Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi [20] [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

UDU



Yönetim İSAM, Türkiye D i y a n e t Vakfı İslâm Araştırmaları M e r k e z i Bağlarbaşı, Gümüşyolu caddesi 40 Üsküdar - 81200 İstanbul Tel : (0 216) 474 08 50 (pbx) Fax : (0 216) 474 08 74



Dağıtım ve Pazarlama DİVANTAŞ, D i y a n e t Vakfı Neşriyat P a z a r l a m a Ticaret Sağlık v e Turizm A.Ş. Bağlarbaşı, Gümüşyolu caddesi 40 Üsküdar - 81200 İstanbul Tel : (0 216) 474 08 77 - 492 03 47 Fax : (0 216) 474 08 78



C



f l



q r



I L > JL



o



A JL^^J



İBN H A L D U N - İBNÜ'l-CEZERİ



İstanbul 1999



©



1999



BASKI:



Her hakkı mahfuzdur. Yazı ve fotoğraflar kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Ali Rıza Başkan Güzel Sanatlar Matbaası A.Ş. Yenibosna / İstanbul



T Ü R K İ Y E D İ Y A N E T VAKFI



ANSİKLOPEDİSİ



Sahibi Türkiye Diyanet Vakfı



Başkan Doç. Dr. Ş. Tufan BUZPINAR



D a n ı ş m a Kurulu Dr. Tayyar ALTI KULAÇ Prof.Dr. Ö m e r Faruk H A R M A N Doç.Dr. Azmi Ö Z C A N Doç.Dr. A h m e t ÖZEL Prof.Dr. Metin TUNCEL



G e n e l Sekreter Süleyman N. AKÇEŞME



İNCELEME KURULU



İLİM KURULU



TEKNİK REDAKSİYON SORUMLUSU Sekreter M a d d e Tesbit ve İç Kontrol



Prof.Dr. Bekir TOPALOĞLU (Başkan) Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL Doç.Dr. Ahmet ÖZEL Dr. Tayyar ALTI KULAÇ Dr. Nihat AZAMAT Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU Prof.Dr. Mustafa ÇAĞRICI Prof.Dr. Feridun EMECEN Sargon ERDEM Prof.Dr. Semavi EYİCE Prof.Dr. M. Yaşar KANDEMİR Prof.Dr. Mahmut KAYA Prof.Dr. M. Orhan OKAY Prof.Dr. Abdülkerim ÖZAYDIN Prof.Dr. Mustafa UZUN Prof.Dr. Ahmet TOPALOĞLU Prof.Dr. Metin YURDAGÜR Fuat GÜNEL Kasım KIRBIYIK



İmlâ



Dr. İsa KAYAALP Doç.Dr. Muhammet YELTEN



Teknik Kontrol



Prof.Dr. Hasan AKSOY Doç.Dr. Azmi BİLGİN



Bibliyografya



İsmail ÖZBİLGİN Abdülkadir ŞENEL



YAYIN MÜDÜRLÜĞÜ Dizgi Tashih



Ahmet YILMAZ (Müdür) Nedim GÜNEY (Şef) Hüseyin Hilmi KURTULMUŞ (Şef) Mehmet GÜNYÜZLÜ Osman SEVİM Nedret TOPÇU



Resimleme



Enis KARAKAYA / M.A. (Şef) Ahmet AKMAN Doç.Dr. Hüsamettin AKSU Doç.Dr. Nebi BOZKURT Haluk KARGI / M.A.



Çizim BİLGİ İŞLEM



Oğuz KALLEK Ali Rıza SET



KÜTÜPHANE v e DOKÜMANTASYON SORUMLUSU KÜTÜPHANE v e DOKÜMANTASYON MÜDÜRLÜĞÜ Kütüphane



Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL



Fatih ÇARDAKLI (Müdür Vekili),.. Recep YILMAZ (Şef) Ender BOZTÜRK Rahmi CEYLAN Sema DOĞAN Mehmet EĞİLMEZ Nâgihan GÜMÜŞ Abdurrahman M. HACIİSMAİLOĞLU Hüseyin KARAER Salih SANDAL Ali SAVRAN Çetin TÜYLÜ Coşkun YILDIRIMTÜRK Mehmet YILMAZ Ali Yücel YÜRÜK



Satın Alma



Cemil Cahit CAN (Şef) Ekrem ARSLAN



Süreli Yayınlar ve M ü b a d e l e



Selahattin ÖZTÜRK (Şef) Ş. Bilal ÇAVUŞOĞLU



Dokümantasyon



M. Birol ÜLKER (Şef) Şevki BAYKUŞ Cemal TOKSOY



SİPARİŞ ve TAKİP MÜDÜRLÜĞÜ



Sabahattin YENİCE (Müdür Vekili) Levent AKÇALAR Sebile DEMİRAY Aysel ENGİN Ş. Memduh GÜZELER Mustafa KALAYCI Ahmet Ali TONYALI



Dizgi



MUHASEBE M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü



Mustafa DURSUN Süleyman ÖZEL Yılmaz SAMANCI A. Savaş DEMİRAY (Müdür Vekili) Atalay ALPTEKİ Metin ALTINOK Bilal SALMAN Mehmet ŞEVİK Sema TEKİN



PERSONEL ve İDARÎ İŞLER M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü



Yakup KAHRAMAN (Müdür) M. Hanefi DİLMAÇ (Şef) Halit ÖZÇELİK (Şef) İbrahim AKMANOĞLU



DAĞITIM ve PAZARLAMA



DİVANTAŞ Yılmaz AYDOĞDU (Genel Müdür) Sezayi ALTUN (Pazarlama ve Satış Müdürü) Yüksel DUTGUN (Malî ve İdarî İşler Müdürü) Abdurrahman TAŞKALE (Satın Alma ve Teknik İşler Müdürü)



MERKEZ İLİM v e REDAKSİYON KURULLARI ÜYELERİ



C e m i l AKPINAR (İlimler Tarihi) Prof.Dr. H a s a n A K S O Y (Türk Dili ve Edebiyatı) Prof.Dr. Ö m e r Faruk AKÜN (Türk Dili ve Edebiyatı) Doç.Dr. Ali AKYILDIZ (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Nurettin ALBAYRAK (Türk Dili ve Edebiyatı) Dr. Ö m e r Mahir ALPER (İslâm D ü ş ü n c e s i ve Ahlâk) Dr. Tayyar ALTİ KULAÇ (Tefsir) Y.Doç.Dr. Mustafa ALTUN D A Ğ (Tefsir) Dr. M u h a m m e d ARUÇİ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi) Dr. A d n a n ASLAN (islâm D ü ş ü n c e s i ve Ahlâk) Dr. Casim AVCİ (İslâm Tarihi ve Medeniyeti) Prof.Dr. M. Akif AYDIN (Fıkıh) Doç. Dr. Halis AYHAN (İslâm D ü ş ü n c e s i ve Ahlâk) Beşir AYVAZOĞLU (Türk Dili ve Edebiyatı) Dr. N i h a t AZAMAT (Tasavvuf) Prof.Dr. Ali B A R D A K O Ğ L U (Fıkıh) Y.Doç.Dr. A d i l BEBEK (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Doç.Dr. M u s t a f a L. BİLGE (İslâm Ülkeleri Coğrafyası) Doç.Dr. A z m i BİLGİN (Türk Dili ve Edebiyatı) Dr. A b d ü l h a m i t BİRIŞIK (Tefsir) Prof.Dr. İdris BOSTAN (İslâm Ülkeleri Coğrafyası) Doç.Dr. N e b i B O Z K U R T (İslâm Tarihi ve Medeniyeti) Doç.Dr. Ş. Tufan BUZPINAR (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Prof.Dr. M u s t a f a ÇAĞRICI (İslâm D ü ş ü n c e s i ve Ahlâk) Doç. Dr. İlyas ÇELEBİ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi) Dr. A h m e t Vefa Ç O B A N O Ğ L U (İslâm Sanatları / Mimari) Prof. Dr. İ b r a h i m DAKÜKÎ (Müteferrik) Y.Doç.Dr. Kürşat D E M İ R C İ (Dinler Tarihi) Doç.Dr. İsmail D U R M U Ş (Arap Dili ve Edebiyatı) Prof.Dr. F e r i d u n E M E C E N (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Sargon E R D E M (İslâm Sanatları / Müteferrik) Y.Doç.Dr. M u h a m m e d E R O Ğ L U (Tefsir) Prof.Dr. İsmail E. E R Ü N S A L (Türk Dili ve Edebiyatı) Prof.Dr. S e m a v i EYİCE (İslâm Sanatları / Mimari)



Prof.Dr. Mustafa FAYDA (İslâm Tarihi ve Medeniyeti) Prof.Dr. E t h e m R u h i FIĞLALI (Kelâm ve Mezhepler Tarihi) Dr. Hilâl G Ö R G Ü N (İslâm Tarihi ve Medeniyeti) Dr. Tahsin G Ö R G Ü N (Fıkıh) Fuat G Ü N E L (Dinler Tarihi) Prof.Dr. Yusuf H A L A Ç O Ğ L U (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Prof.Dr. Ö m e r Faruk H A R M A N (Dinler Tarihi) Dr. İbrahim HATİBOĞLU (Hadis) Prof.Dr. E k m e l e d d i n Î H S A N O Ğ L U (İlimler Tarihi) Prof.Dr. M e h m e t İPŞİRLİ (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Âlim K A H R A M A N (Türk Dili ve Edebiyatı) Dr. Cengiz KALLEK (Fıkıh) Prof.Dr. M. Yaşar K A N D E M İ R (Hadis) Prof.Dr. M u s t a f a KARA (Tasavvuf) Enis KARAKAYA (M.A.) (İslâm Sanatları / Mimari) Prof.Dr. H a y r e d d i n KARAMAN (Fıkıh) Dr. A h m e t KAVAS (İslâm Ülkeleri Coğrafyası)



Prof.Dr. M a h m u t KAYA (İlimler Tarihi,



Y.Doç.Dr. Nuri Ö Z C A N (İslâm Sanatları / Mûsiki)



Prof.Dr. M e t i n TUNCEL (İslâm Ülkeleri Coğrafyası)



İslâm Düşüncesi ve Ahlâk) Dr. Tahsin Ö Z C A N Dr. İsa KAYAALP



(Türk Tarihi ve Medeniyeti)



Y.Doç.Dr. Zülfikar TÜCCAR (Arap Dili ve Edebiyatı)



(Türk Dili ve Edebiyatı) Kasım KIRBIYIK (İlimler Tarihi)



Doç.Dr. A h m e t Ö Z E L (Fıkıh)



Dr. İsmail T Ü R K O Ğ L U (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Doç.Dr. A b d u l l a h U Ç M A N



Doç. Dr. Ferhat K O C A (Fıkıh)



Dr. Şükrü Ö Z E N



(Türk Dili ve Edebiyatı)



(Fıkıh) Dr. M ü j d a t ULUÇAM



Doç.Dr. Ali K Ö S E (İslâm D ü ş ü n c e s i ve Ahlâk)



Doç.Dr. M. Sait Ö Z E R V A R L I



(Hadis)



(Kelâm ve Mezhepler Tarihi) Prof.Dr. S ü l e y m a n U L U D A Ğ



Rıza KURTULUŞ (Fars Dili ve Edebiyatı)



Prof.Dr. İ s k e n d e r PALA



(Tasavvuf)



(Türk Dili ve Edebiyatı) Dr. R e c e p USLU



Prof.Dr. G ü n a y KUT (Türk Dili ve Edebiyatı)



Dr. M e h m e t Ali SARI



(İslâm Tarihi ve Medeniyeti)



(Tefsir) Prof.Dr. Mustafa UZUN



Doç.Dr. İlhan KUTLUER (İslâm D ü ş ü n c e s i ve Ahlâk) Prof.Dr. C e v d e t K Ü Ç Ü K (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Prof.Dr. M. O r h a n O KAY (Türk Dili ve Edebiyatı) Dr. Reşat Ö N G Ö R E N ' (Tasavvuf)



Prof.Dr. M u h i t t i n SERİN (İslâm Sanatları / Hat)



(Türk Dili ve Edebiyatı) Dr. İlyas Ü Z Ü M (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Dr. Mustafa S İ N A N O Ğ L U (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Dr. K â m i l YAŞAROĞLU (Fıkıh)



Abdülkadir ŞENEL (Hadis)



Prof.Dr. Yusuf Şevki YAVUZ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Dr Recep ŞENTÜRK (İslâm D ü ş ü n c e s i ve Ahlâk)



Prof.Dr. Tahsin YAZICI (Fars Dili ve Edebiyatı)



Prof.Dr. Mustafa Ö Z (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Prof.Dr. A h m e t T O P A L O Ğ L U (Türk Dili ve Edebiyatı)



Dr. Ali M u r a t YEL (İslâm D ü ş ü n c e s i ve Ahlâk)



Prof.Dr. A b d ü l k e r i m Ö Z A Y D I N (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)



Dr. Aydın T O P A L O Ğ L U (İslâm D ü ş ü n c e s i ve Ahlâk)



Prof.Dr. M. Saim Y E P R E M (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Prof.Dr. A b d ü l k a d i r Ö Z C A N (Türk Tarihi ve Medeniyeti)



Prof.Dr. Bekir T O P A L O Ğ L U (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Prof.Dr. M e t i n Y U R D A G Ü R (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)



Doç. Dr. A z m i Ö Z C A N (Türk Tarihi ve Medeniyeti, İslâm Tarihi ve Medeniyeti)



Doç.Dr. Tevfik R ü ş t ü T O P U Z O Ğ L U (Arap Dili ve Edebiyatı)



Y.Doç.Dr. A h m e t YÜCEL (Hadis)



GENEL KİSALTMALAR



a.e.



Aynı eser



haz.



Hazırlayan



şş.



Şehinşâhî



a.g.e.



Adı geçen eser



hk.



Hüküm (Arşiv)



T



Türkçe



AK



Arazi



hş.



Hicrî-Şemsî



tah.



Tahminî



Kanunnâmesi



Hz.



Hazreti



TBMM



Türkiye



Akk.



Akkadca



İbr.



İbrânîce



Büyük Millet



Alm.



Almanca



İng.



ingilizce



Meclisi



a.mlf.



Aynı müellif



İSAM



Arm.



Ârâmîce



Araştırmaları



Ar.



Arapça



aş.bk.



Aşağıya bakınız



TC



Türkiye



Merkezi



TDK



Türk Dil Kurumu



İsp.



İspanyolca



Tİ EM



Türk ve İslâm



İÜ



İstanbul TMK



Türk



trc.



Tercüme,



İslâm



Üniversitesi



Cumhuriyeti



Eserleri Müzesi







Ankara Üniversitesi



k.



Kitap



a.y.



Aynı yer



Kar.



Karton (Arşiv)



AY



Arapça Yazmalar



krş.



Karşılaştırınız



b.



Bin, ibn



Ks.



Kısım (Arşiv)



BA



Başbakanlık



Ktp.



Kütüphane,



Radyo ve



kütüphanesi



Televizyon



Osmanlı Arşivi



Medenî Kanunu tercüme eden TRT



Türkiye



bibi.



Bibliyografya



Lat.



Latince



bk.



Bakınız



İv.



Levha



ts.



Tarihsiz



bl.



Bölüm



m.



Milâdî



TSM



Topkapı Sarayı



bs.



Basım, baskı, tab'



md.



Madde



c.



Cilt



m.ö.



Milâttan önce



TSMA



Topkapı Sarayı



çz.



Çizim



m.s.



Milâttan sonra



d.



Doğum, doğumu



MS



Manuscript



TSMK



Topkapı Sarayı



der.



Derleyen







Marmara



DİB



Diyanet işleri



DTCF



EAÜİF



Müzesi Arşivi Müzesi



Üniversitesi



Kütüphanesi TTK



Türk Tarih Kurumu



Devlet istatistik



Üniversitesi



tür.yer.



Türlü yerde,



Enstitüsü



İlâhiyat



Dil ve



Fakültesi



TY



Türkçe Yazmalar







Uludağ



(Tahkik eden)



vb.



Ve benzeri



MÜİF



Tarih-Coğrafya



nr.



Numara



Fakültesi



nşr.



Neşreden



Erzurum



birçok yerde



Üniversitesi



Atatürk



Or.



Oriental



vd.



Ve devamı



Üniversitesi



ö.



Ölümü,



v.dğr.



Ve diğerleri,



İlahiyat Fakültesi



ö l ü m tarihi Paragraf



ed.



Editör



PPTT



Ed.Fak.



Edebiyat



r.



Rûmî



Fakültesi



rs.



Erciyes Üniversitesi



Evr.







Müzesi



Marmara



Başkanlığı DİE



Kurumu



diğer neşreden veya neşredenler VGMA



Vakıflar Genel



Resim



vr.



Varak



Rus



Rusça



y-



Yıl



s.



Sayfa



yk.bk.



Yukarıya bakınız



Evrak (Arşiv)



salt.



Saltanat yılları



Zrf.



Zarf (Arşiv)



-



Yayımı devam ediyor



Posta Telefon Telgraf



Far.



Farsça



s.nşr.



Sadeleştirilmiş neşir



fas.



Fasikül



St.



Saint



Fr.



Fransızca



str.



Satır



FY



Farsça Yazmalar



Sum.



Sumerce



Gr.



Grekçe







Selçuk



h.



Hicrî



hak.



Hakkında



Müdürlüğü Arşivi



... baskısından ofset Önce / Sonra (yayım yeri) ... — ...



sy.



:



Sayı



iki yerde yayımlanıyor



Üniversitesi *



Madde başı



BİBLİYOGRAFYA KISALTMALARI



Abbâdî. e l-Fu kahcr'ü'ş-Ş



âfiHyye



Ebû Âsim M u h a m m e d b. A h m e d el-Herevî el-Abbâdî,



AION



Bağdâdî, el-Fcırk (Kevserî)



Brockelmann, GAL (Ar.)



Annali Puplicazioni dell'Istituto Universitario Orientale di Napoli, Napoli 1940 -



Abdülkâhir el-Bağdâdî,



Cari Brockelmann,



Tabakâtü'l-fukahâ'i'ş-ŞâfıHyye



el-Fark



(trc. Abdülhalîm e n - N e c c â r -



Kahire 1367/1948.



Seyyid Ya'küb B e k i r Ramazan Abdüttevvâb),



(nşr. G. Vitestam),



AIsl.



L e i d e n 1964.



Annales



Bağdadî.



Sslamologiqu.es,



Uşûlü'd-dîn



L e Caire 1954 -



Abdülkâhir el-Bağdâdî.



Abbas b. İbrâhim,



Âmidî,



İstanbul 1 3 4 6 - >



el-i'lâm bi-men halle Merrâküş ve Ağmât mine'l-a'lâm (nşr. Abdülvehhâb b. Mansûr), I-X, Rabat 1 9 7 4 - 8 3 .



Seyfeddin el-Âmidî,



Abbas b. İbrâhim,



el-Tlâm



Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris



Abdülhay el-Kettânî. et-Terâtîbü'l-idâriyye



Gâyetü



'l-merâm



'l-kelâm



(nşr. Hasan Mahmûd Abdüllatîf), Kahire 1391/1971.



el-Mü'telif



AO



Muhammed Abdülhay b. Abdülkebîr el-Kettânî, et-Terâtîbü'l-idâriyye: Hz. Peygamber'irı Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar (trc. Ahmet Özel), I-II1, İstanbul 1 9 9 0 - 9 3 .



Açta Orientalia, Copenhagen 1923 -



fi



Bulletin of the School Oriental and African London 1917 -



Şeküik



'l-hakâik



tekmileti'ş-Şekâik



AÜİFD



Riyâz Ziriklî), I-XI1I,



Ankara



Üniversitesi



İlâhiyat



Fakültesi



Ankara



1952-



Dergisi,



BEO Bulletin d'etudes Orientales Institut Français de Damas, D a m a s - B e y r o u t h 1931 —



Beyhaki, Tetimme



Bustânî. DM



İbn Funduk Ali b. Zeyd el-Beyhakî, Tetimme-i Şıvânü'l-hikme (nşr. Muhammed Şefî'), Lahor 1351.



Butrus el-Bustânî, Dâ'iretü'l-ma'ârif, I-X1, Beyrut 1 8 7 6 - 1 9 0 0 .



A'yânü'ş-Şî'a



Bündâri, Zübdetü'n-Nusra



BIFAO Bulletin



A'yânü'ş-ŞFa



de l'Institut



d'Archeologie



Orientale,



Le Caire-Paris



1902-



(nşr. Hasan el-Emîn), 1-X1,



Bilmen. Tefsir



Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük



İstanbul 1 9 7 3 - 7 4 .



BA



Ahlvvardt,



B a ş b a k a n l ı k O s m a n l ı Arşivi, istanbul.



Verzeichnis



Wilhelm Ahlvvardt, Verzeichnis Handschriften Bibliothekzu



der



Arabischen der



Berlin,



Königlichen I-X,



Berlin 1 8 8 7 - 9 9 .



Français



Beyrut 1403/1983.



Paris 1939; İstanbul 1 9 4 3 , 1 9 7 0 .



Babinger. G O W Franz Babinger, Die Geschlchtsschreiber der Osmanen und Ihre Werke, Leipzig 1927.



Tarihi



Tefsir Tarihi, I-II,



Bosvvorth, islâm Devletleri



Babinger (Üçok)



Brockelmann. GAL



A h m e d b. Hanbel,



Franz Babinger,



Cari Brockelmann,



ve



ma'rifetü'r-ricâl(nşT.



Osmanlı



Tarih



Vasiyyullah b. Muhammed Abbas),



ve Eserleri



I-III, B e y r u t - R i y a d 1 4 0 8 / 1 9 8 8 .



Ankara 1982.



Yazarları



(trc. Coşkun Üçok),



Tarihi



Clifford Edmund Bosvvorth, İslâm Devletleri Tarihi: Kronoloji ue Soy kütüğü El (trc. Erdoğan Merçil Mehmet ipşirli), İstanbul 1 9 8 0 .



Ahmed b. Hanbel, el-zIlel ( V a s i y y u l l a h ) Kitâbü'l-'İlel



et-Târîhu'ş-şağlr



Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, et-Târihu'ş-şağir (nşr. Mahmûd ibrâhim Zâyed), I-II, Kahire 1 3 9 6 - 9 7 / 1 9 7 6 - 7 7 .



Osmanlı



İlim,



Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, Kitâbü 't-Târihl 'l-kebir (nşr. Abdurrahman b. Yahyâ el-Yemânî v.dğr.), I-1X, Haydarâbâd 1360-80/1941-60.



(nşr. Süheyl Z e k k â r -



Abdülftak Adnan Adıvar, Türklerinde



(Zekkâr)



of Studies,



Buhârî. et-Târîhu'l-kebîr



Buhârî, Praha 1 9 2 9 -



Orientâlni,



(nşr. Abdülkadir Özcan),



İlim



BSOAS



Ebû Ubeyd el-Bekrî, Mu'cemü me'sta'cem min esmâ'i'l-bilâd ue'l-mevâzi' (nşr. Mustafa es-Sekkâ), I-IV, Kahire 1364-71/1945-51.



I-IV,



Beyrut 1417/1996.



Muhsin el-Emîn,



Türklerinde



Bekrî. Mu'cem



Belâzürî, Ensâb



I-III,



Brovvne. LHP Edvvard Granville Brovvne, A Literary History ofPersia, C a m b r i d g e 1906, 1924, 1928, 1951.



Ar.O



11, İstanbul 1 9 8 9 .



Adıvar, Osmanlı



Dımaşk



Açta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, Budapest 1 9 5 0 -



Hadâiku



Abdülkadir b. Ömer el-Bağdâdî, Hizânetü 'l-edeb ve lübbü lübâbi lisânı'l-'Arab (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), I-XII, Kahire, 1 9 6 7 - 8 6 .



Târihi



Ensâbü'l-eşrâf



Nev'îzâde Atâullah (Atâî),



Abdülkadir el-Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb



Suppl.



Abdülkâdir Bedrân, Tehzîbü TârihiDımaşkı'l-kebîr li'bn c Asâfc/ç"l-VI, B e y r u t , ts. (Dârü'l-mesîre).



A h m e d b. Yahya el-Belâzüri,



Atâî, Zeyl-i



Abdülkadir b. Şeyh b. Abdullah el-Ayderûsî. en-Nûrü's-sâfir'an ahbâri 'l-karni 'l-'aşir, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



Bedrân. Tehzîbü



AOH



Archiv



Abdülkadir el-Ayderûsî, en-Nûrü's-sâfir



Brockelmann. GAL



Cari Brockelmann, Geschichte der arabischen Litteratur Supplementband, Leiden 1937-42.



Beyrut 1981.



fi 'ilmi



Ebü'i-Kâsım Hasan b. Bişr el-Âmidî, el-Mü'telif ue'l-muhtelif fi esmâ'i'ş-şu'arâ' ve künâhüm ve elkâbihim ve ensâbihim ve ba'zı şi'rihim(nşr. E Krenkow), Kahire 1354 Beyrut 1402/1982.



(Özel)



I-Vl, Kahire 1983.



Uşülü'd-din,



Ğüyetü'l-merâm



Âmidî.



Muhammed Abdülhay b. Abdülkebîr el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris ve'l-eşbât ue mu'cemü 'l-me'âcim ue'l-meşîhât ve'l-müselselât (nşr. ihsan Abbas), I—III, Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .



Târihu'l-edebi'l-'Arabi



beyne'l-fırak



(nşr. M. Zâhid Kevserî),



(Burslan)



Kıvâmüddin Feth b. Ali el-Bündârî, Zübdetü'n-Nusra ve nuhbetü 'l-usra: Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi (trc. Kıvâmüddin Burslan), İstanbul 1 9 4 3 .



Câhiz, el-Beyân



ve't-tebyîn



A m r b. Bahr el-Câhiz, el-Beyân Kitabı



Geschichte der arabischen Litteratur, I—11, Leiden 1943-49.



ve't-tebyîn



(nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), I-IV, Kahire 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .



Câhiz, Kitâbü 'l-Hayevâ n A m r b. Bahr el-Câhiz, Kitâbü 'l-Hayevân (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), I-VII, Kahire 1 3 5 7 - 6 7 / 1 9 3 8 - 4 7 Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 9 .



Câmî.



Dabbî,



Nefehât



Buğyetü'l-mültemis



Abdurrahman-ı Câmî,



A h m e d b. Yahyâ ed-Dabbî,



Nefehâtü



Buğyetü



'l-üns



min



'l-mültemis



hazarâti'l-kuds



fi târîhi ricâli



(nşr. Mehdî Tevhîdî Pûr),



(nşr. F. Codera - |. Ribera),



Tahran 1337 hş.



Madrid 1885.



Cebertî.



Dabbî. Buğyetü'l-mültemis



cAcâHbü'l-âşâr



Abdurrahman b. Hasan el-Cebertî, Cacâ'ibi'l-âşâr Târîhu fı't-terâcim ve'l-ahbâr, I—III, Beyrut, ts. (Dârü'l-Fâris).



(Ebyârî)



Buğyetü'l-mültemis







M u h a m m e d b. Abdûs el-Cehşiyârî, Kitâbü'l-Vüzerâ' ue'l-küttâb (nşr. Mustafa es-Sekkâ ibrâhim e l - E b y â r î Abdülhafız Şelebî), Kahire 1401/1980.



ehli'l-Endelüs



Fikrî Zekî el-Cezzâr, Medâhilü



'l-mü'ellifîn



ve'l-a'lâmi'l-'Arab 'âm



hattâ



1215 h. = 1800 m., 1- ,



R i y a d 1411 - / 1 9 9 1 -



Chejne. Müslim



Spain



Anwar G. Chejne, Müslim Its History



and



Oâvûdî, Ta bakâtii'l-m üfess i rin M u h a m m e d b. Ali ed-Dâvûdî,



Spain:



Culture,



Minneapolis 1974.



CHIs. The Cambridge History of İslam (ed. P. M. H o l t Ann K. S. Lambton B. Lewis), I/A-B, Il/A-B, C a m b r i d g e 1970.



(nşr. Ali M. Ömer), I-II, Kahire 1392/1972.



Doğu Dilleri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Doğu Dil ve Edebiyatları Araştırmaları Enstitüsü, Ankara 1 9 6 4 -



Kemâleddin M u h a m m e d b. Mûsâ, 'l-kübrâ,



I-II,



Kahire 1398/1978.



DİA Türkiye Diyanet Vakfı islâm Ansiklopedisi, İstanbul 1 9 8 8 -



Dârülfünun Mecmuası,



Cüzcânî, Tabaküt-ı



Nâşırî



ilâhiyat Fakültesi İstanbul 1 9 2 5 - 3 3 .



Minhâc-ı Sirâc el-Cûzcânî,



Dıhievî, Bustânü'l-muhaddisîn



Tabakât-ı



Abdülazîz b. Şah Veliyyullah



Târîh-i



Nâşırî:



iran ue



İslâm



ed-Dihlevî,



R. Dozy, Spanish



İslam:



of the in



Spain



DSB Dictionary Biography,



ofScientifıc 1-XVI, N e w York 1981.



Bustânü'l-Muhaddistn



Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Dergisi, A n k a r a 1 9 4 0 -



İlâhiyat



Üniversitesi Fakültesi



Dergisi,



Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah b. Arabî, Ahkâmü'l-Kur'ân (nşr. Ali M. el-Bicâvî), 1-1V, Kahire 1394/1974.



Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah b. Arabî, el-'Avâşım mine'l-kavâşım fî tahkiki mevâkıfı'ş-şahâbe (nşr. Muhibbüddin el-Hatîb), K a h i r e 1371, 1 3 9 9 .



Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, el-cAvâşım (Tâlibî)



(trc. Ali Osman Koçkuzu),



Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah b. Arabî,



Dîneverî. el-Ahbâr



ii't-tivâl



Ankara 1988.



C. Zeydân, Âdâb



Diyarbekrî.



Corcî Zeydân,



Hüseyin b. M u h a m m e d



Atâ Melik el-Cüveynî, Tarih-i



Cihangüşa



(trc. MUrsel Öztürk), 1-111,



Târih u âdâbi 'l-luğati



'l-'Arabiyye,



1-IV, B e y r u t 1 9 8 3 .



fî ahvâli



Târîhu'l-hamîs



enfesi'n-nefis,



l-II, K a h i r e 1 2 8 3 ; B e y r u t , ts.



C. Zeydân, Âdâb (Dayf) Corcî Zeydân, Târih u âdâbi 'l-luğati (nşr. Şevki Dayf), l-IV, Kahire 1957.



ed-Diyarbekrî,



Târîhu'l-hamîs



'l-'Arabiyye



DMBİ Dâ'iretü 'l-ma'ârif-i Büzürg-i İslâm'ı, 1-, •Tahran 1367 hş. -



Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğünî Ebü'l-Ferec Ali b. Hüseyin el-İsfahânî, Kitâbü'l-Eğânî, l-XIV, XVI, Kahire 1927; XV, XVII-XXIV (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn Abdulkerîm el-Azbâvîv.dğr.), Kahire 1 9 7 0 - 7 4 (Dârü'l-kütübi'i-Mısriyye).



el-Muhtaşar



Ebü'I-Fidâ, Kitâbü'l-Muhtaşar



I-IV,



fî ahbâri'l-beşer, Kahire 1325.



İmâdüddin İsmâil b. Ali, Târîhu Ebi'l-Fidâ, I-IV, İstanbul 1286.



EP



(Fr.)



Encyclopedie de l'islam ' (nouvelle edition), Leiden 1954 -



EP (İng.) The Encyclopaedia



el-'Avâşım



mine'l-kavâşım



fî tahkiki



mevâkıfı'ş-şahâbe



(nşr. A m m â r C . et-Tâlibî), Cezayir 1394/1974.



Ebû Nuaym, Hilye Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü'l-euliyâ',



1-X,



Kahire 1394-99/1974-79.



Ebû Şâme, e l-M ürşi d ü'l-v e e iz Abdurrahman b. İsmâil el-Makdisî, el-Mürşidü 'l-vecîz ilâculûm tete'alleku bi'l-kitâbi'l-'azîz (nşr. Tayyar Altıkulaç), Beyrut 1395/1975, Ankara 1406/1986.



of



İslam



(new edition), Leiden



1954-



EP Suppl.



(Fr.)



Encyclopedie



de



l'lslam



Supplement,



Leiden 1980 -



EP Suppl. The



Ankara 1986.



A h m e t b. Dâvûd ed-Dîneverî, el-Ahbârü't-tıvâl (nşr. Abdülmün'im Âmir), Kahire 1960 B a ğ d a d , ts. (Mektebetü'l-Müsennâ).



Abdurrahman b. İsmâil el-Makdisî, Terâcimü ricâli 'l-karneyni 's-sâdis ve's-sâbi' (ez-Zeyl'ale'r-Ravzateyn) (nşr. Seyyid İzzet el-Attâr ei-Hüseynî), Beyrut 1 9 4 7 , 1 9 7 4 .



Erzurum 1 9 8 2 -



Tahran 1 3 6 3 hş.



(Öztürk)



Ebû Şâme, Cale'r-Ravzateyn ez-Zeyl



Ebü'I-Fidâ, Târih



(nşr. Abdülhay Habîbî), l-ll,



Cüveyni, Târih-i Cihângüşâ



fî ahbâri 'd-devleteyn (nşr. M. Hilmi Muhammed), I-II, Kahire 1 9 5 6 - 6 2 .



İmâdüddin İsmâil b. Ali,



DTCF D



Ebû Bekir İbnü'l-Arabî. el-Avâşım (Hatîb)



fuhüli'ş-şu'arâ'



Kahire 1394/1974.



islam



Ebû Bekir İbnü'l-Arabî. Ahkâm ü 'l-Ku r'â n



Devletşah, Tezkiretü'ş-şu'arâ' (nşr. E. G. Browne), L e i d e n 1 9 0 1 .



DİFM



Dozy, Spanish



Atatürk



Devletşah. Tezkire



Tabakâtü



Litteratures



EAÜİFD



Demîrî, Hayâtü'l-hayevân



(nşr. Mahmûd M. Şâkir), MI,



ofOriental



London 1913, 1972.



Comptes Rendus de l'Academie des Inscriptions et Belles Lettres, Paris 1 9 7 7 .



M u h a m m e d b. Sellâm el-Cumahî,



Dictionary



(trc. F. Griffin Stokes),



CRAIBL



Cumahî, Fuhûlü'ş-şucara>



DOL



Moslems



DDL



'l-hayevâni



DMT



A History



M u h a m m e d b. Ali ed-Dâvûdî, Tabakâtü 'l-müfessirîn (nşr. Lecne mine'l-uiemâ'), M I , B e y r u t , ts. (Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye).



Hayâtü



el-Makdisî, Kitâbü'r-Ravzateyn



(ed. |. Prusek), I-111, L o n d o n 1 9 7 4 .



Tabakâtü'l-müfessirîn



Oâvûdî, Tabakütü'l-müfessirîn (Lecne)



Cezzâr. Medâhilü'l-mü'ellifîn



DMİ



Dâ'iretü'l-ma'ârif-i Teşeyyu' (zîr nazar: Ahmed Sadr Kâmuran F â n î Bahâeddin Hürremşâhî), Tahran 1 3 6 9 -



târîhi



1-11, Kahire 1 4 1 0 / 1 9 8 9 .



ve'l-küitâb



Abdurrahman b. İsmâil



Dâ'iretü 'l-ma'ârifı 'l-İslâmiyye, I-, T a h r a n 1 3 5 2 / 1 9 3 3 -



(nşr. ibrâhim el-Ebyârî),



Cehşiyârî, el-Vüzerff



Dâ'iretü 'l-ma'ârif-i Fârsî, I-, T a h r a n 1345 hş. -



ehli'l-Endelüs



A h m e d b. Yahyâ ed-Dabbî, ricâli



Ebû Şâme, er-Ravzateyn



DMF



of İslam



(İng.)



Encyclopaedia Supplement,



Leiden 1980 -



Elr. Encyclopaedia L o n d o n 1985.



Iranica,



EJd. Encyclopaedia



Judaica,



I-XVI,



Jerusalem 1972-78.



Elbânî,



Mahtûtât



M. Nâsırüddin el-Elbânî, Fihrisü



mahtûtâti



Dâri'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Dımaşk 1390/1970.



ER The Encyclopedia ofReligion (ed. M. Eliade), I-XV1, N e w York 1 9 8 7 .



ERE Encyclopaedia



ofReligiorı l-XIII,



and Ethics,



Edinburgh 1 9 7 9 - 8 0 .



Eş'arî. Makülât



(Ritter)



Ebü'l-Hasan el-Eş'arî, Makâlâtü ve



'l-İslâmiyyln



ihtilâfü'l-muşallîn



Hafâcî, Reyhânetü'l-elibbâ



Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi



Hücvîrî, Keşfü'l-mahcûb



Şihâbüddin A h m e d b. M u h a m m e d el-Hafâcî, Reyhanetü 'l-elibbâ ve zehretü 'l-hayâti 'd-dünyâ (nşr. Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), I-II, Kahire 1386/1967.



Hasan ibrâhim Hasan,



Ebü'l-Hasan Ali b. Osman



Siyasî-Dini-Kültürel-Sosyal



el-Hücvîrî,



İslâm Tarihi jtrc. ismail Yiğit v.dğr.), I-VI, İstanbul 1 9 8 5 - 8 6 .



Hakikat



Hatîb, Târîhu



Hüseyin Vassâf, Sefîrıe



Hâkim. Macrifetıi



Wiesbaden 1382/1963.



Târîhu culûmi'l-hadîş



Hâkim en-Nîsâbûrî,



EUn. Encyclopaedia üniuersalis, I-XX, Paris 1 9 8 0 .



Evliya Çelebi.



Seyahatname,



I-VI, İstanbul 1 3 1 4 - 1 8 ;



el-tkdü'ş-şemîn



fi târihi'



el-'ikdü'ş-şemîn



l-beledi't-emln



nr. 2 3 0 5 - 2 3 0 9 .



Hakîm et-Tirmizı, Hatmü'l-evliya'



Kitâbü



Fârsî



Riyad 1402/1982.



Kitâbü't-Tabakât Dımaşk 1966-67.



ve't-târîh



Kitâbü'l-Ma'rife



ue't-târîh



(nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî), 1-111, • Bağdad 1974-76.



Halîfe b. Hayyât. et-Târîh (Omerî) Halîfe b. Hayyât.



Gazzâlî,



el-Müstaşfâ



Ebû Hâmid M u h a m m e d el-Gazzâlî, el-Müstasfâ



fi1ilmi'l-usûl,



l-II,



Bulak 1324.



vâkibü's-so'ire



M u h a m m e d b. M u h a m m e d el-Gazzî, el-Kevâkibü's-sâ'ire fi a'yâni'l-mi'eti'l-'âşire (nşr. Cebrâîl S. Cebbûr), l-III, Beyrut 1 9 4 5 - 5 9 , 1 9 7 9 .



Gülzâr-ı



Şavâb



N e f e s z â d e İbrâhim, Gülzâr-t



Sauâb



(nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1 9 3 8 - 3 9 .



Habeşî, fi'l-Yemen



el-Fikrü'l-İslâmî



Abdullah M u h a m m e d el-Habeşî, Meşâdirü



7- fikri



et-Târîh



'l-İslâmî



1386/1967.



Halîfe b. Hayyât,



Hânbâbâ, Kitâbhâ-yi



Çâpî-yi



Fârsî, I-V,



Tahran 1 3 5 0 - 5 3 hş.



Iranian Studies, N e w York - L o s A n g e l e s 1 9 6 8 -



Islamic Karachi



Studies, 1962-



ISIS An International Revieıvic Devoted to the History of Science and Its Cultural Influences, Pennsylvania 1 9 1 3 -



Tarihi



Isl. Der islam, Berlin 1 9 1 0 -



Hânsârî. Ravzâtü'l-cennât



el-Hulelü's-sündüsiyye M u h a m m e d b. M u h a m m e d



el-lstfâb



M u h a m m e d Bâkır el-Hânsârî,



el-Endelüsî, el-Hulelü 's-sündüsiyye fı'l-ahbâri't-Tünisiyye (nşr. M. Habîb el-Hîle), I-III, Beyrut 1985.



(nşr. Ali M. el-Bicâvî),



Ravzâtü'l-cennât



Harîrîzâde,



ve's-sâdât,



Harîrîzâde Kemâleddin,



el-Fikrü



Tibyânü fi beyâni



(Minorsky) World



Tibyân



M u h a m m e d b. Hasan el-Hacvî, târîhi'l-fıkhi'l-lslâmî(nşr.



Ir.S



Hudüdal-'Alam: The Regions ofthe (trc. V. Minorsky, ed. C. E. Bosworth), London 1970.



I-VIİI, Tahran 1367 hş.



fi



The Islamic Gtuarterly, London 1954 -



Hudûdü'l-âlem



Beyrut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 .



's-sâmî



Philip K. Hitti. Siyâsi ve Kültürel islâm Jtrc. Salih Tuğ), I-IV, İstanbul 1 9 8 0 - 8 1 .



IQ



Gıyâseddin b. Hüsâmeddin (Hândmîr), Habîbü's-siyer fiahbâri efrâdi'l-beşer, I-IV, Tahran 1 3 4 2 hş.



fiahvâli'l-'ulemâ'



el-Fikrü's-sâmî



International Journal of Middle East Studies, L o n d o n - N e w York 1 9 7 0 -



Hândmîr, Habîbü's-siyer



fı'l-Yemen,



Hacvî,



IJMES



ıs



Tarihi



Hitti, İslâm



Fihrist-i



Islamic Culture, H a y d a r â b â d 1927 -



Israel Oriental Studies, Tel A v i v 1 9 7 1 -



Hamdard Islamieus, K a r a c h i 1977 -



Fihrist



Hânbâbâ Müşâr,



IC



IOS



HI



et-Târîh (nşr. Süheyl Zekkâr), Dımaşk 1967-68.



Revue de l'lnstitut des Belles Lettres Arabes, Tunus 1937 -



Bağdatlı İsmâil Paşa, Hediyyetü 7-' arifin esmâ'ü'lmü'ellifin ve âşârü'l-muşannifîn, I (nşr. Kilisli Muallim R i f a t ibnülemin Mahmud Kemal); II (nşr. İbnülemin Mahmud Kemal Avni Aktuç), İstanbul 1 9 5 1 - 5 5 - 4 Tahran 1 3 8 7 / 1 9 6 7 .



Hâce Abdullah-ı Herevî, Tabakâtü 'ş-şûfıyye (nşr. M. Server Mevlâyi), Tahran 1 3 6 2 .



Halîfe b. Hayyât, et-Târîh (Zekkâr)



IBLA



II e d iyye t ii 7-câ rifin



Herevî, Taba küt



(nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî), Necef



Gazzî, e l-Ke



't-Tabakât



Halîfe b. Hayyât,



Ebû Yûsuf Ya'küb el-Fesevî,



Tezhîb



(nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî), I—II,



(nşr. Süheyl Zekkâr), I-II,



Fesevî, el-Macrife



el-Hayyât, Kitâb ü 'l-in tişâr ve 'r-red calâ İbni'r-Râvendî el-mülhid (nşr. H. S. Nyberg), Beyrut 1957.



Hazrecî, Hulâşatü



Halîfe b. Hayyât. et-Tabaküt (Zekkâr)



M u h a m m e d Mum, Ferheng-i Fârsî, I-VI, Tahran 1 3 4 2 hş.



el-Intişâr



A h m e d b. Abdullah el-Hazrecî, Hulâşatü Tezhibi Tehzîbi'l-Kemâl fi esmâ'i'r-ricâl (mukaddime: Abdülfettâh Ebû Gudde), B u l a k l 3 0 1 - » Beyrut 1399/1979.



Halîfe b. Hayyât. et-Tabaküt (Ömerî)



Fuâd Seyyid Mahmûd M. et-Tanâhî), I-VIII, Kahire 1378-88/1958-69.



Ebrâr, I-V,



Y a z m a Bağışlar,



Abdürrahîm b. M u h a m m e d



Halîfe b. Hayyât,



Evliyâ-yı



M e d i n e , ts.; B e y r u t , ts.



Haydarâbâd 1935 - >



(nşr. M. Hâmid el-Fıki -



Ferheng-i



Sefîne-i



S ü l e y m a n i y e Ktp.,



Hayyât,



Takıyyüddin Muhammed b. A h m e d el-Fâsî,



(trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1 9 8 2 .



I-XIV, Kahire 1 3 4 9 / 1 9 3 1



(nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin),



M u h a m m e d b. Ali el-Hakîm et-Tirmizî, Kitâbü Hatmi'l-evUya' (nşr. Osman ismail Yahyâ), Beyrut 1965.



VII-X, İstanbul 1 9 2 8 - 3 8 .



Keşfü'l-mahcüb: Bilgisi



Hüseyin Vassâf.



Bağdâd,



Ma'rifetü'ulümi'l-hadîş



Medine-Beyrut 1397/1977.



Evliya Çelebi, Seyahatname



Fâsî,



Bağdâd



Hatîb el-Bağdâdî,



(nşr. H. Ritter).



(Uludağ),



Hücvîrî,



vesâ'ili'l-hakâ'ik selâsili't-tarâ'ik,



Keşfü'l-mahcûb



Ebü'l-Hasan Ali I—III.



b. Osman el-Hücvîri,



Abdülazîz b. Abdülfettâh el-Kârî),



S ü l e y m a n i y e Ktp.,



Keşfü



1-11, M e d i n e 1 3 9 6 - 9 7 / 1 9 7 6 - 7 7 .



Fâtih, nr. 4 3 0 - 4 3 2 .



(nşr. lukovski), T a h r a n 1 9 7 9 .



'l-mahcüb



İA islâm Ansiklopedisi, İstanbul 1 9 4 0 - 8 8 .



I-X1II,



İbn Abdülber, el-İstfâb (Bicâvî) İbn Abdülber en-Nemerî, fî



ma'rifeti'l-aşhâb



I-IV, K a h i r e 1 9 6 9 .



İbn Abdülhâdî, â^ü 'l-hadîş



c U lem



M u h a m m e d b. A h m e d b. Kudâme el-Makdisî, Tabakâtü "ulemâ'i'l-hadîş (nşr. Ekrem e l - B û ş î ibrâhim ez-Zeybek), I-IV, Beyrut 1 4 0 9 / 1 9 8 9 .



İbn Abdülhakem. Fütûhu Mışr ( T o r r e y )



İbn Hacer, Inhâ'ü'l-ğumr



İbn Hallikân,



Halef b. Abdülmelik b. Beşküvâi,



Abdurrahman b. Abdullah



Kitâbü'ş-Şıia



İbn Hacer el-Askalânî,



İbn Hallikân Ebü'l-Abas



b. Abdülhakem,



e'immeti



inbâ' ü 'l-ğumr bi-enbâ'i 'l-'umr (nşr. Abdullah b. A h m e d el-Alevî M. Sâdıkuddin el-Ensârî), Haydarâbâd 1387-96/1967-76 Beyrut 1387/1967; Mekke 1406/1986.



A h m e d b. Muhammed,



Fütûhu



Mışr ue



İbn Beşküvâi,



ue



ahbâruhâ



eş-Şıla







târîhi



Endelüs



ue'ulemâ'ihim



muhaddişihim



(nşr. Ch.C. Torrey),



ue fukahâ'ihim



ue



Leiden 1922.



(nşr. izzet el-Attâr),



üdebâ'ihim



l-II, K a h i r e 1 3 7 4 / 1 9 5 5 .



İbn Abdürabbih, e l -İkd ii 'l-fer id



İbn D ü rey d.



el-İştikâk



Ve fey ât



M u h a m m e d b. Hasan b. Düreyd,



İbn Hacer.



el-İşlikak



el-'İkdü'l-ferîd (nşr. Ahmed Emîn v.dğr.), I-VII, Kahire 1393/1973.



(nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1378/1958.



İbn Hacer el-Askalânî, el-isâbe fî temyîzi's-sahâbe, I-IV, K a h i r e 1 3 2 8 .



İbn Adî,



el-Kâmil



İbn Arrâk,



Tenzîhü'ş-şerîca



Ali b. M u h a m m e d el-Arrâk, Tenzîhü'ş-şerî'ati'l-merfû'a 'ani'l-ehâdişi'ş-şenî'ati'l-meuzû'a (nşr. Abdülvehhâb A b d ü l l a t î f Abdullah M. es-Sıddîk), 1-11, K a h i r e 1 3 7 8 ; Kahire, ts. (Mektebetü'l-Kahire).



İbn Asâkir, el-Muccemü'l-müştemil Ali b. Hasan b. Asâkir, el-Mu'cemü



'l-müştemil'a/â



esmâ'i



şüyûhi'l-e'immeti'n-nebel



zikri



(nşr. Sekîne eş-Şihâbî), D ı m a ş k , ts. (Dârü'l-fikr). İbn Asâkir,



Târîhu



Dımaşk



Ali b. Hasan b. Asâkir, Târîhu Medîneti



Dımaşk,







I-XIX, A m m a n , ts. (Dârü'l-Beşîr) (tıpkıbasım).



İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk



(Amrî)



Ali b. Hasan b. Asâkir, Târîhu



Medîneti



Dımaşk



(nşr. Ömer b. Garâme el-Amrî), 1-XL, B e y r u t 1 4 1 5 / 1 9 9 5 .



İbn Asâkir, Tehyînü



kezibi'l-müfterî



Ali b. Hasan b. Asâkir Tebyînü kezibi'l-müfterî fî mâ nüsibe ile'l-İmâm Ebi'l-Hasan el-Eş'arî (nşr. M. Zâhid Kevserî), Dımaşk'1347 -> Beyrut 1399/1979, 1404/1984.



İbn Battûta, Tuhfetü'n-nüzzâr M u h a m m e d b. Abdullah b. Battûta, Tuhfetü'n-nüzzâr fî ğarâ'ibi 'l-emşâr ue'acâ'ibi'l-esfâr: Rihletü ibn Battûta (nşr. Ali el-Müntasır), l-II, Beyrut 1 3 9 5 / 1 9 7 5 ^ Beyrut 1 4 0 1 - 1 4 0 5 / 1 9 8 1 - 8 5 .



İbn Bessâm eş-Şenterînî, ez-Zahîre Ali b. Bessâm eş-Şenterînî, ez-Zahîre fî mehâsini ehli'l-Cezîre (nşr. İhsan Abbas), I-V1II, Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .



Vefeyâtü'l-a'yân ue enbâ'ü



ebnâ'i'z-zamân



(nşr. M. Muhyiddin Abdüihamîd), l-VI, Kahire 1 3 6 7 - 6 9 / 1 9 4 8 - 5 0 .



İbn Havkal,



Ebû Ömer A h m e d b. M u h a m m e d b. Abdürabbih,



Abdullah b. Adî el-Cürcânî, el-Kâmil fl du'afâ'i'r-rical (nşr. Lecne mine'l-muhtassîn), 1-VIII, Beyrut 1 4 0 4 - 1 4 0 5 / 1 9 8 4 .



(Abdüihamîd)



el-İşâbe



Şûretü'l-arz



Ebü'l-Kâsım b. Havkal en-Nasîbî, Kitâbü



Şüreti'l-arz



(nşr. |. H. Kramers), Leiden 1 9 3 8 - 3 9 - > Frankfurt 1 4 1 3 / 1 9 9 2 .



İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve't-tacdîî



İbn Hacer, el-İşâbe İbn Hacer el-Askalânî,



İbn Hayr,



Abdurrahman b. Ebû Hâtim er-Râzî,



el-İşâbe fî



M u h a m m e d b. Hayr el-İşbîlî,



(Bicâvî)



temyîzi'ş-şahâbe



Fehrese



(nşr. Ali M. el-Bicâvî), 1-V1II,



Fehrese



Haydarâbâd 1371-73/1952-53.



Kahire 1390-92/1970-72.



ibn E b û Usaybia, Uy ûnü'l-enbâ*



İbn Hacer. Lisânü'l-Mîzârı



'anşüyûhıh... (nşr. F. Codera - |. R. Tarrago), Sarakusta 1 8 9 4 - 9 5 - > Kahire 1 3 8 2 / 1 9 6 3 .



Muvaffakuddin İbn Ebû Usaybia, 'üyûnü'l-enbâ' fî tabakâti'l-eübbâ' (nşr. Nizâr Rızâ), Beyrut 1965.



İbn Hacer el-Askalânî,



el-Cerh



ue't-ta'dîl,



I-1X,



c



İbn Ebû Ya'lâ, Ta bakütü'l-Hanâbile M u h a m m e d b. M u h a m m e d b. Ebû Ya'lâ, Tabakâtü 'l-Hanâbile, (nşr. M. Hâmid el-Fıkî), I-II, K a h i r e 1 3 7 1 / 1 9 5 2 .



İbn Fazlultah el-Ömerî, Mesâlik İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlikü'l-ebşâr fî memâliki'l-emşâr (nşr. Fuat Sezgin), I-XXVII, Frankfurt 1408/1988 (tıpkıbasım).



İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb İbn Ferhûn İbrâhim b. Ali b. M u h a m m e d , ed-Dîbâcü 'l-müzheb fî ma'rifeti a'yâni'ulemâ'i'l-mezheb (nşr. M. el-Ahmedî Ebü'n-Nûr), I-II, K a h i r e 1 9 7 2 .



İbn Fûrek, Mücerredü'l-makülât Mücerredü makâlâti'ş-Şeyh Ebi'l-Hasan el-Eş'arî (nşr. D. Gimaret), Beyrut 1987.



İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine İbn Hacer el-Askalânî, ed-Dürerü 'l-kâmine fî a'yâni'l-mi'eti's-sâmine, I-IV, Haydarâbâd 1348-50/1929-31 B e y r u t , ts. (Dârü'l-cîl).



(Sa'd)



Fethu'l-bârî



İbn Hacer el-Askalânî. Feth u 'l-bârî



Lisânü'l-Mîzân,l-Vü,



İbn Hayyân,



Ebû Mervân b. Hayyân, el-Muktebes enbâ'i



İbn Hacer, Takrîbii't-Tehzîb



İbn Hacer, Tebşîrü'l-müntebih İbn Hacer el-Askalânî, Tebşîrü'l-müntebih bi-tahrîri'l-Müştebih (nşr. Ali M. el-Bicâvî M. Ali en-Neccâr), I-IV, Kahire-Beyrut 1386/1967.



İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarâbâd 1325-27/1907-1909.



el-İber



Abdurrahman b. M u h a m m e d b. Haldûn,



Kitâbü'l-'İberue



dîuânü'l-mübtede'



bi-şerhi



Şahîhi'l-Buhârî(nşr. Tâhâ Abdurraûf Sa'd v.dğr.), I-XXVIII, K a h i r e 1 3 9 8 / 1 9 7 8 .



min



ehli'l-Endelüs



Beyrut 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .



İbn Hazm,



Cemhere



Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , Cemheretü ensâbi'l-'Arab (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1 9 8 2 ^ Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



İbn Hazm,



el-Faşl



Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Faşl fı'l-milel ve'l-ehvâ' ue'n-nihal,l-V, kahire 1317-21 Beyrut 1406 / 1 9 8 6 .



İbn Hazm, el-Faşl ( U m e y r e )



İbn Hacer el-Askalânî,



İbn Haldûn,



el-Muktebes



(nşr. Mahmûd Ali Mekkî),



İbn Hacer el-Askalânî, Takrîbü 't-Tehzîb (nşr. Abdülvehhâb Âbdüllatîf), M I , Kahire 1 3 8 0 ^ Beyrut 1395/1975.



ue'l-haber...,



Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Faşl fı'l-milel ve'l-ehua' ue'n-nihal (nşr. M. İbrâhim N a s r Abdurrahman Umeyre), I-V, Riyad-Cidde 1402/1982.



I-VII, Bulak 1 2 8 4



İbn Hazm,



Beyrut 1971; 1399/1979.



Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d ,



el-Muhallâ



el-Muhallâ



Mukaddime



Abdurrahman b. M u h a m m e d b. Haldûn, Mukaddimetü İbn Haldûn (nşr. Ali Abdülvâhid Vâfî), I-III, Kahire 1 4 0 1 .



İbn Haldûn, Şifâ'ü's-sâHl Abdurrahman b. M u h a m m e d b. Haldûn,



Şifa'ü's-sâ'il



(nşr. Muhammed b. Tâvît et-Tancî), Ankara 1958.



(nşr. A h m e d M. Şâkir), 1-X1, Kahire, ts. (Mektebetü dâri't-türâs).



İbn Hibbân,



el-Mecrûhîn



M u h a m m e d b. Hibbân, Kitâbü 'l-Mecrühîn mine'l-muhaddlşîn ue'd-du'afâ' ve'l-metrûkîn (nşr. Mahmûd ibrâhim Zâyed), I—III, Halep 1 3 9 5 - 9 6 / 1 9 7 5 - 7 6 .



İbn Hibbân,



Meşâhîr



M u h a m m e d b. Hibbân,



İbn Hallikân, Ve fey ât



İbn Hacer,



reuâhu



Haydarâbâd 1329-31.



İbn Haldûn,



İbn Fûrek,







İbn Hallikân Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m m e d , Vefeyâtü'l-a'yân ve enbâ'ü ebnâ'i'z-zamân (nşr. İhsan Abbas), I-V1II, Beyrut 1968-72 ^ 1398/1978.



Kitâbü



Meşâhîri



'ulemâ'i'l-emşâr



(nşr. M. Fleischhammer), Wiesbaden 1959.



İbn Hibbân.



eş-Şikât



M u h a m m e d b. Hibbân. Kitâbü's-Sikât,\-\X, Haydarâbâd 1393-99/1973-79.



İbn Sînâ. eş-Şifâ* el-İlâhiyyât



Abdülmelik b. Hişâm,



İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü'l-mecâd



İbn Mencûye, Ricâlü Şahîhi



es-Sîretü



İbn Kayyim el-Cevziyye,



Ahmed b. Ali b. Mencûye el-İsfahânî.



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ,



Ricâlü



eş-Şifâ'



İbn Hişâm. es-Sîre 'n-nebeuiye



(nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.),



Zâdü'l-me'âd



1-IV, Kahire 1 3 5 5 / 1 9 3 6 .



fi hedyi



İbn Hişâm,



Abdülkadir el-Arnaût), l-V,



hayri'l-Hbâd



(nşr. Şuayb el-Arnaût -



es-Sîre2



Şahîhi



Müslim



Müslim



(nşr. G. C. Anawati - Saîd Zâyed),



Beyrut 1407/1987.



Tahran 1 3 4 3 ->• [baskı yeri yok], ts.; II, eş-Şifâ'



(nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.),



İbn Kesîr,



I-IV, Kahire 1 3 7 5 / 1 9 5 5



İsmâil b. Ömer b. Kesîr,



(I, 364 s.; II, 365-834;



el-Bidâye



III, 1-358; IV, 359-776).



Kahire 1351-58/1932-39



Ebû Ali A h m e d b. M u h a m m e d b. Miskeveyh, Kitâbü Tecâribi'l-ümem: The Eclipse ofthe Abbasid Caliphate (nşr. ve trc. H. F. Amedroz), I-VII, Oxford 1920-21.



'n-nebeviyye



(Zekkâr)



Abdülmelik b. Hişâm, 'n-rıebeviyye



(nşr. Süheyl Zekkâr), l-II, Beyrut 1 4 1 2 / 1 9 9 2 (I, 1, 570 s.; II, 571-1090).



İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve'l-memâlik Ubeydullah b. Abdullah b. Hurdâzbih, el-Mesâlik ve'l-memâlik (nşr. M. I. de Goeje), L e i d e n 1889, 1 9 6 7 .



İbn İshak,



es-Sîre



Muhammed b. İshak, Sîretü



İbn



İbn Kudâme,



el-Muğnî



Muvaffakuddin Abdullah b. A h m e d b. Kudâme, ibn Kudâme,



el-Muğnî(Şemseddin



beraber),



eş-Şerhu'l-kebîrile



I-XIV, B e y r u t 1 3 9 2 - 9 3 / 1 9 7 2 - 7 3 .



İbn Kuteybe, el-Macârif



(Sâvî)



Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, el-Ma'ârif (nşr. M. İsmâil es-Sâvî), Kahire 1353/1935 Beyrut-Kahire 1390/1970.



İbn Kuteybe.



ishâk



(nşr. Muhammed Hamîdullah), Rabat 1967 - >



el-Macârif



(Ukkâşe)



Abdullah b. Müslim b. Kuteybe,



Konya 1401/1981.



İbn İyâs,



l-XIV,



ue'n-nihâye,



Beyrut 1386/1966.



İbn Hişâm, es-Sîre es-Sîretü



el-Bidâye



el-Ma'ârif



(nşr. Servet Ukkâşe),



Bedâ*fu'z-zühûr



Muhammed b. A h m e d el-Hanefî, Bedâ'i'u'z-zühûr fî vekâTi'd-dühür (nşr. Muhammed Mustafa), I-V, K a h i r e 1 3 8 3 / 1 9 6 3 ^ 1984.



Kahire 1960, 1969, 1981.



b. Kuteybe, eş-Şi'r



el-Beyânü'l-muğrib



ve'ş-şu'arâ'







ahbâri'l-Endelüs



ve'l-Mağrib,



b. Kuteybe. Kitâbücüyüni'l-ahbâr, 1-IV, Kahire 1343-49/1925-30.



el-Beyânü'l-



(Kettânî) İbn İzârî el-Merrâküşî, el-Beyânü 'l-muğrib fî ahbâri 'l-Endelüs ve'l-Mağrib: Kısmü 'l-Muuahhidîn (nşr. M. ibrâhim el-Kettânî Muhammed b. Tâvît Muhammed Z e n î b e r Abdülkâdir Zimâme), Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 5 .



İbn K a d ı Şühbe,



Tabakötü'ş-ŞâfiHyye Ebû Bekir A h m e d b. Muhammed b. Kâdî Şühbe, Tabakâtü



ta.bakâti'1-Hanefıyye,



B a ğ d a d 1962.



el-Ikmâl



Ali b. Hibetullah b. Mâkûlâ. el-İkmâlfi re f i 'l-irtiyâb 'ani'l-mü'telif ve'l-muhtelif fı'l-esmâ' ve'l-künâ ve'l-elkâb, l-VI (nşr. Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî), Haydarâbâd 1381-86/1962-67; VII (nşr. Nâyif el-Abbas), Beyrut 1976.



Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .



İbn Kayyim el-Cevziyye. Plâmü'l-muvakkı în İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'lâmü'l-muuakkı'în 'an rabbi'l-'âlemîn



(nşr.



M. Muhyiddin Abdülhamîd), I-IV, Kahire 1374/1955.



'l-kübrâ



İbn Sa'd, et-Tabaküt:



İbn Manzûr, Muhtaşaru Târîhi



el-mütemmim



M u h a m m e d b. Sa'd, 'l-kübrâ: 'l-mütemmim



İbn Seyyidünnâs el-Ya'murî, cüyünü'l-eşer



'l-meğâzî



ve'ş-şemâ'il



Dımaşk



M u h a m m e d b. Mükerrem b. Manzûr, Muhtaşaru Târihi Dımaşk l'İbn'Asâkir (nşr. Rûhiyye en-Nehhâs Riyâz Abdülhamîd M. Mutî' el-Hâfız v.dğr.), I-XXIX, Dımaşk 1404-1409/1984-88.



ve's-siyer,



I-II, B e y r u t , ts. (Dârü'l-ma'rife); Beyrut 1402/1982.



İbn Sînâ,



el-lşârât



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, el-İşârât



ve't-tenbîhât



(nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1959.



(3)



İbn Sînâ, eş-Şifâ3 er-Riyâziyyât



'İlmü'l-hey'e



İbn Seyyidünnâs, r



(2)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ' er-Riyâziyyât (3): Cevâmi"u 'ilmi'l-müsika (nşr. Zekeriyyâ Yûsuf v.dğr.), Kahire 1 9 5 6 - > [baskı yeri ve tarihi yok|.



İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib



c Uy û n ii 'l-eşe



cüm-



İbn Sînâ, eş-Şifâ* er-Riyâziyyât



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ,



Ali b. Mûsâ b. M u h a m m e d b. Saîd el-Mağribî, el-Muğrib fi hule'l-Mağrib (nşr. Şevki Dayf), 1-11, Kahire 1978-80.



(1)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ' el-Fennü'ş-şânî fı'r-riyâziyyât (2): el-Hişab (nşr. Abdülhamîd Lutfî Mazhar), Kahire 1 9 7 5 - > [baskı yeri ve tarihi yok],



Medine 1403/1983.



fi fününi



'ş-Şafı'iyye



(nşr. Abdülalîm Hân), I-IV,



et-Tabak&t



(nşr. Ziyâd M. Mansûr),



Tâcü't-terâcim



İbn Mâkûlâ,



Beyrut 1973-86.



el-kısmü



Kasım b. Kutluboğa, fî



Ba'de't-tabî'a



et-Tabakâtü



İbn Kutluboğa. Tâcü't-terâcim



İbn Sînâ, eş-Şifâ3 er-Riyâziyyât



ibn Sînâ, eş-Şifâ* er-Riyâziyyât



Bacde't-tabîca



M u h a m m e d b. A h m e d



Beyrut 1388/1968.



Abdullah b. Müslim



(3) el-'ibâre (nşr. Mahmûd el-Hudayrî), 1/3, Kahire 1 3 9 0 / 1 9 2 0 ; o f s e t , ts.; (4): el-Kıyâs (nşr. Saîd Zâyed), II, Kahire 1 3 6 3 / 1 9 6 4 Ibaskı yeri ve tarihi yok|.



İbn Rüşd, Tefsîru Mâ



(nşr. ihsan Abbas), I-IX,



Leiden 1848-51; III (nşr. E. Levi-Provençal), Paris 1930; IV (nşr. ihsan Abbas), Beyrut 1 9 8 3 .



(...)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ' el-Mantık 0): el-Medhal (nşr. Mahmûd el-Hudayrî v.dğr.), l/l; (2) el-Makülât (nşr. Mahmûd el-Hudayrî v.dğr.), 1/2;



M u h a m m e d b. A h m e d b. M u h a m m e d b. Rüşd el-Hafîd, Bidâyetü 'l-müctehid ve nihâyetü'l-mukteşıd, I-II, K a h i r e , ts. (el-Mektebetü't-ticâriyyetü'l-kübrâ).



et-Tabakâtü



İbn Kuteybe. cUyûnü'l-ahbâr



İbn Sînâ, eş-Şifâ* el-Mantık



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ. eş-Şifâ' el-Fennü'l-evvel min leti'l-'ilmi'r-riyâzî (1): üşülü'l-hendese (nşr. Abdülhamîd Sabre Abdülhamîd Lutfî Mazhar), Kahire 1976 Ibaskı yeri ve tarihi yok],



M u h a m m e d b. Sa'd,



I—Fi (nşr. R. Dozy),



İbn İzârî, muğrib



ibn Küşd, Bidâyetü'l-miictehid



İbn Sa'd,



K a h i r e , ts. (Dârü'l-maârif).



İbn İzârî el-Merrâküşî, el-Beyânü'l-muğrib



Ahmed b. Muhammed b. Miskeveyh, Tehzîbü'l-ahlâk ue tathîrü'l-a'râk (nşr. ibnü'I-Hatîb), Kahire 1398.



(nşr. S. 1. Mauriee Bouyges), 1-IV,



(nşr. A h m e d M. Şâkir), I-II.



İbn İzârî,



İbn Miskeveyh, Tehzîbü 'l-a hlâk



Tefsîru Mâ



Abdullah b. Müslim



(2)



Kahire 1 9 6 0 ;



b. M u h a m m e d b. Rüşd el-Hafîd,



İbn Kuteybe, eş-Şfr ve'ş-şıfarâ*



el-İlâhiyyât



(nşr. G. C. Anawati - Saîd Zâyed),



İbn Miskeveyh, Tecâribü'l-ümem



es-Sîretü



(1)



(nşr. Abdullah el-Leysî), l-II,



Beyrut 1401/1981.



Abdülmelik b. Hişâm,



el-İlâhiyyât



(...)



eş-Şifâ'



er-Riyâziyyât



(4)



(4):



(nşr. M. Rıza M e d v e r -



imam ibrâhim Ahmed), Kahire 1 9 8 0 - » [baskı yeri ve tarihi yok).



İbn Sînâ, eş-Şifâ* et-Tabfiyyât



(1)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ. eş-Şifâ'



et-Tabî'iyyât



(1):



es-Semâ'ü't-tabî'î{r\şr. Saîd Zâyed - İbrâhim Medkûr) [baskı yeri ve tarihi yok|.



İbn Sînâ. eş-Şifâ* et-Tabfiyyât Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ' et-Tabî'iyyât (2): es -Semâ' ue'l-'âlem (3): el-Kevn ve'l-fesâd (4): el-Ef'âl ve'l-infı'âlât (nşr. Mahmûd Kâsım İbrâhim Medkûr), Kahire 1 9 7 5 > [baskı yeri ve tarihi yok|.



(2)



İbn Sînâ, eş-Şifâ* et-Tabîciyyât



İbn Vâsıl, (5)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ' et-Tabî'iyyât (5): el-Ma'âdin ue 'l-âşârü 'fuluiyye (nşr. Abdülhalîm Muntasırv.dğr.), eş-Şifâ'



et-Tabî'iyyât



(3) içinde.



İbn Sînâ, eş-Şifâ3 et-Tabfiyyât



(6)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ' et-Tabî'iyyât (6): en-Nefs (nşr. C. C. Anawati - Saîd Zâyed), Kahire 1 3 9 4 - 9 5 / 1 9 7 4 - 1 9 7 5 (baskı yeri ve tarihi yok].



İbn Sînâ, eş-Şifâ3 et-Tabfiyyât



(7)



Müferricü'l-kürûb



Cemâleddin Muhammed b. Sâlim b. Vâsıl, Müferricü 'l-kürCıb fî ahbârî mülûki BenîEyyûb, I-III (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl), Kahire 1 9 5 3 - 6 0 ; IV-V (Haseneyn Muhammed Rebî'), Kahire 1 9 7 2 - 7 7 .



İbnü'l-Adîm.



Buğyetü't-taleb



Kemâleddin Ömer İbnü'l-Adîm, Buğyetü 't-taleb fî târîhi Haleb: Selçuklularla İlgili Haltercümeleri (nşr. Ali Sevim), Ankara 1976.



İbnü'l-Adîm, (Zekkâr)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ,



Buğyetü't-taleb



eş-Şifâ' et-Tabî'iyyât (7): en-Nebât (nşr.Abdülhalîm Muntasırv.dğr.), eş-Şifâ' et-Tabî'iyyât (2) içinde.



Kemâleddin Ömer İbnü'l-Adîm, Buğyetü't-taleb fî târîhi Haleb



İbn Sînâ. eş-Şifâ* et-Tabfiyyât



(8)



Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ' et-Tabfiyyât (8): el-Hayeuân



(nşr. Süheyl Zekkâr), Beyrut, ts. (Dârü'l-fikr), I-.



İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb Kemâleddin Ömer İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb min târîhi Haleb



İbnü'I-Cevzî.



Şıfatü'ş-şafve



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Şıfatü 'ş-şafue (nşr. Mahmûd FâhûrîMuhammed Kal'acî), I-IV, Halep 1969-73.



İbnü'I-Cevzî. Telbîsü



İblis



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî. Telbîsü İblîs (nşr. M. Münîr ed-Dımaşki), K a h i r e 1368.



İbnü'I-Cevzî.



el-Vefâ



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, el-Vefâ bi-ahuâli'l-Muştafâ (nşr. Mustafa Abdülvâhid), l-II, Kahire 1386/1966 B e y r u t , ts. (Dârü'l-ma'rife).



İbnü'I-Cevzî,



Zâdü'l-mesîr



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Zâdü 'l-mesîrfî'ilmi 't-tefsîr (nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş Şuayb, Abdülkâdir el-Arnaût), I-IX, Dımaşk 1384-88/1964-68.



(nşr. Sâmîed-Dehhân), l-II], Dımaşk 1951-68.



İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-Nihâye



İbnü'l-Arabî,



İbn Şebbe, Târîhu'lMedîneti'l-münevvere



Muhyiddin Muhammed b. Ali el-Arabî, Fuşûşü 'l-hikem ue huşûşü'l-kilem, Kahire 1329.



Ebû'l-Hayr Muhammed el-Cezerî, Gâyetü'n-Nihâye fî tabakâti'l-kurrâ' (nşr. G. Bergstraesser), I-II, Kahire 1351-53/1932-35; B e y r u t 1402/1982.



Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe, Târîhu'l-Medînetil-münevuere: Ahbârü 'l-Medîneti'n-nebeviyye (nşr. Fehîm M, Şeltût), I-IV, C i d d e 1 3 9 9 / 1 9 7 9 , 1402.



İbn Tağrîberdî, el-Menhelü'ş-şâfî Ebü'l-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî, el-Menhelü 'ş-şâfî ue 'l-müstevfı ba'de 'l-vâfî (nşr. Muhammed M. Emîn Saîd Abdülfettâh Âşûr), 1-1V, Kahire 1984-85.



İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire Ebü'l-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire fî mülûki Mışr ve'l-Kâhire, 1-XI1, Kahire 1956; XIII (nşr. Fehîm M. Şeltût), Kahire 1970; XIV (nşr. Cemâl M u h r i z Fehîm M. Şeltût), Kahire 1972; X V (nşr. ibrâhim Ali Tarhan), Kahire 1972; XVI (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl Fehîm M. Şeltût), Kahire 1972.



İbnü'l-Arabî. Fuşûş



(Afîfî)



Muhyiddin Muhammed b. Ali el-Arabî, Fuşûşü'l-hikem ue huşûşü'l-kilem (nşr. Ebü'l-Alâ el-Afîfî), Kahire 1946.



İbnü'l-Arabî,



el-Fütûhât



Muhyiddin Muhammed b. Ali el-Arabî, el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye fî ma'rifeti 'l-eşrâri 'l-mâlikiyye ve'l-mülkiyye (nşr. Osman Yahyâ ibrâhim Medkûr), I-1X, Kahire 1 3 9 2 - 1 4 0 5 / 1 9 7 2 - 8 5 .



İbnü'l-Bâziş,



el-Iknâc



Ahmed b. Ali İbnü'l-Bâziş, el-İknâ' fı'l-kırâ'âti's-seb', (nşr. Abdülmecîd Katâmiş), I-II, D ı m a ş k 1403.



İbnü'I-Cevzî,



ed-DıSafâ*



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Kitâbü'd-Du'afâ' ue'l-metrûkin, (nşr. Ebü'l-Fidâ Abdullah el-Kâdî), I-III, Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .



İbn Teymiyye. Mecmûcatü'r-resa'il



İbnü'I-Cevzî,



Takıyyüddin A h m e d b. Abdülhalîm b. Teymiyye, Mecmû'atü'r-resâ'il ue'l-mesâ'il, (nşr. M. Reşîd Rızâ), I-V,



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, el-Muntazam fî târîhi'l-mülûk ue'l-ümem (nşr. E Krenkow), V-X, Haydarâbâd 1357-59/1938-40.



el-Muntazam



Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



İbnü'I-Cevzî, el-Muntazam



(Atâ)



Üsdü'l-ğübe



Üsdü 'l-ğâbe f î



ma'rifeti's-sahâbe,



1-V, K a h i r e 1 2 8 5 - 8 7 .



İbnu l-Hatîb,



el-İhâta



Lisânüddin İbnü'l-Hatîb,



(nşr. Abdülhalîm M u n t a s ı r Saîd Zâyed - Abdullah İsmail), Kahire 1 3 9 0 / 1 9 7 0 [baskı yeri ve tarihi yok],



Fuşûş



İbnü'l-Esîr,



Ali b. Muhammed b. Esîr,



İbnü'l-Cezerî.



en-Neşr



Ebû'l-Hayr Muhammed el-Cezerî, en-Neşr fı 'l-kırâ'ati 'l-'aşr (nşr. Ali M. ed-Dabbâ'), I-II, Kahire, ts. (Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye).



İbnü'd-Devâdârî, Kenzü'd-dürer Seyfeddin Ebû Bekir b. Abdullah, Kenzü 'd-dürer ue câmi'u 'l-ğurer, I (nşr. Bernd Radtke), W i e s b a d e n - K a h i r e 1402/1982; II (nşr. Edward Badeen), W i e s b a d e n - B e y r u t 1414/1994; III (nşr. M. Saîd Cemâleddin), W i e s b a d e n - K a h i r e 1402/1981; IV (nşr. Gunhild G r a f - Erika Glassen), W i e s b a d e n - B e y r u t 1415/1994; V (nşr. Dorothea Krawulsky), W i e s b a d e n - B e y r u t 1413/1992; VI (nşr. Selâhaddin el-Müneccid), Kahire 1 3 8 0 / 1 9 6 1 ; VII (nşr. Saîd Abdülfettâh Âşûr), F r e i b u r g - K a h i r e 1392/1972; VIII (nşr. Ulrich Haarmann), F r e i b u r g - K a h i r e 1391/1971; IX (nşr. Hans Robert Roemer), Kahire 1379/1960.



İbnü'l-Esîr,



el-Kâmil



Ali b. Muhammed b. Esîr, el-Kâmil fı't-târîh (nşr. C. I. Tornberg), I-XUI, Leiden 1851-76 - » B e y r u t 1399/1979; 1385-86/1965-66.



İbn Teymiyye, Mecmûcu fetûvâ



Abdurrahman b. Ali b. Cevzî,



Takıyyüddin A h m e d



el-Muntazam



İbnü'l-Esîr,



b. Abdülhalîm b. Teymiyye, Mecmû'u fetâuâ, I-XXXV1I (nşr. Abdurrahman b. Muhammed). Riyad 1381-86.



fî târîhi'l-ümem ue'l-mülûk (nşr. Muhammed Mustafa Abdülkâdir Atâ), I-XVIII, B e y r u t 1412/1992.



Ali b. Muhammed b. Esîr, el-Lübâb fl tehzîbi'l-Ensâb, I-III, Kahire 1 3 5 7 - 6 9 Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



el-İhâtafî



ahbârl



1-IV, Kahire 1 3 9 3 - 9 8 / 1 9 7 3 - 7 8 .



İbnü'l-İmâd,



Şezerât



Abdülhay b. A h m e d İbnü'l-İmâd, Şezerâtü'z-zeheb fîahbari men zeheb, 1-VIII, Kahire 1350-5~1 Beyrut, ts.



İbnü'l-İmâd. Şezerât



(Arnaût)



Abdülhay b. Ahmed İbnü'l-İmâd, Şezerâtü 'z-zeheb (nşr. Abdülkâdir e l - A r n a û t Mahmûd el-Arnaût), I-X, Dımaşk 1406-14/1986-93.



İbnü'l-Kâdî,



Dürretü'l-hicâl



Ahmed b. Muhammed el-Kâdî, Dürretü 'l-hicâl fî esmâ'i'r-ricâl: Zeylü Vefeyâti'l-a'yân (nşr. Muhammed el-Ahmedî Ebü'n-Nûr), I-III, Kahire 1 3 9 0 / 1 9 7 0 .



İbnü'l-Kalânisî, Târîhu Dımaşk



(Zekkâr) Hamza b. Esed ed-Dımaşkî, Târîhu Dımaşk (nşr. Süheyl Zekkâr), Dımaşk 1403/1983.



İbnü'l-Kıftî,



İhbârü'l-Culemâ3



Ali b. Yûsuf el-Kıftî, Kitâbü İhbâri'l-'ulemâ' bi-ahbâri'l-hükemâ': Târîhu'l-hükemâ' Kahire 1326 - > Kahire, ts.



İbnü'l-Kıftî, İhbârü'l-ulemâ3



(Lippert)



Ali b. Yûsuf el-Kıftî, Kitâbü İhbâri'l-'ulemâ' bi-ahbâri'l-hükemâ': Târîhu'l-hükemâ' (nşr. |. Lippert), L e i p z i g 1 9 0 3 .



İbnü'l-Kıftî,



İnbâhü'r-ruvât



Ali b. Yûsuf el-Kıftî, inbâhü'r-ruvât 'alâ enbâhi'n-nuhât (nşr. Muhammed Ebü'1-Fazl), I-IV, Kahire 1 3 6 9 - 9 3 / 1 9 5 0 - 7 3 , Kahire 1986.



İbnü'l-Murtazâ. Ta b a lı 01 ü 'l-M uct ezile A h m e d b. Vöhyâ b. Murtazâ, Kitâbü Tabakâti'l-Mu'tezile (nşr. S. D. Wilzer), W i e s b a d e n 1961.



İbnü'l-Mülakkın. Ta b a k â t i'ı 'l-e v 1 i yâ* Ömer b. Ali İbnü'l-Mülakkın, Tabakâtü 'l-euliyâ' (nşr. Nûreddin Şerîbe), Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .



İbnü'n-Nedîm, el-Lübâb



Gırnâta



(nşr. M. Abdullah inân),



el-Fihrist



İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist fı ahbâri'l-'ulemâ'i'l-muşannifin mine'l-kudemâ' ue'l-muhdeşîn ue esmâ'i kütübihim, Beyrut 1 3 9 8 / 1 9 7 8 .



İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist (Flügel)



îzâhu'l-meknûn



İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist fi ahbâri'l-'ulemâ'i'l-muşannifîn mine'l-kudemâ' ve'l-muhdeşîn ue esmâ'i kütübihim (nşr. G. Flügel), Leipzig 1872.



îzâhu'l-meknûn



Bağdatlı İsmâil Paşa,



İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist (Şüveymî) İbnü'n-Nedîm,



el-Fihrist



fî ahbâri 'l-'ulemâ'i mine'l-kudemâ' ue esmâ'i



'l-muşanrtifîn ue'l-muhdeşîn



kütübihim



(nşr. Mustafa eş-Şüveymî), Tunus 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



'a/â Keşfi'z-zunûn 'an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn (nşr. Kilisli Muallim R i f a t Şerefeddin Yaltkaya), I-II, İstanbul 1 9 4 5 - 4 7 .



Asiatique,



Paris 1 8 2 2 -



Journal ofAfrican History, Cambridge 1960 -



el-Fihrist



Leiden 1970 -



ofArabic



Literatüre,



Osman b. Abdurrahman İbnü's-Salâh,'Ulûmü'l-hadîş (nşr. Nûreddln Itr), Halep 1386/1966; Beyrut 1 9 7 2 ; Dımaşk 1404/1984.



İbnu t-Tıktakâ,



el-Fahrî



M u h a m m e d b. Ali b. Tabâtabâ, el-Fahrî fı'l-âdâbi's-sultâniyye ve 'd-düveli 'l-İslâmiyye, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



JNES Studies,



.JPHS Journal of the Pakistan Historical Society, K a r a c h i 1 9 5 3 -



JRAS 1833-



JSS İclî,



eş-Şikât



A h m e d b. Abdullah el-İclî, Târîhu'ş-şikât (nşr. Abdülmu'tî Emîn Kal'acî), Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 .



el-Imâme



ve's-siyâse



İbn Kuteybe [?], el-imâme



ve's-siyâse



(nşr. Tâhâ M. ez-Zeynî), 1-11, Kahire 1 3 8 7 / 1 9 6 7 .



(Kevserî)



Ebü'l-Muzaffer el-İsferâyînî, et-Tebş'ır fı'd-dîn ve temyîzi'l-fırkati'n-nâciye 'ani 'l-fırakı 'l-hâlikîn (nşr. M. Zâhid Kevserî), Kahire 1359.



İsnevî, Tabakâtü'ş-Şûffiyye Abdürrahîm b. Hasan el-isnevî,



I-XV,



'lâm, İ-VI,



İstanbul 1 3 0 6 - 1 6 / 1 8 8 8 - 9 9 .



I-V,



Karatay, Arapça



Kâdî Abdülcebbâr b. A h m e d , el-Muğnî fi ebuabi't-teuhîd ve'l-'adl (nşr. Tâhâ Hüseyin ibrâhim Medkûr v.dğr.), I-XX, Kahire, ts. (eş-Şeriketü'l-Mısriyye); Kahire 1382-85/1962-65.



el-Muhît



Kâdî Abdülcebbâr b. A h m e d , el-Muhît bi't-teklif (nşr. Ömer Seyyid Azmî Ahmed Fuâd el-Ehvânî), Kahire, ts.



Yazmalar



Fehmi Edhem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Arapça Yazmalar Kataloğu, I-IV, İstanbul 1 9 6 2 - 6 9 .



Karatay, Türkçe



Yazmalar



Fehmi Edhem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar İstanbul 1 9 6 1 .



Kataloğu, 1-11,



Kayş Âl-i Kays, el-Irâniyyûn Kays Âl-i Kays,



el-İrâniyyün



andArab



Literatüre,



I-VII, Tahran 1 9 8 4 - 8 6 .



KCs.A Koröst Csoma-Archivum, Budapest 1921-41.



Kehhâle, M ıfcenı ü 'l-nı ii ili fin Ömer Rızâ Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifin: terâcimü muşannifı'lkütübi'l-'Arabiyye, I-XV, Dımaşk 1376-81/1957-61 -> B e y r u t , ts.



(eş-Şeriketü'l-Mısriyye).



Kâdî İyâz, Tertîbü 'l-medârik iyâz b. Mûsâ b. İyâz. Tertîbü 'l-medârik ve takrîbü'l-mesâlik li-ma'rifeti a'lâmi



M u h a m m e d b. Ca'fer el-Kettânî, Hadis Literatürü: er-Risâletü 'l-müstetrafe (dipnot ve ilâvelerle trc. Yusuf Özbek), İstanbul 1 9 9 4 .



Kindî, ResâHl Ya'küb b. İshak el-Kindî, Resâ'ilü'l-Kindî el-felsefıyye (nşr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde), Kahire 1 9 5 0 - 5 3 .



Kindî. el-Viilât ve'l-kudât



(Guest) Ebû Ömer M u h a m m e d b. Yûsuf el-Kindî, Kitâbü Vülât ve Kitâbü 'l-Kudât (nşr. Rhuvon Guest), L e i d e n - L o n d o n 1912, 1964.



Kureşî. el-Ce v âhirii'l-mud ıvye Abdülkadir b. M u h a m m e d b. Muhammed el-Kureşî, el-Cevahirü'l-mudıyye fî tabakâti'l-Hanefıyye (nşr. Abdülfettâh M. el-Hulv), I-11I, K a h i r e 1 3 9 3 - 9 9 / 1 9 7 3 - 7 9 ; I-V, K a h i r e 1 4 1 3 / 1 9 9 3 .



Kuşeyrî,



er-Risâle



Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, er-Risâletü



'l-Kuşeyriyye



(nşr. Abdülhalîm Mahmûd Kahire 1 9 7 2 - 7 4 .



Kelâbâzî, Ricâlü



Abdülkerîm



Kuşeyrî. Risâle (Uludağ) Şahîhi'l-Buhârî



Kelâbâzî.



M u h a m m e d b. İbrâhim el-Kelâbâzî,



Neşrü'l-meşânî



Kettânî, er-Risâletü'lmüstetrafe (Özbek)



Mahmûd b. Şerif), I-II,



li-ehli 'l-karni 'l-hâdî 'aşer ve 'ş-şânî (nşr. Muhammed H a c c î Ahmed Tevfîk), I-IV, Rabat 1397-1407/1977-86.



mezhebi'l-imâm Mâlik (nşr. Ahmed Bükeyr Mahmûd), l-III, Beyrut 1387-88/1967-68.



Kadiri,



M u h a m m e d b. Ca'fer el-Kettânî, er-Risâletü 'l-müstetrafe (nşr. Muhammed el-Müntasır), Dımaşk 1383/1964.



(Dâru ihyâi't-türâsi'l-Arabî).



Neşrü'l-meşânî



Riyad 1400/1980.



Şerefeddin Yaltkaya), I-II,



ve'l-edebü'l-'Arabi:



İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1 9 5 3 -



Bağdad 1391/1970;



ve'l-fünûn



Kettânî, er-Risâ letii 'l-m üstetrafe



M u h a m m e d b. Tayyib el-Kâdirî,



Muhammed el-Cübûrî),



'z-zunûn



Kümûsü'l-a'lâm



İTED



(nşr. Abdullah



Kâtib Çelebi, Keşfii



İstanbul 1 3 6 0 - 6 2 / 1 9 4 1 - 4 3 .



A h m e d b. M u h a m m e d el-Kelâbâzî, Ricâlü Şahîhi'l-Buhârî: el-Hidâye ue'l-irşâd fî ma'rifeti ehli'ş-şikât ve's-sedâd ellezîne ahrece lehümü'l-Buhârî fiCâmi'ih (nşr. Abdullah el-Leysî), I-II, Beyrut 1407/1987.



Tabakâtü'ş-Şâfı'iyye



Keşfü'z-zunûn



Kahire 1910-20.



Iranians



el-Muğnî



Kâdî Abdülcebbâr,



İsferâyînî, et-Tebşir



Journal ofSemitic Studies, Manchester 1956 -



Kâdî Abdiilcebbâr,



İstanbul 1 9 7 9 .



(nşr. Kilisli Muallim R i f a t -



el-Kâmûsü'l-İslâmî,



The Jetuish Encyclopedia, N e w York 1 9 0 2 .



Royal London



Tasavvuf



(trc. Süleyman Uludağ),



Şubhu'l-a'şâ



Kahire 1383/1963 -



N e w Haven, Connecticut 1843 -



Journal of the Asiatic Society,



't-Taarruf: Devrinde



A h m e d Atıyyetullah,



of the American Society,



Journal ofNear Eastern Chicago 1942 -



Doğuş



'an esâmi'l-kütüb



el-K&mûsü'l-İslâmî



JAOS



JE



İbnü's-Salâh, cUlûmü'l-hadîs



Şubhu'l-acşâ



Kitâbü



A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî,



Kâmüsü'l-a



Journal



Journal Oriental



M u h a m m e d b. İbrâhim el-Kelâbâzî,



Şemseddin Sâmi,



İbnü'n-Nedîm. (Teceddüd)



A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî. Me'âşirü'l-inâfe fî me' âlimi' l-hilâfe (nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), I-III, K u v e y t 1 9 6 4 ->• Beyrut 1980.



rısınâ'ati'l-inşâ',



JAfr.H



JAL



İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist fî ahbâri 'l-'ulemâ'i 'l-muşannifîn mine'l-kudemâ' ue'l-muhdeşîn ve esmâ'i kütübihim (nşr. Rızâ-Teceddüd), Tahran, ts.



Kelâbâzî, Taarruf (Uludağ)



Kalkaşendî,



JA Journal



Kalkaşendî, Me^âşirü'l-inâfe



et-Tacarruf



Kitâbü't-Ta'arruf li-mezhebi



b. Hevâzin el-Kuşeyrî.



M u h a m m e d b. Şâkir el-Kütübî,



Kuşeyrî Tasavuuf



Kahire 1380/1960.



İlmine



Dair



(trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1 9 8 0 .



Kütübî, Fevâtü'l-Vefeyât Feuâtü'l-Vefeyât ve'z-zeyli



ehli't-tasauvuf,



Risâlesi :



"aleyhâ



(nşr. ihsan Abbas), I-V, Beyrut 1 9 7 3 - 7 4 .



Leknevî, el-FevâHdü'l-behiyye M u h a m m e d Abdülhay el-Leknevî, el-Fevâ'idü 'l-behiyye fı terâcimi'l-Hanefıyye (nşr. M. Bedreddin Ebû Firâs), K a h i r e 1 3 2 4 ; Beyrut, ts. (Dârü'l-ma'rife).



MMİIr.



Münâvî,



Ma'sûm Ali Şah, Jarâ'iku 'l-hakâ'ik (nşr. M. Ca'fer Mahcûb), I-III. Tahran 1 3 3 9 - 4 5 hş. 11966).



Mecelletü



M. Abdürraûf el-Münâvî,



Mecma'i'l-'ilmiyyi'l-'lrâki, Bağdad 1 9 5 0 -







ve't-tekmîl



M u h a m m e d Abdülhay el-Leknevî, ve't-tekmîl



fı'l-cerh



ve't-ta'dîl(nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1407/1987.



el-Mâtürîdî,



Kahire 1 3 5 7 / 1 9 3 8 .



Mu'cemü'l-mahtûtâti'l-matbû'a, 1-V, B e y r u t 1 9 6 8 .



MMLADm. Mecelletü



Münzevî,



Mecma'i'l-luğati'l-'Arabiyye bi-Dımaşk, D ı m a ş k 1969 -



ME



Fihrist-i



Tahran 1 3 4 8 hş.



Mecelletü



M u h a m m e d b. M ü k e r r e m



(I-Vl. ciltler Nûru'l-islâ



b. Manzûr,



adıyla yayımlanmıştır,



Mecma'i 'l-luğati 'l-'Arabiyye el-Ürdünî, A m m a n 1978.



Lisânü'l-'Arab,l-XV,



m



Kahire 1349-54/1930-35)



Bulak 1 2 9 9 - 1 3 0 8 Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



Mecdî, Şek&ik



Tercümesi



Taşköprizâde, Hadâiku



'ş-Şekâik



Maca'l-Mektebe



(trc. Mehmed Mecdî Efendi,



Abdurrahman Utbe,



nşr. Abdülkâdir Özcan), I,



Ma'a 'l-Mektebeti



İstanbul 1989.



'l-'Arabiyye,



Mes'ûdî,



M u h a m m e d Mahfûz, Terâcimü'l-mü'ellifine'tTûnisiyyln, I-V, Beyrut 1 4 0 2 - 1 4 0 6 / 1 9 8 2 - 8 6 .



Mahlûf,



Makdisî,



Ahsenü't-tekâsîm



M u h a m m e d t-. A h m e d el-Makdisî, Ahsenü't-tekâsîm fî ma'rifeti'l-ekâlîm (nşr. M. 1. de Goe(e), Leiden 1877.



Makdisî, el-Bed?



ve't-târih



Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî. Kitâbü'l-Bed' ve't-târîh (nşr. Cl. Huart), I-VI, Paris 1 8 9 9 - 1 9 1 9 B a ğ d a d , ts. (Mektebetü'l-Müsennâ).



Makkarî,



Nefhu't-tîb



A h m e d b. M u h a m m e d el-Makkarî, Nefhu't-tîb



min



ğusni 'l-Endetüsi



'r-ratîb



(nşr. İhsan Abbas), 1-VIII, Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .



Makrîzî, el-Hıtat A h m e d b. Ali el-Makrîzî, Kitâbü'l-Mevâlz ve'l-i'tibâr bi-zikri'l-hıtat ve'l-âşâr, I-II, Bulak 1 2 7 0 Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



es-Sülûk



A h m e d b. Ali el-Makrîzî, Kitâbü's-Sülûk li-ma'rifeti



Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb ve me'âdinü'l-ceuher (nşr. M. Muhyiddin Abdüihamîd), I-IV, Kahire 1 3 6 7 / 1 9 4 8 Beyrut 1384-85/1964-65.



Şeceretü'n-nûr



Abduh M u h a m m e d b. M u h a m m e d Mahlûf, Şeceretü 'n-nûri'z-zekiyye fı tabakâti'l-Mâlikiyye, I-II, Kahire 1349 Beyrut, ts. (Dârü'l-kitâbi'l-Arabî).



Makrîzî,



Mürûcü'z-zeheb



(Abdüihamîd)



düveli'l-mülük



(nşr. M. Mustafa Ziyâde Saîd Abdülfettâh Âşûr), I-XII, K a h i r e 1 9 5 7 - 7 3 .



Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb



(Meynard)



Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, Mürûcü 'z-zeheb ve me'âdinü 't-cevher: Prairies d ' O r ( t r c ve nşr. Barbier de Meynard), I-IX, Paris 1 8 6 1 - 7 7 .



Mes'ûdî,



et-Tenbîh



Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, et-Tenbîh



ve'l-işrâf



(nşr. M . ) . De Goeje),



(Kahire)



Mecelletü Ma'hedi'l-mahtûtâti'l-'Arabiyye, Kahire 1 3 7 5 / 1 9 5 5 -



MMMA



Beyrut 1404/1984.



Mahfuz, Terâcimü'l- m ii'ellifin



MMMA



A h m e d b. Hanbel,



(Kuveyt)



A d a m Mez, el-Hadâretü 'l-lslâmiyye fı 'l-karni 'r-râbi'i 'l-hicrî (trc. M. Abdülhâdî Ebû Rîde), I-II, Kahire 1360/1941, 1377/1957.



Süleyman Sâdeddin Müstakimzâde,



MTUA



(nşr. İbnülemin Mahmud Kemal),



Müstakimzâde, Tuhfe Tuhfe-i



Mecelletü Târîhi'l-'ulûmi'l-'Arabiyye,



Muhibbi,



Melanges de Dominica in Orientales du L e Caire 1 9 5 4



i'lnstitut d'Etudes Caire, -



M. Emîn el-Muhibbî, Hulâşatü'l-eşer fı (terâcimi) a'yâni'l-karni'l-hâdî'aşer (nşr. Mustafa Vehbî), 1-IV, Kahire 1284 - » B e y r u t , ts. (Dâru Sâdır).



M u h a m m e d Emîn el-Muhibbî, Nefhatü 'r-Reyhane ve reşhatü tılâ'i'l-hâne (nşr. Abdülfettâh M. el-Hulv), I-V, Kahire 1387-89/1967-69.



(Mektebetü'l-Müsennâ).



Mv.Fs. el-Mevsû'atü 'l-Filistîniyye, I-IV, D ı m a ş k 1 9 8 4 .



el-Mevsû'atü 'l-Mağribiyye ti 'l-a'lâmi 'l-beşeriyye ve'l-hadâriyye,\-\\, Rabat 1976-81.



MW The Moslem World, Hartford-Connecticut 1911 -



Nefîsı, Târîh-i



Târîh-i Nazm



u Neşr



ve der Zebân-ı



Fârsî, I—II,



Tahran 1 3 4 4 hş.



MUSJ Melanges



Nazın u Nesr



Saîd-i Nefîsî, derlrân



de Joseph,



Fıraku'ş-Şî^a



Hasan b. Mûsâ en-Nevbahtî, Fıraki'ş-Şî'a



(nşr. H. Ritter), İstanbul 1931.



Alâeddin Ali el-Muttakî el-Hindî,



Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî,



Safvetü's-Sekâ), I-XVI,



Tehzîbü'l-Kemâlfî



Beyrut 1399/1979, 1405/1985.



ve'l-ef'âl



(nşr. Bekrî H a y y â n î -



(nşr. Beşşâr Avvâd Ma'rûf), I - X X X V ,



el-Muvatto' Mâlik b. Enes,



Nevbahtî. Kitâbü



M u t t a k i el-Hindî, Kenzü'l-ummâl



fî süneni'l-akvâl



el-Muvatta'.



MMİADm. Mecelletü Mecma'i'l-'ilmiyyi'l-'Arabî bi-Dımaşk, Dımaşk 1921-68.



el-Mevsû'atü 'l-fıkhiyye, Küveyt 1404/1983 -



Silkü'd-dürer



M. Halîl el-Murâdî, Silkü'd-dürer fî a' yâni 'l-karni 's-sânî'aşer, I-IV, Bulak 1301 ^ B a ğ d a d , ts.



Kerızü'l-'ummâl



Beyrut 1403-13/1982-92.



Mv.F



Mv.M Muhibbî. Neffıatü'r-Reyhâne



Mizzî, Tehzîbü'l-Kemûl esmâ'i'r-ricâl



Hattâtîn



İstanbul 1928. Halep.



Hulâşatü'l-eşer



l'Uniuersite Saint Beyrut 1 9 0 6 -



MIDEO



el-Müsned,



I-VI, K a h i r e 1 3 1 3 .



Mecelletü Ma'hedi'l-mahtûtâti'l-'Arabiyye, Küveyt 1376/1956 -



Murâdî.



