvuf düşüncesinin te-



na ahadiyyet m e r t e b e s i n d e n



Fergânî'nin Selçuklu veziri Muînüddin Sü-



mel eserleri arasında sayılmış ve ken-



z â t için b ü t ü n kesretten u z a k " m u t l a k



leyman Pervâne ile çok yakın dostlukla-



d i n d e n sonraki birçok esere kaynaklık



birdir" denebilir. Fakat vâhidiyyet mer-



etmiştir. Kâtib Çelebi, Sadreddin Kone-



tebesinden bakıldığında b u d e f a zâtın



İbnü'l-Arabî etkisinin de yine



rı olduğu, vezirin Kaşîde-i



Tâ'iyyetul-kübrâ)



Tâ'iyye



{et-



derslerinin bir kısmı-



vî'nin şeyhi İbnü'l-Arabî'den



Kaşîde-i



kâhilliktir; bakılınca



bu m u t l a k birliğinin aynı z a m a n d a bü-



na bizzat katılmasından ve Fergânî'nin



Tâ 'iyye 'yi şerhetmesini talep edince İb-



t ü n çokluğun d a kaynağı



bu eser üzerine yazdığı şerhi ona i t h a f



nü'l-Arabî'nin "Bu ileride senin evlâtla-



o l d u ğ u görülür. Zira bu m e r t e b e d e ar-



etmesinden anlaşılmaktadır ( Meşâriku'd-



rından birine nasip olacak güzel bir ge-



tık O ' n u n isimieri vardır ve bunlar bir-



derart, s. 12; Ateş, s. 115). Bazı tarihçi-



lindir" diyerek ona beş defter verdiğini,



den fazladır. Bu d u r u m d a z â t



"aktif",



isimler ise " p a s i f t i r . Fakat b u isimler



ler, Cendî ve Fergânî'nin ardarda ölüm-



Konevî'nin derslerinin s o n u n d a



leriyle Selçuklular'ın mânevî rehberleri-



y e ' d e n bir beyit o k u d u k t a n sonra bu



âleme



nin kalmadığını ve hükümranlıklarının da



defterden İbnü'l-Arabî'nin ilgili sözleri-



d u r u m a geçeceklerdir



Tâ'iy-



durumunda



mukabil



olduklarında



da



aktif



[Müntehe'l-medâ-



579 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



FERGÂNÎ, Saîdüddin cidir. Fakat aşk, iki parçayı birbirinden



Öte yandan Fergânî'nin, üstatlarından



ayıran ne varsa a r a d a n kaldırmak iste-



t e m e l d e pek farklı olmayan bazı başka



yince karşısına



tercihleri d e vardır. Meselâ "ikinci tecel-



Çünkü



lî" için İbnü'l-Arabî'nin kullandığı "vah-



şeyleri "bu" ve "o" diye ayırarak tanım-



dâniyye" terimi yerine "vâhidiyye"yi ter-



lar. Fergânî, sâlikin f e n â



cih ederken feyiz, hayal, berzah kavram-



katettikten



.-iA-^aûj J i - f i



ilim çıkacaktır.



ilim ayırıcı, tefrik edici bir yapıda olup



sonra



beka



makamlarını makamlarına



larını da onun k a d a r sık kullanmaz. Ye-



ayak basacağını, beka m a k a m l a r ı n ı n en



di ana isim (eimmetü'l-esmâ) konusun-



alt düzeyinde öncelikle m ü ş a h e d e edil-



da İbnü'i-Arabî'yi t a k i p eder, yalnız ilâhî



mesi gereken mertebenin de vahdet-i



isimleri küllî ve cüz'î olarak ikiye ayırır



vücûd y a h u t kesrette vahdet mertebesi



ve var oluşun cüz'î isimlerle o l d u ğ u n u



o l d u ğ u n u , ikinci olarak kesret-i ilm ya



söyler ( Meşâriku'd-derârî ; s. 58-59). Ayrı-



da vahdette kesret mertebesinin müşa-



ca "levh-i m a h f û z d a k i d ö r t ilâhî r ü k ü n "



hede edileceğini ve son olarak da bu iki



dediği dört sıfatla melekler, tabiatlar



mertebenin müşahedesiyle beraber her



ve mizaçlar arasında şöyle bir irtibat ağı



türlü



kurar:



kayıttan



cem'u'l-cem'"



uzaklaşılan makamına



"hazretü'lgelineceğini,



bu m a k a m ı n enbiya ve evliyaya m a h s u s



HAYAT — İsrâfil — sıcak — ateş



o l d u ğ u n u söyler. B ü t ü n bunlardan son-



İLİM — Cebrâil — s o ğ u k — hava



ra yalnız Hz. M u h a m m e d ' e m a h s u s bir



İFiADE — Mîkâil — r u t u b e t — su



m a k a m vardır ki bu hepsinin fevkindeSaîdüddin el-Fergânî'nin hattıyla Sadreddin Konevî'nin c



i câzul-beyân



adlı eserinin son sayfası



(Köprülü Ktp., nr. 4 i )



dir (Müntehe'Tmedârik,



KUDRET — Azrâil — kuruluk — toprak



II, 214).