Mez. el-Hadâretü'l-Islâmiyye



Münzirî, et-Tekmile Abdülazîm b. Abdülkavî el-Münzirî. et-Tekmile li-vefeyâti'n-nakale (nşr. Beşşâr Avvâd Ma'rûf), 1-IV, B e y r u t 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .



Müsned



Leiden 1894 B e y r u t 1981.



Nüshahâ-yi Fârsî, I-VI,



Hattî-yi



Kahire 1355/1936, V I I -



Lisânü'l-cArab



Fihrist



Ahmed-i Münzevî,



MMLAÜr.



'l-Ezher,



Muccem



Selâhaddin el-Müneccid,



Kitâbü't-Tevhîd



Beyrut 1970



Mecelletü



Müneccid,



Mecma'i'l-luğati'l-'Arabiyye, Kahire 1 9 3 5 -



İstanbul 1 9 7 9 .



terâcimi's-sâdeti'ş-şûfıyye



(nşr. Mahmûd Hasan Rebî'), I-II,



Mecelletü



(nşr. Fethullah Huleyf),



el-Kevâkib



el-Kevâkibü'd-dürriyye



MMLA Mâtürîdî, Kitâbü't-Tevhîd Ebû Mansûr M u h a m m e d



Leknevî, er-Ref* er-Ref



Ma'sûm Ali Şah, Tarü^ik



MÜÎFD Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul 1 9 8 3 -



Nevevî,



Tehzîb



Yahya b . Şeref en-Nevevî, Tehzîbü'l-esmâ'



ve'l-luğât



(nşr. F. Wüstenfeld), 1/1-2, II/l -2, G ö t t i n g e n 1 2 4 2 —> Beyrut, ts. (Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye).



Nüveyhiz, Muccemü'l-müfessirîn Âdil Nüveyhiz, Mu'cemü min



'l-müfessirîn



şadri'l-İslâm



hatte'l-'asri'l-hâzır,



I-II,



Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



Rypka, HIL



Sem'ânî.



A h m e d b. A b d ü l v e h h â b en-Nüveyrî,



J. Rypka,



A b d ü l k e r î m b. M u h a m m e d



Stvdia



Nihây



History



es-Sem'ânî,



Paris 1 9 5 3 -



Nüveyrî,



Nihâyetü'l-ereb



etü



'l-ereb



Literatüre,



el-Ensâb,



Dordrecht 1968.



[-XVIII,



fi fünûni'l-edeb,



oflranian



el-Ensâb



St.I Islamica,



l-VI



K a h i r e , ts. |I923|



(nşr. Abdurrahman



(Vezâretü's-sekâfe v e ' M r ş â d ) ,



b. Yahyâ e l - M u a l l i m î ) ,



Storey, Persian



H a y d a r â b â d 1 9 6 1 - 6 6 ; V1I-VIII



C. A . Storey,



Literatüre



(nşr. M. Ebü'1-Fazl -



Sâbî, Rusûmü



Persian



Literatüre:



Ali M. e l - B i c â v î -



Ebü'l-Hüseyin Hilâl



D ı m a ş k 1 9 7 6 ; IX



A



Bio-BibliographicalSurvey,



Hüseyin Nassâr v.dğr.),



b. Muhassin es-Sâbî.



(nşr. M u h a m m e d A v v â m e -



1-11, L o n d o n 1 9 2 7 , 1 9 7 0 ;



Kahire



Rusûmü



Riyâzî Murâd),



III ( 1 9 8 4 - 9 0 ) ; IV ( 1 9 3 9 ) ;



(nşr. Mîhâîl A v v â d ) ,



Dımaşk 1979; X



V (nşr. Fr. d e Blois),



Beyrut 1406/1986.



(nşr. A b d ü l f e t t â h M. el-Hulv),



London 1992-94.



XIX-XXVIİ



1395-1405/1975-85.



Osmanlı



Müellifleri



dâri'l-hilâfe



dâri'l-hilâfe



Bursalı M e h m e d Tâhir,



Safâ. Edebiyyât



Osmanlı



Müellifleri,



Zebîhullah Safâ,



İstanbul



1333-42



I-III,



Târîh-i



Heppenheim-Bergstrasse



1971.



Edebiyyât



'l-cA rab'ı, I-VI,



Pertsch, Gotha



el-Vâfî



Araber



el-Ensâb



1-V, B e y r u t



1408/1988.



N e w York



Sem'ânî,



et-Tahbîr



A b d ü l k e r î m b. M u h a m m e d



Suyolcuzâde. Devhatü'l-küttâb



es-Sem'ânî,



Suyolcuzâde M e h m e d Necîb, fı'l-mu'cemi'l-kebîr



1395/1975.



Serahsî,



1381/1962.



Kahire



Sarton,



Introduction



'ş-şâmil



de l'Academie



Arabe,



1921-68.



of



(Dârü'l-ma'rife).



Mu'cemü'l-matbû'âti'l'Arabiyye



l-II,



ve'l-mu'arrebe,



Kahire



1928-30.



I-V, L o n d o n 1 9 6 2 ;



Serrâc,



Mew York 1975.



Ebû Nasr es-Serrâc,



A l g e r / Paris



Tabakâtü



Boyutları



el-Lüma'



A b d ü l f e t t â h M. e l - H u l v ) , l-X, Kahire



1383-96/1964-76.



Süheylî, er-Ravzü



Kahire 1960.



'l-üniif



A b d u r r a h m a n b. Abdullah



Sezgin, GAS



Boyutları



Fuat S e z g i n ,



İstanbul 1 9 8 2 .



es-Süheylî, er-Ravzü



Yetîmetü'd-dehr



I-IX, L e i d e n



fi



Geschichte



des arabischen



Rauf Y e k t a ,



Seâlibî,



'ş-Şâfilyyeti'l-kübrâ



Tâhâ A b d ü l k â d i r Server),



(trc. Ender Gürol),



Musikisi



(Tanâhî)



(nşr. M a h m û d M. e t - T a n â h î -



(nşr. A b d ü l h a l î m M a h m û d -



Tasavvufun



1856-



Sübkî, Tabakât



Tâceddin Abdülvehhâb b . Ali es-Sübkî,



el-Lümac



Annemarie Schimmel, Africaine,



1323-24



B e y r u t , ts.



Muccem



Y û s u f Elyân Serkîs,



Science,



Schimmel. Tasavvufun



RAfr.



Tabakâtü'ş-Şâfıtiyyeti'l-kübrâ,



1324-31.



Serkîs,



G. Sarton. I n t r o d u c t i o n to the History



b. Ali es-Sübkî,



I-XXX,



el-Mebsût,



Tabakât



Tâceddin Abdülvehhâb



I-VI, K a h i r e



1992-95.



RAA



1972.



Devhatü'l-küttâb



Sübkî,



el-Mebsût



Ş e m s ü l e i m m e es-Serahsî,



li't-türâsi'l-'Arabiyyi'l-matbû Filologiju,



Werke,



1900;



(nşr. Kilisli M u a l l i m Rifat),



I-V, K a h i r e za Orijentalnu



Ihre



Leipzig



İstanbul 1 9 4 2 .



'l-uefeyât



M. îsâ Sâlihiyye.



Sarajevo 1950 -



und



(nşr. A b d u l l a h Ö m e r el-Bârûdî),



Bağdad



bi



POF



Türk



es-Sem'ânî,



Schrifttums, 1967-84.



li'bn



'l-ünüf



şerhi's-Sîreti'n-nebeviyye (nşr.



Hişâm



A b d u r r a h m a n el-Vekîl), Kahire



Ebû M a n s u r es-Seâlibî,



Türk



Sezgin. GAS (Ar.)



Yettmetü



Fuat S e z g i n ,



Sülemî.



Târîhu't-türâşi'l-Arabi



M u h a m m e d b. Hüseyin



(nşr. M ü f î d M. K u m e y h a ) , l-V,



(trc. M a h m û d Fehmî



es-Sülemî,



Beyrut 1403/1983.



Hicâzî v.dğr.), 1-VIII,



(nşr. N û r e d d i n Ş e r î b e ) ,



Riyad



Kahire 1372/1953,



(trc. Orhan N a s u h i o ğ l u ) ,



fî mehâsini



İstanbul 1 9 8 6 .



REI Reuue des Etudes Paris 1927 T



'd-dehr



lslamiques,



ehli'l-'aşr



ed-Dav>ü'l-lâmic



Sehâvî,



M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sehâvî,



li-ehli'l-karni't-tâsi',l-X\l,



R e ş î d Rızâ,



K a h i r e 1 3 5 3 - 5 5 —> B e y r u t , ts.



Tefsîrü'l-menâr M. Reşîd Rızâ, Tefsirü



I-XI! -



1353-54



es-Sehâvî. el-İHân



B e y r u t , t s . (Dârü'l-ma'rife); Kahire



Rieu,



Catalogue



P. Charles Rieu, Catalogue Turkish



of



Manuscripts



in the British



Museum,



London 1888.



the



Studi



R o m a 1907 -



Orientali,







'z-zamân



B e y r u t , ts.



İstanbul 1 3 0 8 - 1 5 - »



(Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye).



Heppenheim-Bergstrasse



'd-düveli



'l-mağribi



Celâleddin es-Süyûtî, 1971.



'l-akşâ



Hüsnü'l-muhâdara fî (ahbâri)



Mışr



ve'l-Kâhire



(nşr. M. Ebü'l-Fazl), I-İl,



SO



el-İstikşâ



Ş e h â b e d d i n A h m e d es-Selâvî,



1384/1964.



Süyûtî, Hüsnü 'l-tnuhâd a ra



I-IV,



Sicill-i



Selâvî.



Osrnânî,



tabakâti'l-luğaviyyîn



(nşr. M. Ebü'l-Fazl), I-II,



1371/1951.



M e h m e d Süreyya,



zemme't-târîh



Buğyetü'l-vucât



ve'n-nuhât



târîhi'l-a'yân,



(nşr. Fr. R o s e n t h a l ) ,



li-ahbâri degli



Buğyetü'l-vu'ât



Mir 'âtü



Kahire



Kitâbü'l-istikşâ



RSO Rioista



(i-men



1373-80/1953-61.



Sıbt İbnü'l-Cevzî.



1389/1969.



Celâleddin es-Süyûtî,



Sieill-i Osman i



bi't-tevbîh



Tabakâtü'ş-şûfıyye



Süyûtî,



Haydarâbâd



bi't-tevbîh



M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n



Tabakât



Sıbt İbnü'l-Cevzî. Mir^âtü'z-zamân







Sehâvî, el-Flân



'l-Kufâni'l-hakîm:



Tefsîrü'l-menâr, Kahire



ed-Dau'ü'l-lâmi'



1402-1408/1982-88.



i-VII,



1387-90/1967-70.



Rauf Yekta Bey. Musikisi



und



der



Kitâbü'l-Vâfi



el-Mu'cemü



Reuııe



Astronomen



(nşr. M ü n î r e N â c î S a l i m ) , I-II,



Sâlihiyye. el-Mu cemü'ş-şâmil



1-V,



1878-92;



Damas



A b d ü l k e r î m b. M u h a m m e d



b. A y b e g e s - S a f e d î ,



Handschriften



zu Gotha,



Mathematiker



H. Suter, Die Mathematiker



et-Tahbîr



Wiesbaden



Herzoglichen



La Revue



(Bârûdî)



Selâhaddin Halîl



Frankfurt 1987.



Prilozi



el-Ensâb



(nşr. H. Ritter v.dğr.), I - ,



Wilhelm P e r t s c h , Die Arabischen



Suter. Die



I-III,



Sühan,



Safedî,



Beyrut 1981-84.



Gotha



Sühan



Tahran 1969.



Ö m e r Ferruh,



Bibliothek



I-V,



Tahran 1 3 3 2 - 6 4 hş.



Genc-i



1979.



Sem'ânî,



Zebîhullah Safâ.



Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb



der



Dımaşk



derlrân,



Safâ. Genc-i



Târih u 'l-edebi



(nşr. M u h a m m e d A v v â m e ) ,



Kahire



Studia



Orientalia,



Helsinki



1925-



1387/1967.



S ü y û t î , el-İtkân



(Bugâ)



Celâleddin es-Süyûtî,



(nşr. Ca'fer e n - N â s ı r î -



SR



el-İtkân



M u h a m m e d en-Nâsırî), 1-IX,



Sebîlürreşâd,



(nşr. Mustafa Dîb e l - B u g â ) , I-II,



Dârülbeyzâ



İstanbul 1 9 1 1 - 2 5 ,



1954-56.



1948-65.



fî'ulûmi



'l-Kur'ân



Beyrut 1407/1987.



Süyûtî, el-İtkân



(Ebü'i-Fazl)



Celâleddin es-Süyûtî,



Tabak&tii'l-fııkaha*



Şîrâzî,



Kahire 1387/1967, 1405/1985.



Ebû İshak İbrâhim eş-Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukaha' (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1401/1981.



Süyûtî,



ŞM



el-İtkân



fî'ulûmi'l-Kur'ân



(nşr. Muhammed Ebü'1-Fazl), I-IV,



Tabakütü'l-huffâz



(Lecne)



Celâleddin es-Süyûtî, Tabakâtü



Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1 9 7 6 -



Osmanlı



1-XXXIII,



Ankara 1943-86.



Ta beri, Târîh



(de Goe|e)



M u h a m m e d b. Halef el-Vekî', Ahbârü'l-kudât, I-III, Beyrut, ts. (Âlemü'l-kütüb).



Tecrid



Târîhu'r-rusül



Kahire 1393/1973.



A h m e d ez-Zebîdî,



(nşr. M. I. de Goeje), I-11I,



Sahîh-i



Buhârî



Leiden 1879-1901.



Tecrîd-i



Sarih



'r-râu'ı



fl şerhi



Takr'ıbi'n-Nevevî



(nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1379/1959.



Şa'rânî,



et-Tabaküt



Abdülvehhâb b. A h m e d eş-Şa'rânî, et-Tabakâtü'l-kübrâ,\-\\, Kahire 1373/1954.



Şâtıbî,



el-İctişâm



İbrâhim b. Mûsâ eş-Şâtıbî,



el-Muvâfaküt



Şâtıbî,



İbrâhim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, el-Muvafakât



fi



T k b e r î , Târih (Ebü'i-Fazl) M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî. Târîhu'r-rusül ve'l-mülûk (nşr. Muhammed Ebü'i-Fazl), l-XI, K a h i r e 1 9 6 0 - 7 0 B e y r u t , ts. (Dâru Süveydân).



Tâcü'l-Carûs M. Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcü 'l-'arûs min cevâhiri'lKâmûs: Şerhu'l-Kâmûs, 1-X, Kahire 1 3 0 6 - 1 3 0 7 .



(el-Mektebetü't-ticâriyyetü'l-kübrâ).



Şehristânî, el-Milel



(Kîlânî)



M u h a m m e d b. Abdülkerîm eş-Şehristânî, el-Milel



ue'n-nihal



(nşr. M. Seyyid Kîlânî), l-II, Kahire 1381/1961.



Şeşen, Fihrisü m a h (ûtât i 't- tıbbi 'l-İs l â m î Ramazan Şeşen v.dğr., Fihrisü mahtûtâti't-tıbbi'l-İslâml fimektebâti Türkiyâ: Türkiye Kütüphaneleri İslâm'ı Tıp Yazmaları (Arapça, Türkçe ve Farsça Katalogu) (ed. Ekmeleddin İhsanoğlu), İstanbul 1 9 8 4 .



Şevkânî,



el-Bedrü't-tâlf



M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, I-II,



el-Bedrü't-tâli', Kahire 1348.



Şevkânî,



Neylü'l-evtâr



M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Neylü'l-evtâr Münteka'l-ahbâr



min ehâdîşi



seyyidi'l-ahyâr,



I-V1II, K a h i r e 1 3 9 1 / 1 9 7 1 .



Târîhu'l-edeb



Şevki Dayf, Târîhu'l-edebi'l-'Arabî, 1-V1, Kahire, ts. (Dârü'l-maârif).



IV-XII (trc. Kâmil Miras), Ankara 1970.



TED İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1 9 7 0 -



Tehzîbü'l-luğa



WO



WZKM



(nşr. Abdüsselâm



Kahire 1384-87/1964-67. Temîmî,



Taşköprizâde. Miftâhu's-sacâde Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi. Miftâhu's-sa'ade ue mişbâh u 's-siyâde (nşr. Abdülvehhâb E b ü ' n - N û r Kâmil Kâmil Bekrî), I-III, Kahire 1968.



Taşköprizâde,



eş-Şeks'ik



Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi, eş-Şekâ'iku 'n-nu'mâniye fi 'ulemâ'i 'd-devleti 'l-'Oşmâniye (nşr..Ahmed Subhi Furat), İstanbul 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



TCYK



Tİ I-IX,



Yâfiî,



TM



Yahya b. Maîn,



İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Mecmuası, İstanbul 1 9 2 5 -



Yahyâ b. Maîn,



(nşr. A h m e d M. Nûr Seyf),



Ya'kübî,



Belleten



Türkçe Tarih Yazmaları, 1. fas., sy. 1 - 1 0 , İstanbul 1 9 4 3 - 5 1 .



TUBA



TD



Türklük Bilgisi Araştırmaları Journal of Turkish Studies, Harvard 1 9 7 7 -



TD AY



Belleten,



/



Yâküt, M uccem ü 'l-bü Idâ n Yâküt b. Abdullah el-Hamevî, Mu'cemü'l-büldân,l-V,



Ukaylî,



Türk Dünyası



Araştırmaları,



Beyrut 1 9 5 7 .



ed-Dıfafo*



M u h a m m e d b. A m r b. Mûsâ. Kitâbü'd-Du'afâ'i'l-kebîr (nşr. Abdülmu'tî Emin Kal'acî), I-IV, B e y r u t 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .



Belleten



Türk Dili



Araştırmaları



Belleten,



Ankara 1953 -



Târîh



A h m e d b. İshak b. Ca'fer, Târîhu' l-Ya'kübî (nşr. M. Th. Houtsma), I-II, Leiden 1883 Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).



Dergisi,



TDA



et-Târîh



et-Târîh



I-IV, M e k k e 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .



Türk Tarih Kurumu A n k a r a 1937 -



Üniversitesi Fakültesi Tarih 1949-



(Cübûrî)



Abdullah b. Es'ad el-Yâfiî, Mir'âtü 'l-cenân ve 'ibretü'l-yakzân fî ma'rifeti 'z-zamân (nşr. Abdullah M. el-Cübûrî), I-, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 .



Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, İzmir 1 9 8 3 -



İstanbul Kütüphaneleri Tarih-Coğrafya Yazmaları Katalogları!:



İstanbul Edebiyat İstanbul



Mir°âtü'l-cenân



Abdullah b. Es'ad el-Yâfiî, Mir'âJü 'l-cenân ve Hbretü 'l-yakzân fî ma'rifeti mâ yu'teberu 'min haoâdisi'z-zamân, 1-IV, Haydarâbâd 1334-39 Beyrut 1 3 9 0 / 1 9 7 0 .



Mir^âtü'l-eenân



TİD



TTK



Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, Wien 1887 -



Yâfiî,



et-Tabakâtü's-seniyye Takıyyüddin b. Abdülkâdir et-Temîmî, et-Tabakâtü 's-seniyye fî terâcimi'l-Hanefıyye (nşr. Abdülfettâh M. el-Hulv), 1-111 - R i y a d 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



Türâşü'l-insâniyye, Kahire 1971.



el-Muccem



A. J. VVensinck v.dğr., el-Mu'cemü 'l-müfehres li-elfâzi'l-hadîsi'n-nebevî, I-VII, Leiden 1936-69, Vühfehâris (haz. W. Raven - 1 . 1 . Witkam), Leiden 1988.



Die Welt des Orients, G ö t t i n g e n 1949 -



M. Hârûn - M. Ali en-Neccâr), 1-XV,



Ankara üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara 1963 -



Yıllığı



VVensinck,



I-III (trc. A h m e d Naim);



Tehzîbü'l-luğa



TAD



İstanbul 1 9 7 9 -



Şevki Dayf,



Muhtasarı Tercemesi



Ebû Mansûr el-Ezherî,



usûli'ş-şerîla,



I-IV, Kahire, ts.



Tercemesi



ve Şerhi,



(nşr. M. Reşîd Rızâ),



el-İ'tişâm



K a h i r e 1 3 3 2 - > Kahire, ts. (el-Mektebetü't-ticâriyyetü'l-kübrâ).



şerhu



ve'l-mülûk



Ahbârii'l-kııd&t



Vekî,



Tahran 1 3 2 8 - 3 3 hş.



M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî,



Tedrîbü



Devleti'nin Teşkilâtı,



A n k a r a 1965.



Müderris-i Tebrîzî,



Tabakâtü'l-huffâz



Celâleddin es-Süyûtî,



İlmiye



Reyhânetü'l-edeb,\-\W\,



(nşr. Ali M. Ömer),



Tedrîbü'r-râvî



Teşkilâtı



Muhammed Alî-yi



Celâleddin es-Süyûtî,



Süyûtî,



İslam,



İsmail Hakkı Uzunçarşılı,



Tebrîzî, Reyhânetü'l-edeb



Türk Ansiklopedisi,



(Ömer)



im



Uzunçarşılı, İlmiye



Türk Dili, A n k a r a 1951 -



Şarkiyat Mecmuası, A n k a r a - İstanbul 1956 - .



TA



Tabakâtü'l-huffâz



und



Geheimıvissenschaften



TDl.



(nşr. Lecne mine'l-ulemâ'),



Süyûtî,



M. Ullmann, Die Natur L e i d e n 1972.



'l-huffâz



Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .



Ullmann, Die Natur und Geheimıvissenschaften



TDEA



Ullmann, Die



Medizin



M. Ullmann, Die Medizin Leiden 1970.



im



İslam,



Yâküt,



Muccemü'l-üdebâ3



Yâkut b. Abdullah el-Hamevî, Mu'cemü'l-üdebâ': irşâdü'l-erîb (nşr. A h m e d Ferîd Rifâî), I - X X Kahire 1 3 5 5 - 5 7 / 1 9 3 6 - 3 8 Beyrut, ts. (Dâru ihyâi't-türâsi'l-Arabî).



ZDMG



Zehebî,



Zeitschrift der Deutschen Morgenlândischen Gesellschaft, Leipzig / Wiesbaden 1846 -



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, el-'iber



el-cİber



fî haberi



men



ğaber



(nşr. Ebû Hâcer Muhammed Saîd), 1-V, B e y r u t 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .



Zebîdî. cİkd M u h a m m e d Murtazâ ez-Zebîdî, cİkdü 'l-ceuheri 'ş-şem~ırı [M. Tancînüshası fotokopisi), İ S A M Ktp., nr. 4 6 2 2 .



Zehebî, Macrifetü 'l-kurrâ3



(Altıkulaç)



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Ma'rifetü



'l-kurrâ'i'l-kibâr



'ale't-tabakât



ue'l-âşâr



(nşr. Tayyar Altıkulaç), 1-IV,



Zebîdî, İthâfü 'l-aşfiyâ*



İstanbul 1 4 1 6 / 1 9 9 5 .



M. Murtazâ ez-Zebîdî, İthâfü 'l-aşfıyâ' (M. Tancî nüshası fotokopisi), İ S A M Ktp., nr. 4 6 2 2 .



Zehebî,



el-Muğnî



Zehebî, Târîhu'l-Îslâm:



- ...



Muhammed b. A h m e d ez-Zehebî, Târîhu' l-islâm: es-Sîretü 'n-nebeuiyye; a.e.: el-Meğâzî; a.e.: 'Ahdü 'l-Hıılefâ'i'r-râşidin; a.e.: sene... (nşr. Ömer Abdüsselâm T e d m ü r î Beşşâr Avvâd Ma'rûf v.dğr.), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 -



uffâz



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî,



el-Muğnî



Tezkiretü'l-huffâz,



(nşr. Nûreddin Itr),



Haydarâbâd



Hayreddin ez-Ziriklî, el-A'lâm: Kâmüsü terâcim, I-X, Kahire 1 3 7 3 - 7 8 / 1 9 5 4 - 5 9 .



Ziriklî, el-Aclâm



(Fethullah)



Hayreddin ez-Ziriklî, el-A'lâm: Kâmüsü



terâcim



(nşr. Zuheyr Fethullah), 1-VIII, Beyrut ,1984.



Zehebî, Tezkiretü'l-h



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî. fı'd-du'afâ'



Ziriklî, el-A'lâm



1-IV,



1375-77/1955-58.



ZKV Zapiski Kollegii L e n i n g r a d 1926 -



Vostokovedou...,



l-II, H a l e p 1 3 9 1 / 1 9 7 1 .



Zehebî, AHâmü'n-nühelâ*



Zehebî,



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Siyeru



a'lâmi'n-nübelâ'



(nşr.



Zerkeşî, el-Müştebih



M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, el-Müştebih



fı'r-ricâl:



Şuayb el-Arnaût v.dğr.), I-XXİII,



esmâ'ühüm



ue



Beyrut 1 4 0 1 - 1 4 0 5 / 1 9 8 1 - 8 5 .



(nşr. Ali M. el-Bicâvî), K a h i r e 1 9 6 2 .



ensâbühüm



el-Burhân



Bedreddin M u h a m m e d b. Abdullah ez-Zerkeşî, el-Burhân fî'ulûmi'l-Kuf ân (nşr. Muhammed Ebü'l-Fazl), I-IV, Kahire 1376-77/1957-58.



z v o Zapiski Vostochnago Otdyeleniya Imperatorskago Russkago Arkheologicheskago Obshchestua, St. Petersburg.



20. CİLTTE



ABOUSEIF, DORIS BEHRENS,



Dr.



MADDESİ



B A K K A L , ALİ,



B U L U N A N YAZARLAR



Doç.Dr.



ÇETİN, O S M A N ,



Prof.Dr.



SANATTARİHÇİSİ



H A R R A N ÜNİVERSİTESİ



U L U D A Ğ ÜNİVERSİTESİ



MÜNİH / ALMANYA



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



ACAR, H. İBRAHİM,



BAKTIR, MUSTAFA,



Doç.Dr.



ATATÜRK Ü N İ V E R S İ T E S İ



İLAHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



AĞIRAKÇA, AHMET,



BALTACI, A H M E T ,



Prof.Dr.



ÇUBUKÇU, ASRİ,



Prof.Dr.



ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ



Prof.Dr.



ATATÜRK Ü N İ V E R S İ T E S İ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ ÇUHADAR,



Dr.



MUSTAFA,



Dr.



İSTANBUL Ü N İ V E R S İ T E S İ



İLÂHİYATÇI - YAZAR



ERCİYES ÜNİVERSİTESİ



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



KONYA



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ (EMEKLİ)



(EMEKLİ) BARDAKOĞLU, AHMAD, SAYYID MAQBUL,



Prof.Dr.



ALİ,



Prof.Dr.



DALGIN, NİHAT,



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



I S L A M İ C STUDİES I A M I A MILL1A İSLAM 1A N E W D E L H İ / HİNDİSTAN



BAŞARAN,



SELMAN,



Prof.Dr.



DEMİRAYAK,



U L U D A Ğ ÜNİVERSİTESİ AKPINAR,



İSLÂM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ BAYRAKDAR, AKYÜZ, ALİ,



Doç.Dr.



MEHMET,



DEMİRCİ, MEHMET,



Prof.Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ BENLİ, M E H M E T ALPER, Ö M E R



MAHİR,



DİZER, M U A M M E R ,



SAMİ,



KANDİLLİ R A S A T H A N E S İ



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



D E P R E M A R A Ş T I R M A L A R I ENSTİTÜSÜ



İSLÂM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ



(MERHUM) BİÇER, R A M A Z A N ,



Dr.



SAKARYA ÜNİVERSİTESİ



Dr.



DURMUŞ,



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



TÜRKİYE DİYANET VAKFI



H. Y U N U S ,



Dr.



TÜRKİYE DİYANET VAKFI



Prof.Dr.



DURUSOY,



İSLÂM A R A Ş T İ R M A L A R İ M E R K E Z İ



-



Y.Doç.Dr.



NAHİDE,



Doç.



Dr. EBÜ'l-ECFÂN,



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



M U H A M M E D



el-HÂDÎ,



CÂMİATÜ ÜMMİ'1-KURÂ KÜLLlYETÜ'ş-ŞERÎA



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ CALERO-SECALL, ÂŞÛR, SAÎD ABDÜLFETTÂH,



Prof.Dr.



ISABEL,



MEKKE / SUUDİ ARABİSTAN



Dr.



FACULTAD D E F I L O S O F I A ER, R A H M İ ,



LETRAS U N I V E R S I D A D D E M A L A Ğ A



CÂMİATÜ'l-KÂHİRE



Doç.Dr.



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ



M A L A C A / İSPANYA



KÜLLİYYETÜ'1-ÂDÂB



DİL ve TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ



KAHİRE/MISIR CEBECİOĞLU, ATEŞ, ALİ O S M A N ,



Doç.Dr.



Ç U K U R O V A ÜNİVERSİTESİ



ETHEM,



Doç.Dr. ERGİN, ALİ ŞAKİR,



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ



Dr.



GAZİ ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



GAZİ EĞİTİM FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ el-CELYEND, M U H A M M E D AVCI, CASİM,



Y.Doç.Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ BOZKURT,



EMİN,



ALİ,



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ ÂŞIKKUTLU,



Doç.Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ BİRIŞIK, A B D Ü L H A M İ T ,



E R C İ Y E S ÜNİVERSİTESİ



İSMAİL,



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



İSLÂM A R A Ş T I R M A L A R I M E R K E Z İ APAYDIN,



Prof.Dr.



B O Ğ A Z İ Ç İ ÜNİVERSİTESİ,



İSTANBUL Ü N İ V E R S İ T E S İ



Dr.



TÜRKİYE DİYANET VAKFİ



ALTI KULAÇ, TAYYAR,



Prof.Dr.



D O K U Z E Y L Ü L ÜNİVERSİTESİ



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



Doç.Dr.



FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ



(MERHUM)



TÜRKİYE DİYANET VAKFI



KENAN,



ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



CEMİL



Dr.



O N D O K U Z MAYIS Ü N İ V E R S İ T E S İ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



Z A K I R H1NSTITUTE O F



SEYYİD,



Prof.



(EMEKLİ)



CÂMİATÜ'l-KÂHİRE



Dr.



T Ü R K İ Y E DİYANET VAKFI



KÜLLİYYETÜ DÂRİ'İ-ULÛM



İSLÂM ARAŞTİRMALARİ MERKEZİ



KAHİRE/MISIR



AYDIN, MUSTAFA,



Dr.



İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ M İ M A R L I K FAKÜLTESİ



CERAN,



Dr.



ERKAN, MUSTAFA,



İSMAİL,



TÜRK MÛSİKİSİ DEVLET KONSERVATUVARI



Dr.



ARAŞTIRMACI - YAZAR



P R O F İ L O A N A D O L U TEKNİK LİSESİ



İSTANBUL



İSTANBUL



E R O Ğ L U , ALİ,



Doç.Dr.



ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ



AYDINLI, ABDULLAH,



Prof.Dr



ÇAĞRICI, MUSTAFA,



Prof.Dr.



S A K A R Y A ÜNİVERSİTESİ



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ FAYDA, MUSTAFA,



Prof.Dr.



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



AYKAÇ, MEHMET,



Dr.



ÇELEBİ, İLYAS,



Doç.Dr.



ARAŞTIRMACI - YAZAR



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



ANKARA



İLAHİYAT FAKÜLTESİ



FAZLIOĞLU,



İHSAN,



Dr.



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ



A Y T E K İ N , ARİF,



Dr.



ÇELEBİ, M U H A R R E M ,



Prof.Dr.



İLÂHİYATÇI - YAZAR



D O K U Z E Y L Ü L ÜNİVERSİTESİ



İSTANBUL



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



AZAMAT, NİHAT,



Dr.



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ



BAHADIROĞLU,



MUSTAFA



ÇETİN, ATİLLA,



Prof.Dr.



SAKARYA ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇETİN, MUSTAFA,



Prof.Dr.



FİĞLALI, E T H E M



RUHİ,



Prof.Dr.



M U Ğ L A ÜNİVERSİTESİ R E K T Ö R Ü GÖRGÜN, TAHSİN,



Dr.



TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLÂM A R A Ş T I R M A L A R I M E R K E Z İ GÜNAY,



H. M E H M E T ,



Y.Doç.Dr.



İLÂHİYATÇI - YAZAR



S Ü L E Y M A N D E M İ R E L ÜNİVERSİTESİ



SAKARYA ÜNİVERSİTESİ



BURSA



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



Dr.



GÜNEL,



FUAT



K A R A D A Ş , C A Ğ FER,



MÜFTÜOĞLU,



Dr.



FERRUH,



Prof.Dr.



TRAKYA ÜNİVERSİTESİ



U L U D A Ğ ÜNİVERSİTESİ



İSTANBUL TEKNİK Ü N İ V E R S İ T E S İ



FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İNŞAAT FAKÜLTESİ



G Ü N E R , A H M E T , Y.



KARLIĞA,



Doç.Dr.



H. B E K İ R ,



ÖĞÜT, SALİM,



Prof.Dr.



Doç.Dr.



D O K U Z E Y L Ü L ÜNİVERSİTESİ



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



GAZİ ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



Ç O R U M İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



GÜRBÜZER,



KAVAS, AHMET,



İBRAHİM



ÖKTEN, SADETTİN,



Dr.



Prof.Dr.



S E L Ç U K ÜNİVERSİTESİ



TÜRKİYE D İ Y A N E T VAKFI



M İ M A R S İ N A N ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İSLÂM A R A Ş T I R M A L A R I M E R K E Z İ



M İ M A R L I K FAKÜLTESİ



HACCÂR, SÜHÂ



KAYA, MAHMUT,



ABBÛD,



Prof.Dr.



ÖZ, MUSTAFA,



Prof.Dr.



FACULTAD DE F I L O L O G I A



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



UNIVERSIDAD DE SALAMANCA



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



S A L A M A N C A / İSPANYA KILIÇ, HULÛSİ, HALÎFÂT, SAHBÂN,



Prof.Dr.



el-CÂMlATÜ'l-ÜRDÜNİYYE



Prof.Dr.



ÖZAYDIN, ABDÜLKERİM,



DİCLE ÜNİVERSİTESİ



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



Prof.Dr.



KÜLLİYYETÜ'1-ÂDÂB KILIÇ, M. EROL,



AMMAN / ÜRDÜN



Doç.Dr.



ÖZBALIKÇI, M . REŞİT,



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ HAREKÂT,



İBRAHİM,



Doç.Dr.



D O K U Z E Y L Ü L ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



CÂMİATÜ M U H A M M E D el-HÂMİS K1RB1Y1K,



KÜLLİYYETÜ'l-ÂDÂB



Prof.Dr.



KIRCA, CELAL,



IUSTUS-LIEB1G-UNIVERS1TÂT



İBRAHİM,



Prof.Dr.



KOCA,



Dr.



FERHAT,



ÖZEN,



İSLÂM A R A Ş T İ R M A L A R İ M E R K E Z İ



HIREYSÂT, ABDÜLKADİR,



İSLÂM A R A Ş T İ R M A L A R İ M E R K E Z İ



Doç.Dr.



KOCH, Y O L A N D A Prof.



Dr.



Doç.Dr.



TÜRKİYE DİYANET VAKFI



TÜRKİYE D İ Y A N E T VAKFİ



İSLÂM A R A Ş T I R M A L A R I M E R K E Z İ



Doç.Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ ÖZEL, AHMET,



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



TÜRKİYE DİYANET VAKFİ



MEHMET,



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ



ERCİYES ÜNİVERSİTESİ



INSTITUT FOR O R I E N T A L I S T I K GIEBEN / ALMANYA



M U H A M M E D



ÖZDEMİR,



İSLÂM A R A Ş T I R M A L A R I M E R K E Z İ



HARTMANN, ANGELIKA,



HATİBOĞLU,



KASİM



TÜRKİYE DİYANET VAKFİ



RABAT / FAS



MORENO,



ŞÜKRÜ,



Dr.



TÜRKİYE DİYANET VAKFİ İSLÂM A R A Ş T I R M A L A R I M E R K E Z İ



Dr.



DEPARTAMENTO DE ESTUDİOS ARABES



ÖZERVARLI,



M . SAİT,



Doç.Dr.



FACULTAD D E F I L O L O G I A



TÜRKİYE DİYANET VAKFI



ei-CÂMİATÜ'l-ÜRDÜNİYYE



UNIVERSIDAD COMPULTENSE



İSLÂM A R A Ş T I R M A L A R I M E R K E Z İ



KÜLLİYYETÜ'l-ÂDÂB



MADRİD/İSPANYA



AMMAN / ÜRDÜN



ÖZKES, KOÇAK,



HİZMETLİ, SABRİ,



Prof.Dr.



İNCİ,



İSTANBUL



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ



DİL ve T A R İ H - C O Ğ R A F Y A FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



POLAT, SELAHATTİN, KOÇKUZU, ALİ OSMAN,



IRWING, T H O M A S



B„



Prof..Dr.



Prof.Dr.



Prof.Dr.



ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



S E L Ç U K ÜNİVERSİTESİ



UNIVERS1TY of T E N N E S S E E



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



(EMEKLİ)



RAZÛK, M U H A M M E D ,



K N O X V I L L E / A M E R İ K A BİRLEŞİK DEVLETLERİ IŞIK, M U S T A F A ,



Dr.



KOZAK,



İBRAHİM



EROL,



Prof.Dr.



Dr.



CÂMİATÜ'İ-HASAN es-SÂNÎ



SAKARYA ÜNİVERSİTESİ



KÜLLİYYETÜ'l-ÂDÂB



İKTİSADİ ve İDARÎ B İ L İ M L E R FAKÜLTESİ



ve'l-ULÛMİ'l-İNSÂNİYYE DÂRÜLBEYZÂ/FAS



M . G E R M İ R L İ İ M A M HATİP LİSESİ KÖSE, SAFFET,



KAYSERİ İZGİ, CEVAT,



İHSAN



İLÂHİYATÇI - Y A Z A R



Prof.Dr.



Dr.



Doç.Dr.



S E L Ç U K ÜNİVERSİTESİ



RODRIGUEZ,



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



MIGUEL A N G E L



K U C U R , S A D İ S.,



M E R K E Z İ (IRCICA)



Y.Doç.Dr.



Dr.



U N I V E R S I D A D DE S A L A M A N C A



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



(MERHUM)



MANZANO,



FACULTAD D E F I L O L O G I A



İSLÂM TARİH. SANAT ve KÜLTÜR A R A Ş T İ R M A



S A L A M A N C A / İSPANYA



FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ KABÂVE,



FAHREDDİN



SADGROVE, KURNAZ, CEMAL,



CÂMİATÜ H A L E B



Prof.Dr.



PHILIP CHARLES,



Dr.



DEPARTMENT OF M I D D L E EASTERN STUDİES



KÜLLİYYETÜ'l-ÂDÂB ve'l-ULÛMİ'l-İNSÂNiYYE



GAZİ Ü N İ V E R S İ T E S İ



THE UNIVERSITY O F M A N C H E S T E R



HALEP/SURİYE



GAZI EĞİTİM FAKÜLTESİ



M A N C H E S T E R / İNGİLTERE



KÂHYA,



ESİN,



KURTULUŞ,



Prof.Dr.



DİL ve T A R İ H - C O Ğ R A F Y A FAKÜLTESİ KALLEK, CENGİZ,



Dr.



HALİL İBRAHİM,



Prof.Dr.



S Ü L E Y M A N D E M İ R E L ÜNİVERSİTESİ



Dr.



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İSLÂM A R A Ş T I R M A L A R I M E R K E Z İ M. YAŞAR,



SAKALLI, TALAT,



İSLÂM A R A Ş T I R M A L A R I M E R K E Z İ KUTLAY,



TÜRKİYE DİYANET VAKFI



KANDEMİR,



RIZA



TÜRKİYE D İ Y A N E T VAKFİ



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



e s - S A K K Â R , SÂMÎ, Prof.



Dr.



CÂMİATÜ'l-MELİK S U Û D KÜLLİYYETÜ'l-ÂDÂB



KUTLUER, İLHAN,



Prof.Dr.



Doç.Dr.



R İ Y A D / S U U D İ ARABİSTAN



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



SAKLAN,



BİLAL,



Prof.Dr.



S E L Ç U K ÜNİVERSİTESİ



(EMEKLİ)



LEAMAN,



OLIVER,



Prof.Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



L I V E R P O O L l O H N M O O R E S UNIVERSITY KARA, MUSTAFA,



Prof.Dr.



DEPARTMENT O F EDUCATİON



U L U D A Ğ ÜNİVERSİTESİ



L I V E R P O O L / İNGİLTERE



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ NASUHİ



ÜNAL,



U L U D A Ğ ÜNİVERSİTESİ



Prof.Dr.



Doç.Dr.



ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



SARI, M E H M E T



ALİ,



Dr.



TÜRKİYE DİYANET VAKFİ İSLÂM A R A Ş T İ R M A L A R İ M E R K E Z İ



M U R Â D , SAÎD, KARACABEY, SALİH,



Prof.Dr.



K A R A D E N İ Z TEKNİK Ü N İ V E R S İ T E S İ R İ Z E İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



MADAZLI, AHMET, KARAARSLAN,



S A N D I K Ç I , S. K E M A L ,



Y.Doç.Dr.



Dr.



CÂMİATÜ Ü M M İ ' l - K U R Â



SARMIŞ, İBRAHİM,



Prof.Dr.



U L U D A Ğ ÜNİVERSİTESİ



MA'HEDÜ'l-BUHÛSİ'l-İLMİYYE



S E L Ç U K ÜNİVERSİTESİ



İLAHİYAT FAKÜLTESİ



MEKKE / SUUDİ ARABİSTAN



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



SERİN, MUHİTTİN,



TOPALOĞLU,



Prof.Dr.



NURİ,



Doç.Dr.



YANIK,



NEVZAT



H„



Y.Doç.Dr:



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



D O K U Z E Y L Ü L ÜNİVERSİTESİ



ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ



SERİNSU, A H M E T



NEDİM,



TOPRAK,



Doç.Dr.



M. FARUK,



Y.Doç.Dr.



Y A R D I M , ALİ,



Prof.Dr.



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ



D O K U Z EYLÜL ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



DİL ve T A R İ H - C O Ğ R A F Y A FAKÜLTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



SEVİM, ALİ,



TORRES-PALOMO



Prof.Dr.



TÜRK TARİH K U R U M U SEYYİD, E Y M E N



FUÂD,



MARIA-PAZ,



Dr



YAŞAROĞLU,



KÂMİL,



Dr.



DEPARTMENTO DE ESTUDIOS ARABES



TÜRKİYE DİYANET VAKFI



FACULTAD D E F I L O S O F I A Y LETRAS



İSLÂM ARAŞTİRMALARİ MERKEZİ



UN1VERSIDAD DE M A L A Ğ A



Dr.



DÂRÜ'l-KÜTÜB ve'i-VESÂİKİ'l-KAVMİYYE



YAVAŞ, D O Ğ A N



MALAĞA /İSPANYA



/ M .A.



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ



KAHİRE/MISIR TURABİ, A H M E T es-SEYYİD, SEYYİD M U H A M M E D ,



Dr.



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



HAKKI



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ YAVUZ, MEHMET,



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



CÂMİATÛ ASYÛT



Dr.



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ



KÜLLİYYETÜ'1-ÂDÂB TURAL,



S Û H Â C / MISIR



HÜSEYİN,



Prof.Dr.



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



S Ü T Ç Ü İ M A M ÜNİVERSİTESİ SİFİL,



YAVUZ, YUSUF ŞEVKİ,



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



EBUBEKİR



Prof.Dr.



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



ARAŞT1RMACI-YAZAR TURAN, ABDÜLBAKİ,



ANKARA



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



Prof.Dr.



D İ C L E ÜNİVERSİTESİ S Ö N M E Z , M E H M E T ALİ,



Prof.Dr.



YAZICI, H Ü S E Y İ N ,



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



Doç.Dr.



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ



U L U D A Ğ ÜNİVERSİTESİ TÜCCAR, ZÜLFİKAR,



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



Y.Doç.Dr.



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ŞENEL,



YAZICI, TAHSİN,



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



ABDÜLKADİR



İSLÂM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ



TÜLÜCÜ, SÜLEYMAN,



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



Prof.Dr.



(EMEKLİ)



ATATÜRK Ü N İ V E R S İ T E S İ ŞEŞEN, RAMAZAN,



Prof.Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ YETİK, ERHAN,



M İ M A R S İ N A N ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ



el-UBÛDÎ, CÂSİM,



Y.Doç.Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



UNİVERSIDAD C O M P L U T E N S E DE M A D R İ D YILDIRIM, AHMET,



M A D R İ D / İSPANYA



GAZİ ÜNİVERSİTESİ



Y.Doç.Dr.



S Ü L E Y M A N D E M İ R E L ÜNİVERSİTESİ



GAZİ EĞİTİM FAKÜLTESİ ULUÇAM, TÂZÎ, ABDÜLHÂDÎ,



Doç.Dr.



O N D O K U Z MAYIS ÜNİVERSİTESİ



Dr.



INSTITUTO D E I D I O M A S TATC1, M U S T A F A ,



Prof.Dr.



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ



TÜRKİYE DİYANET VAKFI



MÜJDAT,



Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



TÜRKİYE D İ Y A N E T VAKFI



Dr.



CÂMİATÜ M U H A M M E D el-HÂMİS



YILDIZ, KEMAL,



İSLÂM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ USLU,



RABAT/FAS



Dr.



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



e l - M A ' H E D Ü ' l - C Â M İ Î li'l-BAHSİ'l-İLMÎ RECEP,



S O S Y A L B İ L İ M L E R ENSTİTÜSÜ



Dr.



T Ü R K İ Y E D İ Y A N E T VAKFI TERZİOĞLU, ARSLAN,



Prof.Dr.



YILDIZ, MUSA,



İSLÂM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ UYAR, M A Z L U M ,



TIP FAKÜLTESİ



Dr.



GAZİ ÜNİVERSİTESİ



İ S T A N B U L ÜNİVERSİTESİ



GAZİ EĞİTİM FAKÜLTESİ



Y.Doç.Dr.



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ TOKMAK,



A. NACİ,



Prof.Dr.



YİĞİT, İSMAİL,



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ Ü N A L , İ. H A K K I ,



EDEBİYAT FAKÜLTESİ



Prof.Dr.



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



İ S T A N B U L ÜNİVERSİTESİ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



Doç.Dr.



A N K A R A ÜNİVERSİTESİ TOKSARI, ALİ,



Prof.Dr.



YURDAGÜR,



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ VIGUERA-MOLINS



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



METİN,



Prof.Dr.



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



E R C İ Y E S ÜNİVERSİTESİ MARIA-IESUS,



Dr.



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



D E P A R T A M E N T O DE E S T U D I O S A R A B E S TOMAR,



FACULTAD D E F İ L O L O G [A



CENGİZ,



M A R M A R A ÜNİVERSİTESİ



UNİVERSIDAD COMPULTENSE



ATATÜRK EĞİTİM FAKÜLTESİ



MADRİD/İSPANYA



TOPALOĞLU, AYDIN,



Dr.



YAMAN, AHMET,



Y.Doç.Dr.



YÜCEL, AHMET,



Y.Doç.Dr.



M A R M A R A Ü N İVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ YÜKSEL, AZMİ,



Prof.Dr.



TÜRKİYE DİYANET VAKFI



S E L Ç U K ÜNİVERSİTESİ



GAZİ ÜNİVERSİTESİ



İSLÂM A R A Ş T İ R M A L A R İ M E R K E Z İ



İLÂHİYAT FAKÜLTESİ



GAZİ EĞİTİM FAKÜLTESİ



İBN HALDÛN



Ekonomi ve Toplum İlişkisi. İbn Haldun



iyi bir şekilde incelenmesi şarttır. İnsanı,



nel olarak ekonomik gelişme üzerindeki



insanın varlığını devam ettirebilmesi için



toplumları, toplumsal olayları ve insanlık



etkilerini incelerken öte yandan iktisadî



toplu halde yaşamak mecburiyetinde ol-



tarihini iktisadî yapıdan soyutlayarak ele



faaliyet tarzları v e yaşama biçimlerinin



duğunu, en basit ve ilkel düzeyde de olsa



almak mümkün değildir (a.e., I, 302).



kişiler üzerindeki psikolojik etkileri ve on-



ihtiyaçlarını tek başına karşılayamacağı-



İbn Haldûn iktisadî yapının sosyal ha-



ların karakterlerinde yaptığı değişiklikleri



nı belirtir. Bu sebeple başkalarının üret-



diseler üzerindeki etkilerinin bu derece



ele almıştır. Onun, diğer birçok konuda



tiği mal ve hizmetleri satın almak, buna



önemli olduğunu daha önce kendisi kadar



olduğu gibi burada da iktisadî faaliyet-



mukabil başkalarının ihtiyaç duyduğu mal



açık biçimde ortaya koyan bir düşünür



lerle psikolojik yapılar ve kişilik özellikleri



v e hizmetleri üretmek mecburiyetinde-



bulunmadığını dile getirir. Ona g ö r e bu



arasındaki münasebeti tek yönlü olarak



dir. İktisadî faaliyet göstermek insanı hay-



konuyla ilgili daha önce yazılanlar hedef-



değil karşılıklı ilişki v e etkileşim içinde



vanlardan ayıran bir özelliktir. Çok defa



lerine ulaşamamış, meseleleri açık şekil-



ele aldığı görülmektedir. Ucuz alıp pahalı



insan, çevresindeki şeyleri ihtiyacını kar-



de ortaya koyamamıştır (a.e., 1,90-91,96).



satmaya çalışma şeklinde özetlenebilecek



şılayabilmesi için bir üretim sürecinden



İktisadî faaliyetleri ve iktisadî gelişme se-



bir ticaretin, kaba çıkar ilişkilerine dayalı



geçirmek zorundadır; bu onun vazgeçe-



viyesini ifade e t m e k için İbn Haldûn'un



bir geçim ve hayat tarzının kişinin karak-



meyeceği en temel, zorunlu v e tabii işi-



"ümran" ve "imar" tabirlerini kullandığı



teri ve ahlâkı üzerinde olumsuz etkiler ya-



dir. Bundan dolayı İbn Haldun eserlerin-



görülmektedir. Geçmişte yaşamış v e ha-



pacağına, şehirlerden uzakta siyasî oto-



de iktisatla, geçim v e kazanç yollarıyla il-



len mevcut bulunan bütün kavimlerin her



ritenin zulmü ve ağır vergi baskısı altın-



gili konulara diğerlerinden önce yer verir



birinin devlet ve yurtların idaresinde ken-



da yaşayan çiftçilerin de asabiyet duygu-



v e bunun sebebini, zorunlu olanın kemal



dilerine mahsus durumları, kuralları, si-



ları zayıf, zavallı ve miskin bir şahsiyet ya-



için gerekli olandan daha önce geldiği fik-



yasetleri, sanayileri, ayrı ayrı dilleri, te-



pısı gösterdiklerine işaret e t m e k t e d i r



riyle açıklar (Mukaddimece.



rimleri ve kendi cinslerinden fertlerle ara-



(a.e., I, 361-362; II, 352-353, 355-358, 364-



Ugan], 1,97-



104, 139,472:11,441).



larında ortak olan özellikleri ve dünyayı



366). Diğer taraftan zanaatlarla uğraş-



İbn Haldûn, iktisadî faaliyetlere böyle



imar tarzları vardır (a.e., I, 67). Burada



manın insan mizacı ve ferdî kabiliyetlerin



temel bir yer vermesinin yanında bu faa-



geçen "sanayi" ve "dünyayı imar tarzı" ta-



gelişmesi üzerindeki etkileri üzerinde de



liyetin Allah'ın emri olduğuna işaret et-



birlerinden incelenen toplumlara ait eko-



durur. İlim v e zanaatlarla uğraşmak aklî



mekte v e bu görüşünü, "Rızkınızı arayı-



nomik yapıyı, üretim tekniklerini ve üre-



yetenekleri geliştirmektedir. Her ne ka-



nız" meâlindeki âyetle (el-Ankebût 29/17)



tim ilişkilerini anlamak mümkündür.



dar iklim ve coğrafî şartların insanların



desteklemektedir. Ayrıca ona göre etra-



İbn Haldun, insanların bir araya gelerek



fına serilen bu nimetlerden faydalanabil-



cemiyetler halinde yaşamalarına yol açan



mesi için gerekli güç, kuvvet, akıl gibi im-



iki faktörden birinin iktisadî, diğerinin



kânları insanoğluna bahşeden Allah, çift-



emniyetle ilgili hususlar olduğunu ileri sü-



çilik v e diğer temel zanaatlarla ilgili ana



rer. İhtiyaç duydukları mal ve hizmetleri,



bilgi v e hünerleri de peygamberleri vası-



asgari ölçüler içinde de olsa bir araya ge-



tasıyla öğretmiştir. Böylece iktisadî faa-



lerek yardımlaştıkları takdirde karşılaya-



liyet bir yönüyle mukaddes v e mübarek



bilmeleri, ayrıca bu şekilde iş bölümüne



bir nitelik kazanmış olmaktadır (a.e., II,



gittikleri zaman ürettikleri mal miktarı-



mizaçları üzerinde farklı tesirleri olabilirse de esas itibariyle aklî seviye ve teknik hünerin yaratılış farkıyla ilgisi yoktur. Entelektüel ve teknik alanlarda gelişmişlik seviyesi bu alanlar üzerinde yoğunlaşmakla ilgili olarak az yahut çoktur (a.e., II, 448-452). İbn Haldûn, çeşitli ilim dalları ve meslekleri ele alırken aynı noktaya işaret e t m e k t e ve zanaatların, özellikle yazı, matematik ve bunlarla uğraşmanın



322, 327). Bir kimsenin değerinin çalışa-



nın tek tek üretmelerine kıyasla çok da-



rak ortaya koyduğu eserlerle, sahip oldu-



ha fazla olması insanları toplu halde ya-



ğu hüner v e zanaatla ölçüleceğini söyle-



şamaya zorlayan faktörlerin ilkidir. Diğer



yen İbn Haldûn bu hususta Hz. Ali'nin şu



faktör ise bir araya gelerek dış düşman-



sözünü nakleder: "Kişinin değeri güzel



lara v e içeride birbirlerinin tecavüzlerine



bir şekilde yapabileceği iş ile ölçülür" (a.e.,



karşı bir başkanın otoritesi altında ken-



II, 375). İbn Haldûn'a g ö r e insanların v e



dilerini koruma ihtiyacıdır. Bu yaklaşım



toplumların içinde bulundukları hallerin



içerisinde sosyal olaylarla ilgili görüşlerini



farklılığı ve çeşitliliği, onların geçim tarz-



açıklamaya iktisadî faaliyetlere dair konu-



larının v e uğraştıkları iktisadî faaliyetle-



lara öncelik vererek başlamaktadır. İkti-



rin çeşitli olmasından ileri gelir. Şu halde



sadî faaliyetler içinde de önce tarımı v e



Toplumların içtimaî ve siyasî yapılarını



insanı v e insanlık tarihini, toplumlarla



göçebeliği incelemekte, daha sonra di-



onların geçim tarzları, öncelikle de göçe-



devletlerin gelişmesine ve yıkılmasına yol



ğer faaliyet dalları üzerinde durmaktadır



be veya yerleşik bir hayat yaşamalarıyla



açan faktörleri gereğince anlayabilmek



(a.e., I, 67, 97-99).



akıl v e zekâyı geliştirmesini ayrı bir başlık altında incelemektedir. Bir yandan zanaatlarla yazı ve matematik gibi aklî ilimlerdeki ilerlemeler insanın düşünce kabiliyetini geliştirirken öte yandan bunun sonucu olarak insanlar zanaatları ve ilimleri daha da geliştirmekte, böylece medeniyet aşamalar kaydetmektedir (a.e., II, 438-440).



açıklaması, ayrıca göçebeleri sığır-davar



için iktisadî faaliyet şekillerinin, üretim



İbn Haldûn, bir yandan psikolojik kişi-



v e deveyle geçinenler şeklinde ikiye ayıra-



ilişkilerinin, genel olarak iktisadî yapının



sel faktörlerin iktisadî faaliyetler v e ge-



rak incelemesi ve bunların üretim tarz1



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN larındaki değişikliklerin sosyal yapıda yol



caklarından bahseder. Meşrû ve tabii yol-



hükümdarlarının dini üzeredir" darbıme-



açtığı farklılıklar üzerinde durması, İbn



lardan geçimlerini sağlamaktan âciz ol-



selini örnek verir (a.e., 1, 68, 76; II, 103, 316).



Haldun'un iktisadî yapının temeldeki be-



maları yanında kolay ve bol para kazan-



lirleyici rolüne işaret eden görüşleri ara-



ma arzusunun insanları meşrû olmayan



sındadır. Öte yandan nesep asabiyeti gi-



kazanç yollarına ittiğini söyler. İnsanları,



bi bir üst yapı müessesesinin çöllerde di-



ucuz alıp pahalı satma yoluyla kârlarını



ğer kabilelerle karışmadan kendi baş-



arttırmaya ve başkalarıyla rekabet, on-



larına yaşadıklarından Araplar arasında



lara üstün gelme gibi kaba çıkar ilişkileri



güçlü olduğunu söylemesi, onların çöller-



içinde bulunmaya zorladığından dolayı



de göçebe halinde yaşamalarının ise ge-



ticaretin bu işle uğraşanların ahlâkını if-



çim şartlarının darlığının şehirlere yerleş-



sat edici tesirleri üzerinde önemle durur.



melerine elvermemesinden kaynaklandı-



Bu ise İbn Haldûn'un ahlâkî değerleri ik-



ğını ifade etmesi aynı yönde değerlendi-



tisadın üstünde tuttuğunun açık bir işa-



rilebilir. Yine din, ahlâk, karakter gibi üst



retidir (a.e., II, 297, 329, 333, 357-358, 364-



yapı kurumlarının iktisadî strüktür ile gö-



365; III, 139-140).



çebe veya yerleşik hayat tarzının yakın ilgisini ortaya koyan, zorunlu ihtiyaç fazlası ürün miktarı arttıkça, yani iktisadî faaliyetlerin gelişip çeşitlenmesi sonucu üretim, bolluk ve refah seviyesi yükseldikçe ahlâkî duyguların zayıfladığını, hatta devletlerin yıkımını dahi bu iktisadî şartların hazırladığını ileri süren görüşleri iktisadî yapının belirleyiciliğine atfettiği önemin göstergeleridir (a.e., I, 98, 302,



Farklı kurumlar v e yapılar arasındaki ilişkiyi çok yönlü v e karşılıklı olarak diyalektik bir süreç içinde ele alma İbn Haldûn'un düşüncesinde çok sık rastlanan bir durumdur. Asabiyetle ekonomik yapı arasında kurduğu ilişki de bu yöndedir. Çöllerdeki göçebe yaşayış şeklinin asabiyeti ayakta tuttuğuna dair görüşleri yanında İbn Haldûn'un başka bir yerde bu ilişkiyi tamamen tersinden alarak ortaya koyduğu görülmektedir. Nesep esasına dayalı asabiyete önem verip vermeme du-



Servet sahibi olmanın siyasî gücü ele



rumunun o kavim ve toplulukların yaşa-



geçirmeyi değil siyasî gücü elde bulun-



yış tarzlarını etkilediğinden bahseder.



durmanın servet sahibi olmayı kolaylaş-



Ona göre Arap olmayan kavimler, genel-



tırdığını ileri süren İbn Haldûn siyasî gü-



likle neseplerinin korunmasına ve başka



cü ele geçirmede kuvvet ve kudrete, asa-



kavimlerin nesepleriyle karışmamasına



biyete iktisadî faktörlerin önünde bir yer



fazla önem vermedikleri ve neseplerinin



verir. Ayrıca halk nezdinde şerefli, itibarlı



saflığıyla övünmedikleri için bunların bü-



sayılmanın da servet sahibi olmayı kolay-



yük bir kısmı köylerde, şehirlerde yerle-



laştırdığı üzerinde durur. Öte yandan çı-



şik bir hayat yaşar. Buna karşılık nesil v e



kar sağlamak için rütbe ve makam sahip-



neseplerinin saflığına büyük önem veren



lerine yaltaklanma, dalkavukluk yapma,



Araplar, nesep esasına dayalı asabiyetle-



İktisat, Ahlâk ve Siyaset İlişkisi. Yuka-



aşağılanmaya katlanma gibi kişilik özel-



rini güçlü tutmak amacıyla çöllerde göçe-



rıdaki görüşleri yanında İbn Haldûn'un,



likleriyle ilgili metaekonomik faktörlerin



be olarak yaşamayı tercih eder ve nesille-



üst yapı kurumlarının a l t y a p ı (iktisadî



de bu kimselerin servet sahibi olmalarını



rinin saflığının bozulması endişesiyle şe-



strüktür) üzerindeki etkilerine işaret eden



kolaylaştırdığını ileri sürerek insanı ve



hirlere yerleşmekten sakınırlar. Kendi za-



görüşleri de önemli bir yer tutar. Onun



insanlık tarihini kavramaya yönelik dü-



manında A f r i k a v e Mağrib ülkelerinde



genelde dinî ve ahlâkî değerlere en üstte



şünce sistemine, tek yönlü ve monist yak-



şehirlerin ve diğer yerleşme merkezleri-



bir yer verdiği kolayca anlaşılmaktadır.



laşımların ötesinde bir zenginlik getirir.



nin az bulunuşunun sebebini de o m e m -



İktisadî yapının mânevî değerleri etkile-



Böylece sosyal olayları açıklamada psiko-



leketler halkının hemen tamamını hür



diğini ifade etmekteyse de bu çatışmada



lojik boyutlara da yer v e r m e k t e , bunun



yaşamak isteyen serbest ruhlu göçebele-



ahlâkî ve dinî değerleri üstün tuttuğun-



taşıdığı ö n e m e işaret etmektedir. Hz.



rin oluşturması gibi metaekonomik fak-



dan, söz konusu değerlerin iktisadî ge-



Peygamber'in bir hadisinden hareketle



törlerle açıkladığı görülmektedir (a.e., II, 262).



326; II, 85, 249, 262-296).



reklere g ö r e değişmesini değil iktisadî



kişinin iyi veya kötü bir ahlâkî ortam v e



yapının, iktisadî ilişkilerin v e iktisadî zih-



telkinle karşılaşmasına ve edindiği alış-



niyetin bu değerlere g ö r e düzenlenme-



kanlıklara g ö r e onda iyilik veya kötülü-



sini uygun bulmaktadır. Ona göre iktisa-



ğün bir mizaç halini alacağını söyler; ay-



dî yapı üretim, tüketim ve üstün ahlâkî -



rıca bunun göçebe ve yerleşik hayatla il-



dinî esaslara uygun olarak itidal, kast,



gili toplumsal sonuçları üzerinde durur



meşruluk, tabiilik ölçüleri içinde israfa



(a.e., I, 315; II, 309 vd„ 341 vd„ 346-349,



sapılmadan yönlendirilmelidir. İnsan ih-



352).



Emek Kavramı. İbn Haldûn'a göre her türlü kazanç ve mal ancak emek sarfederek elde edilebilir. İnsanın tabii kaynaklardan, tabiatta kendi kendine yetişen nimetlerden istifade edebilmesi, onları kendi mülkiyetine geçirebilmesi için mutlaka emek sarfetmesi gerekir. Bütün zen-



tiyaçlarını tabîî v e sunî olmak üzere ikiye



İbn Haldûn'un, iktisadî yapıyla içtimaî



ginlikler o ülkedeki üretken insanların



ayırır v e bunların mutedil, tabîî bir sınır-



siyasî olaylar arasındaki ilişkiyi t e k yönlü



emeklerinin, çalışmalarının sonucundan



da tutulmasını, ekonominin de buna gö-



değil çok yönlü ve karşılıklı olarak düşün-



başka bir şey değildir. Esas itibariyle in-



re şekillendirilmesini savunur. Bir kazan-



düğünün bir işareti de onun siyasî otori-



san için çalışmaktan başka bir geçim v e



cın, iktisadî faaliyetin meşrûluğunun öl-



teye, hükümdara verdiği yerdir. Toplum-



kazanç yolu yoktur. Zanaatlarda, ham



çüsü olarak onunla ilgili İslâmî hükümle-



ların taşıdığı özelliklerin, hallerin farklılık-



maddenin işlenerek mâmul v e yarı mâ-



ri esas alır. Ayrıca bir alışverişin tarafların



lanndaki en önemli sebeplerinden birinin



mul hale getirilmesinde emeğin yeri v e



rızâsına dayanması gerektiğini, böyle ol-



onların iktisadî yapıları olduğunu belirt-



önemi açık olarak görülür; hayvancılık, ta-



mayan kazançların hayırsız olacağını be-



tikten hemen sonra toplumların âdet ve



rım v e madencilik gibi tabiatla iç içe bu-



yan eder (a.e., I, 511, 518, 525; II, 263-



müesseselerindeki değişik yanları meyda-



lunan üretim dallarında da emeğin yeri



264, 297-299, 328, 360-361). İnsanların,



na getiren sebeplerden birinin de devle-



vardır. Aslında üretilen her değer tabiatla



ekonomik strüktürün değil alışkanlık v e



tin, hükümdarın (üstyapı kurumlarının)



insan emeğinin bir araya gelmesinin so-



tutkularının kölesi haline geleceklerinden,



benimsediği ve aşıladığı zihniyet, politika



nucudur. Ancak çok defa bu husus göz-



bunlar tarafından şartlandırılacakların-



v e değerler olduğunu ifade eder v e İslâm



den kaçırılarak bu unsurlardan biri ön



dan v e bir nevi yabancılaşmaya uğraya-



kaynaklarında sıkça tekrarlanan, "Halk



plana çıkarılıp diğeri ihmal edilir; meselâ



2



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN ticarette kazancın tamamının sermayeye



tinde başkalarını çalıştıran kişiler tembel-



daha çok birinci yolla elde edilmektedir



atfedilmesi doğru değildir, emeğin payı-



lik ve uyuşukluğa gömülmekte, öte yan-



(a.e., I, 99, 361-362; II, 58-60,286-287, 327,



nı da ihmal e t m e m e k gerekir. Hububat



dan böyle verimsiz işlerde çalışan kişilerin



352-353, 361-362).



üretiminde, özellikle verimli topraklarda



daha üretken alanlarda çalışmaları en-



v e fazla emek harcanmadan tarım yapı-



gellenmektedir- herkesin, toplumları ik-



lan yerlerde de emeğin üretimdeki yeri-



tisadî bunalımlara v e yıkıma sürükleyen



nin ihmal edildiği görülmektedir. Çünkü



bu çeşit davranışlardan uzak durması ge-



medeniyetin, mâmurluğun, refahın kay-



rekir (a.e., II, 328-329, 375).



nağı emek, çalışma ve üretimdir.



Geçim ve Kazanç Yollan, a) Ziraat. İbn



Diğer birçok görüşü gibi İbn Haldun'un ziraatla ilgili görüşleri de birbirinden çok farklı değerlendirmelere konu olmuştur. Fritz Neumark onun köy hayatına taraftar olduğunu, iktisadî faaliyet dalları için tesbit ettiği m e r t e b e silsilesi arasında



İbn Haldûn, fizikî olarak kendisinden



Haldûn'a göre geçim ve kazanç yollarının



ziraata, sanayi ve ticarete nazaran çok da-



çok daha güçlü hayvanlar karşısında sa-



başında ziraat gelir. Çünkü zaruri ihtiyaç-



ha üstün bir yer verdiğini ileri sürmekte-



vunmasız v e çaresiz olan insanoğlunun,



ları karşılayan faaliyet dalları diğerlerine



dir. Zakir Kadiri Ugan, Tolstoy'daki köylü-



hayat mücadelesinde ancak sahip oldu-



kıyasla öncelik taşır. Çiftçilik geçim yolla-



yü v e köy hayatını öven düşüncelere Mu-



ğu iki kabiliyeti kullanarak kendini koru-



rının en eskisi, en basiti ve tabiata en uy-



kaddime'de



yabileceği ve hatta diğer canlılara üstün



gunudur. Diğer geçim ve kazanç yolları,



rek iki düşünür arasında bu bakımdan



gelebileceğini söylemektedir; bunlardan



zanaatlar daha sonra gelişmiştir ve çift-



bir benzerlik bulunduğunu ileri sürer.



biri akıl ve düşünme kabiliyeti, diğeri de



çilik gibi basit değil daha karmaşıktır. Mu-



Öte yandan bazı araştırmacılar, İbn Hal-



eldir. Düşünce kabiliyetiyle birleşen el za-



ayyen bir bilgi seviyesini, tecrübeyi ge-



dûn'un ziraatla v e çiftçilerle ilgili görüş-



naatlardaki maharetin kaynağıdır. İnsan-



rektiren bu hüner ve zanaatlar daha çok



lerinin Ortaçağ'da yaygın olan çiftçiyi ve



ların çeşitli üretim faaliyetlerindeki etkin-



yerleşik hayata, şehir halkına ait iş ve



onun ürettiği mahsulleri hafife alma te-



liklerini arttıran üretim araçlarını ve in-



mesleklerdir; şehir hayatı ise göçebelik-



mayülünün bir sonucu olduğunu ve bu



de rastlandığını ifade ede-



sanlara hayvanlarla baş edebilme imkânı



ten sonra gelir. Şehirlerde yaşayan kişi-



yaklaşım içerisinde tamamıyla haksız ba-



veren silâhlan yapan da aynı eldir. Diğer



lerin genellikle ziraatla meşgul olmadık-



zı değerlendirmelerde bulunduğunu söy-



taraftan elin yanında yalnız emeğin değil



larını, şehir dışında yaşayan "akılları za-



lerler (Neumark, I, 54; Ülken, s. 197). İbn



yine onun düşünce ve kültürle birlikte



yıf. bedenleri kuvvetli" kimselerin bu işle



Haldun'un ziraata ilişkin görüş v e değer-



oluşturduğu bir başka unsurun, el ve ka-



uğraştığını ifade ettikten sonra ziraatı



lendirmelerini yaşadığı devirdeki sosyal



fanın birikmiş ürünü olan aletin önemini



kazanç vasıtası yapanların zelil ve miskin



v e ekonomik şartlardan soyutlayarak ele



de vurgulamaktadır. İnsanın yeryüzünde



bir duruma düşeceklerini söylemektedir.



almak doğru olmaz. Bir yandan ziraatla



canlı kalabilmesi, hem üretimde hem sa-



Bunun sebebi, ziraatla uğraşanların ida-



uğraşanların genellikle tarih boyunca mâ-



vunmada kullanılan bu araçların yine el



reci sınıflarca ağır vergilere tâbi tutula-



ruz kaldıkları baskı v e zulüm şartlarına



v e kafanın ortak eseri olarak ortaya ko-



rak ezilmesi, sömürülmesidir. İbn Haldûn,



işaret ederken bir yandan da kendi dev-



nulmasına bağlıdır. İnsan bu alet ve araç-



bununla asabiyet arasında bir ilişki kura-



rindeki özel tarihî, siyasî, içtimaî şartla-



ları yardımlaşma ve iş bölümünün verdiği



rak asabiyetini kaybetmeyen hiçbir kav-



rın da etkisiyle bu konuda, belki diğer



imkânla üretmemiş olsaydı ne yaşamak



min bu ağır vergi şartlarına katlanıp zi-



zamanlarda çok aşırı sayılabilecek bazı



için gerekli ihtiyaçlarını karşılayabilir, ne



raatla meşgul olmaya yanaşmayacağını,



genellemelere gitmiştir. Nitekim o devir-



de kendinden daha güçlü hayvanların sal-



bu kadar ağır sömürü ve zillete katlan-



de Endülüs'teki müslümanların, hıristi-



dırısı karşısında sağ kalabilirdi. İbn Hal-



maya mecbur olanların da asabiyetlerini



yanların baskısıyla verimli toprakları ter-



dûn'a g ö r e insanı hayvanlardan ayıran



yitireceklerinden bir daha kendilerini ko-



ketmek ve sarp yerlerde ziraat yapmak



özelliklerden biri de bu şekilde alet v e



lay kolay toparlayamayacaklarını ifade



zorunda kaldıklarını zikretmektedir (Mu-



araç yaparak fizik gücünü ve emeğinin



eder.



etkinliğini arttırabilmesidir (a.e., 1,101103; II, 83,319-324,441). Çalışmanın ekonomik yönden insanoğlunun varlığını sürdürebilmesi için önemi ve gerekliliği üzerinde durması yanında emek vermenin, kendi işini bizzat görmenin ahlâkî, terbiyevî yönlerini de önemle vurgulamaktadır. Ona g ö r e geniş v e tekellüflü bir hayata, bolluk v e refah şartlarının oluşturduğu alışkanlıklara kapılanların ç o ğ u , kendilerini özel iş ve hizmetlerini görmekten dahi münezzeh sayarak başkalarını kullanmaya başlarlar ki bu durum o hizm e t l e r d e çalışan kişiler kadar hizmetçi kullanan kişiler açısından da yozlaşma, yabancılaşma ve dejenerasyon belirtisidir. Bu gayri tabii uygulama insan tabiatında bulunan mertlik vasfıyla bağdaşmaz, âcizlik ifadesidir. Masrafları da arttırdığından -çünkü bir yandan özel hizme-



Öte yandan topraktan, ziraî faaliyetlerden elde edilen gelirler hiçbir zaman sahiplerine lüks ve müreffeh bir hayat yaşatacak kadar yüksek olamaz. Genellikle, toprak sahibi olanlar buradan elde edecekleri gelirlerle bolluk ve zenginliğe kavuşmayı değil herhangi bir felâket v e bunalım durumunda ailelerinin sığınabilecekleri, sınırlı da olsa bir gelir temin ederek hayatlarını sürdürebilecekleri bir maişet kaynağını el altında bulundurmayı hedef alırlar. Ancak ellerindeki mülklerin zamanla kıymet kazanmasıyla bu kişiler servet v e refaha kavuşabilir. Bu durumda da yöneticilerin, sultanların bu servetlere g ö z koyarak onları g a s b e t m e veya



kaddime, II, 278-279). Şartların iyi olduğu dönemlerdeki İslâm düşünürlerinin ziraî faaliyetler ve ziraatla uğraşanlar hakkında böyle karamsar ve kötümser görüşler ileri sürmedikleri görülmektedir. Şüphesiz bunda ziraatı, halkın v e askerlerin ihtiyaçlarını karşılaması ve d e v l e t e gelir sağlaması yönüyle sınırlı bir çerçevede ele alan birçok İslâm düşünüründen farklı olarak İbn Haldûn'un, her türlü iktisadî faaliyet v e üretim tarzlarının diğer alanlardaki etkileri üzerinde durmasının v e bu yolla sosyal hadiselerin mantığını, kanunlarını yakalayarak insanlık tarihinin akışını izah e t m e şeklinde çok daha geniş bir açıdan meseleye yaklaşmasının da payı vardır.



ucuz fiyatla satmaya zorlama yollarına



İbn Haldûn'un fikirleri bir bütün olarak



başvurmaları her zaman mümkündür.



değerlendirildiğinde onun ziraatı v e köy-



Büyük s e r v e t v e gelirler ya siyasî gücün



lüyü küçümsemediğini, belki küçümse-



kullanılması ya da ticaret yoluyla, fakat



niş sebeplerini açıklamaya çalıştığını söy3



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN lemek daha doğru olur. Kendi devrinde



tığı zaman o ülkede insanların ihtiyaçları



İbn Haldûn ticaretin ve tüccarların ni-



ziraatın ve çiftçilerin içinde bulunduğu



gittikçe incelir, çeşitlenir; buna uygun



çin daha çok ikinci tipin özelliklerini taşı-



durumu objektif bir olgu olarak ortaya



olarak da sayılamayacak derecede mes-



dıkları, yani spekülasyona dönük faaliyet-



koymasını, onun bu durumu tasvip etti-



lek ve zanaatlar ortaya çıkar (a.e., II, 368,



lere meylettikleri konusunda da şöyle bir



ği şeklinde değerlendirmek isabetli olma-



370-371, 380-383,432). İbn Haldûn'un, ik-



izah getirir: Genelde ticaret, "mal v e eş-



sa gerektir. Aksine ziraata konulan aşırı



tisadî faaliyet kolları içinde zanaatlara



yayı ucuza almak v e yüksek fiyatla sat-



vergilerin iktisadî gelişmeyi azalttığını,



medeniyetin gelişmesinin gerçek bir öl-



mak ve bu şekilde kâr temin etmek" şek-



üretimi düşürdüğünü v e o beldedeki mâ-



çüsü olarak en önemli yeri vermesi, şüp-



linde tarif edilebilir. Bunun için tâcir, ya



murluğu yok ettiğini belirtmektedir. Sah-



hesiz onun emeğin iktisadî hayattaki ye-



satın aldığı malı ambarlarında saklayarak



ralarda ve köylerde yaşayanların ve sade-



ri ve önemini kavraması ile yakından ilgi-



fiyatların yükselmesini bekleyecek ve fi-



ce ziraatla uğraşanların şehirlerde yaşa-



lidir. Ona göre fizik olarak üretim hadise-



yatlar yükselince satışa çıkaracak yahut



yanlara muhtaç ve bağımlı oldukları, bun-



sinin, bir değer yaratılmasının iki kaynağı



da bu malları arandığı ve kıt olduğu yer-



lar arasındaki alışverişte daima şehirlile-



vardır: Tabiat ve emek. Tabiat temel, aslî,



lere götürerek oralarda satacaktır. Fakat



rin kârlı çıktıkları hususundaki görüşleri



f a k a t pasif bir unsur olmasına r a ğ m e n



bu ikinci yolla yapılacak alışverişten elde



(a.e., I, 389-391), ilk bakışta ziraatın ve



e m e k üretim sürecinde, dolayısıyla top-



edilecek kâr sermayeye nisbet edildiğin-



köylünün önemini küçümseyen bir değer-



lumların iktisadî gelişmesinde en aktif



de birinciye kıyasla azdır; ayrıca büyük



lendirme gibi gözükse de bu hükümlerin



v e stratejik unsurdur.



zahmetlere, risklere katlanmayı gerekti-



haksız olmakla birlikte bir gerçeği dile getirdiği inkâr edilemez.



c) T i c a r e t . Meşrû v e tabii kazanç yolları arasında saymasına rağmen İbn Hal-



b) Zanaat. İbn Haldun geçim v e kazanç



dûn, ticaret ve ticaret yoluyla elde edilen



yolları arasında zanaatlara, o toplumun



kazançlar konusunda ciddi bazı tereddüt-



medenî seviyesini g ö s t e r e n önemli bir



ler taşımaktadır. Ona g ö r e bazı ticaret-



ölçü olarak özel bir yer vermektedir. İn-



ler, kâr elde e t m e k üzere alım ve satım



sanoğlunun ilk v e temel ihtiyaçlarını kar-



kıymetleri arasındaki farkı düşünmeyi ve



şılamada ziraatın v a z g e ç i l m e z bir yeri



hilelere başvurmayı icap ettirdiğinden



varsa da bu ihtiyaçlar belirli bir seviyede



kumar kabilinden bir iştir. Fakat kumar-



karşılandıktan sonra gelişmenin, bayın-



da olduğu gibi karşılıksız olarak başkası-



dırlığın g e r ç e k g ö s t e r g e s i zanaatlardır.



nın mal ve parası alınmadığı ve onda akıl



Bir ülkede tarım dışı sektörler ne kadar



v e nazar işleri hâkim olduğu için İslâm



gelişir, çeşitlenir, üretim ne kadar artar-



dini alışverişi meşrû bir kazanç yolu say-



sa o beldede mâmurluk, refah ve zengin-



mıştır. Bu meşruiyet fikri onu iki türlü



lik de o nisbette artar (a.e., I, 38; II, 369-



ticaret olduğu sonucuna götürmüştür.



371). İbn Haldun, çeşitli zanaat dallarını



Kendisi, bir malı üretildiği yerden tüke-



sıralarken o zanaat dalının insan ihtiyaç-



ticilerin ihtiyaç duyduğu yerlere götüren,



larını karşılamadaki yerini v e önemini öl-



bu arada çeşitli zorluklara, risklere kat-



çü alır v e hangi iktisadî faaliyet kolu in-



lanmak durumunda kalan, kısacası hem



sanların daha âcil v e zaruri ihtiyaçlarını



üreticiler hem tüketiciler için üretilen



karşılıyorsa o meslek v e faaliyete diğer-



mallardan istifadeyi yaygınlaştıran tüc-



lerinden önce yer verir. Çünkü düşünüre



carı v e ticareti methettiği ve meşrû-ta-



göre zaruri olan şey kemal ifade eden nes-



bii kazanç yolları arasında zikrettiği halde



neden önce gelir. Bu yaklaşım içerisinde



emek harcama ve malların faydasını art-



zanaatları üç kısımda inceler. 1. İnsanın



tırma unsurlarından bağımsız, ihtikâra,



yaşaması için zaruri olan meslekler: Ter-



spekülasyona, hile ve aldatmacaya dönük



zilik, kasaplık, dokumacılık, marangozluk,



olan ticaret ve tüccarları kötülemekte, bu



demircilik gibi. 2. İnsanın daha üst sevi-



nevi ticareti, uğraşanların ahlâkını ifsat



yedeki ihtiyaçlarına cevap veren ilim, sa-



eden kumar gibi bir iş olarak değerlendir-



nat ve siyasetle ilgili hüner ve meslekler:



mektedir. Mukaddimede



yer alan, tica-



Kâğıtçılık, ciltçilik, mugannîlik, şairlik gibi.



ret ve tüccarlarla ilgili mütereddit ve çe-



3. Askerlik. Bu zanaatlar içinde önce in-



lişkili gibi görünen ifadeler, bu iki çeşit



sanların en çok ihtiyaç duydukları dallar,



ticaret v e tüccarı birbirinden ayırt etme-



daha sonra da ihtiyaçların ve medeniye-



nin çok güç olmasından v e insanların çı-



tin tekâmülüne göre diğer dallar gelişir.



karlarına düşkünlükleri, zaafları dolayı-



Meselâ yapı zanaatı yerleşik hayatın ilk



sıyla ticaretin daha çok ikinci tipin özel-



dönemlerinde başlamıştır ve zanaatların



liklerini taşıma eğilimi göstermesinden



en eskisidir. Buna karşılık müzisyenlik,



ileri gelmiş olsa gerektir. Yaşadığı devirde



şarkıcılık gibi zanaatlar daha sonra, sos-



ticaretin ve tüccarların bu ikinci tipe ait



yal v e m e d e n î hayatın gelişmiş olduğu



özellikleri baskın olduğundan bu meslekle



bölgelerde v e şehir ahalisi arasında yayı-



uğraşmanın genellikle insanı ahlâkî yön-



lır. Bir ülkede üretim zaruri ihtiyaçları kar-



den zaafa ittiğini, kötü tüccarın iyi tüc-



şılamanın çok üstünde bir seviyeye ulaş-



carı piyasadan sürdüğünü ifade eder.



4



rir. İnsan mizacında bulunan kısa zamanda çok para kazanma hırsı ticaretle uğraşanları daha çok spekülasyona dönük faaliyetlere meylettirir; bunun için de ticaret kumar kabilinden şâibeli bir meşgale haline dönüşür. Tâcirlerin alışverişlerinde başvurdukları bir başka yolun da vadeli satış yaparak malı daha pahalıya satmak ve bu yolla kâr temin e t m e k olduğunu ifade eder. Ancak bu şekilde peşin ve vadeli satışlar arasındaki farkın İslâmî açıdan faiz sayılıp sayılmayacağı gibi tartışmalı bir konu üzerinde nedense hiç durmaz. Vadeli satarak daha fazla kâr sağlamanın meşrû olmadığına dair bir g ö r ü ş b e l i r t m e d i ğ i n e g ö r e bunda bir mahzur görmüyor gibidir. Bu yaklaşımı sebebiyle İbn Haldûn, ticaretin meşrû ve ahlâkî bir iktisadî faaliyet haline dönüşmesi hususunda oldukça karamsar bulunmakla beraber yine de tüccarlara ilginç bazı tavsiyelerde bulunur. Satmak için başka şehir ve ülkelere mal götüren tüccar, bu kadar zahmete v e tehlikelere katlandıktan sonra elindeki malı satamayarak zarar etmek veya az kâr e t m e k istemiyorsa satmak üzere götüreceği malların miktar, cins v e kalitesini rastgele tesbit etmeyip bazı rasyonel esaslara göre hareket etmeli ve daha önce bir piyasa araştırması yapmalıdır. Çünkü bazı mal ve eşyayı belli sınıf v e zümreler talep eder. Her çeşit malın kaliteli v e pahalısını zenginler v e devlet adamları satın alır. Bunların sayısı ise az olduğundan akıllı bir tâcir halkın her tabakasının satın alabileceği ortak kalitede, harcıâlem mallardan çok götürmelidir ki elindeki mallar satılsın. "Rızık, kanaat, kader, tevekkül" gibi mefhumların genellikle iktisadî gelişme için yanlış anlam v e uygulamalar kazandığı, her türlü kişisel bilgisizlik v e hatalardan ileri gelen sonuçların,



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN "Nasip bu kadarmış, takdir böyieymiş"



ta temel bir yer verdiği anlaşılmaktadır.



hükümdarların cimrilikten, hazinede çok



denerek geçiştirildiği Ortaçağ iktisadî zih-



Devletin sağladığı güvenlik ve adalet or-



para bulundurma hırsından kurtulmala-



niyet dünyasında İbn Haldûn'un bu yak-



tamı her şeyin, bu arada iktisadî hayatın



rını, israfa kaçmamak kaydıyla harcama-



laşımı son derece önemlidir.



da temelini oluşturur. "Adalet mülkün te-



larda cömert olmalarını tavsiye e t m e k -



Öte yandan İbn Haldûn cüret ve cesa-



melidir" felsefesi ve adaleti devletin sağ-



tedir. Devletin ve halkın ekonomik duru-



reti ticaretin belli başlı şartları arasında



layacağı düşüncesi, İbn Haldûn'un da te-



munu, harcamalarında cimri davranan



sayarak, "Tâcirin husumete kadir, hesap



mel hareket noktasını oluşturmaktadır.



bir devlet politikası kadar çabuk bozan



v e kitapta mâhir olması gerekir" der. An-



Onun iktisadî hayatta devletin yeriyle il-



başka bir şey olmadığı görüşündedir. An-



cak bu görüşleriyle onun Ortaçağ'da yay-



gili olarak ortaya koyduğu düşünceleri



cak yaptığı harcamalarla ekonomik faali-



gın kabadayı, zorba, maceraperest tüc-



içinde en orijinal ve dikkat çekici olanı,



yetleri canlı tutan bir devlet politikasıyla



car tipini özendirdiği zannedilmemelidir.



devlet harcamalarının toplam talep için-



nimet ve servetler devamlı olur; böyle bir



Onun tüccarda bulunmasını şart koştu-



deki ağırlığı ve bu harcamaların iktisadî



politika sonucu devletin vergi gelirleri de



ğu bu özellikler, başkalarının haklarına te-



faaliyetleri, üretimi hızlandırıcı fonksiyon-



artar.



cavüz maksadıyla değil müdafaa amacıy-



larına dair görüşleridir. İbn Haldûn'a gö-



la kullanılacak özelliklerdir. Eğer bir tüc-



re devlet toplumdaki en büyük harcama



carda bu özellikler yoksa hiç olmazsa bir



gücünü oluşturur. Bu sebeple iktisadî



siyasî güce dayanması lâzımdır ki serve-



hayatın ve üretimin gelişmesinde devlet



tini başkalarının saldırısından koruyabil-



harcamaları teşvik edici, yönlendirici bir



sin. Tüccarda aradığı cesaretli olma vas-



unsur olarak v a z g e ç i l m e z bir yer işgal



fından rasyonel ölçüler içinde riske kat-



eder. Ancak devlet harcamalarının yönel-



lanan, durgun ve tutuk değil dinamik ve



diği, gelirlerini hazineden sağlayan dev-



atak olan bir müteşebbis tipini kastettiği



let görevlilerinin rağbet gösterdiği mal-



anlaşılmaktadır. Nitekim iktisadî hayat-



ların üretimine ilişkin zanaatlar gelişme



ta arz-talep kanununun ve riske katlan-



imkânı bulabilir. Devlet harcamaları eko-



ma unsurunun önemine işaret ederek



nomide bu kadar önemli bir yer tuttu-



tüccarları daha uzak şehir ve diyarlara



ğundan herhangi bir şekilde devletin ge-



sefer yapmaya teşvik eder (a.e., I, 368; II,



lirlerinde bir azalma olur ve harcamaları



354-359, 364-366).



kısılırsa bu durum sadece devleti ve dev-



İbn Haldûn'un tüccarlara tavsiye ettiği rasyonalist tavır, kapitalizm öncesi kapitalistik ekonomik faaliyetlerle kapitalist işletmeler arasındaki sınırı oluşturması bakımından da önem taşımaktadır. Max VVeber'e göre kapitaiistik sektör v e faaliyetlerin kapitalist bir sosyoekonomik formasyona yol açması için bu faaliyetin hiç olmazsa bir ölçüde rasyonel olması, ilkel v e kaba taslak da olsa parayla ifade edilen bir sermaye hesabı yapılması gerekir. Şüphesiz kapitalist zihniyet sadece rasyonel, planlayıcı özelliklerden ibaret değildir. Diğer bazı özelliklerin, meselâ aşırı mücadele, rekabet, "bir keşiş gibi bütün ömrünü hırsla kâr p e ş i n d e harcayış" (Rodinson, s. 205) gibi tavır v e zihniyetlerin İbn Haldûn'un öngördüğü tüccar tipinde bulunmadığı açıktır. Genel düşünce çizgisi itibariyle onun sosyal hadiseleri kişiler arası ilişkileri mücadeleci, çatışmacı değil iş birliği, dayanışma esasına dayalı bir yaklaşımla değerlendirdiği görülmektedir. Öte yandan İbn Haldûn, kendinden asırlarca sonra gelen merkantilistlerin aksine zenginliğin kaynağının altın, gümüş, para ve ticaret değil emeğin ü r e t t i ğ i şeyler v e zanaatlar olduğunu açıkça ortaya koymaktadır (Issawi, s. 15;



letten maaş alanları güç durumda bırakmaz, bütün ekonomiyi ve üreticileri de olumsuz yönde etkiler. Devletin ve devletten maaş alanların harcamaları piyasadaki talebin önemli bir kısmını oluşturduğu için bunlarda meydana gelecek bir daralma toplam talebi hemen etkileyecek ve piyasada durgunluk baş gösterecektir. İbn Haldûn, devlet harcamalarının iktisadî hayatı canlandırmasını akarsuların etraflarına hayat vermesine benzetir. Nasıl ki sudan uzaklaştıkça bitkilerin hayatı sönükleşirse devlet merkezlerinden uzakta bulunan ve devlet harcamalarının teşvik ve desteğinden mahrum kalan iktisadî faaliyetler de durgunlaşmaya ve gerilemeye başlar. İbn Haldûn paraların hazinede toplanması ve biriktirilmesine karşı olup bu durumun ekonomik faaliyetleri daraltacağı, üretimi azaltacağı ve sonunda bütün halkı ve devleti iktisadî bakımdan zayıf duruma düşüreceği kanaatindedir. Gerek



Devlete içtimaî ve iktisadî alanda bu derece geniş görev ve sorumluluklar yüklemesine r a ğ m e n İbn Haldûn, devletin bizzat iktisadî faaliyette bulunarak ticaret ve tarımla meşgul olmasına karşı çıkmakta ve bu karşı çıkışını başlıca iki sebeple açıklamaktadır. Bir defa devlet, elindeki büyük maddî imkânları ve siyasî gücünü kullanarak diğer tüccar ve çiftçilere karşı haksız rekabette bulunmuş olur. Bu rekabete dayanamayan tüccar ve çiftçiler iktisadî faaliyetten çekilmek zorunda kalabilirler. Bu rekabet, ticaret ve çiftçilikle uğraşarak yurdu imar edenlerin haklarına bir tecavüz teşkil eder, halktaki çalışma, üretme şevkini kırar; sonunda iktisadî hayat çıkmaza girer ve yıkıma doğru gider. Ayrıca devletin ticaretle uğraşması eşya fiyatlarının yükselmesine yol açar. Sonunda bu işten devlet de zararlı çıkar. Çünkü iktisadî faaliyetlerin gerilemesi sebebiyle devletin uğradığı vergi kaybı, bizzat iktisadî faaliyetlerde bulunarak kazanacağı paradan daha fazla olacaktır. Öte yandan devletin siyasî gücüne bir de iktisadî gücün eklenmesi otoriter uygulamalara yol açar ve ferdî hak ve hürriyetler için bir tehlike oluşturur. Devlet v e idareciler çiftçilik yapmaya başlarsa bir süre sonra siyasî güçlerini kullanarak fiyatların serbestçe oluşmasını engeller; halkı kendi tesbit ettikleri fiyatlardan mal almaya ve istedikleri fiyattan mal satmaya zorlarlar. Bu uygulamalar halkın iktisadî durumunu altüst eder, zulüm v e haksızlığa yol açar. Sonunda vergi gelirleri de azalır (Mukaddime,ü,



63-67, 74-75, 126-



128, 289-291, 376).



halkın gerek devletin zenginliğinin hazi-



İbn Haldûn, siyasî baskı v e zulmün in-



nedeki paraların halkın durumunu düzel-



sanlardaki iktisadî faaliyette bulunma ar-



tici sosyal harcamalarda kullanılması, üre-



zusunu körelterek iktisadî gelişmeyi en-



tim faaliyetlerini canlı tutacak v e teşvik



gellediği görüşündedir. Kişilerle siyasî oto-



edecek, yurdu imar edecek bir harcama



rite arasındaki ilişkinin, genel sosyal ve



politikası ile artacağını söylemektedir. Ona



siyasî şartların f e r t üzerindeki etkisinin,



göre servet saklanarak değil harcanarak



diğer bir ifade ile iktisadî kalkınmada fer-



Devlet ve İktisat. İbn Haldûn'un devle-



artar. İbn Haldûn, hem iktisadî sonuçları



dî v e psikolojik faktörlerin önemini şöyle



t e v e onun fonksiyonlarına iktisadî hayat-



bakımından hem de ahlâkî düşüncelerle



ortaya koyar: Devletin ilk kuruluş dönem-



Desomogy, II (1965], s. 4-5).



5



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN (erinde yöneticilerle halkı birbirlerine bağlayan bağlar, ortak ideal ve değerler çok güçlüdür. Hükümdar ve diğer yöneticiler halkın hak ve özgürlüklerine karşı saygılıdır; onlara zulmetmezler. Böylece halkın çalışma, başarma şevk ve arzusu artar. Bu dönemlerde bir iktisadî faaliyette bulunma arzusu, kalkınma heyecanı, teşebbüs ruhu bütün halkı ve ülkeyi sarar; bütün üretici güçler, kaynaklar kalkınmanın hizmetine sunulur. Zamanla yöneticiler lüks ve israfa sapıp masrafları arttıkça halka karşı sert davranmaya başlarlar. Bu çeşit zulüm ve ağır vergilerden özellikle tarımla uğraşanlar zarar görür. Devlet mal ve mülklere el koyar, ağır vergiler halkı perişan eder. İnsanlık onuruyla bağdaşmayan bu şartlar kişileri zelil ve miskin bir duruma düşürür; onlardaki çalışma ve kazanma azmini azaltır veya yok eder. Halk çalışmayı bırakır, tarlalar ekilmez olur, ülke içtimaî, siyasî ve iktisadî yıkıma gider. Başka bir kavim tarafından istilâ edilen ülkelerde de aynı durum gözlenir. Psikolojik yıkıma uğrayan bu insanlar sadece çalışma ve kazanma azimlerini yitirmekle kalmazlar, yaşama sevinçlerini de kaybedebilirler. İbn Haldûn bu arada, Araplar tarafından ülkeleri fethedilen İranlılar'ın maddî bakımdan zulme uğradıklarından değil içinde bulundukları psikolojik şartlar sebebiyle kısa zamanda telef olduklarını rakamlar vererek anlatır. Halkın iktisadî bakımdan gayretli, aktif olmasını engelleyen zulmü geniş mânada anlamak gerekir. Halkın mallarına el koyma şeklindeki en kaba zulmün yanında işçinin ücretini eksiltme, herhangi bir şeyi halktan haksız yere talep etme, dinin yüklemediği bir vecîbe ile halkı mükellef kılma, haksız olarak vergi toplama, halkı karşılığını ödemeden bir işte çalıştırma, halkın malını ucuz fiyattan satın alma veya devlete ait malı yüksek fiyatla almaya zorlama vb. hususlar zulümdür; halkın yurdu imar etme emellerini kırar v e yurdun bayındırlığını giderir. Ancak devletin halkın hak v e hürriyetlerine saygılı olmasının iktisadî bakımdan canlı, aktif bir zihniyet ve ruh oluşturması veya uygulanan zulüm ve aşırı vergilerin halkı karamsar, yılgın ve âciz bir hale dönüştürmesi tedricî bir şekilde vuku bulur. İbn Haldûn, teşkilâtlı bir siyasî otoriteye v e başkalarının koyduğu kurallara uymak zorunda kalmanın kişilerde hür ve bağımsız bir şahsiyet yapısının oluşup gelişmesini engellediğini söyler. İnsanlar, sayıları çok az bir idareci zümre tarafın6



dan onların tesbit ettikleri kurallara göre yönetilir. Bu durum yöneticilerin âdil tavırdan uzaklaşmaları ve zulüm, baskı, şiddet yolunu seçtikleri ölçüde kişilerdeki kendine güven ve atılganlık duygularını zayıflatır. Bu kişiler şahsiyetleri ve izzetinefisleri kırık, kendilerini koruma cesaretinden yoksun bir duruma düşmeye başlarlar. Buna karşılık şehirlerden uzakta, kurumlaşmış bir siyasî otoriteye tâbi olmadan yaşayan göçebelerde bu çeşit zaaflar görülmez; onların asabiyet duyguları güçlüdür. İbn Haldûn, siyasî otoriteye ve onun koyduğu kurallara uymanın kişilerin psikolojisi ve şahsiyetleri üzerinde meydana getirdiği kötü etkilerin giderilmesi veya azaltılması için de şu yolu tavsiye eder: Uyması gereken toplum kuralları kişiye öyle sunulmalı ki kişi kendisine dışarıdan telkin edilen kurallara zorla uyduğu, hürriyetini kaybettiği hissine kapılmadan bunları tabii bir süreç içinde kendiliğinden benimsesin; kişilerle kurallar özdeşleşsin ve kişide kendi dışındaki güçlerin güdümüne girme zorunda bırakıldığı hissi uyanmasın. İbn Haldun'a göre göçebelerde toplum kurallarını öğrenm e ve onlara uyma, şehirlerde olduğu gibi ceza tehdidiyle ve zorla değil böyle tabii bir süreç içinde kendiliğinden gerçekleşir; bu sebeple de onların ruh sağlığı daha iyidir. İnsan, sadece maddî ihtiyaçları karşılanmakla tatmin edilecek ve bütün sorunları halledilecek bir varlık olarak görülmemelidir. Bu temel ihtiyaçları karşılansa dahi eğer yaratılışında, tabiatında bulunan özgürlük, bağımsızlık, kendine güven gibi psikolojik ihtiyaçları karşılanmazsa o insanın mutlu ve başarılı olması mümkün değildir. Sırf bu son şartların elverişsizliği bile insanların ruhsal sağlıkları yanında maddî sağlıklarını da etkileyerek hastalanmalarına veya ölmelerine yol açabilir (a.e, 1, 303, 316-320, 376 vd„ 380 vd„ 387; II, 76-80, 102-114, 126-127, 304-305). Servetin Kaynağı. İbn Haldûn'a göre bütün zenginliklerin kaynağı t e m e l d e emek ve üretimdir. Gerçi düşünür emeğin yanında aslî faktör olarak tabiatı da zikreder, ancak tabiat emeğe nazaran pasif bir faktördür. Tabiattaki ham maddelerin işlenerek insan ihtiyaçlarını karşılayacak hale getirilmesinde emek aktif ve en önemli unsurdur. Doğrudan insan ihtiyaçlarını karşılayabilecek tabii kaynaklardan yararlanabilmek için bile insan emeğine ihtiyaç vardır. Şu halde insanların esas itibariyle çalışmaktan başka kazanç yolları yoktur. Bir ülkedeki bütün



zenginlikler o ülkedeki üretken insanların emeklerinin, çalışmalarının sonucudur. Buna karşılık, şahsî zenginliklerin kaynağı emek değildir; daha doğrusu bu tür bir servet kişinin harcadığı emekle orantılı olmamaktadır. İbn Haldûn, insanın emek harcayarak veya herhangi bir yolla elde ettiği gelirden zorunlu ihtiyaçlarını karşıladığı kısma "rızık", bunu aşan ve sermaye birikiminin kaynağını oluşturan kısma da "kazanç" demektedir. İnsanlık ancak zorunlu ihtiyaçlarına yetecek kadar bir üretimde bulunabildiği, iş bölümü ve üretim araçlarının daha fazla üretimi gerçekleştirecek düzeyde olmadığı d ö n e m l e r d e rızık aşamasındadır. Bunun üzerinde bir üretim seviyesine ulaştıklarında insanlar kazanç aşamasına geçmiş oldular. Rızık aşamasından kazanç aşamasına geçiş insanlığın ilerlemesinin ve medeniyetin başlangıcıdır. Bu ihtiyaç fazlası ürün hem gelişmenin, sermaye birikiminin hem de -İbn Haldûn bu adı kullanmamakla beraber- sömürünün kaynağını oluşturur. İbn Haldûn, kişisel planda rızık ve kazanç ayırımını başkalarının artı-ürününü ele geçiren, üretken olmayan sınıfların gelirlerine de uygulamakta, bu gelirlerin onların zorunlu ihtiyaçlarını karşılayan kısmına rızık, bunu aşan kısmına da kazanç adını vermektedir. Rızık kavramı ve onunla ilgili meseleler kelâm ilminin en önemli tartışma konularından birini oluşturmaktadır. İbn Haldûn bu tartışmalara kısaca yer verdikten sonra konuyu zorunlu ihtiyaç fazlası ürünün elde edilmesi, elde edilme yolları, çeşitli sınıfların buna el koyması ve artıürünün medeniyetin gelişmesinde oynadığı rol gibi konulara, yani iktisadî alana kaydırmaktadır (a.e, II, 320-322,452-453). Ayrıca medeniyetin, ilerlemenin temeli olarak ele aldığı rızık aşamasından kazanç aşamasına geçişin nasıl gerçekleştiği üzerinde de durmuştur. Ona göre insanlığın kazanç elde etme aşamasına geçişinde en önemli faktör iş bölümüdür. İş bölümü olmadan insanlar zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak ürünleri bile elde edemezler. Ancak iş bölümü çok düşük ve ilkel bir düzeyde kalırsa insan ihtiyaçları da düşük v e ilkel seviyede karşılanabilir. Zamanla insanlar kalabalık gruplar halinde bir araya gelip şehirler kurmaya başladıkça ve şehirlerin nüfusu arttıkça iş bölümünün gelişmesi imkânları doğmuş, daha ileri araçların da üretimde kullanılması sonucu elde edilen hâsılat zorunlu ihtiyaç sınırını çok aşarak zenginlik düzeyine



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN ulaşmıştır. İş bölümünün i l e r l e m e s i v e



kân sağlarlar. Herkes bu mevki sahibi



olmasının kaynağını şöyle açıklanmakta-



onun bir sonucu olarak kullanılan araçla-



kimselere yaklaşmaya, onlara hizmet ede-



dır: Normal şartlarda bir kişi veya sülâ-



rın giderek geliştirilmesi üretim düzeyi-



rek yanlarında itibar kazanmaya çalışır.



lenin bu kadar büyük miktarda serveti



ni arttırmış, bu durum ihtiyaçların geli-



Daha sonra bunlar da ele geçirdikleri mev-



bir nesilde kazanması mümkün değildir.



şip çeşitlenmesine yol açarak iş bölümü-



kiler aracılığıyla alt derecedeki kimselerin



Bu durumu daha çok siyasî ve iktisadî



nün artmasını teşvik etmiştir. İbn Hal-



emek ve hizmetlerini kendi ihtiyaçlarını



şartlardaki değişikliklerle açıklamak ge-



dun'a göre, gerçekleştirilen üretim dü-



karşılamada kullanırlar. Böylece en üst



rekir. Devletlerin yıkılmaya yüz tuttuğu,



zeyinin kişilerin zorunlu ihtiyaçlarını çok



seviyede bulunan hükümdardan en alt



siyasî durumun karışıklık içinde bulun-



aştığı toplumlarda refah bütün kesimle-



seviyedeki vatandaşa kadar herkes bir



duğu dönemlerde iktisadî hayat da al-



re yayılır. Nüfusu az, iş bölümünün yete-



alttaki sınıf veya sınıflardan kazanç sağ-



tüst olur; mülkler çok ucuz fiyatlarla elden çıkarılır. Böyle dönemlerde bazı kişi-



rince gelişmediği toplumlarda, küçük yer-



lar. Bu yolla elde edilen gelir v e servetler



leşim merkezlerinde v e küçük şehirler-



alttan üste doğru çıktıkça artar ve büyük



ler çok miktarda gayri menkul satın ala-



de halkın üretim düzeyi, dolayısıyla hayat



boyutlara ulaşır (a.e., II, 340-345).



bilirler. Eğer satın aldıkları bu mülkleri o



standardı çok düşüktür. Pek az bir kısmı hariç insanlar buralarda yoksulluk v e sıkıntı içinde yaşarlar. Zengin ve fakir ülkeler arasında halkın hayat standartlarında görülen bu fark o toplumlarda üretim kapasitelerinin halkın üretkenliğinin değişik olmasından ileri gelir. Çünkü her şehir ve bölge ahalisinin masrafları üretimleri nisbetindedir (a.e., II, 268-275, 452453).



İbn Haldûn, siyasî güçle iktisadî güç arasındaki ilişkiyi açıklarken ön plana iktisadî gücü, üretim araçlarına sahip ol-



siyasî karışıklık dönemlerinde kurtarabilirlerse zamanla büyük servet temin etmiş olurlar (a.e., II, 285-287).



mayı değil asabiyet v e siyasî gücü koy-



İbn Haldûn, tehlikeli ve riskli işlere gir-



maktadır, Siyasî gücü elinde tutanlar,



meyi de kısa zamanda servet sahibi olma



üretici sınıfların ürettikleri artı-ürün v e



yollarından biri saymaktadır. Meselâ o



artı-emeğin bir kısmını elde ederek ikti-



devirde, çöllerden geçerek v e türlü teh-



sadî g ü c e de sahip olurlar. Öte yandan



likelere katlanarak Sudan'a mal götüren



esas itibariyle siyasî gücün iktisadî gü-



v e oradan mal getiren tüccarların kısa



cü de ele geçirmeye yol açması üzerinde



zamanda zengin olduklarına işaret eder.



Genel olarak her türlü kazanç v e zen-



durmakla beraber burada da meseleyi



Ona göre biraz da maceracılıkla, şans v e



ginliğin kaynağı e m e ğ i n üretkenliği ol-



t e k yönüyle değil karşılıklı ilişki v e etki-



tesadüfle karışık olan böyle tehlike v e



duğu halde şahsî gelir ve servetin emek



leşim içinde ele almakta, iktisadî gücü



risklere katlanmadan veya ihtikâr, kara-



harcamakla, üretimle bir ilgisi yoktur. Bü-



elinde bulunduranların da siyasî gücü et-



borsacılık gibi gayri meşrû yollara sap-



yük gelir v e servetlere sahip olanlar umu-



kileyebileceklerini kabul etmektedir (a.e.,



madan normal ticarî faaliyetlerle büyük



miyetle üretkenlikten uzak gruplardır.



II, 365-366). Devlet ileri gelenleri, toplum-



servetlerin toplanması mümkün olmaz



Buna karşılık emekleriyle geçinen üreti-



da en üst mevkide bulunmakla ve dolayı-



(a.e., II, 341, 359-360, 365-366). İbn Hal-



ciler ancak hayatlarını sürdürebilecekleri



sıyla üretilen artı-ürünün en büyük kıs-



dûn, ganimet ve mirası da büyük miktar-



kadar bir gelir elde edebilirler. İş bölümü



mını ele geçirmekle beraber onların dışın-



da servetlerin belli kişilerde toplanması



içinde çalışan insanlar, zorunlu ihtiyaçla-



da da çok çeşitli mevki v e derece sahip-



yolları arasında saymaktadır. İlk müslü-



rının çok üstünde bir üretimi gerçekleş-



leri vardır. Halkın kendilerine büyük say-



manlardan bazılarının fetihler sonucu



tirdiklerine g ö r e e ğ e r üretici zümreler



gı v e sevgi beslediği bazı kişiler, özellik-



elde ettikleri büyük servetlerden ayrıntı-



hâlâ asgari geçim düzeyinde yaşamak zo-



le din büyükleri bunlar arasında sayılabi-



lı olarak bahseder. Öte yandan miras yo-



runda kalıyorlarsa o zaman zorunlu ihti-



lir; bu kişilerin toplumdaki itibarlı yerleri



luyla da kişilerin atalarının uzun yıllarda



yaç fazlası ürünün (artı-ürün) nereye git-



kendilerine iktisadî imkânlar sağlar. Halk



biriktirdikleri büyük servetlere sahip ola-



tiği sorusunu İbn Haldûn dolaylı olarak



istekle bunların hizmetine koşar ve işle-



bileceklerini belirtir (a.e., I, 516; II, 287).



da olsa, üretici sınıfların ürettikleri artı-



rini yapar. Halkın bu emekleri de para gi-



ürünleri çeşitli yollarla ele geçiren züm-



bidir. Böylece bu kişiler de malları v e iş-



relere gittiği şeklinde cevaplandırmakta-



leri karşılıksız temin etmiş, çalışmadan,



dır (a.e., II, 343-346). Ona göre üretimin



üretmeden zenginlik v e servete erişmiş



kaynağı e m e k olmakla beraber ferdî ser-



olurlar. Bazı din âlimleri, halkın kendile-



vetin kaynağı emek değil sömürüdür. Bu



rine saygı v e sevgi duyduğu sâlih v e zâ-



bağlamda, emekçilerce üretilen artı -ürü-



hid kimseler bu gruba dahildir. Kendileri



nün hangi sınıflara gittiğine ve bu sınıfla-



çalışıp üretmedikleri, dünya işleriyle ilgi-



rın artı-ürünü ele geçirme (istismar) yol-



lenmedikleri halde bu kişilerin nasıl ser-



larına ilişkin olarak da görüşlerini ayrın-



vet sahibi olduklarına halk şaşar (a.e., II,



tılı biçimde ortaya koyduğu görülür. Üre-



341-342). Tabiatıyla burada söz konusu



tici sınıfların ürettikleri değerlere el ko-



olan, şöhret ve itibarın servete tahvil edil-



yarak geçinen sınıfların başında, toplum-



mesi becerikliliğidir. Esas itibariyle İbn



da siyasî gücü elinde bulunduran hü-



Haldûn, birçok din âliminin düşük kazanç-



kümdar ve diğer devlet yöneticileri gelir.



larla geçinmek zorunda olduğunun far-



Artı -ürünün bir kısmı vergiler yoluyla on-



kındadır.



lardan alınarak devlet hazinesine, oradan da yöneticilere v e diğer devlet görevlilerine aktarılır. Öte yandan bu kişiler, devletin verdiği maaşın yanında sahip oldukları siyasî gücü kullanarak da iktisadî im-



Şahsî servetin kaynağını bütün toplumu sarsan bir istismar ağı ile açıklarken İbn Haldûn, aslında gelir dağılımındaki dengesizlik v e adaletsizlikleri de ortaya koymuş olmaktadır. Toplumdaki sosyal v e ekonomik ilişkiler yoluyla üretken insanların ürettikleri artı-değerin ve onların artı-emeklerinin üst tabakalara aktığını, bunun sonucu olarak da üretenler kıt kanaat geçinirken diğer sınıfların yukarıya çıktıkça artan bir zenginlik v e refah içinde yaşadıklarını ifade etmektedir. Ancak ona göre bu istismar olayı medeniyetlerin gelişmesinde, üretim ve zenginliğin artmasında faydalı işlevler görmektedir. Artı-ürünleri ellerinden alınan



Büyük servet v e zenginliğe erişmenin



insanlar geçinebilmek için üretim faali-



bir yolu da siyasî v e iktisadî durumdaki



yetlerine, iş bölümüne sürekli olarak ka-



değişmelerden faydalanarak kazanç sağ-



tılmak zorunda kalırlar. Her alt kademe-



lamaktır. İbn Haldûn, bazı kişi ve ailelerin



deki kişinin bir üst kademedekine hizmet



elinde çok miktarda servetin toplanmış



etmesiyle toplumsal iş birliği ve iş bölü7



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN mü sağlanmış olur. Geniş kitleleri iş bö-



tarih boyunca genellikle meşrû ve tabii



Mülhim Kurbân'ın Haldûniyyût



lümü içinde bir üretim faaliyetine sürekli



sınırları aşan yollarda kullanılması se-



Beyrut 1983-1985) adlı eseridir. Müellifin



olarak koşturmak ve bu yolla toplumun



bebiyle böyle bir kanaate varmıştır. İbn



eserleri için Abdurrahman Bedevi'nin



üretimini arttırmak için bu istismar ol-



Haldûn, önce zengin ve yönetici - zengin



Mü'ellefâtü



gusu gerekli v e faydalıdır. Her ne kadar



sınıflarda başlayan lüks, israf v e gösteri-



Tunus 1979) adlı araştırması hâlâ önemi-



üretimin yükü bu üretken sınıfların sırtı-



şe dönük harcamaların onların etkisiy-



ni korumaktadır. Bu konudaki diğer eser-



na binse de sonunda bütün toplum bu



le bütün topluma yayıldığını, bunun da



lerden bazıları şunlardır: Zeki Cemil, İbn



(Kahire 1962;



İbn Haldûn



(İstanbul 1317); Muhammed Ha-



üretim artışından yarar sağlar. Toplumun



toplumları yıkıma götürdüğünü sık sık



Haldûn



bütününün yararı uğruna belli bir züm-



belirtmiştir (a.e., I, 366, 511, 527-530; II,



lîfe Tûnisî, Hoyâtü



renin zahmete girmesinde v e buna zor-



300).



1343/1925); Emîr Şekîb Arslan,



lanmasında mahzur yoktur. Küllî hayrın elde edilebilmesi için bu kadar şerre kat-



calâ



BİBLİYOGRAFYA : İbn Haldûn, Mukaddime



(trc. Zakir Kadirî



(I-III,



(Kahire



İbn Haldûn



Ta'lîköt



(I-III, Kahire 1355); Hil-



İbn Haldûn



mi Ziya Ülken - Ziyaeddin Fahri Fındıkoğ-



lanmak, küllî adaletin sağlanması için bu



Ugan), l-III, İstanbul 1968, tür.yer.; a.e. (trc. Pîrî-



lu, İbn Haldun



kadar zulme rızâ göstermek gerekir. Eğer



zâde M e h m e d Sâhib Efendi), K a h i r e 1275, s.



Ferruh, İbn Haldûn



gelir-servet dağılımındaki bu dengesiz-



30, 38, 4 6 - 4 9 , 1 5 6 - 1 5 7 , 1 6 3 - 1 6 5 , 189, 356-



hû (Beyrut 1943); Ali Abbas, Hayâtü



lik olmasaydı insanların pek çoğunu üre-



358, 4 2 5 , 4 4 8 - 4 5 2 , 4 5 7 vd., 4 9 6 - 4 9 7 , 5 0 5 -



mü'ellefâtü



time s e v k e t m e k imkânsız olur, bundan



5 0 6 ; Hilmi Ziya Ülken - Ziyaeddin Fahri,



da bütün toplum zarar görürdü. Siyasî



tisadi Düşünce



v e iktisadî yönden güçlü kişiler diğer in-



İstanbul 1943, i, 54; Charles lssawi, An



sanları çalışmaya, üretmeye zorlarlar. Öte



Philosophy



yandan İbn Haldûn'a göre dünyanın düzeni, medeniyetin ilerlemesi, zenginliğin artması bu istismar ağından ayrı düşünü-



Tarihi (trc. A h m e t Ali Özeken),



of History:



Prolegomena 1406),



Selections



of İbn Khaldun



from



of Tunis



Metodu



ue Siyaset



Ankara



1977, tür.yer.; Nihat Falay, İbn Haldun'un



ellerde toplanması yoluyla hem iş bölü-



lam ue Kapitalizm



münün gelişmesi hem de gelişmeyi sağ-



1978, s. 205; İbrahim Erol Kozak, İbn



layacak ilim adamları, sanatkârların ge-



Göre



İbn Haldûn gelir ve servetlerin lüks, is-



the (1332-



Teorisi,



sadi Görüşleri,



raf ve sefahate gitmeden verimli ve tabii



Arab



L o n d o n 1969, s. 15; Ümit Hassan, İbn



Haldun'un



lemez. Ancak üretilen artı-ürünün belli



çimlerinin temini mümkün olabilir.



İbn-i



İstanbul 1940, s. 197; F. Neumark, İk-



Haldun,



İnsan,



İkti-



İstanbul 1978; M. Rodinson, İs(trc. Orhan Suda), İstanbul



Toplum,



Haldun'a



İstanbul 1984;



İktisat,



a.mlf., " İ b n H a l d u n ' d a Geçim v e K a z a n ç Yollarıyla İlgili Tasnif v e D e ğ e r l e n d i r m e l e r " , türk Clniuersitesi kültesi



Dergisi,



İktisadi



ue İdari Bilimler



AtaFa-



V/3-4, Erzurum 1982, s. 141 -



(İstanbul 1940); Ömer ve



Mukaddimetü-



İbn Haldûn



Ali Abdülvâhid Vâfî, cAbdurrahmân



b.



Haldûn:



ve



Hayâtühû



mezâhiru



ve âsâruhû



(Kahire, ts.);



abkariyyetihî



VValter Joseph Fischel, ibn Khaldun Egypt



his Public



Historical



Functions



bî, ibn Khaldün



(Paris 1968; Ar. trc. Fâ-



tıma el-Câmiî el-Habâbî, Beyrut, ts.); A. Hilû, ibn Khaldun:



Mü'essisü



herbi, ibn



Khaldoun:



Sa vie



de durur; bayındırlığın, refahın artması



ciety and History,



v e sürmesi buna bağlıdır. Eğer böyle ya-



Desomogy. " E c o n o m i c T h e o r y in Classical A r a -



pılmazsa bir süre sonra üretken kaynak-



bic Literatüre", Studies



fi mektebâti



Mahtûtâtü (Tu-



Türkiyâ



r-,



İslâmiyye



ve



ISS1 IBRAHİM EROL KOZAK



riyyetihî



in islam,



II, N e w Delhi



fî fikri İbn Haldûn



bu durumun, ö t e yandan kaynakların



ce anlaşılamayan ve ö l ü m ü n d e n son-



üretken olmayan alanlarda kullanılması-



ra da bir süre unutulan İbn Haldûn'u XVI.



nın ülkeyi çöküşe götürmesi kaçınılmaz



yüzyılda ilk olarak k e ş f e d i p ardından



olur. Fakat istismar olgusu normal ve



eserlerini Türkçe'ye çevirenler, İbn Hal-



mâkul sınırlarda cereyan eder v e belli sı-



dûn'dan etkilenen Osmanlı tarihçileri v e



nıfların ve devletin elinde toplanan ser-



d e v l e t adamları olmuştur. İbn Haldûn



vetler verimli alanlarda değerlendirilirse



XIX. yüzyıldan itibaren şarkiyatçıların yo-



bu servetler devlet ve z e n g i n sınıflarla



ğun ilgisini çekmiş ve pek çok dilde araş-



halk arasında devreder. Böylece bütün



tırmalara konu olmuştur. Hayatı, Eserleri ve Düşüncesi. İbn Haldûn'un hayatı, eserleri v e genel olarak



naza-



(Kahire 1986); A h m e t Arslan,



İbn Haldûn'un Literatür. Yaşadığı d ö n e m d e yeterin-



paylarını alırlar (a.e., II, 297-304).



İbn Haldûn



el-Üsüsü'l-



yükün ağırlaşması demektir. Bir yandan



tabakalar da artan zenginlik v e refahtan



et ses lec-



(Paris 1983); a . m l f . ,



nus 1985); Mustafa eş-Şek'a,



şayış tarzları üretken sınıfların sırtındaki



toplumun zenginliği artar; zamanla alt



son



(Moskova 1980); A h m e d



Ibn-Khaldun tuıes



ların israf v e sefahate kayan ölçüsüz ya-



et



( A l g e r 1980); A. A. I g n a t e n k o ,



ceuvıe



l a m : ibn K h a l d ü n " , C o m p a r a t i u e Studies



1965, s. 4-5.



Hlmi'l-



(Beyrut 1969); Abdelghani Meg-



ictimâc



yollarda kullanılması gerektiği üzerinde



lar kurumaya başlar. Çünkü zengin sınıf-



in his



(Berkeley-Los An-



Research



Abdüsselâm, ibn Khaldoun



VI/3 (i 964), s. 2 6 8 - 3 0 5 ; J. J.



and



geles 1967); M u h a m m e d Azîz el-Habâ-



175; J. J. Spengler, " E c o n o m i c T h o u g h t in isin So-



ve



(Tıtvân 1961);



İlim ve Fikir



Dünyası



(Ankara 1987; 2. bs. İbn Haldûn, bul 1997); Süleyman Uludağ, İbn



İstanHaldûn



(Ankara 1993); M u h a m m e d F â r û k N e b hânî, el-Fikrü'l-Haldûnî(Beyrut



1998).



Felsefesi. İbn Haldûn, meşhur eseri f e l s e f e y e karşı açıkça



Mukaddime'de



tavır almakla birlikte bir filozof olarak da pek çok araştırmaya konu olmuştur. Bu eserlerden bazıları şunlardır; W. Simon von der Bergh, Umriss der



Mohamme-



danischen



nach



Khaldün



Wissenschaften



ibn



( L e i d e n 1912); M u h a m m e d



düşüncesi hakkında oldukça geniş bir li-



Kâmil Ayâd, Die Geschichts-und



Ge-



teratür bulunmaktadır. Umumi bir giriş



sellschaftslehre



For-



Haldûn'un, zengin sınıfları tarih boyunca



için Nathaniel Schmidt'inibn



schungen



bütün toplumları dejenere eden v e ikti-



Historian



Bu değerlendirmelerine r a ğ m e n İbn



Sociologist



and



Khaldun: Philosopher



ibn



Khaldüns,



zur Geschichts-und



Gesell-



(Stuttgart-Berlin 1930);



schaftslehre



sadî, içtimaî ve siyasî yönlerden çökün-



(New York 1930) ve Muhammed Abdul-



Muhsin Mehdî, ibn Khaldun's



tüye sevkeden bir z ü m r e olarak kabul



lah İnân'ın, İbn Haldûn:



phy of History



ettiği v e onlara hiç de iyi gözle bakmadı-



türâşühü'l-fikrî



ğı görülmektedir. Şüphesiz onun bu gö-



Igenişietilmiş baskı]; İng. versiyonu, ibn



von der menschlichen



rüşlerinin servete ve servet sahiplerine



Khaldun: His Life and Work, Lahore 1941)



1959; İng. trc. Fuâd Baali, Lahore 1978);



düşman olmakla bir ilgisi yoktur. Ancak



adlı eserleri dikkate değer. İbn Haldûn'un



Ali el-Verdî, M a n t ı k u İbn



belli sınıfların elinde toplanan zenginliğin



düşüncesi hakkında en kapsamlı çalışma



dav'i hadâretihî



Hayâtühû



ve



(Kahire 1352/1933, 1965



Simon, ibn



8



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



Phiioso-



(Chicago 1957); Heinrich



Khaldüns



ve



Wissenschaft Kultur



(Leipzig



Haldûn







şahşiyyetihî(Kahi-



İBN HALDÛN re 1962); Nassif Nassar, La pensee iste d'Ibn



hammed Âbid el-Câbirî, ve'd-devleme dûrıiyyetin



real-



(Paris 1967); Mu-



Khaldoun câlimü



el-cAşabıyye



nazariyyetin



Hal(Dârül-



fi't-târîhi'l-İslâmî



beyzâ 1971); Misbâh el-Âmilî, İbn



Hal-



dûn ve tefewuku'Tfikri'l-cArabî



cale'l-



(Trabl us 1988); Abdürrez-



fikri'l-Yûnânî



zâk el-Mekkî, el-Fikrü'l-felsefî



cinde



İbn



(İskenderiye 1970, 1990); İmha-



Haldûn



m e d Hüseyin Nasr, M e f h û m ü ' l - h a d â v e Hîgel



re cinde İbn Haldûn



(Binga-



zi 1993); Muhammed Faruk en-Nebhân, el-Fikrü



'1-Haldûnî



min



hilâli'l-Mukad-



dime (Beyrut 1418/1998).



f î Mukaddimeti İbn Haldûn" (Nahnü türâş, kırâtün mu'âşıre fî



oe't-



türâşine'l-felse-



/?, Beyrut 1993, s. 261-309). tarihçiliğine yaptığı en önemli katkı, o zamana kadar uygulanan İslâm tarih metodolojisine yönelttiği eleştirilerle tarih ilmini felsefî bir bakış tarzıyla incelemesidir. İbn Haldûn bu açıdan İslâm dünyasının ilk tarih filozofu olarak kabul görmüş v e bu yönüyle de çeşitli araştırmalara konu olmuştur: Anvar Amin MudanSocio-Historical



Theory: A Study in the History of Ideas (doktora tezi, 1971, Syracuse University);



İbn Haldûn'un felsefî düşüncesiyle il-



Muhammed Talbi, ibn Khaldün toire



Isak Jakob Rosenthal, "İbn Jaldun's Atti-



Haldûn



tude to t h e Falâsifa" (al-Andalus,



XX/1



et l'his-



(Tunus 1973); Osman Muvâfî, İbn



gili makaleler de oldukça fazladır: Ervvin



nâkıdû't-târîh



(IS, XIX/3 [1980], s. 195-211) ; B. A. Mojuetan, "ibn Khaldoun and his Cycle or



Tarih Felsefesi. İbn Haldûn'un İslâm



g h e , ibn Khaldün's



rac Muhammed, "ibn Khaldün and Vico"



ve'l-edeb



kenderiye 1976); N ü m e y r el-Ânî,



(İsİbn



Fatalism: a Critique" (IS, LIII [1981], s. 93-108); A h m e t Arslan, "İbn Haldûn ve Tarih" (TİD, I (İzmir 1983], s. 9-30); Jörg Fish, "Kausalitât und P h y s i o g n o m i k . Zyklische Geshichtsmodelle bei İbn Haldun und Osvvald S p e n g l e r " (Archiu Kulturgeschichte,



f.



LXVII (Köin 1989], s.



263-310); Robert Simon, "EastandVVest: ibn Khaldoun and the Sciences of History" (Greece



(Missouri



and Mediterranean



1990], s. 48-61); Philip K. Hitti, "İlkTarih Filozofu: İbn Haldun" (Arap Tarihinin Mimarları |T. trc. Ali Zengin, İstanbul 1995], s. 291-312); Robert Irwin, "Toynbee and ibn Khaldün" ( M E S , XXXIII/3 [ 1997], s. 461-479).



(19551, S. 75-85); İbrahim Medkûr, "İbn



Haldûn



ve



bidâyâtü't-tefsîri'l-maddî



Tarihçiliği. İbn Haldûn'un tarihçiliği



Haldûn el-Feylesûf" (A'mâlü



li't-târih



(Aden 1984); Ömer FârûkTab-



tarih filozofu olmasının yanında daima



İbn Haldûn,



Mihricâni



Kahire 1962, s. 123-134);



Muhsin Mehdî, "ibn Khaldün" (A



History



Wiesbaden 1966,



of Müslim Philosophy,



s. 808-904); Robert Simon, "ibn Sînâ. alGazâli and ibn Khaldün: A Contribution to the Typology of a Müslim Intelligentia" (AO, XXXV/2-3 |1981], s. 181-200); Abd e r r a h m a n e Lakhsassi, "ibn Khaldün" (History



of Islamic



|ed. S.



Philosophy



Hossein Nasr-Oliver Leaman], London 1996,1, 350-364).



bâ, İbn Haldûn hi't-târîhiyye



fî sîretihî



ve



1992); Zeyneb Hudayrî, rîh inde



İbn Haldûn



felsefeti(Beyrut



ve'l-ictimâHyye



Felsefetü't-tâ-



(Beyrut 1997).



İbn Haldûn'un tarih felsefesi üzerine



ikinci planda kalmış, buna bağlı olarak da el-cİber dime'nin



adlı mufassal tarihi



Mukad-



gölgesinden kurtulamamıştır.



İbn Haldûn'un tarihçiliğiyle ilgili olarak şu eser v e makaleler zikredilebilir: Ali



yazılmış makaleler de onunla ilgili lite-



Oumlil (Umlîl), L'histoire



ratür içinde önemli yer t u t a r : A l f r e d



Essai sur la methodologie



Freiherr von Kramer, "ibn Chaldun und



doun (Rabat 1982; Ar. versiyonu, el-Hıtâ-



et son



discours:



d'Ibn



seine Culturgeschichte der islamischen



bü't-târîhî



Reiche" (Sitzungsberichte



dun, Beyrut 1984); Maya Shatzmiller,



der Kaiserli-



dirâse li-menheciyye



Khal-



chen Akademie der Wissenschaften, XC1I1



L'historiographie



Epistemoloji. İbn Haldûn'un bilgi fel-



11879], s. 581-634; İng. trc. S. Khuda Baksh,



dün et ses contemporains



sefesi üzerine görüşleri hakkında 1970'li



IC, i [1927], s. 567-607); Rafael Altimara,



Rachida al-Diwani, La methode



" N o t e s Sobre la Doctrina Historica de



que chez ibn Khaldoun



mıştır. Bunlara örnek olarak şu eserler



Aben Jaldun" (Homenage



exandrie 1989); Hüseyin Âsî, İbn



zikredilebilir: J. Naaman, L e



Codera [Sarakusta 1904], s. 357-374); N.



mü'errihen



Khal-



A. Ivanov, "Kitab al-Ibar Ibna Khalduna



Kâmil Ayâd, "The Beginning of Historical



(doktora tezi, 1975, Üniversite de



kak Istochnik Istorii Severo-Afrikanski



Research" (İng. trc. M. S. Khan, IS, XVII



yıllardan itibaren çeşitli çalışmalar yapıl-



de la connaissance doun



probleme



d'apres



ibn



a D. Francisco



merinide,



İbn Halibn



Khal-



(Leiden 1982); histori-



et Volney



(Al-



Haldûn



(Beyrut 1991); M u h a m m e d



Nancy); Abderrahmane Lakhsassi, The



zemlei v 14- om veka" (Arabskii



Sbornik,



]1978], s. 1-26); Abdüicebbâr Nâcî, "Te-



Epistemological



the



XIX11959], s. 3-45); Alessio Bombaci, "La



tebbu c un târihiyyûn li-muhâveleti İbn



Muqaddi-



Dottrina S t o r i o g r a f i c a di ibn Haldun"



Haldûn f î i c âdeti kitâbeti't-târîhi'l- c Ara-



Scienc-



(Annali



della Scuola Normale



bî" (el-Mü'errihu'l- c Arabî, XXII (Bağdat



Spiritual



diPisa,



XV [1946], s. 159-185); Rızâzâde



1402/1982], s. 113-148); Michael Brett,



Şafak, "İbn Haldûn v e Felsefe-i Târîh"



"ibn Khaldün and the Dynastic Approach



(Revue de la Faculte des Lettress de Teb-



to Local History: the Case of Biskra" (al-



Sciences



Foundations



in ibn Khaldün's



mah: The Classification es and The Problem Sciences



of



of the of the



( M a n c h e s t e r 1982); A h m e d



Abdalla al-Rabe, Müslim Classifications



Philosophers



of the Sciences:



al-Kin-



Superiore



riz, 111 [ 1950], s. 360-369); Buddha Pra-



Qantara,XII/1 11991], s. 157-180; Charles



(doktora te-



kash, "ibn Khaldün's Philosophy of His-



Issawi, "ibn Khaldün on Ancient History:



zi, 1984, Harvard University); Steve Alan



tory" (IC, XXVIII [ 1954], s. 492-508; XXIX



A Study in Sources" (Princeton



Johnson, A Critical



the



[1955], s. 104-109, 225-236); Arnold J.



MearEastern



Khal-



Toynbee, "The Relativity of ibn Khaldün's



150); Andre Ferre, "Les sources j u d e o -



dı, al-Fârâbi,



ibn Khaldün



Epistemological



Analysis



Basis of ibn



of



Studies,



Papers in



III 11994], s. 127-



Historical Thought" (A Study of History,



chretiennes de l'histoire d'Ibn Khaldoun"



(doktora tezi, 1989, Indiana University);



III [London 1962], s. 321-328, 473-476);



(IBLA, LVIII/176 [1995], s. 223-243).



S. Dabydeen, "İbn Khaldün: An Inter-



Grace E. Cairns, "Great Forerunners of



Sosyoloji. İbn Haldûn, tarih filozofu ol-



pretation" (The Islamic Quarterly, XIII/2



Twentieth Century Culture Cycle Theo-



manın ötesinde sosyoloji ilminin kurucusu ve büyük bir sosyolog olarak nitelen-



dün's



Classification



of the



Sciences



11969), s. 79-101),- Salvador Gomez Noga-



ries: ibn Khaldün and Vico"



les, "Theoria y Metodo de la Sciencia en



of History \ New York 1962], s. 322-349);



ibn Haldun" (Orientalia Hispanica [1974],



Julius Germanus, "ibn Khaldün, t h e Pre-



onun hakkında yapılan çalışmaların bü-



s. 351-375); Muhammed Âbid el-Câbirî,



cursor of the Philosophy of History" (Is-



yük çoğunluğu sosyolojik görüşleriyle il-



"Ebistemûlûciyye'l-ma c kül ve'l-lâ mackül



lamic Literatüre, XIII [1967], s. 43-53); Mİ'-



gilidir: Tâhâ Hüseyin, Etüde



(Philosophies



dirilmiştir. XX. yüzyılın başından itibaren



analytigue 9



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN et critıque d'ibn



de la philosophie



sociale



(Paris 1917; Ar. trc. Mu-



Khaldoun



(Dımaşk 1985); Fuâd Baali, IIm



Haldûn al-Umran



and Sociology:



h a m m e d A b d u l l a h İnân, Kahire 1925);



ative



Study



Gaston Bouthoul, ibn



State



and



philosophie



sociale



Khaldoun



sa



(Paris 1930; Ar. trc.



Âdil Züaytir, Beyrut 1984); M. Abbas Ammâr, ibn



Khaldun's



History.



Prolegomena



The Views of a Müslim



er of the Fourteenth Development



Century



of Human



to Think-



on



the



(dok-



Society



Thought



(Küveyt 1986) v e Urbanism,



İbn Haldûn



Öncü, Sosyoloji



Society, Khaldun's



Üzerine



Khaldoun



et sa science



sociale



1947); Ali Wardi, A Sociological sis of ibn Khaldun's in the Sociology



(Caire Analy-



Theory



A



Study (dok-



of Knowledge



tora tezi, 1950, University of Texas); Zahida Pasha, ibn



Khaldun,



Sociologist



(doktora tezi, 1951,American University); M. Nour, An Analytical Social



Thought



Study



of



the



(dok-



of ibn Khaldun



tora tezi, 1954, University of Kentucky); Ali Abdülvâhid Vâfî, ictimâ'iyye Comte



li'bn



el-Felsefetü'l-



Haldûn



ve



Auguste



(Kahire 1955); Cevâd Tabâtabâî,



İbn Haldûn



ve culûm-i



(Tah-



ictimâcî



ran 1374) ; Svetlana Batsieva,



Istoriko



Sotsiologiicheski



Khaldu-



Traktat ibn



(Moskova 1965; Ar. trc.



na Muqaddima Rıdvân İbrâhim,



el-'Umrânü'l-beşerîfîMu-



kaddimeti İbn Haldûn, Tunus -Libya 1978); Yves Lacoste, ibn Khaldoun, de l'histoire



passee



naissance



du tiers



monde



(Paris 1966; T. trc. Mehmet Sert, İbni Haldun, Üçüncü Dünyanın Geçmişi Tarih Biliminin



Doğuşu,



İstanbul 1993);Abdel-



ghani Megherbi, La pensee d'Ibn



sociologique



( A l g e r 1971; Ar. trc.



Khaldoun



Muhammed Ş. D. Hüseyin, Cezayir-Tunus 1987); I. M. Khalifa, An



Analytical



Study



Khaldun's



Theory



of "Asabiyah", of Social



ibn



Conflict



(doktora tezi,



1972, Catholic University of America); Hasan es-Sââtî, cİlmü



'1-ictimâl'l-Haldûnî: 1975; Bey-



Kavâ'idü'l-menhec(Kahire



rut 1981); Mahmûd Abdülmevlâ, İbn ya 1976); Abdülkâdir Cağlûl, yâtü't-târîhiyye yâsî 'inde







İbn Haldûn



Hal-



(TUnus-Lib-



dûn ve£ulûmü'l-müctemd



el-Eşkâliy-



llmi'l-ictimâ'i's-si(Ar. trc. Faysal



Abbas, Beyrut 1980); Fuâd Baali - Ali Wardi, ibn Khaldun Styles



and Islamic



(Boston 1981); İdrîs Hudayr, et-



Tefkîrü'l-ictimâci'l-Haldûnî tühû ciyye



Thought ve



calâka-



bi-ba'zi'n-nazariyyâti'l-ictimâ(Cezayir 1983); Saîd M u h a m m e d



Ra'd, el-'Umrân



fî Mukaddimeti



İbn



'un Bedûvet



da Toplumsal



Fakültesi



Mecelletü 't-Târîhiyyetü dirâsâtiVOşmâniyye,



Bir



İnce-



58).



zi, 1998, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü);



baskı, Kahire 1953); Abdülazîz Ezzat, ibn



ilahiyat



Hart, "(bn Khaldun and the Beginnings



Hal-



(Ankara 1993); Yavuz Yıldırım, İbn



Neşet Toku, İlm-i



Üniversitesi



İbn



tı' el-Husarî, Dirâsât'an



Mukaddimeti



(Atatürk



Dergisi, sy. 6 11987], s. 63-104); David M.



(Kahire 1990); Ahmet



ya da Tarih-i



Haldun



(Beyrut 1943; genişletilmiş



Bir Din Sosyolojisi Öncüsü İbn-i Haldûn"



of Islamic Sociology in the Maghrib" (el-



tora tezi, 1941, CambridgeUniversity); Sâİbn Haldûn



23-48); Ünver Günay, "İslâm Dünyasında



Coğrâfiyyetü'1-HJmrân



dun ve Mukaddime leme



ibn



Compar-



(Albany 1988); Abdül'âl Abdül-



mün'im Şâmî, cinde



A



Teorisi (doktora te-



Ümran, İbn



Haldun'-



(İstanbul 1999).



Düşünce



'l-'Arabiyye



li 'd-



sy. 7-8 11993], s. 39-



Antropoloji ve Şehircilik. İbn Haldûn'un antropoloji ve şehirciliğe yönelik görüşleri için şu çalışmalar dikkate değerdir: Barojo Julio Caro, "Aben Jaldun: Antropolo g o Social" (Estudios Magribies |Madrid



Bu konuda yazılmış makalelerden ba-



1958], s. 11-58); John W. Anderson, "Con-



zıları da şunlardır: Stefano Colosia, "Con-



juring with ibn Khaldun: From an Anthro-



trubition â l'etude d'Ibn Khaldoun" (Re-



pological Point of View" (fbn Khaldun and



uue du monde musulman,



XXVI 11914],



s. 318-338); 1. Levin, "ibn Chaldun Arabsky Sotsiolog XIV vieka" (Nouyi Vostok, XII |Moskova 1926], s. 241-263); Ludwig Gumplovvicz, "Un sociologue arabe du XIV e s i e c l e " (Aperçus



sociologiques



|Lyon-



Paris 1930); T. trc. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, İbn Ha/dûn |İstanbul 19401, s. 77107); Francesko Gabrieli, "11 C o n c e t t o della 'Asabiyyah nel Pensiore Storica di İbn Haldun" (Atti della Reale delle Science



Academica



di Torino, XLV 11930|, s.



|Leiden 1984], s. 111-



Islamic Ideology



121); Ahmed Hâmid es-Seyyid, "Te3şîrü İbn Haldûn fi'l-antrûbûlûciyye'I-ictimâ c iyye" (Kü-



(MecelletüVUlûmi'1-ictimâHyye,XV/3



veyt 19871, s. 171-187); S. G. Şibr, "İbn Haldûn ve tanzîmü'l-müdün ve'ılmü'l-ictimâ c ve f e n n ü V i m â r e " (A'mâlü



mihricâ-



ni İbn Haldûn [Kahire 1962], s. 589-610); K. Nakamura, "ibn Khaldun's I m a g e of City: Urbanism in islam" of the International



(TheProceedings



Conference



an Urba-



nism in İslam, II (Tokyo 19891, s. 301-317).



437-512); Taher Khemiri, "Der 'Asabija-



Ekonomi. İbn Haldûn'un dikkat çeken



Begriff in der Muqaddima des ibn Hal-



yanlarından biri de onun ekonomiye dair



dun" (IsL, XXIII |1936], s. 163-188; T. trc.



fikirleridir. Hatta bazı müellifler onu eko-



Hüseyin Zamantılı, Sosyoloji



nomi ilminin kurucusu olarak kabul et-



Konferansla-



rı, İstanbul 1982, s. 19-44); Hellmut Bit-



mişlerdir. Bu alanda pek çoğu ideolojik



ter, "Irratianol Solidarity Groups: A So-



olmak üzere çeşitli yorumlar yapılmış v e



cio-psychological Study in Connection



geniş tartışmalar olmuştur: Subh! Mah-



with ibn Khaldun" (Oriens, 111948], s. 1-



mesânî, Les idees economiques



44), Abdelkader Djeghloul, "ibn Khaldun



Khaldoun,



Essai historique



et critique



(Lyon 1932; Beyrut 1933); Mu-



e t la science sociale" (Reuue des sciences juridiques, politiques,XII11975],



algerienne



economiques



et



s. 463-526); Georges



d'Ibn



analytique



hammed Ali Neş'et, Râ'idü'l-iktişâd



İbn



(Kahire 1944); H. Rus'an,



Ibnu



Haldûn



Labica, "Esquisse d'une sociologie de la



Chaldun



Sosial Ekonomi



(Ca-



religion chez ibn Khaldoun"



karta 1963); M. Atallah Berham, La



pen-



(Lapensee,



Tentang



sy. 123 11965|, s. 3-23); Ernest Gellner,



see economique



"Flux and Replux in t h e Faith of Men"



tora tezi, 1964, Üniversite de la Sorbon-



(Müslim



Society



[Cambridge 1981], s. 1-



85) ve "Cohesion and Identity: the Maghreb from ibn Khaldun to Emile Durkheim" (MüslimSociety



]Cambridge 1981 ], s. 86-



113); Mahmûd Dhaouadi, "An Explora-



d'Ibn



ne); E. Z. al-Alfî, Production, tion and Exchange Writings



(dok-



Khaldoun



Distribu-



in ibn



Khaldun's



(doktora tezi, 1963, University



of M i n n e s o t a ) ; G e o r g e s S. Firzly, Khaldun:



A Socio-Economic



ibn



Study



tion into ibn Khaldun and VVestem Clas-



(doktora tezi, 1973, University of Utah);



sical Sociologists" (1Q, XXX [ 1986], s. 248-



Abdülmecîd Mizyân,



266); Mahmûd Dhaouadi, "ibn Khaldun:



iktişâdiyye



The Founding Father of Eastem Sociology"



sühâ mine'l-fikri'l-İslâmî



(International



Sociology, V 11990 ], s. 315-



müctema'î



en-Nazariyyâtü'l-



Hnde İbn Haldûn



ve



ve



üsü-



vâkı'i'l-



(Cezayir 1981); A h m e d Sâdık,



335) v e "The Part İbn Khaldun's Person-



ibn Khaldoun,



ality Traits and his Social Milieu Played in



politique



Shaping his Pioneering Social Thought"



Sociale (Rabat 1982); İbrahim Erol Kozak,



(İslam Araştırmaları



Dergisi, II {1998 ], s.



İbn Haldun'a



10



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



genese



apologie



de



de la



l'economie democratie



Göre İnsan, Toplum,



İk-



İBN HALDÛN tisat (İstanbul 1984); Ahmed Bû Zerve,



si |İstanbul 1996], s. 123-159); Hamilton



302); Fadlou Shehadi, "Theism, Mysticism



el-İktişâdü's-siyâsî



Alexander RoskeenGibb, " T h e Islamic



and Scientifıc History in ibn Haldun" (Is-



Haldûn



fî Mukaddimeti



İbn



Background of ibn Khaldün's Political



lamic Theology and Philosophy:



Hal-



Theory" (BSOAS, Vll [1933-35], s. 23-31,



in Honour of George F. Hourani |Albany



(Lazkiye 1987);



T. trc. Kadir Durak v.dğr., İslâm Medeniye-



1984], s. 265-328).



(Beyrut 1984); Ârif Delîle, M e -



kânetü'l-efkâri'l-iktişâdiyye dûn fi'l-iktişâdi's-siyâsî



li'bn



M. Abdullah Battâh, ibn Khaldün's



Prin-



| İstanbul 1991],



ti Üzerine Araştırmalar



Dil ve Edebiyat. M u h a m m e d î d , el-



ciples of Political



Economy:



Rudiments



s. 183-192); Muhsin Mehdî, "Die Kritik



Meleketü'l-lisûniyye



of a New Science



(doktora tezi, 1988, The



der Islamischen politisehen Phiiosophie



Haldûn



American University); Seyyid Şûrabcî Ab-



bei ibn Khaldün" (Wissenschaftliche Po-



el-Meleketû'l-lisâniyye



dülmevlâ, el-Fikrü'l-İktişâdî



litik: Eine Einführung.



meti İbn Haldûn



Ilaldûn, tahlîliyye



cinde



İbn







Tradition und Theorie\ Freiburg 1962], s.



lah b. Hamd el-Gisrân,



117-151); M u h a m m e d Mahmûd Râbi',



dîdiyye



The Political



kâhir el-Cürcânî



ve'l-iktişâd



(Kahire 1990).



Konuyla ilgili makaleler de şunlardır: Ali Nûreddin el-Anesî, "II Pensiore Economico di ibn Haldun" (Rioista della ColVI 11932], s. 112-127); J.



onie İtaliene,



Spengler, "Economic Thought in İslam, ibn Khaldün" (Comparatiue



Studies



in



and History, VI (1963-1964], s.



268-306); S. Andic, "A Fourteenth Century Sociologist of Public Finance" (Public Finance, XX11965], s. 20-44); Svetlana Batsieva, "Les idees economiques d'Ibn Haldûn" (IBLA, XXXV1/131 |1973], s. 6376)-, L. Haddâd, "A Fourteenth Century Theory of Economic Grovvth and Develo p m e n t " (Kyklos,



XXX/2 11977], s. 195-



213); Pedro Chalmeta, "Au sujet des theories economiques d'Ibn Haldoun" (Rioista DegliStudi



Orientali, LVII ] 1983], s. 93-



120), İbrahim M. Ovveiss, "ibn Khaldün, t h e Father of Economics"



(Challenges



and Responses: Studies in



HonorofCon-



stantine K. Zurayk



|New York 1988], s.



112-127); Seyyid Fâris Alatas, "ibn Khaldün and t h e Ottoman Modes of Production" (Arab Historical Review for Ottoman sy. 1-2 [Tunus 1990], s. 54-63);



Perveen Rozina, "ibn Khaldün as an Econo m i s t : A Comparative Study with Modern Economists" (Pakistan



Journal



of



History and Culture, XV/1 [ 1994], s. 111 130).



Theory



of ibn



Khaldün



İbn



Mukaddi-



(Beyrut 1986); Abdul-



dirâse



ve'n-nuküd



'inde İbn Haldûn



Studies,



ihrer



fî-nazari



(Kahire 1979); Misâl Zekeriyyâ,



(Riyad 1409/1989); Selâhaddin



el-es'âr



Besyûnî Raslân, es-Siyâse



Society



Grundlagen



Studies



İtticâhâtü't-tec-



fi'd-dersi'n-nahvî



inde



ve İbn Haldûn



'Abdil(Kahi-



(Leiden 1967) v e Ann Katharine Swyn-



re 1987); Ahmed el-Hûfî, "Edebü İbn Hal-



f o r d Lambton, "The Historical Theory:



dûn" (Hauliyyâtü



İbn Khaldün" (State and Government



in



III [Kahire 1970-71 ], s. 25-55); Abdullah



Medieval islam |Oxford 1981],s. 152-177).



Abdürrahîm Useylân, "İbn Haldûn v e eşe-



Konuyla ilgili diğer çalışmalardan bazıla-



ruhü'l-edebî" (Mecelletü



rı da şöyle sıralanabilir: Peter von Sivers,



mi'l-ictimâHyye,



Khalifat,



Königtum



535, Miriam Crooke, "ibn Khaldün and



politisehe



Theorie ibn Khalduns



und Verfall,



Die



Dâri'l-'ulûm,



Külliyeti'l-'ulû-



II |Riyad 1973], s. 515-



(Münih



Language: From Lingustic Habit to Phil-



et reli-



ological Craft" (ibn Khaldün and Islamic



1968); Georges Labica, Politique



(Algiers 1968;



gion ehez ibn Khaldoun



Külliyeti



[Leiden 1984), s. 27-36); İhsan



Ideology



Ar. trc. Mûsâ Vehbe - Şevki Düveyhî, Bey-



Abbas, "en-Nakdü'l-edebî "inde İbn Hal-



rut 1980); Ümit Hassan, İbn



dûn" (Tarîhu'n-nakdi 'l-edebi 'inde 'l-'Arab



Metodu



Haldun'un



ve Siyâset Teorisi (Ankara 1977).



M. Nasr, "Felsefetü's-siyâse c inde İbn Haldûn" (A'mâlü



mihricâni



İbn Haldûn \ Ka-



hire 1962], s. 318-345); Richard VValzer, "Aspects of Islamic Political Tought: alFarabi and ibn Xaldun" (Oriens,



XVI



11963], s. 40-60); Recep Yumuk, "İbn Haldun'da Devlet Görüşü" (Atatürk



Üniver-



sitesi İşletme Fakültesi Araştırma



Ensti-



tüsü İşletme Dergisi, sy. 3 11978], s. 227278); F. Sakri, "The Material Base of Political Power in ibn Khaldün"



(Mecelletü'l-



[Küveyt 1979],



Cülûmi'l-İslâmiyye,VII/2



s. 57-71); A b d e s s e l a m Cheddadi, "Le systeme du pouvoir en İslam d'apres İbn



[Amman 1986], s. 613-630). Eğitim. Abdullah el-Emîn en-Nuaymî, el-Menâhic Kâbisîve



ve't-turuku't-taclîm İbn Haldûn



Mustafa el-Kerîmî,



Inde'l-



(Trablus 1980); et-Tenzîrü't-terbevî



(Rabat 1982; Abdüle-



'inde İbn Haldûn



mîr Şemseddin, el-Fikrü't-terbevî de İbn Haldûn



'in(Beyrut



ve'bni'l-Ezrak



1984); Hüseyin Abdullah Bânebîle, İbn Haldûn



(Beyrut



ve türâsühü't-terbevî



1984); Ali Zey'ûr,



el-Felsefetü'l-'ame-



liyye 'inde İbn Haldûn



ve'bni'l-Ezrak



(Beyrut 1993); Cemâl el-Muhâsib, "et-Terbiye c inde İbn Haldûn" (el-Meşrik,



XLIII



! 1949], s. 365-398); F. Süleyman, "el-İtti-



Khaldoun" (Annales, XXXV [ 1980], s. 534-



câhâtü't-terbeviyye f î Mukaddimeti İbn



550); Henri Laoust, "La pensee politique



Haldûn" (A'mâlü



d'Ibn Khaldoun" (REİ, XXXVIII |1980], s.



|Kahire 1962], s. 425-470); M u h a m m e d



133-153).



mihricâni



İbn



Haldûn



Hasan el-Amâyire, "Fikrü İbn Haldûn et-



İslâm ve Tasavvuf. İbn Haldûn'un bu



Terbevî b e y n e V a ş â l e ve'l-mu'âşıra" (elII/3 (London 1416/



Câmi'atü'l-İslâmiyye,



Siyaset Teorisi. İbn Haldûn'un siyaset



konudaki görüşlerini ele alan bazı araş-



t e o r i s i , h i l â f e t , mülk v e h â n e d a n gibi



tırmalar şunlardır: Ignacio Saade, El Pen-



kavramlar üzerine görüşleri şarkiyatçılar



samiento



Jaldün



Etkileri. İbn Haldûn'un düşüncesinin



arasında tartışmalara s e b e p olmuştur.



(Madrid 1973); Muhammed el-Alânî, Eşe-



A r a p v e İslâm dünyasına tesirleri için Ebü'l-Kâsım M u h a m m e d Kirrû'nun el-



Religioso



de ibn



Bu bağlamda yapılan başka araştırmalar



rü'd-dirûsâti'd-dîniyye



şunlardır: Ervvin Isak Jakob Rosenthal,



Haldûn



ibn



ne Külliyetü'ş-şerîa ve usûli'd-dîn, Tunus



A h m e d Abdüsselâm'ın "Ârâ'ü İbn yal-



1983); Ömer Ferruh, "Mevkıfu İbn Haldûn



dûn v e te'şîruhâ fi'l- c âlemi'l-İslâmî mi-



mine'd-dîn" (A'mâlü



ne'l-karni't-tâsi c c aşer ile'l-yevm"



Khalduns



Gedanken



Staat: Ein Beitrag Mittelalterlichen



Über



den



zur Geschichte



der



Staatslehre



(Münich-



fî-tefkîri



İbn



1995], s. 175-192).



(doktora tezi, Câmiatü'z-Zeytû-



mihricâni



İbn Hal-



'Arab



ve İbn Haldûn



(Tunus 1956) v e



(el-Me-



dûn [Kahire 1962], s. 359-414); Hermann



celletd'l-'Arabiyye



S t a t e : ibn Khaldün's Study of Civiliza-



Frank, Beitrag



s. 73-111); Batı dünyasına etkileri hak-



tion" (Political Thought in Medieval İslam



fismus nach ibn Haldun



ICambridge 1962], s. 84-113; T. trc. Ali



1884); Miya Syrier, "ibn Khaldün and Is-



World Philosophy of History"



Çaksu, Ortaçağda İslâm Siyaset



lamic Mysticism" (IC, XXI [1947], s. 264-



tive Studies



Berlin 1932) ve "The Theory of the Power



Düşünce-



zur Erkenntnis



des Su-



(doktora tezi,



li'ş-şekâfe, 1/1 [1981],



kında H. V. VVhite'm, "ibn Khaldün in in Society



(Compara-



and History,



II 11



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN 11959-1960], s. 110-129) ve W a r r e n E.



eserinin sonuna eklediği (London 1981,



yerleşen bir aileden gelmektedir. Devlet



Gates'in "The Spread of ibn Khaldun's



s. 229-318) konularına göre tasnif edilmiş



yönetiminde etkili şahsiyetlerin yetiştiği



Ideas on Climate and Culture"



(Journal



İbn Haldûn bibliyografyasıdır. Burada



aile, İşbîliye'nin hıristiyanlarm eline düş-



of the History Ideas, XXXIII] 1967], s. 415-



1979 yılına kadar yayımlanmış eserlerin



tüğü VII. (XIII.) yüzyılın ortalarında Kuzey



422); Osmanlı entelektüel hayatındaki



büyük kısmı yer almaktadır. Abdullah



Afrika'ya göç ederek Sebte'ye (Ceuta) ve



yansımalarına dair Ziyaeddin Fahri Fındı-



Topçuoğlu'nun "İbn Haldûn Üzerine Bir



daha sonra Tunus'a yerleşti. Ebû Zeke-



koğlu'nun "Türkiye'de İbn Haldunizm"



Bibliyografya Çalışması" (Selçuk



Üniver-



riyyâ Yahyâ, Tunus'ta ağabeyi Abdurrah-



(60. Doğum Yılı Münasebetiyle



sitesi Fen-Edeblyat



Edebiyat



man ile birlikte iyi bir tahsil gördü ve dinî



Fuad Köp-



Fakültesi



[İstanbul 1953], s. 153-



Dergisi, sy. 2 [ 1983], s. 199-241) adlı ma-



164); Bernard Levvis'nin "ibn Khaldun in



kalesi de oldukça kapsamlıdır. Daha eski



Turkey" (Studies on Turkish-Arab



Rela-



olmakla birlikte Henri Peres'nin, "Essai



tions, III ]1988], s. 107-110) ve Cornell



de bibliographie sur La vie e t i'ceuvre



Fleischer'in "Royal Authority, Dynastic,



d'Ibn Haldoun" ( S t u d i orientalistici



Cyclism and 'ibn Khaldunism' in Six-



onore di Giorgio Levi Della Vida, II [Ro-



t e e n t h - C e n t u r y Ottoman L e t t e r s " (İbn



me 1956], s. 308-329) ve VValter Joseph



rülü Armağanı



Khaldun



|Leiden



and Islamic Ideology



Fischel'in " S e l e c t e d Bibliography



1984], s. 46-68) başlıklı makaleleri zikre-



ibn Khaldun" (The Muqaddima



dilebilir.



duction



İlmî Toplantılar-Dergi Özel Sayıları. İbn Haldûn'un doğum v e ölümyıldönümIeri gibi vesileler dolayısıyla çeşitli ilmî toplantılar yapılmıştır. 2-6 Ocak 1962'de Kahire'de düzenlenen İbn Haldûn konulu sempozyumun bildirileri Acmâlü câni İbn Haldûn



mihri-



(Kahire 1962), 1962'-



de Dârülbeyzâ'da yapılan sempozyumun bildirileri de A'mâlü



mihricâni



İbn



Hal-



dûn (Rabat 1963) adıyla neşredilmiştir. 14-17 Şubat 1979'da Câmiatü Muham-



in



of



an Intro-



Hal-



dûn ve'l-fikrü'l-cArabiyyü'l-mu''âşır



(Tu-



miyeti altında tutan Merînî Hükümdarı



"ibn Khalduniana" (İbn Khaldun in Egypt



muştu. İki kardeş dört yıl süreyle bu ho-



his Public



Functions



cadan özellikle aklî ve tabiî ilimlerle tarih



Research,



Berkeley-Los Angeles 1967, s.



sahasında önemli ölçüde faydalandılar.



171-212) adlı çalışmaları önemlidir. Diğer



Yahyâ'nın edebî şahsiyetinin oluşmasını



and his



Historical



bibliyografik çalışmalar arasında Giuseppe



etkileyen diğer bir ilim adamı da Tunus'-



Gabrieli'nin "Saggio di Bibliographia e



taki uzun ikameti sırasında evlerinde ka-



Concordanza della Storia d'Ibn Haldun"



lan ve Merînî hükümdarları Ebû Saîd ile



X [Roma



oğlu Ebü'l-Hasan'a kâtiplik yapan Endü-



1924], s. 169-211) adlı makalesi zikredi-



lüslü Abdülmüheymin b. Muhammed el-



lebilir.



Hadramî'dir.



(Riuista



Degli Studi Orientali,



H. P e r e s , "Essai de b i b l i o g r a p h i e sur la V i e



ilmî toplantının bildirileri ise İbn



büyük önem veren babaları, Tunus'u işgal ederek 1347-1349 yılları arasında hâkiEbü'l-Hasan el-Mansûr'un beraberindeki



Acmâ-



(Rabat 1981).



olan hocalardan ders aldı, ayrıca babasından Arapça okudu. Oğullarının tahsiline



âlimlerden Âbilî'yi onlara özel hoca tut-



BİBLİYOGRAFYA :



İbn Haldûn



dullah el-Vâdîâşî gibi çoğu Endülüs asıllı



Rosenthal, Princeton 1958, III, 485-512)



lenen İbn Haldûn paneli bildirileri



14-18 Nisan 1980'de Tunus'ta yapılan



da temayüz etti. İbn Berrâl v e Ebû Ab-



ile (İng. trc. Franz



to History



med el-Hâmis Külliyyetü'l-âdâb'da düzenlü nedveti



ilimler yanında şiir ve edebiyat sahasında



Yahyâ'nın hayatı hakkında çok az bilgi



et İ ' c e u v r e d ' I b n H a l d o u n " , Studi ci in onore



di Giorgio



Leui Della



orientalistiVida,



Rome



1956, II, 308-329; W. J. Fischel, " S e l e c t e d Bib-



mevcuttur. Mağrib'de yetişen meşhurlar üzerine eser yazan müellifler ağabeyinden dolayı onu daima ihmal etmişlerdir.



Muqaddima



Kendisiyle ilgili sınırlı bilgiler, ağabeyinin



(trc. F. Rosenthal),



nus 1982) adıyla yayımlanmıştır. 3 Hazi-



meşhur tarihinin Berberîler'e ait bölümü



Princeton 1958, III, 4 8 5 - 5 1 2 ; a.mlf., " i b n K h a l -



ran 1982'de Martin Luther Üniversitesi'n-



d u n i a n a " , İbn Khaldun



ile kendi ha! tercümesini verdiği "et-Ta c -



de düzenlenen Geschichte, Sprachen und Kultur des Vorderen Orient adlı sempozyumun bildirileri de neşredilmiştir (ibn Haldun un seineZeit



jed. Dieter Sturm),



l i o g r a p h y o f i b n K h a l d u n " , The an Introduction



Functions



and his Historical



Research,



Public Berke-



kitaplarında dağınık olarak yer almakta-



in Modern



Scholarship,



London 1981, s. 229-318; Abdullah Topçuoğlu, " İ b n Haldûn Ü z e r i n e Bir B i b l i y o g r a f y a Çalışkültesi



Edebiyat



199-241.



Üniversitesi Dergisi,



Fen-Edebiyat



Fa-



sy. 2, Konya 1983, s. CENGIZ TOMAR



ke Üniversitesi'nde yapılan İbn Haldûn and Islamic



Ideology



Khaldun



adıyla yayımlan-



mıştır (Leiden 1984). Bazı dergiler de çeşitli münasebetlerle İbn Haldûn özel sayısı hazırlamışlardır (er-Rluâ% XIII [Beyrut 1927]; Mecelletü'l-Hadîş,



VI/9 |Halep



1932); el-Fikr,Wl |Tunus 1961 ];el-Moudjahid [Cezayir, Aralık 1969]; 'Arabiyye



el-Mecelletü'l-



li'ş-şekâfe, 1/1 11401/1981]; Bi-



r



dır. Yahyâ da Buğyetü 'r-ruvvûd



adını ta-



şıyan tek eserinin birkaç yerinde yaptığı görevlerle ilgili kısa açıklamalarda bulunmuştur.



r—i « I



miştir (Cezayir 1984). 24 Mart 1983'te Dutoplantısının bildirileri ise ibn



rîf bi'bn Haldûn" başlığını taşıyan hâtime kısmında ve diğer yazarlara ait bazı tarih



m a s ı " , Selçuk



özel sayı olarak neşredil-



his



A z m e h , İbn Khaldün



Halle 1983). 1983'teHınus'ta yapılan milletü't-Tûrîh'te



in Egypt



l e y - L o s A n g e l e s 1 9 6 7 , s. 1 7 1 - 2 1 2 ; A z i z al-



letlerarası sempozyum bildirileri



Mecel-



to History



İBN HALDÛN, Ebû Zekeriyyâ



M u h t e m e l e n babasının ö l ü m ü n d e n sonra Tunus'tan ayrılan Yahyâ, o yıllar-



n



da yıldızı parlamaya başlayan v e 755'te



(Ojala- j j l Ü / j JJÎ)



(1354) Merînî sultanı tarafından kâtip ta-



Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Muhammed b. Muhammed b. Haldûn et-Tûnisî (ö. 780/1378-79)



yin edilecek olan ağabeyi Abdurrahman'-



Meşhur tarihçi İbn Haldûn'un kardeşi, devlet adamı, tarihçi, edip ve şair.



gönderdiği Ebü'l-Berekât İbnü'l-Hâc el-



la birlikte veya onun ardından Merînî başşehri Fas'a gitti. Nitekim kendisi, Nasrî Sultanı Ganî- Billâh'ın 757'de (1356) Fas'a



^



lim ue ütopya, sy. 57 [Mart 1999]).



Billifîkî'yi hocaları arasında göstermektedir. Gırnata ile kültürel bağlantıları sebebiyle bu dönemde önemli bir fikrî gelişme yaşayan Fas'ta bulunması Yahyâ'ya



Literal Çalışmalar. İbn Haldûn hakkın-



734 (1333) yılında Hafsîler'in başşehri



da yapılan literal çalışmaların en kapsamlı



Tunus'ta doğdu. Yemen-Hadramut asıllı



edebî sanatlar ve özellikle inşâ sahasında



v e sistematik olanı, Azîz el-Azme'nin ibn



bir Arap kabilesine mensup olup fetihten



yetişme fırsatı verdi. Onun fikrî v e edebî



adlı



sonra Endülüs'te İşbîliye (Sevilla) şehrine



gelişmesinde, 760 (1359) yılında tahtın-



Khaldün



in Modern



Scholarship



12



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN, Ebû Zekeriyyâ dan uzaklaştırılan Nasrî sultanıyla birlik-



mesinde ve onu maiyeti erkânı arasına



te Fas'a sürgün gelerek bir yıl kalan ve



almasında etkili olmuştur (Makkarî, Nef-



773'te (1371) Tilimsân'a iltica eden bü-



hu't-tîb, VI, 396).



yük ilim ve devlet adamı Lisânüddin İbnü'l-Hatîb önemli rol oynamıştır.



Abdülvâdî sarayındaki bu görevi dolayısıyla rahata kavuşan Yahyâ'nın, Tilim-



Yahyâ'nın siyasî hayatı 761 (1360) yı-



sân'ın Merînîler'in eline geçmesiyle duru-



lında, ağabeyi Abdurrahman'la birlikte



mu yine bozuldu. Önce başşehrinden çık-



yanında bulunduğu Fas Merînî Sultanı



mak zorunda kalan mağlûp II. Ebû Ham-



Ebû Sâlim tarafından Bicâye'yi (Bougie) is-



mû ile birlikte Devâvide Araplan'nın hâ-



tirdad için gönderilen Hafsî hânedanın-



kimiyeti altındaki bölgeye sığındı; daha



dan Prens Ebû Abdullah Muhammed'in



sonra peşlerinden gelen Merînî orduları-



hâcibi olarak görevlendirilmesiyle başla-



nın yaklaşmakta olduğunu duyunca Ebû



dı. Yahyâ, Bicâye'yi geri almayı başarama-



Hammû'dan ayrıldı ve tekrar Tilimsân'a



yan Ebû Abdullah tarafından Abdülvâdî



döndü (772/1371). Yahyâ'nın kendisine



Hükümdarı II. Ebû Hammû Mûsâ'ya elçi



büyük iyiliklerde bulunan Ebû Hammû'-



olarak gönderildi (764/1362). Birkaç ay



yu en zor zamanında terketmesi, o sıra-



sonra da II. Ebû Hammû Mûsâ ile bizzat



da aralarının bozuk olmasına ve sultanın



görüşmek üzere Tilimsân'a giden Ebû



onun samimiyetinden şüphelenmeye baş-



Abdullah'a refakat etti. Ebû Abdullah'ın



lamasına da bağlanmıştır. Özellikle ağa-



76S (1364) yılında Bicâye'yi barış yoluyla



beyi Abdurrahman'ın Tilimsân'ı ele geçi-



geri almasından sonra Yahyâ hâcibiik gö-



ren Merînîler için çalışması ve Devâvide



revini ağabeyine devretmek durumunda



Araplan'nı kendilerine sığınan Ebû Ham-



kaldı. Çünkü o sırada Abdurrahman emî-



mû'yu topraklarından çıkarmaya yönlen-



rin davetiyle Bicâye'ye gelmiş ve önceden



dirmesi muhtemelen bu şüpheyi arttır-



kendisine verilmiş söz dolayısıyla Yahyâ'-



mıştır. Aynı yıl, daha önce Fas'ta bir yıl



nın yürütmekte olduğu hâcibliğe getiril-



sürgün hayatı yaşayan Endülüslü devlet



mişti; Yahyâ ise kâtibü'l-inşâlığa nakle-



ve ilim adamı Lisânüddin İbnü'l-Hatîb de



dildi.



Merînî Sultanı Abdülazîz'e sığındı. İbnü'lHatîb'in gelişi Tilimsân'da edebî hayatı



767 (1366) yılında Kostantîne emîri



canlandırdı. Diğer taraftan İbnü'l-Hatîb



Ebü'l-Abbas Ahmed'in orduları Bicâye'yi



eski dostları İbn Haldûn kardeşlerin Me-



ele geçirip İbn Haldûn kardeşlerin velini-



rînî sultanı, devlet ricâli ve ulemâ sınıfıy-



meti olan Ebû Abdullah'ı öldürdüler. Ab-



la ilişki kurmalarına yardım etti. Yahyâ



durrahman şehri Ebü'l-Abbas'a teslim



edebî kişiliğinin teşekkülünde, özellikle



etti ve onun hizmetine girdi. Ancak bir



şiir hususunda İbnü'l-Hatîb'den çok etki-



süre sonra araları bozulunca şehirden ka-



lenmiştir. Bu etki, Buğyetü'r-ruvvâd



çarak Devâvide Arapları'nın reisi Ya'küb b.



eserinde görüldüğü gibi tarih yazıcılığın-



Ali'ye sığındı; Yahyâ ise yakalanıp Bûne'-



da, tasannu ve tekellüfe dayanan sanat-



de (Bone) hapse atıldı ve bütün mal var-



lı nesir anlayışında ve o dönemde yaygın



lığına el konuldu. Fakat bir süre sonra o



olan edebî üslûplara hâkimiyetinde de



da kaçmayı başardı ve ağabeyinin yanına



söz konusudur.



adlı



Biskre'ye gitti (768/1367). Burada bulunduğu sırada Abdülvâdî Sultanı II. Ebû



Merînî Sultanı Abdülazîz'in vefatının



Hammû Mûsâ tarafından Devâvide Arap-



(774/1372) ardından Yahyâ, İbnü'l-Hatîb'-



ları nezdinde ara bulucuk yapmakla gö-



le birlikte Fas'a gitti. Onların ayrılmasın-



revlendirildi; başarıya ulaşmasından son-



dan bir süre sonra da II. Ebû Hammû eski



ra da Tilimsân'a davet edilerek Divân-ı İn-



başşehri niimsân'ı geri aldı. O sıralarda



şâ'da kâtibü's-sırlığa tayin edildi (Receb



Yahyâ, hâmisi Merînî Veziri İbn Gâzî'nin



769/Şubat -Mart 1368). Ancak ağabeyi Ab-



ölümü ve hocası İbnü'I-Hatîb'in Gırnata



durrahman bu konuda farklı bilgi ver-



sarayının isteği doğrultusunda yakalanıp



mekte ve Ebû Hammû ile Devâvide Arap-



hapse atılması sebebiyle Fas'ta zor gün-



ları'nın anlaşmasını kendisinin sağladığı-



ler geçirdi. Sonunda tekrar eski sultanı



nı ve daha sonra yerine vekâleten kardeşi



Ebû Hammû'ya dönmeye karar verdi ve



Yahyâ'yı hükümdara gönderdiğini söy-



İbnü'I-Hatîb'in bir kasidesini sunmak ba-



lemektedir (et-Ta'rif, s. 102-103). II. Ebû



hanesiyle Tilimsân sarayına gitti. Ebû



Hammû'nun Endülüs kültürüne hayran-



Hammû da onu tekrar sır kâtipliğine ge-



lığı, orada yetişen değerli ilim, edebiyat



tirdi (776/1374). Fakat Ebû Hammû'nun



v e devlet adamı İbnü'l-Hatîb'den çok fay-



iki oğlu arasındaki ihtilâf Yahyâ'nın du-



dalanmış olan Yahyâ'yı bu göreve getir-



rumunu yeniden güçleştirdi. Şehzadele-



rin büyüğü veliaht Ebû Tâşfîn, Vehrân (Oran) valiliğinin kardeşi Ebû Zeyyân'dan alınıp kendisine verilmesini istiyordu. Sultanın emriyle bu işi oyalayan Yahyâ, Ebû Tâşfîn'in düşmanlığını üzerine çekti. Nihayet onun görevlendirdiği adamlar 780 yılı Ramazanında (Aralık 1378-Ocak 1379) Yahyâ'yı pusuya düşürüp öldürdüler. Genç yaşta öldürülen kâtibinin katillerini bulup cezalandırmayı isteyen Ebû Hammû, bu cinayetin oğlu tarafından tertiplenmiş olduğunu öğrenince suçluları aramaktan vazgeçti. Yahyâ b. Haldûn güzel ahlâkı ve geniş kültürü ile tanınmıştı. Ebû Zekeriyyâ İbn Haldûn'un tek eseri Buğyetü 'r-ruwâd fî zikri'I-mülûk min Benî 'Abdilvâd'dır. Cezayir'de hüküm süren Abdülvâdîler hânedanının tarihi olan eser, devletin kuruluşundan müellifin vefatına kadar geçen süreyi ele alır; II. Ebû Hammû'nun emriyle bu hânedanın tarihini ve özellikle de onun zamanını anlatmak için yazılmıştır. Müellifin, sır kâtipliğinin sağladığı imkânlarla resmî belgelerin tamamını görüp istediklerini kullanarak tam bir vukufla kaleme aldığı eser II. Ebû Hammû dönemi hakkındaki en önemli kaynağı teşkil eder. Yahyâ, kitapta edebî sanatlarla süslü seçili bir dil kullanmış ve büyük bir edip ve şair olduğunu ortaya koymuştur. Onun ayrıca siyasî olaylar yanında, Tilimsân sarayında âlimlerin katıldığı edebî toplantıları zarif bir üslûpla anlattığı v e saray şairlerinin pek çok şiirini eserine aldığı görülür ki bu bilgiler, Abdülvâdî başşehrindeki ilmî ve fikrî hayat açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak Yahyâ, eserinde iktisadî ve içtimaî konulara girmemesi ve Tilimsân'ın Merînî istilâsı altında kaldığı 737759 (1336-1358) yılları arasındaki tarihine önem vermemesi yüzünden tenkide uğramıştır. Eser ilk olarak Alfred Bel tarafından Fransızca tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır (Buğyetü'r-ruuuâd: Histoire des Beni Abd al-Wâd, rois de Tlemcen, l-II, Alger, 1904-1913; Encyclopaedia of islam'ın Türkçe'ye çevrilişi sırasında bir hata yapılmış ve Bel'in neşrinin Brosselard ile Berges'in Tilimsân hakkındaki eserlerinin (adları için bk. İA, I, 102 j Arapça metin ve Fransızca tercümeleri olduğu söylenmiştir [a.e., V/2, s. 744]). Kitap daha sonra Abdülhamîd Hâciyât tarafından neşredilmiş (bk. bibi ), bu arada nâşir, Bel'in görmediği başka yazma nüshalardan da faydalanarak onun gözünden kaçan bazı hataları düzeltme imkânı bulmuştur. 13



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALDÛN, Ebû Zekeriyyâ BİBLİYOGRAFYA : Ebû Zekeriyyâ İbn Haldûn,



Buğyetü'r-ruuoâd



(nşr. Abdülhamîd Hâciyât), Cezayir 1980, neşredenin girişi, I, 7-76; İbn Hazm. Cemhere, 4 6 1 ; İbn Hayyân, el-Muktebes



s. 460-



(nşr. M. M. An-



tuna), Paris 1 9 3 7 , s. 7 0 - 7 1 , 7 7 - 7 9 , 8 2 - 8 5 ; İbnü'l-Hatîb, el-İhâta,



I, 13; II, 143-169; III, 497-



516; IV, 5 9 3 - 6 0 4 ; İbnü'l-Ahmer, 'alâme



Mûsteuda'iı'l-



(nşr. M u h a m m e d Türkî e t - T û n i s î - Mu-



h a m m e d b. Tâvît et-Tancî), Tıtvân 1384/1964, s. 65; İbn Haldûn, el-'lber, a . m l f . , et-Ta'rlf



bi'bn



VII, 3 7 9 - 3 8 0 , 4 1 8 ; (nşr. M u h a m -



Haldûn



med b. Tâvît et-Tancî), Kahire 1951, bk. İndeks; Makrîzî, Dürerü'l-hıkûdi'l-feride



(nşr. Muham-



med K e m â l e d d i n ) , Beyrut 1992, I, 131-141; II, 4 4 2 - 4 4 7 ; Makkarî, Nefhu't-tîb,



VI, 3 8 9 - 3 9 9 ,



5 1 0 , 5 1 5 - 5 1 7 ; VII, 1 3 3 - 1 3 5 ; a.mlf.,



Ezhârü'r-



riyâz, Rabat 1398/1978, I, 2 3 8 - 2 4 2 , 246-247; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



VII, 7 6 - 7 7 ; Serkîs,



Mul-



cem, I, 9 7 - 9 8 ; Brockelmann, GAL, II, 312-313; II, 340; Ziriklî, el-A'lâm,



SuppL,



hâle, Mu'cemü



Tunus 1973, s. 6 - 1 6 ; A b -



dûlhamîd Hâciyât, Ebû yânî:



hayâtûhû



XIII, 228; Muham-



'l-mü'ellifin,



m e d T&lbî, İbn Haldûn,



IX, 211; Keh-



Hammû



Mûsâ



ez-Zey-



ue âşâruh, Cezayir 1394/1974;



a.mlf., " ' A b d u r r a h m â n b. H a l d û n v e t e r c e m e t ü h ü ' ş - ş a h ş i y y e " , Mecelletü'ş-Şekâfe,



sy. 77,



Cezayir 1983, s. 34-47; Abdurrahman Bedevî, Mü'ellefâtü



Tunus 1979; Mahfuz,



İbn Haldûn,



Terâcimû'l-mü'etlifln,



II, 2 2 4 - 2 2 7 ; M u h a m m e d



el-Menûnî, el-Meşâdirû'l-'Arabiyye Mağrib



mine'l-fethi'l-lslâmî



li-târlhi'l-



ilâ



nihayeti'l-'aş-



Rabat 1983,1, 101-103; Mustafa Ebû



ri'l-hadîş,



Dayf, el-Kabâ'ilû'l-'Arabiyye



fı'l-Endelüs,



Dâ-



rülbeyzâ 1983, s. 2 7 0 - 2 7 5 , 476, 501; Cum'a Şîhâ, el-Fiten Endelüsî,



ve'l-hurûb



ue eşeruhâ



Viguera, " M ü s n e d ü İbn Merzûk", Tûnisiyye,



fl'ş-şi'ri'l-



Tunus 1414/1994, I, 3 1 5 - 3 2 7 ; M. J. el-Kürrâsâtü't-



XXV1/103-104, Tunus 1978, s. 61-



86; R. A r i e , " L e s r e l a t i o n s e n t r e l e r o y a u m e nasride d e G r e n a d e et le M a g h r e b de 1 3 4 0 â 1 3 9 1 " , Relaciones con el Magreb,XİÜ-XV\,



de la peninsula



Iberica



Madrid 1988, s. 21-40;



(s. 396). Habbâl el-Mısrî'nin Vefeyâtü kavm mine'l-Mışriyyîn ve nefer sivâhüm'ünde (bk. bibi.) Şevval 455'te (Ekim 1063) öldüğünü söylediği Ebü'l-Hasan Ali b. Halef ez-Zeyyât adlı kişinin İbn Halef olması muhtemeldir. Mevâddü'l-beyân, Dîvân-ı İnşâ'da görev yapan kâtipler için yazılmış bir el kitabıdır; ancak çeşitli bölümlerinde edebî nazariyeler üzerinde önemle durulduğu görülmektedir. Müellif özellikle dördüncü ve beşinci bölümlerde İbnü'l-Mu'tez (ö. 296/908) ve Kudâme b. Ca'fer'in (ö. 337/ 948 (?]) başlattığı terminoloji geleneğini tahlil eder ve onların kullandığı teknik terimler hakkında bilgi verip sık sık nakillerde bulunur; ancak yaptığı tahlillerin pek orijinal olduğu söylenemez. Diğer bölümlerde İbnü'l-Mu'tez ve Kudâme'den başka Ebû Ali el-Fârisî, Ali b. îsâ er-Rummânî, Ebû Ali Muhammed b. Hasan el-Hâtimî'den alıntılar yapar. Terimler ve tarifler hakkında en sık başvurduğu kaynak ise İbnü'l-Mu'tezz'in Kitâbü'l-Bedf adlı eseridir. Mevâddü'l-beyân Dîvân-ı İnşâ'daki kâtiplerin sahip olmaları gereken bilgileri, yazışmalarda uymaları zorunlu esas ve gelenekleri ihtiva etmesi ve ayrıca o dönemin sosyopolitik hayatı hakkında sağlıklı bilgiler vermesi açısından Fâtımî tarihi için birinci elden bir kaynaktır; nitekim Kalkaşendî Şubhu'l-cfşâ ve Dav'u'ş-şubuh'ta sık sık ona atıflarda bulunur. On bölümden oluştuğu anlaşılan Mesadece eksik bir nüs-



A l f r e d Bel, " A b d ü l v â d î l e r " , İA, I, 102; a.mlf.,



vâddü'l-beyûn'm



"İbn H a l d û n " , a.e., V/2, s. 743-744;a.mlf., " i b n



hası günümüze ulaşmıştır. Süleymaniye



K h a l d ü n " , El2 (İng.), III, 831-832; Mu.M



(Mül-



hak), II, 92; M u h a m m e d Mehdî Müezzin-i Câmî, " İ b n H a l d û n " , DMBl,



III, 4 4 1 - 4 4 4 .



Kütüphanesi'nde (Fâtih, nr. 4128) muhafaza edilen yazmanın sekizinci bölümünün bir kısmı ile dokuz ve onuncu bölüm-



SI



CÂSİM EL-UBÛDİ



leri kayıptır. Keşfü'z-zunûn'da



adı yanlış



olarakMevâridü'l-beyân şeklinde verilen eseri (II, 1888) ilim âlemine etraflıca



r



İBN HALEF



n



mayı yapan Abdülhamîd Sâlih'tir (Arabi-



Ebü'l-Hasen Alî b. Halef b. Abdilvehhâb el-Kâtib (ö. 437/1046'dan sonra)



L



Fâtımîler'in Dîvân-ı İnşâ'mın önde gelen kâtiplerinden.



tanıtan ve müellifi hakkında ilk araştırca, XX/2 11973|, s. 192-200). Daha sonra Hüseyin Abdüllatîf kitabın tamamını (Tripoli 1982), Hâtim Sâlih ed-Dâmin de belâgatla ilgili ikinci ve üçüncü bölümlerini (el-Mevrid, XVII/2 11988], s. 131-157;



J



XVI1/3 |1988], s. 120-152) yayımlamıştır. Fuat Sezgin de eserin bir tıpkıbasımını



Hayatı hakkında yaptığı görev dışında bilgi yoktur. Doğum ve ölüm tarihleri tesbit edilememekte, ancak 437'de (1046) Mevâddü'l-beyân adıyla tanınan kitabının yazımını sürdürdüğü bilinmektedir



yapmıştır (Frankfurt 1986). İbn Halef eserinde Âletü(Âlâtü)'lKüttûb adıyla bir kitap yazdığını (s. 326) ve Kitâbü'l-Harâc adlı bir başkasını da yazmak istediğini (s. 31) söylemektedir.



BİBLİYOGRAFYA : İbn Halef, Mevâddü'l-beyân



(nşr. Fuat Sez-



gin), Frankfurt 1986, s. 31, 326, 396; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 5-7; Habbâl, kavm



mine'l-Mışriyyîn



Vefeyâtü (nşr



ue nefer siuâhüm



İbrahim Sâlih), Dımaşk 1416/1995, s. 162; Kalkaşendî, Şubhu'l-a'şâ, Keşfü 'z-zunûn,



VI, 4 3 2 ; VII, 78; X, 389;



II, 1888; A b d e l Hamid Saleh,



" U n e source de Qalqasandı, Mavrâdd a l - b a y â n , et s o n auteur, e A l î b. H a l a f " , Arabica,



XX/2,



Leiden 1973, s. 192-200; a.mlf., " i b n K h a l a f " , El2 Suppl.



(ing.), s. 3 9 0 ; S. A . Bonebakker, " A



F a t i m i d M a n u a l for Secretaries", AION,



nuova



serie, XXVII (1977), s. 2 9 5 - 3 3 7 ; Hâtem Sâlih edDâmin, " M e v â d d ü ' l - b e y â n li-'Alî b. Halef el-Kât i b " , el-Meurid,



XVll/2, B a ğ d a d 1988, s. 131-



157; XVll/3 (1988), s. 120-152; Abbâs Hüccet Celâlî, " İ b n H a l e f ' , DMBl,



III, 459.



H



ASRI ÇUBUKÇU



İBN HÂLEVEYH



r



n



Ebû Abdillâh el-Hüseyn b. Ahmed b. Hâleveyh b. Hamdan el-Hemedânî en-Nahvî el-Lugavî (ö. 370/980) L



Arap dili ve kıraat âlimi.



J



290 (903) yılında Hemedan'da doğduğu sanılmaktadır. Çocukluk dönemini Hemedan'da geçirdi. 314'te (926) tahsil amacıyla Bağdat'a gitti. İbn Mücâhid'den Kur'an ilimleri ve kıraat; İbn Düreyd, Niftaveyh, Ebû Bekir İbnü'l-Enbârî ve Ebû Saîd esSîrâfî'den nahiv ve edebiyat; Gulâmu Sa'leb olarak tanınan Ebû Ömer ez-Zâhid'den lügat; Muhammed b. Muhalled el-Attâr ve diğer âlimlerden hadis okudu. İbn Hâleveyh, Bağdat'taki tahsilini tamamladıktan sonra Yemen'e giderek bir süre Zemâr kasabasında ikamet etti. Bu sırada Yemenli şair Hemedânî'nin (İbnü'lHâik) şiirlerini ve "ed-Dâmiga" adlı kasidesini bir divanda toplayarak şerhetti (D/A, XVII, 182). Dımaşk, Meyyâfârikin ve Humus'ta verdiği derslerle şöhreti yayılınca Hamdânîler'in merkezi olan Halep'e gitti ve emîr Seyfüddevle tarafından saray hocalığına tayin edildi. Emîrin sevgisini ve takdirini kazanan İbn Hâleveyh hânedanın diğer üyeleri tarafından da saygı gördü ve Seyfüddevle'nin vefatından sonra da saraydaki saygınlığını korudu. Başta Seyfüddevle ve çocukları olmak üzere hânedana mensup birçok kişinin hocası oldu. Seyfüddevle'nin huzurunda şair Mütenebbî ile dil ve edebiyat üzerine münâzara ve mübâhaselerde bulundu. Mütenebbî'yi destekleyen ders arkadaşı Ebü'tTayyib el-Lugavî ile rekabet halinde olan



14



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HÂLEVEYH İbn Hâleveyh (a.g.e., X, 345) ayrıca dil âli-



Journal ofSemitic



mi Ebû Ali el-Fârisî ile de aralarında bir-



g o 1893-1894], s. 88-105; XIV (1897-1898],



hası Amerika'da Brinston Üniversitesi



çok münâzara ve yazışmalar olmuştu. İbn



S. 81-93;XV|1898-1899], s. 33-41,215-223;



Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Garet



Hâleveyh Halep'te vefat etti.



XVIII 11901-1902], s. 3 6 - 5 1 ) v e A h m e d



[Jaoda], nr. 4025). 10. İntişâru



Emîn eş-Şinkitî'nin (Kahire 1327/1909)



veyh li-Şacleb.



rinleşen İbn Hâleveyh, bu alanlarda telif



yayımladığı eser ayrıca



rafından Sa'leb'in el-Faşîh'ine



ettiği eserlerin hâtimelerine imzasını atar-



hiyye



ken isim zincirinde yer alan "Hüseyin" v e



ha sonra da A h m e d Abdülgafûr Attâr



Lügat, nahiv ve kıraat sahalarında de-



Languages, X [Chica-



et-Turafü'l-be-



içinde basılmış (Kahire 1330), da-



"İbn" kelimelerinin "nun"larını uzatarak



(Kahire 1957,1979) ve Muhammed Ebü'l-



yazdığından "Zünnûneyn" lakabıyla da



Fütûh Şerîf (Kahire 1395/1975) tarafından



anılmıştır (İbn Hacer, II, 267). Dilini düzelt-



neşredilmiştir. Bazı kaynaklarda müsta-



m e k için nahiv okumak istediğini söyle-



kil bir eser olarak kaydedilen, aslana dair



yen bir kimseye elli yıldır nahiv okuduğu



S00 ismin yer aldığı Esmâ'ü'l-esed



halde dilini düzeltecek kadar Arapça öğ-



eser L e y s e fî kelâmı'1-'.Arab'ın



renemediğini söylemesi, bazı müelliflerin



müdür. 3. er-Rîh



iddia ettiği gibi (meselâ bk. Delcî, s. 133)



Eserde Arapça'da rüzgâr için kullanılan



nahiv bilgisinin zayıf olduğunu değil bu



kelimeler v e bunların etimolojik açıkla-



ilmin ne kadar geniş ve kapsamlı olduğu-



maları gibi konular ele alınmıştır. Eseri ilk



nu gösterir. Küfe dil mektebine temayülü



defa Samuel Magelberg, İbn Hâleveyh'e



ağır basmakla birlikte Basra mektebinin



ait olarak yayımladığı Kitâbü'ş-Şecer



de görüşlerine yer veren İbn Hâleveyh bu



birlikte neşretmiş (Berlin 1909), daha



alanda birçok eser kaleme almıştır. Kay-



sonra Ignace J. Kratchkovski (islamica, II



naklar onun ders okutmasının yanında bir



[London 1926],s. 331-343), Hâtim Sâlih



müddet de Medine'de Mescid-i Nebevî'-



ed-Dâmin (el-Meurid, III/4|Bağdad 1974],



de hadis yazdırdığını kaydetmektedir. Ön-



s. 220-232) v e Hüseyin Muhammed Mu-



de gelen talebeleri arasında kıraat âlimi



hammed Şeref (Medine 1404/1984) tara-



Ebü't-Tayyib İbn Galbûn, ünlü edip Ebû



fından neşirleri yapılmıştır. Hâtim Sâlih



Bekir el-Hârizmî, kadı ve edip Muâfâ en-



ed-Dâmin neşrinde risâlede yer almayan



Nehrevânî, şair Ebû Firâb el-Hamdânî,



konuyla ilgili diğer kelimeler derlenerek



nahiv âlimi Saîd b. Sâid el-Fârikl, edip Mu-



eserin sonuna eklenmiştir. 4. Şerhu



h a m m e d b. Abdullah es-Selâmî, kıraat



vâni Ebî Firâs el-Hamdânî.



âlimleri Hasan b. Süleyman ile Ebû Ali Hü-



veyh, öğrencisi olan Ebû Firâs el-Hamdâ-



seyin b. Ali er-Rehâvî gibi simalar bulun-



nî'nin divanını hem derlemiş hem de şer-



maktadır.



hetmiştir. Nahle Kalfât tarafından ya-



Bazı kaynaklar, İbn Hâleveyh'in Ehl-i beyt'i ve on iki imamın hayatını konu alan Kitûbü'l-Âl



adlı eserini delil göstererek



onun Şiî-İsmâilî olduğunu, ancak Sünnî olan Seyfüddevle'den bunu gizlediğini ileri sürerken (meselâ bk. İbn Hacer, II, 267; Hasan es-Sadr, s. 86) bazıları da Sünnî ve Şâfiî olduğunu kaydetmektedir (meselâ bk. Sübkî, III, 269;Süyûtî,



Buğyetü'l-uu'ât,



i, 529).



(Risale fî



adlı



bir bölüesmâ'i'r-rîh).



ile



Dî-



İbn Hâle-



pılan hatalı ve eksik bir neşrinden sonra (Beyrut 1900,1910) Sâmî ed-Dehhân eseri ilmî usullere uygun olarak yayımlamış (I-III, Beyrut 1363/1944, 1959, 1966), daha sonra Muhammed Altuncî tarafından da neşredilmiştir (Dımaşk 1408/1987). 5. Şerhu Makşûreti



İbn



Düreyd.



Müellifin



hocası İbn Düreyd'in eserinin şerhi olup Mahmûd Câsim Muhammed'in İbn leveyh



ve cühûdühû



Hâ-



fi'1-Iuğa adlı kita-



bı içinde (Beyrut 1407/1986, s. 157-557),



Eserleri. A ) Dil ve Edebiyat. 1. el-Elİ-



ayrıca Fahreddin Kabâve (Beyrut 1994) ta-



fât. Birçok kaynakta adı yanlış olarak el-



rafından yayımlanmıştır. İbn Hâleveyh'in



Elkâb şeklinde kaydedilen eserde Arap-



öğrencisi Rebîa b. Muhammed el-Ma'me-



cuttur. 9. Şerhu Faşîhi Şa'leb.



Bir nüs-



İbn



Hâle-



Ebû İshak ez-Zeccâc tayapılan



eleştirilere r e d d i y e olarak yazılmıştır (Haydarâbâd 1317). B) Kur'an İlimleri (Kıraat). 1. kırâ'âti's-sebc



İ'râbü'l-



ve Hlelühâ. Müellifin gü-



nümüze ulaşmayan İ'râbü'l-Kur'ân'



ınm



hülâsası olup (bk. s. 3-4) eserde yedi kıraatin sebepleri v e i'rabları, şâz kıraatler, âyetlerin anlamları ve nüzûl sebepleri gibi konular ele alınmıştır. Abdurrahman b. Süleyman el-Useymîn müellifi, eseri ve nüshalarını tanıtan uzun bir mukaddimeyle birlikte eserin ilmî neşrini yapmış (I-II, Kahire 1413/1992) v e bu neşre bazı indeksler ilâve etmiştir. 2. İ'râbü



şelâ-



şîne sûre. Târik süresiyle başladığı için kaynaklarda et-Tânkıyyât, y e v e İ'râbü



et-Tânkıyadla-



âyât mine'l-Kur'ân



rıyla da anılan eser yoğun şekilde etimolojik açıklamalar içermektedir. Eser, Abdurrahman b. Yahyâ el-Yemânî el-Muallimî'nin yardımıyla Freitz Krenkovv (Sâlim Krenkovv) (Haydarâbâd-Kahire 1360/1941), ayrıca İbrâhim Selîm (Kahire 1409/1989) v e M. M. Fehmî Ömer (Kahire 1991) tarafından yayımlanmıştır. Muhammed b. Halîl b. Muhammed el-Basravî eseri ihtisar etmiş olup bu ihtisarın Dublin Chester Beatty Library'de bir nüshası bulunmaktadır. Eserin diğer bir ihtisarından da söz edilmektedir (İ'râbü'l-kırâ'âti's-seb neşredenin girişi, s. 66). 3. Muhtasar şevâzzi'l-Kur'ûn



(kırâ'ât) min







Kitâbi'l-



Bedîc. G. Bergstrâsser tarafından neşredilmiştir (Kahire 1934). Daha sonra ofset baskıları yapılan bu neşre Hellmut Ritter Almanca ve Arthur Jeffery İngilizce birer mukaddime yazmışlardır. 4. el-Bedf kırâ'ât



(i's-seb').



fi'l-



(nşr. Arthur John Arberry,



Budapest 1948). Müellif bu eserine



liavâ-



şi'l-Bedf



adıyla bir hâşiye yazmıştır. S.



el-Kırâ3ât



(Millet Ktp., Murad Molla, nr.



85; el-Câmiatü'l-Arabiyye, Kıraat, nr. 52).



ça'da elif, hemze ve türleriyle i'lâl, ibdâl,



rî v e Muhammed b. Ebü'l-Fütûh'un ihti-



tahfif, hazif gibi bunların çeşitli durum-



sar ettiği şerhin Paris Bibliotheque Nati-



İbn Hâleveyh'e şu eserler de nisbet edil-



ları incelenmiştir (nşr. Ali Hüseyin el-Bev-



onale'de (nr. 4231/4) anonim bir ihtisarı



mekte olup bunların ona aidiyeti tartış-



vâb, Riyad 1402/1982). 2. Leyse



daha mevcuttur. 6. Garâ'ibü



malıdır: 1. el-cAşerât



fîkelâ-



halkı'l-in-



fi'l-luğa.



On deği-



Arap dilindeki şâz, nâdir ve



sân. İnsan organlarına dair isim, sıfat v e



şik anlamı bulunan kelimelere dair altmış



garîb kelimelere v e onların kullanımları-



deyimleri ihtiva eden bir lügatçe olup



babdan meydana gelen bir tür sözlüktür.



na dair bir sözlük olup İbn Hâleveyh'in en



M a h m û d Câsim ed-Dervîş t a r a f ı n d a n



Her babın on kelime ihtiva etmesi düşü-



tanınmış eseridir. Müellifin bütün bilgi



neşredilmiştir (el-Meurid, XM\U/2 [Bağdad



nülmüşse de bazı bablarda daha az ke-



v e kabiliyetini ortaya koyduğu çalışmada



1989], s. 142-151). 7.



lime bulunduğu görülmektedir. Eser P.



" l e y s e f î k e l â m i V A r a b kezâ..." (Arap dilin-



ve'l-eyyâm.



Ay v e gün isimleriyle sıfat-



Brunnle tarafından İbn Hâleveyh'e izâfe



de şu yoktur...) şeklindeki kalıplaşmış ifa-



larının etimolojisine dair bir lugatçedir



edilerek yayımlanmıştır (Leiden 1900).



de tekrar edildiğinden esere bu ad veril-



(Göttingen 1854). 8. el-Cümel



fi'n-nahv.



Ancak Muhammed Cebbâr el-Muaybid bu



miştir. H. Derenbourg Hebraica (American



M e ş h e d ' d e (nr. 994/2) bir nüshası m e v -



eserin Ebû Ömer ez-Zâhid'e (Gulâmu Sa'-



mi'l-'Arab.