Z â t a d o ğ r u bu seyirde alınacak tecel-



Diğer b ü t ü n melekler ve ruhlar bu dört



lîler tersine çevrilmiş d ö r t seferle olur



baş meleğin özelliklerine tâbidir (Mün-



ki bunlar da sırasıyla tecellî-i zâhirî, te-



tehe't-medârik,



cellî-i bâtınî, tecellî-i cem'î, tecellî-i zâ-



tecellîye dair m â l u m a t a ise Konevî'nin



tî-i cem'î-i kemâlidir ve bununla yolcu-



aksine ilk tecellîden d a h a fazla yer ve-



I, 51-54). Fergânî ikinci



rik, i, 13). Kâinattaki her m a h l û k biri bir-



luk t a m a m l a n ı r .



Muayyen bir şekilde,



rir. Ayrıca Konevî'nin "hazarât-ı h a m s "



liğe (vahdet), diğeri de çokluğa (kesret)



bekaya ait seyir m a k a m l a r ı n d a n birinin



tasnifinin ilk mertebesi olan "hazretü'l-



yönelik iki veçhe sahiptir. Sâlikin varlı-



karşılığı olarak İbnü'l-Arabî'nin kullan-



ilm"i ikiye ayırıp "lâtaayyün" mertebesi-



ğın birliğine d o ğ r u yönelmesi bir ahenk,



maya dahi ihtiyaç d u y m a d ı ğ ı vahdet-i



ni m ü s t a k i l olarak başa a l m a k suretiyle



b ü t ü n l ü k ve yakınlaşma sağlarken çok-



vücûd terimini Fergânî'nin de sadece bir



"hazret'in sayısını altıya çıkarır ve bun-



luğa



d o ğ r u yönelmesi ayrılık, farklılık



ifadelendirme ihtiyacından dolayı tercih



lara "el-merâtibü'l-külliyye" adını verir.



ve u z a k l a ş m a doğurur. İlk bakışta birlik



ettiği görülmektedir. Hatta Farsça şer-



İnsân-ı kâmil mertebesini izah ederken



iyi, çokluk k ö t ü gibi g ö r ü n ü r s e d e aslın-



hinde "vahdet-i vücûd" tamlamasını kul-



insanî kemalin en ü s t mertebesi olan



da bunlar zât-ı m u t l a k ı n değişik mer-



lanarak k u r d u ğ u cümleleri Arapça şer-



"hakîkat-i Muhammediyye-i Ahmediyye"



tebelerdeki birbirine zıt sıfatları olduk-



hinde aynen m u h a f a z a etmeyip konuyu



mertebesini "ev e d n â " m a k a m ı



larından â l e m d e her ikisi de m ü s b e t rol



başka ifadelerle de anlatır. Bu husus, İs-



da adlandırır ki bu ontolojik olarak "ta-



zıtlar



lâm d ü ş ü n c e tarihinde bu kavram etra-



ayyün-i



(hayır-



fında sonraki yıllarda yapılan tartışma-



dır. Bu m a k a m , "taayyün-i sânî" ya da



oynar. Fergânî'nin bu metafizik anlayışının



filozofların



iyi-kötü



şer) diyalektiğine değil, d a h a çok taocu-



ların kullanılan



l u ğ u n "yin-yang" â h e n g i n e benzer bir



açıkça göstermektedir.



dilden



kaynaklandığını



evvel"



mertebesinin



olarak



karşılığı-



"vâhidiyye" mertebesinin üzerinde, "lâtaayyün" mertebesinin altındadır (a.g.e., I, 13).



g ö r ü n ü m arzettiği ileri s ü r ü l m ü ş t ü r . Bu



Fergânî'nin yukarıda ele alınan "iki zıt"



d u r u m d a bu d ü a l i z m evrendeki biri ne-



görüşü, bir bakıma İbnü'l-Arabî'nin "aha-



gatif, diğeri pozitif olan, f a k a t neticede



diyyetü'l-ahad" m e f h u m u n u



"ahadiyye-



mâleddin bu kasideleri hiç kimsenin Fer-



her ikisi d e t e k kozmik ilkenin tezahür-



tü'l-kesre" veya "ahadiyyetü'l-vâhid"in



g â n î gibi açıklayamadığını söyler (ibnü'l-



lerinden ibaret b u l u n a n güçler d e m e k



karşılığı olarak kullanarak Allah'ı da bu



Fârız, s. 28-29). C â m î de Fergânî'nin Ka-



olur (S. Murata, s. 45). Bu k o n u d a ben-



m e r t e b e d e "vâhidü'l-kesîr" diye ifade



şîde-i



Tâ'iyye



zer bir karşılaştırma da Abdürrezzâk el-



edişine (el-Fütûhât,



minin



meselelerini



Kâşânî'nin yorumları esas alınarak T.



veçheli insan motifi de yine İbnü'l-Ara-



bu eserin dîbâcesinde anlattığı



lzutsu t a r a f ı n d a n yapılmıştır.