İştikâku'ş-şühûr



15



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HÂLEVEYH leb) ait olduğunu v e öğrencisi İbn Hâle-



BİBLİYOGRAFYA :



veyh'in ilâveleri ve rivayetiyle zamanımı-



İbn Hâleveyh, İirâbü'l-kırâ'âti's-sebc



za intikal ettiğini kaydeder. Nitekim Yah-



fûn diye tanındı. İşbîliye'ye (Sevilla) yeroellelü-



hâ (nşr. Abdurrahman b. Süleyman e!-Useymîn), Kahire 1413/1992, s. 3-4, 13, ayrıca bk. neşre-



yâ Abdürraûf Cebr, kitabı Ebû Ömer ez-



denin girişi, s. 7-104; İbnü'n-Nedîm,



Zâhid'e nisbet ederek İbn Hâleveyh rivayetiyle yeniden neşretmiştir (Amman 1984). 2. Kitâbü'ş-Şecer



(ue'rı-nebât). Ağaç isim-



leri v e sıfatlarıyla ilgili sözlük mahiyetin-



Ebû Bekir en-Neyyâr, Ebü'l-Abbas b. Mik-



s. 130; Seâlibî, Yetîmetü'd-dehr,



i, 107; Kemâ-



dâm, Ebü'l-Bekâ Yaîş b. Kadîm gibi âlim-



leddin ei-Enbârî, Nüzhetü'l-elibbâ3



(nşr. M. Ebü'l-



lerden hadis dinledi; Ebü'l-Kâsım b. Mel-



Fazl ibrâhim), Kahire 1967, s. 311-312; Yâküt, 200-205; İbnü'l-Kıftî, İn-



Mulcemû'l-ûdebâIX,



i, 324-327; İbn Hailikân,



bâhû'r-ruuât,



Vefeyât,



I, 433-434; Abdülbâki b. Abdülmecîd el-Yemâ-



fından İbn Hâleveyh'e izâfe edilerek ya-



nî, Işâretü't-ta'yîn



yımlanmıştır (Berlin 1909). İbrâhim Yûsuf



uiyyln



f'ı terâcimi'n-nühât



ve'l-luğa-



(nşr. A b d ü l m e c î d Diyâb), Riyad 1986, s.



101-102; Sübkî, Tabakât



es-Seyyid ise eserin Ebû Zeyd el-Ensârî'-



Kesîr, el-Bidâye,



ye ait olduğunu v e İbn Hâleveyh tarafın-



tû'n-nlhâye,



(Tanâhî), III, 269; İbn



XI, 297; İbnü'i-Cezerî,



I, 237; Delcî, el-Felâke



Ğâye-



ue'l-meflû-



dan rivayet edildiğini kaydeder (Ebû Zeyd



kün, N e c e f 1385, s. 132-134; İbn Hacer,



Lisâ-



el-Enşâri, s. 54). Enver Ebû Süveylim ve



nü'l-Mîzân,



II, 267; Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât,



1,



Şecer



Kitâbü'ş-



adıyla Ebû Zeyd el-En-



ve'l-kele3



5 2 9 ; Keşfü'z-zunûn, Brockelmann, GAL, Ziriklî, el-A'lâm,



I, 86, 123, 602, 1272 vd.; I, 130-131; Sııppl.,



I, 190;



II, 248; C. Zeydân, Âdâb,



Bey-



sârî'ye nisbet ederek yayımlamışlardır



rut 1978, I, 611; İbrâhim Yûsuf es-Seyyid,



(MMLAâr.,XVIl/45 [Amman 1413/1993),



Zeyd el-Enşâri



s. 119-223). 3. el-Hücce sebc.



fi'l-kıra'âti's-



Yedi meşhur kıraatle ile bunların



ue eşerühû



edeb,



II, 520-522; Hasan es-Sadr,



mü'l-müfessirin,



h a m m e d , ibn Hâleueyh



eserleri de şunlardır: et-Tezkire,



Takfi-



Târihu'l-



Te'sîsü'ş-Şfa, Mu'ce-



I, 149-150; Mahmûd Câsim Muue cühûdühû



fi'l-luğa,



Beyrut 1407/1986; Abdülâl Sâlim Mekrem, " K i -



VIII/1, Rabat 1971, s. 502-



'l-'Arabl,



520; Muhammed el-Âbid el-Fâsî, "Nisbetü'l-Hüc-



ve'l-



c e . i l â İ b n H â l e v e y h lâ t e ş i h h u " , a.e.,



e y y i n , Kitâbü'l-Mâ'ât, hüsnâ,



Esmâ'üllâhi'l-



Esmâ'ü'l-hayye,



ti'l-leyl,



el-İştikâk,



Esmâ'ü



İştikâku



sâ'â-



(el-İmâme),



Tasnifü'l-



li'l-müşterek,



Garibü'l-



Kur'ân,



Garîbü'l-hadîş,



Kitâbü'l-Hâzûr



(Ebû Ali el-Fârisî'nin,



Me'âni'l-Kur'ân'm-



dan dolayı Zeccâc'ı eleştiren



el-Eğfâladlı



eserine reddiye olup Fârisî buna Nakzü'lbir reddiye yazmıştır), eş-Şa-



Hâzûradlı lâtü'l-vüstâ,



Mâ yünevvenü



yünevvenü



fi'l-Kur'ân,



(el-Mübtede') Müzekker



ve mâ lâ el-Mübtedâ'



fi'n-nahv,



el-Müfîd,



ve'l-mü'enneş,



ve'l-mevdûd,



bazı hadisler rivayet ettiğini belirtmiştir



ealeyh",



MMLADm.,



XLVIII (1973), s. 645-671;



a . m l f . . " O n the Misattribution o f the W o r k al-



fi'1-kırâht



uin), Şerhu Kaşîde Şerhu li'bni



İbni'l-Hâ'ik,



Şerhu



fî ğarîbi'l-luğa



li-Niftaveyh,



Kıtâbi'l-Makşûr



ve'l-mevdûd



Vellâd,



leke'l-hamd bâr



Dîvâni



Risâle fî Kavli



"rabbenâ



mife's-semâvât",



el-Ah-



XL1X(1974), s. 4 2 6 - 4 3 5 ; A l i Hü-



fa'ında kendilerinden rivayette bulundu-



seyin e l - B e v v â b , " K i t â b ü ' l - E l i f â t l i ' b n H â l e -



ğu şeyhlerle onların hocaları ve talebele-



v e y h " , el-Meurid,



XI/1, B a ğ d a d 1982, s. 73-



İdkâvî (Bahşficühûdi nahuiyye



ri hakkında bilgi veren eser Muhammed



Dervîş, "Kitâbü L e y s e f î kelâmi'l-'Arab li'bn Hâ-



Zeynühüm Muhammed Azb tarafından



l e v e y h " , a.e., XV/2 (1986), s. 181-198; a.mlf., " G a r â ' i b ü h a l k ı ' l - i n s â n li'bn H â l e v e y h " ,



a.e.,



XVIII/2(1989),s. 142-151;M. F a r u k T o p r a k , " i b n H â l a v a y h v e Kitâb L a y s a " , DTCFD,



XXXVI/1 - 2



neşredilmiş (Kahire 1990), ancak Abdülazîz es-Sâvrî bu neşrin hemen her satırında hatalar bulunduğunu ortaya koymuş-



(1993), s. 203-209; C. van Arendonk, " İ b n H â -



tur CÂlemü'l-kütüb,



l e v e y h " , İA, V/2, s. 744; A. Spitder, " i b n K h â l a -



191-200). 2. el-Müfhim



fî (el-Mu'lim



bi-



esmâ'i) şüyûhi'l-Buhârî



ve Müslim.



Bu-



w a y h " , £7 2 (ing.), III, 824-825; Reşit Özbalıkçı, " E b ü ' t - T a y y i b e l - L u g a v î " , DİA, X, 345.



XIII 11412/1992], s.



hârîile Müslim'in S



HÜSEYİN TURAL



el-Câmfu'ş-şahîh'le-



rindeki şeyhleriyle ilgili olan bu çalışmanın iki cilt olduğu belirtilmekte, eserin



F



İBN HALFÛN (o^aJLi-



n



jjl)



Hadis hâfızı.



Ezher Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Mustalah, nr. 374). 3. el-



Ebû Bekr (Ebû Abdillâh) Muhammed b. İsmâîl b. Muhammed el-Ezdî el-Endelüsî (ö. 636/1239) L



655'te (1257) istinsah edilen bir nüshası



Müntekâ



fî ricali'1-hadîş



esmâ'i 'l-e'immeti ti'l-muhaddişîn mine't-tâbicin J



555'te (1160) Endülüs'ün batısında At-



(ei-Müntekâ



'l-merdı yy İn



fi



ve's-şika-



ue'r-ruuâti'l-müştehirîn fe-men bacdehüm,



tekâ fî esmâ'i'r-ricâl).



el-Mün-



Beş (veya dört) cilt



olduğu belirtilmektedir (İbnü'l-Ebbâr, 1, 350; Ruaynî, IV, 54).



Hâleoeyhi'n-



las Okyanusu kıyısındaki Evnebe köyünde



İbn Halfûn'un bunlardan başka kaynak-



(Kahire 1408/1988]) tarafından



doğdu. Muhtemelen dördüncü dedesi



larda şu eserleri zikredilmektedir: e f -



olan Halfûn'a (Halefûn) nisbetle İbn Hal-



Takrîb fî "ulûmi'l-hadîş



çalışmalar yapılmıştır.



İbn



el-Muvat-



75; XI/3 (1982), s. 135-150; Mahmûd Câsim ed-



kında Mahmûd Câsim Muhammed (bk. bibi.) v e İbrâhim Muhammed Ahmed el-



şüyûhi'l-İmâm



b. Enes. İmam Mâlik'in



l e v e y h " , RAA,



fi'r-riyâz.



İbn Hâleveyh'in hayatı ve eserleri hak-



Eserleri. 1. Esmâ'ü



el-Mübârek, " L e y s e f î k e l â m i ' l - ' A r a b l i ' b n H â -



(Adudüddevle (müdev-



XXIII, 72).



(A'lamü'n-nübelâ',



Mâlik



Mişkâtü'l-Cayn,



için yazdı), Zinbîlü'l-müdevvir



Halfûn'un herhangi bir rivayetinin kenel-Endelüsî'nin bir şahıs aracılığı ile ondan



el-Makşûr



el-Emâlî,



Kitâbü'l-Mecd



el-



olup kendisinden İşbîliye'de uzun süre faydalandığını söyleyen Ruaynî de onun



" N i s b e t ü ' l - H ü c c e ilâ İbn H â l e v e y h i f t i r â ' ü n



w a y h " , IQ, XVII/3-4 (1973), s. 125-139; Mâzin



fırâse, el-Cûmf



İbn Halfûn, rivayet konusunda titiz davranan v e hadis ilimlerini iyi bilen bir âlim



(1971), s. 5 2 1 - 5 2 3 ; Subhî A b d ü l m ü n ' i m Saîd.



(Hâleveyh kelimesinin etimolojisi), Atraluğa, Kitâbü'l-Âl



(Haziran 1239) doğduğu köyde vefat etmiştir.



disine ulaşmadığını, ancak Ebû Hayyân



Hujja to A b ü e A b d A l l a h a l - H u s a y n b. K h a l a -



el-Âfıkfi'l-



lıklarla takdir toplayan İbn Halfûn gözlerini kaybettikten sonra Zilkade 636'da



VIII/1



Hâleveyh



ğaşşe (Ebrağaşşe) fi'l-luğa,



hadis dinlemediğini belirtmiştir. Endülüs'ün değişik yörelerinde yaptığı kadı-



biri olduğunu söylemiştir. Zehebî ise İbn



el-Llsânü



el-Haşerât,



ve ke



lar çarşısında karşılaştığını, ancak ondan



lardan ve bu sahanın son temsilcilerinden



nâhü li'l-Yezîdî,



Ledün



yılının ramazan ayında İşbîliye'de kitapçı-



v e y h e l - L u ğ a v î v e nisbetü Kitâbi'l-Hücce ileyh",



mac-



Lâ, Kitâbü



nâs) ve Ruaynî onun talebelerinden bazılarıdır. İbnü'l-Ebbâr, kendisiyle 626 (1229)



bu yönüne işaret etmiş, münekkit hâfız-



lafzuhû va'htelefe



ba'z, Kitâbü



Rebî\ Ebû Bekir İbn Sittünnâs (Seyyidün-



fi'l-kırâ'âti's-seb"',



RAA,



yetü me'ttefeka



el-Kül



cûm'dan icâzet aldı. İbn Müsdî, İbn Ebü'r-



XLV (1970), s. 3 4 2 - 3 5 7 ; a.mlf., " İ b n H â l e -



tâbü'l-Hücce li'bn H â l e v e y h



Müellifin kaynaklarda adı geçen diğer



Ri-



Beyrut 1401/1981, s. 86-87; Nüveyhiz.



lugavî v e filolojik dayanaklarını konu alan



Ebû



fi dlrasati'l-luğa,



y a d 1400/1980, s. 54; Ömer Ferruh,



eser Abdülâl Sâlim Mekrem tarafından neşredilmiştir (Küveyt 1971).



Dabbî, Ebû Bekir İbnü'I-Ced, İbn Zerkün,



el-Fihrist,



de bir eser olup Samuel Nagelberg tara-



Muhammed eş-Şevâbike eseri



leşti. İbn Beşküvâl, Ahmed b. Yahyâ ed-



16



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



ve şürûtihî



ve



İBN HALLİKÂN şıfati ruvûtihî nekaletih),



C ülümü'l-hadlş



Müsnedü



Enes, Telhîşu



tâbi'I-Câmic



şahîh li-Müslim cîsâ



mekle meşgul oldu. Ebû Abdullah el-Bas-



caleyhi's-



med b. el-Cârûd



aldığı Erba'ûne



ayrıca bk. neşredenlerin girişi, s. 8; Kâdî Abdülcebbâr, Fazlü'l-i'tizâl



Şüyûhu



revâ



rivâyetühû



fıkh, Meşyehatü



İbn



le'nin Basra ekolünü etkilemiş olan hocası



Muğnî,



Ebû Hâşim'e ait kelâmî görüşleri benim-



M u r t a z â , Tabakâtü'l-Mu'tezile,



ricâ-



sediğini söylemek mümkündür. Bu hu-



Zerkün.



b.



Enes (nşr. M. Zeynühüm M. A z b ) , Kahire 1990, et-Tekmi-



le, Madrid 1886, I, 3 5 0 ; Ali b. M u h a m m e d er-



Bedevî, Mezâhibü'l-İslâmiyyln,



Beyrut 1971,1, 1978), s. 389-393;



Daniel Gimaret, " L e s U s u l a l - H a m s a du qâdı A b d al-Gabbâr et leurs c o m m e n t a i r e s " ,



VIII, 35-36; VVilferd Madelung, " Z u einigen W e r -



ilişkin bilgileri insanda doğuştan yarat-



k e n des Iraâms A b u T â l i b an-Nâtiq b i ' l - H a q q " , İsi, LXIII/1 (1986), s. 5-10; J. Schacht. " i b n Khall â d " , El2 (İng.), III, 832; Seyyid Ca'fer Seccâdî. " İ b n H a l l â d - ı B a ş r î " , DMBİ,



III, 4 3 9 - 4 4 0 ; Şera-



dalandığı şeydir. Buna göre kişinin meşrû



feddin Gölcük, "Ebû Abdullah el-Basrî",



çerçevenin dışında sahip olduğu imkân-



84; Avni İlhan, " E b û H â ş i m el-Cübbâî", a . e . , X , 146; Yusuf Şevki Yavuz, "Ebû Reşîd e n - N î s â b û rî", a.e., X, 213; A h m e d Mahmûd Subhî, " İ b n



(nşr. İb-



Nîsâbûrî, s. 153; Kâdî Abdülcebbâr, el-



Hallâd", Meusû'atü.'1-hadâreü'l-lslâmiyye,



Muğnî, IV, 75; XI, 30; XII, 494;XIII, 155; İb-



man 1993, s. 241-243. r r ı



55; Z e h e b î , A'lâmü'n-nübelâ',



nü'l-Murtazâ, s. 107).



şüyûhi'r-Ru'aynl



a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, Târîhu'l-lslâm:



sene



Safedî, el-Vâfi,



XXIII, 7 1 - 7 2 ;



IV, 1400-1401;a.m!f., s. 2 8 4 - 2 8 5 ;



631-640,



II, 218;Süyûtî,



Tabakâtü'l-huf-



fâz (Ömer), s. 4 9 2 - 4 9 3 ; lbnü'1-İmâd, Şezerât, 185; İzâhu'l-meknûn,



I, 119; II, 530, 570; He-



müstetrafe(Özbek),







Kaynaklarda İbn Hallâd'a Uşûl, eş-Şerh veya Şerhu'l-Uşûl



Kitâbü'ladlarıy-



er-Risâletü'l-



s. 210, 247, 4 1 9 , 4 4 2 ; Mah-



den Ebü't-Tayyib M u h a m m e d b. İbrâ-



lûf, Şeceretü'n-nûr,



I, 181; Ziriklî,



VI, 2 6 1 ; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifin,\X,



el-A'lâm,



him'in görüşlerini reddetmeye önem ve-



61;



rerek öncelikle "vaîd" konusunu işlediği



Sezgin, G A S , I, 4 6 3 - 4 6 4 ; Abdülazîz es-Sâvrî, " E s m â ' ü ş ü y û h i ' l - İ m â m M â l i k b. E n e s l i ' b n H a l f û n " , 'Âlemü'l-kütüb,XIII,



Tâif 1412/1992,



dülcebbâr, Fazlü'l-i'tizâl,



Murtazâ, s. 105). Şerhu'l-Uşûl,



lanmamış bir eser olup eksik kalan kısım-



ue't-türâş,



İV/14, Dubai 1417/1996, s. 72-89. I



mal edildiği kabul edilir (Şerhu'l-üşûli'l-



1



Aynı eserin, Zeydiyye imamlarından Nâtık-



İ B N H A L L A D el-BASRI



Bilhak tarafından çeşitli ilâveler yapılmak



( ^ S ^ a J I iStp- , ^ 1 )



suretiyle Ziyâdâtü



Basra ekolüne bağlı Mu'tezile kelâmcısı.



Şerhi'l-Uşûl



adıyla



genişletildiği belirtilmektedir (Brockel-



Ebû Alî Muhammed b. Hallâd el-Basrî el-Mu'tezilî (ö. IV./X. yüzyılın ortalan [?])



mann, I, 698; Madelung, LXIII/1 [1986], s. 10). Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî'nin d e e ş Şerh'in



özellikle ilâhî sıfatlar ve t a b i a t



felsefesi konularına ilişkin bahislerine ZiJ



yâdâtü'ş-Şerh



adıyla geniş ilâveler yap-



tığı, bu şerhin eksik bir nüshasının British Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur.



Museum'da (nr. 8613) bulunduğu tesbit



Nisbesi dikkate alınarak Basra'da doğdu-



edilmiştir (Martin, s. 389-390). Öte yandan



ğu v e orada yaşadığı söylenebilir. Tahsil



Ebû Rîde tarafından, Ebû Reşîd en-Nîsâ-



amacıyla Bağdat'a gidip Ebû Hâşim el-



bûrî'ye ait Dîvânü



Cübbâî'nin (ö. 321/933) derslerine katıldı-



mel görülerek yayımlanan (Kahire 1969)



ğı bilinmektedir. Kâdî Abdülcebbâr'ın bil-



Fi't-Tevhîd



dirdiğine g ö r e İbn Hallâd, Ebû Hâşim'e



rî'nin Ziyâdâtü'ş-Şerh'inln



önce Askerimükrem'de, daha sonra Bağ-



den ibaret olduğu anlaşılmıştır (Ebû Re-



dat'ta olmak üzere iki ayrı dönemde öğ-



şîd en-Nîsâbûrî, neşredenlerin girişi, s. 8;



rencilik yaptı (Fazlü'l-Ftizâl,



ayrıca bk. DİA, X, 213).



s. 324). Öğre-



^



'1-uşûl olması muhte-



adlı hacimli kitabın Nîsâbûbir bölümün-



IBN HALLIKAN Jîl)



(ö. 681/1282)



larının Kâdî Abdülcebbâr tarafından ikhamse, neşredenin girişi, s. 20, 24, 26-28).



r



(bk. R Â M H Ü R M Ü Z Î ) .



Ebü'l-Abbâs Şemsüddîn Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm b. Ebî Bekr b. Hallikan el-Bermekî el-İrbilî



tamam-



ABDÜLKADİR ŞENEL



METİN YURDAGÜR



n



(oKfe-



s. 324; İbnü'l-



aelâmi'l-hadîş bi'l-Endelüs",



Am-



IBN HALLÂD er-RÂMHÜRMÜZÎ



r



kaydedilir (İbnü'n-Nedîm, s. 222; Kâdî Ab-



s. 191-200; a.mlf., "İbn H a l e f û n e l - E v n e b î min Âfâku'ş-şekâfe



F



la anılan bir eser nisbet edilir ve bu eserin Basra'nın tanınmış Mürcie temsilcilerin-



II, 114; Kettânî,



diyyetü'l-'arifin,



V,



DİA,X,



lar rızık statüsüne girmez (Ebû Reşîd en-



rahim Ş e b b û h ) , D ı m a ş k 1 3 8 1 / 1 9 6 2 , IV, 5 4 -



Ruaynî, Bernâmecü



AIsl.,



sy. 15(1979), s. 68-73;a.mlf., " E b n K a l l â d " , Elr.,



olarak isbât-ı vâcibe v e t e m e l konulara



ona göre rızık insanın meşrû olarak fayMâlik



s. 105, 107;



I, 698; Abdurrahman



T w o Mu'tazilite M s s " , JAOS(



masını Allah için vâcip kabul eder. Yine



BİBLİYOGRAFYA :



Brockelmann, GAL Suppl.,



Nîsâbûrî ve Kâdî Abdülcebbâr'ın eserleriHallâd, "lutuf nazariyesi"nin bir sonucu



fi'l-



IV, 75; Xi, 30; XII, 494; XIII, 155; İbnü'l-



337; Richard C. Martin, " T h e Identification o f



Mâlik



Kitâb



neşredenin girişi, s. 20, 24, 2 6 - 2 8 ; a.mlf., el-



sus, görüşlerine yer veren Ebû Reşîd en-



Yahyâ b.



neşredenin girişi, s. 6-7; İbnü'-Ebbâr,



Şerhu'l-Uşûü'l-hamse,



Muham-



nin incelenmesinden anlaşılmaktadır. İbn



İbn Halfûn, E s m â ' ü şüyûhi'l-İmâm



3 2 4 - 3 2 5 , 3 2 8 ; a.mlf.,



canhüm



Refu't-temârî



es-Şikât,



Tabakâtü'l-Mu'tezile



Bununla birlikte onun, daha çok Mu'tezi-



fî Muvatta'i



canh,



hakkında da yeterli bilgi mevcut değildir.



ue



(nşr. Fuâd Seyyid), Beyrut 1393/1974, s. 3 1 9 ,



Ebî



fîhi min



hadîs, Eğâlîtu



Yahyâ el-Endelüsî



bey-



çağına girmeden v e f a t e t t i . Görüşleri



oğlu Ebû Ca'fer için kaleme



li'l-Buhârî,



(nşr. Ma'n Zi-



oe'l-Bağdâdiyyîn



ve'l-Müsnedi'ş-



fî Kitâbihi'l-Münteka, men tüküllime



ft'i-hilâf



ne' l-Başriyyln



yâde - Rıdvân es-Seyyid), Beyrut 1979, s. 153;



Ebî



ellezîne



(Teceddüd), s. 222;



âlim olarak tanıtılan İbn Hallâd ihtiyarlık



Şüyûhu



Şüyûhu



İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist



Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, el-Mesâ'il



rî onun en meşhur öğrencisidir. Edip ve



b. el-Haccâc,



es-Sicistârıî,



et-Tirmizî,



fî esmâ'i



et-



hadîşühüm



li'l-Buhârî



Ebî Dâvûd



sonra kitap yazmak ve öğrenci yetiştir-



fî Ki-



aşhâbi'n-nebî



el-Muharrec



BİBLİYOGRAFYA :



nimini tamamlayıp Basra'ya döndükten



b.



Mâlik



ehâdîşi'l-Muvatta',



Tacrîf bi-esmâ'i selâm,



ue şıfâtü



hadîsi



L



Vefeyâtii 1-a cyâıı adlı eseriyle tanınan tarihçi, fakih, edip ve şair.



J



11 Rebîülâhir 608'de (22 Eylül 1211) Erbil'de (İrbil) doğdu. İlimle uğraşan bir aileye mensuptur. Dedelerinden Hallikân'a (Hallekân. Hıilikân) nisbetle İbn Hallikân lakabıyla ün yapmıştır. Babasını ve dedelerini sık sık övgüyle anmasından dolayı kendisine "halli-kân" (geçmişinle övünmeyi bırak) denildiği veya ailesinin Erbii'in Hallikân adlı köyünden gelmesi sebebiyle bu lakabı taşıdığı da rivayet edilir (Vefeyât, neşredenin eki, VII, 17). Ona göre sülâlesi Abbâsîler'in ünlü vezir ailesi Bermekîler'in devamıdır. Babası, fetva konusunda güvenilir fakihlerden Erbil M u z a f f e r i y y e Medresesi müderrisi Şehâbeddin Muh a m m e d b. İbrâhim'dir. Amcalarından Necmeddin b. İbrâhim, Erbii'in Mücahidiyye Medresesi'nde müderris, Hüseyin b. İbrâhim ise bir Şâfiî fakihi idi v e Yahyâ b. Muhammed el-Mekkî'den hadis oku17



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HALLİKÂN muştu. Ünlü tarihçi İzzeddin İbnü'l-Esîr yordu.



Matrûh v e daha başka şairlerle de tanışma imkânı buldu. 645'te (1247) Kâdılkudât Bedreddin Yûsuf b. Hasan (KâdîSin-



neme kadar yaşayan, herhangi bir alanda şöhrete kavuşmuş kadın ve erkek 800'den fazla kişinin biyografisini içerir. Sul-



İki yaşında iken babasını kaybeden İbn Hallikân, onun Muzafferiyye Medresesi'n-



câr) tarafından nâip seçildi ve 6S9 (1261) yılında Memlûk Sultanı I. Baybars'ın Su-



tanlar, emîrler, vezirler, eşraf, nahiv, lügat ve kıraat âlimleri, müfessirler, mu-



deki halefi Şerefeddin İbn Yûnus el-İrbilî'nin öğrencisi oldu; ayrıca Ebü'l-Hasan Müeyyed b. Muhammed Radıyyüddin enNîsâbûrî ile Zeyneb bint eş-Şa'rî'den (Ümmü'l-Müeyyed eş-Şa'riyye) icâzet aldı. Mu-



riye kâdılkudâtlığına getirmesine kadar bu görevde kaldı. Hanefî, Hanbelî ve Mâlikî kadılarının onun nâibi durumunda ol-



haddisler, kelâmcılar, çeşitli mezheplere mensup müctehidler, fakihler, kadılar, zâhidler, mutasavvıflar, mühendisler, fi-



dukları Suriye kâdılkudâtlığına ilâveten vakıflar, camiler, hastahaneler ve Âdiliy-



lozoflar, astronomlar, astrologlar, tabipler, edip ve şairler, tarihçiler, coğrafyacı-



zafferiyye M e d r e s e s i n d e n sonra Ebü'lBerekât İbnü'l-Müstevfî'nin ilim. Şeyh Ce-



ye, Nâsıriyye, Azrâviyye, Felekiyye, Rükniyye, İkbâliyye ve Behesniyye medreselerinin idaresi de ona tevdi edilmişti. An-



lar, nesep âlimleri ve mûsikişinaslardan oluşan bu kişilerin hayat hikâyelerini eserleri, yaptıkları iyi işler ve ölüm tarih-



cak I. Baybars 664'te (1266) bu üç mezhep kadısına, da kâdılkudât unvanı verdi



leriyle birlikte verir. Şahısların alfabetik sıraya göre ele alındığı esere birkaçı hariç



v e 669'da (1271) onu görevinden azletti. İbn Hallikân bunun üzerine Kahire'ye dönerek Fahriyye ve Ezher medreselerinde



ashap, tâbiîn ve halifeler dahil edilmemiştir. Kitap İslâm tarihinde kendi alanındaki en eski örnek sayılmaktadır. Çünkü daha



müderrislik yaptı; bu dönemde bazı maddî sıkıntılarla karşılaştıysa da kendisine önerilen yardım tekliflerini daima geri çevirdi. Baybars'ın ölümünden sonra 676'da (1277) tekrar Suriye kâdılkudâtlığına tayin edildi v e Dımaşk'a gelişinde büyük bir törenle karşılandı (677/1278). Safer 679'da (Haziran 1280) Sultan Kalavun'a baş kaldıran Dımaşk Valisi Sungur el-Eşkar'ı destekleyen İbn Hallikân, halkı isyana teşvik etmekle suçlanarak tutuklandı, ancak üç hafta sonra serbest bırakıldı v e sultanın emriyle yeniden kâdılkudâtlığa getirildi. Fakat Kalavun 680 yılı başında (1281) Dımaşk'a geldikten üç gün sonra onu tekrar azletti.



önce yazılan biyografiler yalnız sahâbe, tâbiîn, müfessirler, fakihler, şairler, nahivciler, Şâfiîler, Hanbelîler yahut bir bölge veya şehre mensup kişiler gibi muayyen gruplara (tabakat) tahsis ediliyor, ayrıca asırlar esas tutularak düzenleniyordu.



de babasının arkadaşları arasında yer alı-



mâleddin b. Sinnîre'nin şiir ve edebiyat meclislerine devam etti. 621'de (1224) Ebû Ca'fer Muhammed b. Hibetullah b. Mükerrem es-Sûfî'den Şahîh-i Buhârî'yi okuyup rivayet yetkisi aldı. 625'te (1228) filozof Esîrüddin el-Ebherî'den Erbil Dârülhadisi'nde ilm-i hilâf dersleri aldı. İbn Hallikân, on sekiz yaşına geldiğinde öğrenimini sürdürmek amacıyla Musul'a gitti ve Kemâleddin İbn Yûnus, Ziyâeddin İbnü'l-Esîr gibi edip ve âlimlerle bir araya gelerek onlardan pek çok şey öğrendi. Arkasından Harran üzerinden Halep'e geçip baba dostu Bahâeddin İbn Şeddâd'ın medresesine misafir oldu ve evindeki hadis meclislerine, ayrıca Ebû Bekir Cemâleddin el-Mâhânî'nin, onun ölümünden sonra da Seyfiyye Medresesi fakihlerinden Ebû Abdullah Necmeddin Muhammed el-Habbâz el-Mevsılî'nin derslerine katıldı v e ona Gazzâlî'nin elVecîz'ini okuyup rivayet yetkisi aldı. Daha sonra ediplerle görüşmeye başladı ve Muvaffakuddin Ebü'l-Bekâ İbn Yaîş enNahvî'ye İbn Cinnî'nin el-Lümac adlı eserini okudu. Bu sırada İzzeddin İbnü'l-Esîr v e Yâküt el-Hamevî ile tanışarak onlardan



İbn Hallikân 26 Receb 681'de (30 Ekim 1282) Dımaşk'ta vefat etti ve Kâsiyûn dağı eteklerinde toprağa verildi. Hadis, fıkıh, tarih, siyaset, kitâbet, şiir v e edebiyat alanında temayüz etmiş geniş kültü-



faydalandı; ayrıca Abdüllatîf el-Bağdâdî'-



re sahip bir ilim adamı idi. Mütevazi, yu-



İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-cfyân't kaleme alırken tam adından da anlaşıldığı üzere daha önce yazılmış eserlerden, hocalarından ve kendi gözlemlerinden faydalanmıştır. Müellifin eserinde sadece ölüm tarihi kesin biçimde bilinen kişilere yer verdiği, çoğununki belli olmadığı için doğ u m tarihleri üzerinde fazla durmayıp yalnız bildikleriyle yetindiği, bu arada daha önceki eserlerde yanlış yazılmış bazı kelime ve isimlerin doğrularını tesbit ettiği görülür. Biyografileri verilen kişilerin yaşadıkları bölge ve dönemlerin geleneklerinden, sosyal hayatlarından da bahsettiği için eser yazıldığı tarihten itibaren büyük ilgiyle karşılanmıştır. Özellikle ta-



nin hadis ve Arapça derslerine devam etti. İbn Şeddâd'ın 632'de (1234) ölümünden sonra Dımaşk'a gidip hadis, tefsir ve fıkıh âlimi İbnü's-Salâh eş-Şehrezûrî'den



muşak huylu, fasih konuşan, hoşsohbet, cömert, adaletli bir kadı ve nezih bir kişi olarak tanınmıştır. Zengin bir kütüpha-



rih, edebiyat, dil v e sosyoloji alanlarında araştırma yapmak isteyenlerin mutlaka başvurmaları gereken bir kaynak niteli-



neye sahipti. Mağripli, Endülüslü, Suriyeli, Iraklı ve Mısırlı tarihçilerin pek çok



ğindedir.



ders aldı. Dımaşk'ta bir müddet kaldıktan sonra tekrar Halep'e döndü. Şair Ebü'lMehâsin eş-Şevvâ ile Şeytânü'ş-Şâm diye tanınan şair Ebü'l-İz Yûsuf el-Mâcin el-İrbilî'yi tanıdı. Halep'in onun ilmî şahsiyetinin oluşmasında önemli bir payı vardır; orada çeşitli medreselerde müderrislik yapmış, bu arada birkaç defa Musul'a geçerek İzzeddin İbnü'l-Esîr ve Kemâleddin İbn Yûnus ile görüşmüştür.



kitabını okuyup değerlendirmiş ve notlar almıştı. Bedreddin el-Merâgî (Tavîl) onun öğrencisi olmuş, Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî ile Birzâlî de kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Eserleri. İbn Hallikân'ın günümüze ulaşan t e k eseri Vefeyâtü'l-cfyân ba'ü



ebna'i'z-zamân



bi'n-nakl



evi's-semâc



mimmâ ev



ve



en-



şebete esbetehü'l-



63S (1238) veya 636'da (1239) İsken-



'ayân'dır. Kahire'de 6S4-672 (1256-1273)



deriye üzerinden Kahire'ye giden İbn Hal-



yılları arasında yazılan e s e r e İbn Halli-



likân, Kasım b. Fîrruh eş-Şâtıbî ve İbn



kân'ın, yazımını 22 Cemâziyelevvel 672



Berrî'nin öğrencileriyle görüşüp rivayet



(4 Aralık 1273) tarihinde bitirdikten sonra



için icâzet aldı; 637'de (1240) Bahâeddin



da 680 (1281) yılına kadar ilâvelerde bu-



Züheyr divanını rivayet hususunda ona



lunduğu bilinmektedir. Eser, İslâm'ın baş-



icâzet verdi. İbn Hallikân orada ayrıca İbn



langıcından itibaren kaleme alındığı dö-



Çok sayıda yazma nüshası bulunan Vefeyâtü'l-cfyân (Brockelmann, GAL, 1, 398400; Suppi, I, 561; Şâkir Mustafa, IV, 2526) ilk defa Ferdinand VVüstenfeld tarafından neşredilmiştir (I-XI1I, Göttingen 1835-1850). Baron Mac-Guckin de Slane de eseri yayımlamaya başlamış, fakat bir kısmını neşrettikten sonra (Paris 18321842) bu fikrinden vazgeçip eseri İngilizce'ye tercüme etmiştir (aş. bk.). Eser daha sonra Muhammed Abdurrahman elAdevî(I-II, Bulak 1275), Muhammed Bâkır b. Abdülhüseyin Han es-Sadre'l-İsfahânî (I—II, Tahran 1284), Muhammed en-Neccâr (I-III, Kahire 1299), Nasr el-Hûrînî(I-II, Kahire 1310), Ahmed Yûsuf Necâtî(zı harfine kadar altı cüz, Mısır 1355), Muhammed



18



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNHAMEVEYH,Tâceddin Muhyiddin Abdülhamîd (I-VI, Kahire 1367/



Muhammed



1948) ve İhsan Abbas (I-VIII, Beyrut 1968-



(Beyrut 1411/1990), Fahreddin Muham-



1972) tarafından yayımlanmıştır.



m e d Yûsuf  m i r



başta müellifin oğ-



Vefeyâtü'l-a'yâriı,



edebî



cinde



b. İbrâhîm



b. Ebî



Bekir



Menhecü'l-bahşi'l-



İbn Hallikân



(Libya 1990)



lu Mûsâ b. A h m e d olmak üzere Abdur-



adıyla ilmî çalışmalar yapmışlardır. Bunun



rahman b. Cevher b. Abdülhay, Tâceddin



dışında İbn Hallikân'ın edebiyata dair bazı



İbnü'l-Esîr, İbn Habîb el-Halebî, Ahmed b.



mecmuaları bulunduğu rivayet edilmek-



Abdullah el-Gazzî, Abbas er-Resülî, Bed-



tedir (Safedî, VII, 308).



reddin el-Aynî, Muhammed Kasım el-MekKî, Muhammed b. Nâcî ve Riyâzü'r-Rûmî Kâdı'ş-Şâm Muhammed b. Dâvûd gibi birçok kişi ihtisar etmiştir (Şâkir Mustafa, IV, 26-27). Ayrıca Muhtaşarü'l-bostân, cemü'l-kabâ'il ni'lletî



ve'l-kurâ



şahhahahâ



Ve/eyâti'l-



şâhibü



acyân, Hadâ'iku'l-a'yân



Muc-



ve'l-büldâadlarıyla yapıl-



mış müellifi bilinmeyen muhtasarları da mevcuttur (yazma nüshalar ve günümüze ulaşmayan diğer muhtasarlar için bk. a.g.e., IV, 27-28). Esere zeyil yazanların bazıları da şunlardır: Fazlullah b. Ebü'lFahr ed-Dımaşkî es-Sukâî, İbn Şâkir elKütübî, İbnü'l-Kâdî, Bedreddin ez-Zerkeşî, Zeynüddin el-Irâkl, Abdülbâkı b. Abdülmecîd el-Yemenî (a.g.e.,



IV, 28) İbn



Hicce, kırk kaynaktan yaptığı seçmeleri ihtiva eden Şemerâtü'l-evrâk hâdarât) adlı eserine



(fi'l-mu-



Vefeyâtü'l-acyân-



dan bazı alıntılar yapmıştır. Vefeyâtü'l-cfyân,



Zahîrüddin Erdebi-



lî, Yûsuf b. Ahmed b. Muhammed Osman v e Kebîr b. Üveys b. Muhammed el-Latîf î (Kadızâde) tarafından Farsça'ya (yazma nüshaları için bk. a.g.e., IV, 28-29), Riyâzî v e Mısır Valisi Abdi Paşa'nın emriyle Vekilzâde Yûsuf t a r a f ı n d a n T ü r k ç e ' y e (a.g.e., IV, 29; Babinger, s. 195) çevrilmiştir. Ayrıca Dramalı Hasan Haydar'ın yaptığı Vefeyûtü'l-a'yûrı



ve enbâü



ebnâi'z-



zâmân adlı bir Türkçe çeviri de Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlı bulunmaktadır (Hacı Mahmûd Efendi, nr. 4882). Rodosîzâde Muhammed eseri ö z e t olarak Türkçe'ye çevirmiş ve Tercüme-i tü'l-a'yân



Vefeyâ-



adıyla iki cilt halinde yayımla-



mıştır (İstanbul 1280); ancak tercüme sırasında aslına sadık kalınmadığı için bu yayın fazla itibar görmemiştir. Kitap, Baron Mac-Guckin de Slane tarafından ibn Khallikan's



Biographical



Dictionary



adıyla dört cilt halinde İngilizce'ye çevrilmiş (Paris 1842-1871; Beyrut 1970), Ali Cevâd Tâhir tarafından da Vefeyâti'l-acyân



Mülâhazâtcalâ



adlı ilmî bir çalışmaya



İbn Hallikân. Vefeyât, neşredenin girişi, I, 513; ayrıca bk. neşredenin eki, VII, 5-107; a.e.: İbn Khallikan's Biographical Dictionary (trc. Mac-Guckin de Slane), Beyrut 1970, tercüme edenin önsözü, s. V-XL; Tâcü'l-'arüs, "hlk" md.; Ebû Şâme, ez-Zeyl 'ale'r-Rauzateyn, s. 215216, 235-236; Ebü'l-Fidâ, el-Muhtaşar, Beyrut 1381/1961, II/7, s. 22; Zehebî, el-'İber, III, 347; Sübkî, Tabakât, V, 14-15; Safedî, el-Vâfi, VII, 308-316; Kütübî, Feuâtü'l-Vefeyât, I, 110-118; İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 279-280, 311; İbn Tağrîberdî, en-Nücümü'z-zâhire, VII, 253-254; Nuaymî, ed-Dâris fi târihi'l-medâris (nşr. Ca'fer el-Hasenî), Kahire 1988, 1, 192-193; İbn Tolun, el-Kalâ'idü'l-ceuheriyye fî târîhi'ş-Şâlihiyye (nşr. M. Ahmed Dehmân), Dımaşk 1401/1980, 11, 577-580; İbnü'l-Kâdî, Dürretü'l-hicâl, I, 7; Şerefeddin [Yaltkaya], İbn Esirler ue Meşâhîr-i Ulemâ, İstanbul 1322, s. 93-94; Brockelmann, GAL, 1, 398-400; Suppl., I, 561; Abbas el-Azzâvî, et-Ta'rifbi'l-mü'errihîn fî'ahdi'l-Moğol ue'tTürkmân, Bağdad 1376/1957, s. 95-102; Nikita Elisseeff, Nürad-Din, Damas 1967,1, 57-60; Sarton, Introduction, II/2, s. 1120-1121; Ali Cevâd et-Tâhir, Mülâhazât 'alâ Vefeyâti'l-a'yân, Beyrut 1977; Selâhaddin Müneccid, Mu'cemû'lmü'errihîne'd-Dımaşkıyyîn, Beyrut 1398/1978, s. 116-119; Babinger (Üçok), s. 195; C. Zeydân, Âdâb, II, 167-169; Reşîd Yûsuf Atâullah, Târihu'l-âdâbi'l-'Arabiyye(nşr. Ali Necîb Atvî), Beyrut 1985, s. 41-42;Abdüsselâm M. Hârûn, Mu'cemü mukayyedâti İbn Hallikân, Kahire 1407/ 1987; Fahreddin M. Yûsuf Âmir, Menhecü'lbahşi'l-edebî'indeİbn Hallikân, |Baskı yeri yok! 1991 (Dârü'l-Arabiyye); Şâkir Mustafa, et-Târîhu'l-'Arabî ue'l-mü'errihûn, Beyrut 1993, IV, 23-29; Gerhard Hoffmann, "ibn Khallikan's Biographies as a Source for Problems of Islamic Military History", Actas XVI Congreso CJEAT, Salamanca 1995, s. 243-248; Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 151-152; Muhammed Takı Dâniş Pejûh, "Terceme-i Târîh-i İbn Hallikân beFârsî", Kitâbdâri, VIII, Tahran 1306, s. 91-93; Muhammed Rızâ eş-Şebîbî, "İbn Hallikân elMü'errih", ME, XXX1V/2(1962), s. 161-167;SÛf î Ziyâülhak, "Mukaddimetü't-tahkîk li-Kitâbi Vefeyâti'l-a'yân li'l-Kâdî İbn Hallikân", ed-Dirâsâtü'l-İslâmiyye, XXI/1, İslâmâbâd 1986, s. 35-44; J. W. Fück, "IbnKhallikân", £/ 2 (İng.), III, 832-833; Ahmed Muhammed el-Hûnî, "Vefeyâtü'l-a c yân li'bn Hallikân", Tl, III, 675-687; Sergei A. Shuiskii, "Khallikan. ibn", Dictionary of the Middle Ages, New York 1986, VII, 236; Sâdık Seccâdî, "İbn Hallikân", DMBl, III, 459-462. Sİ



hayâtü-



ABDÜLKERİM ÖZAYDIN



hû ve dşârufı(Bağdat 1979), Abdüsselâm Hârûn Mu'cemü likân



mukayyedâti



İbn



Hal-



(Kahire 1987), Hasan Şümeysânî



Şemsüddîn



İbn



Hallikân



Ahmed



b.



Ebû Abdillâh Necmüddîn Ahmed b. Hamdan b. Şebîb el-Harrânî en-Nümeyrî (ö. 695/1295) Hanbelî fakihi ve muhaddis.



^



BİBLİYOGRAFYA :



konu edilmiştir (Beyrut 1977). Ayrıca Zübeyir Bilâl İsmâil İbn Hallikân:



İBN H A M D Â N



r



İBN H A M Â D U (bk. İBN H A M M Â D es-SANHÂCÎ).



n



603 (1206) yılında Harran'da doğdu. Fakih olan babasının yanı sıra İbn Ebü'lFehm v e İbn Cümey'den fıkıh dersleri aldı. Ayrıca Harran'da Ruhâvî, Fahreddin İbn Teymiyye, Ebü'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir b. Rûzbe el-Kalânisî; Halep'te Ebü'lHaccâc Şemseddin Yûsuf b. Halîl ed-Dımaşkî; Şam'da Sâinüddin İbn Asâkir, Seyfüddevle Ebû Abdullah Muhammed b. Gassân el-Hazrecî v e Hasan b. Yahyâ b. Sabbâh el-Mahzûmî; Kudüs'te Ebû Ali Hasan b. Ahmed el-İvekî gibi muhaddisierden hadis dinledi. Amcasının oğlu Mecdüddin İbn Teymiyye ile ilmî müzakereler yaptı. Abdülmü'min b. Halef ed-Dimyâtî, Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî, Mes'ûd b. Ahmed el-Hârisî, Birzâlî v e İbn Seyyidünnâs gibi birçok âlim kendisinden rivayette bulundu. Döneminin önemli muhaddis v e fakihlerinden kabul edilen İbn Hamdân, Hanbelî fıkhının fürû ve usulü yanında hadis, kelâm, hilâf, münazara, cebir v e edebiyat alanında da geniş bilgi sahibiydi. Çeşitli ilim merkezlerine yaptığı seyahatler sonunda yerleştiği Kahire'de bir müddet kadı nâibliği yaptı. Hayatının son dönemlerinde gözlerini kaybetti v e 6 Safer 69S (15 Aralık 1295) tarihinde vefat etti. Eserleri. 1. Şıfatü'l-fetvâ ve'l-müftî ve'l-müsteftî. Fetvada, fetva veren ve soran kişilerde aranan şartları açıklayan yedi bölümlük küçük hacimli bir eser olup hadisleri Muhammed Nâsırüddin el-Elbânî tarafından tahrîc edilerek yayımlanmıştır (Dımaşk 1380/1960, 1397/1977, 1404/ 1984). 2. er-Riçâyetü'l-kübrâ. Hanbelî fıkhına dair olup II. cildine ait bir nüshası Chester Beatty Library'de (nr. 3541) bulunmaktadır. İbn Hamdân'ın Hanbelî fıkhıyla ilgili olarak er-Rfâyetü 'ş-şuğrâ adlı bir eser daha kaleme aldığını belirtmektedir. Müellifin kaynaklarda zikredilen diğer eserleri de şunlardır: el-Cârnihı'l-muttaşıl fî mezhebi Ahmed, el-îcâz fi'lfıkhi'l-Hanbelî, el-Vâfî, Mukaddime fî uşûli'd-dîn, Kaşîde fi's-sünne, en-Nihâye, Şerhu'l-Muknic. İbn Hamdân'ın biyografisine dair kaynaklarda geçmeyen, ancak Kâtib Çelebi tarafından kendisine nisbet edilen (Keşfü'z-zunûn,



I, 565, 567) 19



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNHAMEVEYH,Tâceddin Cûmi'u'l-fünûn



(culûm)



ve



selvetü'l-



adlı coğrafyaya dair eserin (Sü-



mahzûn



leymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3834, 176varak, nr. 3835, ReîsülküttâbMustafa Efendi, nr. 780; ayrıca bk. Brockelmann, GAL, II, 162; Suppl.,



II, 161-162) ona aidiyeti, ge-



rek İbn Hamdân'ın coğrafyayla ilgilendiğine dair bir bilgi bulunmaması, gerekse bazı çağdaş araştırmalarda (Rosen, s. 175; Kr-achkowsky, I, 389; Sarton, III, 804)



Düvelü'l-ls-



ibn Hamdân'ın Câmi'u '1 tünün ue seluetü'lmahzûn adlı eserinin ilk iki sayfası



eserin müellifinin 732'de (1332) hayatta bulunduğunun kaydedilmesi sebebiyle oldukça şüpheli görünmektedir. BİBLİYOGRAFYA : Z e h e b î , el-cİber,



III, 385; a.mlf.,



lâm, Beyrut 1405/1985, s. 391; a.mlf.,



el-Mu'în



(Süleymaniye Ktp.,



Hemmâm Abdur-



Ayasofya,



rahîm Saîd), A m m a n 1404/1984, s. 222; Safe-



nr. 3 8 3 5 )



fî tabakâti'l-muhaddişîn(nşr.



dî, el-Vâft, VI, 360; İbn Receb, ez-Zeyl'alâ



yütî. Hüsnü'l-muhâdara,



I, 290-291; Sü-



I, 480;



Keşfü'z-zunûn,



I, 267, 565, 567, 908; İbnü'l-İmâd, Şezerât, 4 2 8 - 4 2 9 ; V. R o s e n , Notices manuscrits



arabes



sommaires



du Musee



Asiatique,



V, des St.



Peetersbourg 1881, s. 175-177; Brockelmann, GAL,



II, 1 6 2 ; Suppl.,



Arberry, A Handlist in the Chester



I, 6 9 1 ; I], 1 6 1 - 1 6 2 ; A. J. of the Arabic



Beatty



Library,



20; I. Krachkovvsky, yi'l-cArabî



Manuscripts



Dublin 1958, III,



Târîhu'l-edebi'l-coğrâfıy-



(trc. Seiâhaddin Osman Hâşim), Ka-



hire 1 9 6 3 - 6 5 , I, 3 8 8 - 3 8 9 ; II, 502; Sarton, duction,



III, 8 0 4 - 8 0 5 ; Hacvî, el-Fikrü's-sâmî,



362; Abdullah b. Ali e s - S ü b e y l , naddad



fî esmâ'i



kütübi



IntroII,



ed-Dürrü'l-mü-



mezhebi'l-lmâm



Ah-



med (nşr. Câsim ed-Devserî), Beyrut 1410/1990, S



K Â M I L YAŞAROĞLU



İBN HAMDÎS



F



n



o?')



Ebû Muhammed Abdülcebbâr b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Hamdîs es-Sıkıllî el-Ezdî (ö. 527/1133) Endülüslü şair.



—,Vİ==»



Taba-



Kahire 1372/1953, II, 331-332;



kâti'l-Hanâbile,



İbn Tağrîberdî. el-Menhelü'ş-şâfî,



—— .7



^



447'de (1055) Sicilya'nın doğu sahilindeki Siraküse (Syracuse) şehrinde doğdu. Soyu, VII. yüzyılın sonlarında Afrika'ya hicret eden Yemenli Ezd kabilesine dayandığından Ezdî nisbesiyle de anılır. Ataları, Sicilya'nın fethinden sonra IX. yüzyılın başlarında buraya gelip yerleşmişti. XI. yüzyılın ortalarından itibaren Kuzey Afrika'da Benî Hilâl'in sebep olduğu karışıklıklar sırasında çok sayıda âlim, edip, tabip v e sanatkâr Sicilya'ya göç etmek zorunda kaldı. İbn Hamdîs, Sicilya'nın ilim v e kültür açısından kalkınmasına katkıda bulunan bu âlimlerden dil, edebiyat, matematik, fıkıh v e f e l s e f e tahsil etti. Genç yaşta şiir yazmaya başladı. Normanlar'ın Sicilya'yı istilâ etmeleri üzerine 471'de



(1078) Tünus'a gitti. Ertesi yıl Endülüs'e geçti. Sanatkârları himaye eden v e kendisi de şair olan İşbîliye (Sevilla) Emîri Mu'temid-AIellah'ın (İbn Abbâd) sarayına girmek istediyse de bu arzusunu gerçekleştiremedi. Ancak bir süre sonra Mu'temid tarafından davet edildi. Sarayda geçirdiği on üç yıl boyunca Mu'temid ve ailesi için kasideler yazan İbn Hamdîs hükümdarın esaret döneminde de ona olan bağlılığını sürdürdü. Murâbıtlar tarafından 484 (1091) yılında hâkimiyetine son verilen v e esir alınarak Mağrib'e götürülen Mu'temid'i hapse atıldığı A ğ m a t şehrinde sık sık ziyaret e d e r e k şiirleriyle teselli etti. Bundan sonraki hayatını A ğ m a t , Mayurka (Majorka), Bicâye (Bougie) ve Mehdiye arasında dolaşarak geçiren İbn Hamdîs, himayesi altında bulunduğu kişilere kasideler yazarak geçimini sağlamaya çalıştı. Hayatının sonlarına doğru gözlerini kaybeden İbn Hamdîs Bicâye'de vefat etti. Mayurka'da öldüğü v e Endülüslü şair İbnü'l-Lebbâne'nin yanına gömüldüğü de rivayet edilmektedir. Hayatının önemli bir bölümünü Endülüs'te geçirmesine r a ğ m e n İbn Hamdîs vatanı Sicilya'yı unutamamış, Sicilya için şiirler nazmetmiştir. "Sıkılliyyât" olarak bilinen bu şiirlerin bir kısmını Sicilya'da henüz müslüman direnişinin devam ettiği sırada söylemiştir. Bu dönemdeki şiirlerinde hıristiyan saldırılarına karşı müslümanların Sicilya'yı savunmasını v e meydana gelen savaşları coşkulu bir dille tasvir etmiştir. Halkının cesaretini ve başarılarını övmüş, mâneviyatlarını yüksek tutmaya çalışmıştır (Dîvâni! ibn Hamdîs |nşr. İhsan Abbas], şiir nr. 269, 270,275). Bu şiirlerin son bölümleri vatan özlemine ayrılmıştır. Şair burada gurbet acısını tattığını anlatır, halkına seslenerek vatanlarını korumalarını ve hayatlarını orada



sürdürmelerini tavsiye eder. Sıkılliyyât'ı oluşturan ikinci grup şiirler Sicilya'nın düşüşünden sonra söylenmiştir. Bu şiirler şairin vatanı için söylediği birer mersiye niteliğindedir (a.g.e., şiir nr. 157, 238). Şairin Sicilya dönemine ait diğer şiirlerinde ise daha çok aşk ve eğlence tasvirleri hâkimdir. Ancak vatanın düşman eline geçmesi onun eski neşesini kaybetmesine yol açmış, giderek ruhî hayatının ve sanat çizgisinin değişmesine sebep olmuştur. İbn Hamdîs'in Endülüs dönemi şiirlerinde tabii güzelliklerin tasviri ön plana çıkar. İngiliz şarkiyatçısı Hamilton Gibb, tabiata karşı aşırı sevgisini yansıtan tasvirlerinden dolayı İbn Hamdîs'i tabiat v e mitolojiden etkilenmiş romantik İngiliz şairi VVilliam Wordsworth'a (ö. 1850) benzeterek ondan Araplar'ın Wordsworth'u diye söz eder. İbn Hamdîs'in divanının önemli bir bölümünü methiyeler oluşturur. İşbîliye Hükümdarı Mu'temid b. Abbâd ve Kuzey Afrika'da hüküm süren Zîrî, Hammâdî ve Horasânî hânedanları ile Benî Hamdûn'un ileri gelenleri için yazdığı methiye ve mersiyeler yanında aile fertleri ve bazı dostları için de birçok mersiye nazmeden şairin divanında bir t e k hicviye dahi bulunmaması dikkat çekmektedir. İbn Hamdîs'e göre şiir vezinli ve kafiyeli söz olmanın ötesinde derin anlam, engin duygu ve hayal boyutlarıyla insanı büyüleyen bir niteliğe sahip olmalıdır. Akıcı bir üslûbu olan şair açık ve anlaşılır bir dil kullanmış, muğlak ifadelerden kaçınmıştır. Şiirlerinde zaman zaman Abbâsî şairlerinden Buhtürî ve Mütenebbî'nin etkisi görülür. Bazı şiirlerinde "nekahet, tedavi, tıp, nabız, neşter" gibi kelimeler kullanması ve sağlık konusunda tavsiyelerde bulunmasından tıp ilmiyle de ilgilendiği anlaşılmaktadır (a.g.e., şiir nr. 32, 86, 169, 170).



20



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN H A L D Û N İbn Hamdîs üzerine çalışan ilk şarkiyatçı Michele Amari şairin Sicilya hakkında söylediği S89 beyitten oluşan eş-Şıkılliyyât'ı yayımlamış (Leipzig 1857), bu şiirler İtalyanca'ya da çevrilmiştir (Turin 18811882). Şairin divanı ilk olarak Amari'nin öğrencisi Celestino Schiaparelli tarafından neşredilmiştir (Roma 1897). Bu neşirde 6089 beyitten meydana gelen 360 şiir bulunmaktadır. İhsan Abbas divanı Vatikan nüshasını (nr. 447) esas alarak yeniden yayımlamış ve Schiaparelli'nin neşrinde yer almayan 200'den fazla beyit eklemiştir.



tâziyeler, hicivler, tasvirler, g a z e l l e r ve



İBN H A M D Û N



hutbelerden çeşitli örnekler, atasözleri, Araplar'a ait haberler v e âdetler, fal, ke-



Ebü'l-Meâlî Bahâüddîn Kâfi'l-küfât Muhammed b. el-Hasen b. Muhammed b. Alî b. Hamdûn el-Bağdâdî (ö. 562/1167) et-Tezkiretü'l-Hamdûniyye adlı eseriyle tanınan edip, şair ve tarihçi.



hanet, şiir sanatları, şairlerin ve yazarların, ahmakların ve cahillerin fıkraları gibi konulara yer verilmiştir. Elli bab üzerine düzenlenen ve on iki cilt olduğu belirtilen eserin (Kütübî, III, 323; Safedî, II, 357) ^



yazma nüshaları çeşitli kütüphanelerde (İbn Hamdûn, neşredenin girişi, 1, 14-17; Brockelmann, GAL, I, 333; Suppl., I, 493)



Receb 4 9 5 ' t e (Mayıs 1102) Bağdat'ta



dağınık şekilde bulunmaktadır. Eserin



doğdu ve burada yetişti. Yâküt, ailesinin



ikinci babı es-Siyâse



İbn Hamdîs'in birçok şiiri çeşitli Batı



Seyfüddevle b. Hamdân b. Hamdûn'un



likiyye



dillerine t e r c ü m e edilmiş (El2 (İng.], 111, 783), hayatı v e şiirleri hakkında müstakil



soyundan geldiğini ve Benî Tağlib'e men-



olarak neşredilmiş (Kahire 1345), şarap-



sup olduğunu söyler



la ilgili 44. babı Hilâl Nâcî t a r a f ı n d a n



çalışmalar yapılmıştır. Abdülmuğnî elMinşâvî ile Mustafa es-Sekkâ'nın Tercemetü İbn Hamdîs eş-Şıkıllî's\ (Kahire 1347), FrancescoGabrieli'nin İbn Hamdîs"\ (Mazara 1948), Zeynelâbidîn es-Senûsî'nin el-Vataniyye fi'l-edebi'l-cArabî ve Dîvânü İbn Hamdîs ile (Tunus 1952) ! ' A b d ü l c e b b â r İbn Hamdîs (Tunus 1983) adlı çalışmaları, Sa'd İsmail Şelebî'nin İbn Hamdîs eş-Şıkıllî'siyle (Kahire, ts.) İbn Hamdîs eş-Şıkıllî şâHren'i (Kahire 1406/1986) ve Muhyiddin Harîf in İbn Hamdîs eş-Şıkıllî's\ (Tunus 1989) bunlar arasında sayılabilir. BİBLİYOGRAFYA : Dîvânü



C. Schiaparelli), Ro-



İbn Hamdîs(nşr.



ma 1897, neşredenin girişi, VI1-XI1I; a.e. (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1960, neşredenin girişi, s. 1 - 2 6 ; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 381-383; Keşfü'z-zunûn,



Kahire 1367/1948, I, 290; A. von Schack,



(Mu'cemü'l-üdeba\



ve'l-âdâbü'l-me-



başlığıyla özet halinde müstakil



IX, 185). Birçok edip ve yönetici yetiştiren



yayımlanmıştır (el-Mevrid,V/4



ailenin tanınmış simaları arasında İbn



1976], s. 123-168). Önce I ve II. ciltlerini



Hamdûn'un babası filozof ve şeyhülküt-



tahkik e d e r e k yayımlayan İhsan Abbas



|Bağdat



tâb Ebû Sa'd Hasan b. Muhammed b. Ali



(I-II, Beyrut 1983-1984), daha sonra Be-



b. Hamdûn, kardeşleri Ebü'n-Nasr Gar-



kir Abbas ile birlikte eseri son cildi fihrist



süddevle Muhammed ve Ebü'l-Muzaffer



olmak üzere on cilt halinde neşretmiştir



ile oğlu Ebû Sa'd Tâceddin Hasan anıla-



(Beyrut 1996).



bilir. İbn Hamdûn, Ebü'l-Kâsım İsmâil b.



ye'nin bu neşrinde 49 ve 50. bölümler



Fazl el-Cürcânî ve diğer bazı âlimlerden



bulunmamaktadır. Hz. Â d e m ' d e n 553



et-Tezkiretü'l-Hamdûniy-



hadis dinledi. Önce Abbasî Halifesi Muk-



(1158) yılına kadar gelen tarihin bir özeti



tefî-Liemrillâh'ın zamanında (1136-1160)



olan 49. bölümün 447-553 (1055-1158)



sâhibü dîvânı arz olarak görev yaptı, ne-



yılları arasındaki kısmı doğrudan doğruya



dimi olduğu Müstencid-Billâh devrinde



Irak v e Horasan'daki Selçuklu devri Türk



de (1160-1170) sâhibü dîvâni'z-zimâm ola-



tarihini ve bilhassa Abbâsî-Selçuklu mü-



rak hizmet etti. Bu görevi sırasında halife



nasebetlerini ilgilendirmektedir. İsmet



tarafından kendisine "Kâfi'l-küfât" laka-



Kayaoğlu hazırladığı doktora tezinde bu



bı verildi v e



kısmı tahkik etmiştir (Kitâb



et-Tezkiretü'l-Hamdûniyye



al-Tadhkira



adlı eserini yazdı. Fakat Halife Müstencid



d'Ibn Hamdûn,



bu kitapta yer alan bazı hikâyelerden ha-



XII: La partie d'histoire 447-553 H./1055-



edition critique du tome



Poesien



und Kunst der Amber



in Spanien



und



berdar olunca içinde kendisini aşağılayıcı



1158, Paris 1970). Bu bölümün yazma nüs-



Siciiien,



Berlin 1855; M. Amari, Bibiioteca



ara-



nitelikte bir şeyler olacağı vehmine kapıl-



Leipzig 1857, s. 517-573; Abdülmuğ-



hası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphane-



dı ve İbn Hamdûn'u görevinden azlederek



si'nde mevcuttur (III. Ahmed, nr. 2948).



hapsettirdi. 11 Zilkade 562'de (29 Ağustos



Aynı y e r d e (nr. 2981) bu cildin



classi-



1167) hapishanede ölen İbn Hamdûn,



şü's-sinîn



Paris 1937, s. 212, 289-290;



Bağdat'ta Mekâbir-i Kureyş'te (bugünkü



sı daha bulunmaktadır (Karatay, III, 344-



bo-sicula,



nî el-Minşâvî - Mustafa es-Sekkâ, Tercemetü Hamdîs



H. Peres, La poesie que au XIe siecle,



İbn



Kahire 1347/1929, tür.yer.;



eş-Şıkıllî,



andalouse



Brockelmann, GAL



Suppl.,



Nykl, Hispano-Arabic



Poetry,



en arabe



I, 4 7 4 - 4 7 5 ; A. R. Baltimore 1946,



s. 168-170; Zeynelâbidîn es-Senûsî, ye fi'l-edebi'l-'Arabî



ve Dîvânü



el-Vataniy-



İbn



Hamdîs,



Tunus 1952, tür.yer.; a.mlf., 'Abdülcebbâr Tunus 1983, tür.yer.; Ziriklî,



Hamdîs, IV,47-48;



İbn



el-A'lâm,



Kehhâle,MuVemü7-rnü î e////în,V,



H. A. R. Gibb, Arabic



Literatüre:



an



tion, Oxford 1963, s. 9 6 - 9 7 ; J. Vernet,



79;



Hispano-Arabic



Poetry,



Kâzımeyn) İmam Muhammed el-Cevâd



345). Dua kısmını ihtiva eden 50. bab ise



v e İmam Mûsâ el-Kâzım'ın kabirleri yanı-



henüz yayımlanmamıştır. M u h a m m e d



na gömüldü (İbn Hallikân, IV, 382). İbn Hamdûn'un bilinen tek eseri etTezkiretü'l-Hamdûniyye



adını taşımak-



Introduc-



tadır. İbn Hallikân, et-Tezkire



Literatü-



ve'1-âdâbi'l-melikiyye,



Barcelone 1968, s. 120;T. J. Monroe.



re Arabe,



California 1974, s. 26,



fi's-siyâse



Havâdişü's-si-



nîn olarak da anılan eseri "tarih, edebi-



Şıkılliyye,



yat, fıkra ve şiir ihtiva eden en güzel ki-



Beyrut 1985, ş. 2 3 5 - 2 6 2 ; Sa'd İsmâil Ş e l e b î , & n



tap" olarak tanıtır v e daha sonraki müel-



Kahire, ts., tür.yer.; a.mlf.,



liflerin böyle bir eser yazamadıklarını söy-



2 0 5 - 2 1 2 ; İhsan Abbas, el-'Arab Hamdîs



eş-Şıkilli,



İbn Hamdîs



eş-Şıkıllî







şâ'iren, Kahire 1406/1986,



tür.yer.; Abdürrahîm el-Berkükî, " İ b n H a m d î s " , el-Beyân,



1 (1911), s. 124, 599; H. Tâhâ er-Râvî,



ler. Genellikle filoloji ve tarihe dair bir antoloji niteliğinde olan eser yine İbn Halli-



11/3



kân'ın ifadesine göre halk arasında da



(1382/1962), s. 407-413; U. Rizzitano, " M a ' a İbn



şöhret kazanmıştır (a.g.e., IV, 380). et-



H a m d î s e ş - Ş ı k ı l l î " , el-Fikr, VII/6 (19621, s. 563-



Tezkiretü'l-Hamdûniyye'öe



" İ b n H a m d î s e ş - Ş ı k ı l l î " , MMLADm.,XXXV



5 7 0 ; a . m l f . . " i b n H a m d î s " , £ P ( i n g ), III, 782-



dinî öğüt-



Nasr Mühennâ, eserin Hamdûniyye



halinde neşretmiştir (Annales ri ayrıca İbn Manzûr kireti'l-Hamdûniyye



Muhtaşarü't-Tez(veya



ve'l-muhtârmine'n-neuâdir



el-Müntehab ue'l-ahbâr,



nşr. Abdürrâzık Hüseyin, ts., bs. yeri yok) v e Mahmûd b. Yahyâ b. Sâlim b. Receb eş-Şeybânî de Müntehabü'l-fünûn Tezkireti



İbn Hamdûn



min



adıyla ihtisar



etmiştir (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1649). İbn Hamdûn'un şiirlerinin bir kısmı İbn Hallikân'ın



Vefeyâtü'l-



a'yân'ında ve İmâdüddin el-İsfahânî'nin



ler, meliklerin ve vezirlerin takip edecek-



Harîdetü'l-kaşr



leri siyaset, ahlâk, fıkralar, meliklere, re-



tadır (bk. bibi.).



M . F A R U K TOPRAK



islamolo-



giques, sy. 21 [Kahire 1985], s. 3-15). Ese-



345-347.



l#J



et-Tezkiretü'l-



başlıklı ikinci babını özet



783; Abdülemîr Selîm, "İbn Hamdîs", DMBİ, III, m



Havâdi-



adıyla kayıtlı eksik bir nüsha-



adlı eserinde yer almak-



islere, çocuk ve kadınlara mersiyeler ve 21



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN H A L D Û N BİBLİYOGRAFYA :



amacıyla Sincar'da bulunan el-Melikü'l-



Sâlih'in Dımaşk'ı el-Melikü'l-Cevâd'ın elin-



et-Tezkiretü'l-Hamdûniyye



Kâmil'in kardeşi el-Cezîre hâkimi el-Me-



den alması üzerine daha önce burayı Ke-



(nşr. İhsan Abbas - Bekir Abbas), Beyrut 1996,



İikü'i-Eşref Muzafferüddin Mûsâ'ya gön-



rek ve yöresi karşılığında el-Melikü'l-Kâ-



İhsan A b b a s ' ı n girişi, 1, 5 - 1 9 ; İbnü'l-Cevzî, el-



derilmiş, ancak başarılı olamamıştır (İbn



mil'e veren el-Melikü'n-Nâsır Dâvûd Mı-



Vâsıl, IV, 77). Daha sonra yine el-Melikü'l-



sır'a gelerek el-Melikü'l-Âdil ile ağabeyi



İbn H a m d û n ,



Muntazam



(Atâ), XVIII, 175; İmâdüddin ei-İsfa-



hânî, Harldetü'l-kaşr



ue cerîdetü



ehli'l-'aşr(nşr.



M. Behçet e l - E s e r î - C e m î l Saîd), B a ğ d a d 1375/



Kâmil tarafından, Celâleddin Hârizmşah'a



el-Melikü's-Sâlih Eyyûb'un aleyhinde an-



1955,1, 184-185;Yâküt,



meyleden kardeşi Dımaşk hâkimi el-Meli-



laştı. Bu sırada el-Melikü'l-Âdil'in davra-



Mu'cemü'l-üdebâ\\X,



185; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 3 8 0 - 3 8 2 ; Kütübî.



kü'l-Muazzam îsâ'ya karşı Sicilya-Alman-



nışlarından memnun olmayan İbn Hame-



III, 323-324; Safedî, el-Vâfî, il,



ya İmparatoru II. Friedrich'le bir anlaşma



veyh ve diğer emîrler Nablus'ta bulunan



yapmak üzere görevlendirilmiştir. Alman-



el-Melikü's-Sâlih'i Mısır'a gelmeye teşvik



lar'la, kendilerine verilen bazı limanlar ve



ediyorlardı. Bu durumu haber alan ei-Me-



IX, 2 1 7 ; Karatay,



Kudüs şehri karşılığında bir antlaşma im-



likü'l-Âdil, İbn Hameveyh'i tutuklatarak



Yazmalar, III, 344-345, 718-719; Sarton,



zalayan İbn Hameveyh, imparatorun Ak-



Kal'atülcebel'de hapse attırdı (636/1239).



(Fet-



kâ'ya gelişinden sonra antlaşmayı şahsen



Aynı yıl tahtı el-Melikü'l-Âdii'den alan el-



el-Mu'cemü'ş-şâmil,



yürürlüğe koymuş (626/1229) v e onunla



Melikü's-Sâlih onu serbest bıraktıysa da



Fevâtü'l-Vefeyât,



357; Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân.üi, zunûn,



370-371;



I, 383; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



Brockelmann, GAL, I, 333; Suppl., hâle, Mu'cemü'l-mü'elliftn, Arapça



Keşfü'zİV, 2 0 6 ;



I, 493; Keh-



II/4, s. 445; Ziriklî, el-A'lâm



Introduction,



hullah), VI, 85; Sâlihiyye,



II, 2 1 6 - 2 1 7 ; îsâ İskender el-Ma'lûf, " e t - T e z k i r e -



dostluk kurarak mektuplaşmış, çeşitli ko-



Benî Hameviyye ailesinin lideri olarak nü-



4 3 5 - 4 4 1 ; İsmet Kayaoğlu, "İbn H a m d û n ' u n Ki-



nularda görüş alışverişinde bulunmuştur



fuzunun daha fazla artmasından çekin-



t â b ü ' t - T e z k i r e ' s i " , AÜ



(İbn Nazîf, s. 176; İbn Vâsıl, IV, 206, 242,



diği için evinde göz hapsine aldı (İbn Vâ-



251; Mekîn, s. 138).



sıl, V, 276). Ancak 643 (1245-46) yılında



t ü ' l - H a m d û n i y y e " , MMİADm.,



lâm İlimleri



Enstitüsü



İV/10 (1924), s.



İlahiyat



Fakültesi



İs-



sy. 3, Ankara



Dergisi,



1977, s. 3 5 1 - 3 5 5 ; M u h a m m e d N a s r M ü h e n 21



el-Melikü'l-Kâmil, kardeşi el-Melikü'l-



(1985), s. 1 - 1 7 ; " İ b n H a m d û n " , M , V/2, s. 746;



Muazzam îsâ'nın vefatından sonra Dı-



F. Rosenthal,



(İng ), III,



maşk'ta hüküm süren yeğeni el-Melikü'n-



784; Abdülhüseyin Şehîdî, " B a ğ d a d î , B a h â ' e d -



Nâsır Dâvûd'un üzerine yürüdüğünde



nâ, " e t - T e z k i r e t ü ' l - H a m d û n i y y e " , Alsl.,sy. "ibn



Hamdûn",



El2



dîn E b ü ' l - M e c â l î M u h a m m e d " , DMT, III, 2 8 9 290; Â z e r t â ş Â z e r n û ş - M u h a m m e d Seyyidî, " İ b n H a m d û n " , DMBl,



III, 364-365. 8



(625/1228) yerine nâib olarak veliaht seçtiği büyük oğlu el-Melikü's-Sâlih Eyyûb'u bırakmış ve Fahreddin İbn Hameveyh'i de



İNCI KOÇAK



ona hazineden sorumlu yardımcı tayin etmişti. Ancak İbn Hameveyh, bir süre



İ B N H A M E V E Y H , Fahreddin



F



(



sonra el-Melikü's-Sâlih ile anlaşamayarak n



jjjl jjâJljatâ)



nına gitti. Bu arada Dımaşk'ı yeğeninden alan el-Melikü'l-Kâmil burayı Harran, Ur-



Ebü'l-Mehâsin Fahrüddîn Yûsuf b. Muhammed b. Ömer el-Cüveynî (ö. 647/1250) Eyyûbî devlet adamı ve kumandanı.



I_



Dımaşk'a Sultan el-Melikü'l-Kâmil'in ya-



fa, Suruç, Re'sül'ayn ve Rakka karşılığında kardeşi el-Melikü'I-Eşref Muzafferüddin Mûsâ'ya verdi ve İbn Hameveyh'i bölgeyi el-Melikü'1-Eşref Mûsâ'nın nâiblerinJ



den teslim alması için Harran'a gönderdi (Mekîn, s. 138; İbn Nazîf, s. 176, 178). İbn



580 (1184) veya 582'de (1186) Dımaşk'-



Hameveyh daha sonra da Yemen v e Hi-



ta doğdu. İlim ve siyasetle uğraşan Benî



caz'da hüküm süren el-Melikü'l-Kâmil'in



Hameviyye ailesine mensup olup Şeyhüş-



oğlu Atsız lakabıyla meşhur el-Melikü'l-



şüyûh Sadreddin Muhammed'in oğludur;



Mes'ûd Selâhaddin Yûsuf'un ölümünün



es-Sâhibü'l-Kebîr ve Melikü'l-ümerâ un-



(626/1229) ardından Hicaz'ı ele geçiren



vanlarıyla tanınır. Babası ile Şeyh Mansûr



Atsız'ın nâibi Nûreddin Ömer b. Ali b. Re-



b. Ebü'l-Hasan et-Taberî v e Muhammed



sûl'ün üzerine gönderildi (629/1232) ve



Yûsuf el-Gaznevî'den hadis v e diğer dinî



bölgeyi kısa bir süre için de olsa tekrar



ilimleri okudu; yakınlarının teşvikiyle iyi



kontrol altına aldı (İbn Nazîf, s. 235).



bir dil v e edebiyat uzmanı oldu. Ancak daha sonra ilim v e edebiyatla uğraşmayı bırakarak ailesinin diğer fertleri gibi saraya intisap etti ve aynı zamanda süt kardeşi olan el-Melikü'l-Kâmil'in nedimliğine v e ordu başkumandanlığına kadar yükseldi.



kardeşi vezir v e başkumandan Muînüddin İbn Hameveyh vefat edince hem Eyyûbî emirlerine, hem de bölgedeki Haçlılar'a karşı verdiği mücadelede kendisinden yararlanmak için onu başkumandanlığa getirdi (Mekîn, s. 150). İbn Hameveyh, el-Melikü's-Sâlih döneminde başkumandan sıfatıyla pek çok seferi yönetti. Bu göreve tayin edildiği yıl önce el-Melikü'nNâsır Dâvûd ile müttefiki Hârizmliler'i yenerek Belkâ'yı ele geçirdi; ardından sığındıkları Kerek'i kuşatıp el-Melikü'n-Nâsır Dâvûd'u Hârizmliler'i kendisine teslim etmeye mecbur bıraktı (İbn Vâsıl, V, 363; Mekîn, s. 157). Ertesi yıl Taberiye'yi Haçlılar'dan geri aldı ve surlarını yıktırdı; f a k a t bundan sonra Busrâ'yı muhasara ettiyse de hastalandığı için Kahire'ye dönmek zorunda kaldı (İbn Vâsıl, V, 215; Mekîn, s. 145). 646'da (1248) Humus'a v e 6 4 7 ' d e IX. Louis kumandasında Mısır'a saldıran Haçlılar'a karşı büyük bir mücadele verdi; ancak bu arada hücumlarına daha fazla direnemeyerek Mansûre'ye çekilirken Dimyat'ı boşaltıp onlara bırakmak gibi büyük bir hata yaptı. Sultan el-Melikü's-Sâlih'in vefatının (647/ 1249) ardından Türk asıllı eşi Şecerüddür,



İbn Hameveyh'in Eyyûbî tarihindeki asıl



Mısır ordusu başkumandanı İbn Hame-



rolü, 635'te (1238) ölen el-Melikü'l-Kâ-



veyh ve emîrlerden Cemâleddin Tavâşî bir



mil'in yerine oğlu el-Melikü'l-Âdil'in geti-



araya gelerek Haçlı tehlikesinin olduğu bu



rilmesini v e onun Dımaşk'taki nâibliğine



sırada sultanın ölümünü gizlemeye karar



el-Melikü'l-Cevâd'm tayin edilmesini sağ-



verdiler. Sultanın oğlu Turan Şah Hasan-



lamasıyla başlar (İbn Vâsıl, V, 198). İbn Ha-



k e y f t e n (Hısnıkeyfâ) çağrıldı (İzzeddin el-



meveyh, el-Melikü'l-Âdil'in kısa süren sal-



Askalânî, s. 380). Ancak sultanın ölüm ha-



Fahreddin İbn Hameveyh'in ilk siyasî



tanat döneminin başlarında emîrü'l-üme-



beri askerler arasında duyulmuştu. Bu



görevi, 614'te (1217-18) Sultan el-Meli-



râ sıfatıyla nüfuzlu bir şahsiyet olarak öne



esnada yönetim Şecerüddür ve İbn Ha-



kü'l-Kâmil tarafından Abbâsî Halifesi Nâ-



çıkmış, diğer emîrler ona açıkça muhale-



meveyh'in elinde idi (Mekîn, s. 159). İbn



sır-LidîniIlâh'a elçi olarak gönderilmesidir



f e t t e bulunmaktan çekinmişlerdir. el-Me-



Hamaveyh'in sultan gibi davranması



(İbn Nazîf, s. 73, 75). 617'de (1220), Haç-



likü'l-Kâmil'in ölümünden kısa bir süre



Memlûk emîrlerini kızdırıyordu. Kendisi-



lılar'a karşı iş birliği imkânları aramak



sonra büyük oğlu ve veliahtı el-Melikü's-



ne karşı bir hareket başlatmaları üzerine



22



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAMEVEYH, T â c e d d i n sultanlıkta gözü olmadığını v e görevi Tu-



bi sûfîlerin sohbetinde bulunan İbn Ha-



ran Şah'a bırakacağını söyleyerek onları



meveyh, Ebû Ali el-Fârmedî'den hırka giy-



ikna etti (Sıbt İbnü'l-Cevzî, VIIl/i, s. 776;



di. Birkaç defa hacca gitti. İrşad faaliye-



Sübkî, VUI, 363-364).



tine başladıktan sonra çevresinde topla-



Haçlılar'ın Mansûre'yi ele geçirmesini



nan müridlerin sayısı gittikçe arttı. İbn



önlemeye çalışan İbn Hameveyh, şehri sa-



Hameveyh ile görüşen Safedî, onun Sul-



vunduğu sırada 4 Zilkade 647'de (8 Şubat



tan Sencer de dahil olmak üzere yüksek



1250) şehid düştü (Mekîn, s. 159) ve cena-



kademedeki devlet adamları nezdinde



zesi Kahire'ye götürülerek orada toprağa



büyük itibarı olmasına rağmen onlardan



verildi. Kaynaklarda akıllı, cesur, cömert



gelen hediyeleri kabul etmediğini, ziraat



v e emirlik vasıflarına sahip bir insan ola-



yaparak geçimini sağladığını söyler (Sem-



rak tavsif edilir.



'ânî, el-Erısâb, III, 28). Buhayrâbâd'da in-



BİBLİYOGRAFYA :



şa ettirdiği zâviyesinde uzun yıllar irşad



İbn Nazîf, et-Târlhu'l-Manşûrl(nşr.



Ebü'l-îd



faaliyetini sürdüren İbn Hameveyh Nîşâ-



Dûdû), Dımaşk 1401/1981, s. 73, 75, 176, 178,



bur'da vefat etti. Cenazesi Buhayrâbâd'a



183, 189, 235, 250;Sıbt İbnü'l-Cevzî,



Mir'âtü'z-



nakledilerek burada toprağa verildi. Meş-



ez-Zeyl



hur sûfî Aynülkudât el-Hemedânî onun



zamân,



V1II/1, s. 7 7 6 - 7 7 8 ; Ebû Ş â m e , s. 184; Mekîn,



'ale'r-Rauzateyn, yûbiyyîn(BEO



Ahbârü'l-Ey-



içinde, nşr. Cl. Cahen), XV(1955-



müridlerindendir.



57), s. 109-184; el-Melrkü'l-Eşref er-Resûlî, el-



İbn Hameveyh yetiştirdiği önemli şah-



Şâkır M a h m û d A b d ü l -



siyetlerle İran, Suriye ve Mısır'da dinî ve



cAscedü'l-mesbûk(nşT.



m ü n ' i m ) , Beyrut 1975, s. 5 7 1 - 5 7 2 ; İbn Vâsıl, Müferricü



'l-kürûb,



IV, 77, 206, 242, 251; V, 169-



170, 198, 215, 2 7 6 - 2 7 7 , 3 6 3 - 3 6 4 , 3 7 8 - 3 7 9 ; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâXXIII, el-'lber,



100-102; a.mlf., 111, 178; Makrîzî,



anılır. Ünlü sûfî Sa'deddîn-i Hammûye de



I, 349, 359, 366, 382, 389, 392, 395,



onun soyundandır (ailenin önemli şahsi-



en-Nücûmü'z-zâhire,



VI, 363; İzzeddin ei-Askalânî, Şifâ'ü'l-kulûb BenîEyyûb(nşr.



fi-



Nâzım Reşîd), Bağ-



dad 1978, s. 380; İbnü'l-İmâd, Şezerât, 2 3 9 ; R. S. H u m p h r e y s , From Mongols,



İbn Hameveyh, Benî Hameviyye, evlâdü'şşeyh, evlâdü şeyhi'ş-şüyûh" gibi adlarla



412, 448; İbn "föğrîberdî, menâkıbı



nin ilk büyüğüdür. Bu sebeple aile "âl-i



97; VIII,



V, 194-195; Sübkî, Jabakât,M\,



363-364; İbn Kesîr, el-Bidâye,X es-Sülûk,



siyasî hayatta etkili olmuş nüfuzlu bir aile-



Saladin



V, 238to



the



A l b a n y 1977, s. 167, 246, 290, 293;



Ziriklî, el-A'lâm



(Fethullah), VIII, 2 4 8 - 2 4 9 ; H. L.



yetleri için bk. BENÎ HAMEVİYYE). Makrîzî, ailenin atalarından Rezm isimli şahsın kisrâ Enûşirvân'ın kumandanlarından olduğunu kaydeder (el-Hıtat, II, 33). îü'î-ezhân



Işın Demirkent, " H a ç l ı l a r " , DİA, XIV, 5 4 1 - 5 4 2 .



tü't-tâlibîn



MUHAMMED ABDÜLKÂDİR HIREYSÂT



L



Mutasavvıf, Eyyûbîler döneminde önemli görevlerde bulunmuş bir sûfî ve ulemâ ailesinin ceddi.



n



II, 999) yanlıştır. Nasrullah



manlarda İran'da bulunduğunu söyler. adını taşıyan bu



Makâmâtü'ş-şûfiyye



eser küçük bir risâledir (Zindegî, s. 12).



449'da (1057) Nîşâbur civarındaki Cüde doğdu. Tahsiline Cüveyn'de başladı.



da kabul gördü ve bu hükümdarın hayatını ve dönemindeki olayları anlatan cAtfü'z-zeyî



fi't-tûrîh



adlı eserini kaleme



aldı. Ertesi yıl onun ölümü üzerine oğlu Muhammed en-Nâsır'ın himayesine girdi v e ülkede altı yıl daha kalarak çeşitli âlimlerden ders aldı. Görüşüp istifade ettiği âlimlerin en önde geleni Gırnata (Granalah b. Süleyman el-Ensârî'dir. Ensârî ona



II, 1 2 5 - 1 2 6 ; İbnü'l-Cevzî, el-



597'de (1201) hadis dersleri verdi; Hâfız



a.mlf., et-Tahb'ır,



X, 63; İbnü'l-Esîr. el-Kâmil,



Muntazam,



Z e h e b î , A'lâmü'n-nübelâ',



zerât,



XII, 211;



XIX, 597; Safedî,



el-Vâft, III, 28; İbn Kesîr, el-Bidâye,



fıkıh okudu. Hadiste de ileri bir seviyeye



XI, 46; Maks. 4 8 5 -



lerinden bazı bölümler okuttu. İbn Hameveyh'in buradaki hocaları arasında İbn



IV, 95-96; Saîd-i Nefîsî, Hânedân-ı



düddîn-i



Hammûye,



Sa'-



Tahran 1329 hş., s. 4; Zi-



riklî, eZ-A'fâm(Fethullah), VI, 110; Kehhâle, M u c cemü'l-mü'ellifin,



Beyrut 1993, III, 2 7 0 ; Nas-



İbn Ebû Temîm ve Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ca'fer el-Hazrecî es-Sebtî de bulunmak-



Büstî, Tahran 1364, s. 11-12; Abdülhü-



tadır. 600 (1204) yılında Mağrib'den ay-



Hasan-ı



126). Abdullah-ı Herevî'ye(ö. 481/1089)



seyin Zerrînkûb, Dünbâle-i



intisap ettiği rivayet edilmekteyse de bu



uuf-ilrân,



ue Âşâr-ı Şeyh Cüstücû



der



Taşau-



Tahran 1367 hş., s. 113; H. L. Gott-



schalk, "Awlâd al-Şhaykh", El2(İng.), -



Beşküvâl, İbn Hubeyş, İbn Hamîd el-Mürsî en-Nahvî, Ebû Yezîd es-Süheylî, fakih



Ebü 'l-



rullah Pürcevâdî, Zindegl



766



Ebû İshak İbn Kurkül'dan rivayette bulundu ve ayjıca Mağribli âlimlerin eser-



II, 9 9 9 ; İbnü'l-İmâd, Şe-



II, 33; C â m î , Nefehât,



dedilmektedir (Sem'ân \,et-Tahbîr, II, 125-



Ali el-Fârmedî ve Ebü'l-Hasan-ı Büstî gi-



keş'e geçti. Mağrib'de kaldığı ilk yıl Muvahhidler'den Ya'küb el-Mansûr'un yanın-



da) Kadısı Hâfız Ebû Muhammed Abdul-



4 8 7 ; Keşfü'z-zunûn,



uzak bir ihtimaldir (Saîd-i Nefîsî, s. 4). Ebû



şeyhüşşüyûhu İmâdüddin Ömer b. Ali'nin soyundan gelmektedir. İlk tahsilini memleketinde yaptı; Fahrünnisâ Şühde el-Kâtibe'den ve Ebü'l-Kâsım İbn Asâkir'den hadis dinledi. Dımaşk'ta babası Ebü'l-Feth Ömer Şeyhüşşüyûh, amcası Ebû Saîd Abdülvâhid, Ebü'l-Meâlî Mes'ûd en-Nîsâbûrî, Ebû Ali Muhammed el-Cevvânî, Ebü'lFerec Yahyâ b. Muhammed es-Sekafî, Ebû Muhammed Abdurrahman el-Hıraki, Ebû Abdullah Muhammed b. Fencedeyhî gibi âlimlerden ders aldı. Özellikle tarih alanındaki çalışmalarıyla ünlüdür.



111, 28, 431; IV, 2 5 9 - 2 6 0 ;



rine devam ederek ondan fıkıh v e usûl-i



ile görüştüğü ve ondan istifade ettiği kay-



Serahs asıllı bir sûfî ve fukaha ailesi olan Benî Hameviyye'ye mensuptur. İlk Suriye



Sem'ânî, el-Erısâb,



rîzî, el-Hıtat,



Gençlik yıllarında Abdülkerîm el-Kuşeyrî



1165] veya 14 Şevval 572'de (15 Nisan 1177]) Dımaşk'ta doğdu. Eyyûbîler zamanında önemli görevlerde bulunmuş



BİBLİYOGRAFYA :



İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin dersle-



ulaştıktan sonra kendini ibadete verdi.



14 Şevval 566'da (20 Haziran 1171; farklı rivayetlere g ö r e Muharrem 561 (Kasım



ti ve İskenderiye'den deniz yoluyla Mera-



adı verilmeyen tasavvufî eserinin son za-



veyn kasabasına bağlı Buhayrâbâd köyün-



^



yerleri ziyaret ettikten sonra Mısır'a git-



Pürcevâdî kaynaklarda zikredilen, ancak



J



Tarihçi, edip, şair ve mutasavvıf.



ve SeJve-



kaydedilmektedir (Safedî, III, 28). Kâtib



fü'z-zunûn,



Ebû Muhammed Tâcüddîn Abdullah (Abdüsselâm) b. Ömer b. Alî b. Muhammed b. Hameviyye es-Serahsî el-Cüveynî ed-Dımaşkı (ö. 642/1244)



adlı iki eseri, ayrıca kırk ha-



fî tefsîri'l-Kur'ân



din el-Hameveyh'e nisbet etmesi (KeşİBN HAMEVEYH, Muhammed ( ^J ) Ebû Abdillâh Muhammed b. Hameveyh el-Cüveynî (ö. 530/1135-36)



Ji^l^tî)



maşk'tan ayrıldı. Kudüs'teki mukaddes



Çelebi'nin ikinci eseri aynı aileden SadredF



jjI



n



Leta'i-



dis ve tasavvufa dair birer eseri olduğu H



İ B N H A M E V E Y H , Tâceddin



İbn Hameveyh 593 (1197) yılında Dı-



Kaynaklarda İbn Hameveyh'in



Gottschalk, " A w l â d a l - Ş h a y k h " , El2 (İng.), I, 766;



r



m M



I, 765-



MUHAMMED SEYYID EL-CELYEND



rılarak Mısır yoluyla tekrar Dımaşk'a dönen İbn Hameveyh 604'te (1208) hacca gitti. Ağabeyi Sadreddin İbn Hameveyh'in 617 (1220) yılında ölümü üzerine şeyhüş23



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAMEVEYH, T â c e d d i n şüyûh tayin edildi ve 6 (veya 15-16) Safer



551). A h m e d b. Muhammed el-Makkarî'-



642 (14 [veya 23-24] Temmuz 1244) tari-



nin pek çok nakilde bulunduğu eser, özel-



111, 110). 6. el-Emâlî.



hinde Dımaşk'ta vefatına kadar Sümey-



likle Ya'küb el-Mansûr'un, 582'de (1186)



mensur edebî parçalarını ihtiva etmek-



sâtiyye Hankahı şeyhliği makamında kal-



Ş a m ' d a n g e l e r e k Trablus'tan Tunus'a



tedir (a.g.e., a.y.). 7. et-Tehârîc.



dı. Bâbünnasr denilen yerdeki sûfîler me-



kadar savaş ateşi t u t u ş t u r a n Eyyûbî



melen hadis tahrîclerinden ibaret olan bir



zarlığına defnedildi. Ebû Şâme el-Makdi-



memlüklerinden Şerefeddin Karakuş ku-



cüzdür (a.g.e., a.y.; İbnü'l-İmâd, V, 214).



sî, kendisinin de katıldığı cenaze nama-



mandasındaki çoğunluğunu Oğuz Türk-



zında çok büyük bir kalabalığın hazır bu-



leri'nin oluşturduğu askerî birliği Merakeş



lunduğunu söyler (Terâcimü



ricâli'l-kar-



dışında bir yere iskân edip maaşa bağla-



749; Münzirî, et-Tekmile,



ue's-sâbic, s. 174). Fıkıh, ha-



neyni's-sâdis



tabı olduğu anlaşılmaktadır (Makkarî,



Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mir'âtü'z-zamân,



masıyla ilgili haberleri verdiği için tarihî



m e , ez-Zeyl'ale'r-Ravzateyn,



d e ğ e r taşır. Aynı zamanda



bûnî, Tekmiletü



çok dalda ilim sahibi ve aynı zamanda iyi



fi't-târîh



bir şair olan İbn Hameveyh'in müttaki,



hayatı ve kişiliği hakkında birinci derece-



alçak gönüllü, vakur bir kişi olduğu kay-



de bir kaynaktır. 3.



dedilmektedir.



kiyye.



Eserleri. 1.



cAtfü'z-zeyl



fi't-târîh.



Ya'-



küb el-Mansûr'un hayatını ve döneminde meydana gelen olayları konu alan bu eserin (Makkarî, III, 110;



Hediyyetü'l-'âri-



fın, II, 102) herhangi bir nüshasına henüz rastlanmamıştır. İbn Hallikân'ın 668 yılı sonlarında (1270) Dımaşk'ta müellif hattıyla gördüğünü söylediği cüz VII, 5) bu eser olmalıdır. 2. Mağribiyye.



(Vefeyât,



er-Rihletü'l-



Müellifin Mağrib'de kaldığı



yıllar hakkındadır (Hediyyetü'l-'âriftn,



I,



gibi yine Ya'küb el-Mansûr'un es-Siyâsetü'l-mülû-



İbn Hameveyh'in günümüze ula-



şan tek eseri olup Eyyûbî Hükümdarı 1. elMelikü'l-Kâmil Nâsırüddin Muhammed adına kaleme alınmıştır. 895'te (1490) II.



VIII, 748-



III, 6 3 7 - 6 3 8 ; Ebû Şâs. 174; İbnü's-SâMustafa Ce-



lkmâli'l-lkmâl(nşr.



vâd), B a ğ d a d 1957, s. 8 2 - 8 5 ; İbn Hallikân, Vefeyât, VII, 5; İbn Kesîr, el-Bidâye,



XII, 165; Zehebî,



XXIII, 96-97; Nuaymî,



A'lâmü'n-nübelâ', ris fî târîhi'l-medâris



hire 1988, II, 154; İbn Tağrîberdî, zâhire.V],



en-Nücûmü'z-



350; a.mlf., el-Menhelü'ş-şâfi,I,



(nr. 217); Makkarî, Nefhu't-tîb,



İmâd. Şezerât, V, 214; Hediyyetü'l-'ârifîn.l, 551; II, 32, 102;Ziriklî, el-AHâm, le, Mu'cennü'l-mü'ellifîn, ça Yazmalar,



III, 722; Ramazan Şeşen,



dîn Devrinde



Eyyûbîler



nr. 1116). 4. Kitâbü



Uşûli'l-eşyâ'.



Muh-



kiz cilt olduğu kaydedilir (Makkarî, III, 101; Hediyyetü'l-'arifin, ve'l-memâlik.



I, 461). S.



el-Mesâlik



Adından bir coğrafya ki-



461,



IV, 1 1 0 ; K e h h â -



Bayezid için istinsah edilen seksen yedi



temelen felsefeye dair olan bu eserin se-



403



III, 99-111; İbnü'l-



varaklıktek nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde kayıtlıdır (III. Ahmed,



ed-Dâ-



(nşr. Ca'ferel-Hasenî), Ka-



VI, 96; Karatay,



Arap-



Salâhad-



İstanbul 1983,



Devleti,



s. 3 0 6 - 3 0 8 ; Cl. Cahen, " U n e s o u r c e pour l ' h i s toire d e s c r o i s e d e s : L e s m e m o i r e s Sad a d - d i n ibn H a m a w i y a Juwaini", Bulletin des Letters



de Strasbourg,



de la



Faculte



XXVIII, Strasbourg



1950, s. 3 2 0 - 3 3 7 ; H. L. Gottschalk, " D i e A u l a d Saih a s - S u y ü h (Banu H a m a w i y a ) " , WZKM,



L1II



(1956), s. 57-87; a.mlf., " A w l â d a l - Ş h a y k h " , EP (İng.), 1,766.



r-, IFFL



CEVAT İZGI



İBN HÂMİD



r



Tâceddin İbn Hameveyh'in es-Siyâsetü'l-mülûkiyye



Muhte-



BİBLİYOGRAFYA :



dis, tarih, edebiyat, tıp, geometri gibi bir-



cAtfü'z-zeyl



Müellifin manzum-



adlı eserinin ilk iki sayfası (TSMK, III. Ahmed, nr. 1116)



n



( J J I )



Ebû Abdillâh Hasen b. Hâmid b. Alî el-Verrâk el-Bağdâdî (ö. 403/1012) Hanbelî fakihi.



L



J



Bağdat'ta doğdu ve burada yetişti. Ebû Bekir en-Neccâd, Gulâmü'l-Hallâl, Ebû Bekir İbn Mâlik el-Katîî, Ebû Ali İbnü'sSavvâf v e Ahmed b. Ca'fer el-Huttelî gibi dönemin önde gelen âlimlerinden ders aldı. Yetiştirdiği öğrenciler arasında Ebû Tâhir İbnü'I-Kattân, Ebû İshak el-Bermekî, Ebû Bekir er-Rüşnânî, Ebû Abdullah İbnü'l-Fukâî, Ebû Bekir İbnü'l-Hayyât Hasan b. Ali el-Ahvâzî ve ölümünden sonra onun yerine ders v e fetva veren tanınmış Hanbelî hukukçusu Ebû Ya'lâ el-Ferrâ bulunmaktadır. Geçimini bilhassa Kur'ân-ı Kerîm istinsahı ile sağladığı için "Verrâk" lakabıyla anılan İbn Hâmid zühd v e takvâsı ile temayüz etmiş ve Bağdat halkı üzerinde nüfuz ve itibar kazanmıştı. Döneminde cereyan eden ilmî tartışmalara aktif şekilde katılmış, Halife Kadir-Billâh'ın huzurunda Şâfiî âlimi Ebû Hâmid el-İsfe24



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNHAMEVEYH,Tâceddin râyînî ile yaptığı münazara ilim muhitle-



Hacrî, Ruaynî nisbeleriyle de anılır. İyi bir



Ebû Zekeriyyâ İbn Haldûn'un kitapların-



rinde bir hayli yankı uyandırmıştı. İbn Hâ-



eğitim gören İbn Hamîs, 681 (1282) yılın-



da dağınık halde bulunmaktadır. Bu şiir-



mid'in o sıralarda Bağdat'a hâkim olan



da Tilimsân Sultanı 1. Ebû Saîd Osman b.



ler, Abdülvehhâb b. Mansûr tarafından



Büveyhî hânedanı ile de yakın ilişki için-



Yağmurasan el-Abdülvâdî'nin özel kâtip-



el-Müntehabü'n-nefîs



de bulunması, Hanbelî mezhebinin diğer



liği görevine tayin edildi. 688'de (1289)



Hamîs



mezheplere göre daha canlı ve güçlü bir



Tilimsân'dan geçen Belensiyeli (Valencia)



bibi.). Bu derlemede on altı kaside yer al-



konumda olmasına katkı sağlamıştır. İda-



seyyah Ebû Muhammed el-Abderî onun



maktadır.



min şi'ri



İbn



adıyla bir araya getirilmiştir (bk.



recilerle olan münasebetine ve onlardan



bu tarihte yoksulluk içinde bulunduğunu



İbn Hamîs'in, genellikle uzun olan kasi-



gördüğü ilgiye rağmen siyasî olaylar içe-



söyler. İbn Hamîs, Merînî Hükümdarı Ebû



delerinde medih, hicâ, fahr gibi gelenek-



risinde yer almamış, hatta saraydan ya-



Ya'küb Yûsuf tarafından Tilimsân muha-



sel şiir temalarını işlediği görülür. Tilim-



pılan ihsan ve yardımları da ihtiyaç içinde



sara edildiği sırada doğduğu şehirden



sân'da hüküm süren Zeyyânîier'i, seyyah



bulunduğu halde kabul etmemiştir. Uzun



ayrılarak Sebte'ye (Ceuta) gitti. Bu sırada



İbn Rüşeyd'i ve özellikle hâmisi Vezir İb-



bir ömür sürdüğü ve birçok defa hacca



Sebte, Ebû Tâlib Abdullah b. Muhammed



nü'l-Hakîm'i metheden şair, Tilimsân'da zalimce hüküm süren ve buradan ayrıl-



gittiği söylenen İbn Hâmid, 403 (1012)



el-Azefî ve kardeşi Ebû Hâtim tarafından



yılında Mekke'den dönerken Vâkısa denen



yönetiliyordu. Burada kendisini hoca ola-



masına sebep olan Yağmurîler'i de hic-



yerde bedevîlerin hücumuna uğramış v e



rak kabul ettirmeye çalışan İbn Hamîs gi-



vetmiştir. Onun şiirlerinde özel isimlere



orada öldürülmüştür.



rişiminin sonuçsuz kalması üzerine Cezî-



v e yer adlarına sık rastlandığı gibi Tilim-



retülhadrâ'ya (Algeciras) gitti; daha sonra



sân'ın yerli kültürünün derin izleri ve et-



(nşr. Subhî es-Sâ-



Mâleka'ya (Malağa) geçti. Gittiği her yer-



kileri görülür. Eski Arap, İran v e Yunan



merrâî, Beyrut 1988) adlı fıkha dair kita-



de ders vererek ve zamanın büyüklerine



hikâye v e efsanelerinden, destanlardan



bından başka kaynaklarda zikredilen Ki-



kasideler yazarak geçimini sağlamaya ça-



esintiler, bazı tarihî olaylara telmihler



ile (400



lıştı. Bu yıllarda Tilimsân'da, Gırnata (Gra-



göze çarpar. Üslûp ve biçim bakımından



Uşûli'd-dîrı



nada) Hükümdarı III. Muhammed'in veziri



Ebü'l-Alâ el-Maarrî'den etkilenen İbn Ha-



Eserleri. İbn Hâmid'in günümüze ulaşan Tehzîbü'l-ecvibe



tâbü'l-Câmic



fi'htilâfi'l-fukahâ'



cüz) Şerhu'l-Hıraki, v e Uşûlü'i-hkh



Şerhu



adlı eserleri de vardır.



BİBLİYOGRAFYA : Hatîb, Târîhu lâ, Tabakâtü



VII, 303; İbn Ebû Ya'-



Bağdâd,



'l-Hanâbile,



II, 171-177; İbnü'l-Cev-



İbnü'l-Hakîm Muhammed b. Abdurrah-



mîs çok sayıda nâdir ve garîb kelime kul-



man ile tanıştı. Devrinin önemli bir şahsi-



lanmış ve bu tür kelimeleri kullanmayı bir



yeti, aynı zamanda âlim ve ediplerin hâ-



sanat ve belâgat anlayışı olarak benim-



misi olan vezir İbn Hamîs'i Gırnata'ya da-



semiştir. Bir beytinde, "Garîb v e nâdir



Câmi'u'l-



vet etti (703/1304). Vezir için yazdığı ka-



kelimelere alışmamış kimse belagatın



uşûl (nşr. Abdülmecîd Selîm - M. Hâmid el-Fı-



sideler sayesinde rahat bir hayata kavu-



tadına e r e m e z " diyerek bu görüşünü



XVII,



şan İbn Hamîs 706'da (1306) bir ziyaret



açıkça ifade etmiştir. Onun bazı şiirleri-



2 0 3 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,



XI, 3 4 9 ; İbn Tağ-



amacıyla Mâleka'ya döndü, daha sonra el-



ni kelime hazinesi zengin olmayanların



rîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire,



IV, 232; Burhâ-



Meriye'ye (Almeria) gitti. Burada İbnü'l-



anlaması mümkün değildir. İbn Hamîs



zî, el-Muntazam,



XV, 94; İbnü'l-Esîr,



kî), XII, 2 2 2 ; a.mlf., el-Kâmil, el-'İber,



VIII, 78; Z e h e b î ,



11, 205; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ',



neddin İbn Müflih, el-Makşadü'l-erşed(nşr



Ab-



durrahman b. Süleyman el-Useymîn), Riyad 1410/ 1990,1, 3 1 9 - 3 2 0 ; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



III, 166-



Hakîm'e tâbi kumandan Ebü'l-Hasan İbn Kümâşe'nin yakın ilgisine mazhar oldu.



el-Menhecü'l-ahmed



708 (1309) yılında III. Muhammed'in kar-



(nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1403/



deşi Ebü'l-Cüyûş Nasr b. Muhammed Gır-



167; Ebü'l-Yümn el-Uleymî,



1983, II, 98-101; M u h a m m e d eş-Şattî, şaru Tabakâti'l-Hanâbile, Ziriklî, el-A'lâm



Muhta-



Dımaşk 1399, s. 26;



( F e t h u l l a h ) , II, 2 0 1 ; G e o r g e



Makdisi, " i b n A q î l et la resurgence de l ' l s l a m



nata'nın idaresini ele geçirdi. İbn Hamîs



sanatlı nesirle bazı edebî mektuplar da k a l e m e almıştır (İbnü'l-Hatîb, II, 557562). BİBLİYOGRAFYA : İbnü'l-Hatîb, el-İhâta,



riyyâ İbn Haldûn, Buğyetü'r-ruouâd



öldürüldü.



f r e d B e l ) , A l g e r 1904,1, 10-43, 117; İbn Kunf ü z , eiVefeyâHnşr.



traditionaliste au X I e siecle (V. siecle de l'hegi-



İbn Hamîs kaynaklarda filozof, hakîm,



Laoust, " i b n H â m i d " , EP (İng ), III, 784; Muham-



astrolog, s i m y a g e r , itikadî m e z h e p l e r



M e r y e m , el-Bustân



m e d Seydî, "İbn H â m i d " , DMBİ, III, 303.



arasındaki ayrılıklarda derin bilgi sahi-



mâ' bi-Tilimsân,



(PIFD)



bi bir âlim ve bir edebiyatçı olarak tanıB



P



AHMET YAMAN



İBN HAMÎS



n



kabilesinden Zû Ruayn lakabıyla anılan Hacr b. Yerîm'e dayandığından Himyerî,



İbnü'l-Kâdî. Dürretü'l-hicâl, karî, Nefhu't-tîb,



M, 2 7 - 3 3 ; M a k -



V, 359-378; a.mlf.,



Ezhârü'r-



riyâz (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.). Kahire 1939, l'histoire



fî şi'ri



İbn



Hamîs



de



Paris 1887, s. 22-



des Beni-Zeiyan,



24; A b d e s s e l a m Meziane, " i b n K h a m i s , poete tlemcenien du X I I F siecle", Deuxieme de la federation



des societes



sauantes



congres de



l'Af-



Ancak bu eser günümüze ulaşmamıştır.



rique



İbn Hâtime, Meziyyetü'l-Meriyye



C e z a y i r 1936, II, 1 0 5 7 - 1 0 6 6 ; Abdülvehhâb b.



calâ



mine'l-bilâdi'l-Endelüsiyye



adlı eserinde bu divanda yer alan şiir-



rinde doğdu. Soyu, Yemen'deki Himyer



ue'l-'ule-



C e z a y i r 1326/1908, s. 225;



II, 3 0 1 - 3 4 0 ; J . - J . - L . Barges, Complement



ğayrihâ



650'de (1252) Cezayir'in Tilimsân şeh-



IV, 2 3 1 ; İbn



fî zikri'l-evliyâ'



rî, Ebû Abdullah Muhammed b. İbrâhim



adıyla bir divan haline getirdiğini söyler.



^



İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine,



el-Hadramî'nin onun şiirlerini toplayarak ed-Dürrü'n-rıefîs



Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Muhammed b. Ömer el-Himyerî el-Hacrî er-Ruaynî et-Tilimsânî (ö. 708/1309) Endülüslü şair.



tılır. A h m e d b. Muhammed el-Makka-



(nşr. Al-



H. Peres), Cezayir, ts., s. 53;



(1963), s. 2 2 7 - 2 3 2 ; H.



r e ) " , Damascus



11, 528-562; Ebû Zeke-



bu sırada Vezir İbnü'l-Hakîm ile birlikte



du nord



â Tlemcen



14-17



Mansûr, el-Müntehabü'n-nefîs



Avril



1936,



min şi'ri İbn Ha-



mîs, T l e m s e n 1365; Abdurrahman el-Cilâlî, Târîhu'l-Cezâ'iri'l-'âm,



Cezayir 1955, II, 146; Keh-



lerin bir kısmının İbn Hamîs'in Vezir İb-



hâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn.N,



nü'l-Hakîm hakkında yazdığı kasideler-



Târîhu'l-edeb,



den oluştuğunu bildirir. İbn Hamîs'in şi-



lah), VI, 314; Hifnâvî, Ta'rîfü'l-halef



irlerinin birçoğu onun biyografisine yer



selef, Beyrut 1402/1982, II, 3 7 5 - 3 9 0 ; M. Hadj-



veren Muhammed el-Abderî, İbnü'l-Kâ-



92;Ömer Ferruh,



VI, 361; Ziriklî,



el-A'lâm(Fethulbi-ricâli's-



Sadok, " i b n K h a m i s " , E/2 (İng.), III, 833-834.



dî, Makkarî, Lisânüddin İbnü'l-Hatîb v e



S!



SÜLEYMAN TÜLÜCÜ



25



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNHAMEVEYH,Tâceddin



r



n



İBN H A M M A D el-BURNUSI



r



de onun bazı beyitlerine de yer vermiştir



İBN H A M M A D es-SANHACI



(Rihle,



(^gŞ-l^-âJI iLû^- J J İ )



Ebû Abdillâh Muhammed b. Hammâd (Hamâdu) el-Burnusî es-Sebtî (VI./XII. yüzyıl)



Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî b. Hammâd (Hamâdu) b. îsâ b. Ebî Bekr es-Sanhâcî (ö. 628/1231)



Kuzey Afrikalı fakih ve tarihçi.



Kuzey Afrikalı kadı, tarihçi ve şair.



J



L



L



s. 116-117). 2. Târîhu



mülûki'l-



Vonderheyden tarafından neş-



İbâzıyye.



redilen eserin (Cezayir 1340/1927) Hâricî lideri Ebû Yezîd en-Nükkârî'ye dair kısmını Cherbonneau Fransızca'ya çevirmiştir (JA, XX 11852], s. 470-510). İbn Hammâd'ın bunlardan başka elJ



}clâm bi-Fevâ'idi'l-ahkâm v e Şerhu



el-İşbîlî



li-Abdilhak



Makşûreti



İbn



Dii-



Mağrib-i Aksâ'daki S e b t e ' d e (Ceuta)



Mağrib-i E v s a f t a yer alan Hamza kö-



reyd adlarını taşıyan iki kitapla çalışma-



dünyaya geldi. Burnus Berberîleri'nden



yünde doğdu. Benî Sanhâce'ye mensup



larından ve hocalarından bahsettiği bir



olup aynı künyeyi ve adı taşıyan Ebû Ab-



olup İbn Hamâdu diye de bilinir. Tahsil ha-



risâle yazdığı belirtilmektedir



dullah İbn Hammâd es-Sanhâcî ile ka-



yatına Kal'atü Benî Hammâd'da başladı



mülûki BenîcUbeyd,



rıştırılmamalıdır. VI. (XII.) yüzyılda yaşa-



v e Bicâye'de devam etti. Bicâye'de bulun-



s. 6-7; DMBl, III, 362). İbnü'l-Ebbâr onun



dığı tahmin edilmekte ve m e ş h u r âlim



duğu sırada Ebü'l-Hasan Ali b. Muham-



şiirlerini topladığı bir divanının olduğunu



Kâdî İyâz'ın t a l e b e s i olduğu bilinmek-



m e d et-Temîmî el-Muammerî, İbnü'l-



söyler (et-Tekmile, 11, 628).



tedir.



Harrât, Muhammed b. Ali b. Mahlûf el-



Daha çok bir fakih v e tarihçi olarak tem a y ü z e d e n İbn H a m m â d , Muktebis



(Kabes)







Kitâbü'l-



ahbâri'l-Mağrib adlı eseri telif etti.



ve Fâs ve'l-Endelüs



Günümüze ulaşmadıysa da İbn İzârî'nin el-Beyânü'l-muğrib'inüe



Zehebî'nin



Tezkiretü'l-huffâz'mda,



İbn Ebû Zer'in



ve anonim



el-Kırtûs'ında



Mefâhirü'l-



de bu eserden bol miktarda ikti-



Berber



baslar yapıldığı bilinmektedir. İbn Hammâd, Kâdî İyâz'ın



Tertîbü'l-medârik'inin



hulâsası olan v e



Muhtaşarü'l-medârik



dülhalîm Uveys), Riyad-Kahire 1401/1981, neş-



da Endülüs'ün Cezîretülhadrâ (Algeciras) v e Mağrib'in Selâ, Azemmûr şehirlerinde kadılık yaptıktan sonra kendini eserler yazmaya verdi. 628 (1231) yılında v e f a t e d e n İbn H a m m â d ' ı n ölüm tarihi 627 (1230) olarak da kaydedilir (Safedî, IV, 157). Eserleri. 1.



Kitâbü'n-Nübezi'l-muhtâ-



ce fî ahbûri mülûki



Şanhâce



bi-İfrîkıy-



bir nüshası bulunan bu esere müellif ba-



kındaki rivayetleri toplamıştır; ancak 617'd e (1220) yazılan kitabın bugün sadece



Müellif, en önemli çalışma-



Fâtımîler'i anlatan kısmı mevcuttur. Müellif, bu bölüme Fâtımîler'in soyları hak(nşr. M. Y a ' l â ) , M a d r i d



kındaki ihtilâftan söz ederek başlar ve



1996, s. 180, 185, 2 0 7 , 260; ayrıca bk. neşre-



Ubeydullah el-Mehdî'den (909-934) Âdıd-



denin girişi, s. 87; Kâdî Iyâz,



Lidînillah'a (1160-1171) kadar bütün Fâtı-



el-Enîsü'l-



Rabat 1972, s. 24, 28, 38, 50, 66, 180,



188, 198; İbn Sûde, Delîlü



mü'errihi'l-Mağri-



Dârülbeyzâ 1960,1, 59-60, 269-270;



bi'l-akşâ,



et-Tekmi-



le (nşr. İzzet A t t â r e l - H ü s e y n î ) , Kahire 1375/ 1956, II, 628; Abdullah b. A h m e d et-Ticânî, Rihle (nşr. Hasan Hüsnî Abdülvehhâb), Tunus 1377/ 1958, s. 116-117; Gubrînî,



'ünuânü'd-dirâye



(nşr. R. Bûnâr), Cezayir 1389/1970, s. 192;Safedî, el-Vâfî, Berber



IV, 157-158; İbn Haldûn,



Mefâhirü'l-



(nşr. E. L e v i - P r o v e n ç a l ) , Rabat 1352/



berle



sous



I, 555; H. R. Idris, La les Zirides,



Ber-



Paris 1962, I,



19; Sâlihiyye, el-Mu'cemü'ş-şâmil,



II, 215; " i b n



H a m â d u " , El2 (Fr.), III, 805-806; Seyyid Ali Âl-i Dâvûd, " İ b n H a m m â d " , DMBl, H



IH, 362.



MARIA - JESUS VIGUERA -MOLINS



İBN H A M M Â D Û Ş



r



n



( ^ A L m » - ^JI )



Abdürrezzâk b. Muhammed b. Hammâdûş el-Cezâirî (ö. 1195/1781)



mî halifelerinin biyografilerini verir. Eserin Ubeydullah el-Mehdî ile ilgili kısmının



Suppl.,



orientale



^



Cezayirli âlim ve seyyah.



^



Jacques Auguste Cherbonneau tarafından yapılan Fransızca tercümesi ( J A , V



1107'de (1696) Cezayir'de doğdu. Ba-



(1855], s. 529-547) ve Arapça metni (RAfr.,



(doktora tezi, 1994), üniversite Lu-



bası debbâğ esnafındandı. Çocukluğu si-



XII (1868], s. 464-477) yayımlanmıştır.



yasî açıdan oldukça karışık bir dönemde



Eser daha sonra M. Vonderheyden tara-



geçti. Tahsilini tamamladıktan sonra bir



oriantale



sous



les Ziri-



des, Paris 1962, I, 19; E. Fricaud, ibn 'idâri



miere (Lyon), s. 457; Saîd A'râb, " İ b n Hamâdu", Da'vetü



redenlerin girişi, s. 3-7; İbnü'l-Ebbâr,



al-



H. R. İdris, L a Berberle Marrâkusi



nşr. Tihâmî Nakra - A b -



1934, s. 51; Bustânî. DM, II, 4 7 3 - 4 7 4 ; Brockel-



zı önemli kaynakları da ilâve etmiştir (Fri-



mutrib,



sîretühüm(



mann, GAL



sı olan bu eserinde Sanhâce emîrleri hak-



neşredenin girişi, I, 32; İbn Ebû Zer,



Be-



katıldı. 613-616 (1216-1219) yılları arasın-



el-Mektebetü'l-Haseniyye'de



Tertîbü'l-medârik,



mülûki



nî'Ubeydoe



Rabat'taki



Mefâhirü'l-Berber



İbn Hammâd es-Sanhâcî, Ahbâru



tasavvıf Sîdî Ebû Medyen'in sohbetlerine



ye ve Bicâye.



BİBLİYOGRAFYA :



BİBLİYOGRAFYA :



Cezâirî gibi âlimlerden ders aldı ve mu-



adını taşıyan bir eser daha telif etmiştir.



caud, s. 457).



(Ahbâru



neşredenlerin girişi,



'l-hak,



sy. 3, M e k k e 1982, s. 21-31; sy.



8 (1982), s. 2 2 - 2 8 ; a.mlf., " C e v â n i b m i n e ' l - h a -



fından Arapça metni v e Fransızca tercü-



süre debbâğlık yaptı ve ticaretle uğraştı.



y â t i ' l - f ı k r i y y e bi-Sebte m i n hilâli Muhtaşari'l-



mesiyle birlikte (Histoire des rois 'obaid-



Vehrân'ınİspanyollar'ın eline geçtiğine,



bi-Tıt-



ites, Alger-Paris 1927), son olarak da Hhâ-



III, Tıtvan 1410/1989, s. 2 2 7 - 2 4 6 ; " i b n



mî Nakra ve Abdülhalîm Uveys tarafından



m e d â r i k " , Mecelletü vân,



Hamâdu", H



£/ 2 (Fr.),



Külliyyeti'l-âdâb III, 806.



bir mukaddime ile beraber Ahbâru



MARIA-JESUS VIGUERA-MOLINS



lûki Benî



cUbeyd



ve sîretühüm



müadıyla



neşredilmiştir (Riyad-Kahire 1401/1981; r



İ B N H A M M Â D b . E B Û H A N Î F E "" (bk. İSMÂİL b. H A M M Â D



den İbn Haldûn, Abdullah b. Ahmed etTicânî ve İbnü'l-Ebbâr gibi müellifler na-



b. E B Û H A N Î F E ) .



L



Tunus 1987). İbn Hammâd'ın bu eserin-



J



killerde bulunmuşlardır; Ticânî nakillerin-



Cezayir'deki iç kargaşalara, Tıtvân'da Rifli Ahmed Paşa'nın Filâlîler'den Sultan Mevlây Abdullah'a karşı isyanına (1156/1743) şahit oldu. Cezayir Ocağı'nda bazı Osmanlı yöneticilerini tanıdı. Bütün Mağrib ve Cezayir'i gezdi. Mağrib'de Ahmed b. Muhammed el-Verzezî, Muhammed b. Abdüsselâm el-Bennânî, A h m e d es-Serâirî v e Ahmed b. Mübârek es-Sicilmâsî'den,



26



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HÂNÎ Tunus'ta Muhammed ez-Zeytûne et-Tû-



BİBLİYOGRAFYA:



nisî'den ilim tahsil etti. 1130'da (1718)



Ta'rîfü



hacca gitti. 1156 (1743) yılında tekrar Mağrib'i dolaştı. 1161'de (1748) Mısır'ın



'l-Cezâ'ir,



Eserleri. 1. el-Bet/ân vet-tacıif*



Cezayir 1907, II, 471; Mu-



h a m m e d Dâvûd, Târîhu



Tıtvan 1962,



Tıtuân,



III/l, s. 1 4 8 - 1 5 2 ; Ebü'l-Kâsım Sa'dullah,



Târî-



C e z a y i r 1401/1981, II,



hu'l-Cezâ'iri'ş-şekâfî,



fî es-



Telifine Dı-



bâbi vürûdi'l-hadîşi'ş-şerîf.



maşk'ta başlanıp 4 Muharrem 1119'da (7 Nisan 1707) İstanbul'da tamamlanan



Reşîd şehrine, oradan ikinci d e f a hacca



4 3 8 - 4 5 1 ; a.mlf., Ebhâş



târîhi'l-Ce-



eser hadislerin vürûd sebeplerine dair



gitti. Medine'de bir süre ikamet ederek



zâ'ir, Beyrut 1990, I, 221-241; a.mlf., " A b d ü r -



olup kendi alanında en geniş çalışmadır.



eser yazmakla m e ş g u l oldu. Cezayir'e



r e z z â k b. H a m m â d û ş el-Cezâ°irî v e rihletühû



döndükten sonra da eser yazmayı sürdüren İbn Hammâdûş 1195'te (1781) vefat etti.



ve'n-neseb



L i s â n ü ' l - m a k â l " , MMLADm., 344; Ziriklî, el-A'lâm



(Fethullah), III, 352; Ah-



Tâî'nin el-Elfiyye'siue



IFFL



A T I L L A ÇETIN



İbn Hammâdûş'un seyahatlerini hâtırat



IBN HAMMÛYE



fin Mağrib'e gittiği 1156'da (1743) başait kısmı günümüze ulaşmamıştır. Sade bir dille yazılmış olan eser XV1H. yüzyıl Ce-



İBN HAMEVEYH).



L



r



önemlidir. Osmanlı yönetimine bağlı pa-



(»>£>• O ? ' )



şaların durumu, Danimarka Sulhu (1159/



Burhânüddîn İbrâhîm b. Muhammed b. Kemâliddîn el-Hüseynî ed-Dımaşkı (ö. 1120/1708)



1746), ulemâ, Türkler v e Acemler hakkında mâlumatla nesep bilgilerinin yanı sıra Cezayir ve Mağrib'deki âdet ve gelenekler hakkında orijinal bilgiler ihtiva eden



fî beyâni



Keşfü'r-



cfşâb. Alfabetik olarak



d ü z e n l e n m i ş bir t ı p sözlüğü olup 987 madde içerir. İbn Hammâdûş'un Medine'de iken yazdığı eser tıbba dair dört ciltlik el-Cevherü'l-meknûn



min



bahri'l-kü-



nûn'unun son cildidir. Eserin diğer ciltleri günümüze ulaşmamıştır. Eserde ilâçların nitelikleri v e tasnifi, bitki adlarıyla sağlığa yararlı diğer maddeler hakkında bilgi verilmiş, bitkilerin mahallî lehçelerdeki adları da yazılmıştır. Müellif İbn Sînâ, Dâvûd el-Antâkî, İbnü'l-Baytâr el-Antâkî ve eski Yunanlı hekimlerin eserlerinden de faydalanmıştır. Lucien le Clerck'ın Fransızca'ya tercüme ettiği eserin (Kachef er-Romoz, un traite de matiere



medi-



ca/earabe d'Abderrazzaq ed-Djezciry, Paris 1874) metni daha sonra Ahmed b. Murâdî et-Türkî tarafından yayımlanmıştır (Cezayir 1903). G. Colin eser v e müellif üzerine Cezayir Üniversitesi'nde bir doktora tezi hazırlamıştır (A etudie la medecine d'Ibn Hamâdüs dans se these;



Ab-



derrazzâg el-Jezâiri: Un medetin arabe du XII" siecle del'hegire, 3. Tddîlü'l-mizâc



Montpeller 1905).



bi-sebebi



kavânîni'l-



Hlâc. Cinsel hastalıkların tedavisine dairdir (Ebü'l-KâsımSa'dullah, zâ'iri'ş-şekâfi,



Târîhu'l-Ce-



11,451; ayrıca müellifin yaz-



ma halindeki küçük risaleleri için bk. a.g.e., il, 443-444 ; a.mlf., Ebhâş ve ârâ5 fî târîhi'lCezâ'ir, 1, 226-227).



Nâzım) tarafından yapılan



ed-Dürretü'l-



dığı bir çalışmasıdır. BİBLİYOGRAFYA : j



İbn Hamza, el-Beyân



ue't-ta'rîf



(nşr. Seyfed-



din el-Kâtib), Beyrut 1401/1981,1, 2-3; a.e. (nşr.



IBN HAMZA



neşredilmiştir (Cezayir 1983). 2.



onun oğlu Bedred-



din M u h a m m e d b. M u h a m m e d (İbnü'n-



yazmaya başladığı, ancak tamamlayama-



(bk. B E N Î H A M E V Î Y Y E ;



zayir, Tunus ve Mağrib tarihi açısından



eser Ebü'l-Kâsım Sa'dullah tarafından



şer-



m u dıyye (Beyrut 1312) adlı şerh üzerine



v e günlük şeklinde anlattığı eser müelli-



rumûz



IBLA,



ıjı



calâ



İbn Hamza'nın, İbn Mâliket-



düs, recit de v o y a g e et a u t o b i o g r a p h i e " ,



(Rihle).



lar. Eserin bu tarihten önceki dönemlere



Eserin çeşitli baskıları yapılmıştır (meselâ bk. I-II, Halep 1329). 2. Haşiye hi'l-Elfiyye.



ti'n-nebe'i



ve'l-âl



L (1979), s. 322-



m a d Chtioui, " L e L i s â n a l - M a q â l d ' I b n H a m â XLIX/157 (1986), s. 59-74.



Eserleri. 1. Lisânü'l-makâl hni'l-haseb



ue ârâs fî



el-Beyân ı/e 't-ta rıf adlı eseriyle tanınan muhaddis.



L







Hüseyin A b d ü l m e c î d Hâşim), Kahire 1975, neşredenin girişi, I, 30;Süyûtî, Esbâbü



uürûdi'l-ha-



dış(nşr. Yahyâ ismâil Ahmed), Beyrut 1404/1984; Murâdî, Silkü'd-dürer,



Beyrut 1988, I, 22-24;



Tûnekî, Mu'cemü'l-muşannifîn(nşr.



Sıddîk Ke-



mâl el-Mekkî), Beyrut 1344/1925, IV, 391-393; Serkîs, Mu'cem,



1, 88; Hediyyetü'l-'ârifîn,l,



j



5 Zilkade 1054te (3 Ocak 1645) Dımaşk'ta doğdu. Aslen Harranlı olup soyunun Hz. Hüseyin'e ulaştığı söylenmektedir. İlk tahsilini babasının ve ağabeyinin yanında yaptı. Dil, hadis ve fıkıh konularında Dım a ş k ' t a M u h a m m e d b. Süleyman elMağribî, Haskefî, Abdülbâki el-Hanbelî; Mısır'da Abdülbâki b. Yûsuf ez-Zürkânî; Haremeyn'de A h m e d b. Muhammed enNahlî, İbn Sâlim el-Basrî, Hasan b. Ali elUceymî, İbrâhim b. Hasan el-Kûrânî'den ders aldı. Ayrıca Yahyâ eş-Şâvî, İbrâhim el-Fettâl, Muhammed el-Mehâsinî, İsmâil el-Mehâsinî, Muhammed b. Balabân esSâlihî, Abdülkâdir es-Sûfî ve Kemâleddin el-Mâlikî gibi hocalardan faydalandı. İstanbul'da II. Süleyman'ın hocası olan Molla Abdülvehhâb'ın, Üsküdar Camii imamı Abdülkâdir Makdisî'nin ve Medine kadısı Molla Mûsâ Kastamonî'nin derslerine devam etti. İbn Hamza Sâlihiyye'deki Mârdâniyye,



Meseleleri



Üzerinde



1959, s. 22; Ziriklî, el-A'lâm



Tetkikler,



L



İstanbul



(Fethullah), I, 68. M



r



A L I AKYÜZ



IBN HANBEL (bk. A H M E D b . H A N B E L ) .



r



Mu'-



I, 105-106; "teyyib Okiç, Bazı



cemü'l-mü'ellîfîn, Hadis



37;



I, 68, 120, 207; Kehhâle,



îzâhu'l-meknûn,



T



J



IBN HÂNÎ (^IFC



JJI)



Ebü'l-Kâsım Muhammed b. Hânî b. Muhammed el-Mağribî el-Endelüsî (ö. 362/973)



L



Fatımî Halifesi Muiz-Lidînillâh'ın saray şairi.



320-326 (932-938) yılları arasında Endülüs'ün İşbîliye (Sevilla) şehrinde doğdu. Yemen'den Kuzey Afrika'ya göç eden Ezd kabilesine mensuptur. Soyu İfrîkıye Valisi Yezîd b. Hâtim el-Ezdî'ye (772-787) veya kardeşi Ravh b. Hâtim'e dayanır. Babası



Emcediyye ve Cevziyye medreselerinde



Hânî, III. Abdurrahman devrinde Fâtımî-



ders verir, senenin üç ayında Nahhâsîn



ler'in ilk başşehri Mehdiye'den Endülüs'e



mahallesindeki evinde okuttuğu



Şahîh-i



göç etmiş, bir süre Kurtuba'da (Cordoba)



derslerine çok sayıda dinleyici iş-



kaldıktan sonra İşbîliye'ye yerleşmişti.



Buhârî



tirak ederdi. Ayrıca Dımaşk'ta kadı nâib-



Onun Endülüs'e hangi maksatla gittiği



liğiyie nakîbüleşraflık yaptı. 1093 (1682)



kesin olarak bilinmemekle birlikte bazı



yılında Mısır nakîbüleşraflığına tayin edil-



çağdaş araştırmacılar Kuzey A f r i k a ' d a



di. 1119 (1707-1708) yılında hacca giden



Mehdiye'yi kuran, Mısır'ı almak için yap-



İbn Hamza dönüşte Zâtülhac mevkiinde



tığı iki başarısız teşebbüsten sonra Kur-



9 Safer 1120 (30 Nisan 1708) tarihinde ve-



tuba'daki hilâfeti ele geçirmeyi düşünen



f a t etti ve orada defnedildi.



ve çok sayıda İsmâilî dâîyi görevlendiren 27



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HÂNÎ Mehdî el-Fâtımî'nin bir şair olan Hânî'yi de bu amaçla Endülüs'e göndermiş olabileceğini ileri sürmüşlerdir (meselâ bk.



larını aşıp Endülüs'ten Bağdat'a kadar



El2 (İng.], III, 786). İbn Hânî, öğrenimini İşbîliye'de tamamladıktan sonra Kurtuba'ya giderek bil-



ra Muiz ile birlikte Mısır'a giden İbn Hânî



gisini geliştirdi. Kaynaklarda hocaları ve tahsil ettiği ilimler hakkında bilgi yoktur. Ancak şiirlerinden eski Arap şiiriyle yakından ilgilendiği, bu konudaki tarihî birikimi geleneksel muhtevasıyla çok iyi öğrendiği anlaşılmaktadır. İbn Hânî İşbîliye'ye dönünce siyasî v e f e l s e f î düşüncelerini açıkça ortaya koymaya başladı. Ancak düşünceleri bulunduğu ortamın yapısına ters düşüyordu. Muhalifleri onu Fâtımîler'e yakın olmak. Yunan felsefesinin tesirinde kalmak ve ayrıca zındıklıkla itham ettiler. Kaynakların yakın dostu olduğunu söylediği (Muhammed el-Ya'lâvî, İbn Hânî el-Mağribî el-Endelüsî, s. 115-116), fakat adını vermediği İşbîliye valisi ona bir süre İşbîliye'den uzaklaşmasını tavsiye etti. Bu sırada yirmi yedi yaşında olan İbn Hânî valinin bu tavsiyesine uyarak M a ğ r i b ' e gitmek üzere Endülüs'ten ayrıldı. 347 (958) yılında Mağrib'in batısına yaptığı seferden dönen Cevher es-Sıkıllî kumandasındaki Fâtımî ordusu Fas'ın kuzey kesimlerine geldiğinde İbn Hânî adı geçen kumandanın himayesine girdi ve Mağrib'de ilk kasidesini onun için yazdı. Mağrib'de Emevîler'i ağır bir dille yeren şiirler yazan İbn Hânî, doğuda ve batıda yayılmacı politika takip eden Fâtımîler'in güçlü bir savunucusu v e propagandacısı olarak faaliyet g ö s t e r m e y e başladı. Bir süre sonra Cezayir'in doğusundaki Mesîle şehrine giderek şehrin hâkimi olan ve İbnü'l-Endelüsiyye diye tanınan, Muiz-Lidînillâh'ın sütkardeşi Ca'fer b. Ali b. Sa'dûn el-Ezdî ve kardeşi Yahya'nın himayesine girdi. Ca'fer ve Yahya'dan büyük ilgi gören şair onları ve aile fertlerini öven pek çok şiir kaleme aldı. Şiirleri geniş bir çevrede okunup şöhreti Mağrib'de yayılınca Halife Muiz, Ca'fer ve Yahyâ'dan onu Kayrevan'a göndermelerini istedi. 354 (965) yılında Mansûriye Sarayı'nda halifenin huzuruna çıkan İbn Hânî, buradaki Ebü'I-Kâsım el-Fezârî el-Kayrevânî ve Ali b. Muhammed el-İyâdî et-Tûnisî gibi saray şairlerine karşı zamanla büyük bir üstünlük sağladı. Fâtımî imamlarını ve özellikle hâmisi olan Muizz'i insan üstü sıfatlarla yücelten şiirleri (meselâ bk. Dîvânü Muhammed b. Hânî el-Endelüsî, s. 181-187) sayesinde büyük bir itibar gördü. Onun Muiz hakkındaki şiirleri (el-Muizziyyât) müstakil bir divan teşkil edecek kadar çoktur. Bu şiirler Kuzey Afrika sınır-



uzanan geniş bir bölgeye yayılarak İsmâ-



şiirleri de bulunan İbn Hânî, kulağa hoş gelmeyen bazı garip kelimeleri çok kul-



iliyye doktrininin tanınmasını sağlamıştır.



landığı için tenkit edilmiştir.



Fâtımîler'in Mısır'ı ele geçirmesinden son-



Şiirlerinde Şiî-İsmâilî olduğunu gizlemeyen İbn Hânî bu mezhebin terimlerini geniş ölçüde kullanmıştır. Methiyelerin-



ömrünün



geri kalan kısmını Fâtımî sara-



yında geçirdi. 362 (973) yılında ailesini Mısır'a getirmek üzere Mağrib'e giderken Libya'nın doğusundaki Berka'da öldü. Bu olayla ilgili olarak Berka'daki bir dostunun verdiği ziyafette içkinin tesiriyle öldüğü, içkili olarak sefere çıkıp yolda öldürül-



de küfre varan aşırı ifadelere rastlanır. Meselâ Muiz hakkındaki bir kasidesine, "Kaderin dediği değil senin istediğin olur, hükmet, sen vâhid v e kahhârsm" (a.g.e., s. 181-182) ifadesiyle başlamış, diğer bazı



düğü, kemeriyle boğularak Berka'daki su



manzumelerinde ona ilâhî sıfatlar isnat e t m e k t e n çekinmemiştir (a.g.e., s. 73-



dolaplarından birine asıldığı ve Endülüs



139).



Emevî Devleti hesabına çalışanlarca katledildiği şeklinde değişik rivayetler nakledilmiştir. Halife Muiz-Lidînillâh doğulu şairlere karşı onunla övünmeyi ümit ettiği sırada ölmesinden dolayı büyük üzüntü duymuştur (Ya'küt, XIX, 93; İbn Hallikân, IV, 50). İbn Hânî'nin çağdaşı olan müellifler ve günümüz araştırmacıları onu Endülüs'ün ve Mağrib'in en büyük şairlerinden biri olarak kabul ederler. İbn Hânî şiirlerindeki üslûp ve tema benzerliği, ifade sağlamlığı, hayal zenginliği, fikirlerindeki aşırılık v e sıradışılık, övgülerindeki güzellik gibi sebeplerle Mütenebbî ile mukayese edilerek "Mağrib'in Mütenebbîsi" olarak nitelendirilmiştir (meselâ bk. Makkarî, IV, 41; Safedî, 1,352). Şiirdeki ustalığını daha önce örneğine pek rastlanmayan bir tarzda geliştiren İbn Hânî, Fâtımîler'e olan yakınlığından dolayı şiirlerinde İsmâilî akîdesiyle paralellik arzeden konuları Câhiliy e üslûbu ile dile getirmiştir. Manzumelerinde Câhiliye dönemi ve bilhassa muallaka şairlerinin etkisi yanında Ebû Temmâm, Buhtürî v e Mütenebbî'yi geniş öl-



İbn Hânî divanının dünyanın önemli kütüphanelerinde ve Hindistan'da Şiî- İsmâilî ilim adamlarının özel kitaplıklarında bulunan yazma nüshalarının sayısı yirmi sekize ulaşmaktadır (nüshalarla ilgili geniş bilgi için bk. Muhammed el-Ya'lâvî, ibn Hânî el-Mağribî el-Endelüsî, s. 31 -41). Divanın ilk baskısı, şairin İbn Hallikân tarafından yazılmış olan biyografisi v e bazı kelimelerin açıklamasıyla birlikte Bulak'ta yapılmış (1274/1857), bu neşrin kelime açıklamalarını vermeyen, fakat okunuş itibariyle nisbeten daha iyi bir neşri Beyrut'ta gerçekleştirilmiştir (1302/1884, 1304/1886). Beyrut'ta yapılan üçüncü baskı ise Bulak baskısının açıklamalarıyla birlikte tekrarıdır (1326/1908). Hindistanlı Zâhid Ali, eserin British Museum nüshasını esas alıp bu nüshayı Hindistan'ın Sûret şehrindeki âlimlerin özel kütüphanelerinde bulunan nüshalar v e matbu nüshalarla karşılaştırmış, hazırladığı metin, şerhi ve İngilizce tercümesi Oxford Üniversitesi'nde doktora tezi olarak kabul edilmiştir (1932). Bu çalışma, metnin İngilizce tercümesi çıkarılıp Tebyînü'l-mecânî iî şerhi



landığı kelimeler, edebî sanatlar, tasvirler, özellikle medih türü şiirlerindeki üslûp ve lafızlar şairin Câhiliye şiirinden ne ölçüde etkilendiğini açıkça gösterir. Tı-



yımlanmıştır (Kahire 1352). Ayrıca Kerem el-Bustânî'nin şerhiyle birlikte Dîvânü İbn Hânî adıyla Beyrut'ta iki defa ya-



bâk, mukabele ve teşbih sanatlarına sıkça yer verdiği şiirleri genellikle methiye türündedir. Az da olsa mersiye, tasvir, hiciv, gazel ve hikmet türü şiirleri de vardır. Methiye tarzındaki şiirlerinin büyük bir bölümü Halife Muiz-Lidînillâh ile Ca'fer b. Ali b. Sa'dûn ve aile fertleri için yazılmıştır. Bunlar genellikle altmış-doksan beyit arasında değişir. Divanındaki en uzun manzume Muiz için yazdığı 202 beyitlik kasidedir (Dîvânü Muhammed b. Hânî el-Endelüsî, s. 342-360). Bunun yanında iki beyitlik kıtaları, genellikle halife ve maiyetindekilerle kumandanlarının kılıçlarını tasvir eder. Bunların dışında birkaç mersiye ile irticâlen söylenmiş bazı



Dîvâni



İbn Hânî



adıyla ya-



çüde örnek aldığı görülür. Şiirlerinde kul-



yımlanan(1372/1952, 1384/1964) divanın en mükemmel neşri, bu baskılarda kullanılmayan diğer yazmalardan da faydalanmak suretiyle, Zâhid Ali neşrinde eksik olan yahut hiç bulunmayan şiirler de ilâve edilerek Muhammed el-Ya'lâvî tarafından gerçekleştirilmiştir (Havliyyâtü 'l-Câmfati't-Tûnisiyye, VI11969], s. 79-110; IX 11972], s. 75-100; ayrıca Beyrut 1994). Divan, A. VVorınhoudt tarafından İngilizce tercümesi ve şerhiyle birlikte neşredilmiştir (Oskaloosa 1985). İbn Hânî'nin hayatı ve şiirleri hakkında Münîr Nâcî, Ebü'I-Kâsım Muhammed Kirrû, A h m e d Hâlid, M u h a m m e d b. Ali elHirfî ve Ahmed Hasan Besec müstakil çalışmalar kaleme almıştır (bk. bibi ).



28



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HASSÛL BİBLİYOGRAFYA : D'ıuânü Muhammed



b. Hân'ı



Muhammed el-Ya'lâvt), Beyrut 1994; İbn Reşîk el-Kayrevânî, el-'Umde



(nşr. M. Muhyiddin Ab-



d ü l h a m î d ) , Beyrut 1981, I, 111; Ebû İshak elHusrî, Zehrü'l-âdâb



(nşr. Ali M. el-Bicâvî), Ka-



hire 1372/1953, I, 225, 312-314; II, 648, 703, 755-757, 782, 1001-1003; İbn Şeref el-Kayrevânî, Mesâ'ilü'l-intikâd



(nşr. Ch. Pellat), Cezayir



1953, s. 41-43;Humeydî, mesrahu't-te'ennüs



Cezuetü'l-muktebisue



fî mülehi



90; Feth b. Hâkân el-Kaysî,



Matmahu'l-enfüs,



Kahire 1325, s. 84-89; Dabbî,



Buğyetü'l-mülte-



130-131; Yâkût, Mu'cemû'l-üdebâ',



9 2 - 1 0 5 ; İbn Dihye el-Kelbî, el-Mutrib



XIX,



(nşr. ibrâ-



him el-Ebyârî v.dğr.), Kahire 1954, s. 192-195; İbnü'l-Adîm, Buğyetü't-taleb, likân, Vefeyât dî, el-Vâfî, rib,



s. 177; İbn Hal-



( A b d ü l h a m î d ) , IV, 4 9 - 5 2 ; Safe-



1, 352; İbn Saîd el-Mağribî,



el-Muğ-



II, 9 7 - 9 9 ; İ b n ü ' l - H a t î b , el-İhâta,



1319/1901, II, 2 1 2 vd.; Makkarî,



Kahire Nefhu't-tîb,



Kahire 1302, II, 264-267; IV, 41; A h m e d el-İsk e n d e r î - M u s t a f a İnânî, ei-Vasît



fı'l-edebi'l-'Ara-



Kahire 1335/1916, s. 2 7 6 - 2 7 8 ;



bî ue târîhih,



Zâhid Ali, Tebyînü'l-me'ânî



fî şerhi dîuâni



İbn



Hânî, Kahire 1352/1933, tür.yer.; Brockelmann, GAL, I, 91; Suppl., andalou.se



146 vd.;H.Peres,



en arabe classique



Lapoesie Pa-



au XI' siecle,



ris 1937, s. 43, 46; A. R. Nykl,



Hispano-Arabic



Baltimore 1946, s. 2 8 - 3 1 ; Arif Tâmir,



Poelry,



Beyrut 1961; Münîr Nâcî,



İbn Hânî el-Endelüsî, İbn Hânî



el-Mağribî



Beyrut 1962;



el-Endelüsî,



A h m e d Emîn, Zuhrü'i-İslâm,



Kahire 1966, III,



135-170; Ali M u h a m m e d Râdî, el-Endelüs



ue'n-



Nâşır, Beyrut 1967, s. 58-64; Sezgin, GAS,



II,



654-655; M u h a m m e d el-Ya'lâvî, " L e s relations entre fâtimides d ' I f r i q i y a et o m e y y a d e s d ' E s p a g n e " , Actas cino



del II. Coloquio



des estudios



historicos,



Hispano-TuneMadrid 1973, s.



13-30; a.mlf., İbn Hânî el-Mağribî



el-Endelüsî:



Beyrut 1405/1985,



şâ'irü'd-deuleti'l-Fâtımiyye,



tür.yer.; a.mlf., el-Edeb bi-lfrîkıyye,



Beyrut 1986,



s. 2 6 5 - 3 3 5 ; a.mlf., "Kaşâ'idü İbn Hânî lem tünş e r " , Hauliyyâtü'l-Câmi'ati't-Tûnisiyye,



sy. 6,



Tunus 1969, s. 79-110; a.mlf., " İ b n H â n î e l - E n d e l ü s î " , Dâ'iretü'l-ma'ârifı't-Tûnisiyye, tâc 1990, s. 61-66; T. J. Monroe,



1, KarHispano-Ara-



California 1974, s. 9, 130-145; Ah-



bicPoetry,



m e d Hâlid, İbn Hânî, Tunus 1976; Şevki Dayf, el-Fen



ue mezâhibüh,



Kahire 1976, s. 4 1 9 vd.;



M. Tâhâ el-Hâcirî, Merhaletü't-teşeyyu' ribi'l-'Arabî,



fı'l-Mağ-



Beyrut 1403/1983, s. 89-134; Mu-



h a m m e d Kirrû, İbn Hânî el-Endelüsî: bi'l-Mağrib,



Müteneb-



Trablus 1984, tür.yer.; M. Abdül-



m ü n ' i m Hafâcî, el-Edebü'l-Endelüsî,



Beyrut



1 4 1 2 / 1 9 9 2 , s. 4 2 0 - 4 6 9 ; A h m e d Hasan Besec, İbn Hânî



el-Endelüsî,



Edebü'l-Endelüsî,



Beyrut 1414/1994;



el-



Kahire 1994, s. 2 3 3 - 2 4 7 ; A .



von Kremer, " Ü b e r dern s c h H t i s c h e n Dichter A b ü ' l - K â s i m M o h a m m e d ibn Hâni3",



ZDMG,



XXIV (1870), s. 481-494; Abdülhamîd el-İbâdî, " e n - N â h i y e t ü ' t - t â r î h i y y e m i n şi'ri İbn Hânî elE n d e l ü s î " , eş-Şekâfe,



II (1940), s. 396, 417, 468;



Moh. Ben Cheneb, " İ b n H â n i " , İA, V/2, s. 7467 4 7 ; F. Dachraoui,"Ibn H â n i 3 a l - A n d a l u s î " , El2 (İng ), III, 785-786; Mihrân Erzende, "İbn H â n î " , DMBİ, V, 93-97.



m FFLL M . F A R U K TOPRAK



r



dıkça siz onlara dokunmayın" sözünü delil getirerek Türkler'in muteber bir millet olduğunu söyler. Ayrıca eserde Selçuklu



( J f ^ O*') Ebü'l-Aiâ Muhammed b. Alî b. Hassûl (ö. 450/1058) Kitâbii



Tafzîli'l-etrâk



tarihiyle ilgili bazı önemli bilgiler de yer almaktadır. İbn Hassûl bizzat müşahe-



adlı



eserle meşhur olan tarihçi, e d i p v e d e v l e t a d a m ı .



^



ehli'l-Endelüs



(nşr. M. Tâvît et-Tancî), Kahire 1372/1952, s. 89-



mis,s.



ber'e atfedilen, "Türkler size dokunma-



İBN HASSÛL



el-Endelüsî(nşr.



İ B N HARBLJYE (bk. E B Û U B E Y D e l - K Â D Î ) .



n



Aslen Hemedanlıdır; Rey'de yetişmiş, Sâhib b. Abbâd ve İbn Fâris'ten hadis dinlemiştir. Babası Ebü'l-Kâsım Ali kitâbet ve beiâgatta, kendisi ise nazım ve nesirde zamanın tanınmış şahsiyetlerindendi. Önceleri Büveyhî Hükümdarı Mecdüddevle Rüstem'in (997-1029) veziri olan İbn Hassûl, Rey şehri Gazneii Mahmud'un eline geçince (1029) onun himayesine girip Gazne'ye gitti. Sultan Mesud zamanında Rey Dîvânü'r-resâil reisliğine getirildi v e şehir Selçuklular tarafından alınıncaya kadar (1035) bu görevde kaldı. Son olarak Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in hizmetinde bulundu. Bâharzî onunla Rey'de görüştüğünü ve "sıcağın soğuğa üstünlüğü" hakkındaki risâlesine reddiye mahiyetinde bir risâle yazdığını söylemekte, ayrıca onun şiirlerinden örnekler vermektedir (Dümyetü'l-kaşr, 1,413-417). İbn Hassûl, kendisini şöhrete kavuştucalâ ran Kitâbü Tafzîli'l-etrâk sâ'iri'lecnâd ve menâkıbi'l-hazreti'l-câliyeti's-sultâniyye adlı kitabını Tuğrul Bey'e okunmak üzere veziri Amîdülmülk el-Kündürî'ye sunmuştur. Kitapta, Ebû İshak esSâbî'nin (ö. 384/994) Irak Büveyhîleri'nden Adudüddevle adına yazdığı, günümüze ulaşmamış Kitâbü't-Tâcî adlı eseri tenkit edilmekte ve öldürülme korkusu içindeki müellifin Büveyhî hanedanının tarihini anlatırken asılsız bilgilere yer verdiği söylenmektedir. İbn Hassûl kitabında ayrıca, Büveyhîler'in nesebini yüceltmek için ortaya atıian aslen Benî Dabbe kabilesin-



de ettiği Tuğrul Bey'in güzel hasletlerini açıklar v e Adudüddevle ile onu karşılaştırır. Ayrıca Hazar hakanı iie (doğrusu Oğuz yabgusu) Selçuklu hânedanının kurucusu Selçuk (doğrusu babası Dukak) arasında geçen kavgaya da işaret eder. Ortaçağ İslâm dünyasında nüfuzları gittikçe artan Türkler hakkında Câhiz'in (ö. 255/869) y a z d ı ğ ı F e z â ' i l ü ' l - e t r â k t a r zında olan eser, bilhassa ihtiva ettiği tenkidî ve tahlilî bilgiler dolayısıyla önemlidir. Eserin bir nüshası Abbas el-Azzâvî tarafından neşre hazırlanmış, M. Şerefettin Yaltkaya bu metni ve Türkçe tercümesini yayımlamıştır (bk. bibi.). Nafiz Danışman bu yayını tercümede yapılan bazı hatalar dolayısıyla eleştirmiştir (bk. bibi.). İbrahim Kafesoğlu, İbn Hassûl'ün tarihle ilgili kayıp bir kitabından bahsetmektedir (Selçuklu Ailesinin Menşei Hakkında, s. 26). Ancak müellifin, eldeki bu kitabından ve Bâharzî'nin reddiye yazdığı risâlesinden başka bir eser kaleme aldığı bilinmediği gibi Kafesoğlu'nun kaynak olarak gösterdiği Târîh-i G ü z î d e ' d e (s. 426) adı geçen Târîhu Ebi'l-'Ala nın da Kitâbü Tafzîli'l-etrâk olması ihtimali aktarılan bilginin muhtevası itibariyle daha kuvvetli görünmektedir. BİBLİYOGRAFYA : İbn Hassûl, Kitabii ecnâd



Tafzîli'l-etrâk



dusunun



Menkıbeleri



ue Türkler'in



(trc. Ramazan Şeşen), A n k a r a 1988, t e r c ü m e 107-112; Ali b. Hasan el-Bâharzî,



tiklerini, kırlarda ve çöllerde yaşadıklarını, cesaretleriyie tanındıklarını ve diğer toplumlardan farklı biçimde fırsat bulunca başbuğluğu ele geçirmeye çalıştıklarını anlatmaktadır. Bu arada Hz. Peygam-



1,



Dümyetü'l-



kaşr (nşr. Abdülfettâh M. el-Hulv), Kahire 1968, I, 4 1 3 - 4 1 7 ; Müstevfî, Târîh-i



Güzîde



şei Hakkında,



onları arslan sûretinde yüzlerini enli ve burunlarını basık yarattığını, bu insanların eti diğer bütün yiyeceklere tercih et-



Or-



Faziletleri



edenin girişi, s. 31; Seâlibî, Yetîmetü'd-dehr,



maktadır.



ğerlendirme yapmaya özen göstermiştir. Türkler'in özelliklerini anlatırken Allah'ın



TTK



s. 1-51, t e r c ü m e : s. 235-266; Câhiz, Hilâfet



426, 690; Kütübî, Feuâtü'l-Vefeyât,



önemli tesbitlerde bulunmaktadır. Bu tesbitler sırasında Ebû İshak es-Sâbî'nin durumuna d ü ş m e m e k için objektif de-



sâ'iri'l-



IV/14-15 11940] içinde), Arapça metin:



Belleten,



den geldikleri yolundaki iddianın da gerçek dışı olduğunu delillerle ortaya koyİbn Hassûl eserinde Türkler hakkında



'alâ



(trc. ve nşr. M. Şerefeddin Yaltkaya,



Safedî, el-Vâfî,



IV, 1 3 2 - 1 3 5 ; Keşfü'z-zunûn,



462; İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu



Ailesinin



and Eastern



Their Empire



Iran: 994-1040,



1973, s. 59, 209; Osman Hıran, Türk Cihân miyeti



Mefkûresi



a.mlf., Selçuklular niyeti,



I, Men-



İstanbul 1955, s. 22, 24, 26; C. E.



Bosvvorth, The Ghaznavids, hanistan



(Nevâî), s. III, 430-432;



in AfgBeirut Hâki-



Tarihi, İstanbul 1986,1-Il, 261; Tarihi ue Türk-lslâm



Mede-



İstanbul 1996, s. 58, 441; Zekeriya Kitap-



çı, Hz. Peygamberin



Hadislerinde



Türk



Varlığı,



İstanbul 1988, s. 148-150; Nafiz Danışman, " P r o f . Şerefeddin Y a l t k a y a ' m n Arapçadan Terceme Ettiği Bir E s e r " , Islâm-Türk



Ansiklopedisi



Mec-



muası, 1/23, İstanbul 1941, s. 3-4; a.mlf., " B . Şerefeddin Y a l t k a y a ' m n Terceme Hatalan", a.e., 1/ 24 ( i 9 4 i ) , s. 3-4; Gurgis A w â d , "el-Mahtûtâtü'ttârîhiyye fî Hizâneti kütübi'l-Methafi'l- c Irâki biB a ğ d â d " , Sümer,



XIII, B a ğ d a d 1957, s. 51; F.



Krenkovv, " S a b i " , İA, X, 7. r r i İMİ



SADI S. KUCUR



29



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HATÎB en-NÂSIRİYYE



si, delilleri araştırması, güzel konuşması



(UJ! I



v e isabetli fetvalar vermesiyle tanınan bir



Ebü'l-Hasen Alâüddîn Alî b. Muhammed b. Sa'd et-Tâî el-Cibrînî el-Halebî (ö. 843/1440) Fıkıh âlimi, kadı ve tarihçi.



BİBLİYOGRAFYA :



İbn Hatîb farklı görüşleri de inceleme-



İ B N HATÎB e n - N Â S I R İ Y Y E



ilim adamı v e kadı idi. Kendisine bir mesele sorulduğunda genellikle herhangi



^



Yâküt, Mu'cemü'l-büldân, Hacer, Inbâ'ü'l-ğumr,



1,519; II, 101;İbn



I, 4; Aynî, ' İ k d C ı ' l - c ü m a n



(nşr. Abdürrâzıket-Tantâvî), Kahire 1989, s. 550; N e c m e d d i n İbn Fehd, Mu'cemû'ş-şüyûh



bir kitaba bakmadan isabetli şekilde fet-



181; İbnü'ş-Şıhne, Târihu Haleb:



vasını yazardı. Hz. Peygamber'in sîretini



üâzır(nşr.



okur v e okuturdu. İlmî otoritesinin ya-



girişi, s. s- c a; Sehâvî, ed-Dau'û'l-lâmi',



nında iyi huylu ve halkla diyalog kurabi-



307; Keşfü'z-zunûn,



den geldiği kadar hizmet etmiş ve bunun



I, 731-732; Râgıb et-Tabbâh,



si Halep yakınlarındaki Beytülcibrîn'den



karşılığında genellikle maaş almamıştır.



bi-târîhi



geldiği için Cibrînî nisbesini almıştır. Muh-



Döneminin âlimleri ondan övgüyle bah-



t e m e l e n babası veya dedelerinden biri



setmişlerdir.



birinde hatiplik yaptığından İbn Hatîb enNâsıriyye adıyla meşhur olmuştur. İlim tahsiline küçük yaşlarda başlayan İbn Hatîb, Kur'an'ı hıfzettikten sonra hadis ve fıkha dair bazı temel eserleri de ezberledi. İlk ilmî seyahatini babasıyla birlikte 785'te (1383) Kudüs'e yaptı. Daha sonra 803'te (1401) Kahire, Dımaşk, Ba'lebekve Trablus'a gitti. İlk hocaları babası ile Ahmed b. Abdülazîz b. Murahhal'dir. Ayrıca fakih Şemseddin Muhammed b. Ali b. Ebü'l-Berekât, Abdullah b. Muhammed en-Nahrîrî, Sirâceddin el-Bulkinî, Ahmed el-Hamevî v e Muhammed elYümnî'den kıraat; Muhammed b. Selmân el-Harrât ve Halepli Cemâleddin Yûsuf b. Hatîb el-Mansûriyye'den Arapça, fıkıh, fıkıh usulü, nahiv v e tefsir; Muhammed b. İsmâil el-Bâbî'den ferâiz; Muhibbüddin Ebü'l-Velîd İbnü'ş-Şıhne'den meânî ve beyân; Veliyyüddin el-Irâkı v e Burhâneddin el-Halebî'den hadis v e tarih dersleri aldı. Şâfıî mezhebine mensup olan İbn Hatîb'e Dımaşk kadılığı teklif edilmiş, ancak İbn Hatîb, memleketi Halep'te kalmayı v e orada hizmet vermeyi düşündüğünden teklifi kabul etmemişti. Bunun üzerine 816'da (1413) Halep kadılığına getirildi. 824'te (1421) Kahire'ye, oradan da Trablusşam'a geçti ve yine kadılık yaptı. Bir yıl sonra Halep'teki görevine döndü, ayrıca Câmiu'l-kebîr'in imam-hatipliğini üstlendi; bu arada pek çok öğrenciye hadis dersleri verdi. İbn Hacer el-Askalânî 836 (1433) yılında Halep'e geldiğinde ken-



wardt, Verzeichrıis,



l e m e aldığı belirtilmekteyse de bunlar-



IX, 287;



Hediyyetü'l-'âriftn, İ'lâmü'rı-nübelâ' 1923-25,1, 21,



Halebi'ş-şehbaHalep



23-24, 31; V, 224-234; Brockelmann, GAL, 4 2 - 4 3 ; Suppl., Ziriklî, el-A'lâm,



kıh ve tarih alanlarında çeşitli eserler ka-



Şezerât,



VII, 247;Şevkânî.e/-Bedrti'(-(â/fM, 476-477; Ahl-



len bir kişi olduğu kaydedilir. Devlete elin-



y e ' d e müderrislik v e büyük camilerden



III, 303-



I, 249; İbnü'l-İmâd,



774 (1372) yılında Halep'te doğdu. Tay



Eserleri. İbn Hatîb'in hadis, tefsir, fı-



Nûzhetü'n-ne-



K e i k o O h t a ) , T o k y o 1990, neşredenin



kabilesine mensup olduğu için Tâî, aile-



Beytülcibrîn'deki el-Medresetü'n-Nâsıriy-



(nşr.



Muhammed ez-Zâhî), Riyad 1402/1982, s. 179-



mü'l-mü'ellifîn,



II, 30; İzâhu'l-meknûn, V, 1 6 0 - 1 6 1 ; Kehhâle, VII, 200; Fuâd Seyyid,



mahtûtati'l-muşaovere,



II,



II, 89; Mu'ceFihrisü'l-



Kahire 1957, II, 56-57;



Nüveyhiz, Mu'cemü'l-müfessinn,



I, 381-382; D.



Sourdel, " i b n a l - S h i h n a " , El2 (İng.), III, 938.



dan sadece biri günümüze ulaşmıştır, edDürrü'l-müntehab



fî (tekmileti)



SI



Târihi



AHMET AĞIRAKÇA



Haleb adını taşıyan eser, Kemâleddin İbnü'l-Adîm'in Buğyetü't-taleb







yazılan bir zeyildir.



Haleb'ine



adı



tü'l-cârifîn'de



târihi



ed-Dürrü'l-müntehab



fî zeyli Buğyeti't-taleb



İBN HATÎBÜDDEHŞE



F



Hediyye-



fî târîhi



Haleb



şeklinde g e ç m e k t e d i r (I, 732). Halepli meşhur kişilerin biyografilerinin alfabetik olarak yer aldığı eserin başlıca nüshaları Süleymaniye (Lâleli, nr. 2036) ve Berlin



(üfcJJI



n



^1)



Ebü's-Senâ Nûrüddîn Mahmûd b. Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî el-Hamevî (ö. 834/1431) Muhaddis, fakih ve edip.



^



(nr. 9791) kütüphanelerinde bulunmaktadır (diğer nüshalar için bk. Brockelmann,



750 (1349) yılında Suriye'nin Hama şeh-



GAL, II, 43). İbn Hacer el-Askalânî Halep'e



rinde dünyaya geldi. 760'ta (1359) doğdu-



geldiğinde eseri incelemiş v e birtakım



ğu da zikredilmiştir (İbn KâdîŞühbe, IV,



ilâvelerde bulunmuştur (İnbâ'ü'l-ğumr,



I,



109). Yukarı Mısır'ın Feyyûm kasabasın-



4). Kitap, Sourdel gibi bazı müellifler ta-



dan olan ve daha sonra Hama'ya yerleşip



rafından Ebü'1-Fazl İbnü'ş-Şıhne'ye nis-



Hatîbüddehşe diye anılan (D/A, XII, 516-



bet edilmişse de bu doğru değildir. Meç-



517) babasına nisbetle İbn Hatîbüddehşe



hul bir müellif, İbnü'ş-Şıhne'nin



lakabıyla tanındı. İlk öğrenimini Hama'-



Nüzheadlı ese-



da yaptı; küçük yaşta Kur'an'ı ezberledi.



ed-Dürrü'l-



Ardından tahsil için Suriye v e Mısır'a git-



inin mukaddimesini eklemiş,



ti. Hadis, fıkıh, edebiyat v e nahivde ken-



daha sonraki müstensihler de kitabın adı-



dini yetiştirdikten sonra 809 (1406) yılın-



tü'n-nevâzırfî



ravzi'l-menâzır



rinin başına İbn Hatîb'in müntehab'



nın ed-Dürrü'l-müntehab



olduğunu sa-



dan itibaren ders vermeye başladı; haya-



narak bu şekilde kaydetmişlerdir (İbnü'ş-



tının büyük bir kısmını öğretimle v e f e t -



Şıhne, neşredenin girişi, s. s-ca; Râgıb et-



va vermekle geçirdi. Talebesi İbn Hacer



Tabbâh, I, 31). ed-Dürrü'l-müntehab



Ah-



el-Askalânî'nin belirttiğine g ö r e ilmî v e



med b. Muhammed ve oğlu Muhammed



ahlâkî kişiliğiyle Hama'nın m ü m t a z bir



(ö. 1010/1601) tarafından



şahsiyeti oldu (lnbâ'ü'1-ğumr,



mine'd-Dürri'l-müntedab



el-Müntehab adıyla iki cilt



halinde ihtisar edilmiştir (Râgıb et-Tabbâh, I, 23-24).



VIII, 249).



İbn H a t î b ü d d e h ş e , M e m l û k Sultanı Şeyh el-Mahmûdî'nin sır kâtibi Kadı Nâsırüddin el-Bârizî'nin aracılığı ile Hama ka-



İbn Hatîb'in kaynaklarda adı geçen di-



dılığına tayin edildi ve on yıl kadar (1412-



disiyle görüşmüş v e birbirlerinden hadis



ğ e r eserleri de şunlardır;



rivayet etmişlerdir (Inbâ'ü'l-ğumr, 1, 4).



râ'iha



842 yılının sonunda (Mayıs 1439) Memlûk



re fî şerhi hadîsi



Sultanı el-Melikü'z-Zâhir Çakmak onu gö-



Ümmi



revden aldıysa da birkaç ay sonra yerine



fi'l-fıkh,



iade etti. 15 Zilkade 843'te (18 Nisan 1440)



Sâ'ânî,



Halep'te vefat eden İbn Hatîb (Sehâvî, III,



bât min Kîtâbi'l-Kevâkibi'l-vadfe



(Şev-



130) İbn Hatîbüddehşe'nin şiir yazdığı be-



307) hayatta iken Bâbülmekân'ın dışın-



kânî, I, 476-477; Râgıb et-Tabbâh, V, 234;



lirtilir. İbn Hatîbüddehşe 17 Şevval 834'-



da yaptırdığı türbesine gömüldü.



Brockelmann, GAL, II, 43; Ziriklî, V, 160).



t e (28 Haziran 1431) Hama'da v e f a t etti.



fî tefsîri'l-Fâtiha, Berîre,



et-Tîbetü'r-



1422) bu görevde kaldı. Melik Eşref Bars-



Dav'ü'l-başî-



bay sultan olunca görevinden alındı. Bun-



hadîsi



dan sonra ilmî çalışmalarına devam etti



mine'l-Envâr



v e Kâsımiyye Medresesi'nde ders verdi.



Şerhu



Zer, Şerhu kıfatin Şerhu Bedfi'n-nizâm Sîretü'l-Mü'eyyed,



li'bni's-



Dalgınlığı sebebiyle bazı nakillerinde gev-



Müntehâ-



şek davrandığı ileri sürülen (Sehâvî, X,



30



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HÂTİME Oğullan Kadı Kemâleddin ile Mahmûd da



lâmi'l-İsnevî.



ilimle meşgul olmuşlardır.



müzehheb



Eserleri. 1. Tehzîbü'l-Metâlf



li-terği-



İbn Kurkül'ün garîbü'l-ha-



bi'l-mutâlf.



dîs konusundaki Metâlfu'l-envâr



calâ



adlı eserinin bazı ilâvelerle



şıhâfıi'1-âşâr



Alâî'nin



el-Mecmûcu'l-



iîler'den el-Melikü'l-Muzaffer Yûsuf b.



ile İs-



Ömer döneminde (1249-1295) müşavir



muhtasarı



olarak tayin edildi. Bu görevi sırasında



olan eser Mustafa Mahmûd el-Bencevî-



kendisine verilen askerî v e siyasî vazife-



nî tarafından yayımlanmıştır (l-II, Musul



leri başarıyla yerine getirdi. Sultanın ya-



fîkavâ'idi'l-mezheb'i



nevî'nin el-Mühimmât'mm



1984). 10. Tahrîrü'1-hâşiye İbn Mâlik'in



fîşerhi'l-Kâ-



nı sıra ünlü emîr Alemüddin Sencer eş-



birlikte yapılmış bir telhisi olup altı cilt



fiyeti'ş-Şâfiye.



el-Elfiyye'si



Şa'bî'nin yakınları arasına girmeyi başa-



hacmindeki kitabın beş cildinin bir nüsha-



üzerine yapılan şerhin üç cilt hacmindeki



ran İbn Hâtim'in rütbesi o devrin meşhur



sı Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'dedir (nr. 31536/



(Sehâvî, X, 130) hâşiyesidir (Brockelmann,



kumandanlarından Hüsâmeddin Lü'lü'



B; diğer bazı ciltleri içinbk. el-Fihrisü'ş-şâ-



GAL Suppl., 1, 526). 11.



Vesîletü'l-işâbe



et-Tevrîzî, Mûsâ b. Resûl, Hüsâm b. Fazl,



mil, 1, 440-441). 2. Hâtimetü



fî şan'ati'l-kitâbe.



Doksan beş beyitten



Ebû Bekir b. Bektemür, Muhammed b.



Tehzîbi'lsekizinci



oluşan bu manzumenin bir nüshası Süley-



Rebî* v e Mecd b. Ebü'l-Kâsım'dan daha



bölümünü oluşturan eserde bazı hadis



maniye Kütüphanesi'ndedir (Kılıç Ali Pa-



yüksekti.. 657'de (1259) BenîŞihâb v e on-



metinlerinin tashîf ve i'rabıyla ilgili tartış-



şa, nr. 786, vr. 58-59). 12. Şerhu



Metâlf.



Tehzîbü'l-Metâlf'm



Vesîle-



ların reisi Muhammed b. Veşşâh ile (Vi-



malar ele alınmıştır. Kitabın bir nüshası



ti'l-işâbe



(Be-



şâh) iyi ilişkiler kurmak üzere görevlendi-



Mektebetü'l-belediyyebi'l-İskenderiyye'-



yazıt Devlet Ktp., nr. 171; TSMK, Koğuş-



rildi. Aynı maksatla Zemâr halkıyla yapı-



de kayıtlıdır (n r. 1216/B). 3. et-Takrîb



lar, nr. 945).



İki cilt olan eser



cilmi'l-ğarîb.







Tehzîbü'l-



muhtasarı olup 23 Ramazan



Metûlfm



ilâ tarîki şan'ati'l-kitâbe



lan müzakerelere katıldı. 672 (1273-74)



İbn Hatîbüddehşe'nin bunlardan başka üç cilt hacminde Şerhu'l-Kâfiye



li'b-



804'te (26 Nisan 1402) tamamlanmıştır



ni'l-Hâcib



(yazma nüshaları için bk. Brockelmann,



mevâkiti'ş-şer'iyye



GAL, II, 79; Suppl., II, 71). 4. Tuhfetü



kaydedilmektedir (Hediyyetü'l-'ârifîn, II,



vi'l-ereb neseb



(ireb) fîmüşkili'1-esmâ* (niseb)



(et-Tuhfe



zeve'n-



Tuhfetü zevi'l-elbâbfîmüşkill'l-esm£ sarı olan eserde el-Muvatta'



ve



Şahî-



hayn'da geçen isim ve nisbelerin okunuşu meselesi ele alınmaktadır. TYaugott



Sâbûnî, Târîhu



Hamâ,



Hama 1332/1914, s.



117; İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü'ş-Şâfi'lyye, 1 0 8 - 1 0 9 ; İbn Hacer, Inbâ'ül-ğumr,



li'l-Mu'cemi'l-



(nşr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar'aşlî),



müfehres



Şeltût), Kahire, ts., II, 721; Sehâvî,



1905) eser üzerinde Muhammed İdrîs Zü-



m/',X, 129-131; Keşfü'z-zunûn,



Kingdom). 5. el-Müntekâ Tuhfetü



min Kitâbi Câzeyli



zevi'l-ereb'm



olan v e 8 Cemâziyelâhir 807'de (12 Aralık 1404) tamamlanan eser, el-Muvatta'



ve



nin verdiği bilgilerden 702 (1302) yılında



VII, 210-211;



Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'-



rife), II, 2 9 3 - 2 9 4 ; Hediyyetü'l-'ârifln, 71; Ziriklî, el-AHâm, cemü'l-mü'ellifîn, Yazmalar, tetrafe,



II, 4 1 0 ; I, 526; II, 70-



VIII, 37-38; Kehhâle, XII, 148; Karatay,



IV, 218; K e t t â n î ,



Mu'-



Arapça



er-Risâletü'l-müs-



s. 1 5 7 - 1 5 8 ; el-Fihrisü'ş-şâmil:



el-Ha-



ile diğer bazı hadis eserlerin-



dîş (nşr. el-Mecmau'I-melikî), A m m a n 1991, I,



deki isimlerin okunuşuyla ilgili olup bir



340, 395, 440-441; Farhat Idrees - M u h a m m a d



Şahîhayn



nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Beşir Ağa, nr. 187, vr. 1-106). 6. târ min Kitâbi'1-Ensâb.



el-Muh-



Sem'ânî'nin el-



çokça kullanılan nisbelerin



Ensâb'ından



Idrees Zubair, " i b n K h a t i b , a l - D a h s h a h : L i f e



Ezraî tarafından Nevevî'-



Şerhi Minhâci'n-Nevevî.



vYrimMinhâcü't-tâlibîn



kıyyüddin es-Sübkî'nin yazdığı



el-İbtihâc



adlı şerhin zeylidir (Şevkânî, 11, 294). 9. Muhtasar



min kavâ'idi'l-'Alâ'î



ve ke-



lar'ın Yemen'deki faaliyetlerinden bahseden eserin yaklaşık üçte ikisi Resûlîler



mıştır. Oğuzlar'ın Yemen'deki hâkimiye-



H



I. H A K K I Ü N A L



madığını ifade ederek bu konuda başlangıç yapmak istediğini belirten müellif



r



İBN HÂTİM



n



(IV^OJI)



bu eserinde kendi ailesi Benî Hâtim'e dair rivayetler dışında oldukça tarafsız ve gerçekçidir. Eserde, yüzyıllarca küçük hânedanlıklar tarafından yönetildikten sonra birliğe doğru giden Yemen'in bu dönemiyle alâkalı bilgiler de yer almaktadır.



^



Neve-



adlı eserine Ta-



mine'l-Guz



Eyyûbîler, Resûlîler ve Oğuz-



tine dair herhangi bir eserin o güne ulaş-



Tarihçi ve devlet adamı.



miletü



bi'l-Yemen.



Muzaffer Yûsuf b. Ömer dönemine ayrıl-



belirtilmektedir (Sehâvî, X, 130). 8. Tek-



şerhi'l-Minhâc'm







Kitâbü's-Simtı'l-ğâli'ş-



fî ahbâri'l-mülük



III, 4 3 1 - 4 3 2 ; Hüseyin Elmalı, " F e y y û m î , A h m e d b. M u h a m m e d " , DİA, XII, 516-517.



muhtasarı olup dört cilt hacminde olduğu



üzerine yazılan



Kütü'l-muhtâc



m e k t e d i r . 1. şemen



hânedanının ilk iki hükümdarı el-Meli-



Bedrüddîn Muhammed b. Hâtim b. Ahmed b. İmrân b. el-Fazl el-Yâmî el-Hemdânî (ö. 702/1302'den sonra)



nin Minhâcü't-talibin'i



sadece ikisinin günümüze ulaştığı bilin-



kü'l-Mansûr Ömer b. Ali ile el-Melikü'l-



kayıtlıdır (Beşir Ağa, nr. 187, vr. 107-149). (Lübâbü'l-Küt).



Eserleri. İbn Hâtim'in çok sayıda eser yazdığı kaydedilmekte, ancak bunlardan



DMBİ,



bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesinde Şerhi'l-Minhâc



("Ukü-



1, 338).



dü'l-ltflffiyye,



san Yûsufî Eşkûrî, "İbn H a t î b i ' d - D e h ş e " ,



808'de (24 Ekim 1405) tamamlanmıştır;



ilâ



hayatta olduğu anlaşılmaktadır



and W o r k s " , /S,XXIX/3 (1990), s. 3 1 1 - 3 2 9 ; Ha-



seçilip kaydedildiği e s e r 29 Rebîülâhir



7. İğâşetü'l-muhtâc



kardeşi Bişr ile beraber katıldı; bu savaşta kardeşi Bişr hayatını kaybetti. Ölüm tarihi bilinmeyen İbn Hâtim'in Hazrecî'-



1,464; II, 1361,



Brockelmann, GAL, II, 79; Suppl.,



aldı. Zeydîler'e karşı düzenlenen sefere



ed-



ed-Dav'ü'l-lâ-



1369, 2009; İbnü'l-İmâd, Şezerât, Şevkânî, el-Bedrü't-tâli',



fethi v e Sülâ'nın kuşatılmasında görev



Fehîm M.



Beyrut 1992, 111, 345-346; İbn Tağriberdî,



incelendikten sonra yayımlanan (Leiden



mfi'l-uşül.



İV,



VIII, 2 4 9 ;



a.mlf., el-Mecma'u'l-mü'esses



Delîlü'ş-Şâft'ale'l-Menheli'ş-şâfîlnşr.



(University of Glasgow, Scotland, United



İsmâiliyye mezhebine mensup olmasına r a ğ m e n Sünnî Resûlîler Devleti'ne uzun yıllar hizmet eden İbn Hâtim askerî



Mann tarafından doktora çalışması olarak



beyr de bir doktora çalışması yapmıştır



imamı arasında barış sağlamak için görüşmelerde bulundu.



alanda da faaliyetlerde bulundu. Birâş'ın



BİBLİYOGRAFYA :



ve'lmuhta-







adlı eserleri olduğu



410).



fi'l-mübhemât,



ensâb). Yine Tehzîbü'l-Metâlicin



ve el-YevâkitüT-mudıyye



yılında Sultan el-Muzaffer ile Zeydîler'in



el-Melikü'l-Muazzam Turan Şah b. Eyyûb devrinden el-Melikü'l-Eşref er-Resûlî



Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Hemdân'ın bir kolu olan Yâm'ın Benî Hâtim kabilesine mensuptur. İbn Hâtim, Y e m e n ' d e hüküm süren Resû-



d ö n e m i n e kadar (694/1295) m e y d a n a g e l e n olayları ve bu arada hüküm süren on hükümdarın biyografisini ihtiva eden es-Simt



daha sonra yazılan birçok 31



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HÂTİME kitaba kaynak teşkil etmiştir,



BİBLİYOGRAFYA :



fiıbâ'ü'z-



zemen'in müellifi Yahyâ b. Hüseyin es-



li çeşitli dersler verdi. Daha sonra gittiği



Ali b. Hasan el-Hazrecî,



c(Jküdü'l-lü'lü'iyye



Gırnata'da Yûsufiyye (Gırnata / Nasriyye)



San'ânî'nin Eyyûbîler dönemiyle ilgili ver-



(nşr. M. Besyûnî Asel), Kahire 1329/1911,1, 59,



Medresesi'nde ders vermeyi sürdürdü.



diği bilgilerin teme! kaynağı İbn Hâtim'in



187, 242, 273, 338; Brockelmann, GAL,



Yetiştirdiği öğrencilerin en meşhuru Li-



bu eseridir. E s e r d e m ü e l l i f , S 6 9 - 6 9 4 (1173-1295) yılları arasında Yemen'in çe-



Suppl,



I, 555; II, 238; Ziriklî, el-A'lâm,



Eymen Fuâd Seyyid, Meşâdiru



1, 394; VI, 303;



târîhi'l-Yemen,



Kahire 1974, s. 136-138; G. R. Smith, The



h a m m e d (İbn Hâtime), İbn Zerkâle (Ebû



567-



Ca'fer Ahmed b. Ali) ve Ebû Abdullah (Muhammed b. Muhammed) İbn Meymûn da



şitli bölgelerindeki mahallî yöneticiler ara-



yübids



sında meydana gelen çatışmalara geniş



694/1173-1295,



London 1978; a.mlf.. " i b n H a -



yer vermiş, ancak aynı hassasiyeti ekono-



t i m " , El2 Suppl



(ing.), s. 3 8 7 - 3 8 8 ; Abdullah M.



mik, sosyal ve siyasî alanlarda gösterme-



and Early Rasülids



in the Yemen:



el-Habeşî, Meşâdirü'l-fıkri'l-islâmî



sânüddin İbnü'l-Hatîb'dir. Kardeşi Mu-



Ay-



fı'l-Yemen,



öğrencileri arasında yer alır.



Beyrut 1408/1988, s. 460; Sâmî es-Sakkâr, " K i -



Meriye valilerine kâtiplik yapan İbn Hâ-



miştir. Kaynaklarını zaman zaman kayde-



t â b ü ' s - S i m t ı ' I - ğ â l i ' ş - ş e m e n fî a h b â r i ' l - m ü l û k



time'nin başka bir görev alıp almadığı



den İbn Hâtim aldığı bilgilerin doğruluğu-



m i n e ' l - Ğ u z b i ' l - Y e m e n l i ' b n Hâtim e l - Y â m î v e



bilinmemektedir. Günümüze ulaşan bazı



na büyük önem vermiş, 647'den (1249-



el-Eyyûbiyyûn ve'r-Resûliyyûn fı'l-Yemen:



mektuplarından Gırnata Nasrî (Benî Ah-



50) sonraki olayların bizzat içinde yer al-



t e ' l î f ü ' d - D ü k t û r Riks Simiş", Mecelletü yeti'l-âdâb,



mer) Devleti'nin melik, emîr ve vezirleriy-



mış, bazılarına da şahit olmuştur. Eser ayrıca diğer kaynaklarda bulunmayan çeşitli bilgiler ihtiva eder.



Kitâbü's-Simt



klasik Arapça'nın en güzel örneklerinden biridir. G. R. Smith es-Simt'ın



Külliy-



VI, R i y a d 1979, s. 3 9 7 - 4 2 4 ;



J.



Grand Henry, " G . R. S m i t h , T h e A y y ü b i d s a n d 1295)", Bibliotheca



Orientalis,



iden 1980, s. 104-106.



dır. Ebü'l-Berekât İbnü'l-Hâc el-Billifîkî,



X X X V I l / l - 2 , Le-



Meriye Valisi Ebû Abdullah İbn Şuayb,



SABRİ HİZMETLİ



duğu yüksek düzeydeki devlet adamların-



n



zenlenen ilmî ve edebî meclislere Nasrî-



r—ı



tenkitli



Ebü'I-Kâsım İbn Rıdvân münasebet kur-



İM



neşrini yapmış (Kitâbü's-Simtı'l-ğâli'ş-şemen fî ahbâri'l-mülûk



mine'l-Guz



bi'l-Ye-



men, The Ayyübids and Earty Rasülids in



dandır. Gırnata Elhamra Sarayı'nda dür



.



1974), müellif ve eseri, Eyyûbîler, Yemen v e Resûlîler'in tarihiyle ilgili bilgilerin yanı sıra eserdeki birçok terim ve yer adını açıkladığı araştırmasını da ayrı bir cilt halinde yayımlamıştır (London 1978). Eserin



.



IBN



(



London



the Yemen [567-694/1173-1295],



. HATIME



ler'in ünlü veziri Lisânüddin İbnü'l-Ha-



)



tîb'in aracılığıyla katıldığı bilinmektedir.



Ebû Ca'fer Ahmed b. Alî b. Muhammed b. Hatime el-Ensârî el-Merî el-Endelüsî (ö. 770/1369) Şair, tabip ve tarihçi.



İbn Hâtime tercih edilen görüşe g ö r e 9 Şâban 770 (19 Mart 1369) tarihinde Meriye'de vefat etti. ^



bir bölümü Muhammed Abdül'âl Ahmed tarafından neşredilmiştir (Mecelletü



Ma'-



IX/1 [1964],



hedi'l-mahtûtâti'l-'Arabiyye, s. 146-160). 2. el-ctkdü'ş-şemîn







ahbû-



ri'l-mülüki'l-Yemeni'l-müte'ahhirîn. Eserde Eyyûbîler'in fethinden önce Yem e n ' d e meydana gelen olaylar anlatılmakla birlikte Eyyûbîler devrine de geniş yer verilmiştir. Bazı yazarlar şemîn



ile Kitâbü's-Simt'ın



el-cİkdü'ş-



aynı eser ol-



duğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak dü'ş-semîn



el-cİk-



günümüze ulaşmadığı için



bu iddianın doğruluk derecesini tesbit etmek kolay değildir. Kitâbü's-Simt,



Ey-



yûbîler'in Yemen'e girişinden sonraki olayları ihtiva ettiği halde



el-cİkdü'ş-şemîrı



Yemen'in Eyyûbî hâkimiyetinden önceki tarihinden de bahseder ve daha uzun bir tarihî devreyi içine alır. Ayrıca



Kitâbü's-



Simt' t a Eyyûbîler'in Yemen'e hâkim olmalarının sebeplerinden bahsedilirken Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin kardeşi el-Melikü'l-Muazzam Hıran Şah'a iktâ tevcih etm e fikri sebep gösterildiği halde dü's-şemîride



el-'İk-



Abbâsî halifesi başta ol-



mak üzere Süleymânî şeriflerin, Benî Mehdî ailesinin Yemen'deki nüfuzunun giderek artması üzerine bu tehlikeyi ber-



le yakın ilişki içinde olduğu anlaşılmakta-



(567-694/1173-



E a r l y R a s ü l i d s in t h e Y e m e n



Tıp, tarih, dil ve edebiyat sahalarında eserler veren İbn Hâtime çeşitli mektuplar kaleme almış (İbnü'l-Hatîb, el-İhâta, I,



Endülüs'ün Meriye (Almeria) şehrinde



251-259) usta bir nesir yazarıdır. Onun



dünyaya geldi. Doğum tarihiyle ilgili olarak



tıbba dair eserlerinden övgüyle söz edil-



Georges Seraphin Colin ve ondan naklen



miştir. İbn Hâtime ayrıca, özenle seçilmiş



Gayengos'un 724 (1324), Pons Boigues'in



kelimelerle anlam inceliklerine sahip şiir-



734 (1334) yıllarını zikretmeleri hiçbir kay-



ler nazmetmiş usta bir şair olarak tanınır.



nağa dayanmadığı gibi tarihî gerçekle de



Şiirlerinde cinas, tibâk gibi lafız sanatla-



çelişmektedir (krş. Boigues, s. 331). Çün-



rının yanında şiire anlam inceliği, hayal



kü 749'da (1349) vefat eden İbn Fazlullah



v e tasvir zenginliği katan mâna sanatla-



el-Ömerî'nin Mesâlikü'l-ebşâr'mda



İbn



rına da sık rastlanır. Şiirlerinde, o dönem-



Hâtime'nin biyografisine yer verilmekte



de Gırnata şairleri arasında yaygın ola-



ve 740 (1339-40) yılında ileri bir yaşta bu-



rak kullanılan tevriye sanatına yoğun bi-



lunduğuna işaret edilmektedir (XVII, vr.



çimde yer verdiği görülür. Divanının da-



210a). Yakın dostu ve öğrencisi Lisânüddin



ha çok "mülah ve fükâhât" bölümünde



İbnü'l-Hatîb'in, "Vefat ettiğinde yaşı yet-



rastlanan tevriye içeren şiirleri öğrencisi



mişi aşkındı" (el-İhâta, I, 259) ifadesi İbn



İbn Zerkâle tarafından müstakil bir eser-



Hâtime'nin doğum tarihini belirlemede



de toplanmıştır (aş. bk.).



en kuvvetli delildir. Bu durumda onun



İbn Hâtime'nin tabiat v e bahçe tasvir-



700 (1300) yılından önce doğduğu söyle-



lerinde (ravzıyyât) İbn Hafâce'nin etkisi al-



nebilir. Meriye doğumlu olduğu için Merî



tında kaldığı görülmektedir. Ancak mü-



nisbesini alan İbn Hâtime'nin bazı kay-



ellif, bu güzellikleri tasvirden dinî tefek-



naklarda (İbnü'l-Ahmer, Neşîru



ferâ'idi'l-



küre ve ilâhî nimetleri düşünmeye geç-



cümân, s. 331) Mağrib emirlerinden Me-



miş olmasıyla İbn Hafâce'den ayrılır. Bah-



rînîler'e nisbet edilmesi (Merînî) bu iki ke-



çe ve çiçek tasvirlerinde İbn Zümrek'i et-



limenin karıştırılmasından kaynaklanmış



kileyen İbn Hâtime'nin bu tür bazı şiirle-



olmalıdır. Bati kaynaklarında Abenjatima



ri Lisânüddin İbnü'l-Hatîb'in



adıyla tanınır.



tü'l-kâmine'sinde



el-Ketîbe-



yer almaktadır (s. 239-



245).



taraf e t m e k için Selâhaddîn-i Eyyûbî'den



İbn Hâtime birçok hocadan başta dil ve



yardım istedikleri belirtilir. Ali b. Hasan el-



edebiyat olmak üzere hadis, fıkıh, tasav-



Onun yüksek müzikaliteye sahip, ince



Hazrecî bu eserden çeşitli nakiller yap-



vuf ve kıraat dersleri aldı(İbnü'l-Hatîb,e;-



anlamlarla yüklü müveşşahları, Endülüs'-



mıştır ( c üküdü'l-lü'lû'iyye, s. 273).



İhâta, I, 240-241; İbnü'l-Kâdî, I, 86). Meri-



t e doğan bu şiir türünün VIII. (XIV.) yüz-



ye Büyük Camii'nde dil ve edebiyatla ilgi-



yıldaki önemli örnekleri arasında yer alır.



32



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HÂTİME Çağdaşları İbnü'l-Hatîb ile İbn Zemrek'in



olup S. Gibert tarafından neşredilmiştir



leri bütün ayrıntılarıyla yer alır. Son dört



az sayıda müveşşahı bulunmasına kar-



(al-Andalus,



XVIII |1953), s. 1-16). 4. îrâ-



bölüm ise dinî literatürde bulunan veba



şılık İbn Hâtime'nin sadece divanında on



dü'l-le'âl



İbn Hişâm



hakkındaki bilgilerin yorumuna ayrılmış-



sekiz müveşşahınm yer alması, zecel türü



el-Lahmî'nin halkın dil yanlışlarına dair ei-



tır. İbn Hâtime'nin tıp bilgisi yanında ese-



şiirin yaygınlığı karşısında gerileyen mü-



Medhalilâ



ta'lîmi'l-



rine yansıttığı müşahede ve tecrübeleri



veşşahın yeniden önem kazanmış olduğu-



beyân adlı eserinin Muhammed b. Ali es-



de dikkat çekicidir. Berlin Staatsbiblio-



nu göstermesi açısından da ehemmiyet



Sebtî tarafından İnşâdü'd-davâl



thek (nr. 6369) v e Escurial Library'de (nr.



taşır.



dü's-su'âl



min İnşâdi'd-davâl. takvimi'i-îisân



ve



ve irşâ-



adıyla yeni-



1785) nüshaları bulunan eseri Tâhâ Dinâ-



den düzenlenen şeklinin zeylidir. Adı bilin-



ne Almanca'ya tercüme ederek yayımla-



emîr, vezir, vali gibi devlet büyüklerine



meyen bir müellifin bu eserden yaptığı



mış (Archiu



takdim edilmiş m e t h i y e l e r g ö r ü l m e z .



seçmeler Georges Seraphin Colin tarafın-



Leipzig 1927, XIX, 27-81), Fernandez Mar-



Onun methiyelerinde göklerin ve yerin ya-



dan yayımlanmıştır (Hesperis, XII [Paris



tinez de eserin tıpla ilgili kısmını Alman-



ratılışındaki mükemmel sanatı, ilâhî ni-



1931], s. 1-32). İbrâhim es-Sâmerrâîeseri,



ca tercümesine dayanarak İspanyolca'ya



m e t ve ihsanları düşünmeye davet fikri



Colin neşrine dayanarak M i n



çevirmiştir (Actualidad



İbn Hâtime'nin divanında halife, melik,



(Lahnü'l-Câmme)



İnşâdi'd-davâl



Medlca, Gırnata Vaşlü'l-hub



hâkimdir. İbn Hâtime'nin âlim, zâhid ve



Enşârî adıyla yeniden neşretmiştir ( N u -



zelerle süslü vasiyet v e hikemiyata dair



şûş ve dirâsât içinde, Bağdad 1965, s. 209-



küttâb Mustafa Efendi, nr. 1171/3). Tıbba



şiirlerinde de aynı özellik görülür. Bu şiir-



233). Sâmerrâî bunun Muhammed b. Ali



dair bu eser İbn Hâtime'ye nisbet edil-



lerde insanlar arası ilişkilere ve güzel ah-



es-Sebtî'nin adı geçen eserinin muhtasarı



mektedir (Şeşen, s. 38). 8.



lâka teşvik eden mısralar da bulunur. Şair



olduğu görüşündedir. S. İlhâku'l-Cakl



bi'l-



Meriyye



bazı gazeller de nazmetmiş olmakla bir-



his fi'l-fark



'ale-



Endelüsiyye



likte şiirlerinin büyük bir kısmını değişik



mi'l-cins.



konulardaki kısa parçalardan oluşan mü-



Tînbüktî zikretmektedir (Neylü'l-ibtihâc,



ismi'l-cins



Risâleyi sadece Ahmed Bâbâ et-



lah ve fükâhâta dair manzumeler oluş-



102). 6. Tahşîlü ğarazi'l-kâşıd



turur.



marazi'l-vâfid. İbn Hâtime'nin ya-



kın dostu Reîsülküttâb Ebü'I-Kâsım İbn Rıdvân'ın isteği üzerine (Dîvân, neşredenin girişi, s. 6) 738 (1337) yılı sonlarında derlediği divanı medih ve senâ, nesîb ve gazel, mülah ve fükâhât, vesâyâ v e hi-



ve



el-



1958, s. 449-512, 566-588). 7.



fakih yönünü yansıtan atasözleri ve veci-



Eserleri. 1. Dîvân.



Hâtime



der Medizin,



min



beyne



li'bn



îrûdi'l-le'âl



für Geschichte







fî hadîsi't-tıb



calâ



(Süleymaniye Ktp., Reîsül-



ğayrihâ (Târihu



Meziyyetü'lmine'l-bilâdi'l-



medîneti'l-Meriyye).



Meriye hakkında tarihî, coğrafî v e etnog-



I,



rafık bilgiler veren, burada yetişen âlim,



tafşîli'l-



şair, müellif, kâtip vb. ünlü şahsiyetlerin



Müellif on bölümden olu-



biyografilerini ihtiva eden eser İbnü'l-Ha-



şan bu eseri, o dönemde Çin'den başlaya-



tîb, İbnü'l-Kâdî ve Makkarî (Nefhu't-tîb,



rak Akdeniz havzasını etkisi altına alan



163; V, 360-361) gibi birçok tarihçinin te-



I,



v e 749 (1348) yılında Meriye'ye de sıçra-



mel kaynaklarındandır. Eserde yer alan



yan veba salgını üzerine kaleme almıştır.



bilgileri İbnü'l-Hatîb el-İhâta



İlk altı bölümde vebanın mahiyeti, belir-



Gırnâta'smda



tileri, korunma yollan v e tedavi yöntem-



tır.







târîhi



geniş ölçüde kullanmış-



kemle müveşşah türü şiirlerden oluşan beş bölümden meydana gelir (a.e., neşredenin girişi, s. 7). Müellif nüshası Escurial Library'de bulunan (nr. 381) eserin Rabat'ta da (el-Hizânetü'l-âmme, nr. 269) bir nüshası mevcuttur. Divan ilk d e f a S.



ibn Hâtime'nin Vaşlü'l-hub fl hadîsi'(-tıb adlı eserinin ilk ve son sayfaları (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 1 1 7 1 / 3 )



Gibert tarafından İspanyolca tercümesiyle birlikte yayımlanmış (Madrid 1951), daha sonra Muhammed Rıdvân ed-Dâye tarafından neşredilmiştir (Dımaşk 1393/1973). Rabat yazmasında divanın adı "Reyhâne



îA^ij^yJk-



min edvâh ve neşeme min ervâh" şeklinde kaydedilmiştir (Ziriklî, 1,176). 2. (Kitâbü)



Râ'iki't-tahliye







fâ'iki't-tevriye.



İbn Hâtime'nin tevriye sanatını içeren ve çoğu divanında yer almayan şiirlerinden :



meydana gelmiş olup öğrencisi İbn Zerkâ-



i^tröO^-U



le (Ebû Ca'fer Ahmed b. Ali) tarafından derlenmiştir. Escurial Library (nr. 419), Paris Bibliotheque Nationale (nr. 5749) v e Rabat'ta (el-Hizânetü'l-âmme, nr. 1826)yazma nüshaları bulunan eseri S. Gibert yayımlamıştır (Etudes d'orientalisme dediees â la memoire



de Levi-Provençal



Paris 1962, s. 543-557). 3. beyne'r-rakib



içinde,



el-Faşlü'l-câdil



ve'l-vâşîve'l-âzil.



Üç in-



y+rJ-pVŞj



san tipi (casus, söz taşıyan, kusur arayan) arasındaki farkları açıklayan seciye dayalı nesirle kaleme alınmış didaktik bir risâle



33



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HÂTİME BİBLİYOGRAFYA :



in'de şahit olduğu bir konuşmayı naklet-



İbn Havkal, 7 Ramazan 331 (15 Mayıs



İbn Hâtime, Dîvan



(nşr. M. Rıdvan ed-Dâye),



mesi bu tarihten önce doğduğunu gös-



943) tarihinde Bağdat'tan hareket ede-



D ı m a ş k 1392/1972, neşredenin girişi, s. 6 - 2 7 ;



termektedir. Aslen Nusaybinlidir; çocuk-



rek önce Arap yarımadasının çeşitli bölge-



luğunu v e gençliğini Nusaybin, Musul ve



lerini, 336'dan 340'a (947-951) kadar Ku-



A'mâlü'l-



Bağdat'ta geçirmiş, öğrenimini bu şehir-



zey Afrika ve İspanya ile Büyük Sahrâ'nın



E. Levi-Provençalv.dğr.), Beyrut 1956;



lerde tamamlamıştır. Hayatı hakkındaki



güney kısımlarını, 344'te (955) Mısır, Do-



bilgiler Şûretü'l-arz



ğu Anadolu ve A z e r b a y c a n ' ı , 350-358



İbn Faziullah el-Ömerî, Mesâlikü'l-ebşâr,



Bibii-



o t h e q u e Nationale, nr. 2327, XVII, vr. 210; İbnü'l-Hatîb, el-lhâta, a'lâm{nşr.



I, 239-259; a.mlf.,



a.mlf., el-Ketîbetü'l-kâmine(nşr.



İhsan A b b a s ) ,



Beyrut 1983, s. 2 3 9 - 2 4 5 ; a.mlf.,



Künâsetü'd-



(nşr. M. Kemâl Şebâne), Kahire, ts. (Dâ-



dükkân



rü'l-kâtibi'I-Arabî), s. 156; a.mlf., küttâb



Reyhânetü'l-



(nşr. M. A b d u l l a h inân), Kahire 1 4 0 1 /



1981, II, 2 0 2 - 2 0 5 ; a.mlf.,



el-Lemhatü'l-bedriy-



ye, Kahire 1947; İbnü'l-Ahmer, Neşîru cümân



ferâ'idi'l-



(nşr. M. Rıdvan ed-Dâye), Beyrut 1968, s.



(el-Mesâlik



ue'l-me-



mâlik) adlı eserinden elde edilmektedir.