Fergânî,



bî'nin kâmil âriflerin iki göze sahip ol-



sistematik ve düzenli bir şekilde açık-



seyrü sülük ile zâta rücû etmeye çalı-



duklarını, bunların biriyle birliği, diğe-



lamamıştır"



şan kişinin v a h d e t m ü ş a h e d e s i n d e bir-



riyle çokluğu, biriyle Tanrı'nın



hât, s. 559); ayrıca Nakdun-nuşûş



liğe d o ğ r u yönelip çokluktan



uzaklaş-



ve tenzihini, diğeriyle O'nun yakınlık ve



Eşi"atü'l-leme eât



maya yüz tutmasıyla çokluğun da artık



teşbihini, biriyle devamlılığı, diğeriyle de-



bu k i t a p t a n sık sık alıntılar yapar. Bu



o n u n g ö z ü n d e n silinmeye başlayacağını



ğişiklikleri ve biriyle karanlığı, diğeriy-



m e k t e b e bağlılığından dolayı "Mağribî"



söyler. Birliğe d o ğ r u y ö n e l m e d e etkili



le ise aydınlığı gördüklerini belirtmesi-



mahlasını alan sûfî şair M u h a m m e d Şî-



g ü ç ise m u h a b b e t ve aşktadır. Zira aş-



ne (a.g.e., 111, 274, 470) getirilen bir nevi



rîn et-Tebrîzî de m e ş h u r Câm-ı



kın tabiatı birlik istediği için o birleştiri-



y o r u m d a n ibarettir.



n ü m â ' s ı n d a kısmen bu eserin dîbâcesi-



ili, 420; IV, 232); iki



uzaklık



İbnü'l-Fârız'ın t o r u n u Şeyh Ali b. Ke-



380 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Eys-Fıkhü’l-Hadîs Ankara : TDV, 1995. 12. c. (16, 549 s.)



şerhi için, "Hakikat ilkimse



diyerek ona



Fergânî'nin kadar



katılır (Nefeve



adlı eserlerinde d e



Cihân-



FERGÂNÎ, Saîdüddin ni hulâsa eder (Chittick, MW, LXXXII/3-



cerî ve Celâleddin el-Bekrî gibi devrin



4, s. 226). Molla Fenârî, Konevî'nin Mif-



bazı âlimlerinden



tâhu'l-gayb



aramaya koyulduğunu, bu âlimlerin hep-



adlı eserine yaptığı şerhte



bu



konuda



fetvalar



özellikle Fergânî'nin açıklamalarını kul-



sinin Fergânî'nin şerhi lehinde fetva ver-



lanır {Mişbâhu'l-üns,



s. 74). Onun bu şer-



diklerini, ancak bu fetvaların şüpheyi or-



hine ta'lîkat düşenler d e yine Fergânî'-



t a d a n kaldırmadığını söyleyerek doğru



den yaptıkları alıntılarla görüşlerini tak-



görüşün



viye etmişlerdir. Dâvûd-i Kayserî'nin de



kendisinin bu kitabı yazdığını belirtir (e/-



ne o l d u ğ u n u



belirttiği gibi bu k o n u d a söyleyecek sö-



Mu'ârız,



vr. 382 a ; Keşfü'z-zunûn,



l, 267).



zü olan b ü t ü n ârifler, Fergânî'nin eserin



Bikâî bu eserinde, Fergânî'nin



şerhin-



dîbâcesinde yüksek irfana (metâlib-i âli-



deki görüşleri naklederek bunları savu-



ye) dair yaptığı bu açıklamalardan fay-



nanların en b ü y ü k kâfirler



dalanmışlardır (Celâleddin Âştiyânî, s. 26).



ileri sürünce Süyûtî



Meselâ 723 (1323) yılında Antalya'da bir



fî nuşreti



göstermek



için



olduklarını



adlı kitabını ka-



leme alarak ona karşı çıkmış, Burhâned-



hi o k u t a n Kemâleddin Burugluvî yazdı-



din el-Garsî de Bikâî'ye bir reddiye ya-



ğı şerhte Fergânî'nin



dîbâcesini



özet-



lemiştir (Süleymaniye Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1819, vr. 115 b -128 b ). Dâvûd-i Kayserî ve İsmâil Ankaravî'nin



Tâ'iyye



şerhlerinin



ondan



mukaddimelerinden



b ü y ü k çapta etkilendikleri



anlaşılmak-



j ( J ç p ''{f'^ÎJ



Kamhu'l-mu'ârız



İbni'l-Fârız



şer-



medresede Farsça olarak Tâ'iyye



ii/J§ii



zıp Süyütî'ye destek vermiştir.



Bunun



üzerine Bikâî eleştiri dozunu d a h a



da



fyjfiSJ



"df";,ı"j^rff}'



"d'Jttf



*



arttırarak iki kitap d a h a yazınca halk galeyana gelmiş ve Bikâî'yi linç edilmek-



V'Ü



ten



•i J ı S u>0 i



devlet adamları



kurtarmıştır



(İbn



('•> t f / d -» _(, (î>J / ı O ^ > Jfi-Z