(961-969) yılları arasında İran, Horasan



Gençliğinde Bağdat'ta ticaretle uğraş-



v e Batı Türkistan'ı, 362'de de (973) Sicil-



mış, bu arada çeşitli ülkelerden bahseden



ya'yı dolaştı. 340 (951) yılına doğru Ebû



eserleri okuyup öğrendiklerini tüccar ve



Zeyd el-Belhî'nin öğrencilerinden coğraf-



seyyahlardan dinlediği hâtıralarla zengin-



yacı İbrâhim b. Muhammed el-İstahrî ile



(nşr. M. Rıdvân



leştirmiştir. Sonunda topladığı bilgilerin



tanıştı. İstahrî'nin isteği üzerine onun,



ed-Dâye), Beyrut 1407/1987, s. 175-176; a.mlf.,



birbirinden farklı olması dikkatini çekmiş,



hocası Ebû Zeyd el-Belhî'nin



(nşr. M. Rıdvân e d - D â y e ) ,



okuduklarını ve duyduklarını gördükleriy-



ekûlîm



3 3 1 - 3 3 2 ; a.mlf., Nesîrü'l-cümân Meşâhîrü'ş-şu'arâ1



Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 , s. 1 5 6 - 1 5 7 ; İbnü'l-Cezerî, I, 78; İbnü'l-Kâdî,



Gâyetü'n-nihâye,



Dûrretü'l-



I, 86; A h m e d Bâbâ et-Tinbüktî,



hicâl,



Neylü'l-



Trablus 1408/1989,1, 101-102; Makka-



ibtihâc,



rî, Nefhu't-tîb,



Kahire 1364/1945,1, 163; V, 360-



361; VIII, 139-148; a.mlf., Ezhârü'r-riyâz,



Ka-



hire 1358-61/1940-42,1, 23, 205; II, 252, 259,



Şûretü'l-arz



v e bilgileri tashih etti. İstahrî'nin eserini



rini dolaşmıştır. 331-367 (943-977) yılları



görmesi yazmayı düşündüğü coğrafya



arasında İslâm dünyasında seyahat edip



kitabı üzerinde etkili oldu. Her ne kadar



çağdaşı Muhammed b. Ahmed el-Mak-



çalışmasının kaynağı bu eser ise de İbn Hurdâzbih, Ceyhânî ve Kudâme b. Ca'-



GAL,



notlarını esas alıp adı geçen eserini mey-



fer'in kitaplarından da faydalanmıştır.



II, 396; İbrâhim es-Sâmer-



dana getirmiştir. Bazı müellifler, kitabın-



B a ğ d a d 1965, s. 2 0 9 -



daki ifadelerine dayanarak onun Fâtımî



biobibliogrâ-



flco, Madrid 1898, s. 331; B r o c k e l m a n n , râî, Nuşûş



ue dirâsât,



233; Halîlî, Mu'cemü



üdebâ'i'l-etıbbâNecef



1356 hş., I, 45; Şeşen, Fihristi



mahtûtâti't-tıb-



taraftarı olduğunu söylerse de bu konu-



(Fethullah), I,



da kesin delil yoktur; nitekim koyu Sünnî



A'lâmü'l-Mağrib,



Sâmânîler'i de övmektedir. Muhtemelen



Rabat 1986, IV, 3 6 1 - 3 7 0 ; M u h a m m e d el-Arabî



Bağdat'a hâkim olan Büveyhîler'in kötü



bi'l-Islamî,



s. 38; Ziriklî, el-AHâm



176; Abdülvehhâb b. Mansûr, el-Hattâbî, et-Tıb



1988, II,



oe'l-etıbbâBeyrut



151-186; Tâhâ Dinanah, " D i e Schrift v o n ibn K h â t i m a über die p e s t " , Archiu der Medizin,



adlı kitabındaki haritaları



le düzeltmek v e bilgisini artırmak için ticaret kervanlarına katılarak İslâm ülkele-



disî gibi daha çok bizzat tuttuğu seyahat



302, 346, 395; P. Boigues, Ensayo II, 3 3 5 - 3 3 6 ; Suppl.,



Şuverü'l-



adlı eserini esas alarak yazdığı



für



Geschichte



idaresi onu Fâtımîler için iyi ifadeler kullanmaya zorlamıştır.



Belhî'nin tarzında kaleme



olup kısa bir takdimi takip eden iki ana bölümden meydana gelir. Birinci bölümde, dünya haritası ve eserin telifinde takip edilen metotla ilgili bilgilerin verildiği bir girişten sonra sırasıyla Arap yarımadası, Basra körfezi v e çevresi. Kuzey Af -



XIX (1927), s. 27-81; M. M. Altuna,



" A b e n j a t i m a de A l m e r i a " , Religion



Şûretü'l-arz,



alınmış bir İslâm dünyası coğrafya kitabı



y cultura, 1/



4, Madrid 1928, s. 68-90; G. S. Coiin, " Q u e l q u e s p o e t e s a r a b e s " , Hesperis,



XI, Paris 1931, s. 241;



M . K ü r d Ali, " M a h t û t a t v e m a t b û ' a t t a h ş î l i ğ a r a z ı ' l - k â ş ı d " , MMİADm.,



XVII/5-6 (1942), s.



3 5 8 - 3 6 3 ; J. Fernândez Martinez, " E l Almeriense A b e n j a t i m a " , ActualidadMedica,XUV,



Grana-



da 1 9 5 8 , s. 4 0 3 - 4 0 4 , 4 4 9 - 5 1 3 , 5 6 6 - 5 8 0 ; S.



ibn Havkal'in Şaretü'l-arz



Gibert, " U n a Coleccion de ' t a w r i y a s ' . . . " ,



2 9 3 4 , vr. 2 5 b , 6 9 b )



d'Orientalisme,



Etudes



(Kitâbü't-Mesâlik



ue'l-memâlik)



adlı eserinden iki sayfa (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr.



II, Paris 1 9 6 2 , s. 5 4 3 - 5 5 7 ;



a.mlf., " U n tratadito de i b n Jâtima",



al-Anda-



ILLS, XVII/1, Madrid 1953, s. 1 - 1 6 ; a.mlf., " i b n K h â t i m a " , EF (Fr.), III, 8 6 0 - 8 6 1 ; E. M. L o p e z , " L a Obra historica de ibn Jâtima de A l m e r i a " , Al-Quantara,



X, Madrid 1989, s. 151-173;Yûsuf



Rahîmlû, " İ b n H â t i m e " , DMBİ,



111, 3 9 1 - 3 9 2 .



FFL İSMAİL DURMUŞ



IBN HAVKAL



R



N



(J»3S-OJİ)



Ebü'l-Kâsım Muhammed b. Alî en-Nasîbî el-Bağdâdî (IV./X. yüzyıl) Şûretü'l-arz adlı eseriyle tanınan İslâm coğrafyacısı.



^



\



/ Doğum v e ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. 325'te (937) Bağdat'ta gördüğü bir olayı daha sonra anlatacak kadar hatırlaması ve 320'de (932) Medâ34



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAVSEB rika, Endülüs, Sicilya, Mısır, Suriye, Ak-



1964). Eser William Ouseley tarafından İn-



kardeşi Akil b. Ebû Tâlib soyundan geldiği



deniz, el-Cezîre v e Irak anlatılır; ayrıca



gilizce'ye ( T h e Oriental Geography of ibn



ileri sürülmektedir (İdrîs İmâdüddin, Tâ-



her bölgenin haritası verilir ve açıklama-



Haukal,



sı yapılır. İkinci bölümde İslâm dünyasının



Fuat Sezgin, Islamic Geography serisi için-



ğinde Kur'an, hadis ve fıkıh öğrenen İbn



doğu yarısı yani İran, Azerbaycan, Sind,



de, c. XXX, Frankurt 1992) ve Ca'fer Şiâr



Havşeb ailesinin diğer fertleri gibi bir Şiî-



Horasan, Sicistan, Hazar denizi ve çevre-



tarafından Farsça'ya (Tahran 1345) tercü-



İsnâaşerî olarak yetişti. Büyük bir ihti-



siyle Batı Türkistan ele alınır ve her böl-



m e edilmiştir. Eserin Mâverâünnehir ve



malle İsmâiliyye'nin o devirdeki imamı,



g e anlatılırken gayri müslim komşu ülke-



Türkler'le ilgili kısımları Ramazan Şeşen



Ubeydullah el-Mehdî'nin babası Hüseyin



ler hakkında önemli bilgiler verilir; Türk-



tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir (islam



b. Ahmed veya Habîb el-Mektûm ile (bk.



London 1800; tıpkıbasım, nşr.



rihu'l-hulefâ'l'l-Fâtımiyyîn,



s. 59). Gençli-



ler, Ruslar, Güney İtalya şehirleri, Nübye



Coğrafyacılarına



Göre Türkler ue Türk Ül-



HABÎB el-MEKTÛM) Kûfe'de karşılaşması



v e Sudan hakkında anlatılanlar bu husus-



keleri, Ankara 1985, s. 162-173, 207-246).



hayatının seyrini değiştirdi. İbn Havşeb':



taki en güzel örneklerdir. Ebû Zeyd el-



İbn Havkal'in Sicilya hakkında ayrı bir ki-



Dicle kenarında Kur'an okurken gören



Belhî ve İstahrî'nin eserleri, "es-Sûretü'l-



tap yazdığı bilinmekteyse de esere henüz



imam ona okuduğu âyetlerle ilgili bazı



Me'mûniyye (es-Sûretü'l-Hindiyye)" denilen



rastlanmamıştır.



sorular sordu, cevap alamayınca bunların



haritanın tashihi ve yeniden yapılmış



anlaşılması için te'vil gerektiğini, te'vili



BİBLİYOGRAFYA :



şerhleriydi. İbn Havkal ise dolaştığı İs-



İbn Havkal, Şûretü'l-arz;



Keşfü'z-zunûn,



II,



I, 90-91; S. M. Ali,



Arab



bilen kimselerin de mevcut olduğunu söyledi. Daha sonra bu zatın İsmâiliyye'nin



lâm ülkeleri v e komşuları hakkında top-



1664; Serkîs, Mu'cem,



ladığı siyasî, idarî ve iktisadî coğrafyaya



Geography,



dair bilgileri seleflerinin eserleriyle karşı-



ovsky, Târîhu'l-edebi'l-coğrâfıyyi'l-'Arabî



(trc.



onun düşüncelerinin etkisiyle İsnâaşe-



laştırarak ortaya gerçek ve müstakil bir



Selâhaddin Osman Hâşim), Kahire 1963,1, 200-



riyye'nin gâib imam anlayışından uzakla-



çalışma koymuştur. Onun özellikle, bir



Aligarh 1960, s. 64-68; I. Krachk-



2 0 5 ; A . M i q u e l , La geographie



humaine



monde



du XI"



musulman



jusq'au



milieu



du siecle,



imamı olduğunu öğrenen İbn Havşeb,



şarak İsmâiliyye mezhebini benimsedi.



bölge hakkında bilgi verdiği zamanki du-



Paris 1967, s. 2 9 9 - 3 0 9 ; a.mlf., " i b n H a v v k a l " ,



İmam kendisine sembolik bir üslûpla hik-



rumundan başka daha önceki siyasî du-



El2 (Fr ), III, 810-811;



I,



metin, rüknün, dinin ve Kâbe'nin Yemen-



rumuna ve geçirdiği değişikliklere de işa-



6 7 4 ; Zekî M u h a m m e d Hasan,



er-Rehhâletü'l-



liler'le güç kazanacağını söyledikten son-



ret etmesi dikkat çeker. İslâm coğrafyacı-



müslimûn



Beyrut 1401/1981,



ra beklenen zamanın yaklaştığını belirte-



larının eserleri arasında, çeşitli bölgelerde



Sarton, Introduction,



fı'l-'uşûri'l-uüstâ,



5. 3 9 - 4 2 ; J. V e r n e t , " İ b n H a v k a l E b ü ' l - K â s ı m M u h a m m e d " (trc. Bahâeddin HUrremşâhî), Zin-



rek Allah rızâsı için bir seyahate çıkmaya



Tahran 1367,1,



hazır olup olmadığını sordu. İbn Havşeb



(ed.



hazır olduğunu söyleyince imam da ona



üretilen ve ticaret yapılan mallara dair en



deginâme-i



çok ve en sağlam bilgileri veren onun ese-



3 7 3 ; Studies



ridir ve bu konuda en güzel örneği Mâve-



Fuat Sezgin), Frankfurt 1992; A h m e d Ramazan



kendisini, yakında Kûfe'ye gelmesi bek-



A h m e d , er-Rihle



lenen Yemenli Ali b. Fazl el-Ceyşânî ile bir-



râünnehir bölgesine ayırdığı bölüm teşkil eder.



'Ilmı-yi



Dânişuerân,



on ibn Hauqal



and Al-lstahr'ı



ue'r-rehhâletü'l-müslimûn,



C i d d e , ts., s. 1 1 7 - 1 2 7 ; Abdurrahman Hamîde, A'lâmü'l-coğrâfıyyine'l-'Arab



İbn Havkal'in kitabı uzun bir çalışma-



min aşârihim,



ue



muktetafât



Dımaşk 1416/1995, s. 210-233;



Francesco Gabrieli, " i b n H a w q a l e gli A r a b i di



likte Y e m e n ' d e İsmâiliyye da'vetini yaymakla görevlendirdiğini bildirdi. İbn Havşeb, Ali b. Fazl ile beraber 267



nın ürünü olup ikisi müellifin kendi haya-



Sicilia", RSO,



tında olmak üzere üç kere telif edilmiştir.



mia Levtzion, " I b n - H a w q a l , the C h e q u e a n d



Günümüze kadar gelen nüshalardan an-



A v v d a g h o s t " , JAfr.H,



lX/2 ( 1 9 6 8 ) , s. 223-233;



Kûfe'den ayrıldı. Aynı yıl hac vazifesini ifa



laşıldığına göre bunların ilki, Seyfüddev-



Jean-Claude Garcin, " i b n H a w q a l , l'orient et le



eden iki dâî, aralarındaki iş birliğini sür-



M a g h r e b " , Reuue



dürmek, irtibatı kesmemek ve gerekti-



le el-Hamdânî'ye (ö. 356/967) sunulmuş, Hamdânîler hakkında t e n k i t l e r ihtiva



XXXVI (1961), s. 245-253; Nehe-



de la Mediterranee,



de l'occident



musulman



et



XXXV, Aix-en-Provence



1983, s. 77-91; VVilliam Granara, "ibn H a w q a l in



(881) yılı sonunda Mekke'ye gitmek üzere



ğinde yardımlaşmak üzere sözleşti. Ali b.



eden ikincisi ise 367 (977) yılında tamam-



S i c i l y " , Elif, III, Kahire 1983, s. 94-99; Abder-



Fazl memleketi Ceyşân'a, İbn Havşeb de



lanmıştır. 3 7 8 ' d e (988) meydana geti-



rahman Tlili, " L a Sicilia Descrita Della P e n n a de



San'a'ya gitmek üzere yola çıktı.



rildiği sanılan üçüncü t e l i f e müellifin ölümünden sonra bazı ilâveler yapıldığı



un A u t o r e del X S e c o l o : ibn H a w q a l " , Sharq Andalus,



al-



VI, A l i c a n t e 1989, s. 2 3 - 3 2 ; C. van



İsmâiliyye mezhebini San'a'nın batısın-



Arendonck, "İbn H a v k a l " , lA, V/2, s. 747; Anas



da bulunan Aden Lâa'da yaymakla görev-



anlaşılmaktadır. Eser ilk d e f a Michael



B. Khalidov, " i b n H a w q a l " , Elr., VIII, 27-28; Ca -



lendirilen İbn Havşeb, önce Hindistan'la



Jan d e Goeje t a r a f ı n d a n



f e r Şiâr, " İ b n H a v k a l " , DMBİ, III, 381-384.



deniz ticaretinin yapıldığı Aden Ebyen'e



geographorum



arabicorum



Bibliotheca serisinin



gitti. Burada kendisini pamuk taciri gibi



II. cildi olarak yayımlanmıştır (Leiden



S



R A M A Z A N ŞEŞEN



göstererek Aden Lâa'ya nasıl gidileceğini



1873). Daha sonra Johannes Heindrik



öğrendi v e ardından oraya giden bir ker-



K r a m e r s , başta Topkapı Sarayı Müzesi



vana katıldı. Kendisinin bir ilim adamı ol-



Kütüphanesi'ndeki (III. Ahmed, nr. 3346)



F



eserden yaptıkları iktibasları karşılaştırarak tenkitli neşrini yapmıştır (Leiden 1938-1939, lŞ67;tıpkıbasım nşr. Fuat Sezserisi içinde, c.



ri Fransızca'ya tercüme etmiş ve bu tercüme Gaston Wiet tarafından yeniden gözden geçirilerek yayımlanmıştır (Configuration



de la terre, I-İI, Paris-Beyrut



L



Yemen'de ilk Ismâilî Devleti'ni kuran dâî.



duğunu söyleyince kafiledekiler dinlerini öğrenmek için bir hoca aradıklarını, Aden



Ebü'l-Kâsım Hasen b. Ferec (Ferah) b. Havşeb en-Neccâr el-Kûfî (ö. 302/915)



Goeje neşrini ve daha sonraki müelliflerin



XXXV, Frankfurt 1992). Kramers ayrıca ese-



n



^jJİ )



nüsha olmak üzere çeşitli yazmalarla de



gin, Islamic Geography



İBN HAVŞEB



Lâa'da kalırsa bütün ihtiyaçlarını karşılayacaklarını belirttiler. İbn Havşeb hemen faaliyete başlamayıp iki yıl boyunca takıyye yaptı; şöhreti kısa zamanda Aden Lâa'J



yı aştı. Yemen'in batısında bulunan kabilelerin birçoğu ona bağlandı. Halka ken-



Kûfe'nin Ners bölgesinde yerleşmiş, İs-



dilerini İslâm'a en uygun tarzda idare



nâaşeriyye'ye mensup bir ulemâ ailesinin



edeceğini söyleyen İbn Havşeb zekâtı top-



çocuğudur. Mansûrü'l-Yemen olarak da



layıp gerekli yerlerde sarfetmeye başladı.



tanınır. İsmâilî kaynaklarında Hz. Ali'nin



Bu yıllarda bölgeye hâkim olan Hivâlîler'in 35



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAV$EB BİBLİYOGRAFYA :



(Ya'fûrîler) kendi aralarında ihtilâfa düş-



ma baş kaldırdı ve İbn Havşeb'le görüş-



meleri de onun işini kolaylaştırdı. Men-



mek üzere Yemen'e hareket etti. Ancak



suplarını düşman saldırılarından korun-



imam İbn Havşeb'e haber g ö n d e r e r e k



zâhire



mak için Misver dağı eteklerinde bir kale



başdâîyi öldürmesini emretti. Bunun üze-



Beyrut 1970, s. 32-62, 149-150; a.e. (nşr. Fer-



inşa e t m e y e ikna eden İbn Havşeb kale



rine oraya gitmekten vazgeçen Fîrûz, Ye-



tamamlanınca buraya yerleşti. Bir ordu



men'de güçlü bir devlet kurduktan son-



kurarak Cemîme dağını v e Misver dağı-



ra İsmâiliyye ile ilgisini kesen Ali b. Fazl'a



şârfî'acâ'ibi'l-emşâr(nşr.



nın tepesinde daha sonra karargâh olarak



katıldı. Elde ettiği başarılardan dolayı gu-



mîd), İskenderiye 1958, s. 2 0 2 - 2 0 3 ; İbnü'l-Esîr,



kullanacağı Beytürayb denilen yeri ele ge-



rura kapılan ve kısmen Fîrûz'un tesirinde



el-Kâmil,



çirdi v e kısa zamanda bölgeye tamamen



kaldığı anlaşılan Ali b. Fazl, İbn Havşeb'e



a.mlf., İtti'âzü.'l-hunefâ{nşx.



hâkim oldu.



haber yollayıp kendisine tâbi olmasını is-



İbn Havşeb bölgeyi ele geçirdikten sonra Sünnîlik'le ilgisi bulunmadığını, kendisinin, halkı Hz. Peygamber neslinden gelecek Mehdî'ye inanmaya çağıran bir İsmâilîdâîsi olduğunu ilân etti ve mensuplarından imam adına biat aldı. Böylece Misver'de İsmâiliyye tarihinin ilk devleti kurulmuş oldu. İbn Havşeb, daha sonra batıya doğru yayılmaya d e v a m ederek Ayyân v e Humlân'ı ele geçirdi. 293 (905906) yılında Zehâr, Şibâm, Himyer ve Kevkeban'ı zaptetti. Bu başarıları sonunda Ya'fûrî v e Himyerî liderlerinden birçoğu onun emrine girdi. Bu faaliyetleri sırasında İbn Havşeb



tedi. İbn Havşeb ona, verdikleri sözü ha-



Nu'mân b. Muhammed,



Iftitâhu'd-da'ueti'zVedâd el-Kâdf],



ve ibtidâ'ü'd-devle(nşr.



hât ed-Deşrâvî), Tunus 1975, s. 2-34, 107-160; H a m m â d î , Keşfü et-Tebşîr



e s r â r i 7 - B â f ! n i y y e (İsferâyînî,



|Kevserî) içinde), s. 201-214;



el-İstib-



Sa'd Zağlûl Abdülha-



VIII, 3 0 - 3 1 ; Makrizî, el-Hıtat,



1, 349;



Cemâleddin eş-Şey-



yâl), Kahire 1416/1996,1, 4 0 - 4 1 , 55; İdrîs İmâdüddin, 'üyûnü'l-ahbâr



(nşr.



ve fünûnü'l-âşar



Mustafa Gâlib), Beyrut 1406/1986, IV, 396-402;



tırlatarak imama sadâkat göstermesini



VI, 31-44; İbnü'd-Deyba', Kurretü'l-'uyûn



tavsiye etti. Anlaşmazlık savaşla sonuç-



Muhammed b. Ali el-Ekva'), Kahire 1978,1,181-



landı. 299 yılı Safer ayında (Ekim 911) ya-



213;



pılan savaşta mağlûp olan İbn Havşeb, Misver dağı üzerinde Beytüduhân denilen yerde sekiz ay kuşatma altında kaldı.



Yahyâ b. Hüseyin es-San'ânî,



emânî



Gâyetü'l-



(nşr. Saîd Ab-



fi ahbâri'l-kutri'l-Yemânî



dülfettâhÂşûr), Kahire 1388/1968, s. 191-202; İsmâil b. Abdürresûl el-Uceynî,



Fehresetü'l-kü-



(nşr. Ali Naki Münzevî), Tahran



tüb ve'r-resâ'il



Sonunda 299 yılı Ramazan ayında (Nisan-



1344/1966, s. 260; W. Ivanovv, A Gülde



Mayıs 912) barış istemeye mecbur oldu ve



ili Literatüre,



oğullarından birini Ali b. Fazi'ın yanında



Literatüre,Tahran



rehin olarak bıraktı. İbn Havşeb'in bu sa-



(nşr.



to Isma-



London 1933, s. 36; a.mlf.,



Feyzullah el-Hemdânî, eş-Şuleyhiyyûn reketü'l-Fâtımiyye



Ismaili



1963, s. 17-18, 22;Hüseyinb. fı'l-Yemen,



vaşta uğradığı başarısızlık Yemen'de İs-



2 9 - 4 8 ; Mustafa Gâlib,



mâiliyye için büyük bir darbe oldu. Bu



liyye,



ve'l-ha-



Kahire 1955, s.



Târîhu'd-da'veti'l-lsmâ'î-



Beyrut, ts. (Dârü'l-Endelüs), s. 152-153;



olaydan sonra İsmâilîler burada önemli



İsâmüddin Abdürraûf el-Fıki. el-Yemen



bir gelişme kaydedemediler.



İslâm,







zılli'l-



Kahire 1981, s. 1 3 0 - 1 4 0 ; E y m e n Fuâd



Seyyid, Tânfyu'l-rnezâhibi'd-dîniyye







bilâdi'l-



imamın Mısır başdâîsi Fîrûz ile yakın iliş-



Yenilgiden sonra ömrünün kalan kıs-



kilerini sürdürdü. Bu yıllarda, imam tara-



mını Misver ve çevresindeki kalelerde ge-



sîr, İbn Havşeb



fından daha sonra İsmâiliyye'yi Mağrib'-



çiren İbn Havşeb, bazan mezhebini gizle-



Yemen, Dımaşk, ts. (Dârü'l-Yenâbî'); Heinz Halm,



de yaymakla görevlendirilecek olan Ebû



mek zorunda kalmakla birlikte hayatının



Abdullah eş-Şiî'yi yetiştiren İbn Havşeb



sonuna kadar İsmâiliyye imamına ve dokt-



290'da (903) bölgede bulunan pek çok



rinine bağlılığını sürdürdü. Kendisine tâ-



29; W. Madelung, "Mansûr al-Yaman", E/ 2 (İng.),



kimsenin İsmâiliyye'ye geçtiğini ve dave-



bi olanların birçoğunun İsmâiliyye'yi bıra-



VI, 4 3 8 - 4 3 9 .



tin muvaffak olduğunu İmam Ubeydullah



kıp tekrar Sünnîliğe dönmesi Y e m e n İs-



Yemen, Kahire 1988, s. 91-96; Seyfeddin el-Kave'l-hareketü'l-Fâtımiyye



" D i e Sırat i b n H a u s a b : die ismailitische da'Sva im Jemen und die F a t i m i d e n " , W O , X I I (1981), s. 107-135; a.mlf., " E b n H a w s a b " , ö r . , VIII, 28m BHI



EYMEN F U Â D SEYYİD



el-Mehdî'ye bildirdi. İmam kazandığı za-



mâiliyyesi'ne büyük ölçüde zarar verdi.



ferlerden ötürü kendisine Mansûrü'l-Ye-



Ailesinden hiç kimseyi halef seçmeyen



men unvanını verdi ve onu İsmâiliyye'yi di-



İbn Havşeb, oğlu Ebü'l-Hasan'a ve Abdul-



ğer İslâm beldelerinde yaymakla görev-



lah b. Abbas eş-Şâvirî'ye iyi geçinmelerini,



lendirdi. Bunun üzerine İbn Havşeb hanı-



İsmâiliyye'ye ve imamına sadık kalarak



(ö. 168/784-85)



mının amcazadesi Heysem'i Sind'e, Ab-



mezhebi yaymalarını vasiyet etti. Onun



dullah b. Abbas eş-Şâvirryi Mısır'a, Ebû



ölümünden sonra (11 Cemâziyelâhir 302/



Zeydiyyenin kollarından, Kesîrünncvâ el-Ebter'e (ö. 169/785-86) nisbetle Bütriyye diye de tanınan Sâlihiyye'nin kurucusu, fıkıh ve kelâm âlimi



Zekeriyyâ et-Tamâmî'yi (Zamâmî) Bah-



1 Ocak 915) liderlerin birbirine düşme-



reyn'e ve diğer bazı dâîleri de Yemâme ve



si sonucu İsmâiliyye Y e m e n ' d e Suleyhî-



Hindistan'a (muhtemelen Gucerât) gön-



ler'in kuruluşuna kadar bir varlık göste-



derdi. Dâîlerinin başarı haberlerini alan



remedi.



İmam Ubeydullah el-Mehdî, 286'da (899)



İbn Havşeb aynı zamanda dinî ilimler,



Abbâsîler'in takibinden kurtulmak için



astronomi ve matematikle de uğraşan



Dımaşkyakınında bulunan Selemiyye'nin



bir âlimdi. Bundan dolayı Fâtımî Halifesi



terkedilmesini ve kendileri için en uygun



Muiz-Lidînillâh'ın ondan bahsederken



yerin Yemen olduğunu bildirmiş, bu ko-



"reis, mevlâ, bâbü'l-ebvâb, fahrü'd-da'-



nuda gerekli hazırlıkların yapılması tâli-



v e " gibi ifadeler kullandığı bilinmektedir.



matını vermişti. Hazırlıklar tamamlandık-



Günümüz Hindistan Müsta'lîleri, bir kıs-



tan sonra 292'de (905) Yemen'e değil Mı-



mı oğlu Ca'fer b. Mansûrü'l-Yemen'e ait



sır'a gidip bir süre orada kaldı. Muhteme-



olduğu bilinen Te\ilü'z-zekât,



len, Abbâsîler'in kendisini tutuklamasın-



rü'n-nutakâ



dan çekinerek aynı yılın ortalarında men-



hid ve'l-beyân,



suplarına Ebû Abdullah eş-Şiî'nin devlet



kırânât,



kurma çabalarında başarıya ulaştığı Mağ-



Risâletü'r-rüşd



rib'e gideceklerini bildirdi. Mağrib'e git-



ve'l-ğulâm



mek istemeyen Mısır başdâîsi Fîrûz ima-



mektedir.



(Esrârû'n-rıutakâ),



el-Keşf, el-Feterât



el-Envârü'l-mudiyye,



İBN HAY



r



n



O J Î ' )



^



(bk. Z E Y D İ Y Y E ) .



F



İBN HAYR



^



Ebû Bekr Muhammed b. Hayr b. Ömer el-İşbîlî (ö. 575/1179) Hadis hâfızı, kıraat ve Arap dili âlimi.



Sertfieş-Şevû-



fı'l-



L



J



ve'lel-îzâh,



28 Ramazan 502'de (1 Mayıs 1109) İşbî-



el-cÂlim



liye'de (Sevilla) doğdu. Mağrib'deki Eme



gibi eserleri ona nisbet et-



dağına nisbetle Emevî, Berberi Lemtûne



ve'l-hidâye,



kabilesine nisbetle Lemtûnî diye de anılır.



36



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAYYÂN İlme yönelmesini sağlayan ilk hocası İş-



müellifin rivayet iznini aldığı eserlerin ri-



bîliye hatibi v e kadısı, kıraat âlimi Ebü'l-



vayet zinciriyle birlikte ayrıntılı bir tasni-



Hasan Şüreyh b. Muhammed onun yetiş-



fi yapılmaktadır. Bu eserler Kur'an ilim-



mesinde etkili oldu. İbn Hayr yaklaşık on



leri, hadis ve hadis ilimleri, siyer ve taba-



altı yaşından itibaren İşbîliye'deki âlim-



kat, ensâb, Mâlikî fıkhı, akaid ve usûl-i fı-



lerden ders aldı; daha sonra Bâce (Beja),



kıh, rüya tabiri, zühdiyyât, nahiv, lügat,



İBN H A Y Y Â N o?') Ebû Mervân Hayyân b. Halef b. Hüseyn b. Hayyân b. Muhammed b. Hayyân el-Kurtubî el-Endelüsî (ö. 469/1076)



Kurtuba (Cordoba), Meriye (Aimeria), Şilb



âdâb, şiir v e diğer edebî türlere dair ki-



(Silves) v e Cezîretülhadrâ (Algeciras) gibi



taplar ve bunların fihristleridir. Eserin so-



ilim ve kültür merkezlerine seyahatler ya-



nunda müellifin hocalarının listesi kayde-



parak tanınmış âlimlerle görüştü v e ken-



dilmektedir.



dilerinden semâ, icâzet, münâvele ve mü-



İbn Hayr, fihrist yazma çığırının öncülerinden olan İbnü'n-Nedîm'den iki asır sonra bu geleneği Batı İslâm dünyasında



du. İspanyol asıllı müslüman bir aileye



yeniden geliştirmiş, diğer kaynaklarda yer almayan bazı eserlerin tanınmasını



Devleti'nin kurucusu I. Abdurrahman'ın



sağlamış, Doğu İslâm ülkelerinde yazılan eserlerin ne zaman ve kim tarafından Endülüs'e getirildiğini tesbit etmiştir. An-



dülüs Emevî Devleti'nin sonlarına doğru



cak kendi devrinde revaçta olan bütün ilim dallarına ait eserleri tanıtan İbnü'nNedîm'den farklı olarak eserini hadisçi metoduyla ve hadis kaynaklarına ağırlık vererek kaleme almıştır.



Âmir el-Mansûr'un yanından ayırmadığı



kâtebe yoluyla faydalandı. Kadı İbnü'IBâcî, Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, İbn Hubeyş, Kadı İbn Baki, Ebü'l-Hasan İbn Mugis, Kâdî İyâz, Ruşâtî, İbn Atıyye el-Endelüsî, Silefî ve Mâzerî onun hocalarından bazılarıdır. Talebeleri arasında İbn Dihye el-Kelbî, İbn Vâcib ve kız kardeşinin oğlu olan Uınuslu muhaddis Ebü'l-Hüseyin İbn Serrâc bulunmaktadır. S73 (1177) yılında valinin isteği üzerine Kurtuba Ulucamii imamlığına tayin edilen İbn Hayr, 4 Rebîülevvel 5 7 5 ' t e (9 Ağustos 1179) Kurt u b a ' d a v e f a t e t t i ve evinin bahçesine gömüldü. Muhtemelen vasiyeti üzerine daha sonra kabri İşbîliye'ye nakledilmiştir. Hadis, kıraat, Arap dili ve edebiyatı sa-



Fehrese, ilk defa İspanyol şarkiyatçısı Francisco Codera y Zaidin v e talebesi Julian Ribera y Tarrago tarafından Escurial Library'deki nüshası esas alınarak yayımlanmıştır (1-11, Saragossa 1894-1895). Daha



sebep olmuştur. Fas'taki Karaviyyîn Kütüphanesi'nde bulunan bir Şahîh-i



Müs-



( b a s k ı y e r i - y o k , 1382/1963), a r d ı n d a n İb-



lim nüshasının onun kütüphanesinden



râhim el-Ebyârî'nin önsözü ve tashihiy-



intikal ettiği bilinmekte ve bu nüshanın



le tekrar neşredilmiştir (Kahire-Beyrut



sayfa kenarlarına nâdir kullanılan keli-



1410/1989).



okuyucu ve titiz bir araştırmacı olması ile de şöhret kazanmıştır. Okuduğu eserleri inceleyip sayfa kenarlarına notlar düşmesi, vefatından sonra kütüphanesinin rayicin çok üstünde bir fiyatla satılmasına



BİBLİYOGRAFYA :



dığı görülmektedir (Abdülhay el-Kettâ-



İbn Hayr, Fehrese,



İbn Hayr'ın günümüze ulaşan tek eseri Fehresetü



mâ revâhücan



ne 'd-devâvîni'l-muşannefe



şüyûhihî fî



mi-



durûbi'l-



yakın adamlarından biri olması dolayısıyla gerek sarayda olup bitenleri gerekse birçok savaşı yakından görme imkânına sahip oldu. İbn Hayyân, Endülüs Emevî halifeliğinin siyasî gücünün zirvede olduğu Âmirîler döneminde dünyaya geldi. Gençliğini bu d ö n e m d e geçirdi. Fakat bir m ü d d e t sonra bu güçlü devleti çok kısa sürede çöküntüye götüren fitne dönemi olayları ile ülke birliğinin t a m a m e n parçalandığı mülûkü't-tavâif devrinin bizzat şahidi oldu v e bu durum onu derinden etkiledi. Endülüs'ün kültür merkezi Kurtuba'da yetişen İbn Hayyân tefsir, hadis, dil v e edebiyat öğrenimi gördü. Ebû Hafs Ömer b. Hüseyin en-Nahvî, Ebü'l-A'lâ Saîd elBağdâdî ve Ahmed b. Abdülazîz b. Ebü'lHubâb gibi birçok ünlü âlimden istifade



el-Bekrî başta olmak üzere meşhur Mâ-



İbnü'l-Ebbâr, et-Tekmile(nşr.



med b. Süleyman b. Halef el-Bâcî, Mâlik



XXI, 85-86;



b. Abdullah el-Utbî es-Sehlî, Abdullah b.



(Altıkulaç), III, 1069-



Muhammed et-Tücîbî, Abdurrahman b.



51; İbnü'l-Cezerî,



II, 139;Süyûtî, Buğyetü'l-vu'ât,



102; İbnü'l-İmâd, Şezerât, cem,



na göre düzenlenmiş katalogu olan eser-



el-A'lâm,



de tanıtılan kitapların sayısı 1400, Fran-



nakları



cisco Codera y Zaidin v e Julian Ribera y



s. 42, 112, 168; Kettânî,



IV, 252; Serkîs,



Gâye-



Muhammed b. Attâb, Ebü'l-Velîd Ahmed



I,



b. Abdullah b. Tarif b. Sa'd yer almakta-



Mu'-



1, 450; Brockelmann, GAL, I, 6 5 8 ; Ziriklî, IV, 252; Fuat Sezgin, Buhârî'nin Hakkında



likî fakihi Ebü'l-Velîd el-Bâcî'nin oğlu Ah-



Tezkiretü'l-huffâz,



1886, 1, 2 4 0 - 2 4 2 ; Zehebî,



tü'n-nihâye,



" h y r " md.;



F. Codera), Madrid



IV, 1366; a.mlf., A'lâmCı'n-nübelâ',



tiği çeşitli ilimlere dair kitapların konuları-



ilim öğ-



kâtip olarak çalıştı. Ayrıca hâcib İbn Ebû



b. Hayyân ile Ebû Ali Hüseyin b. Muham-



neşredenin girişi, I, 7-18; Tâcü'l-'arûs,



tadır. Müellifin hocalarından okuduğu ve-



ca bir girişle başlayan Fehrese'de



beytülmâlde hesap işlerinden sorumlu



med el-Gassânî el-Ceyyânî v e Ebû Ubeyd



1070; Safedî, el-Vâfl,Ul,



Tarrago'ya göre ise 1040 kadardır. Uzun-



mevlâsıydı. Babası Ebü'I-Kâsım Halef, En-



s.; a . e . (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), Kahire 1989,



a.mlf., Ma'rifetü'l-kurrâ'



ya icâzet yoluyla rivayet hakkını elde et-



bul eden kişi olan Hayyân, Endülüs Emevî



neşredenlerin girişi, s. v-



adını taşımak-



Hlm ve envâ'i'l-ma'ârif



mensuptur. Dedelerinden İslâmiyet'i ka-



etti. Öğrencileri arasında ise oğlu Ömer



melerle bazı lafızların açıklamasını yaznî, i, 385).



^



377'de (987) Kurtuba'da (Cordoba) doğ-



sonra Keşfü'z-zunûn'un sonunda (Leipzig 1935) ve Züheyr Fethullah tarafından, Codera-Tarrago neşrinin Latince önsözü Arapça'ya çevrilip metin tekrar g ö z d e n geçirilerek Beyrut'taki el-Mektebetü'tTicârî, Bağdat'taki Mektebetü'l-Müsennâ ve Kahire'deki Müessesetü'l-Hancî yayınevlerinin ortaklaşa katkılarıyla basılmış



halarında iyi yetişen İbn Hayr, dikkatli bir



Endülüslü tarihçi.



Araştırmalar,



dır.



Kay-



İbn Hayyân hayatının sonlarına doğru



İstanbul 1956,



maddî sıkıntı içine düştü. Onun durumun-



er-Risâletü'l-müstetra-



fe, s. 137-138; Abdülhay el-Kettânî,



Fihrisü'l-fe-



hâris, I, 384-385, ayrıca bk. İndeks;



Ma'a'l-Mek-



dan haberdar olan Cehverî Emîri Ebü'lVelîd Muhammed kendisine divanda bir



el-Mu'cemü'ş-şâmil,



görev verdi. Mahmûd Ali Mekkî, İbn Hay-



II, 315; V, 57; Ch. Pellat, " i b n K h a y r al-Işhbîll",



yân'ın tarih yazımıyla görevlendirildiğini



metotları, haberleri senedleriyle birlikte



El2 (Fr.), III, 861; M u h a m m e d M e h d î Müezzin-i



v e ilk defa resmî tarihçi sıfatıyla maaş



tesbit etmenin önemi ve bu hususta göz



Câmî, " İ b n H a y r " , DMBl, III, 4 7 2 - 4 7 3 ; M. Yaşar



renmenin v e hocanın ehemmiyeti, ilmin



önünde bulundurulması gereken hususlar hakkında bilgi verilmekte, ardından



tebe, s. 76-77; Sâlihiyye,



Kandemir, " F e h r e s e " , DM,.XII, 2 9 7 - 2 9 9 . H



A L I YARDIM



aldığını söyler (İbn Hayyân,



el-Muktebes,



neşredenin girişi, s. 44-45). Ayrıca sâhibü'ş-şurta olarak görev yaptığı ifade edi37



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAYYÂN liyorsa da bu kesin değildir. 27 Rebîüievvel 469'da (29 Ekim 1076) v e f a t etti. Edebiyata ilgi duymak ve bu alanda yüksek seviyede zevk ve yetenek sahibi olmakla beraber İbn Hayyân'ın asıl temayüz ettiği saha tarihtir. Tabakat kitaplarında "Endülüslü tarihçilerin sultanı, Endülüs tarihinin bayraktarı" unvanlarıyla anılır. Gerek sonraki tarihçi v e edebiyatçıların onun eserlerinden bol miktarda nakillerde bulunması, gerekse



el-Mukte-



bes adlı tarihinin günümüze intikal edebilen kısımları üzerinde yapılan çalışmalar İbn Hayyân'ın bu nitelendirmeleri hakettiğini göstermektedir. İbn Hayyân, Endülüs tarihinin kendi yaşadığı dönemden önceki kısmını ele alırken kaynaklardaki bilgiieri nakledip tenkide tâbi tutmuş, daha sonra doğru bulduğu rivayetleri kaydetmiştir. Yaşadığı dönemi yazarken şahsî müşahedelerine v e belgelere dayanmış, olaylarla ilgisi bulunan kişilerin bilgisine de başvurmuştur. Olayları sebep-sonuç bütünlüğü içerisinde g ö r m e y e çalışmış, bundan hareketle bir olaya temas ettikten sonra yol açabileceği muhtemel gelişmelere de işaret etmiştir. Bu bakımdan onun İbn Haldûn'a öncülük ettiği söylenebilir. Hadiselerin oluşumu ve sonuçlanmasında ilâhî iradenin rolünü de vurgulamayı ihmal etmeyen İbn Hayyân, rivayetlerinde ve olayların tahlilinde tarafsız olmakla beraber devletin düzeni v e toplumun dirliği söz konusu olduğunda aynı tarafsızlığı koruyamamış, ülkenin birliğini bozanları sert bir dille tenkit etmiştir. Kolay anlaşılır bir üslûba sahip olan İbn Hayyân eserlerinde sık sık edebî sanat ve tabirlere yer vererek tarihle edebî zevki birleştirmiştir. Eserleri. İbn Hayyân'ın çeşitli ilim dallarında ellinin üzerinde eser yazdığı kaydedilmektedir. Ancak el-Muktebes"m bir kısmını neşreden Mahmûd Ali Mekkî onun eserlerinin fazla olmadığı görüşündedir (a.g.e., neşredenin girişi, s. 66). Başlıca eserleri şunlardır: 1. min enbû'i ehli'l-Endelüs



el-Muktebes (el-Muktebes



fîahbari beledi'l-Endelüs, el-Muktebes fî târîhi'l-Endelüs). Endülüs'ün fethinden Halife II. Hakem döneminin (961-976) sonuna kadarki tarihini içine alır. Yıllara göre kaleme alınmış olan eserden Endülüs'ün siyasî tarihi yanında ekonomik ve sosyokültürel durumu ile meşhur şahısların hayatlarına dair bilgiler edinmek mümkündür. Müellifin, eserleri günümüze ulaşmamış olan İbnü'n-Nizâm, İshak b. Seleme el-Kaynî, Ferec b. Sellâm el-Bezzâz gibi tarihçilerin kitaplarından istifade etmesi eserin değerini arttırmaktadır. İbn Hazm'ın



BİBLİYOGRAFYA :



on cilt olduğunu söylediği el-Muktebes"m, II. Abdurrahman'ın (822-852) son birkaç



İbn Hayyân, el-Muktebes



(nşr. M a h m û d Ali



Mekkî), Beyrut 1393/1973, neşredenin girişi, s.



yılı ile oğlu Muhammed döneminin (852886) önemli bir kısmını, Emîr Abdullah



7 - 1 5 9 ; İbn Bessâm eş-Şenterînî, ez-Zahîre,



dönemini (888-912), 111. Abdurrahman'ın ilk otuz yılını (912-942) v e son olarak II. Hakem döneminin 970-974 yıllarını kap-



vâl, eş-Şıla,



sayan kısımları bugüne ulaşmıştır. Eserin, I. Hakem döneminin tamamını (796822) v e II. Abdurrahman döneminin büyük bir bölümünü kapsayan kısmı 1950'li yıllarda Evarista Levi-Provençal'in kütüphanesinde bulunmaktaydı. Ancak bu kısım daha sonra kaybolmuştur. el-Muktebes'in 232-267 (846-881) yıllarını kapsayan bölümü Mahmûd Ali Mekkî (Beyrut 1393/1973), 275-300 (888-913) yılları arası Melchor Antuna (Chronique des regne du calife umayyade cAbd Allah â Cordoue, Paris 1937) v e İsmâil el-Arabî (Mağrib 1990), 299-330 (911-942)yıllarına ait kısım Pedro Chalmeta (RabatMadrid 1979, 1982), 360-364(970-975) yılları arası A b d u r r a h m a n Ali el-Haccî (Beyrut 1965), küçük bir bölümü de LeviProvençal - Emilio Garcia Gömez (al-Andalus, XIX 11950], s. 295-315) tarafından neşredilmiştir. Eserin 275-300 (888-913) yılları arasındaki olayları içeren kısmını Kh. Ghorayyib (Cuadernosdehistoriade Espana içinde, Buenos Aires 1952), 299330 (911-942) yıllarına ait kısmını Maria Jesus Viguera - Federico Corriente (Saragossa 1981), 360-364 (970-975) yılları arasını Emilio Garcia Gömez (Madrid 1967) İspanyolca'ya çevirmiştir. 2. ei-Metîn. 399-463 (1008-1071) yılları arasında geçen olayları ele alır. İbn Hayyân bu eserinde anlattığı olayların pek çoğuna bizzat şahit olmuştur. Dönemin siyasî, içtimaî v e fikrî yapısı açısından önemli bir eser olan el-Metîn günümüze intikal etmemekle beraber başta İbn Bessâm eş-Şenterînî olmak üzere diğer Endülüslü müelliflerin yaptıkları nakiller sayesinde mahiyeti hakkında geniş bilgi sahibi olunabilmektedir. Altmış cüz olduğu kaydedilen esere Beyyâsî bir zeyil yazmış, Abdullah Cemâleddin de el-Metîn hakkında bir doktora tezi hazırlamıştır (1978, Madrid Üniversitesi). 3. Ahbârü'd-devleti'lÂmiriyye. II. Hişâm döneminde (9761009, 1010-1013) Endülüs E m e v î Devl e t i ' n d e iktidarı ele g e ç i r e n Âmirîler hakkındadır. 4. el-Batşatü'l-kübrâ. İbn



1/1-



2, tür.yer.; IV/1, tür.yer. (özellikle İbn Hayyân'ın el-Metın'inden



yapılan nakiller için); İbn BeşküMadrid 1882, s. 154; İbnü'l-Ebbâr, (nşr. Hüseyin Mûnis), Kahire



el-Hulletü's-siyerâ'



1963,1, 219; a.mlf., et-Tekmile



(nşr. F. Codera),



Madrid 1889,1, 46; Zehebî,



A'lâmü'n-nübelâ



XVIII, 3 7 0 - 3 7 2 ; İbnü'l-Hatîb,



A'mâlü'l-a'lâm



(nşr. E. L e v i - P r o v e n ç a l ) , B e y r u t 1 9 5 6 , II, 4 8 , 1 5 1 ; F. P. B o i g u e s , Ensayo sobre



los historiadores



biobibliogrâfico



arabigo,



s. 152; A . G. Palencia,



Madrid 1898,



Târîhu'l-fikri'l-Endelü-



sî (trc. H ü s e y i n M û n i s ) , Kahire 1955, s. 2102 1 1 ; M u h a m m e d Abdullah İnân, "İbn H a y y â n " , Terâcimü



İslâmiyye,



Kahire 1390/1970, s. 271-



2 8 1 ; Emîn Tevfîk et-Tîbî, Dirâsât rihi Mağrib



ue buhûşp



155; Hüseyin Mûnis, Târîhu'l-coğrâflyye coğrâfıyyîn



tâ-



Trablus 1984, s. 151-



ve'l-Endelüs,



ve'l-



Kahire 1986, s. 101-



fı'l-Endelüs,



102; F. Codera, "Manuscrito de A b e n H a y y a n " , Arabico-Hispana,



XIII, M a d r i d



1888, s. 5 3 - 6 1 ; E. G. Gömez,



" A propösito de



Bibliotheca



i b n H a y y â n " , al-Andalus,



XI, Madrid 1946, s.



4 0 0 vd.; P. Chalmeta Gendron, "Historiographia M e d i e v a l H i s p a n a : A r a b i c a " , a.e.,



XXXVII/2



(1972), s. 3 7 9 - 3 9 2 ; Abdullah Cemâleddin, " E b û M e r v â n İ b n H a y y â n " , Awrâq, 1979, s. 19-28;



sy. 2, Madrid



M u h a m m e d Abdülhamîd îsâ,



" e l - M u k t e b e s l i ' b n H a y y â n e l - E n d e l ü s î " , edDâre, VII1/3, Riyad 1403/1983, s. 50-58; A. Huici Miranda, " i b n H a y y â n " , EP (ing.), III, 789790; Yûsuf Rahimiû, "İbn H a y y â n " , DMBİ, III, 385-389.



r-, İM



MEHMET OZDEMIR



İBN H A Y Y Û S



r



(ci*



9



n



" ı>>0



Ebü'l-Fityân Muhammed b. Sultân b. Muhammed b. Hayyûs el-Ganevî ed-Dımaşkl (ö. 473/1081) Methiyeleriyle tanınan Arap şairi.



^



^



394 (1004) yılında Dımaşk'ta doğdu. Mustafe'd-devle lakabıyla da anılır. Zengin bir ailenin çocuğudur. Büyük dedesi Heysem, Halife Mu'tasım-Billâh'ın kumandanlarındandı. Dedesi Hayyûs'un adıyla'tanınan babası Sultan b. Muhamm e d emîr olduğu için İbn Hayyûs emîr diye de anılır (İbn Hallikân, IV, 64). İbn Hayyûs, muhtemelen dayısı Kadı Ebû Nasr Muhammed b. A h m e d b. Hârûn'un yanında eğitim gördü. Ebû Mu-



A b b â d e l - M u ' t e m i d - A i e l l a h ' ı n Kurtuba'yı işgalini v e Cehverî hânedanının yıkılışını anlatan bir eserdir (ayrıca bk.



hammed Hasan b. Ahmed es-Semerkan-



İbn Hayyân, el-Muktebes, neşredenin girişi, s. 82-84; Muhammed Abdullah İnân,



ri kaydedilmekteyse de bu bilgiler doğru



s. 278).



lışlığın, bir fakih olan kardeşi Ebü'l-Me-



dî v e Kadı Yahyâ b. Ali el-Kureşî gibi âlimlerin İbn Hayyûs'tan hadis rivayet ettikleolmamalıdır (Zehebî, XVIII, 413). Bu yankârim Muhammed b. Hayyûs ile karıştırıl-



38



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM mış olmasından kaynaklandığı söylene-



haları bulunan divanı (Dîuân, neşredenin



bilir.



girişi, s. 45-49), Halîl Merdem Bek tarafından şairin hayatı hakkında uzunca bir gi-



Bir methiye şairi olarak tanınmasını sağlayan ilk şiirlerini İbn Hayyûs Türk ku-



rişle birlikte çeşitli notlar ve indeksler ilâ-



mandanı Anuş Tegin ed-Dizberî için yaz-



ve edilerek iki cilt halinde neşredilmiştir



dı. 420 (1029) yılında Fâtımî Halifesi Za-



(Dîvânü İbn Hayyûs, Dımaşk 1951; Beyrut



hir- Lii'zâzidînillah tarafından kabile ayak-



1984). Abdülazîz b. Nâsıres-Sâlih,



lanmalarını bastırmak için görevlendiri-



Hayyûs hayâtühû



len Anuş Tegin'in savaşlarını öven iki ka-



yüksek lisans t e z i hazırlamıştır (1403/



İbn



adıyla bir



ve şfruhû



side yazarak kendisiyle yakın ilişki kurdu.



1982-83, Riyad Câmiatü'l-İmâm Muham-



İbn Hayyûs on üç yıl boyunca Anuş Te-



med b. Suûd).



gin'in hizmetinde bulundu. Bu süre için-



BİBLİYOGRAFYA :



de onu öven kırk kaside kaleme aldı (Ha-



İbn Hayyûs, Dîuân



(nşr. Halîl M e r d e m Bek),



lîl Merdem Bek, s. 161-163; Abdülhâfız



Beyrut 1984, neşredenin girişi, I, 5 - 5 0 ; İbn Hal-



İbrâhim ed-Demîsî, s. 59-60).



likân, Vefeyât,



IV, 6 4 , 4 3 8 - 4 4 4 ; Z e h e b î , 413-414;



mü'n-nübelâXVIII,



İbn Hayyûs, Anuş Tegin'in 433 (104142) yılında ölümünden sonra Şam'ın yeni yöneticisi Nâsırüddevle Hasan b. Hüseyin



I, 765, 773; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



Î



Mu'cemü'l-



44-45; Halîl M e r d e m Bek,



râ'ü'ş-Şâmiyyûn



el-Hamdânî'yi öven on kaside yazdı. Yöne-



III, 3 4 3 - 3 4 4 ;



Brockelmann, GAL, I, 256; Kehhâle, mü'ellifîn,X,



eş-Şu'a-



(nşr. Adnân Merdem Bek), Bey-



rut, ts., s. 1 5 8 - 2 0 8 ; C. Z e y d â n , Âdâb,



timde baş gösteren istikrarsızlık sebebiy-



Ö m e r F e r r u h , Târîhu'l-edeb,



le bir süre sonra Şam'dan ayrılarak Fâtı-



III, 20;



III, 188-191;Ziriklî,



(Fethullah), VI, 47; Cezzâr,



el-A'lâm



A'lâ-



Keşfü'z-zunûn,



Medâhilü'l-



mî yönetiminin merkezi Kahire'ye gitti.



mü'ellifîn,\,



Burada Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh'ın



II, 2 5 1 - 2 5 2 ; Abdülhâfız İbrâhim ed-Demîsî, ibn



veziri Ebû Muhammed Hasan b. Ali el-Yâ-



Hayyûs:



407;Sâlihiyye, Şâ'irü'ş-Şâm,



Seydî, " İ b n H a y y û s " , DMBİ,



liği sırasında ona on bir kaside yazdı. Fâtımî vezirleri Ebü'l-Ferec Muhammed b. b. Muhammed el-Bâbilî için de methiye-



IBaskı yeri yok) 1993;



" i b n H a y y û s " , EP ( İ n g . ) , III, 7 9 0 ; M u h a m m e d



zûrî'nin sekiz yıl (1050-1058) süren vezir-



Ca'fer el-Mağribî ile Ebü'l-Ferec Abdullah



el-Mu'cemü'ş-şâmil,



III, 3 8 9 - 3 9 1 . 51



ibn Hayyûs'un divanından bir sayfa (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1726, vr. 2b)



MUSA Y I L D I Z



İBN HAZM



r



n



ler kaleme aldı. Daha sonra Dımaşk'a döndü.



Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî (ö. 456/1064)



4S4 (1062) yılında Fâtımî idaresinde ortaya çıkan karışıklıklar Dımaşk'ı da etkiledi. Yaklaşık on yıl süren bu karışıklık-



Zahirî mezhebinin en büyük temsilcisi, usulcü, fakih, muhaddis, tarihçi, edip ve şair.



lar sırasında bütün mal varlığını kaybetti



473'te(1080) Mirdâsîler'in hâkimiyeti-



v e Dımaşk'ı terketmek zorunda kaldı. Fâ-



ne son veren Emîr Şerefüddevle Müslim



tımî taraftarı olduğu v e şiirlerinde Ab-



b. Kureyş'e takdim ettiği kasideye mu-



bâsîler'i yerdiği için Abbâsîler'in hilâfet



kabil emîr ona 2000 dinar bahşiş ve Mu-



merkezi Bağdat'a gidemeyeceğinden



sul'u da timar olarak verdi. Musul'a git-



Trablusşam'da bulunan Kadı Emînüddev-



mek üzere yola çıkan İbn Hayyûs, altı ay



Sâid el-Endelüsî'ye yazdığı bir mektu-



le'nin yanına gitti (464/1071-72). Kısa bir



sonra 473 yılının Şâban ayında (Şubat



ba göre Kurtuba'nın (Cordoba) doğu kesi-



L_



J



süre sonra Emînüddevle'nin ölmesi üze-



1081) v e f a t ederek Benî Mevsıl Mezarlı-



mindeki Rabaz-ı Minyetü'l-Mugîre'de 384



rine Emîr Ali b. Münkız'ın tavsiyesiyle Ha-



ğı'na defnedildi. Musul'a ulaşmadan öldü-



yılı Ramazanının son gününde (7 Kasım 994) doğdu (İbn Beşküvâl, II, 417). Kay-



lep Valisi Mahmûd b. Nasr el-Mirdâsî'nin



ğü de rivayet edilmektedir. Bırakmış ol-



yanına gitti. Kendisine sunduğu kasideyi



duğu büyük servet kardeşi Ebü'l-Mekâ-



nakların önemli bir kısmı onun Fars asıllı



beğenen Mahmûd b. Nasr ona 1000 dinar



rim'in kızına miras olarak intikal etmiş-



olduğunu kaydeder (Humeydî, s. 308; İbn



bahşiş verdi ve bir yıllık da ödenek tahsis



tir (a.g.e., s. 175).



Beşküvâl, II, 415; Dabbî, s. 415). İbn Hay-



etti. Zamanla Mirdâsîler'in özel şairi olan



İbn Hayyûs'un hiciv, gazel v e dostlukla



yân ve Sâid el-Endelüsî gibi çağdaşı bazı



İbn Hayyûs, hânedan mensupları için yaz-



ilgili (ihvâniyyât) bir iki parça dışında bü-



tabakat yazarlarının bunu şüphe ile kar-



dığı methiyelerle büyük servet kazandı.



tün şiirleri methiye türündedir. Kendisine



şılamalarından v e İbn Hazm'ın İslâm'da-



Halep'te yaptırdığı evinin kapısına Mirdâ-



verilen bahşişler oranında övdüğü kişiler



ki sapık mezheplerin ve bid'atlarm Fars-



sîler'in cömertliklerini öven bir kasidesini



hakkında abartılı ifadeler kullanmış, on-



lar'dan kaynaklandığı yolundaki sözlerin-



nakşettirdi. İbn Hayyûs, Mahmûd b. Nasr



lara bazan ilâhlık sıfatları yakıştırmaktan



den (el-Faşl, II, 115) hareketle bazı yazar-



el-Mirdâsî ölünce (467/1074-75) yerine ge-



çekinmemiştir. Methiye ile mersiyeyi tek



lar onun Fars asıllı olmadığını söylerken



çen oğlu Nasr b. Mahmûd ile onun ölü-



beyitte birleştirebilen güçlü bir şair olan



birçok İspanya tarihçisi (Dozy, Peres), İbn



münden sonra yerini alan kardeşi Sâbık



İbn Hayyûs'un şiirleri Buhtürî ve Ebû Tem-



Hayyân ve Sâid el-Endelüsî'den de destek



b. Mahmûd için de methiyeler yazmaya



mâm'm şiirleriyle kıyaslanmış, Ebü'l-Alâ



alarak İbn Hazm'ın aslen İspanyol, bazıla-



devam etti. Onun Mirdâsîler için toplam



el-Maarrî'den sonra V. (XI.) yüzyılda Dı-



rı da annesinin İspanyol kökenli olduğunu



otuz kaside yazdığı tesbit edilmiştir (Ha-



maşk'ın en büyük şairi olarak kabul edil-



ileri sürmüştür. Cemheretü



lîl Merdem Bek, s. 172-174).



miştir. Çeşitli kütüphanelerde yazma nüs-



cArab



ensûbi'l-



adlı eserinde dönemindeki Arap 39



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM asıllı ulemânın isimlerini v e şecerelerini



ba'da kalmayı tercih etti; ancak Berberî-



kaydettiği halde kendi soy kütüğüne yer



ler'in hâkimiyeti ele geçirip evlerini yağ-



Bazılarına göre bu tartışmada yenik düş-



vermemesinden onun Arap olmadığı so-



malaması üzerine Meriye'ye (Aimaria) göç



mesi sebebiyle, bazılarına g ö r e ise daha



nucu çıkarılabilir.



e t m e k zorunda kaldı ( i Muharrem 404/



başka sebepler yüzünden ertesi yıl Ma-



13 Temmuz 1013). Emevî hânedanını di-



yurka'dan ayrılarak İşbîliye'ye (Sevilla) ge-



İbn Hazm'ın ailesinin ne zaman müslüman olduğu konusu da tartışılmıştır. Tabakat müellifleri, atalarından İslâmiyet'i ilk kabul eden kişinin Yezîd b. Ebû Süfyân'ın âzatlı kölesi Yezîd olduğunu belirtirler. İbn Hazm'ın beşinci göbekten dedesi Halef b. Ma'dân, bir rivayete g ö r e Mûsâ b. Nusayr'ın ordusuyla birlikte 93 (712) yılında, bir rivayete göre de Endülüs Emevî Devleti'nin kurucusu Abdurrahman b. Muâviye b. Hişâm'la birlikte 138'de (755) Endülüs'e girmiştir. Bu bilgileri esas alan kaynaklar İbn Hazm'ın ailesinin Müslümanlığını çok eskilere götürürken özellikle şarkiyatçılar onun ailesinin İspanya hıristiyanlarından olduğunu v e dedesinin g e ç d ö n e m d e ihtidâ ettiğini ileri sürmüşlerdir (İbn Hazm'ın ailesi ve nesebine ilişkin görüşler için bk. Hassân Muhammed Hassan, s. 32-39; Muhammed Ebû Zehre, s. 23-26).



riltmeye çalıştığı iddiasıyla Meriye valisi



çen İbn Hazm, Abbâdî Hükümdarı Mu'-



tarafından tutuklanarak (407/1016) bir-



tazıd-Billâh Abbâd b. Muhammed tara-



kaç ay gözaltında bulundurulduktan son-



fından kitaplarının yakılması üzerine bu



ra Hısnülkasr'a (Aznalcazar) sürüldü. Bura-



hükümdar aleyhine Naktü'l-'arûs



da kaldığı birkaç aylık süre içinde yörenin



eserini kaleme aldı. İşbîliye'de de huzur



hâkimi Ebü'l-Kâsım Abdullah et-Tücîbî"-



bulamayan İbn Hazm, atalarının memleketi olan Leble'ye (Niebla) dönerek vefatı-



ra Belensiye'ye (Valencia) gidip orada ikti-



na kadar orada zâhidâne bir hayat sür-



darı ele geçiren Abdurrahman el-Mur-



dürdü. Sâid el-Endelüsî, İbn Hazm'ın oğlu



tazâ'yı (İV. Abdurrahman) desteklediği için



tarafından yazılmış bir nottan hareketle



s. 154-156), vezirlik gö-



onun 456 yılı Şâban ayının sonunda (Ağus-



reviyle ödüllendirildi. Ancak Murtazâ'nın



tos 1064) vefat ettiğini belirtmektedir (Ta-



öldürülmesi üzerine yine baskılara mâ-



bakâtü'l-ümem,



(Tavku'l-hamâme,



ruz kaldı ve hapse atıldı. Kasım b. Hammûd'un hilâfeti sırasında Kurtuba'ya döndü (409/1018) ve 412 (1021) yılına kadar burada kaldı. Hükümdarlığı birkaç ay süren V. Abdurrahman el-Müstazhir b. Hişâm'a da vezirlik yapan İbn Hazm, Müstazhir-Billâh'ın öldürülmesinden (414/ el-Müstekfî-Billâh (1024-1025) tarafın-



lenlerinden olan İbn Hazm'ın babası Ah-



dan yine tevkif ettirildi. İbn Hazm, zalim



m e d b. Saîd, II. Hakem el-Müstansır'ın



ve zorba olarak nitelediği Müstekfî'nin



ölümü üzerine küçük yaşta tahta geçen



kendisini tutuklatmasına sebep olarak



II. Hişâm'ın (Müeyyed) hâcıbi v e halifelik



Müstazhir-Billâh ile olan arkadaşlığını



yetkilerini kullanan Mansûr lakaplı İbn



g ö s t e r m e k t e d i r (et-Takrîb,



Ebû Âmir'e v e onun oğlu Abdülmelik el-



Bu tutukluluğun, Endülüs'ün son Emevî



Muzaffer'e vezirlik yapmıştır. Babasının



halifesi olan III. Hişâm el-Mu'ted- Billâh'ın



s. 199-200).



devlet ricâlinden olması sayesinde İbn



(1027-1031) halifeliği almasına kadar sür-



H a z m , ilk z a m a n l a r d a aristokrat ve



düğü anlaşılmaktadır. İbn Hazm'ın, III.



kültürlü bir ç e v r e d e m ü r e f f e h bir hayat yaşadıysa da Muzaffer'in ölümünden sonra baş gösteren ve giderek şiddetlenen t a h t kavgalarının doğurduğu kargaşa ortamı onun ailesinin de sıkıntılı bir dönem yaşamasına yol açtı. Emevî hi-



adlı



den (İbnü'i-Mukaffal) ilgi gördü. Daha son-



1024) sonra tahta geçen III. Muhammed



Endülüs'ün sayılı zengin ve ileri g e -



439 (1047) yılında yine burada tartıştı.



Hişâm devrinde de kısa bir m ü d d e t vezirlik yaptığı belirtilmektedir (Yâküt, XII, 237).



s. 77).



Tahsili. Babasının sarayındaki mürebbiyelerden okuma y a z m a ö ğ r e n e n ve Kur'an'ı ezberleyen İbn Hazm



(Tauku't-



framâme, s. 79), Ebû Saîd el-Fetâ el-Ca'ferî'nin Kurtuba Camii'ndeki şiir meclislerine katılmış (a.e., s. 100), Kurtuba'dan ayrılmadan önce fıkıh, hadis ve kelâm dersleri almıştır. İlk hocası Ebü'l-Kâsım Abdurrahman b. Ebû Yezîd el-Ezdî'den hadis, kelâm, cedel ve dil öğrenmiş, onun yanında tanıştığı ve dostluk kurduğu Ebû Ali Hüseyin (Ebü'i-Hüseyin) b. Ali el-Fâsî'den istifade etmiştir (a.e., s. 102-103, 155, 166). Dil hocalarından biri olarak andığı (el-lhkâm,



IV, 13; VIII, 95) Ebû Ubey-



de Hassân b. Mâlik'ten de bu sıralarda okumuş olmalıdır (yaklaşık on dört yaşına gelinceye kadar haremde mürebbiyeler elinde yetişmesinin İbn Hazm'ın karakterine etkisi konusunda bk. El2 |İng.j, III, 791). İbn Hazm başlangıçta edebiyat, ta-



Berberîler'in Kasım b. Hammûd'a karşı



rih, mantık v e kısmen felsefede oldukça



ayaklanması üzerine Kurtuba'dan kaça-



iyi bir tahsil görmüştür. Mantık hocası,



rak Ş â t ı b e ' y e (Javita) geçen İbn Hazm,



İbnü'l-Kettânî diye de bilinen Muham-



lâfetinin ardından mülûkü't-tavâifın or-



sevgi ve aşka dair olmakla birlikte otobi-



m e d b. Hasan el-Mezhicî el-Kurtubî el-



taya çıkmasıyla neticelenen süreç (1009-



yografik nitelik de taşıyan



K e t t â n î ' d i r (İbn Kesîr, XII, 91-92). İbn



1031) başladığında İbn Hazm henüz on



mûme'yi



burada yazdı (417/1026). Bu ta-



Hazm'a gelinceye kadar Endülüs'te fel-



beş yaşındaydı. Bu sıralarda Kurtuba,



rihten sonra siyasetten büyük ölçüde el



sefede İbn Meserre'den, tabii veya riyâzî



Emevî hilâfetinin daha güçlü bir şekilde



çekerek telif çalışmalarına ağırlık verdi-



ilimlerde Mesleme b. Ahmed el-Mecrîtî'-



geri getirilmesini hedefleyen siyasî faali-



ği görülmektedir.



den başka isim yapmış kimsenin bilin-



Tavku'l-ha-



Tavku'l-hamâme'den



yetlerin merkezi durumundaydı. Koyu bir



hemen sonra el-Ahlâk



adlı



mediğini belirten İbn Kesîr, İbn Hazm'ın



Emevî t a r a f t a r ı olduğu ileri sürülen İbn



kitabını kaleme aldı, bu arada âlimleri



tabip olduğunu v e tıp konusunda kitabı



H a z m ' ı n da bir ölçüde bu faaliyetlerin



himaye eden emîrin daveti üzerine Şâtı-



bulunduğunu söylemektedir (a.e., a y.).



içinde yer aldığı anlaşılmaktadır. Nesebi-



be yakınlarındaki Bünt (Alpuente) Kalesi'-



nin dolaylı da olsa Emevîler'e bağlanması



ne giderek Endülüs'ün faziletine dair ri-



v e babasının Emevî hilâfeti döneminde



sâlesini yazdı. Daha sonra Vali Ahmed b.



(1010) yılından önce öğrencisi olduğu Ebû



vezirlik yapması gibi sebeplerin bu des-



Reşîk'ın davetiyle Mayurka (Majorka) ada-



Ömer Ahmed b. Muhammed b. Cesûr'un



teklemede rolü olabilir.



ve's-siyer



Humeydî'nin belirttiğine göre tü'l-muktebis,



(Cezve-



s. 308) İbn H a z m , 400



sına geçti (430/1038-39) v e muhtemelen



yanında Yahyâ b. (Abdurrahman b.) Mes'ûd



Veba salgınında ağabeyi Ebû Bekir



Mâliki mezhebinin Endülüs'teki hâkimi-



b. Vechi'l-cenne, Ebû Bekir Hümâm b. Ah-



Ömer'i (401/1010), bir yıl sonra da baba-



yeti sebebiyle dile getiremediği düşünce-



med el-Kâdî, Abdullah b. Rebî', Muham-



sını kaybeden İbn Hazm yaşadığı bu acı-



lerini burada serbestçe açıklama fırsatı



med b. Saîd b. Nebât, Abdurrahman b.



lara v e kargaşa ortamına rağmen Kurtu-



buldu; Mâlikî âlimi Ebü'l-Velîd el-Bâcî ile



Abdullah b. Hâlid, Abdullah b. Yûsuf, Ka-



40



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM dı Yûnus b. Abdullah b. Mugis, Ahmed b.



re'nin nitelemesine g ö r e (İbn Hazm, s.



dî'nin de İbn Hazm'dan rivayette bulun-



Ömer b. Enes el-Uzrî ve daha birçok âlim-



147) mutlak m ü c t e h i d olmuştur. İbn



duğunu. İbn Hazm'ın görüş v e kitapla-



den istifade etmiştir (örnek olarak bk. el-



Hazm'ın ilmi üstatlardan almadığı ve on-



rının Irak v e Horasan'a onun vasıtasıyla



Muhallâ, I, 73, 76,86,95, 108, 212). İhtilâf-



ların edep ve terbiyesiyle yetişmediği şek-



geçtiğini söylemektedir (Ensâb, V, 694).



ta sözü dikkate alınan âlimlerden diye ni-



lindeki eleştiri (Şâtıbî, I, 68) diğer ilim



telediği Mes'ûd b. Süleyman b. Müflit v e



dalları için haklı görülmese bile fıkıh için



maları bulunan İbn Hazm,



İbn Abdülber en-Nemerî ile görüştüğünü



bir ölçüde isabetli sayılabilir. Nitekim bu



çoğunlukla isim vermekden bu tartışma-



kendisi belirtmektedir (el-İhkâm, V, 102).



alanda istifade ettiği hoca sayısının çok



lara işaret etmektedir. Nitekim Mâlikî



Belensiye (Valencia) Kadısı (Ebû) Abdur-



az olması, belli belirsiz bir iki isim üzerin-



usulcüsü Ebü'l-Velîd el-Bâcî ile fıkıh usu-



rahman b. Abdullah b. Abdurrahman el-



de durulması v e özellikle kendisinin fıkıh



lü, Mekkî b. Ebû Tâlib ile kıraat konusun-



Cehhâf el-Meârifî'nin hayatta gördüğü en



hocası oiarak sadece Ebü'l-Hıyâr el-Lu-



da tartışmış (el-İhkâm, IV, 167), kendisi-



iyi kadı olduğunu söylemekte v e ondan



gavî'nin adından söz etmesi



(Tauku'l-ha-



nin de belirttiği gibi müslümanlarla olan



duyduğu bazı bilgileri a k t a r m a k t a d ı r



mâme, s. 140) bu görüşü desteklemek-



tartışmalarında naslara, gayri müslimler-



tedir.



le yaptığı tartışmalarında ise aklî burha-



(Tauku'l-hamâme,



s. 165, 179).



Çağdaşlarıyla birçok konuda ilmî tartışel-İhkâm'üa



Meriye'deki ikameti sırasında İbn Hazm



Kaynaklarda hâfız, hadis ilimleri ve fık-



na dayanmıştır. İbn Hazm kendinden ön-



dinler tarihine ilgi duyarak yahudi çevre-



hü'l-hadîs âlimi gibi vasıflarla anılan İbn



ceki âlimleri de eleştirmekten geri dur-



lerine girmiş {a.g.e., s. 35) v e daha sonra



Hazm, g e r e k zihnî kabiliyetleri g e r e k s e



m a m ı ş , " S e l e f i m i z i severiz, ama bizim



kendisine bir reddiye yazacağı İbn Nagri-



dindarlığı bakımından çok seçkin bir âlim



için gerçek onlardan daha değerli ve da-



le ile burada tanışmış, arkadaşı Yahyâ b.



olarak tanıtılmakta; bütün İslâm ilimle-



ha üstündür" (et-Takrîb,



Abdülkesîr b. Vâfıd ile birlikte, Allah hak-



rinde derinleşmiş olduğu, hükümlerini



bunu ilmin g e r e ğ i saymıştır. Ancak çok



kında tecsîmi andıran g ö r ü ş l e r e sahip



doğrudan Kitap v e Sünnet'ten çıkardığı,



defa başta mezhep imamları olmak üze-



olduğunu söylediği M u h a m m e d b. îsâ



edebiyat v e şiirde mâhir, dil, siyer v e ta-



re tenkit ettiği kimselere karşı nezaket



es-Sûfî el-El-bîrî'yi ziyaret ederek ken-



rih konularında geniş birikime sahip ol-



sınırlarını aştığı, bazan hakarete varacak



disinden i s t i f a d e e t m i ş t i r (el-Faşl,



s. 160) diyerek



İV,



duğu belirtilmektedir. İbn Hazm bu alan-



ağır ve sert ifadeler kullandığı da görü-



205). İbn Meserre'ye nisbetle Meserre-



ların hepsinde eser vermiştir. Latince de



lür; birçok âlimin kendisinden v e eserle-



cilik diye bilinen felsefî akımla tanışması



dahil olmak üzere birçok dil bildiği ileri



rinden yüz çevirmesi, yöneticilerden bas-



da bu sıralardadır. Nitekim İbn Meser-



sürülmüştür (Latince bildiği iddiasını des-



kı görmesi ve bazı kitaplarının yakılması



re'nin görüşlerini İsmâiliyye mezhebinde



tekleyen bazı ifadeleri için bk.



et-Takrîb,



gibi olumsuz gelişmeler bu kavgacı kişili-



yerleşik görüşlere benzer siyasî v e içti-



s. 6,8, 54,134). İbn Hazm, Endülüs halkı



ğine bağlanır. İbn Hazm kendisi ve kitap-



maî görüşlerle m e z c e d e n İsmâil b. Ab-



arasında amelî v e ahlâkî bakımdan da



ları hakkındaki olumsuz kanaatleri, "Bi-



dullah er-Ruaynî de o tarihte Meriye'de



seçkin bir kişi olarak tanınmıştır (Zehebî,



zim kitaplarımızı bu eserler hakkında hiç-



bulunuyordu.



A'lâmü 'n-nübelâ', XVI11, 186). Bazı Şiî ya-



bir bilgisi olmayan, onları mütalaa e t m e yen, tek bir kelimesini dahi görmemiş ki-



İbn Hazm'ın fıkıh tahsiline nisbeten er-



zarlar tarafından sosyal karışıklıklara yol



ken yaşta başladığı belirtilirse de Ebû Be-



açan bir fitneci diye nitelendirilmesinin,



şiler tenkit etmiştir" (el-Faşl, II, 95) diye-



kir İbnü'l-Arabî -muhtemelen Ya'küt'un,



Muâviye'yi hatalı ve Hz. Ali'yi hilâfete hak



rek reddeder. İbn Hazm hakkında ılımlı



"İbn Hazm yirmi altı yaşında iken fıkha



sahibi g ö r m e k l e birlikte (el-Fasl, IV, 89)



bir tavır sergileyen Zehebî, Ebû Bekir İb-



yöneldi" ifadesinden hareketle-, onun yir-



Hz. Osman'ın Ali'den e f d a l olduğunu



nü'l-Arabî'nin İbn Hazm'a yönelttiği ten-



mi altı yaşına kadar en basit ibadetler-



söylemesi (a.g.e., IV, 147), Ali'nin katili İbn



kitleri zikrettikten sonra onun babasının



den bile habersiz olduğunu ileri sürmüş-



Mülcem'i "müteevvii müctehid" olduğu



hocası olan bu âlime insafsız davTc.ndı-



tür. Mevcut rivayetlerin çoğuna göre İbn



gerekçesiyle mâzur göstermeye çalışma-



ğını, hakkında âdil olmadığını ve onu çok



Hazm önce Şâfıî fıkhıyla ilgilenmiş, daha



sı (Nâsırel-Kettânî, sy. 4 11966), s. 80) v e



hafife aldığını belirtmiş, ilimdeki büyüklü-



sonra Dâvûd b. Ali'nin Zâhirîlik mezhebi-



ateşli bir Emevî taraftarı olması gibi siya-



ğüne rağmen İbnü'l-Arabî'nin İbn Hazm'ın



ne intisap etmiş ve nihayet bu bağlardan



sî sebeplere dayandığı söylenebilir. Ge-



mertebesine erişemeyeceğini ileri sür-



kurtularak bağımsız bir müctehid olmuş-



nel Sünnî ve Şiî görüşten farklı olarak İbn



müştür (Aclâmü'n-nübelâ',



tur. Fakat Zehebî'nin Ebû Bekir Muham-



Hazm'ın Hz. Ebû Bekir'e hilâfetinin nas



med b. Turhan et-Türkî'den naklettiği bir



yoluyla verildiğini savunmasının da Şîa'-



rivayete göre İbn Hazm fıkıh öğrenimine



nın aleyhteki tavrını etkilediği muhakkak-



(Ebû) Abdullah b. Yahyâ b. Dehhûn'dan



tır.



Mâlik'in el-Muvatta'mı,



XVIII, 190).



Zâhirîlik Düşüncesi. Endülüs'te İbn Hazm'dan önce Zâhirîlik düşüncesini benimsemiş, en azından Zâhirî'iğe meyletmiş olan âlimler



ulunmaktayaı. Mevcut



diğer bir rivaye-



İbn Hazm'dan rivayette bulunanlar ara-



mezheplerden hiçbirine bağlanmayan Ba-



t e göre de İbnü'l-Cesûr'danei-MuvaMa 3



sında oğlu Ebû Râfi' el-Fazl, Ebû Abdul-



kı b. Mahled, resmî olaraK Mâlikî fıkhını



ve el-Müdevvene'yi



okuyarak başlamış-



lah Muhammed b. Fütûh ei-Humeydî ve



uyguladığı halde şahsî işlerinde üâvûd b.



tır. Endülüs'te Mâlikî mezhebinin yaygın-



Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'nin babası sayıla-



Ali'nin m e z h e b i n e tâbi olan,



lığı, hatta bölgenin tek mezhebi olduğu



bilir. Zehebî'nin



calû



A'lûmü'n-nübelâ'ında



istinbâtı'



1-ahkâm



min



el-İnbâh Kitâbiılâh



dikkate alınırsa Zehebî'nin naklettiği ri-



Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'nin İbn Hazm ile



ile el-İbâne



vayet daha mâkul görünmektedir. Ze-



yedi yıl birlikte bulunduğu ve onun bütün



adlı eserlerin müellifi Münzir u. Saîd el-



hebî'ye g ö r e İbn Hazm işe Mâlikî fıkhıy-



eserlerini dinlediği ifade edilir. Yine Zehe-



Bellûtî v e Kâsım b. Asbağ bunlardandır.



la başlamış, daha sonra Şâfıî fıkhına ilgi



bî, İbn Hazm'dan icâzetle rivayet nakle-



Doğudan Endülüs'e 337 (948) yılında tâ-



duymuş v e nihayet Zâhirîlik düşüncesini



den son kişinin Ebü'l-Hasan Şüreyh b.



cir olarak gelen Bağdatlı Ali b. Bündâr b.



yeniden hayata geçirip bu düşüncenin en



Muhammed er-Ruaynî olduğunu belirt-



İsmâil el-Bermekî'nin Zâhirîlik düşünce-



önemli temsilcisi, Muhammed Ebû Zeh-



mektedir (XVIII, 186). Sem'ânî, Humey-



sinin Endülüs'e taşınmasında rolü olmuş-



can



hakS'iki



uşûıl'd-diyâne



41



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM tu. Ali b. Bündâr, Ebü'l-Hasan Abdullah b.



olarak değil bir yöntem ve yaklaşım tarzı



Peygamber dışında hiç kimseye verilmiş



A h m e d ed-Dâvûdî'nin öğrencisi olmuş,



olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Esasen



bir hüccet yoktur (el-Muhallâ, XI, 243,249,



ondan el-Muvazzah'\



el-Münecccıh'ı



diğer İslâm hukuk ekollerinin hemen hep-



258). İbn Hazm, el-İhkâm'ın



dinlemişti (Makkarî, III, 66). Ayrıca İbn



si bir şahıs ismine nisbet edilirken Zâhi-



cını ve konusunu açıkladığı birinci bölüm-



ve



yazılış ama-



Hazm'ın yakın arkadaşı olan İbn Abdül-



rîlik bir tavır alışın adı olmuştur. Bunun-



de diğer usul eserlerinde rastlanmayan



berr'in, İbn Hazm zamanında Zâhirîliğin



la beraber İbnü'l-Esîr'in, Mağrib'de İbn



bir biçimde görüşlerini oturttuğu bu teo-



temsilcilerinden biri olduğu (Zehebî, Tez-



Hazm taraftarlarından oluşan Hazmiyye



rik çerçeveye temas eder. Burada da özet-



III, 1129-1130), hatta özel-



adında bir cemaatin ortaya çıktığını kay-



le bütün dinî ahkâmın Kur'an'la ve resu-



klretü'l-huffâz,



likle usul konularında İbn Hazm'la tartış-



d e t m e s i (el-Kâmil,



XII, 145), sonraları



lün diliyle açıklandığını v e bu iki kelâm



maları bulunan Ebü'I-Velîd el-Bâcî'nin de



onun fikirlerinin de öteki mezhep imam-



içinde aranması gerektiğini, artık tamam-



başlangıçta Zâhirîliğe meylettiği yönün-



larınınki gibi taraftar kazandığını göster-



lanmış olan dinin Allah'tan, resulünün di-



de rivayetler bulunmaktadır (İbn Ferhûn,



m e k t e d i r . Muvahhidler



hânedanının



linden v e ülü'l-emrin Hz. Peygamber'den



I, 380-381). Bu bilgilerin doğruluğu araş-



üçüncü emîri zamanında Zâhirîliğin yarı



alıp bize tebliğ ettiklerinden alınması ge-



tırmaya muhtaç olmakla birlikte Endü-



resmî bir anlayış haline g e l m e s i de bu



rektiğini, bunun dışında kalanların dinden



lüs'teki Zâhirîlik temayülünü göstermesi



arada zikredilebilir (Goldziher, s. 138).



olmadığını, aksine bir görüşün bâtıl sayıl-



açısından önemlidir. İbn Hazm, Endülüs't e Mâlikî fıkhının yaygın olmasına rağmen birçok âlimin hadis doğrultusunda görüş açıklayarak veya Zâhirîliği yahut Şâfıî mezhebini benimseyerek Mâlikî mezhebine muhalif kaldığını belirtmektedir (elİhkâm, IV, 183).



Usul Görüşleri. İbn Hazm'ın çeşitli eserlerinde sık sık tekrar ettiği şu ana fikirler onun usulünün teorik çerçevesini, zeminini v e Zâhirîlik karakterini göstermesi bakımından önem taşır: Allah'ın dini zâhirdir, onda bâtın yoktur; cehrdir, onda sır yoktur; burhandır, onda gevşeklik yok-



İbn Hazm Zâhirîlik düşüncesini benimsemekle kalmamış, aynı z a m a n d a onu sistemleştirmiştir. Özellikle Ebû Hanîfe v e Mâlik'in başını çektiği geniş anlamıyla re'y içtihadının Şâfiî tarafından daraltılarak bütün ictihad faaliyetleri kıyasa indirgenirken İbn Hazm bir adım daha atarak kıyası da reddetmek suretiyle re'yin alanını t a m a m e n kapatmıştır. Kendisi de mezhep imamları içerisinde Şâfıî'nin usulündeki doğruların yanlışlardan fazla olduğunu belirtmektedir (a.g.e., II, 120). İbn Hazm ile Şâfiî arasında anlayış benzerliklerine örnek olarak ikisinin de Kitap ile birlikte Sünnet'i de bütünüyle vahiy mahsulü sayması Kitap ve Sünnet'in birbirini neshetmesini ilke olarak câiz g ö r m e k l e birlikte neshi gösteren bir şahit araması, hikmet kavramını sünnet olarak yorumlaması (Nübzetü 'l-kâfiye, s. 41), nas ve icmâ olmaksızın re'y ve istihsan yoluyla dinde bir görüş ileri süren kişiyi yeni bir şeriat icat etmiş kabul etmesi (a.g.e., s. 50) zikredilebilir.



tur (el-Faşl, II, 116). Hükmü Kur'an'da veya Hz. Peygamber'in beyanında genel veya özel ismiyle açıkça belirtilmeyen bir olayın meydana gelmesi mümkün değildir (el-İhkâm,



IV, 184). Dolayısıyla din sa-



dece Kur'an'dan ve Hz. P e y g a m b e r ' d e n sahih olarak sabit olan sünnetten alınır ve bağlayıcılık açısından her ikisi de eşittir. Bir konuda Allah'tan ve Hz. P e y g a m ber'den bir açıklama gelmedikçe hiç kimsenin onlar adına bir beyanda bulunma yetkisi yoktur (Nübzetü'l-kâfiye,



s. 38);



Allah ne bildirdiyse insanlar sadece onu bilebilir (el-İhkâm, II, 206; III, 4, 21; VIII, 14). Şeriat yalnızca kulların denenmesi için



dığını belirtir. A ) Deliller. İbn Hazm'a g ö r e şer'î ahkâmın kaynaklan dörttür: a) Kur'an nassı, b) Hz. Peygamber'in kelâmının nassı, c) Ulemânın hepsinin icmâı, d) Bir mânaya (vecih) ihtimali bulunan delil (el-İhkâm, 1,68-71; il, 120; el-Muhallâ, I, 5). Dinî meseleler hakkındaki hükümler sadece bu dört vecihten biriyle bilinir ve bu vecihlerin hepsi de nassa râcidir. 1. Kur'an ve Sünnet. el-İhkâm'm onuncu bölümünü (I, 95-96) Kur'an'ın gerektirdiğine g ö r e hüküm verme konusuna ayıran İbn Hazm, ayrıntıları ilgili bölümlere havale ederek Kur'an'ın başvurulacak yegâne asıl olduğunu, onda eksik bir şey bırakılmadığını söyler. Kur'an'ın gerektirdiği şekilde amel e t m e konusunda Ehl-i sünnet. M u t e z i le, Havâric, Mürcie ve Zeydiyye arasında görüş ayrılığı bulunmadığını, sadece bazı Râfızîler'in buna karşı çıktıklarını ve bu yüzden kâfir olduklarını belirtir.



gelmiştir. Kulların maslahatları kendi ba-



İbn Hazm, "O hevâsından konuşmaz, o



kışlarına g ö r e değil Allah'ın emirleri ve



ancak vahiydir" (en-Necm 53/4) meâlinde-



nehiyleri doğrultusunda cereyan eder. Bir



ki âyeti de dikkate alarak vahiy kavramı-



kimse kendi şahsî görüşünü Allah'a izâfe



nı ikiye ayıran geleneksel anlayışı benim-



ederse O'na iftira etmiş olur; eğer Allah'a



ser. Bunların ilki mu'ciz bir nazımla dü-



izâfe etmiyorsa bu da o görüşün dinden



zenlenmiş metlüv vahiy (Kur'an), diğeri



olmadığı anlamına gelir. Dinî bir konuda



i'caz özelliği taşımayan, metlüv olmayan



hiç kimse rabbimizin dediğinin ve b i z e



merVî vahiydir (sünnet). Bu ikisi arasında



vâcip kıldığının dışında bir şey söyleme



farklılık v e çatışma bulunmaz. Kur'an v e



İbn Hazm, Dâvûd b. Ali'nin öncüsü ol-



yetkisine sahip değildir (a.g.e., V. 125). Bu



Sünnet nasları, tilâvet bakımından farklı



duğu Zâhirîlik mezhebini benimsemekle



sebeple doğruyu isabet ettirmek ancak



olsalar bile hüküm koyma v e bağlayıcılık



birlikte birçok hususta hem mezhep ön-



nassın zâhirine tâbi olmak suretiyle müm-



açısından aralarında fark yoktur; çünkü



derinin hem de kendi zamanına kadar Zâ-



kündür; mânaların dikkate alınması ise



Kur'an v e Sünnet Allah katından olmala-



hirîlik düşüncesinde yer almış diğer kişile-



re'ydir. Bu suretle İbn Hazm, dili de din



rı bakımından eşittir. Kur'an gibi Hz. Pey-



rin görüşlerine muhalefet etmiştir (me-



gibi tevkif (yalnız Allah'ın bildirmesi halin-



gamber'in kelâmı da vahiy olup, "Zikri



selâ bk. el-İhkâm, III, 129, 130, 147; IV, 2,



de bilinebilecek konular) kapsamına da-



biz indirdik, onun koruyucusu da biziz"



231; V, 87; el-Muhallâ,



I, 224, 229; II, 24;



hil ederek isim verme v e hüküm koyma-



âyetine g ö r e (el-Hicr 15/9) vahiy zikirdir,



İbn Rüşd, 1,69). Bir yandan kendisinin Zâ-



nın insanlara bırakılmadığı görüşünde-



zikir de korunmuştur. İbn Hazm bu âyet-



hirîler'den olduğunu söylerken öte yan-



dir (el-Faşl, V, 110). Resûl-i Ekrem'in Kur-



ten hareketle, bazı Zâhirîler'in, aksi üze-



dan Zâhirî olanları da dahil olmak üzere



'an'ı açıklaması vahiy kaynaklı olup bu yet-



rinde icmâ yapılmış sahih bir hadisin bu-



şahısları ve mezhepleri taklit konusunda



ki sadece ona verilmiştir; sonrakilerin va-



lunabileceğini ileri sürerek böyle bir du-



olumsuz v e sert tutum takınmasından,



hiy irtibatı olmadığı için onlara düşen açık-



rumun o hadisin neshine delil olduğunu



Zâhirîliği teknik anlamda bir m e z h e p



lamak değil anlamaya çalışmaktır. Hz.



söylemelerini fâhiş bir hata olarak değer-



42



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM lendirir (Zerkeşî, IV, 129-130). İbn Hazm,



için yeter sebep olarak görmektedir (a.e.,



sih olayında gerekse neshin gerçekleşme



dinin sadece Kur'an'dan v e Resûl-i Ek-



VIII, 75). Mâna ile nakil konusunda İbn



biçimlerinde bir illet ve hikmet aramanın



rem'den sahih şekilde sabit olan sünnet-



Hazm, ihticâc ve fetva kastıyla tebliğ kas-



anlamsız olduğunu savunur (nesih-bedâ



ten alınacağını savunduğu için Peygam-



tı arasında ayırım yapmış ve birinci du-



farkı için bk. el-İhkâm, IV, 68-69). Nesih,



b e r d e n bu şekilde sabit olma yolları üze-



rumda eğer râvi hadisin anlamını biliyor-



tahsis v e istisnanın aynı kapsamda de-



rinde önemle durmuştur. Buna göre Re-



sa meâlen nakletmesinin caiz olduğunu,



ğerlendirilmesine karşı çıkan ve sonuç iti-



sülullah'tan sabit olma üç yolla gerçekle-



ikinci durumda ise lafzıyla nakletmesi



bariyle tahsisi de istisna kapsamında de-



şir: a) Ümmetin bütün âlimlerinin ondan



gerektiğini söylemiştir (İbn Hazm'ın sün-



ğerlendiren İbn Hazm nesihle istisnanın



rivayeti yoluyla (icmâ), b) Bir cemaatin on-



net anlayışı için bk. a.g.e., 1, 96-1 50; II, 2-



farkını şöyle açıklar: Bir kısmı istisna edil-



dan nakliyle (naklü'l-kâffe), c) Güvenilir tek



149).



miş cümlenin umumuyla Allah bizi asla



kişilerin muttasıl rivayeti yoluyla (el-Muhallâ, 1, 50). Bu yaklaşımıyla tutarlı olarak İbn Hazm, sünnetin kısımlarını ele aldığı



İbn Hazm'ın Hz. P e y g a m b e r ' i n fiil ve ikrarının değerine ilişkin yaklaşımı da (a.g.e., IV, 39-58; el-Muhallâ,



I, 65) onun



sorumlu tutmamış, sadece istisna edilm e m i ş kısmı bizden istemiştir; nesihte ise istisnanın aksine dün yapmakla em-



bölüme "Allah'tan ihbârın kısımları" baş-



lafızcılığı ve zâhirciliği ile uyumludur. Bu-



rolunduğumuz şeyin bugün yasaklanması



lığını koymuş (el-İhkâm, 1,104) ve bu baş-



na göre Resûl-i Ekrem'in, bir hükmün ye-



söz konusudur (a.g.e., IV, 66-67).



lık altında rivayet açısından haberin kı-



rine getirilmesi veya bir emrin beyanı ka-



Kelâmın emir, dilek, haber ve soru şek-



sımları üzerinde durmuştur. Haberi mü-



bilinden olmayan fiilleri yükümlülük do-



t e v â t i r ve âhâd olmak ü z e r e iki kısma



ğurmayıp sadece örnek özelliği taşır; ay-



lindeki dört kısmından sadece ilkinde nesih söz konusu olabilir (a.g.e., IV, 71-72). Nesih emrolunan şeye (fiile) değil emre yöneliktir (a.g.e., IV, 65). İbn Hazm, neshin kapsamı konusunda Zâhirîler arasında görüş ayrılığı bulunduğunu, bazılarının tevhid gibi akılla bilinen şeylerin neshinin câiz olmadığını savunduklarını belirtmiş, f a k a t kendisi nesihte illet ve maslahat aranmayacağı görüşünde olduğu için bu konuda tevhidle diğer ş e r î hükümler arasında fark bulunmadığını söylemiştir. Tâvizsiz zâhirciliğin tipik örneği olan bu anlayışa göre teorik olarak meselâ Allah teslîsi veya puta tapmayı emredecek olsaydı bu emrin hikmet, adalet v e hak sayılması, tevhidin ise küfür kabul edilmesi gerekirdi (a.g.e., IV, 73). İbn Hazm bazı Zâhirîler'in, aklen imkânsız olduğu gerekçesiyle nimet verene şükretme vecîbesinin neshedilemeyeceği yönündeki görüşlerini hatırlatarak bu yaklaşımı da doğru bulmaz. Çünkü Allah'ın emrettiğinin dışında gü-



ayırıp "iki ve daha fazla sayıdaki kişinin



nı şekilde onun ikrarı da yalnızca mubah



birbirlerinden ayrı olarak aynı lafızlarla



kılma işlevine sahiptir. Bir emrin beyanı



naklettikleri haber" şeklinde tanımladığı



veya bir hükmün uygulaması türünden



mütevâtir haberin zaruri bilgi ifade etti-



fiilleri ise vücûb ifade eder. Hz. Peygam-



ğini özellikle belirtir (a.g.e., I, 107); böyle



ber'in fiilleri konusunda İbn Hazm'ın bu



bir haberi inkâr etmenin duyularla idrak



yaklaşımı sonraki muhakkik usulcüler



edilen şeyleri inkârla eşdeğer olduğunu



tarafından büyük ölçüde benimsenmiş-



söyler. İbn Hazm, "âdilin âdilden Peygam-



tir. Şâfiî usulcülerinden Ebû Şâme el-



ber'e kadar muttasıl olarak naklettiği ha-



Makdisî, bu konuya hasrettiği kitabında



ber" diye tanımladığı haber-i vâhidin hem



geniş yer verdiği İbn Hazm'ın görüşleri-



güvenilir bilgi kaynağı hem de bağlayıcı



ne katılmıştır (el-Muhakkak,



olduğu görüşündedir. Hadisin muttasıl



196-198, 207; ayrıca sünnet konusunda ay-



olmasına önem veren İbn Hazm, icmâın



rıntılar için bk. el-İhkâm,



desteklemesi durumunda mürsel habe-



149).



rin de alınabileceğini düşünür (Zerkeşî, IV, 411). Rivayet ettiği haberin makbul olabilmesi için râvinin âdil olması yanında fakih olması gerektiğini de öne sürer. Fakih olmanın bir şartı da hıfza (ezberleme yeteneği) sahip olmaktır (el-İhkâm,



I, 138,



s. 76-100,



I, 96-150; II, 2-



Beyan, "bir şeyin hakikati konusunda bilgi edinmenin özü itibariyle mümkün olması" (el-İhkâm, 1, 40), tebyin ise "anlamı kapalı durumdan kurtarmak" mânasına gelir. Kur'an'ı Kur'an'la, hadisi hadisle ve hadisi menkul icmâ ile beyan etme-



143, 144,148; IV, 162). Hz. Peygamber'in



nin tefsir, tahsis ve istisna gibi yolları var-



söylemiş olduğunda iki müslümanın ihti-



dır. Kur'an sünnetin, sünnet de Kur'an'ın



lâf etmediği sahih her nassa uymak farz-



mücmelini açıklar. Hz. Peygamber'in ken-



dır, bu nas Allah'ın Kur'an'daki muradı-



di lafzıyla Kur'an'daki bir kapalılığı saha-



nın tefsiri ve mücmelinin beyanıdır (a.e.,



bîlere açıklamasına "müredded beyan"



1,104). İbn Hazm haber-i vâhidin kabulün-



v e "müekked tefsir" denir. Mücmel mü-



de icmâ bulunduğunu, fakat I. (VII.) yüz-



fesserden önce olabileceği gibi sonra da



yıldan sonra ortaya çıkan Mu'tezile ke-



olabilir. Beyanın amelin vâcip kılış vaktine



lâmcılarının bu icmâa muhalefet ettikle-



kadar tehiri câiz ise de bu vakitten son-



rini söyler. Zâhirîler'in bazı haber-i vâhid-



raya kalması mümkün değildir (Gazzâ-



leri terkettikleri iddiasına karşılık olarak



lîbu görüşü Zahirîler yanında Mu'teziie'-



hiçbir Zâhirî'nin re'y yahut kıyas sebebiy-



ye ve bazı Hanefîler'e de nisbet eder, el-



le veya birinin görüşü yüzünden hadisi



Müstaşfâ, 1, 368).



terketmediğini, onların bazı hadisleri terketmesinin şu sebeplerle olabileceğini belirtir: a) Hadisin başka bir nas ile nesh veya tahsis edilmiş olması, b) Hadisin kendilerine ulaşmamış bulunması, c) Riv a y e t t e tedlîs bulunması, d) İki hadisin birbiriyle çatışması. A n c a k İbn H a z m , bunlardan sadece ilk ikisini hadisin terki



İbn Hazm, "hükmün tamamının veya



zel, yasakladığının dışında da çirkin yoktur (a.g.e., IV, 75). Ancak İbn Hazm, Allah'ın kendi vaadine muhalefet etmesinin mümkün olduğu anlamına geleceği için vaad ve vaîdin neshedilemeyeceğini söyler. Neshi bilmenin yolları üzerinde titizlikle duran İbn Hazm'a göre nesih veya tahsisten bahsedebilmek yahut nassın zâhirinden anlaşılanın bir te'vili bulunduğunu veya bir hükmün üzerimize vâcip olmadığını söyleyebilmek için başka bir nas veya yakînî icmâ bulunması ya da duyularımızla edindiğimiz bilgilerin bunu zorun-



bir kısmının kaldırılması", "tekrar etme-



lu kılması gerekir (el-Muhallâ,



yen konulardaki ilk emrin süresinin sona



Açık bir nas, icmâ veya burhan olmadık-



1, 52-53).



erdiğini beyan", "vârit olan hükmü belli



ça kimse herhangi bir beyanı neshedici



bir zaman dilimine tahsis e t m e k " gibi



olarak değerlendiremez. Neshin varlığını



değişik ifadelerle tanımladığı neshi bir



bilmenin dört yolu vardır, a) Yakînî icmâ,



beyan türü, daha doğrusu beyanın tehir



b) Her iki nasla da amel etmenin imkân-



edilme türlerinden biri sayar ve gerek ne-



sızlığı durumunda birinin tarihinin sonra 43



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM olduğunu bilme, c) Bir emrin ötekini nes-



selâ onların Resûl-i Ekrem'le beş vakit na-



anlamına hasrettiği için onu Kur'an ve



hettiğine dair üçüncü bir nassın bulun-



maz kıldıklarına, namazın rükû v e secde



Sünnet'ten delillendirmeye ihtiyaç duy-



ması, d) Ortada birinin uygulamadan kalk-



sayılarına, Hz. Peygamber'in insanlarla



mamış; sadece herhangi bir asırda ger-



tığını, ötekinin ise vâcip olduğunu bildiği-



birlikte ramazan orucu tuttuğuna ve ik-



çekleşen görüş birliğinin icmâ sayılmasa



miz iki durumun bulunması (el-İhkâm, IV,



rar etmeyenin mümin olamayacağına iliş-



da hak v e hüccet olacağını göstermesi



83-88). İbn Hazm'a göre her ikisi de vahiy



kin bilgilerimiz yakınî bilgidir ve bunun



bakımından yukarıda zikredilen hadise



olduğu için Kur'an sünnetle, sünnet de



icmâ olduğunda kimsenin ihtilâfı yoktur.



yer vermiş; diğer usulcülerin icmâın te-



Kur'an'la neshedilebilir. Bu vahyin vahiy



O dönemde sahâbe müminlerin tamamı-



mel gerekçesi olarak gösterdikleri, "Üm-



ile neshi anlamına gelir; sünnetin âhâd



nı teşkil ediyordu. Eğer sahâbeden son-



metim sapıklık üzerinde birleşmez" (İbn



veya tevâtür yoluyla nakledilmiş olması



raki bir asırda, sahâbe icmâıyla hakkında



Mâce, "Fiten", 8) hadisinin, lafız v e se-



önemli değildir (a.g.e., VIII, 107-114; İbn



kesin hüküm verilmemiş bir nassın hük-



ned bakımından sahih olmamakla bir-



Hazm'ın nesih anlayışı için ayrıca bk. İV,



mü konusunda icmâ mümkün olsa bu



likte diğer hadisin desteğiyle anlamının



59-121).



hükmün doğruluğu v e hüccet sayılması



sahih olduğunu söylemiştir (el-İhkâm, IV,



gerektiği kesin olmakla birlikte bu yine



131).



Prensip olarak Kur'an v e Sünnet arasında teâruz ve ihtilâf bulunamayacağını düşünen İbn Hazm, bu sebeple söz konusu kaynaklar arasında kişinin kanaatine göre bir çatışma görülürse yine de ikisini birden uygulamak gerektiğini; vücûb açısından her ikisine de itaat eşit olduğundan birini öteki lehine terketmenin câiz olmadığını savunmuştur (el-Muhallâ,



I,



50-51;Nübzetü'l-kâfıye, s. 38-39). İnsanların icmâı nassı takviye e t m e y e c e ğ i gibi ihtilâfı da onu zayıflatmaz; bu bakımdan tercih için üçüncü bir nassa başvurmaya gerek yoktur; mümkün mertebe her iki nasla da amel edilmeli, mümkün değilse daha fazla yükümlülük ve ayrıntı içeren nas alınmalıdır (el-İhkâm, VIII, 43). 2. İcmâ. İbn Hazm el-İhkam'üa



de icmâ sayılmaz. Sahâbeden sonraki bir d ö n e m d e meydana gelen görüş birliğinin hak v e hüccet kabul edilmesi, " Ü m m e t i m d e n bir g r u p hakkı destekleyip ayakta tutmaya devam edecektir" (Buhârî, "rtişâm", 10) meâlindaki hadise dayanır. Bu tür görüş birliğinin icmâ sayılmayışı ise sahâbeden sonraki asırlarda müminlerin, genel olarak İslâm ümmetinin sadece bir kısmını teşkil etmesi sebebiyledir (el-Muhallâ,



i. 54-55-.el-İhkâm, IV,



149). Buna göre diğer mezheplerin "herhangi bir asırdaki ümmetin âlimlerinin görüş birliği" şeklinde tanımladıkları icmâ anlayışı, hüccet olmak bakımından İbn Hazm tarafından devam ettirilirken dinin aslî kaynağı olarak değerlendirilen



icmâ



icmâ sadece sahâbenin görüş birliğine



konusunu ele aldığı bölümde (IV, 128-238),



tahsis edilmiş ve bile bile bu icmâa mu-



ehl-i İslâm'ın bütün zamanlarda sahih ve



halefet edilmesi küfür olarak değerlendi-



kuşku götürmez icmâ ile görüş birliğine



rilmiştir. İbn Hazm icmâı, mütevâtir na-



vardıkları konular bulunduğunu ifade et-



kille güvenilir tek kişilerin âhâd yolla yap-



tikten sonra bu cümleden olarak şu hu-



tıkları muttasıl nakil yanında Peygam-



suslar üzerinde durur: Kur'an nassına ve



ber'den naklin üçüncü ve en kuvvetli yo-



güvenilir râviler kanalından Hz. Peygam-



lu olarak g ö r m e k t e v e ümmetin bütün



ber'e isnad edilen sünnete uyan kimse ic-



âlimlerinin ondan rivayetini icmâ olarak



mâa uymuş olur. Sünnete uymanın vücû-



adlandırmaktadır (el-Muhallâ,



I, 50; el-İh-



bu konusundaki icmâ da böyledir. Ehl-i



kâm, IV, 141-142). İbn Hazm, sahâbeden



İslâm cemaatle birlikte hareket etmenin



gelen bir rivayete Kur'an ve Sünnette bu-



vâcipliğinde ittifak etmiştir. İbn Hazm



lunmak şartıyla ittibâ edileceğini, esasen



" c e m a a t " kavramıyla sahâbe. tâbiîn v e



sahâbe icmâının bu olduğunu v e sahih



onlardan sonra gelen imamları kastetti-



icmâın naslara ittibâ etmenin vâcipliğin-



ğini belirttikten sonra kendileriyle muhalifleri arasında, İslâm bilginlerince ulaşılan icmâın Allah'ın dininde bir hüccet



den ibaret bulunduğunu söylemektedir (a.g.e., IV, 151).



İbn Hazm'ın, Ebû Hanîfe'yi ve İmam Mâlik'i taklit edenlerin Allah'ın emrine, Peygamber'in sünnetine, müslümanların icmâına, kurûn-ı sâlihanın üzerinde bulunduğu şeye ve delâil-i aklın gerektirdiklerine muhalefet ettiklerini söylerken (a.g.e., II, 120; sahâbe ve tâbiîn icmâı ifadesi için bk. el-Faşl, II, 177) hem "müslümanların icmâı" hem de "kurûn-ı sâlihanın üzerinde bulunduğu şey" tabirlerine birlikte yer vermesi dikkat çekicidir. Bu durumda kurûn-ı sâliha ifadesinin icmâdan farklı bir anlam kazandığı, müslümanların icmâı veya ü m m e t âlimlerinin hepsinin icmâı (el-İhkâm, 1,68,71 (şeklindeki ifadesiyle özellikle sahâbe icmâının kastedildiği, kurûn-ı sâliha tabiriyle sahâbeden sonra gelenlerin görüş birliğinin kastedildiği söylenebilir. Ayrıca kurûn-ı sâliha ifadesini icmâın nakli meselesiyle de irtibatlandırmak mümkündür. Çünkü İbn Hazm'a göre icmâ, ancak yine bir icmâ ile veya mütevâtir bir nakille sahih kabul edilebilir (a.g.e., IV, 210). Hz. Ömer'in Şüreyh'e yazdığı mektuptaki "sâlihlerin hükmettiği" ifadesini "sâiihıerin icmâı" olarak açıklayan (a.g.e., VI, 78) İbn Hazm'ın Selef-i sâlih'i sahâbe, tâbiîn ve tebeu't-tâbiîn olarak göstermesi de (a.g.e., VI, 146) bu konuda önemli bir ipucu vermektedir. îstishâbü'l-hâl. İbn Hazm'ın, icmâ bahsinden sonra istishâbü'l-hâl konusunu ele almakla (a.g.e„ V, 2-49) bir anlamda onun-



İbn Hazm icmâın, "hakkında nas bulun-



la bağlantı kurduğu ve orada söyledikle-



mayan bir hüküm üzerinde müslüman



rini teyit amacı güttüğü düşünülebilir.



âlimlerin re'y ve kıyas yoluyla görüş birli-



Esasen bölüm başlığı olaı a * "İstisnâbü'l-



ğine varmış olması" şeklinde anlaşılması-



hâl, Kur'an v e Sünnet'in vâcip Kıldıkları-



na şiddetle karşı çıkmakta, ümmet âlim-



nın dışındaki bütün akid, ahid v e şartla-



İslâm âlimlerinin icmâ ile ilgili tanım



lerinin ancak Kur'an veya Sünnet'ten bir



rın butlanı" ifadesini seçmesi de bunu



v e anlayışlarına yer verip uzun uzadıya



nas üzerine icmâ edebileceklerini savun-



hissettirmektedir. İbn Hazm'ın bu başlık



tartışarak (a.g.e., IV, 143-238) sonuçta Dâ-



maktadır. İcmâın sadece nas kaynaklı ola-



altında özellikle üzerinde durduğu husus



vûd b. Ali'nin anlayışının doğru olduğu ka-



cağı anlayışı, İbn Hazm'ın dinde eksiklik



salt zaman, mekân v e durum değişme-



naatine varan İbn Hazm'a göre icmâ, Hz.



olduğu kanaatine götüreceği kaygısıyla



sinin hükmün değişmesini gerektirmeye-



Peygamber'in ashabının istisnasız bilip



re'y ve kıyasa yer vermeyen sistemine uy-



ceğidir. Ona göre sabit olan bir şey ebe-



kabul ettikleri yakînen bilinen şeydir. Me-



gundur. İbn Hazm icmâı, "naslara uyma"



diyen v e her hâlükârda sabittir. Bu ba-



v e kesin bir gerçek olduğu hususunda görüş birliği bulunduğunu, ihtilâfın ise icmâın mahiyeti konusunda ortaya çıktığını söyler (a.g.e., IV, 128).



44



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM kırcıdan Kur'an'ın ve sabit sünnetin nassı



den olmalı ki Zerkeşî onun ekallü mâ ki-



mukaddime. Örnek: "Her sarhoş edici şa-



herhangi bir konuda bir hüküm getirmiş-



leyi inkâr ettiğini söylemiştir (el-Bahrü'l-



raptır", "Her şarap haramdır" şeklindeki



se hükme konu olan şeyin bazı durumla-



muhît, VI, 31). Halbuki İbn Hazm bu ilkeyi



iki öncülün zorunlu sonucu, "Her sarhoş



rının değişmesi veya zaman yahut me-



sadece vücûbunu nassın tayin ettiği, mik-



edici haramdır" şeklindedir. Bu iki öncül



kân değişikliği sebebiyle bu hükmün de



tarının ise ülü'l-emre itaate havale edil-



her sarhoş edicinin haram olduğuna bur-



değişeceğini veya ortadan kalkacağını id-



diği salt icmâ konusu meselelerde (emek-



hanı delildir, b) Bir hükmün kendisine tâ-



dia eden kimsenin Kur'an ve Sünnet'ten



sermaye ortaklığı, zimmî tarafından öldü-



lik edildiği şart. Şart gerçekleştiğinde ona



delil getirmesi gerekir. Bu yaklaşım diğer



rülen zimmînin diyeti gibi) kullanmakta



tâlik edilmiş hüküm de vâcip olur. Örnek:



usulcüler tarafından, "Neshin vârit olma-



v e onu icmâdan alınan delil olarak adlan-



"Eğer vazgeçerlerse önceki yaptıkları ba-



ması mevcut nassm hükmünün devam



dırarak bir yönüyle icmâ kapsamına da-



ğışlanır" (el-Enfâl 8/38). Bu hükmün vaz-



ettiğine delildir" şeklinde tanımlanan "nas



hil etmektedir. Esasen dinin her hükmü



geçen herkes için söz konusu olduğu açık-



istishabf na benzemektedir. İbn Hazm



için nas bulunması gerektiğini savunan,



tır. c) Kendisinden herhangi bir dolaylı



sisteminin temeline oturttuğu, "Din ta-



buna bağlı olarak icmâı da nassa dayan-



anlam çıkarılan lafız. Mantıkçılar bunu



mamlanmıştır v e değişmez" anlayışının



dıran temel anlayışı bunu gerektirir. Ay-



"mütelâimât" diye adlandırırlar. Meselâ



bir sonucu olarak zaman ve mekânın de-



nı anlayışın bir g e r e ğ i olarak İbn Hazm,



Hz. İbrâhim'in yumuşak huylu ve sabırlı



ğişmesi gibi mülâhazalarla hükmün de-



farklı rivayetler söz konusu olduğunda



olduğunu bildiren âyetten (et-Tevbe 9/



ğişmesini, Peygamber'in getirdiği dinin



her zaman en fazla hüküm içeren rivaye-



114) onun sefih olmadığı zorunlu olarak



değiştirilmesi olarak algılamakta, aynı



ti aldığı halde bu meselede "ekserü mâ



anlaşılmaktadır, d) Biri hariç tamamı bâtıl olan kısımlar. Bu durumda o tek şey sa-



gerekçeyle dinde Allah'ın izin vermediği



kile" ile (söylenenin en çoğu) amel etmeyi



ziyade veya noksanlığa yahut değiştir-



h a r a m g ö r m e k t e d i r . Bu noktada İbn



hih olur. Literatürde "aklî taksim" veya



meye yol açan ihtiyatın gerçekten ihtiyat



Hazm'ın prensip olarak, herhangi bir işin



"sebr v e taksim" olarak adlandırılan bu



değil sapma olduğunu, gerçek ihtiyatın



vâcipliğine dair bir nas vârit olunca "em-



hususu İbn Hazm bazan "zarûretü'1-akl"



Kur'an ve Sünnet'e uymaktan ibaret bu-



rolunan şeyi yaptı" denilebilecek en az



olarak da isimlendirir. Meselâ haram,



lunduğunu söylemektedir.



miktarı yapan kişiden farzın düşeceğini



farz ve mubah şeklinde üçlü ayırım son-



kabul ettiği de hatırlanmalıdır. İbn Hazm



rasında bu şey ne f a r z ne de haramdır



Koyu zâhirciliğini akid, ahid şart ve vaadlerin geçerliliği hususunda da sürdüren İbn Hazm, nassın iptal ettikleri dışında bu işlemlerin hepsinin bağlayıcı olduğu şeklindeki görüşü tenkit ederek nassın vâcip veya mubah kıldıklarının geçerli, diğerlerinin ise bâtıl olduğunu savunmuştur. Öte yandan istishâbü'l-hâlin temellendirilmesi konusunda İbn Hazm ile istishâbı kabul eden diğer usulcüler arasındaki g ö r ü ş ayrılığı t e o r i k olup İbn



istishâbü'l-hâl ve ekallü mâ kileyi müsta-



denildiğinde o şeyin mubah olduğu zo-



kil hüccetolarakdeğerlendirmemiş, bun-



runlu olarak anlaşılır, e ) Yukarıdan aşa-



ları bir yandan birbirleriyle benzer ve bir-



ğıya dereceli olarak vârit olmuş kaziyye-



birlerini tamamlar muhtevada ele alırken



ler. Bu durumda -konu hakkında nas ol-



öte yandan diğer usulcülerin yaklaşımla-



masa bile- en üst dereceye ait hükmün



rından farklı olarak her ikisini de icmâ



altta bulunanların tamamını kapsaması



anlayışı içerisinde eritmeye çalışmış v e



gerekir. Meselâ Ebû Bekir Ömer'den ef-



"icmâdan alınan delil" olarak nitelemiş-



daldir, Ömer Osman'dan efdaldir denil-



tir (ayrıntılar için bk. el-İhkâm, V, 50-63).



diğinde Ebû Bekir'in Osman'dan da efdal



3. Delil. İbn Hazm delil kavramını ba-



Hazm bu ilkeyi dine dayandırırken diğer-



zan "aklîburhan" (el-Muhallâ,



1, 5), bazan



leri bunun akıl ile sabit olduğunu söyle-



"aklın delillerinin gerektirdikleri" (el-İh-



mişlerdir.



kâm, II, 120) olarak açıklasa da kastedilen



"Ekallü mâ k i l e " ile Hüküm V e r m e .



şey aynıdır. İbn Hazm'ın genellikle hük-



Ekallü mâ kile (söylenenin en azı) tabiri na-



mün kaynakları olarak gördüğü nas, icmâ



faka, diyet, erş ve zekât gibi miktarın söz



v e zaruret üçlüsünden zaruret büyük öl-



konusu olduğu malî veya cezaî hususlar-



çüde, burada incelenecek olan delil yanın-



da dikkate alınması gereken en az raka-



da, duyularla v e akılla zorunlu olarak al-



mı ifade eder. Bazı âlimler, farklı miktar-



gılanan şeyleri de içine alacak bir anlam



ların önerildiği ihtilâflı bir konuda öneri-



genişliğine sahiptir.



len en az miktar (ekallü mâ kile) üzerinde



olduğu anlaşılır, f ) Mantıkçıların "aksü'lkazâyâ" dedikleri türden hükümler. Meselâ, "Her müskir haramdır" sözünden haram olan şeylerin bir kısmının müskir olduğu sonucu çıkar. Bu işlemde tümel olumlu her zaman tikele döndürülür, g ) Birkaç anlamı dolaylı olarak içinde barındıran lafız. Meselâ, "Zeyd yazıyor" denildiğinde bundan Zeyd'in hayatta olduğu, yazmaya yarayan organlarının sağlam olduğu ve yazma gereçlerini kullandığı anlaşılır.



İbn Hazm, kendisinin bir delile dayana-



hükmen ittifak meydana gelmiş sayılaca-



rak görüş açıklamış olmasını bazılarının



ğını ve bu miktarın icmâ hükmünde ola-



nas v e icmâın dışına çıkma olarak değer-



kâm'm yedinci bölümünde (I, 65-79) an-



cağını, öteki görüşlerin alınabilmesi için



lendirdiğini, bazılarının da delil ile kıyası



lamı açıkça belirtilmiş olan "mansûs alâ



delile gerek bulunduğunu ileri sürmüş-



aynı şey zannederek çok büyük bir hata



ma'nâhü" tabiriyle açıklayan İbn Hazm,



lerdir. İbn Hazm, bu görüş sahiplerinin



işlediklerini söyler. Ona göre delil nastan



burada bilgiye ulaşmanın iki yolu bulun-



gerekçelerini de zikrettikten sonra şu de-



v e icmâdan alınmıştır. İcmâdan alınan



duğunu belirterek bunlardan birincisinin



ğerlendirmeyi yapmaktadır: "Eğer ehl-i



delil dört kısma ayrılır, a) İstishâbü'l-hâl,



aklın apaçık yargılarıyla (bedîhetü'l-akl) du-



İslâm'ın hepsinin görüşünü tesbit e t m e



b ) Ekallü mâ kile, c) Herhangi bir görü-



yuların açık seçik verilerinin (evâilü'l-his)



imkânı bulunsaydı bu görüş doğru kabul



şün terki üzerinde icmâ, d) Her birinde



gerektirdikleri, diğerinin ise bedîhetü'l-



edilebilirdi. Bu mümkün olmadığına gö-



farklı görüşlere sahip olsalar bile müslü-



akl ve evâilü'l-hisse râci olan mukaddime-



re söz konusu görüş faydasız bir külfet



manların hükmünün eşitliği. Nastan alı-



ler olduğunu söylemiştir. " M a n s û s alâ



yüklenmektir." İbn Hazm'ın anılan ilkeye



nan delil ise yedi kısımdır, a) Herhangi



ma'nâhü" Kitap, Sünnet ve icmâ dışında



itibar etmediği intibaını veren bu ifadesi



birinde açıkça belirtilmeyen (mansûs ol-



dördüncü bir vecih gibi görünmekle bir-



ve yeterince açık olmayan üslûbu yüzün-



mayan) bir sonuca birlikte götüren iki



likte bu üç aslın dışında değildir; aksine



Delil kavramını g e n e l olarak



el-İh-



45



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM bunlarda geçen hükümlerle doğrudan il-



hak hususunda tâvizsiz olan kimselerin



mümkün olmasa bile bu imkânsızlık bü-



gili başka hükümlerin çıkarılmasını sağ-



fetva vermesi helâldir. Bu özellikleri taşı-



tün âlimler için düşünülemez; çünkü din



layan, bir bakıma dil v e mantık kuralları-



mayan kimselerin fetva vermesi haram



hususunda gerçeğin bütün müslüman-



dır. Hz. Peygamber'in, "Her müskir hamr-



olduğu gibi resmî makamların bunları



lara kapalı kalması mümkün değildir. Ni-



dir v e her hamr haramdır" sözünden zo-



görevlendirmesi veya fetva vermelerine



tekim ilgili âyetler gereğince (en-Nahl 16/



runlu olarak, "Her müskir haramdır" so-



imkân tanıması, hatta insanların bunlar-



44, 89) dinin beyanı güvence altına alın-



nucu çıkar ki işte bu, mansûs alâ ma'nâ-



dan fetva sorması da haramdır. İbn Hazm



mış ve kapalılık kaldırılmıştır. Âlimler,



hüdür. Âyette, "Kişiye annesi v e babası



fıkhı da "Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'in



meydana gelen bir olayın şer'î hükmü-



vâris oluyorsa annesinin payı üçte birdir"



sözlerinden hareketle şeriat hükümleri-



nün Kur'an'da v e Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinde bulunacağı hususun-



(en-Nisâ 4/11) denilmektedir. Buna göre



ni bilme" şeklinde tanımlayarak yukarıda



sadece anne ve baba vâris olduğu ve an-



verilen bilgiler doğrultusunda açıklar. Bir



da müttefiktirler. Hüküm bu iki kaynakta



nenin payı da üçte bir olduğu için geri ka-



kimsenin bazı konularda yeterli bilgi bi-



ya doğrudan belirtme (nas) veya bunlar-



lan üçte iki babanın payı olacaktır. Aklın



rikimine sahip olmaması bildiği mesele-



dan çıkarılan ve bir tek anlama ihtimali



zaruri olarak ulaştığı bu bilgi her ne kadar



de f e t v a vermesine engel değildir. İbn



bulunan delil şeklinde bulunur. Mürsel



lafzan mansûs (ifade edilmiş) değilse de



Hazm bu suretle içtihadın tecezzî edece-



haberi, aksi bilinmeyen sahâbî sözünü,



anlam olarak mansûstur. İbn Hazm'ın



ği fikrini benimsemektedir.



delil kavramı içerisinde yer verdiği bu hususu Hanefîler "beyânü'z-zarûre" kapsamında değerlendirmişlerdir. İbn Hazm'a göre ilke olarak delil hiçbir zaman nas veya icmâın dışında olmayıp lafzın mefhumundan ibarettir, bü sebeple de istidlâlden ayrıdır. Bunun yanında illet delil olarak adlandırılamayacağı gibi delil de illet olarak adlandırılamaz. İllet, kendisinden asla ayrı bulunamayacak bir hükmü gerektiren şeydir, ateşin buharlaşma yapması gibi. Bu ateşin yapısından kaynaklanır. İbn Hazm'a g ö r e kıyas ehli illeti delil, delili de illet diye adlandırarak bu hususta fâhiş bir hataya düşmüşlerdir; çünkü onlar bir konudaki hükm e dayanarak hakkında nas bulunmayan başka bir konuda verdikleri hükmü delil olarak adlandırmışlardır (delil konusunda ayrıca bk. a.g.e., V, 105-108; VII, 199). B) Dinde Tefakkuh ve İctihad. İbn Hazm, el-îhkâm'm



dinde tefakkuh (ye-



terli bilgi birikimine ulaşma), fetva verme yetkisine sahip müftü v e ehl-i İslâm'a vâcip olan ictihad konularını incelediği bölümünde (V, 121-141), "Müminler hep birden savaşa gitmesin" âyetinden (etTevbe 9/122) hareketle dinde tefakkuhu iki kısımda değerlendirir, a) Kişinin kendine has tefakkuhu. b) Halkını ve çevresini uyarmak suretiyle Allah'ın rızâsını amaçlayan kişinin tefakkuhu. İbn Hazm'a göre her toplulukta din hükümlerini öğretme işini üstlenen kişilerin hakkı bâtıl-



Resûl-i Ekrem'in huzurunda sahâbenin ictihad etmesi, emrolundukları veya yasaklandıkları bir konuda değil sadece mubah olan konularda vuku bulmuştur. Bir şeyin farz veya haram kılınması gibi hususlarda hiçbir kimse kendi re'yi ile ictihad edemez; aksi halde Allah'ın izin vermediği bir şeriatı ortaya koymuş olur. İbn



hitap delilini, kıyası, mücerred re'yi, istihsanı, çoğunluğun görüşünü, Medine ehlinin amelini v e bir âlimin sözüne tutunmayı hükümlerin kaynağı olarak değerlendiren âlimler olmuşsa da bunların hepsi bâtıldır. Bazı hükümler konusunda bir sahâbînin veya tâbiînin ya da önceki fakihlerden birinin görüşüne uymak taklittir.



Hazm, öteki usulcülerin sahâbenin re'y



İbn Hazm müctehidlerin Allah katında



içtihadına gerekçe yaptıkları Muâz b. Ce-



iki, insanlar katında ise üç kısım olduğu-



bel hadisiyle Abdullah b. Amr'a isnad edi-



nu belirtir. Allah katında müctehid ya isa-



len, "Senin huzurunda ictihad mı ede-



bet etmiş ya da hata etmiştir. Bu bakım-



ceğim, yâ Resûleliah!" şeklindeki rivaye-



dan aynı konudaki farklı ictihadlardan



tin sahih olmadığını ileri sürer (a.g.e., V,



biri hak, ötekiler hatadır. İnsanlar açısın-



132).



dan bakıldığında bu ikisinin yanında bir



Peygamberlerin içtihadına gelince İbn Hazm, kendilerine vahiy gelmeyen konularda şer'î ahkâm koymak için peygamberlerin ictihad etmelerinin câiz olduğunu söylemeyi küfür sayar (a.g.e., V, 132). Resûl-i Ekrem'in vahiy gelmemiş konularda şer'î ahkâm koymasını dinin değiştirilmesi olarak gören İbn Hazm, onun bu konularda re'yi ile hükmettiği yolundaki hadislerin uydurma olduğunu söyler. Önceden bir yasaklama bulunmaması ve is-



de hata veya isabet ettiği bilinemeyecek olan müctehid vardır. Herhangi bir görüşün sıhhatine dair kesin delil bulununca onun Allah katında hak olduğunu kabul ederek kendisiyle fetva vermek v e amel e t m e k gerekir. İçtihadın ilmî, ahlâkî ve metodik şartlarına uymasına rağmen hata etmiş olan müctehid günahkâr sayılmaz. Hata eden müctehid Allah katında isabet eden mukallitten efdaldir (el-İhkâm, IV, 118; el-Muhallâ, I, 69).



tediği gibi tasarruf etmesine Allah tara-



Kıyas, delîlü'l-hitâb, sahâbî sözü veya



fından izin verilmesi şartıyla Hz. Peygam-



Medine ehlinin ameline tutunanların ha-



ber'in dünya işleri, harp taktikleri gibi ko-



talı olduğuna kesin gözüyle bakmakla bir-



nularda uygun gördüğü şekilde davran-



likte İbn Hazm bunları belli şartlarla mâ-



masının câiz olduğunu belirtir.



zur kabul etmektedir. Fakat bir konuda



ictihad konusu-



biri diğerinin içeriğini tahsis eden iki ge-



na tahsis ettiği kırkıncı bölümüne (VIII,



nel âyetin veya hadisin bulunması, teâruz



İbn Hazm, el-İhkûm'm



dan ayıran kesin delillerin keyfiyetini v e



133-151), içtihadın tanımı ve hükmü hak-



eden iki âyet veya hadis arasında tercih



zâhiren çelişik görünen naslar karşısında



kında konuşanların bu terimin anlamını



y a p m a k , zayıf ve mürsel haberle amel



nasıl davranacağını, nâsih v e mensuhu,



bilmediklerini ileri sürerek, ictihad lafzı-



gibi bazı konularda kendilerinin hak üze-



Allah'ın ve elçisinin sözünü anlamaya yar-



nın anlam v e içeriğini bilmenin gerektiği-



re olduklarını söylemekle birlikte bu tür



dımcı olacak vasıtaları (meselâ fakihin,



ne vurgu yaparak başlar. Buna göre icti-



meselelerde kimin isabet ettiğinin, kimin



Allah'tan ve Hz. Peygamber'den gelenleri



had, "dinin bir hükmünün araştırılması



yanıldığının açıkça belli olmadığını ifade



anlayabilmesi için Arap dilini, nahvi ve



yolunda olanca çabayı sarfetmek" demek-



etmiştir (el-lhkâm, VIII, 147-150).



Peygamber'in siyerini) bilmesi gerekir.



tir (el-Muhallâ, 1,67). Allah şeriatın bütün



C) Delil Olmayan Şeyler. 1. îstihsan,



Bu özellikleri taşıyan, fetvasında takvâya



hükümlerini açıklamış olup bazı hükümle-



Re'y ve İstinbat. İbn Hazm bu kavramla-



uygun davranan, din konusunda titiz ve



rin açığa çıkarılması bir kısım âlimler için



rı birbirinin eş anlamlısı olarak gördüğü



46



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM için el-İhkâm



da hepsini bir başlık altın-



Bâkıllânî, Cüveynî, Gazzâlî gibi mütekelli-



diği kanaatindedir (bu hususta tarafların



da ele almakta {VI, 16-59) ve hepsi için



mîn usulcülerin kıyasla ilgili tanım ve tas-



ayrıntılı gerekçeleri için bk. KIYAS).



"hâkimin o anda ve sonuç itibariyle uy-



nifleriyie bu husustaki görüşleri hakkın-



Sahâbenin re'y, istihsan v e ihtiyar ile



gun gördüğü ile hüküm vermesi" şeklin-



da bilgi verip bunları eleştirdikten sonra



görüş açıklamasının yaygınlığını kabul et-



de ortak bir tanım vermektedir. Bir baş-



zahir ehline göre bütün çeşitleriyle kıya-



ka eserinde re'yi, "müftünün herhangi



sın bâtıl olduğunu, dinî hükümlerin kay-



bir nassa dayalı olmaksızın haram veya



nağı olarak ancak Allah kelâmının nassı,



helâl kılma açısından daha ihtiyatlı ve da-



Peygamber kelâmının nassı, Hz. Peygam-



ha âdil olanla hüküm vermesi" şeklinde



b e r d e n sahih olarak gelen fiil veya ikrar,



tanımlamakta ve re'yin sahâbe dönemin-



bütün ümmet âlimlerinin hiçbir muhalif



de uygulandığını, "hakkında nas bulun-



olmaksızın her birinin katılmış olduğu ya-



mayan konuda, aralarındaki illet birliğine



kînen bilinen icmâ, nas veya icmâdan bir



veya bir nevi benzerliğe dayanarak nas



tek vecihe ihtimali bulunan delilin kabul



veya icmâ ile belirlenmiş hükmün benze-



edilebileceğini söylemiş ve kendisinin de



riyle h ü k m e t m e k " şeklinde tanımladığı



bu görüşleri benimsediğini belirtmiştir.



mekle birlikte İbn Hazm bunların hiçbir zaman kendi görüşlerinin hak olduğunu, dolayısıyla onlara uymanın dinî bir zaruret teşkil ettiğini söylemediklerini, böyle bir iddianın ileri sürülemeyeceğini ifade eder. Onlar, kendi beyanlarının sadece içlerine doğan görüşleri haber vermekten ibaret olduğunu söylemişlerdir (el-İhkâm, VII, 118; VI, 40, 49, 54; Mülahhaş,



s. 22).



İbn Hazm, tâbiînin kıyas karşıtı görüşlerine de yer verdikten sonra Ebû Hanîfe ve



kıyasın ikinci dönemde, "müftünün gü-



İbn Hazm'a göre kıyasın temelini oluş-



zel bulduğu bir şeyle hükmetmesi" olarak



Mâlik'in kıyası tanımlamadıklarını ve on-



turan v e esasen ilk olarak Şâfiî ashabı ta-



tanımladığı istihsanın üçüncü dönem-



rafından ortaya atılıp diğer ekollerce de



lardan aktarılan kıyasların kesinlik iddi-



de, nihayet ta'lîl ve taklidin dördüncü dö-



benimsenen illet ve ta'lîl kavramı hiçbir



n e m d e ortaya çıktığını belirtmektedir.



suretle sahâbe, tâbiîn ve tebeu't-tâbiîn



İbn Hazm, Ebû Hanîfe'den önce istihsan-



tarafından dile getirilmemiştir; aynı ne-



la görüş açıklayan kimseyi bilmediğini ve



siller arasında kıyas kelimesini t e l a f f u z



istihsanı özellikle Hanefîler ve Mâlikîler'in



eden, anlamına dikkat çeken, hatta kıya-



çok kullandığını, Şâfiîler'in buna muhale-



sı bilen hiç kimse yoktur. Usulcülerin ço-



f e t ettiğini, ta'lîl ve taklidin ise Şâfiî'nin



ğunluğunun iddia ettiğinin aksine (Gaz-



arkadaşları arasında ortaya çıktığını ileri



zâlî, II, 212; Zerkeşî, IV, 529) bu tesbit, on-



sürer ( M ü l a h h a ş , s. 4-10; el-İhkâm, VIII,



ların kıyasın câizliği değil bâtıllığı üzerin-



38). İbn Hazm, re'y kapısını ilk açanların



de icmâ ettiklerini gösterir (el-Muhallâ,



v e kıyasla peygamberin hadisine itiraz



58-65). Nitekim bu durum, bazı kıyasçı-



edenlerin Ebû Hanîfe, Rebîa b. Ebû Ab-



ları illet ve ta'lîl kavramlarını açıkça an-



durrahman v e Osman el-Bettî olduğunu



maktan ve kıyas lafzını kullanmaktan ka-



söyleyerek bunu "âlimin zellesi, fâzılın



çınmaya mecbur etmiş, bunlar teşbih,



vehlesi" şeklinde değerlendirir (a.g.e., VI, 56). İstihsan, istinbat ve re'yin câizliği konusunda ileri sürülen gerekçeleri ayrı ayrı ele alarak tenkit eden İbn Hazm, kıyasçıların kimi zaman kıyası istinbat olarak adlandırdığını söyler ve kelimenin kök anlamından hareketle istinbatm temelsizli-



I,



temsil v e tanzîr gibi başka kavramlara sığınmışlardır. Halbuki yaptıkları iş kıyas metoduyla yapılandan başka bir şey değildir. Eğer kıyas hak olsaydı Hz. Peygamber onu açıklamaktan ve onunla amel etmekten geri durmazdı, böylece bize de mutlaka öğretmiş olurdu. İbn Hazm, sahâbenin kıyasa başvurduğunu göstermek amacıyla ileri sürülen rivayetleri tenkit



ğini göstermeye çalışır (a.g.e., VI, 21). Pey-



ettikten sonra onların kıyası v e kıyasın



gamber'in kelâmından v e icmâdan, ku-



temelini oluşturan illeti tanımadıklarını,



lakla duyulduğunda anlaşılanın ve dil ile



bu tür teşebbüslerin ikinci nesilde (tâbiîn



ifade edildiğinde bunun gerektirdiğinin



döneminde, re'y ve ihtiyatla amel kabilin-



dışında bir anlam çıkarılmasını kabul et-



den) ortaya çıkmaya başlayıp üçüncü ne-



mez. İstihsan, istinbat v e re'ye yöneltti-



silde yaygınlık kazanmış bir bid'at oldu-



ği tenkitlerinin sonucunda dinin sadece



ğunu ileri sürmüştür (el-İhkâm, VII, 177;



vahiyden alınacağını ve re'y yolunu kabul



VIII, 25-26; krş. a.g.e., VIII, 38). İbn Hazm,



etmekle Allah ve Resulü'nün belirtmedi-



Hz. Ömer'in Ebû Mûsâ'ya yazdığı söyle-



ği yeni bir şeriat koymak veya mevcut bir



nen mektubun uydurma olduğunu (a.g.e.,



şeriatı iptal e t m e k arasında fark bulun-



VI, 41; el-Muhallâ, I, 59; Mülahhaş, s. 6), Şü-



madığını söyler (ihtiyat, sedd-i zerâı" ve



reyh'e yazdığı mektubun ise sahih olmak-



müştebeh konusunda bk. a.g.e., VI, 2-16).



la birlikte bunun kıyasın lehine değil aley-



2. Kıyas. İbn Hazm'ın ilmî kişiliğinin en dikkate değer özelliklerinin başında re'y v e kıyas karşısında gösterdiği sert muhalefet gelir. Kıyas konusuna geniş yer ayırdığı el-İhkâm'da



(VII, 53-204; VIII, 2-76;



ayrıca bk. el-Muhallâ, I, 56; Zerkeşî, III, 13)



hine gerekçe sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu suretle İbn Hazm, kıyasçıların kıyası ispat sadedinde dayandıkları temel gerekçelerinden biri olan "kıyasın câizliğinde sahâbenin icmâ ettiği" şeklindeki anlayışın asılsız olduğunu göster-



ası taşımayan şahsî görüşlerden (re'y) ibaret bulunduğunu belirtir



(el-İhkâm,



VIII, 36). İbn Hazm genellikle, "hakkında nas bulunmayan bir şeyin hükmünü hakkında nas bulunan şeyin hükmüne g ö r e belirlemek" şeklinde tarif ettiği kıyası dinî ahkâmda Allah'ın emirlerine insanlarca yapılan bir ilâve olarak görür ve onu re'yden titizlikle ayırır. Çünkü re'y, "daha uygun, daha ihtiyatlı ve sonuç bakımından daha emniyetli olanla hükmetmek" demek olup bu tanımıyla kıyastan ayrılır. İctihad ise hem re'yden hem de kıyastan farklıdır (a.g.e., VII, 113-114). İctihad, meydana gelen bir olayın hükmünü Kur'an ve Sünn e t ' t e bulmak hususunda olanca gücü harcamaktır. İbn Hazm'ın sisteminin doğru ve açık biçimde anlaşılabilmesi için bu ayırımın göz önünde tutulması gerekir. İbn Hazm'ın kıyası re'y ve istihsandan ayırarak onu tenkide daha fazla önem vermesinin altında, Sünnî usulcülerin kıyası "Allah'tan haber verme ve Allah katındaki gerçeği keşfetme" olarak değerlendirmeleri yatmaktadır. Kıyasın terki hususunda birkaç yönden icmâ bulunduğunu ileri süren İbn Hazm'a göre kıyasa başvuranlar hata etmişlerdir (a.g.e., VIII, 37-38). Kıyasın ismi gibi hükmünün de hiçbir âyet ve hadiste yer almadığını iddia eden İbn Hazm, buna rağmen kıyasçıların kıyasa meşrûluk kazandırmak için hiç ilgisi olmadığı halde Kur'an'dan v e Sünnetten gerekçelere tutunduklarını, gerçekte ise bunları anlamları dışında kullandıklarını öne sürerek bu gerekçeleri tek tek ele almış ve bu delillerin, kıyası meşrûlaştırmak bir yana onun geçersizliğini ispatladığını göstermeye çalışmıştır. İbn Hazm kıyasçıların aklî gerekçelerini de inceleyerek bunların geçersiz47



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM ligini, daha sonraki bir başlık altında da



m e t sahibi olan kişiler ancak d o ğ r u ve



kılındığını söylemekle birlikte (el-İhkâm,



kıyasçıların kıyas hususundaki çelişkilerini



yerinde bir sebep ve illet gereğince dav-



V, 89) onlardan birini taklit etmeyi câiz



ortaya koyar (a.g.e., VIII, 48).



ranırlar" diyerek rablerini kendilerine



g ö r m e z (a.g.e., V, 56,57,58). İbn Hazm'ın



İbn Hazm, kendilerinin de kıyasa baş-



kıyas etmişler, Allah'ın her şeyi kulların



fakih sahâbîlerin sayısını 100 civarında



vurduğu yolundaki iddialara cevap ver-



maslahatı için yapacağını söylemişlerdir.



göstermesi (a.g.e., V, 92) sonraki bazı usul-



m e y e çalışır (a.g.e., VII, 93). Meselâ başta



Halbuki Allah dilediği şeyi dilediği şeye



cüler tarafından az bulunarak eleştiril-



Şâfiî olmak üzere birçok usulcünün kıya-



faydalı kılar(a.g.e., VIII, 110,120-125). Allah



miştir (Zerkeşî, VI, 212-213). Ayrıca onun,



sa gerekçe olmak üzere zikrettiği kıbleye



veya elçisi bir işin falan sebepten olduğu-



eserlerinin başında Allah'a hamd ve resu-



yönelme meselesinde kıyasla değil delil-



nu doğrudan belirtmişse bundan Allah'ın



lüne selâmdan sonra -geleneğin aksine-



le hareket ettiğini belirterek kıyasla deli-



bu şeyleri sadece nasta belirtilen husus-



Peygamber'in ailesini v e ashabını umu-



lin farklı şeyler olduğunu özellikle vurgu-



larda sebep kıldığı, başka yerlerde bu se-



miyetle anmaması ilgi çekicidir.



lar (a.g.e., VII, 140-141). İbn Hazm, görüşle-



beplerin kesinlikle hiçbir etkisi olmadığı



rinin birçok noktada kıyas ehlinin görüş-



anlaşılır (a.g.e., VIII, 97,99). Her hükmü bir



leriyle uyuşabileceğini, fakat kendisinin



illete bağlamayı gerekli görenlerden ba-



hareket noktalarının ve dayanaklarının



zıları, İbn Hazm'a göre Hz. Peygamber'in,



onlarınkinden farklı olduğunu ifade et-



esasen câiz olmayan bir şeyi gözettiği bir



144). Zâhirîler'in,



illet v e maslahattan ötürü emredebile-



sıkışınca kıyasa başvurdukları iddiası araş-



mektedir (et-Takrîb,s.



ceğini söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir



tırmaya muhtaç bir konu olup özellikle



(İbn Hazm kıyas, re'y, ta'lîl ve taklit konu-



İbn Hazm hakkında doğru sayılmaması



larındaki görüşlerini Mülahhaşu



gerekir. İbn Hazm'ın, aklî konularda kıyası



k:ıyâs ve'r-re'y



kabul ettiği halde şer'î konularda kabul



ve't-ta'lîladlı



etmemesi çelişkili görünse de bu husustaki temel iddiasını dinin tamamlandığı v e şeriatın beyanının hiç kimseye havale edilmeyip bu yetkinin sadece Allah'a v e elçisine ait olduğu anlayışına dayandırdığı düşünülünce bu çelişkinin bir yönüyle kalkacağı söylenebilir.



oe'l-istihsân



ibtâli'lue't-taklîd



eserinde özetlemiştir).



Kıyas v e ta'lîl konusundaki temel yaklaşımları üç usulcü örneğinde göstermek



5. Şer'u men kablenâ (İslâm öncesi ilâhî dinlerin hükümleri). Önceki şeriatlarla hüküm vermeyi ilke olarak câiz görmeyen, her peygambere ayrı ve bağımsız bir şeriat verildiğini söyleyen İbn Hazm, bununla birlikte önceki şeriatlarda bulunan bir hükümle müslümanların muhatap tutulmasını mümkün görmekte, fakat Zâhirîlik mantığı uyarınca bu durumu öncekilerin şeriatına uyma olarak değil Kur'an'a veya Peygamber'in emrine uyma olarak nitelendirmektedir. 6. Taklit. İbn Hazm el-İhkâm'ın



otuz



gerekirse bir uçta Kitap ve Sünnet nas-



altıncı bölümüne (VI, 59-182) "Taklidin



larmı yeterli görüp kıyasa asla gerek bu-



iptali" başlığını vermiş v e burada takli-



lunmadığını savunan İbn Hazm, karşı ku-



din haramlığı üzerinde durarak sahâbe



tupta çoğu olaylar hakkında nas bulun-



de dahil olmak üzere hiç kimsenin, özel-



madığını söyleyen İmâmü'l-Harameyn el-



likle de mezhep imamlarının taklit edile-



Kıyasın dinde yeri olmadığını göster-



Cüveynî (Zerkeşî, V, 546), bir diğer uçta



meye çalışmasının ardından Allah'ın hü-



meyeceği fikrini savunmuştur. Ona göre



da illetlerin değil maslahatların dikkate



küm koymasının bir illete dayandığı iddi-



taklit, Hz. Peygamber dışında birinin söy-



alınarak gerektiğinde nasların bile aşıla-



asını ele aldığı bölümde İbn Hazm (el-İh-



lediği sözü burhan olmaksızın kabul et-



bileceğini savunan Necmeddin et-Tûfî bu-



kâm, VIII, 76-132; ayrıca bk. et-Takrîb, s.



mek ve onun delili konusunda ikna olma-



lunmaktadır.



dan sözüne inanmak demektir. Allah'ın



169) ilke olarak Allah'ın hüküm koyarken illet, hikmet ve maslahat gözettiği şeklindeki anlayışlara karşı çıkar. İllet, sebep, alâmet v e maksat kavramları arasındaki farklılık üzerinde durarak bunların hiçbirinin şer'î hükümlerin illetini tesbit edip hükümleri bu illetlere bağlamayı yahut kıyasla hüküm vermeyi gerektirmeyeceğini savunur. İllet herhangi bir işi zorunlu olarak gerektiren özelliktir v e hiçbir zaman ma'lûlünden ayrılmaz. Buna g ö r e İbn Hazm, Allah'ın fiilleri ve hükümleri için illet göstermenin O'nun iradesini sınırlama veya reddetme sonucunu doğuracağından kaygı duymuştur. Allah ve Resulü'nün belirttikleri dışında Allah'ın fiilleri ve hükümleri için sebepten de söz edilmez. Allah'ın fiil v e hükümleri hususundaki maksat ise ortaya çıkan ve gerçekleşen reel durumdan başkası değildir. Allah'a v e Resulü'ne belirtmedikleri bir ta'lîli veya izin vermedikleri bir hükmü nisbet e t m e k t e n kaçınmak vâciptir (el-



3. Dclîlü'l-hitâb (zıt anlamdan sonuç çı-



emrettiği şey ise kesin burhan olup ona



karma). Bazı usulcüler şer'î bir hükmün



uymak taklit sayılmaz; taklit Allah'ın uy-



sıfat, sayı, zaman gibi kayıtlara bağlan-



mayı emretmediği birine uymak, Resûl-i



ması durumunda bunlar gerçekleşmeyin-



Ekrem dışındaki birinin sözünü -doğru-



ce karşıt hükmün geçerli olduğunu ileri



layan bir delil olmadığı halde- falan kişi



sürmüşlerse de İbn Hazm bu yaklaşımı



dedi diye benimsemektir.



yanlış bulmuştur. Ebü'l-Abbas İbn Süreye v e bazı Mâlikîler de aynı görüştedir. İbn Hazm, genel olarak diğer usulcülerin kıyas v e delîlü'l-hitâb hakkındaki görüşlerinin birbirini iptal ettiğini söyler. Delîlü'l-hitâb konusunu dile dahil etmeyi bir saptırma ve aldatmaca olarak gören İbn Hazm, bunu savunanları bütün hükümleri bir âyetten çıkarmaya kalkışmakla itham ederek ortaya koydukları gerekçeleri çür ü t m e y e çalışmakta v e çelişkilerine örnekler vermektedir. Bu konuda Zâhirîler'in büyüklerinden Ebü'l-Hasan Abdullah b. A h m e d el-Mugallis'i de tenkit etmektedir (el-İhkâm, VII, 19). 4. Sahâbî Sözü. İbn Hazm, Peygam-



İbn Hazm, Kur'an'da v e Sünnet'te sahâbenin övüldüğünü ve onlara saygı duymanın gerektiğini kabul etmekle birlikte sahâbenin vahye şahit olması sebebiyle vahyi daha iyi bildiği ve taklit edilmeye lâyık olduğu iddiasını kabul etmez (a.g.e., VI, 90). Hatta sahâbenin farklı görüşlerinden birinin alınmasını dinî konuların kişisel tercihlere bırakıldığı şeklinde yorumlar ve bunu İslâm'dan çıkma olarak değerlendirir. Yine Hulefâ-yi Râşidîn'in, Hz. Peygamber'in sünnetinin dışında sünnet koyabileceklerini mümkün görmeyi de küfür v e irtidad sayar. Dinî hükümlerin tamamı vâcipler, haramlar ve mubahlardan oluşur. Hulefâ-yi Râşidîn'e, Resûl-i



İhkâm, VIII, 99-109). Allah'ın fiil ve hüküm-



ber'in eşlerinin ve ashabının hepsinin



Ekrem'in sünnetinin dışında sünnet koy-



leri için mutlaka bir illet, hikmet ve mas-



cennetlik olduğunu (el-Muhallâ, i, 44), sa-



ma yetkisi tanımak, Hz. Peygamber za-



lahat arayanlar, "İnsanlar arasında hik-



hâbeye sevgi v e saygı göstermenin farz



manında helâl ve mubah olan bir şeyin



48



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM sahip olmayanların f e t -



şerîsî, I, 73, 148; İbn Rüşd, II, 52, 67, 102,



daha sonra haram kılınabileceği anlamı-



tilâfi'l-evsat'ma



na gelir. Müslümanın sahâbeye ittibâ ko-



va vermesinin helâl sayılmadığını belirten



nusundaki görevi onların ittifak v e icmâ



İbn Hazm bu anlayışı yanlış bulmakta, bir-



İbn Hazm'ın fıkhî meseleleri çok iyi bil-



ettiği şeylere uymaktan ibarettir. Nitekim



çok beldede fıkıhta öncülüğün artık ha-



diği, nakil konusunda Beyhaki ile karşı-



sahâbîler de taklidin terki üzerinde görüş



yırsız ve bilgisiz kişilere kaldığını, kendi-



laştırılacak kadar güvenilir olduğu hemen



birliğine varmışlar ve Hz. Peygamber'in



sinin de hiçbir dinî konuda fetva vermesi



herkesçe kabul edilmekte, hadis tashih-



sünnetine ittibâ hususunda icmâ etmiş-



câiz olmayan nice fâsık kişiler gördüğünü



leri ve tenkitleri büyük ölçüde dikkate



lerdir. Öte yandan sahâbîler re'y ile fetva



belirtmektedir (a.g.e., VI, 167).



alınmakta, özellikle Endülüs tarihi konu-



360).



vermişlerse de kendi re'yierinin hatalı ola-



D) Şcr'î Hükümlerin Dereceleri. Diğer



sunda eserleri ve rivayetleri t e m e l baş-



bileceğini söyleyerek başkalarını kendi



usulcülerin "mükellefiyete ilişkin hüküm-



vuru kaynağı olma özelliği taşımaktadır.



görüşlerini kabul ile yükümlü görmemiş-



ler" başlığı altında incelediği hususları İbn



Bunun yanında siyer, sahâbe âsârı ve ne-



lerdir.



Hazm "şer'î hükümlerin dereceleri" (me-



sep konularında da nakillerine değer ve-



İbn Hazm, taklidin butlânını ve dinde



râtibü'ş-şerîa) olarak adlandırmakta ve bu



rilmektedir. Fakat fıkhî görüşleri için ay-



yerinin olmadığını g ö s t e r m e sadedinde



hükümleri kısmen farklı bir şekilde tasnif



nı şeyi söylemek mümkün değildir. Ebû



birçok âyet zikretmiş (a.g.e., VI, 120), aksi-



etmektedir. İbn Hazm, her ne kadar bazı



Bekir İbnü'l-Arabî, İbn Hazm'ın nakildeki



ni ispatlamak üzere ileri sürülen hadis-



ifadelerinde söz konusu hükümleri Eş'a-



güvenilirliğini ve meselelere vukufunu ka-



lerden çoğunun uydurma olduğunu, sa-



rî usulcüleri gibi farz, mendup, mubah,



bul etmekle birlikte onu üzerinde çalıştığı



hih olanların ise saptırıldığını kanıtlama-



mekruh ve haram şeklinde beş kısma



konuları yeterince düşünce süzgecinden



ya çalışmıştır. Ona göre Hz. Peygamber'in



ayırmışsa da farz, mubah v e haram tas-



geçirmeyen kimseler kategorisine koya-



övgüsüne mazhar olan ilk üç nesilden hiç



nifini daha isabetli görmektedir. Çünkü



rak bunlardan görüşlerinin delili sorul-



kimse bir diğerini taklit etmemiş (a.g.e.,



Eş'arîler'in beşli taksimi esas itibariyle bu



duğunda şaşırıp kaldıklarını ve cevap ve-



IV, 198), taklitçilik dördüncü nesilden itiba-



üçlü taksimin açılımı mahiyetindedir. Bu-



remediklerini söylemektedir (el-'Avâşım,



ren başlamıştır. Bilhassa mezhep imam-



na göre şeriat farz, haram v e mubah ol-



11,67-68). İbn Hazm'ın fıkhî görüşleri mu-



larının ilmî yönden zayıf olan arkadaşları



mak üzere üç ana gruba ayrılan hüküm-



kayeseli hukuk kitaplarında yer almış, şâz



onları taklit etmişler, buna mukabil da-



lerden oluşur; mubah da mendup, mek-



diye nitelenen görüşleri bazan tasvip, ba-



ha güçlü olanlar imamlarına v e üstatla-



ruh ve mutlak olarak üç kısımdır. İbn



zan da tenkit edilmiştir (İbn Rüşd, 1,69).



rına muhalefet etmekten çekinmemiş-



Hazm'ın teklifi hükümlerle ilgili üçlü tasnifi felsefe ve mantıkta kullanılan vâcip,



Tenkitler daha çok metodolojik farklılık-



lerdir (a.g.e., VI, 142,146). Taklidin cevazını göstermek için öne sürülen, "Herkes fık-



mümkün (câiz) vemümteni şeklindeki üç-



hı Kur'an ve Sünnetten alabilecek dere-



lü ontolojik ve epistemolojik tasnifi hatır-



cede anlayış kapasitesine sahip değildir"



latmaktadır. Nitekim kendisi de



şeklindeki yaygın delili çürütmeye çalışan



rîb'üe,



(a.g.e., VI, 131 -132) İbn Hazm'ın avamdan



lâzım, mümkünün karşılığı helâl / mubah



bir kimsenin bile dinî bir mesele ile kar-



v e mümteniin karşılığı haram / mahzur-



şılaştığında gücü oranında ictihad etmesi



dur" diyerek bu paralelliğe işaret etmiş-



veya fetva istediği konuda Allah ve Resu-



tir. Mubah ve onun iki ucu olarak kabul



lü'nün sözünü bildirecek ölçüde ilmî yet-



ettiği mendup v e mekruh ise mümkü-



kiye sahip âlim bulması gerektiğini söy-



nün yakın m ü m k ü n , uzak m ü m k ü n v e



Eserleri. İbn Hazm, İslâm dünyasında



eşit mümkün şeklinde ayrımlanmasına



çok sayıda eser veren âlimler arasında



tekabül etmektedir (s. 86, 115).



önemli bir yer işgal e t m e k t e , oğlu Ebû



lemesi çekicidir (el-Muhallâ,



I, 66). Hata



eden müctehid isabet eden mukallitten



et-Tak-



"Vâcibin şeriattaki karşılığı farz /



tirme günahırıı işlemiş olur.



"Ruhsatları araştıran fâsıktır, bunda icmâ var" sözü diğer âlimlerin görüşleriyle çürütülmeye çalışılmıştır (Venşerîsî, VI, 382; XII, 29-31; bk. Şâtıbî, IV, 104). Kâdî İyâz, İbn Hazm'ın bir lafızda söylenen üç talâkla boşamanın gerçekleşmeyeceğine ilişkin görüşünü ağır bir dille eleştirmiştir (Mezâhibü'l-hükkâms.



281, 286).



Râfi' Fazl b. Ali babasının yazdığı, yakla-



üstündür; hata eden mukallit ise taklit günahı yanında bir de hataya kanaat ge-



lara dayanmaktadır. Meselâ İbn Hazm'ın,



Fıkhî Görüşleri. İbn Hazm, diğer fıkıh



şık 80.000 varak tutan 400 cilt kitabın



mezheplerinden bir hayli farklı bir meto-



kendisine kaldığını haber vermektedir



da ve bakış açısına sahip olması sebebiy-



(İbn Beşküvâl, II, 416). Bu eserlerden 150



Müslümanların şeriatla ilgilenme tarz-



le fıkhın hemen hemen her konusunda



kadarının adı kaynaklarda geçmektedir



ları üzerinde duran ve bunları tenkit eden



onlardan farklı görüş v e çözüm önerile-



(eserlerinin bir listesi için bk. Abdülha-



İbn Hazm (el-Faşl, II, 92-93) Endülüs âlim-



rine sahiptir. Bu tür görüşlerinin belli



lîm Uveys, s. 111-121; et-Takrib, neşrede-



lerinin taklit eğiliminden v e mezhep ta-



başlıları şöyledir: Bir lafızda ifade edilen



nin girişi, s. 6-15). Yetişkinlik dönemi En-



assubundan şöyle yakınır: "Endülüs âlim-



üç talâk hiçbir sonuç doğurmaz. Kasten



dülüs Emevîleri'nin iç çalkantılarına ve



leri ele aldıkları konularda delil aramakla



terkedilen namazın kazâsı olmaz. Cünü-



mülûkü't-tavâif dönemine rastlayan İbn



uğraşmazlar. Delil arayanlar ise Kur'an



bün Kur'an okumasında ve mushafa do-



Hazm, birçok kitabını vatanından ve aile-



v e Sünnet'i kendi imamlarının görüşleri-



kunmasında bir sakınca yoktur, çünkü ak-



sinden uzakta her an saldırıya uğrayıp öl-



ne arzederler; e ğ e r bu naslar imamları-



sini destekleyecek âyet, hadis veya başka



dürülme korkusu içerisinde yazdığını ifa-



nın görüşlerine uygun ise onunla amel



bir delil bulunmadığı gibi makbul bir gö-



de etmektedir (et-Taknb, s. 200-201). Baş-



ederler, aksi takdirde âyet ve hadisi bıra-



rüş de mevcut değildir (el-Muhallâ,



lıca eserleri şunlardır: A ) Fıkıh ve Usulü.



kır, imamlarının görüşlerine uyarlar" (el-



82); zina eden evli kişiye önce celde, ar-



1. el-Muhallâ*.



I, 78-



Zâhirî fıkhına dair en



117-118).. Endülüs'te



el-Mü-



dından recim cezası birlikte uygulanır.



önemli eser olup müellifin



veya el-Müstahrece'deki



me-



Temlik (boşama yetkisinin kadına verilme-



adlı kitabının şerhidir. İbn Hazm bu eseri



seleleri ezberleyenlerin fakih kabul edil-



si) câiz değildir (Tauku'l-hamâme, s. 177-



tamamlamadan v e f a t ettiği için kalan



diğini, hatta İbnü'l-Münzir'in



178; farklı diğer bazı görüşleri için bk. Ven-



kısmı (X, 401 'den XI. cildin sonuna kadar)



İhkâm,VI, devvene



Kitâbü'l-İh-



el-Mücellâ



49



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM oğlu Ebû Râfi' tarafından babasının el-



1379/1960; Beyrut 1969). 7.



Işâl adlı kitabından özetlenerek tamam-



İbn



lanmıştır. el-Hişâl



Zâhirî.



v e bunun şerhi olan



günümüze ulaşıp ulaşmadığı



el-îşâl"m



bilinmemektedir. el-Muhallâ,



ilk altı cil-



di Ahmed Muhammed Şâkir tarafından olmak üzere tahkik edilerek yayımlanmış (I-XI, Kahire 1347-1352), daha sonra bu neşrin ofset yanında başka baskıları da yapılmıştır. Muhammed Muntasır ei-Kettânî eserin alfabetik terimler indeksini hazırlamıştır (Mu'cemü ez-Zâhirî [Mu'cemü



fıkhi İbn Hazm



fıkhi'l-Muhallâ],



I-11.



Dımaşk 1966; Beyrut 1416/1996). Bu çalışma, Eşref b. Abdülmaksûd tarafından el-Muhalla



da g e ç e n hadisler ve İbn



Hazm'ın cerh ve ta'dîlde bulunduğu râvilerle ilgili olarak yapılan indekslerle birlikt e M e v s û ' a t ü takribi



fıkhi



İbn



Hazm



adıyla yayımlanmıştır (i-IIi, Ka-



ez-Zâhirî



hire 1412/1992). Ali Rızâ b. Abdullah b. Ali Rızâ da İbn Hazm'ın hadislerle ilgili değerlendirmelerini tenkit v e tashih ettiği el-Mücellâ



fî tahkiki



ehâdîşi'l-Muhal-



lâ adıyla bir çalışma yapmıştır (Dımaşk 1415/1995). 2. el-İhkâm*







uşûli'l-ah-



kâm. Zâhirî düşüncesi ve fıkıh usulüne dair oiup önce Ahmed Muhammed Şâkir tarafından sekiz cüz halinde neşredilmiş (Kahire 1345-1348/1926-1929; İhsan Abbas'ın önsözüyle ve iki ciltte sekiz cüz olarak, Beyrut 1980,1983), daha sonra Zekeriyyâ Ali Yûsuf bu neşre dayanarak eseri yeniden yayımlamıştır (I-U, Kahire 1970). 3. en-Nübzetü'l-kâfiye



fî uşûli



İbn Hazm'ın



mi'd-dîn.



Hazm



fî kavâ'idi



Manzûmetü uşûli'1-fıkhi'z-



M. İbrâhim el-Kettânî tarafın-



dan neşredilmiştir (MMMA, 1975], s. 145-151). 8.



XXI |Kahire



Uşûlü'l-fıkh(Dımaşk



1331).



Akil ve Abdülhalim Üveys tarafından müellifin Cümelmine't-târîhve câmfı



Rısâletü'l-



ile birlikte yayımlanmıştır.



C) Kelâm ve Felsefe. 1. el-Faşl* milel



ve'l-ehvâ3



ve'n-nihal.



fi'l-



Dinler v e



mezheplere dair olan eser önce Kahire'-



B) Tarih ve Biyografi. 1.



Cemheretü



En kapsamlı ensâb ki-



ensâbi'l-cArab.



taplarından biri olup bu konuda daha son-



de basılmış (İ-V, 1317-1321, kenarında Şehristânî'nin el-Milel



ue'n-nihal'i



olarak),



daha sonra M. İbrâhim Nasr v e Abdur-



ra yazılan e s e r l e r e kaynaklık etmiştir.



rahman Umeyre tarafından yayımlanmış-



Araplar'ın Adnân, Kahtân v e Huzâa kol-



tır (I-V, Cidde 1402/1982; Beyrut 1985). 2.



larının kendi zamanına kadar gelen ne-



et-Takrîb



sep silsilesine yer veren müellif, kişilerin



hal ileyhi



li-haddi'l-mantık



ilmî seviyeleri konusunda ilginç değerlen-



emşileti'l-fıkhiyye.



ve'l-med-



bi'l-elfâzi'l-câmmiyye



ve'l-



Aristo'nun mantı-



dirmeler yaparak birçoğunun ilmî ve ida-



ğa dair eserlerinin açıklaması mahiye-



rî görevlerine de işaret etmiştir. Ayrıca



tinde olup mantık ilminin önemini gös-



tarihî, siyasî ve edebî bilgilerin de yer al-



t e r m e k , mantık ve f e l s e f e hakkındaki



dığı eser Levi-Provençal (Kahire 1948) ve



yanlış değerlendirmeleri gidermek ama-



Abdüsselâm Muhammed Hârûn (Kahire



cıyla kaleme alınmıştır. İhsan Abbas'ın



1962, 1977) tarafından neşredilmiştir. 2.



neşrettiği eser (Beyrut 1959, 1983, Resâ'i-



İbn İshak'tan nakiller-



lü İbn Hazm içinde) Ali Müderris Mûse-



de bulunduğu muhtasar bir siyer kitabı



vî-i Bihbehânî tarafından Farsça'ya ter-



Cevâmi'u's-sîre.



olup İhsan Abbas ve Nâsırüddin el-Esed



cüme edilmiştir (Mantık-ı İbn-i



tarafından müellifin beş risâiesiyle birlik-



Endelüsî, Tahran 1373 hş.). 3.



t e (aş. bk.) Cevâmfu's-sîıe



tü'n-nüfûs*



resâ'ile



ve



hamsü



uhrâ adıyla yayımlanmış (Kahi-



zühd



Hazm-ı Müdâvâ-



ve tehzîbü'l-ahlâk



fi'r-rezâ'il.



el-Ahlâk



ve'zve's-siyer



re 1955, 1956,1959), daha sonra müstakil



adıyla da bilinen eserin birçok neşri yapıl-



baskısı da yapılmıştır (Kahire 1982; Bey-



mıştır (nşr. Mustafa el-Kabbânî, Dımaşk



Ve-



1323/1905; Kahire 1333/1914; nşr. Ömer



dâ hutbesinin açıklaması mahiyetinde



el-Mahmesânî, Kahire 1325; nşr. Muham-



olan bu eseri Memdûh Hakki neşretmiş-



med Edhem, Kahire 1329/1911; nşr. Ali el-



rut 1403/1983). 3. Haccetü'l-vedâc.



tir (Dımaşk 1956). 4. Hulâsa







uşûli'l-



Ebû Abdurrahman b.



İslâm ve târîhihî.



Hattâb, İskenderiye 1330; nşr. İhsan Abbas, Resâ'ilü İbn Hazm el-Endelüsî



için-



ahkâ-



el-Ihkâm'dan



sonra kaleme aldığı muhtasar bir fıkıh usulü kitabıdır, Zâhid Kevserî'nin bez fî uşûli'l-fıkhi'z-Zâhirî(Kahire



en-Nü1940),



Ahmed Hicâzî es-Sekkâ'nın en-Nübez uşûli'l-fıkh







ibn Hazm'ın el-üşûl ve'l-fürû'



adlı eserinden iki sayfa (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2704, vr. 1", 2")



(Kahire 1981) adıyla neşret-



tiği eser Ebû Mus'ab Muhammed Saîd elBedrî tarafından yukarıda kaydedilen adla yeniden yayımlanmıştır (Kahire 1412/ 1991). 4. Merâtibü'l-icmâÖzerinde



ic-



mâ gerçekleşen konuları fıkıh babiarına



',



I



İP i Uol-Üyj '



V*»



•uttSji flüst ıy^As^ik



göre derleyen bu kitabın çeşitli baskıları



n



t & Â



-



-







-



yapılmıştır (İbn Teymiyye'nin Nakdil Mekjiipü



râtibi'l-icmâc\ ile birlikte, Kahire 1357/1938; Beyrut 1978, 1402/1982). 5.



1



y ^



t



es-Siyâse.



Bazı bölümleri M. İbrâhim el-Kettânî tarafından M e c e l l e t ü Machedi el-Hasan



•JN-Vİ



Mevlây



(sy. 5 (Tıtvân 1960], s. 94-107)yayımlanan eseri Ali Sâmî en-Neşşâr, İbnü'l-Ezrak el-



^ 055



Gırnâtî'nin Bedâ'fu's-silk



m



mülk'ü



1 > \J, y ^ U J İ y i ' ü j i j i r j : ^ -







tabâYi'l-



« s — J



H(.yji CjiJ _



ile birlikte neşretmiştir (Bağdad



1978). 6. Mülahhaşu kıyâs ve'r-re^y ve't-taclîl



•fil



li'l-ebhâşi'l-Mağribiyye'öe



(telhîşu)



ve'l-istihsân



ibtâli'l-



ZİP"



"



.



ve't-taklîd



(nşr. Saîd el-Efgânî, Dımaşk



50



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM de, Kahire 1954; Beyrut 1401/1980; nşr. Na-



sâleteyn



da Tomiche, Beyrut 1961 |Fr. tercümesiyle];



et-Telhîş



ta'nîfin,



den biri olan İbn Hazm üzerine Doğu'da



cale'l-



v e Batı'da birçok ilmî araştırma v e t e z



el-Ende-



çalışması yapılmış, birçok eser ve maka-



nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1980-



le kaleme alınmış olup bunların başlıcala-



sü'ile



fîhimâ



sü'âlü



li-vücühi't-tahlîş,



nşr. Abdurrahman Muhammed Osman,



Kindî.



Medine 1390/1970; nşr. Tâhir Ahmed Mek-



lüsî(\-W,



kî, Kahire 1401/1981, 1412/1992; nşr. Eva



1983, 1987): I: Tavku'l-hamâme,



Riad, Uppsala 1980; nşr. Âdil Ebü'l-Muâ-



vâtü'n-nüfüs,



tî, Kahire 1408/1988). 4. el-Uşûl



rifetü'n-nefs



ve'l-fü-



4. Resâ'ilü



er-Red



İbn Hazm



MüdâMa c -



el-Gmûnü'1-mülhî, bi-ğayrihâ



ve cehlühâ



bi-



rûc. Çeşitli kelâm konularına yer verilen



zâtihâ;



II: Naktü'l-'arûs



eseri M. Âtıf el-Irâkı, Süheyr FazluIIah ve



hulefâ3



(ayrıca nşr. C. F. Seybold, Revista







tevârîhi'l-



rı şunlardır: Asin Palacios, Aben



hazem



de Cordoba



de las



y su histoire



(I-V, Madrid 1927-1932);



ideas religiosas



Muhammed Uceyme, İbn Hazm



İbrâhim Hilâl uzun bir mukaddime ile bir-



del Centro de Estudios Histoncos de Gra-



Polemiques



nada' da. Granada 1911; nşr. Şevki Dayf,



sur les principes



ra Beyrut'ta yeni bir baskısı yapılmıştır



Mecelletü



(1404/1984).



hire 1951], s! 41-90),



D) Edebiyat. 1. Tavku'l-hamâme



fi'l-



Aşk ve âşıklar konusun-



ülfeti ve'l-üllâf.



fâ3 (ayrıca nşr. Selâhaddin el-Müneccid, XXXIV/2 11378/1959], s. 291-



MMİADm.,



da nazım ve nesir karışımı bir eser olup



299; Beyrut 1980), Cümelü



birçok defa basılmıştır (nşr. D. K. Petrof,



lâm, Esmâ'ü'l-hulefâ3



Leiden 1914; nşr. L. Bercher, Cezayir 1949;



rü müdedihim,



nşr. Hasan Kâmil es-Sayrafî, Kahire 1950;



ru ricâlihâ;



nşr. Tâhir A h m e d Mekkî, Kahire 1 395/



rîle el-Yehüdî,



1975, 1405/1985; nşr. Nasr Ferîd Muham-



er-Red



îmân,



rut 1401/1980; nşr. FârukSa'd, Beyrut 1992;



kale inne



birçok dile tercüme edilen eseri Mahmut



zebetün



Kanık Türkçe'ye çevirmiştir: Güvercin



bü'l-culüm, er-Red



ru elfâzin



sy. 9 [Tunus



1972], s. 151-176).



ecâbe



el-Beyân ervâhe



can



men



ibtâlühü, Tefsî-



İbn Hazm'ın ayrı basılan diğer bazı rifi'l-mufâda-



(nşr. Saîd el-Efgânî, Risâle



(Kahire 1301,



min tefsiri İbn 'Abbâs'm



ke-



sîre ile (yk. bk.) birlikte basılan risâleler:



rü'l-mikbâs



Risâle



Esmâ*ü'ş-şahâbeti'r-



narında, Kahire 1316, 1380/1960; Tefsirü'l-



vâhidin



mine'l-



Celâleyn'in kenarında, Bulak 1280; Kahire



(ayrıca nşr. Mes'ad Abdülhamîd



1374/1954; nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1981;



es-Sa'dânî, Bulak 1990; nşr. Seyyid Kisre-



nşr. Abdülgaffâr Süleyman Bündârî, Bey-



Tesmiyetü



men ruviyecanhümü'l-fütyâ



mine'ş-



şahâbe ve men ba'dehüm, tûhi'l-İslâm hulefâ3



v e zikri



İbn Hazm



brary'de |Marsh, nr. 342] bulunan yazma



Esmâ'ü'l-



nüshası M. Sagir Hasan el-Ma'sûmî. tara-



müdedihim.



fından önce tanıtılarak bir özeti verilmiş



(nşr.



el-Endelüsî



İhsan Abbas, Kahire 1954, 1956): 'ale'l-hâtif



min bu'd, el-Beyân



kikati'l-İslâm, necât



et-Tevkif



culûm,



tü'n-nüfûs. rîle



ve resâ'ilü calâ



Risâletân



yayımlanmıştır [MMİADm.,



1979);



İbni'n-Nağuhrâ



li'bn



(nşr. Ebû



Abdurrahman b. Akil v.dğr., Riyad 1399/ zü'ayn



Müdâvâ-



Journal,



LXIV/1, 1409/



1989, s. 3 vd.|); Risâletü'l-elvân



bi-ğay-



(nşr. İhsan Abbas, Kahire 1380/



1960): er-Red Yehüdî,



calâ



[Sınd Uniuersity Arts Research



II, Hyderebad 1962, s. 1-13], daha sonra



Elemü'l-mevt



bi-zâtihâ,



3. er-Red



el-Yehüdî



Hazm



şâriH'n-



Ma'rifetü'n-nefs



rihâ ve cehlühâ



ha-



Merâtibü'l-



el-Ğmâ'ü'l-mülhî,



ve ibtâlühü,



er-Red can



calâ



bi-ihtişâri't-tarîk,



fi'r-



(Bodleian Li-



cale'l-ahvâli'l-fâside



fü-



Cümelü



bcfde Resülillâh,



ve'l-vülât



2. Resâ'llü



rut 1406/1986); er-Risâletü'1-bâhire red



Cüz 3







fi'ş-Şahîhayn



zikri'l-hadîşeyni'l-mev(Ebû Abdurrah-



man b. Akil ez-Zâhirî tarafından Nakzu haveredâ fi'ş-Şahîhayn



adıyla ya-



yımlanmıştır. Âlemü'l-kütüb,



IV/4 [Riyad



dişeyn



lah Zâyed, İbn Hazm



el-Yûsuf, İbn Hazm



uşûiiyyen(dokto-



el-Endelüsî



hayâ-



(yüksek lisans tezi,



tühü-felsefetühû



Endelüsî



ve cühüdühü



rîhî ve'l-hadarî



1981], s. 592-595).



İbni'n-Nağrîle



el-



Literatür. İslâm dünyasının fikir ve ilim



ecâbe fîhimâ



'an ri-



alanında yetiştirdiği önemli şahsiyetler-



el-



fi'l-bahşi't-tâ-



(Kahire 1399/1979); Tâ-



hir Ahmed Mekkî, Dirâsât ve kitâbihî



mualar halinde basılmıştır. 1.



vî Hasan, Beyrut 1412/1992),



Al-Ga-



1397/1977, Câmiatü'l-Kiddîs Yûsuf [Bey-



1303; Fîrûzâbâdî'ye nisbet edilen Tenuî-



ve mâli-külli



ibn Hazm,



(Roma 1971); Abdul-



zâli, ibn Taimiyya



rut]), Abdülhalîm Uveys, İbn Hazm



Dımaşk 1940; Beyrut 1389/1969);



'aded



la



theologiens-



Merâti-



fi'n-nâsih



rüvât



chez les



mucaz-



müstakil olarak, diğerleri de çeşitli mec-



fi'l-kırâ'ât,



(Beyrut



şerîa ve'l-kânûn); İsmâil Mustafa İsmâil



beyne'l-mütekellimîn



ve'1-mensüh



risâletühü



1969); R. Brunschvig, Pour ou contre de l'Islam:



fi'l-uşûl.



le beyne'ş-şahâbe



ve



beyne'ş-şahâbe



juristes



larla ilgili otuza yakın risâlesinden birkaçı Cevâmfu's-



el-Endelüsî



li-vücü-



IV:



sâleleri de şunlardır: Risâle



E) Risâleler. İbn Hazm'ın çeşitli konu-



İbn Hazm fi'l-müfâdale



ratezi, 1974, Câmiatü'l-Ezherkülliyyetü'ş-



el-Feylesûf,



tecrî



Nazariyye-



et-Tevkıf



ehli'ş-şekâ3



Cale'l-Kindî



Bağı



"inde İbn Hazm (Dımaşk 1963),



tü'l-luğa



ve zik-



Risâle fî hükmi



ve



et



musulmane



(Alger 1963); Saîd el-Efgânî,



grecgue



fîhimâ,



İbn Hazm de la loi



logique



hakıkati'l-



Elemü'l-mevt



entre



ve zik-



İbni'n-Nağ-



ilâ yevmi'd-dîn;



danlığı, İstanbul 1985, 1995, 1996, 1997).



liyyâti'l-Câmicati't-Tünisiyye,



Risâletân



el-İmâme,



2. Dîvânü



Hau-



calâ



et-Telhîş



san Abbas,Resâ'ilü İbn Hazm içinde, Bey-



med el-Hâdî et-Trablusî, Mecelletü



Fazlü'l-Endelüs



III: er-Red



şârfi'n-necât,



calâ



hi't-tahliş,



(nşr. Muham-



ve'l-vülât



min bu'd,



el-Kâsımî, Tunus 1401/1980, 1988; nşr İh-



şicri İbn Hazm



fütûhi'l-İs-



cale'l-hâtif



med v.dğr., Kahire 1976; nşr. Selâhaddin



Ger-



XIlI/2 [Ka-



Ümmehâtü'l-hule-



el-En-



delüsî (Tunus 1956); Abdel Magid Turkî,



likte neşretmiş (Kahire 1978), daha son-



Külliyyeti'l-âdâb,



critica



can



İbn



Hazm (Kahire



Tavkı'l-hamâme



1396/1976, 1397/1977, 1401/1981); İbrâhim Muhammed İbrâhim Harîbe, İbn ve'l-kıymetü'l-Hlmiyye Yehüdiyye



Hazm



li-nakdihî



el-



(1982, Câ-



ve'n-Naşrâniyye



miatü'l-Ezher Külliyyetüusûli'd-dîn); M. Tâhâ el-Hâcirî, İbn Hazm süretün lüsiyye



Ende-



(Kahire 1948; Beyrut 1982); Ebû



Abdurrahman b. Akil ez-Zâhirî, İbn hilâle



elti



c âm



mûd Ali Himâye, Tahkıku lel ve'l-ehvâ'i



Hazm



(I-II, Beyrut 1983); Mahve'n-nihal



Kitâbi'l-Mi(doktora tezi,



Câmiatü'l-Ezher Külliyyetü usûlü'd-dîn); v e İbn



Hazm



İbn Hazm



ve menhecühû







dirâ-



(Kahire 1983); Sâlim Yefût,



seti'l-edyân



ve'l-fikrü'l-felsefî



bi'l-Mağ-



(Dârülbeyzâ 1986); İb-



rib ve'l-Endelüs



râhim b. M u h a m m e d es-Subeyhî, Nakdü İbn



Hazm



li'r-ruvât



ti'l-Muhallâ



(doktora tezi, 1406, Câmiatü'l İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye [Riyad]); A h m e d b. Nâsır el-Hamed, İbn ve mevkıfühû



Hazm (Riyad



mine'l-ilâhiyyât



1406); Nurshif Abd al-Rahim Mustafa Rif a t , ibn Hazm



on Jews and



Judaism



(doktora tezi, 1988, University of Exeter); Ömer b. Mahmûd Ebû Ömer-Hasan Mahmûd Ebû Heniyye, Tecrîdü vât ellezîne cerhan



tekelleme



ve ta'dîlen



esmâ'i'r-ru-



fîhim İbn



Hazm



(Zerkâ 1988); Hasan



51



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM Zikrî Hasan, Hadîşü'l-hub rîve



beyne'l-Huş-



(Kahire 1409/1988); Ali



İbn Hazm



Hasan Abdülhamîd el-Eserî, tashihi rivâyeti'l-Buhârî rîmi'l-mecâzif



li-hadîşi



ve'r-red



mi'l-muhâlif



ve



el-Kâşiffî



calâ



tah-



İbn



Haz-



'İber, II, 306; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz,



III, 1129-



1130; M u h a m m e d b. A h m e d et-Tilimsânî,



Mif-



(nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Bey-



tâhu'l-vüşûl



rut 1403/1983, s. 117; İbn Kesîr, el-Bidâye, 9 1 - 9 2 ; Şâtıbî, el-Muuâfakât, keşî, el-Bahrü'l-muhît



XII,



1, 68; IV, 104; Zer-



(nşr. Ömer Süleyman el-



Kur'an v e Sünnet'in yanı sıra mantık v e f e l s e f e de bilmediklerinden itikadî esasları kanıtlama ve savunmada yetersiz kalmışlar, ayrıca duyular ötesini duyulur âlemle mukayeseye dayanan bir akıl yü-



mukallidihi'l-mücâzif



Eşkâr - Abdüssettâr Ebû Gudde), Küveyt 1988,



rütme tarzını benimsedikleri için yöntem



(Demmâm 1410); İbrahim Gürbüzer, İbn



III, 13; IV, 31, 1 2 9 - 1 3 0 , 4 1 1 , 529; V, 546; VI, 42,



açısından da hatalı davranmışlardır. Hal-



Hazm'a



212-213, 280, 292, 297; İbn Ferhûn,



buki İslâm dininin kesin kanıtlara başvu-



Göre Dinler



ve İnanç



Sistem-



leri (doktora tezi, 1990, AÜ İlâhiyat Fakültesi); Fâruk Abdülmu'tî, İbn Hazm



ez-



(Beyrut 1992); Hâmid A h m e d



Zâhirî



ed-Debbâs, Felsefetü'l-hub Hazm



'inde



İbn



(Amman 1993); Ah-



el-Endelüsî



m e t Demirci, İbn



Hazm



ve



Zâhirîlik



(Kayseri 1996); Nasr M u h a m m e d Nasr, İbn Hazm



el-Endelüsî



müfekkiren



ve



(doktora tezi, Câmiatü'l-Kâhire,



nâkiden



148; II, 251; VI, 382; XII, 29-31; Makkarî, NefII, 67-68, 77-85, 88, 519, 648; III, 66;



hu't-tîb,



R. Arnaldez, Crammaire Hazm



et theologie



Paris 1956; a.mlf.,



de Cordoue,



m e d Hassân, İbn Hazm el-Endelüst,



on Jewish



and Christian



Scrip-



el-Endelüsî



(Kahi-



ve İsbînüzâ



Taukı'l-hamâme,



I. Goldziher, Zâhiriler



(trc. Cihad Tunç), Ankara



1982, tür.yer.; M u h a m m e d Süleyman Dâvûd,



felsefı



bi'l-Mağrib



İskenderiye 1984,



ue'l-Endelüs,



İslâmî, İskenderi-



a.mlf., Kadâyâ



dâyâ şekâfıyye min



Islâmî,



duğundan mantık v e felsefe bilgisini İslâm âlimleri için vazgeçilmez bir şart ola-



İbn Hazm, el-İhkâm



(nşr. Ahmed Muhammed Şâ-



kir), Beyrut 1983, I-VIII, tür.yer.; a.mlf., haşu ibtâli'l-kıyâs(nşr.



Mülah-



Saîd el-Efgânî), Dımaşk



1379/1960; a.mlf., en-Nâsih



oe'l-mensûh(nşr.



Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî), Beyrut 1406/ 1986; a.mlf., et-Takrlb



(nşr.



li-haddi'l-mantık



İhsan A b b a s ) , Beyrut 1959, tür.yer.; a.mlf., elFaşl, 1-V; a.mlf., Tauku'l-hamâme(nşt.



Tâhir Ah-



m e d Mekkî), Kahire 1405/1985, tür.yer.; a.mlf., I-XI; a.mlf., Merâtibü'l-lcmâ',



Bey-



rut 1402/1982, tür.yer.; a.mlf., el-üşûl



oe'l-fü-



rû', Beyrut 1404/1984, tür.yer.; a.mlf.,



en-Müb-



el-Muhallâ,



Ebû Mus'ab M u h a m m e d Saîd



zetü'l-kâfıye(nşr.



el-Bedrî), Kahire 1412/1991, s. 38, 39, 41, 50; Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, Endelüsî, Tabakâtü'l-ümem,



XVII, 280; Sâid elBeyrut 1912, s.



7 5 - 7 7 ; Humeydî, Cezuetü'l-muktebis



(nşr. Mu-



h a m m e d Tâvît et-Tancî), Kahire 1386/1966, s. 49, 1 7 7 - 1 7 9 , 3 0 8 - 3 1 0 , 3 4 8 - 3 4 9 ; Gazzâlî, Müstaşfâ,



rak kabul eden İbn Hazm, mantıkta Aristocu bir çizgide yer almakla birlikte bu



uşûli'ş-



İbn Hazm



ve'l-Bâcî



1406/1986;



el-



I, 1 4 5 - 1 4 6 , 368; II, 2 1 2 ; Ebû Bekir



Mezâhibü'l-hükkâm



miş, eksik bir istidlâl olduğu gerekçesiyle "istikrâ"nın kesin bilgi ifade etmeyece-



min



el-Kebîr,



Beyrut 1987; Aidit



in Islamic



Economic



(ed.



Thought



A b u l h a s a n M. S a d e q - A i d i t G h a z a l i ) , Kuala



Hazm'a g ö r e hakkında hüküm verilen



Sind



küllînin kapsadığı bütün cüzileri gözlem



II, H y d e r e b a d



yapmak suretiyle incelendikçe istikrâ ile



1962, s. 1 - 1 3 ; Nâsır e l - K e t t â n î , " İ b n H a z m el-



varılacak sonuç bilgi değil bilgisizliktir



ünioersity



Research



Journal,



îsbânî evi'l-Fârisî v e t e ş e y y u t r h û li-Benî Ü m e y y e " , el-Lisânü'l-'Arabî,



sy. 4, Rabat 1966, s. 76-



(Sâlim Yefût,s. 204-226). İbn Hazm felse-



81; Qasım al-Samarrai, " N e w R e m a r k s o n the



f e yapmanın amacını, "hakikat ile erde-



Text o f ibn H a z m ' s T a w q a l - H a m a m a " ,



Arabi-



min mahiyetini öğrendikten sonra nefsi



ca, XXX/1, Leiden 1983, s. 57-58; Fadel I. Ab-



bu doğrultuda ıslah edip dünya v e âhiret



dullah, " N o t e s o n ibn H a z m ' s Rejection of A n a -



mutluluğuna erişmek" şeklinde açıkla-



l o g y Qıyâs in Matters of Religious L a w " ,



Ame-



rican Journal



11/2,



of Islamic



Social



Sciences,



N e w York 1985, s. 2 0 7 - 2 2 4 ; M u h a m m a d Abu



mış v e böylece f e l s e f e ile dinin aynı noktada birleştiğini söylemiştir; ona göre din



Laila, " A n Introduction to the Life and W o r k of



âlimleriyle filozofların görüşlerini muka-



i b n H a z m " , /Q,XXIX/2-3(1985), s. 75-100, 165-



yese etmek bizi böyle bir sonuca götürür



171; Edîb Nâyif Ziyâb, " e l - M e n h e c



cinde



Hazm ve mevkıfühû mine'l-kıyâs",



İbn



(el-Faşl, I, 171; II, 237). Şöyle ki; Felsefe



Dirâsât,



burhana dayanır, din ise vahye dayan-



XIV/7, A m m a n 1987, s. 9 9 - 1 1 6 ; C. Van A r e n donk, "İbn H a z m " , İA, V/2, s. 748-753; Şerefeddin Horasânî, " İ b n H a z m " , DMBl,



III, 345-356.



makla birlikte bütün iddialarını kesin aklî delillerle kanıtlamaya çalışır ve getirdiği delillerin tartışılmasını ister. Bu sebep-



H



H . YUNUS APAYDIN



le din felsefenin delillerini de ihtiva eder v e bütün f e l s e f î burhanlar özlü olarak Kur'an ve Sünnet'te yer alır (a.g.e., II, 238,



(Bârûdî), V, 694; İbn Beşkü-



İtikadî Görüşleri. Eserlerinde kendini



240). Bu husus, din âlimlerinin mantık



Kahire 1966, II, 4 1 5 - 4 1 7 ; İbn Rüşd,



Sünnî olarak tanıtan, Ehl-i sünnet'i de



v e f e l s e f e disiplinleriyle meşgul olmala-



Bidâyetü'l-müctehid,



I-II, tür.yer.; Dabbî, s. 4 1 5 - 4 1 8 ; Yâküt,



yetü'l-mültemis, mü'l-ûdebâ',



yapan bir İslâm düşünürü olmuştur. İbn



sumi, " i b n H a z m ' s R i s a l a h a l - B â h i r a h " ,



M u h a m m e d b. Şerîfe), Beyrut 1990, s. 281, 286; Sem'anî, el-Ensâb vâl, eş-Şıla,



ğine dikkat çekmiştir. 0, bu yönüyle orijinal sayılabilecek bir mantık denemesi



Lumpur 1992, s. 66-73; M. Saghir Hasan al-Ma-



(nşr.



fi neuâzili'l-ahkâm



seçmiş, yer yer Aristo'ya muhalefet et-



Beyrut 1409/1988, s. 1 9 5 - 2 1 1 ; Ö m e r



şekâfiyye



İbnü'l-Arabî, e;-'/\uâş!m(Tâlibî), II, 6 7 - 6 8 , 107, 3 3 6 , 3 3 9 , 3 4 1 , 3 4 9 - 3 5 1 , 3 6 3 - 3 6 4 ; Kâdî İyâz,



ilmin konularını işlerken dinî örnekler



târthi'l-ğarbi'l-



Readings



Buhâri. " İ ' t i ş â m " , 10; İbn M â c e , " F i t e n " , 8;



ayırt edilmesi gibi konularda gerekli ol-



Dârülbeyzâ



Ghazali, " E c o n o m i c T h o u g h t o f i b n H a z m " ,



BİBLİYOGRAFYA :



şılması, muhaliflerin reddi, hak ile bâtılın



A m m a n 1993, s. 223beyne



Ferruh, İbn Hazm



Beyrut 1409/1988, s. 195-211).



en-Neşâ'ihu'l-mün-



Meosû'a-



(trc. Abdüssabûr Şahin), B e y r u t



ye 1984, s. 233-253;AbdüImecîdTürkî,Katârihi'l-ğarbi'l-lslâmî,



Esmâ'ü'İlâhi'1-hüsnâ,



oe'l-fıkrü'l-



2 4 1 ; A b d ü l m e c î d Türkî, Mûnâzarâtfî şerfati'l-İslâmiyye



ve'l-fürûc,



lah'ın varlığı, dinî hükümlerin kendi delil-



tü'l-hadâreti'l-İslâmiyye,



tecribiyyün



idi konu edinen



lerinden çıkarılması, ilâhî kelâmın anla-



değerlendirme için bk. Muhammed Süleymenhecün



el-Faşl



İbn Hazm



1986; a.mlf., " İ b n H a z m el-Endelüsî",



Nazariyyetü'l-kıyâsi'l-uşûlî:



ve



Kahire 1401/1981;



re, ts.; İbn Hazm'ın kıyas anlayışına dair man Dâvûd,



et-Takrîb li-hudûdi'l-mantık



gibi eserler telif ettiği gibi doğrudan aka-



ciye adlı eserleri de kaleme almıştır. Al-



Kahire 1399/



s. 233-254; Sâlim Yefût, İbn Hazm



Hazm



Hazm, itikadî konuların doğru olarak anlaşılmasına zemin hazırlamak amacıyla



Hazm, Kahire, ts. (Dârü'l-fikri'l-Arabî); Abdülha-



Nazariyyetü'l-kıyâsi'l-uşûlt,



İbn



rekir (a.e., II, 365; el-Uşûl, s. 71, 73). İbn



lîm Uveys, İbn Hazm el-Endelüsi,



kâî, Menhecü



beyne



rularak doğrulanması ve savunulması ge-



el-Uşûl



tures (Atlanta 1998); M. Abdullah eş-Şernakdi'n-naş



"ibn



Kahire, ts.



ue kitâbihî



Hazm



İbn



(Dârü'l-fikri'l-Arabî); M u h a m m e d Ebû Zehre, İbn



1979; Tâhir A h m e d Mekkî, Dirâsât'an



ibn



chez



H a z m " , e 2 ( İ n g . ) , III, 7 9 0 - 7 9 9 ; Hassân Muham-



Külliyyetü usûli'd-dîn); Theodore Pulcini, Discourse:



el-Ml'yâ-



Beyrut 1401-1403/1981-83,1, 73,



rü'l-mu'rib,



Exegesis



as Polemical



ed-Dîbâ-



I, 3 8 0 - 3 8 1 ; Venşerîsî,



cü'l-müzheb,



Buğ:



Mu'ce-



XII, 237; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,



XII,



"ashabın izinden gidenler" diye tanımla-



rını zorunlu kılar. Akıl dinin bildirdiği bü-



yan ibn Hazm (el-Faşl, 1, 201; II, 232, 271),



tün gerçekleri tek başına bilemeyeceğin-



min



İslâm âleminde genellikle benimsenen



den dinî buyrukların tamamı vahiyle be-



(nşr. A h m e d e l - K ü v e y t î ) , A m m a n



itikadî görüşleri ayrıntılı biçimde incele-



lirlenmiş ve din tamamlanmıştır (Sâlim



1409/1989, s. 76-100, 196-198, 207; Zehebî,



yip eleştiren önemli bir âlim olarak kabul



Yefût, s. 116). İbn Hazm f e l s e f e , mantık



1 8 4 - 2 1 3 ; a.mlf., el-



edilir. Onun iddiasına g ö r e kelâmcılar.



1 4 5 ; Ebû Ş â m e el-Makdisî, el-Muhakkak Hlmi'l-uşûl



A'lâmü'n-nübelâXVIII,



52



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM v e kelâm kültürünün kendisine kazandır-



belli bir tabiat üzere yaratıldığı açıkça ifa-



dığı tahlil gücünü kullanarak Yahudilik,



de edilmiştir (el-CIşûl, s. 21, 26; el-Faşl,



dır ve sadece bu âlemde geçerlidir. Bu istidlâl tarzını bahane edip ilmi olma-



Hıristiyanlık v e diğer dinleri mukayeseli



V, 116-117). Dünya, güneş ve yıldızlar yu-



yan âlim, iradesi olmayan mürid, gücü ol-



bir şekilde eleştirmek suretiyle dinler ta-



varlak olup uzay boşluğunda hareket et-



mayan kadîrden söz etmeyi gayri mâkul



rihine önemli katkılarda bulunmuştur.



mektedir, önemsenecek İslâm âlimleri



saymak hiçbir zaman tutarlı değildir. Eğer



Özellikle dinlerin mukayesesinde kullan-



bu görüştedir (el-üşûl,



"kıyâsü'l-gâib ale'ş-şâhid" yöntemi doğru



dığı m e t o t başarılı görülmüştür. İbn



241, 244).



Hazm'ın kelâmî görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür:



s. 74; el-Faşl, U,



Ulûhiyyet. Allah'ın varlığı hudûs ve it-



olsaydı bu âlemde gözü olmayanın görmesini, kulağı olmayanın işitmesini, bey-



kân (nizam) delilleriyle kanıtlanabilir. İs-



ni olmayanın bilmesini de mâkul kabul



Bilgi duyu verilerine, apaçık aklî ilkele-



ter cevher ister araz olsun kâinattaki bü-



e t m e k gerekirdi; halbuki bunun imkân-



re veya bunlara dayanan kesin kanıtlara



tün varlıklar sonludur, bu husus gözlem-



sız olduğu ve ayrıca bu organların Allah'a



bağlı olarak bir şeye olduğu gibi (aslî hüvi-



le sabittir. Her biri sonlu olan varlıklardan



atfedilemeyeceği apaçıktır. Aslında zât-ı



yetiyle) inanmaktır. Bir varlık v e olay hak-



meydana gelen kâinatın tamamı da son-



ilâhiyyeye sıfat isnat etmek tam anlamıy-



kında beslenen inanç sözü edilen kanıt-



lu olur. Ayrıca bilfiil mevcut olan her var-



la bir şirktir, çünkü bu durumda onun un-



lara dayanırsa doğru bilgi olur, eğer ka-



lığın sayılabilmesi ve belli özelliklere sa-



surlardan meydana gelmesi gerekir, bu



nıttan yoksun olursa bilgi sayılmaz. Bun-



hip bulunması da kâinatın sonlu olduğu-



ise tevhide aykırıdır. Allah kendisini vasıf-



dan dolayı her bilgi aynı z a m a n d a bir



nu gösterir. Sonlu varlıklar ise kadîm de-



lamadığı kıdem, bekâ gibi sıfatlarla da



inançtır, f a k a t her inanç bilgi değildir.



ğil hâdistir. Kur'an'da da her şeyin sonlu



vasıflanamaz; esasen kıdem Kur'an'da ya-



Bilginin kaynaklan duyu verileri, akıl yü-



v e sınırlı olduğuna işaret edilmiştir (el-



ratılmış varlıklar hakkında kullanılmıştır



rütme ve haberden oluşur. Mütevâtir ha-



üşûl, s. 126, 160-163; el-Faşl, 1, 57-63).



(Yûsuf 12/95; Yâsîn 36/39; el-Ahkâf 46/11).



berin bilgi ifade edebilmesi için duyuma



Bundan başka varlıkların farklı yapısal



Bekâ ise naslarda mevcut değildir (el-



dayanması gerekir. Aklî bilgilerin ise apa-



özellikler taşıması, düzenli ve birbiriyle



Faşl, II, 284-337; V, 166-167). Mevcut bir



çık ilkelerden veya bunlara dayalı öncül-



irtibatlı olması da bilgili v e iradeli yüce



varlık olması anlamında Allah'ın mahiye-



lerden oluşması şarttır (el-üsûl, s. 92-



bir varlık tarafından yaratıldığını gösterir



ti vardır, bu da inniyet ile ifade edilebilir



100). İnsan bilgiden yoksun olarak doğar



(el-Uşal,



v e bu dönemde bütün faaliyetleri diğer



335-336; A h m e d b. Nâsır el-Hamed, s.



canlılarda olduğu gibi içgüdü ile gerçek-



121,



leşir. Fizikî gelişmesine bağlı olarak akıl yürütme gücü Allah tarafından yaratılır v e temel bilgileri öğrendikten sonra bunlar aracılığıyla istidlâlî veya iktisâbî bilgiler üretir (el-Faşl, 1, 40-42; V, 241-242). İnsanın varlık ve olayları tanıyıp tahlil etmesinin yanı sıra dinî bilgilerin doğruluğunu



s. 71; Sâlim Yefût, s. 226-227,



126).



Sıfat kavramının Allah Teâlâ'ya atfedilmesi câiz değildir; zira Kur'an ve Sünnet'te Allah'ın sıfatları bulunduğuna ilişkin herhangi bir beyan bulunmadığı gibi



(a.g.e, II, 359-361). "Kur'an" ve "kelâmullah" mâna itibariyle müşterek lafızlardır. Bu sebeple Kur'an gerçekten Allah kelâmı olup onun hem lafzı hem de mânası kadîmdir, insanın Kur'an'ı okuması ve yazması ise mahlûktur (a.g.e., II, 14-18). '



sahâbe ve tâbiîn ile tebeu't-tâbiînden hiç-



Kur'an ve Sünnet'te Allah'a nisbet edi-



bir kimse Allah'a sıfat kavramını nisbet



len "yed, vech, ayn, nefs, cenb" lafızları



etmemiştir. Şu halde söz konusu kavram



ile kastedilen zât-ı ilâhî olup Müşebbihe



bid'at olup Selefin izinden ayrılan Mu'-



ve Mücessime'nin iddia ettiği gibi bunlar



tezile tarafından icat edilmiş, onların yo-



Allah'a mahsus organlar değildir. Arşa



lundan giden kelâmcılar da bunu benim-



"istivâ" da Allah'ın arşta gerçekleştirdiği



seyip yaygınlaştırmıştır. Diğer dinî mese-



bir fiil olup yaratıklarının burada son bul-



lelerde olduğu gibi ulûhiyyet konuların-



ması, onun ötesinde hiçbir yaratığın mev-



Kâinat Allah tarafından yaratılmış olup



da da herhangi bir ilâve ve eksiltme yap-



cut olmaması demektir. Hadislerde zât-ı



her varlık amacına uygun bir t a b i a t ve



madan naslara uymak farzdır. Esasen sı-



ilâhiyyeye nisbet edilen "kadem" ilâhî



özelliğe sahip kılınarak şekillendirilmiştir.



f a t bütün dillerde "nitelenen varlığın ta-



ilimde mevcut olan ü m m e t , "nüzûl" ise



İlâhî bir müdahale olmadan veya bünyevî



şıdığı mâna" demektir ki bunun Allah'a



duaların kabul edilmesiyle ilgili bir fiildir,



bozulma sürecine girmeden varlıkların



isnat edilmeyip sadece yaratıklar için kul-



tabiatında herhangi bir değişiklik mey-



lanılabileceği açıktır. Naslarda Allah'a at-



dana gelmez. Şer'î hükümlerin aksine ta-



fedilen âlim, kadîr, semî', basîr, mürîd,



bilmesi de aklî bilgilerle mümkün olur (a.g.e., 1, 150). Ancak akıl dinî bir hüküm vazedemez, sadece ilâhî hükümleri idrak edip uygulanması gerektiğini anlar (Sâlim Yefût, s. 121).



"esâbi"' de işleri yürütmek ve nimet vermek demektir (a.g.e., II, 290-291, 347-358). Allah dünyada görülmez; âhirette ise bu dünyada g ö z e verilen g ö r m e gücünden



bîiyyât alanında sebeple sonuç arasında



hay gibi kavramlar türemiş isimler olma-



zorunlu bir bağlantının bulunduğu anla-



yıp birer "alem"dir. Allah'ın ilmi, iradesi



mına gelen illiyyet ilkesi ve değişmez ka-



v e hayatı bulunduğunu değil bilen, gücü



nunlar geçerlidir (et-Takrîb, s. 169). Eş'a-



yeten; duyan, gören, dileyen, diri olan bir



riyye'nin iddia ettiği gibi bakırın altına dö-



varlık olduğunu ifade eder. Bu konuda



nüşmesi mümkün değildir. Maddenin en



Ya'küb b. İshak el-Kindî'nin Allah'ı "illet"



"Allah ezelden beri yaratıp rızık ver-



küçük parçası olan atom sonsuzca bölü-



diye isimlendirmesi ve Eş'arîler'in Allah'a



mektedir", yani "ilâhî fiiller ezelîdir" de-



nebilir. Belli bir karaktere sahip bulunan



ilim, irade, kudret, hayat gibi sıfatlar nis-



mek yanlıştır. Bunun yerine, "Allah ezel-



cevherler birbirinin benzeri değildir. İn-



bet etmeleri, fizik ötesi bir varlık olan Al-



de yaratan ve rızık verendir" demek ge-



sandan daima insan, hayvandan her za-



lah'ı fizikî varlıklarla kıyaslama (kıyâsü'l-



rekir. Zira Allah'a nisbet edilen "hâlik-



man hayvan doğar, buğdaydan da buğ-



gâib ale'ş-şâhid) yanlışına dayanır. Fizik



hallâk, râzık-rezzâk" lafızları yaratmak



day meydana gelir. Nitekim Kur'an v e



â l e m d e ilim, hayat, irade, kudret gibi sı-



v e rızık vermekten türemiş isimler olma-



Sünnet'te canlı-cansız bütün varlıkların



fatlar bunları taşıyan varlık için birer araz-



yıp alemdirler. İlâhî fiillerin hepsi hayır



farklı bir yetenek sayesinde veya altıncı bir duyu vasıtasıyla görülecektir. Sahih hadisler de bu hususu kanıtlayıcı mahiyettedir (a.g.e., III, 8, 10).



53



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM v e adalettir; ancak bunu anlayabilmek



gili olarak zikredilen hatalar bu türden-



için ilâhî adalet ve hikmeti insanlar ara-



dir. Kadınlardan nebîlerin gelmediğini



kün değildir. Aksi takdirde bütün ger-



sında oluşan adalet ve hikmetle muka-



gösteren hiçbir delil yoktur, ancak onlar-



çekler bâtıl olur, peygamberleri tanımak



y e s e e t m e m e k gerekir. Aksi t a k d i r d e



dan resul gönderilmemiştir. Nitekim ka-



imkânsız hale gelir. Yahudiler ile hıristi-



O'nu yaratıklara benzetme hatasına dü-



dınlardan peygamber gönderilmediğini



yanların, kendi din adamları hakkında ileri



şülür (a.g.e., II, 34, 382; III, 137-138, 210-



savunanların delil olarak g ö s t e r d i k l e r i



sürdükleri kerametlerin yanı sıra Şiîler'in



211). İlâhî fiiller tabîiyyât alanının aksine



âyette (el-Enbiyâ 21/7) ifade edilen de bu-



Hz. Ali ile ilgili olarak naklettikleri hâriku-



bir illete bağlı olarak vuku bulmaz (el-



dur. Buna göre nebî Allah'tan doğrudan



lâde olaylar tamamen yalan ve asılsızdır.



Uşûl, s. 45-46).



doğruya haber alan kişidir. Bazı kadıniar



Sûfîlerin velîlere atfettikleri su üzerinde



da çeşitli hususlarda bu tür bilgiler al-



yürüme, havada uçma, yiyecek içecek icat



Kader, Allah'ın yaratıkları hakkındaki ezelî bilgisi olup bütün varlık ve olayları kapsar. Ümmet bu noktada icmâ etmiştir. Ancak kader insanları fiillerinde icbar altında bırakmaz; Allah, fiillerini gerçekleştirmeleri için kullarında irade v e güç yaratmıştır. Bu açıdan kulların fiillerini yaratan Allah'tır. Kul yaratılmış olan irade ve gücünü kullandığı için sorumlu olur. Allah'ın müminleri hidayete erdirmesi, hayrı kabul etmeleri için yardım ederek onları kullukta başarıya ulaştırması de-



tiren olayların meydana gelmesi müm-



mıştır; İshak, Mûsâ ve îsâ peygamberle-



e t m e türünden kerametler de varlıkların



rin anneleri bunlardandır. Kur'an'da Hz.



tabiatında değişiklik meydana getirmeyi



Meryem'in nebîler grubu içinde zikredil-



gerektirdiğinden vukuu imkânsız ve asıl-



mesi de ( M e r y e m 19/58) bu hususun



sız olaylardır (el-üşûl, s. 132-133; el-Faşl,



önemli delillerinden birini oluşturur. Hz.



V, 99-107).



Peygamber, Meryem v e Âsiye gibi bazı kadınların kemale erenlerden olduklarını belirtmek suretiyle onların nebîler arasında yer aldığına işaret etmiştir



 h i r e t . Kıyametin kopması v e âhiret âleminin varlığı aklen değil naklen temellendirilebilecek bir inanç konusudur. Zira



(el-Uşûl,



akıl iyiliğe mükâfat, kötülüğe ceza veril-



s. 115-116; el-Faşl, I, 139-143; IV, 6, 58,59,



mesini gerekli görmediği gibi bazı âhiret



207; V, 120-121).



hallerini de tasavvur edemeyebilir. Ancak



mektir. Bu anlamda Allah kâfirleri hida-



Peygamberlerin sonuncusu olan Hz.



Allah, dilediğini yapan bir varlık olduğu



yete erdirmeyip inkâr ve isyanlarını art-



Muhammed'in nübüvvetine ilişkin çeşitli



v e âhiret âlemini yaratacağını haber ver-



tırır (a.g.e., s. 204-205; el-Faşl, III, 35-37,



deliller mevcuttur. Bunların en önemlisi



diği için ona inanmak gerekir. Bu sebep-



64-74, 113-117).



onun hayatından çıkarılan delildir. Nite-



le âhiret halleri sadece Kur'an ve sahih



Nübüvvet. Allah tarafından yaratılan



kim bilgi ve medeniyetten yoksun bir çev-



sünnetle bilinebilir. Bu konularda Hz. Pey-



kâinat farklı imkân ve özelliklere sahip



rede yetişen yetim, fakir ve güçsüz bir



gamber'e atfedilen gayri sahih rivayetler



varlıklarla doludur. Nitekim üstün zekâlı



kişi olmasına rağmen hiç kimseden öğre-



de vardır; meselâ kabir azabının keyfiye-



insanların zor problemleri çözmesi, çetin



nim görmeden toplumuna hikmet v e bil-



tine ve mizanın altın kefeleri bulunduğu-



işleri başarması ve anlaşılması güç me-



gi dolu bir kitap ve din getirmiş, buna



tinlerden ince mânalar çıkarması müm-



karşılık toplum tarafından reddedilip öl-



"İbtidâ" âleminde yaratılan ruhlar, "ib-



kün iken bu hususların zekâ seviyesi dü-



dürülmeye teşebbüs edildiği halde her



tilâ" âlemine indikten ve birleştikleri be-



şük olanlarca gerçekleştirilmesi imkân-



türlü tehlikeden korunmuş, getirdiği din



denleri terketmeleriyle gerçekleşen ölüm-



sızdır. Gerçekleşmesi beşerî bünyeye sa-



kısa zamanda toplumunu aşıp evrensel



den sonra kabirde sorgulamaya tâbi tu-



hip olmayı gerektiren hususların da bu



bir kabul görmüştür. Bu husus, onun ilâ-



tulur, bunun ardından dünya semâsında



bünyeden yoksun olanlarca meydana ge-



hî himayeye mazhar olduğunu ve nübüv-



bulunan ruhlar âlemine intikal e d e r e k



tirilmesi mümkün değildir. Bu da bütün



vetle görevlendirildiğini gösterir. Bunun



kıyamete kadar nimet veya azap içinde



varlıkların farklı imkân ve kabiliyetlerde



dışında Kur'an'ın i'câzı, ayın yarılması,



bulunurlar. Ölümün ardından gerçekle-



yaratıldığını gösterir. Şu halde Allah'ın



ölümü temenni e t m e y e çağırdığı yahu-



şen berzah döneminde ruhların cesetler-



insanlardan bir grubu herhangi bir öğre-



dilerin bundan çekinmesi, gaybdan ha-



le hiçbir alâkası kalmaz, zira cesetler za-



nime ihtiyaç duymadan beşeriyet için ge-



ber vermesi, parmaklarından su akıtma-



manla toprağa dönüşür v e yok olur. Ce-



rekli olan bilgi, hikmet, fazilet ve ismet



sı, az yemeği çoğaltması gibi mûcizeleri



setlerin kabre konulmasından sonra ruh-



özelliklerine sahip kılarak yaratması ak-



de vardır. Ancak Hz. Peygamber'in sîreti



larla irtibat kurduğunu ve kabir halleri-



len mümkündür. Hilkatin başlangıcında



başka bir delile ihtiyaç bırakmayacak şe-



nin bu suretle gerçekleştiğini iddia eden



beşeriyetin muhtaç olduğu ziraat, tıp,



kilde nübüvvetini kesin olarak kanıtlayıcı



kelâmcıların görüşleri zandan ibaret olup



hukuk, iktisat kısaca bilim ve sanat gibi



mahiyettedir. Bu sebeple onun nübüvve-



naslarla temellendirilemez. Aksine nas-



çeşitli alanlara ilişkin ilk bilgileri insanla-



tini tanımak isteyenler hayatını v e sîreti-



lar, ölümden sonra müminlere ait ruhla-



rın tecrübe yoluyla öğrenmeleri imkân-



ni çok iyi incelemelidirler. Ayrıca Tevrat



rın ruhlar âlemine, peygamberlerle şehid-



sız olduğundan bunların Allah tarafından



v e İncil'de nübüvvetini müjdeleyen ha-



lere ait ruhların ise cennete yükseldikle-



bazı insanlara vahiy yoluyla bildirilmiş ol-



berler de son derece önemlidir



(el-üşûl,



rine işaret etmektedir. Nitekim bazı âyet-



ması gerekir. İşte bu insanlara nebî de-



s. 49-54; el-Faşl, II, 224-232). Hz. Peygam-



lerde Allah'ın, ruhları (nefis) ölümleri anın-



nilir. Cenâb-ı Hak, nebî olarak seçtiği kim-



ber'in vefatıyla vahiy ve dolayısıyla nü-



da alıkoyduğuna v e kıyamete kadar da



selerin nübüvvetlerini kanıtlamak üzere



büvvet kapısı kapanmıştır. Varlıkların ta-



onları bedenlerinden ayrı tutacağına, kı-



onların elinde nesnelerin tabiatını değiş-



biatında değişiklik meydana g e t i r m e k



yamet koptuktan sonra ise dirilteceği be-



tiren mücizeler yaratır v e nübüvvetleri-



sadece Allah'a ait olduğundan v e bunu



denlere iade edeceğine t e m a s edilmiş



nin insanlar tarafından bilinmesini bu



da yalnız nübüvvetin delili olmak üzere



(ez-Zümer 39/42), bazı âyetlerde de be-



yolla t e m i n eder. Nebîler bilerek büyük



peygamberlerin gösterdikleri mûcizeler-



denlerden ayrılan ruhların cezalandırıla-



v e küçük günah işlemezler, sadece hata



de gerçekleştirdiğinden velîlerin veya si-



cağı açıklanmıştır (el-En'âm 6/93; el-En-



edebilirler. Naslarda nebî ve resullerle il-



hirbazların elinde eşyanın tabiatını değiş-



fâl 8/50). Hadislerde de Hz. Peygamber'in



na ilişkin rivayetler bunlardandır.



54



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM Mi'rac gecesinde dünya göğünde kâfirlerin ruhlarını Hz. Âdem'in sol tarafında, müminlerin ruhlarını ise sağ tarafında gördüğü belirtilmiştir. Ashaptan bunların dışında herhangi bir sahih rivayet nak1 edilmemiştir. Bazı Sünnîier'in, ruhların kabirlere konan cesetlere iade edildiğine veya ölümle birlikte ruhların yok olduğuna dair ileri sürdükleri rivayetler sahih değildir, zira bu dirilişle ilgili âyetlerde açıklananlarla çelişmektedir. Söz konusu âyetlerde toprağa dönüşen bedenlerin diriltileceği ifade edilmesine rağmen ruhların diriltiimesinden bahsedilmemiştir (Yâsîn 36/78), bu da ruhların ölümle birlikte yok olmadığını gösterir. Ruh bir tür cisim olup bedenden bağımsız bir varlığa sahiptir. Her insan bunu yoğun zihnî faaliyetlerini yürütme sırasında farkedebilir. Tenâsüh inancı İslâm'ın âhiret âlemi telakkisine bütünüyle aykırıdır. Bütün İslâm âlimlerinin tenâsüh inancını benimseyenleri tekfir etmesi, ayrıca müslümanların insanlara verilecek cezanın bu dünyada değil âhiret âleminde gerçekleşeceği hususunda icmâ etmesi de bunu göst e r m e k t e d i r (el-üşûl, s. 16-38, 83-89, 144-147; el-Faşl, I, 166; III, 170-172; IV, 114-126). Cennet gök katlarında olup me'vâ cenneti altıncı kat gökte ve "sidre-i müntehâ"nın yanındadır. Hz. Peygamber'in Mi'rac gecesinde peygamberlerin ruhlarını birinci gökten yedinci göğe kadar değişik katmanlarda görmesi cennetin gök tabakalarında bulunduğunu gösterir. Cennet ve cehennem sonsuz olup hiçbir zaman yok olmaz. Hem kâfir hem de müslümanlartn çocukları cennette olacaktır (el-Uşûl, s. 40; el-Faşl, IV, 127, 134, 141142, 148). İman-Küfür. Sözlükte, "bir şeyin gerçek olduğunu bilerek tasdik edip dille ifade etmek" anlamına gelen iman şerl bir terim olarak "emredilenleri yapıp yasaklanan hususlardan kaçınmak suretiyle ilâhî buyruklara itaat etmek" diye tanımlanır. Sözlükte "mağlûbiyeti kabul edip uzlaşmak" mânasına gelen İslâm da bazan aynı anlamı ifade eder. İman kavramı içinde amellerin de dahil olduğuna ilişkin çeşitli naklî deliller mevcuttur. Namaz karşılığında iman kelimesinin kullanılması (el-Bakara 2/143) bunlardan biridir. Naslarda imanın artacağının bildirilmesi de (et-Tevbe 9/124) bunu göstermektedir; zira tasdik için artış söz konusu edilemeyeceğine göre bununla amelî hususlar kastedilmiş olmalıdır. Şu halde iman ar-



tıp eksilir. Eğer iman tasdik ve ikrardan ibaret olsaydı âhirette bütün kâfirlerin mümin olması gerekirdi: çünkü dünyada inkâr ettiklerini âhirette tasdik etmiş olacaklardır. Resûl-i Ekrem'in getirdiği kesin olarak bilinen vahiyleri benimsemeyen, bunlardan birini inkâr eden kimse mümin olamaz. Buna göre her mümin tasdik edicidir, fakat her tasdik eden mümin değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de Allah ın kâinatı yarattığını tasdik eden bazı kimselerin mümin olmadıkları açıklandığı gibi (ez-Zuhruf 43/87) Allah'ın varlığını ve gönderdiği bir kısım vahiyleri benimsedikleri halde yahudilerle hıristiyanların kâfir oldukları bildirilmiştir (el-üşûl, s. 8-14; elFaşl, ili, 230-238,269-270). Hz. Peygamber'in varlığından ve getirdiği vahiylerden haberdar olmayanlar sorumlu sayamadıklarından âhirette azaba u ğ r a t m a yacaklardır, çünkü bilmemek geçerli bir mazerettir. Ancak İslâm davetinden haberdar olanların bunu araştırmaya yönelmeleri gereklidir. Günah işleyen mümin fâsıktır, yani imana dahil unsurlardan biri olan ameli terketmesi sebebiyle amel yönünden imanı eksiktir. Bu sebeple kişiyi iman statüsünden çıkaran sadece inkârdır. Şirk bütün iyi amelleri yok eder (a.g.e., III, 274, 279). Tekfirin ölçüsü. İslâm'dan olduğu kesin olarak bilinen ilkelerden birini inkâr etmektir. Temel ilke olarak müslüman olduğunu söyleyen herkes müslüman sayılır. Müslüman olmak için herkesin itikadî ve fıkhî meseleleri ayrıntıları ile bilmesi gerekmez. Ancak Allah'ın ve O'nun son elçisinin söylediklerine muhalif bir hükmü bile bile benimsemek, inkâr içeren ifadeleri kullanmak, haramları helâl telakki etmek, müslümanların izlediği yoldan başka bir yola girmek, üzerinde İslâm âlimlerinin icmâ ettiği bir hususu reddetmek, İslâm'la alay etmek veya buna rızâ göstermek, ister mütevâtir isterse âhâd habere dayansın Hz. Peygamber'in sahih yolla sabit olan sözlerini reddetmek, son Peygamber'den sonra Hz. îsâ dışında başka bir peygamberin geleceğine inanmak, kişiyi Müslümanlıktan çıkaran belli başlı inanç ve davranışlar arasında yer alır. Buna karşılık ilmî ölçülere bağlı kalmak ve İslâmiyet'i kasten değiştirme amacını taşımamak şartıyla nasları hatalı bir şekilde de olsa te'vil etmek tekfire konu teşkil etmez. Bundan dolayı nasları farklı şekillerde yorumlayan mezheplere mensup olanların müslüman olduğuna hükmetmek gerekir. Bununla birlikte yukarıda sıralanan ilkeleri reddeden bir



kısım Hâricî fırkaları, tenâsühe inananlar ve Kur'an'm sahâbîlerce değiştirildiğini iddia eden bazı Şiîler müslüman değildir. Özeiiikle Hz. Peygamber'in vefatından hemen sonra İslâm'a ve müsiümanlara tuzak kuranlar Ehl-i beyt sevgisi izhar ederek ayrılıkları körüklemişlerdir. Fars hâkimiyetinin müslümanlarca sona erdirilmesini hazmedemeyenler Şîa adı altında toplanmışlar ve naslardan temeli bulunmayan bir İslâm anlayışı ortaya koymuşlardır (el-Faşl, II, 213, 271-274; III, 235, 243-245, 292-301; V, 84-95). İbn Hazm gerek dinlerin mukayeseli olarak incelenmesi, gerek Sünnî kelâm ekolünün ve özellikle Eş'ariyye'nin eleştirilmesi, gerekse felsefe ve mantık disiplinlerinden yararlanarak İslâm dininin savunulması konusunda önemli görüşler ortaya koyan bir şahsiyettir. Bütün bilgilerin nasların ışığında yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ısrarla savunmak suretiyle bir taraftan nakle dönüşü gerekli gören İbn Hazm, bir taraftan da mantık ve felsefe disiplinlerinin ilkelerini araştırmayı lüzumlu görerek nakille akıl arasında çelişki bulunmadığını göstermek istemiş, bunu yaparken de yer yer Aristo ve Eflâtun'un nazariyelerinden etkilenmiştir. Âlemin yaratılmışlığını onun sonlu oluş prensibiyle açıklarken Kindî'den faydalanmış, fakat filozofun ulûhiyyet telakkisini yer yer eleştirmiştir. İlâhî sıfatlar konusunda Allah'ın yaratıklara benzetilmesi sonucunu doğuracak kıyasları isabetsiz bulup bu hususta sadece naslara itibar edilmesi gerektiğini ısrarla savunmasına rağmen haberî sıfatları te'vil etmiş, sıfatlar meselesinde Mu'tezile'den Ebü'l-Hüzeylel-Allâf ve Kâ'bî gibi âlimlerin görüşlerine benzer telakkileri benimsemiştir. Tabiat felsefesinde illiyet ilkesini kabul edip kelâmcıların "âdet teorisi"ni reddetmiştir. Nübüvveti imkân mantığından yola çıkarak kanıtlamaya çalışmış ve onu ispat edebilmek için kerametleri reddetmeyi gerekli görmüş, ruhun ölümden sonraki durumu konusunda kelâmcılardan farklı bir görüşe meyletmiştir. Tekfir konusunda tutarlı ölçülere dikkat çekmesine rağmen nasları kendi anlayışından farklı şekilde yorumlayan Bâkıllânî, İbn Fûrek, Süleyman b. Halef elBâcî gibi Eş'arîler'i küfre nisbet ederek yer yer kendi koyduğu ilkelere ters düşmüştür. İbn Haldûn'un da belirttiği gibi Sünnî âlimleri çok sert bir üslûpla eleştirdiği için eserlerinde ortaya koyduğu değerli görüşlerden yeterince faydalanılmasını engellemiştir (Mukaddime, III, 1048). 55



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM Bununla birlikte İbn Rüşd ve Takıyyüddin



calem



İbn Teymiyye, kelâmcıların tenkidine iliş-



ed-Dirâsâtü'l-lslâmiyye,



kin konularda İbn Hazm'dan büyük ölçüde faydalanmışlardır. M. Reşîd Rızâ, her



min a l â m i ' l - f ı k r i ' l - İ s l â m î bi'l-Endelüs",



ihmal edilmiş, böylece okuyucu yeterin-



XXVI/l-2, İslâmâbâd



ce bilgilendirilmediği gibi İslâm'a yönelik



1412/1991, s. 325-326; Hüseyin Benî Hâiid, "İbn H a z m e z - Z â h i r î v e eşeruhû fî h ı f z i ' t - t ü r â ş i ' l İ s l â m î " , a.e., s. 3 6 3 - 3 6 6 .



asırda İbn Hazm'ın eserlerinden yararla-



dırılmamıştır. İbn Hazm, eserinde muteber kaynaklara başvurmak suretiyle so-



S



nan pek çok âlimin bulunduğunu, ancak



YUSUF ŞEVKİ YAVUZ



onun adını sadece tenkit e t m e k amacıyla andıklarını söyler (Tefsîrü'l-menâr,



tenkitler de gerektiği şekilde cevaplan-



mut deliller getirip meseleleri insaf ölçüleri içerisinde ortaya koymayı amaçladı-



VII,



Dinler Tarihi. İbn Hazm fıkıh, hadis,



ğını, karmaşık ifadelerden kaçınıp kolay



144). İbn Hazm'ı tenkit edenler arasında



edebiyat, f e l s e f e ve mantığın yanında



anlaşılır fcir dil kullandığını söylemekte-



îsâ b. Sehl el-Esedî, İbn Teymiyye, İbn Ab-



dinler tarihine de ilgi duymuş ve bu ko-



dir (el-Faşl, I, 35-36).



dülber en-Nemerî, Ömer b. Muhammed



nuda eserler yazmıştır. Bu saha ile meş-



es-Sekûnî, İbn Kayyim el-Cevziyye, Ah-



gul olmasının t e m e ! sebeplerinden biri



m e d b. Nâsır el-Hamed gibi âlimler yer



yetiştiği ortamın kültür ve inanç çeşitlili-



alır. Tenkit noktaları, daha çok nakle dön-



ğidir. O dönemde İspanya (Endülüs), müs-



meyi ısrarla savunduğu halde felsefî kül-



lümanlar dışında yahudi ve hıristiyanlar-



türün etkisinde kalarak görüşlerini nas-



la bunların oluşturduğu çeşitli fırkaların



lardan hareketle temellendiremediği ko-



yoğun olarak yaşadığı bir bölge idi. Genel



nularında yoğunlaşır. Bu tenkitler bir ya-



olarak İslâm dünyasının benzer coğrafya-



na, itikadî problemleri mantık ve f e l s e f e



larında olduğu gibi Endülüs'te de gayri



kültüründen faydalanarak çözmeye çalış-



müslimlerin İslâm ve müslümanlarla il-



ması ve bunu yaparken nasları ihmal et-



gili olumsuz g ö r ü ş ve iddialarına karşı



memeyi gerekli görmesi açısından İbn



İbn Hazm da mücadele vermiş olup din-



Hazm'ın Gazzâlî'den önce kelâm tarihin-



ler tarihi alanında yazdıklarının önemli bir



de yeni bir çığır açtığını söylemek gere-



kısmı reddiye mahiyetindeki eserlerden



kir. İbn Hazm'ın itikadî görüşleri üzerin-



oluşmaktadır. Meselâ mülûkü't-tavâif



de çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Ahmed



devrinde Gırnata (Granada) Emîri Habûs



b. Nâsır el-Hamed'in İbn Hazm ve



tarafından vezirliğe g e t i r i l e n , 1027'de



kıfühü



mev-



(Mekke 1406),



mine'l-ilâhiyyât



Hassân Muhammed Hassân'ın İbn



Hazm



İbn Hazm bu fırkaları İslâm'a en uzak olanlardan başlayarak ele alır. Birinci fırka kelâmcıların Sûfestâiyye dedikleri, varlıkların objektif gerçekliğini reddeden sofistler, ikinci fırka âlemin ezelî olduğunu, dolayısıyla bir yaratıcı v e yöneticisinin bulunmadığını ileri süren dehriyye (materyalistler), üçüncü fırka, âlemin hem ezelî olduğunu hem de ezelî bir yöneticisinin bulunduğunu kabul eden felâsife, dördüncü fırka âlemin yaratılmış (muhdes) olduğuna inanmakla birlikte birden çok ezelî yöneticisinin bulunduğunu ileri süren Mecûsîiik, Sâbiîlik, Maniheizm, Mez-



Nagid unvanını alarak Gırnata yahudi ce-



dekiyye, Deysâniyye, Hıristiyanlık vb. inanç



maatinin lideri olan ve Talmud uzmanı



gruplarıdır. Beşinci fırka âlemin yaratıl-



olarak bilinen nahivci ve şair İbn Nağrîle



mış olduğuna, ezelî bir yaratıcısının bu-



ve'l-



(Samuel ha-Nagid [İsmâil b. Yûsuf el-Lavî]),



lunduğuna inanmakta, fakat nübüvveti



ve'l-Endelüs



(Kahire, ts. | Dârü'l-fikriİ-Ara-



el-Endelüsî



İslâm dinine aykırı kabul edilen akımların başlıca altı gruba ayrıldığını belirten



bî]) ve Sâiim Yefût'un İbn Hazm



Kur'an'ın âyetleri arasında çelişkiler bu-



inkâr etmektedir; Brahmanlar bu grup-



(Dârülbeyzâ 1986) adlı eserleri bunlardan



lunduğu yolunda iddialar ortaya atınca



ta yer almaktadır. Altıncı fırka objektif



bazılarıdır.



İbn Hazm Risale



fikrü'l-felsefî



bi'l-Mağrib



BİBLİYOGRAFYA : İbn H a z m , Merâtibü'l-'ulûm Hazm



(Resâ'ilü



Beyrut 1983, IV, 62; a.mlf., et-Takrîb mantık(nşx.



İbn



|nşr. İhsan A b b a s ] İçinde),



el-Endelüsî



li-haddi'l-



İhsan Abbas), Beyrut 1959, s. 169;



a.mlf., el-lhkâm(nşr.



A h m e d Muhammed Şâkir),



Kahire 1345, I, 6, 3 4 - 3 5 , 119; a.mlf.,



el-üşûl



Beyrut 1404/1984, s. 8 - 1 6 3 ; a.mlf.,



ve'l-fürû',



( U m e y r e ) , l-V, tür.yer.; İbn Kayyim el-



el-Faşl



Cevziyye, er-Rûh



İbni'n-



gerçekliğe, âlemin yaratılmışlığına, tek



adlı eserini, tabip-



ve ezelî bir yaratıcısının bulunduğuna v e



fılozof Ebû Bekir er-Râzî'ye isnat edilmek-



peygamberliğe inanan, ancak bazı pey-



le birlikte halen elde bulunmayan



el-cİl-



gamberleri kabul ettikleri halde bir kıs-



İslâmî akîde iie uyuşma-



mını reddeden gruplardır. Yahudiler v e



Nağrîle



(nşr. M u h a m m e d Enîs İyâde -



el-Yehûdî



mü'l-ilâhî'deki



fi'ı-ıed



calâ



yan görüşlere karşı da et-Tahkik di Muhammed



adlı kitabını yaz-



ları için de dördüncü gruba, Hz. Muham-



bir bölümünü



med'in peygamberliğini tanımadıkları için



mıştır. Ayrıca el-Faşl'm



teşkil e t m e k l e birlikte Zehebî'nin müstakil eser olarak zikrettiği İzhâru



tebetü Nusayr), s. 172, 175; İbn Haldûn,



li'l-Yehûd



Mukad-



III, 1048; Reşîd Rızâ, Tefsîrü'l-menâr,



144; Sâlim Y e f û t , İbn Hazm bi'l-Mağrib



ve'l-Endelüs,



ve'l-fıkrü'l-felsefî



Dârülbeyzâ 1986; Ah-



m e d b. Nâsır el-Hamed, İbn Hazm hû mine'l-ilâhiyyât,



VII,



ve



mevkıfü-



İncîl



ve'n-Naşârâ



ve beyânü











ve'lbi-ey-



dîhim



minhâ



yahtemilü't-



te'vîl'i



de reddiye türü eserlerindendir.



Riyad 1406; Hassân Mu-



h a m m e d Hassân, İbn Hazm



Kahi-



el-Endelüsî,



İbn Hazm'ın dinler tarihi sahasında en



Önce Sûfestâiyye'yi, ardından dehriyyeyi eleştirirken âlemin hâdis olduğuna dair deliller getirir (a.g.e., 1,43-69). Daha sonra âlemin yaratıcı ve yöneticisinin bir-



Müellif, eserin mukaddi-



grupta ele alır. İlk grup yedi gezegen ve



164-165; Abdülmüteâl es-Saîdî,



ve'n-nihal'dir.



el-Müceddidûn



İbn Hazm bu fırkaları tek tek ele alarak t e m e l görüşlerini belirtip tenkit eder.



den çok olduğunu kabul e d e n l e r i iki



önemli eseri el-Faşl fi'l-milel



Kahire, ts. (Dârü'l-Hammâmî), s. 190-



altıncı gruba girerler.



ve'l-ehvâ



re, ts. (Dârü 1-fikri 1-Arabî), s. 104-105,119-121, fı'l-lslâm,



tebdî-



li't-Tevrât



tenâkuzihî



mimmâ



(a.g.e.,



I, 36-37). Hıristiyanlar ise teslîse inandık-



Muhammed Fehmî es-Sercânî), Kahire, ts. (Mekdime,



Mecûsîler bu gruba girmektedir



er-Râzîfî



b. Zekeriyyâ



kitâbihi'l-cİlmi'l-ilâhî



fî nak-



mesinde din ve mezheplere dair o zama-



onların ezelî olduğunu, ayrıca iki ayrı pren-



Beyrut 1409/1988, s.



na kadar yazılmış eserleri değerlendir-



sibi (Hürmüz ve Ehrimen) kabul eden Me-



208-210; Abdurrahman el-Fâsî, " E b û M u h a m -



mektedir. İbn Hazm'a g ö r e bu konuda



cûsîler'dir. Mezdekiyye, Hürremiyye, Sâ-



m e d İbn H a z m f î t â r î h i y y â t i h b i - h u z û r i Z â h i -



çok sayıda eser kaleme alınmışsa da bun-



biîlik de bu gruba dahildir. İkinci grupta



riyyetih v e y a k a z a t i



caklâniyyetih",



şü'l-hadâriyyi'l-müşterek



beyne



lardan bir kısmı gereğinden fazla uzatıl-



Deysâniyye, Merkûniyye (Marcionites) ve



194; Abdülmecîd Türkî, Kadâyâ târîhi'l-ğarbi'l-lslâmî,



şekâfıyye



min



et-Türâ-



Isbânyâ



ve'l-



dığı için anlam karışıklıklarına yol açmış



Mâniyye (Mâneviyye, Maniheizm) yer al-



h a m m e d İzzet et-Tâhtâvî, " M i n a l â m i ' l - k a r n i ' l -



v e konuların doğru anlaşılmasını engelle-



maktadır. İbn Hazm birden çok tanrı bu-



hâmisi'l-hicrî İbn H a z m " , ME, LV/1 (1982), s.



miştir. Diğer bazı eserler ise kısa tutul-



lunduğunu ileri sürenlerin delillerini çü-



79-81; Süheyr Fazlullah Ebû Vâfıye, " İ b n H a z m



duğu için konuyla ilgili birçok tartışma



rütür (a.g.e., 1,86-108). Teslîs inancı sebe-



Mağrib,



Gırnata 1 4 1 2 / 1 9 9 2 , s. 2 4 3 - 2 5 1 ; Mu-



56



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM biyle hıristiyanları da bu bölümde ele ala-



tiren İbn Hazm bu arada hıristiyanların



rak Ariusçular, Samsatlı Pavlus (Paul de



Kur'an'la ilgili iddialarını cevaplandırır



Samosate) taraftarları, Makdoniusçular



(a.g.e., II, 213-217).



(Macedonius), Berberâniyye, Melkâniyye (Melkâiyye = Melkites), Nestûriyye, Ya'kübiyye gibi fırkaları ve bunların görüşlerini zikreder; ayrıca teslîs akidesini v e îsâ'nm çarmıha gerilmiş olduğu inancını eleştirir, Mesih'in tabiatı konusunu değerlendirir (a.g.e., i, 109-132). Nübüvveti ve melekleri inkâr edenler grubuna örnek olarak ele aldığı Brahmanlar'ın görüşlerini nakledip nübüvvetin zaruretini delilleriyle ortaya koyar (a.g.e., 1,137-147). Bu arada insan dışında diğer varlıkların din karşısındaki durumlarına dair iddialarla ruh göçünü (tenâsüh) savunanların görüşlerini tenkit eder.



İbn Hazm yahudi ve hıristiyanların yoğun olduğu İspanya'da yaşamış olduğundan onun söz konusu dinlere dair verdiği bilgilerin doğruluk derecesi yüksektir. Zira ülkesinde yaşayan bu din mensuplarından birçoğu ile görüşmüş, tartışmış, ayrıca onlarla ilgili çok sayıda kitap okumuştur. Nitekim onun bilhassa yahudi bilgini İbn Nağrîle ile olan tartışmalarından yahudi ve hıristiyanlar hakkında geniş bilgi sahibi olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Meselâ diğer kaynaklarda pek rastlanmayan Samsatlı Pavlus ve mezhebine dair önemli bilgiler vermektedir. Faydalandığı kaynaklar arasında özellikle deh-



Yahudilerin beş fırkaya ayrıldığını belirten İbn Hazm Sâmiriyye, Sadûkiyye, Anâ-



rîler konusunda Ebû Bekir er-Râzî'nin elcİlmü'l-ilâhî'smi,



Yahudilik konusunda



niyye, Rabbâniyye ve îseviyye'den oluşan



İbn Nağrîle, yahudi tabip İsmâil b. Yûnus



bu fırkalar hakkında bilgi verir; ayrıca ya-



v e İsmâil b. Kurrâd'ın eserlerini, Hıris-



hudilerin neshe dair görüşlerini değerlen-



tiyanlık konusunda A m r b. Câhiz'in ei-



dirir. Müslümanlarla yahudiler arasındaki münasebetlere temas eden İbn Hazm, Hz. Muhammed'in önceki kitaplarda haber verilmesi meselesini ele alır. Mecûsîler'i de tanıttıktan sonra (a.g.e., 1, 177200) Tevrat ile İnciller hakkında ayrıntılı bilgi vererek bunların tahrif edildiğini gösterir. Nitekim yahudilerin elindeki Tevrat ile Sâmirîler'in Tevrat'ının farklı ol-



Muhtâr



fi'r-red



cale'n-naşârâ



adlı ki-



tabını saymak mümkündür. Ayrıca İbn



tenkitli müzakeresi konusunda ilk eser sayılmaktadır. Nitekim Philip Khuri Hitti, XVI. yüzyılda Tevrat tenkidi okulunun ortaya çıkışına kadar Tevrat kıssalarındaki bazı problemlere ilk dikkat çeken kişinin İbn Hazm olduğunu söylemektedir (Abdülhalîm Uveys, s. 348). İbn Hazm ayrıca, muhtelif dinlere ait inanç esaslarını birbiriyle karşılaştırmış olmasından dolayı mukayeseli dinler tarihinin kurucularından sayılmaktadır (Mahmûd Ali Himâye, s. 149-150). Avrupa'da ise mukayeseli dinler tarihi çalışmalarına XIX. yüzyılda başlanmıştır. Fritsch Erdmann, İbn Hazm'ı İslâm din tarihinin kurucusu olarak görmektedir. Roger Arnaldez de onun yahudi İbn Nağrîle'ye karşı ileri sürdüğü delilleri tatminkâr bulmasa da hasımlarının durumunu ortaya koymasındaki gerçekliğini ve dürüstlüğünü açıkça ifade eder. Aristo v e Yeni Eflâtuncular'a ait âlemin kıdemi iddiasını Eş'arî'den Gazzâlî dönemine kadar geçen süreç içinde ilk reddeden İbn Hazm olmuştur. BİBLİYOGRAFYA : İbn Hazm, el-Faşl



(Umeyre), tür.yer.; a.mlf.,



Hazm, Kitâb-ı Mukaddes'in P e ş i t t a v e



el-Uşûl



Vulgate tercümelerinden de iktibaslar



Paşa, nr. 2704; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',



yapmış olup bu husus onun Latince'yi de bildiğini göstermektedir.



Ktp., Şehid Ali



ue'l-fürûSüleymaniye



195-197; Abdullah et-Tercümân,



(nşr. Ömer Vefîked-Dâûk), Beyrut 1408/1988, s. 55-56; J. W. Svveetmann, İslam



Abdullah e t - T e r c ü m â n , m ü s l ü m a n âlimlerin Ehl-i kitap'la ilgili eserlerinde



XVIII,



Tuhfetü'l-erîb



dez, Grammaire Cordoue,



and



Christian



London 1955, I, 179-181; R. Arnal-



Theology,



et theologie



chez İbn Hazm



de



Paris 1956; a.mlf., "Controverse d'Ibn



çoğunlukla aklî delillere başvurduklarını,



H a z m contre ibn Nagrila l e j u i f ' , Reuue



İbn Hazm'ın ise Ehl-i kitabı hem aklî hem



cident



eden İbn Hazm, gerçekte her ikisinin de



de onların kendi kitaplarındaki naklî de-



13-14, A i x - e n - P r o v e n c e 1973, s. 4 1 - 4 8 ; J. N.



tahrif edilmiş bulunduğunu belirterek



lillerle reddettiğini belirtmektedir



Tevrat'tan buna dair deliller getirir. Hz.



fetü.'1-erîb, s. 55-56). Gerçekten İbn Hazm,



duğunu, her iki tarafın da diğerinin elindeki kitabı muharref kabul ettiğini ifade



(Tuh-



musulman



de



l'ocsy.



et de la Mediterranee,



D. Anderson, The World's



London



Religlons,



1965, s. 27-28; Chejne, Müslim



s. 310-



Spain,



311; Abdülhalîm Uveys, İbn Hazm



el-Endelüsî,



Mûsâ'nın vefatından Ezra'nın yeniden ka-



diğer din ve fırkalara mensup insanların



Kahire, ts. (Dârü'l-İ'tisâm), s. 347-348; Muham-



leme alışına kadarki dönemi inceleyerek



inançlarını onların kendi kaynaklarına da-



m e d Ebû Zehre, İbn Hazm,



fikri'l-Arabî); Hassân M u h a m m e d Hassân, İbn



Kahire, ts. (Dârü'l-



Tevrat'ın nasıl tahrif edildiğini ortaya ko-



yanarak açıklamaya çalışır ve herhangi



yar (a.g.e., I, 287-329). Tahrifi kanıtlamak



bir dinin temel inançlarıyla o dinin kayna-



bî); I. Goldziher, Zahirîler



üzere Tevrat'tan verdiği örnekler (a.g.e.,



ğı arasındaki çelişkileri ortaya çıkarır. Ay-



kara 1982, tür.yer.; M a h m û d Ali Himâye, İbn



1, 201-285) onun Tevrat'ı çok iyi bildiğini



rıca söz konusu ettiği inanç ve fikirlerle



Hazm ve menhecühû



göstermektedir.



ilgili Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerine müra-



re 1983; Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan



Daha sonra İnciller başta olmak üzere Yeni Ahid'in eleştirisine geçen İbn Hazm,



caat eder, bu inancın akıl v e mantık kurallarına ters düşen yönlerini ortaya ko-



Hazm el-Endelüsî,



nümüze



Dinler



Kahire, ts. (Dârü'l-fikri'l-Ara(trc. Cihad Tunç), A n Kahi-



fî dirâseti'l-edyân,



Gü-



Tarihi, İstanbul 1983, s. 134;Ab-



dülkâdir Şeybe, Çağdaş



Dünya



(trc. Os-



Dinleri



man Cilacı), İstanbul 1983, s. 40; G. W. Whyte,



dört İncil ve yazarları ile Yeni Ahid'i teşkil



yar. Tartışmacı bir karaktere sahip olma-



İbn Hazm's



eden diğer yazılar hakkında bilgi verir;



sına rağmen İbn Hazm muarızlarına kar-



A Study



gerek İnciller'le Tevrat arasında gerekse



şı dürüst ve gerçekçi bir tutum sergile-



İnciller'in kendi arasında bulunan çelişki-



mesi, onları eleştirirken kendi kaynakla-



leri ortaya koyar. Bu çerçevede İnciller'-



rından alıntılar yapması dolayısıyla bazı



manların



de yer alan Hz. îsâ ile ilgili çelişkili bilgi-



şarkiyatçıların bile takdirini kazanmıştır.



ler ue Tartışma



leri de nakleder. İnciller'deki havârilerle



Spinoza, Kitâb-ı Mukaddes'in tahrif



Controversy



of a Section



ıvith the



of his al-Fisal,



Christians: Montreal



1984, tür.yer.; M u h a m m e d Abdullah eş-Şerkâvî, FîMukâreneti'l-edyan:



buhûş



Hıristiyanlığa



Karşı Yazdığı



Konuları,



MüslüReddiye-



Konya 1989, s. 60-61;



İbrahim Gürbüzer, İbn Hazm'a İnanç Sistemleri(doktora



Nasr



ue dirâsat,



1406/1986, s. 91, 113; M e h m e t Aydın,



Göre Dinler



ve



tezi, 1990), A ü Sosyal



Kur'an'daki havârilerin birbirinden fark-



edilmiş olduğunu kabul eder v e Kitâb-ı



Bilimler Enstitüsü; G. C. Anavvati, " P o l e m i q u e ,



lı olduğunu, Hz. îsâ'nın getirdiği İncil'in



Mukaddes'le ilgili tenkidî çalışmaların XVI.



apologie et dialogue islama-chretiens",



kaybolduğunu belirtir; mevcut İnciller'in



yüzyılda felsefe tarafından ortaya kondu-



Docete,



telif ediliş şekli hakkında bilgi verir, hıris-



ğunu ileri sürer. Halbuki İbn Hazm'ın el-



tiyanların inançlarını tenkit eder. Ahd-i



Faşl'ı, bu tarihten 600 yıl önce Tevrat v e



Cedîd'in diğer kitaplarından Yahuda, Ya'-



İnciller'in ilmî tenkidini ihtiva etmesi se-



küb ve Yuhanna'nın risâlelerini de eleş-



bebiyle Kitâb-ı Mukaddes metinlerinin



Euntes



XXII (1969), s. 4 0 0 - 4 0 1 ; M u h a m m e d



Abu Laila, " A n I n t r o d u c t i o n t o the L i f e a n d W o r k o f i b n H a z m " , I Q , X X l X / 2 (1985), s. 7 5 100; XXIX/3 (1985), s. .165-171.



FFL İBRAHIM GÜRBÜZER



57



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM Hadis İlmindeki Yeri. HadİS hâflZl ve fıkıh ilminde ehl-i hadîsin temsilcisi ka-



dığı fiillerine uymak mubahtır; bunları



Rızâ'nın el-Mücellâ



terketmek günah değildir.



si'l-Muhallâ



fî tahkiki



ehâdî-



(Dımaşk 1415/1995), Ali Ha-



san Abdülhamîd el-Eserî'nin el-Kâşif



bul edilen İbn Hazm'a göre sünnet vahiy



Hadis öğrenimini farz-ı kifâye kabul



kaynaklı olup Kur'an'ın tefsiridir. Allah



eden İbn Hazm'a göre hadisler semâ, kı-



taşhîhi rivâyeti'l-Buhârî



her ikisine de itaati emretmiştir. Kur'an'-



raat, mükâtebe ve münâvele yollarından



rîmi'l-me'âzif



da Allah tarafından korunduğu bildirilen



biriyle öğrenilebilir; icâzet, i'lâm, vasıyyet



el-muhâlif



"zikr"e (el-Hicr 15/9) sünnet de dahildir.



li-hadîşi



ve'r-red ve



calâ



fî tah-



İbn



Hazm



mukallidihi'l-mücâzif



v e vicâde usulleriyle hadis nakli uygun de-



( D e m m â m 1410) v e Ömer b. Mahmûd



Sika bir kişinin muttasıl isnadla Hz. Pey-



ğildir. Güvenilir râvinin hocasından hadis



Ebû Ömer Hasan Mahmûd Ebû Heniy-



g a m b e r d e n naklettiği haberin kabul edi-



rivayet ederken kullandığı çeşitli edâ si-



ye'nin Tecrîdü



leceğinde Mu'tezile kelâmcıları dışında



gaları arasında herhangi bir fark bulun-



tekelleme



ümmetin icmâı vardır. Resûl-i Ekrem'e



mayıp bunların hepsi onun hadisi semâ



ta'dîlen



ri bunlardan bazılarıdır.



esmâ'i'r-ruvât



fîhim



ellezîne



İbn Hazm



cerhen



ve



(Amman 1408/1988) adlı eserle-



ulaşan âhâd haberleri kabul e t m e k dinin



yoluyla rivayet ettiğini gösterir. Sahâbe-



gereğidir. Zira Kur'an'da âhâd derecesin-



nin, "Şöyle yapmak bize emredildi"; "Şu-



deki haberler yeterli bulunmuş (et-Tev-



nu yapmak bize yasaklandı" şeklindeki



be 9/122), ashabın bir kısmı İslâmiyet'i



ifadelerine bakarak o e m i r ve yasağın



el-İhkâm



âhâd haberler vasıtasıyla diğer sahâbîler-



kesin biçimde Hz. P e y g a m b e r ' e nisbet



re 1345, I, 6 7 - 6 8 , 87, 89, 93, 96-98, 105-189,



den öğrenmiş, bu tür haberlere değer ve-



edilmesi doğru değildir.



255-257, 4 2 2 - 4 3 8 , 4 7 7 - 4 8 4 ; a.mlf.,



ren Resûl-i Ekrem'in dini tebliğ amacıyla gönderdiği elçiler de sayı bakımından bir kişiyi geçmemiştir. Bütün bunlar, sahih olan âhâd haberlerin kesin deliller arasında yer aldığını göstermektedir. İbn Hazm haber-i vâhidde yalan, yanlışlık ve vehmin



BİBLİYOGRAFYA : İbn H a z m , el-Muhallâ,



ecâbe fîhimâ



Zehebî v e Sehâvî gibi âlimlerin hadis münekkitleri arasında zikrettiği İbn Hazm'ın yaklaşık 880 râvi hakkında cerh



lü ta'nîf



1, 5 0 - 5 4 , 65; a.mlf.,



(nşr. A h m e d M u h a m m e d Şâkir), Kahi-



'an risâleteyn



(Resâ'ilü



Risâletân



sü'ile fîhimâ



ibn Hazm



sü'â| nşr.



el-Endelüsî



İhsan A b b a s ] içinde), B e y r u t 1981, III, 7 7 - 7 9 , 81-84, 8 7 - 8 8 , 99-100; a.mlf.. Cüz 5 fî dîşeyni'l-mevzu'ayn



zikri'l-ha(nşr. Ebû



fi'ş-Şahîhayn



veya ta'dîl hükmü verdiği tesbit edilmiş-



Abdurrahman b. Akil ez-Zâhirî,



tir (Muhammed Abdullah Ebû Suaylîk, s.



1/4, Riyad 1401/198! içinde), s. 592-595; İbnü'l-



'Âlemü'l-kütüb,



52). Ancak onun bazı sahâbîlerle güveni-



K a t t â n e l - M a ğ r i b î , Beyânü'l-vehm



söz konusu olabileceği, bu sebeple onun



lir bazı râvileri "meçhul" olarak niteleme-



mi'l-uâkı'îne



delil kabul edilmeyeceği şeklindeki gerek-



si tenkitlerinde aceleci davrandığını orta-



çenin esasen doğru olduğunu, ancak di-



ya koymuş, râvi ve hadislerle ilgili eleşti-



bî, Tezkiretü'l-huffâz,



III, 1 1 4 6 - 1 1 5 5 ; a.mlf., kavlühü



 y e t S a î d ) , Riyad 1418/1997, I, 150; İbn Abdülhâdî, 'Ulemâ'ü'l-hadîş,



nî konularda sika kişilerden yapılan riva-



rilerinin ihtiyatla karşılanması gerekti-



Zikru



yetlerle bize ulaşan sünnet vahye dayan-



ğine dikkat çekilmiştir. el-Muhallâ



ta'dîUnşr.



dığı için Allah'ın onu koruduğunu söyle-



eserinde mükerrerleriyle birlikte



mektedir.



Buhârî'den



470, Şahîh-i



adlı Şahîh-i



Müslim'den



ve'l-îhâ(nşr. Hüseyin



fî kitâbi'l-Ahkâm



men



III, 341-352; Zehe-



yu'temedü



fi'l-cerh



ve't-



Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1410/



1990, s. 214; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân,I, 432; IV, 198-202; Sehâvî, el-I'lân



231,



bi't-tevbîh,



3 4 8 , 3 5 4 - 3 5 5 ; a.mlf., el-Mütekellimûn



s. fi'r-ri-



İsnadın muttasıl olmasını hadislerin



780, Ebû Dâvûd'un es-Sünen'inden 383



sıhhatinin vazgeçilmez şartı kabul eden



v e Nesâî'nines-Sünen'inden504 hadise



1990, s. 118; M u h a m m e d Ebû Zehre, İbn



İbn Hazm, mürsel hadisi delil kabul et-



yer veren İbn Hazm, Buhârî ve Müslim'in



K a h i r e , ts. ( D â r ü ' l - f i k r i ' l - A r a b î ) , s. 2 9 7 - 3 2 7 ;



meleri sebebiyle Hanefîler'le Mâlikîler'i



eserlerini en güvenilir hadis kitapları ola-



v e aynı gerekçeyle Buhârî'deki muallak



rak kabul etmiştir. İbn Mâce'nin i ile Tirmizî'nin



es-Sü-



A b d ü l m e c î d Türkî, Münâzarât ti'l-İslâmiyye



beyne



hadisleri eleştirmiş, iki ve daha fazla râ-



nen



hî/ı'inden nakilde bulunmaması, bu iki



Mahmûd, Tecrîdü



da çok sayıda râvi tarafından rivayet edi-



eserin onun zamanında Endülüs'e ulaş-



leme fîhim



len hadisler gibi mütevâtir olarak kabul



mamış olmasıyla açıklanmıştır.



uşüli'ş-şerî'ave'l-Bâcî



(trc.



156; Ö m e r b. M a h m û d Ebû Heniyye - Hasan esmâ'i'r-ruvât



İbn Hazm



cerhen



ellezîne ve ta'dîlen,



tekelAm-



man 1408/1988, s. 16-27; M u h a m m e d Abdullah Ebû Suaylîk, el-İmâm



İbn Hazm'ın hadisçiliği üzerinde bazı



Ona göre haber-i vâhid Kur'an üzerine







İbn Hazm



Hazm,



Abdüssabûr Şâhin), Beyrut 1406/1986, s. 120-



vinin rivayet ettiği hadisi de her tabaka-



etmiştir.



el-Câmicu'ş-şa-



câl (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1410/



İbn Hazm



ez-Zâhirî,



Dımaşk 1415/1995, s. 50-69; Ali Rızâ b. Abdullah b. Ali Rızâ, el-Mücellâ



fî tahkiki



ehâdîşi'l-



çalışmalar yapılmıştır. İbnü'l-Kattân el-



Muhallâ,



ziyade hüküm getirebilir, mütevâtir ha-



Mağribî'nin Kitâb fi'r-reddi'alâ



36, 38, 41, 47, 55, 72, 77, 88, 92, 94, 101, 134,



beri veya âyeti neshedebilir. Kaynakları



hammed



aynı olduğu için Kur'an'la hadis arasında



adlı eseri (İbnü'l-Kattân el-Mağribî, 1, 150);



teâruz bulunmayacağı gibi bir hadisin



Selman Başaran'ın İbn Hazm ve



b. Hazm







diğeriyle teâruzu da mümkün değildir.



teki Metodu



Eğer teâruz söz konusu ise bu iki delil



si), Ahmed Eşref Ömer'in



arasında tahsis, takyîd veya istisnanın bulunduğu anlamına gelir. Görünüşte birbirine zıt olan haberlerin herhangi biri terkedilmemeli, hepsiyle amel edilmelidir. Sünnet Hz. Peygamber'in söz, fiil ve



hadîşiyye ahkâm



EbîMu-



kitâbi'l-Muhallâ Hadis-



(1977, AÜ İlahiyat Fakülteel-Kavâcidü'l-



fî Kitâbi'l-İhkâm







uşûli'l-



(Câmiatü'l-Ezher külliyyetü usûlü'd-



D ı m a ş k 1415/1995, s. 26, 31, 32,



135; Zekeriya Güler, Zahirî



Muhaddislerle Münakaşalar



Ha-



nefî Fakihleri



Arasındaki



ve İh-



tilaf Sebepleri,



Ankara 1997, s. 140, 146, 148-



1 4 9 , 1 5 8 - 1 5 9 , 172; M . S. H. M a ' s ü m i , " i b n H a z m ' s A l l e g a t i o n s A g a i n s t the



Leading



I m â m s " , IS, VII/2 (1968), s. 1 1 3 - 1 2 8 ; Selman Başaran, "İbn H a z m ' a Göre Hadis R i v a y e t i n d e M e c h û l " , Uludağ tesi Dergisi,



Üniversitesi



İlâhiyat



Fakül-



II/2, Bursa 1987, s. 9 - 1 8 ; a.mlf.,



dîn), Ş e m s ü l k a m e r M u h a m m e d Mûsâ



" T i r m i z î v e İ b n M â c e ' y i İbn H a z m ' ı n M e ç h u l



Hasyâ ed-Demîr'in İbn Hazm



Olarak Vasıflandırması", a.e., 11/2 (1987), s. 19-



hecühû



ve



men-



(Câmiatü'l-Ezher külliy-



fi'l-hadîs



25; a.mlf., " İ b n H a z m ' ı n Kütüb-i Sitteye Bakış ı " , İslâmî



Araştırmalar,



II/6, Ankara 1988, s.



takrirlerinden ibaret olup tebliğ görevi



yetü usûlü'd-dîn), A h m e t Demirci'nin La



sözle yapıldığı için Resûl-i Ekrem'in sa-



critique



dece kavlî sünneti delil sayılabilir. Fiil ve



Cordoue



takrirleri ise ayrı bir delil bulunduğunda



es-Subeyhî'nin Nakdü İbn Hazm



bağlayıcı olabilir. Bu bakımdan Hz. Pey-



vât fı'l-Muhallâ



(1406, Câmiatü'l-İmâm



Dil ve Edebiyat. İbn Hazm, Endülüs



gamber'in bir emri açıklamak veya bir



Muhammed b. Suûd e l - İ s l â m i y y e ) adlı



Emevî Devleti'nin çöküş döneminde ye-



hükmü yerine getirmek amacıyla yapma-



doktora tezleri; Ali Rızâ b. Abdullah b. Ali



tişmiş olup bu coğrafyanın en verimli şa-



du hadith



chez ibn Hazm



de S



(1982), İbrâhim b. Muhammed



İ. HAKKI ÜNAL



li'r-ru-



58



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM irlerindendir. Genel filoloji, Arap dili ve



kânların ve komşu dillerin etkisiyle deği-



dilin bu işlevini karışıklığa meydan verme-



edebiyatı konularında ilginç tahlilleri bu-



şikliğe uğrayarak her biri müstakil dil ha-



den yapabilmesi için kullanılan lafızların



lunan İbn Hazm, aşk üzerine yazdığı psi-



line gelmiştir. Bu görüşünü kanıtlamak



açık v e kesin anlamlarla sınırlanması ge-



kolojik-felsefî çözümlemeler içeren Tav-



için Arap halk dilinden v e Berberîce'den



rektiğini söyler.



Arap edebiyatında



örnekler veren İbn Hazm (a.g.e., I, 30-3 i)



Dilin tanımı, amacı, önemi ve eğitimi,



ilk Arapça konuşanın Hz. İsmâil, ilk İbrâ-



ses-söz, lafız-mâna ilgisi, kelime, kelâm



nîce konuşanın Hz. İshak olduğunu, baba-



ve kavil, dillerin mukayesesi ve iştikak gi-



ları İbrâhim'in ise Süryânîce konuştuğu-



bi genel filoloji ve dil bilimi alanına giren



ku'l-hamâme's\y\e



romantizmin öncülüğünü yapmıştır. İbn Hazm, Hz. Âdem'in konuştuğu dil meselesinden hareketle dillerin doğuşunu incelemiş, aklî ve naklî delillere dayanarak bu konuda ileri sürülen başlıca görüşleri eleştirdikten sonra İslâm ulemâ-



nu, bu durumda Arapça ve İbrânîce'nin



birçok konuda Zâhiriyye mezhebinin de



Süryânîce'den türetilmiş olması gerekti-



etkisiyle özlü v e açık fikirler ortaya koyan



ğini söyler.



İbn Hazm, "kavram ve düşünceleri ifade



sının çoğunluğu tarafından da benimse-



İbn Hazm, Yunanca'nın en zengin dil



eden lafızlar kümesi" (el-İhkâm, 1,42) ola-



nen "tevkif" (ancak Allah'ın bildirmesiyle



sayıldığı için ilk dil olabileceği iddiasına



rak tanımladığı dili Allah'ın yaratıkları



bilinebilecek olma) nazariyesini savun-



katılmaz. Ona göre bir dilin güçlü, zengin



içinde sadece insana değil akıl sahibi bü-



muştur. Dillerin uzlaşma ve anlaşma so-



veya zayıf olması, dillerin orijiniyle değil o



tün varlıklara (melekler ve cinler) bahşet-



nucu doğduğunu ileri süren teoriyi eleş-



dili konuşanların içtimaî ve siyasî gücüy-



tiği, bu varlıkları üstün kılan ayırıcı bir va-



tirirken bir anlaşma ve uzlaşmanın ger-



le orantılıdır. Devleti yıkılan, işgale uğra-



sıf ve en büyük nimet olarak görmekte-



çekleşmesi için daha önce belli bir sözün



yan veya yurtlarından çıkarılan milletle-



dir. Ona göre dilde anlatımın gerçekle-



veya ortak işaretlerin mevcudiyetine ih-



rin dilleri zamanla zayıflayıp yok olur. İbn



şebilmesi için dört temel öğenin varlığı



tiyaç olduğu, ayrıca bu iş için eşyayı ay-



Hazm'ın bu görüşüyle dillerin evrim ve



şarttır. Bunlar nesneler, bunlara ait kav-



rıntılarıyla bilen bir topluluğun bulunma-



gelişimi konusundaki çağdaş anlayışa



ramlar, nesnelerin ayırıcı nitelikleri v e



sı v e insanoğlunun bu yeteneği kazana-



hayli yaklaştığı söylenebilir. Aynı şekilde



iletişimi sağlayan kelimeler veya yazıdan



bilmesi için de çok uzun zaman geçmesi



bir dilin diğerine üstünlüğü iddialarını



ibarettir (et-Takrîb, s. 4-5).



gerektiği şeklindeki aklî delil f a n ı n d a ,



reddetmesi de orijinal bir yaklaşım olup



Genel ve özel dil meseleleriyle ilgili ola-



"Allah bütün isimleri  d e m ' e ö ğ r e t t i "



modern anlayışla uyuşmaktadır. Yunan-



rak değişik kitap v e risâlelerinde dağınık biçimde rastlanan bu bilgilerin yanında



(el-Bakara 2/31) meâlindeki âyetin ifade



ca'nın en üstün dil sayıldığını, diğer dil-



ettiği naklî delile de dayanarak söz konu-



lerin köpek veya kurbağa sesi kabilinden



İbn Hazm'ın nüshası henüz tesbit edile-



su teoriyi reddeder. İbn Hazm dilin ima



olduğunu iddia eden Câlînûs'un bir cahil



memiş ed-Dad



v e işaretlerden doğduğunu da kabul et-



ve ahmak olduğunu söyledikten sonra ko-



pekiştirmenin mahiyeti, türü v e yolları-



m e z (el-İhkâm, I, 28-30). Tabiatın etkinli-



nuyu psikolojik açıdan değerlendirerek



na ilişkin olarak kaleme aldığı



ğinin tek düze ve sabit olduğunu, dil ve



her insanın ana dilinin dışındaki bütün



adlı iki risâlesinin bulunduğu belirtilmek-



ve'z-Zâ'



ile Arap dilinde et-Te'kîd



konuşma olgusunun ise değişkenliği ya-



dilleri birtakım garip sesler şeklinde algı-



tedir. İbn Hazm,



nında ihtiyarî ve muhtelif tasarrufları



layabileceğini, bu konuda üstünlüğü dil,



feşâha adıyla bir risâie daha yazmışsa da



içeren bir işlem ifade ettiğini ileri süre-



alfabe, harf gibi araç ve vasıtalarda ara-



eserin zamanımıza ulaşıp ulaşmadığı bi-



rek ilk dilin tabiattan doğduğu nazariye-



manın doğru olmadığını belirtir. Vahiy dili



linmemektedir. Ayrıca belâgata v e belâ-



sini de reddeder. İbn Hazm'a g ö r e dilin



olduğu gerekçesiyle Arapça'yı en üstün



gatm bazı konularına dair çeşitli kitap v e



mekân v e coğrafyanın ürünü olduğunu



dil sayan yaklaşıma da dilin bir iletişim



risâlelerinde dağınık mâlumata rastlan-



savunan görüş de doğru değildir. Çünkü



aracı olduğunu, her peygamberin ilâhî



maktadır. et-Takrîb'de



bu görüş benimsendiği takdirde bir coğ-



emirleri kendi kavminin diliyle tebliğ et-



kısa bölümde bu konudaki görüşleri özet



rafî b ö l g e d e sadece bir dilin bulunması



tiğini söyleyerek karşı çıkmış, nitekim



olarak yer almaktadır (s. 204-205). Ona



gerekeceğini de kabul e t m e k g e r e k i r ;



Tevrat, Zebûr v e İncil'in İbrânîce, İbrâ-



göre bir ifade, edebî (beliğ) sayılması için



halbuki tecrübe bunun aksini göstermek-



him'in suhufuhun da Süryânîce olduğu-



halk v e aydınların anlayabileceği derece-



tedir. Bununla birlikte dillerin d e ğ i ş i m



nu ifade etmiştir. Cennette dilin Arapça



de sade olmalı, söz maksadın dışına taş-



v e gelişiminde mekân v e zamanın etkili



olduğu iddiasını da bu konuda nas veya



mamalı, ibaresi kısa, fakat anlamı derin



olduğunu düşünmektedir. Sonuç olarak



icmâ bulunmadığı için reddetmiştir.



olmalı v e böylece rahatlıkla akılda kala-



 d e m ' e vahyedilen dil ilk v e aslî dildir. Âdem'in çocukları zaman, mekân ve şartlara göre bu aslî fakat basit dili geliştirm e k suretiyle diğer dillerin türemesini sağlamışlardır (a.g.e., I, 130).



Latince bildiği anlaşılan İbn Hazm yer yer Arapça ile Latince'yi karşılaştırır. Ona göre Arapça'nın aksine Latince'de iltibasa yol açacak ortak v e eş anlamlı kelimelerin az oluşu bu dilin muhkem bir dil



Beyânü'l-belâğave'l-



belâgata ayırdığı



bilmelidir. Üslûpta güzellik v e mükemmellik dili konuşanların beğenisine göre değişebilir, fakat genellikle garîb (nâdir ve ilginç) sayılan bir söz beliğ kabul edilirken çokça kullanılarak yıpranan sözler edebî sayılmamaktadır.



İlk dilin Süryânîce, İbrânîce, A r a p ç a



olmasını sağlamıştır (et-Takrîb, s. 15, 52,



veya Yunanca olduğu yolundaki görüşle-



54). Onun bu yaklaşımı, mensup olduğu



İbn Hazm belâgatın üç derecesinden



rin hiçbirini naklî delil olmadığı için kesin



zâhirî düşüncenin bir tezahürü gibi gö-



söz eder. 1. Câhiz'in üslûbunda olduğu



bulmayan İbn Hazm, bu yaklaşımıyla dil



rünse de bir dilin zenginliğinin ve mü-



gibi halkın bildiği lafızlardan oluşan belâ-



grupları v e dil aileleri teorisine Avrupalı



kemmelliğinin eş anlamlı v e mükerrer



gat. 2. Hasan-ı Basrî ve Sehl b. Hârûn



dil bilimcilerden iki asır önce dikkat çek-



lafızların çokluğundan değil anlamı tam



örneğinde olduğu gibi halka yabancı la-



miştir. Ona göre Arapça, İbrânîce v e Sür-



yansıtan lafızların yoğunluğundan kay-



fızlardan oluşan belâgat. 3. Bu iki türü



yânîce Himyer dil grubundan değil Mu-



naklandığını söylemesi ileri derecede bir



m e z c e d e n belâgat. Bunun örnekleri de



dar v e Rebîa dil ailesinden olup bunlar



anlayıştır. Yine aynı zâhirî yaklaşımla İbn



İbnü'l-Mukaffa' ve diğer bazı müelliflerin



bir t e k dil sayılır; daha sonra farklı me-



Hazm, temel işlevi iletişim sağlamak olan



üslûbunda görülür. 59



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM kalarını taklit ederek başlamıştır. Mese-



Yazarın özellikle sanatlı tasvirlerinde ifa-



onun belâgat ve nazmında insanların bi-



lâ Tarafe'nin Mu'allakasını



taklit ettiği



deye güç katmak için bilinçli olarak yo-



lemeyeceği birtakım gayb haberleri içer-



bilinmektedir. İbn Hazm, şiiri her konunun anlatımına



tedir. İbn Hazm, otuz-otuz beş yaşların-



Kur'an'ın taklit edilmezliğini (i'câz),



mesinde görenleri şiddetle eleştiren İbn Hazm (el-Faşl, III, 16-17) Nazzâm tarafından ortaya konan ve Kur'an'ı indiren Allah'ın, onun benzerini telif e t m e gücünü ediplerin elinden aldığı için taklit edilemediği şeklinde açıklanan "sarfe" nazariyesini benimsemektedir (a.g.e., 1, 106107; III, 18-19). Buna göre Kur'an'ın belâgatı yaratıkların belâgatı türünden değildir. Onun belâgatı tamamen kendine özgüdür. İbn Hazm bu görüşünü, Ebû Zer el-Gıfârî'nin kardeşi Üneys'in, "Kur'an'ı belîğlerin v e şairlerin sözleriyle karşılaştırdım, hiçbirine uymadığını g ö r d ü m " şeklindeki sözüyle de teyit etmektedir (a.g.e., I, 107). İbn Hazm, Kur'an'ın i'câzı v e i'câz yönünden belâgatıyla ilgili olarak İbn Şüheyd el-Eşcaî'ye hitaben Risâle fcâzi'l-Kur^ân







adıyla bir risâle yazdığı-



nı, onun bir kısmına el-Faşl'da



yer verdi-



ğini belirtir (a.g.e., 1, 107).



ğun bir anlatımı tercih ettiği görülmek-



elverişli bir vasıta olarak görürse de bu-



da kaleme aldığı



nun Allah'a yaklaştıran bir ilim olmadığını



sonra olgunluk devresinin de etkisiyle ga-



Tavku'l-hamâme'den



düşünür. Şiirde mânaya önem verir, keli-



zel tarzını bırakarak dinî, fıkhî ve ahlâkî



m e seçimine özen g ö s t e r m e z . Çok uzun



şiirler, kendi mezhebiyle ilgili kasideler,



olan v e genellikle irticâlen söylediği man-



mersiyeler, itâb (sitem) üzerine manzu-



zumelerinde başta fıkıh, felsefe ve kelâm



meler, felsefî ve hikemî şiirler kaleme al-



olmak üzere mantık, tarih, coğrafya v e



mıştır.



astronomi alanındaki birikimini mısralara



İbn Hazm'ın Halife Hişâm için söyledi-



yansıtması, duygu yerine daima akıl v e



ği kısa bir methiyesi dışında günümüze



mantık sınırları içinde kalması, ayrıca şi-



methiye türünde şiirleri ulaşmamıştır.



irlerinin çoğunun yer aldığı mâme'de



Tavku'l-ha-



Kurtuba'nın (Cordoba) Berberîler tarafın-



nesirle anlattığı çeşitli gazel



dan istilâ edilerek yakılıp yıkılmasına ağ-



temalarını, nesrin belirleyip sınırladığı dar



ladığı Kurtuba kasidesiyle üstadı Ebû



çerçeve içinde şiirle terennüm etmesi



Saîd et-Tubnî v e sevgilisi Nu'm gibi bazı



gibi hususlar sanat açısından birer olum-



kişiler için kaleme aldığı mersiyeleri bi-



suzluktur. İçtimaî ve siyasî birçok prob-



linmektedir. Fahriyelerinde atalarını de-



lemle uğraşması, çağdaşlarıyla sert tar-



ğil kendi ahlâkî ve ilmî erdemlerini dile



tışmalara girişmesi onda şiiri besleyen



getirmiştir. Sert üslûbu v e mizacı sebe-



duygu ve hayal ufkunun körelmesine, şi-



biyle pek çok düşmanı bulunmakla bir-



irinin genellikle nesri andırmasına, heye-



likte başta İbn Şüheyd olmak üzere ken-



Şiiri sanat açısından olduğu kadar din,



cansız v e soğuk kalmasına yol açmıştır.



dileri için şiir yazdığı v e kendileriyle şiirle



fıkıh, ahlâk v e eğitim açısından da de-



Bununla birlikte gençlik yıllarında yazdı-



yazıştığı sıcak ve samimi dostları da var-



ğerlendirip eleştiren İbn Hazm şiiri sunî



ğı şiirler, özellikle sevgilisi Nu'm için söy-



dı. Onun âlim tabiatına ters düşmesine



(sınâa), tabii (tab') v e üstün (berâe) olmak



lediği gazel ve mersiyelerle bazı fahriye-



rağmen Endülüs'ün zengin v e çekici ta-



üzere üç kategoriye âyırarak her birini



leri daha sanatkâranedir. Şiirlerinde yer



biatı İbn Hazm'ın şair ruhunu etkilemiş;



örneklerle açıklar. İbn Hazm'a göre şair-



yer başarılı tasvirlere, örf ve âdetleri dile



lik doğuştan gelen bir yetenek olup her



bahçe, çiçek, kır, yıldız, mehtap, seher



getiren parçalara rastlanmakla birlikte



yetenek gibi onu da işleyip geliştirmek



tasvirleri yapan manzumeler ve pasto-



orijinal bir şair sayılmaz.



gerekir (et-Takrîb, s. 205-207). Kelime se-



raller de kaleme almıştır. Şiiri her konuTavku'l-



yu dile getirmede kullanabileceği bir va-



yer alan gazellerinde plato-



sıta, görüş ve inançlarını savunduğu bir



nik aşkı dile getirmiştir. Eserde tamamı



silâh olarak gören İbn Hazm'ın, başta alt-



789 beyti bulan muhtelif hacimde parça-



mış beyitlik "el-Kasîdetü'z-Zâhiriyye"si ol-



ondan daha hızlısını g ö r m e d i m " dediği



larla seksen altı beyitlik uzun bir kaside



mak üzere mezhebinin inanç ve görüşle-



İbn Hazm, Endülüs Emevî hilâfetinin çö-



yer alır. Sekiz yerde geçen yirmi yedi be-



rini ifade ettiği didaktik dinî şiirleri ya-



küş döneminin en velûd şairidir. Aristok-



yitlik bir parça ona ait değildir. İbn Hazm



nında kişisel inanç v e görüşlerini savun-



rat bir ailenin çocuğu olarak geniş imkân-



bu şiirlerde edep v e hayâ sınırları içinde



duğu daha sanatkârane v e şiirsel olan



lar içinde v e bir şiir ortamında yetişmesi



kadın güzelliğini tasvir etmiş, doğu Arap



dinî şiirleri de vardır.



sayesinde çocuk denilecek yaşta şiir söy-



şiirinden farklı olarak gazele din, ahlâ-



Şiiri tarihî konuların anlatımında da



lemeye başlamış, bu dönemde âşık oldu-



kîlik v e i f f e t boyutları getirmiş, platonik



bir vasıta olarak kullanan İbn Hazm, 140



çimi, derinlik, sanat kurallarına riayet v e mükemmel nazım güzel şiirin vazgeçilm e z unsurlarıdır (a.g.e., s. 202). Öğrencisi Humeydî'nin, "İrticâlen şiir söylemede



Gençlik döneminde yazdığı hamâme'de



ğu Nu'm için gazeller söylemiş, onu ha-



aşk ile ahlâkın ilgisini inceleyerek derin



beyit civarındaki "el-Kasîdetü'n-Nikfûriy-



yatının baharında yitirmesi üzerine de



felsefî v e psikolojik tahlillere girişmiştir.



ye"sinde tarihî v e dinî konulan hararetli



mersiyeler nazmetmiştir. Hocası Nasrî'-



Platonik aşka dair bu şiirlerini aynı tür-



bir üslûpla dile getirmiştir. IV. (X.) yüzyı-



den dil ve edebiyat dersleri alması yanın-



den şiir y a z a n Avrupalı şairlerden ön-



lın ortalarına doğru Abbâsî Devleti'nin



da küçük yaşta Kur'ân-ı Kerîm'i hıfzetme-



ce kaleme almış olan İbn Hazm, bu man-



sınırlarını zorlayarak Halep ve civarını is-



sinin, ayrıca birçok hadisle meşhur kasi-



zumeleri v e Tavku'l-hamâme'si



tilâ eden Bizanslı Kral Nicephores bir er-



deleri ezberlemesinin de dil zevkini ve



dece Endülüs İslâm toplumunda değil



meni kâtibe zaferlerini dile getiren, İs-



şiir yeteneğini geliştirmesindeki tesiri bü-



belki de bütün Avrupa'da platonik aşkın



lâm'a ve müslümanlara hakaretler yağ-



yük olmuştur. Ancak şiir konusundaki ye-



v e romantizmin öncüsü olmuştur. Eserin



dıran, M e k k e v e Medine'yi bile müslü-



tişmişliğini daha çok Ebû Mudar Muham-



benzerlerinden farklı bir yanı da ihtiva



manların elinden alacaklarını iddia eden



m e d et-Hıbnî v e oğlu ile Belevî'ye borç-



ettiği şiir ve nesirlerin tamamına yakını-



doksan yedi beyitlik bir kaside yazdırarak



ludur; romantik mizacının teşekkülünde



nın kendine ait olmasıdır. Eserdeki nesir



Abbâsî Halifesi Mutî'-Biliâh'a göndermiş-



ile sa-



ise Mervân'ın etkisi olmuştur. Üstadı Ebû



bölümleri şiirlerinden daha şiirsel ve öz-



ti. Yaklaşık bir asır sonra Endülüs Eme-



Saîd el-Ca'ferî'den Kurtuba Câmi-i Kebî-



gün bir anlatıma sahiptir. Bu nesirlerin-



vî sarayında okunan bu şiiri dinleyen İbn



ri'nde Muhllaka



şairlerinin kasidelerini



de takrir, tahkiye ve sanatlı tasvir yön-



Hazm, kasidedeki küfür v e h a k a r e t l e r



okumuş ve birçok şair gibi o da şiire baş-



temleri çoğunlukla ardarda v e iç içedir.



karşısında öfkelenerek ona cevap olmak



60



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM, E b ü ' l - M u g î r e üzere hemen orada irticâlen uzun bir ka-



süslerden uzak tabii bedîî sanatlar, canlı



side söylemiştir. Aynı vezin v e kafiye ile



tasvirler, mantıkî dizim, mâna v e hayal



nazmettiği kasidede müslümanlara ya-



derinliği gibi özellikler onun sanatlı nes-



pılan hakaretlere v e ileri sürülen iddiala-



rinin başlıca vasıflarıdır.



ra cevap veren İbn Hazm tevhid v e teslîs



BİBLİYOGRAFYA :



inancının değerlendirme v e eleştirisini



İbn Hazm, e/-/h/câm(nşr. A h m e d M u h a m m e d



yapmış, hak ile bâtılı karşılaştırmış, müs-



Şâkir), Kahire 1345,1, 2 8 - 4 7 , 9 7 , 3 5 0 , 355, 522;



Iümanlarla hıristiyanlar arasında cereyan



II, 693,



eden olaylar ile tarihî hadiselerin, z a f e r



3 2 5 , 3 6 8 - 3 7 0 ; IV, 3 9 1 , 3 9 3 , 3 9 7 - 4 2 1 ; a.mlf.,



890,



et-Takrîb



v e hezimetlerin bir tasvirini yapmış, bu



İ B N H A Z M , Ebü'l-Mugîre



Ebü'l-Mugîre Abdülvehhâb b. Ahmed b. Abdirrahmân b. Saîd b. Hazm (ö. 438/1046) Şair, kâtip ve devlet adamı.



8 9 2 - 8 9 3 , 9 6 6 , 1 1 2 3 - 1 1 2 5 ; III, 324-



^



(nşr. İhsan Abbas),



li-haddi'l-mantık



Beyrut 1959, s. 3 - 5 , 11-15, 31, 3 6 - 3 9 , 48-49,



arada Türk v e Hazar askerlerinin gücün-



104,



Kurtuba'da (Cordoba) doğdu. Endülüs



den, İstanbul'un fethedileceğinden söz



142, 1 5 4 - 1 5 5 , 168, 171, 1 7 4 - 1 7 5 , 2 0 1 - 2 0 7 ;



Emevîleri zamanında devletin çeşitli ka-



etmiştir.



a y r ı c a b k . n e ş r e d e n i n g i r i ş i , s. e - m ; a . m l f . ,



demelerinde önemli görevler üstlenen



52, 54, 61, 62-63, 79, 82, 98-101,



Resâ'ilü



İbn Hazm'ın, öğrencisi Humeydî tara-



İbn Hazm



(nşr. İhsan Ab-



el-Endelüsî



bas), Beyrut 1987, n e ş r e d e n i n girişi, I, 1 - 1 6 ;



fından tertip edildiği bilinen divanı henüz



a.mlf., Risâle



bulunamamıştır.



ahlâk



Dârü'l-kütübi'l-Mısriy-



ve



lüs ve zikri



Muhammed İbn Hazm amcasının oğludur. Ondan ayırt edilmek için Ebü'l-Mu-



(Resâ'ilü



ricâlihâ



İbn







fazli'l-Ende-



(a.e. içinde), Beyrut 1987,



lerin sayısı azdır ve bunlar başka kaynak-



II, 181-183, 184, 1 8 7 - 1 8 8 ; a . m l f . ,



larda da geçmektedir. Onun biyografi-



mâme



İbn Hazm, hayatının büyük kısmını En-



(nşr. Tâhir A h m e d Mekkî), Kahire 1405/



dülüs Emevî hükümdarları arasındaki



nin girişi, s. 1 - 1 8 ; a . e . : Le collierdu



İslâm dünyasına ait kaynaklarda ve edebî



de l'Amour



çıkan kargaşa devrinde geçirdi. Tahsili



A l g e r 1949; a.mlf., Kaşîde hiriyye



Tawq



uşüli'l-fıkhi'z-Zâ-



hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yok-



(nşr. Mustafa el-Vadîfî - Mustafa Nâcî),



tur. Ancak gençlik yıllarında bazı eserler



/?



Rabat 1988, s. 33-35; a.mlf., " M a n z û m e t ü İbn



edebî iki ayrı üslûp kullanmıştır. İlmî üs-



H a z m fî k a v â ' i d i uşûli f ı k h i ' z - Z â h i r i y y e " ,



lûbu son derece sade v e açıktır. Dile v e



MMMA



taht kavgaları sebebiyle siyasî otoritenin sık sık el değiştirmesi sonucunda ortaya



tadır.



(Uc.



au



v e nşr. L e o n Bercher),



fi'l-ulfa



wa'l-ullaf



pigeon



al-hamâma



et des Amants



eserlerde de çok sayıda şiiri bulunmakİbn Hazm mensur eserlerinde ilmî ve



gîre künyesiyle anılmıştır.



Tavku'l-ha-



1985, s. 19-28, 1 9 5 - 1 9 8 ; ayrıca bk. n e ş r e d e -



sine yer veren Endülüs, Mağrib ve Doğu



mensuptur. Meşhur fakih ve e d i p Ebû



i ç i n d e ) , Beyrut 1987, n e ş r e d e n i n



fi'r-rezâ'il



girişi, I, 3 6 9 - 3 7 2 ; a.mlf.. Risâle



van bulunmaktaysa da bu divandaki şiir-



tehzîbi'lHazm



ue'z-zühd



el-Endelüsî



ye'de (nr. 16302) ona nisbet edilen bir di-



fî Müdâvâti'n-nüfûs



şahsiyetlerin y e t i ş t i ğ i soylu bir aileye



(Kahire), XXI/1 (1975), s. 149-151;Eflâ-



yazdığı v e bu s e b e p l e rakiplerinin kıskançlığına mâruz kaldığına bakılarak (İbn



konuya hâkimiyeti sayesinde anlatımı ol-



tun, el-Me'dübe



(trc. Abbas eş-Şirbînî - Ali Sâ-



Bessâm eş-Şenterînî, 1,111) ciddi bir tah-



dukça güç olan fıkıh, f e l s e f e ve kelâm



mî en-Neşşâr), İskenderiye 1970, s. 8, 60; Mu-



sil gördüğü ve kendisini özellikle edebiyat



meselelerini bile büyük bir ustalıkla an-



h a m m e d b. Dâvûd ez-Zâhirî,



Kitâbü'z-Zühre



(nşr. A. R. Nykl v.dğr.), Beyrut 1351/1932, s. 15,



latır. Özellikle hilâfla ilgili kitaplarında fi-



16, 17; H. Corbin,



Târîhu'l-felsefeti'l-lslâmiyye



sahasında iyi yetiştirdiği söylenebilir. Nitekim onun daha sonraki yıllarda ilmî ve



kir ayrılıklarına konu olan meselelerde ve



(trc. N. M r o w a - H . Kobeissi), B e y r u t - P a r i s 1966,



edebî çevrelerde kazandığı itibar da bu-



cedel mevzularında keskin, sert, ağır ve



s. 3 3 7 - 3 3 9 ; M u h a m m e d Ebû Zehre, İbn



nu göstermektedir. Sosyal ve kültürel mü-



kışkırtıcı bir üslûp hâkimdir. Bu yüzden,



Kahire, ts. (Dârü'l-fikri'l-Arabî), s. 118,170-176,



nasebetlere ö n e m veren İbn Hazm, İbn



"Haccâc'ın kılıcından v e İbn Hazm'ın di-



1 9 7 - 2 0 4 ; Tâhir A h m e d Mekkî. Dirâsât'an



Şüheyd el-Eşcaî ve Ebû Muhammed İbn



Hazm



linden Allah'a sığınılır" sözü âlimler ara-



ve kitâbih'ı



Hazm, İbn Kahire



Tavkı'l-hamâme,



1 4 0 1 / 1 9 8 1 , s. 7 7 , 1 6 9 , 1 7 2 - 4 0 9 ; ayrıca bk.



sında yaygınlık kazanmıştır. İbn Hazm'ın



tür.yer.; M u h a m m e d Rıdvân ed-Dâye,



Hazm gibi devrin önde gelen şair ve edip-



Târîhu'n-



lerinin yanı sıra saray çevreleriyle de iyi



bu üslûbunda Endülüs'te kadrinin bilin-



nakdi'l-edebî



Beyrut 1401/1981,



ilişkiler kurmuş v e bazı emîrlere yazdı-



m e m e s i , hak ettiği takdiri g ö r m e m e s i ,



s. 3 0 8 - 3 1 0 , 3 1 4 - 3 2 1 , 3 2 3 , 3 2 5 ; İhsan A b b a s ,



ğı methiyeler sayesinde önemli ölçüde



fl'l-Endelüs,



Târîhu'n-nakdi'l-edebî



kitaplarının yakılması, çevresindeki hıris-



'inde'l-'Arab,



1404/1983, s. 4 8 4 vd.; a.mlf.,



Beyrut



Târîhu'l-edebi'l-



maddî imkâna kavuşmuştur. Ayrıca onun,



tiyan v e yahudilerin İslâm'a karşı alaycı



Endelüsî,Beyrut,



ts. (Dârü's-Sekâfe), I, 141, 303-



hâcib İbn Ebû Âmir Mansûr'un sarayda



v e saldırgan bir tutum içinde olmaları,



322, 333, 3 4 1 - 3 4 3 , 3 7 0 - 3 7 4 , 3 7 6 - 3 8 8 , 415-



tertip ettiği eğlence meclislerine katıl-



kendine v e bilgisine aşırı d e r e c e d e gü-



416; II, 145-159; AbdüIIatîf Şerâre, İbn



Hazm,



dığı ve muganniyelerin şarkılarına kendi



venmesi gibi sebeplerin etkisi olmuştur.



Beyrut, ts. (el-Mektebü't-Ticâriyye), s. 53, 57-



şarkılarıyla eşlik ettiği bilinmektedir. İbn



62, 88-91, 120, 127-128; Mahmûd Ali Himâye,



Özellikle hayatının belli bir devresinde



İbn Hazm



müptelâ olduğu hastalığın da kendisini



ve menhecühû







dirâsâti'l-edyân,



Hazm'ın çok güzel tasvir ettiği bu meclis-



Kahire 1983, s. 6 9 - 9 2 , 1 3 4 - 1 4 0 ; L. A . G i f f e n ,



lerden birinde, İbn Ebû Âmir'in Ünsülku-



"ibn H a z m and the Tawq a l - h a m â m a " ,



The



lûb denilen câriyesinin şarkısından sonra,



bu hastalığa yakalanmadan önceki eser-



Legacy



(nşr. Salma Khadra



ona olan aşkını dile getirdiği bir şiiri İbn



lerinde dil ve anlatım oldukça yumuşak-



layyusi), L e i d e n 1 9 9 2 , s. 3 1 7 - 3 6 6 , 4 2 0 - 4 4 2 ;



Ebû Âmir'i öfkelendirmiş, câriyeye karşı



hırçınlaştırdığı anlaşılmaktadır. Nitekim



tır. Bunun en güzel örneği



Tavku'l-ha-



1



of Müslim



Spain



M u h a m m e d Abdullah Ebû Suaylîk, el-İmâm Hazm ez-Zâhirî,



ibn



Dımaşk 1415/1995, s. 25, 46-



ağır sözler söyleyerek kılıcına davranmış,



mâme'sidir. Bununla birlikte hastalan-



49, 116-127; R. Arie, " i b n H a z m et l'amaur cour-



ancak câriyenin ağlayarak onu öven sözler



dıktan sonra kaleme aldığı hilâfla ilgili ol-



t o i s " , Revue



et de la



söyleyip af dilemesi, İbn Hazm'ın da yine



mayan Müdâvâtü'n-nüfûs



Mediterranee,



sy. 40, A i x - e n - P r o v e n c e 1985,



okuduğu bir şiirle affını istemesi üzerine



gibi eserle-



Başta Tavku'l-hamâme'sl



musulman



s. 7 5 - 8 9 ; Müncid M u s t a f a B e h ç e t , " N a k d ü ' n -



rinde de üslûbu yumuşaktır.



vâtü'rı-nüfûs'u



de ioccident



n a ş ş i ' ş - ş f r î b e y n e İbn H a z m v e İbn Bessâm



ile



Müdâ-



olmak üzere bazı risâle-



lerinde Câhiz ve İbnü'l-Mukaffa' ile boy ölçüşen edebî bir üslûp hâkimdir. Seçil-



e l - E n d e l ü s i y y e y n " , Mecelletü siyye,



Dirâsât



Endelü-



sy. 5, Tunus 1411/1990, s. 5 - 3 5 ; C. Van



Arendonk, " İ b n H a z m " , DMİ, 1,138;a.mlf., " İ b n H a z m " , İA, V/2, s. 7 4 8 - 7 4 9 ; R. A r n a l d e z , " i b n H a z m " , EP (Fr.), III, 8 1 6 - 8 1 7 .



miş lafızlar, yerinde kullanılmış kelime ve ifadeler, tekellüfsüz seciler, gereksiz lafzî



İbn Ebû Âmir onları bağışlamış v e câriyeyi İbn Hazm'a hediye etmiştir (Makkarî, I, 617-618). 414 (1023) yılında iktidara gelen Halife Müstazhir-Billâh (Abdurrahman b. Hişâm) tarafından vezir tayin edilen İbn Hazm'ın



IS



İSMAİL DURMUŞ



bu görevi halifenin iki ay sonra öldürül61



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HAZM, E b ü ' l - M u g î r e mesi sebebiyle kısa sürdü. Yeni halife



BİBLİYOGRAFYA :



Müstekfî-Billâh, onun Emevîler lehine



İbnü'l-Faradî, Târîhu



propaganda yaptıkları gerekçesiyle am-



İbrâhim el-Ebyârî), K a h i r e 1990, IV, 4 8 6 - 4 8 7 ; Humeydî, Cezvetü'l-muktebis,



Kahire 1966, s.



casının oğlu Ebû Muhammed İbn Hazm'-



2 9 1 - 2 9 2 ; Feth b. Hâkân el-Kaysî,



la beraber hapsedilmesini emretti (İbn



enfüs



Saîd el-Mağribî, 1, 55). İbn Hazm'ın ha-



ve mesrahu't-te'ennus



Endelüs,



vâl, eş-Şıla,



Muhtemelen bu olaydan sonra Kurtuba'yı



temis,



neminde Sarakusta (Saragossa) meliklerinin vezirliklerinde bulundu. 431 (1040) yılında Sarakusta, Lâride (Lerida) Valisi Ebû Eyyûb Süleyman b. Hûd tarafından işgal edildiği sırada Muizzüddevle II. Mün-



Matmahu'l-



fimülehi



ehli'l-



İstanbul 1302, s. 22; İbn Bessâm eş-



Şenterînî, ez-Zahîre,



piste ne kadar kaldığı bilinmemektedir. terkeden İbn Hazm, mülûkü't-tavâif dö-



(nşr.



'ulemâ'i'l-Endelüs



1, 36, 110-152; İbn Beşkü-



11, 3 8 0 - 3 8 1 ; Dabbî,



Bugyetu'l-mül-



Kahire 1967, s. 3 9 2 - 3 9 3 ; İbnü'i-Ebbâr, (nşr. Hüseyin Mûnis), Kahi-



el-Hulletü's-siyerâ5



re 1985, II, 13; İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib, 55, 95, 3 5 5 - 3 5 7 ; İbnü'l-Hatîb,



I,



A'mâlü'l-a'lâm



(nşr. E. L e v i - P r o v e n ç a l ) , Beyrut 1956, s. 197; Makkarî, Nefhu't-tîb,



I, 489, 616-618, 620-621;



II, 7 9 - 8 0 ; III, 156; Kehhâle, fîn, VI, 218; Ziriklî, el-A'lâm İhsan A b b a s , Târîhu



Mu'cemü'l-mü'elli(Fethullah), IV, 179;



edebi'l-Erıdelüs,



Beyrut



zir'in veziriydi. Bundan sonra aleyhindeki



1960, s. 108, 2 6 0 , 275, 2 9 1 ; Ch. Pellat, " i b n



birtakım söylentiler üzerine ikinci d e f a



H a z m , bibliographe et apologiste de L'Espagne



hapsedildiyse de bir süre sonra serbest



m u s u l m a n e " , al-Andalus,XIX/1,



Madrid 1954,



s. 53; a.mlf., " i b n H a z m " , El2 (İng.), III, 790; İnâ-



bırakıldı. İbn Hazm Tuleytula'da (Toledo)



yetullah Fâtihî Nijâd, " İ b n H a z m [Ebü'l-Muğire]",



v e f a t etti.



DMBİ,



III, 3 4 4 - 3 4 5 .



ı—ı İM



Vezirliği yanında şair ve müellif olarak



MEHMET YAVUZ



da devrinin önde gelen şahsiyetleri arasında yer alan İbn Hazm kıvrak zekâsı,



F



hazırcevaplılığı ve edebî ilimlerdeki geniş



(ûSjj^C* )



İbn Ebû Âmir'in sarayında yapılan ilmî ve daima üstün gelmiş, ancak amcasının oğlu İbn Hazm ile araları açılmıştır. İbn Hazm'ın bazı resmî yazıları v e çağdaşlarıyla yazışmalarını ihtiva eden birkaç risâlesi dışında (Humeydî, s. 292; İbn Bessâm eş-Şenterînî, I, 113-117, 127, 136, 139; Dabbî, s. 392-393; Makkarî, I, 617, 618; DMBl, III, 345) günümüze herhangi bir eseri ulaşmamıştır. Risâlelerinin dil ve üslûbu her bakımdan övülmüştür (İhsan Abbas, s. 275). İbnü'r-Rebîb olarak tanınan Kayrevanlı edip v e ensâb âlimi Ebû Ali Hasan b. Muhammed et-Temîmî kendisine yazdığı bir mektupta Endülüslül e r i n kendi âlim, edip, şair ve d e v l e t adamlarını tanıtan çalışmalar yapmadıklarından şikâyet etmesi üzerine (İbn Bessâm eş-Şenterînî, I, 111-113) yazdığı ri-



n



1



bilgisiyle tanınmıştır. Bu sayede hâcib edebî tartışmalarda muarızlarına karşı



İBN HAZRÛN



L



1 0 1 2 - 1 0 6 6 yılları arasında Endülüs'te Erküş ve çevresinde hüküm süren İslâm hanedanı.



J



Benî Hâzrûn (Hizrûn), Endülüs Emevî hilâfetinin çöküş döneminde İbn Ebû Âmir el-Mansûr'un ordusuna katılmak için Endülüs'e gelen İrniyyân (Yirniyyân) kabilesine mensup Zenâte Berberîleri'ndendi. Hânedanın kurucusu İmâdüddevle Ebû Abdullah M u h a m m e d b. Hazrûn b. Abdûn, Endülüs Emevîleri'nin zaaf içerisinde bulunmasından yararlanarak Kalsâne'de (Kalşâne [Calsena]) ayaklandı v e Erküş Kalesi'ni (Arcos de la Frontera) zaptederek kendini hükümdar ilân etti (402/1011-12). Kaynaklara göre İmâdüddevle cesareti yanında kan dökmekten çekinmeyen merhametsiz bir kişiydi. 420'de (1029) ölümünden sonra yerine oğlu Abdûn b. Muhammed b. Hazrûn geçti.



la birlikte cephe aldı. Müttefiklerin 439 (1047-48) yılında İşbîliye'ye (Sevilla) düzenledikleri başarısız saldırı Abbâdîler'le ilişkilerin daha da gerginleşmesine sebep oldu. Bir süre sonra Mevrûr hâkimi Muh a m m e d b. Nûh e d - D e m m e r î , Runde (Ronda) hâkimi Ebû Nûr b. Ebû Kurre ve Abdûn b. Muhammed b. Hazrûn ile zâhirî dostluklar kuran Ebû Amr Abbâd b. Muhammed onları davet ederek İşbîliye'ye gelmelerini sağladı. Ancak burada bir suikast düzenledi v e onları yakalatıp hapse attı, bir süre sonra da öldürttü (445/105354). Ebû Nûr b. Ebû Kurre'yi serbest bıraktığı da rivayet edilmektedir (İbn İzârî, III, 295, 313). Abdûn'un ölümünden sonra kardeşi Muhammed b. Muhammed b. Hazrûn "Kâim" lakabıyla Erküş hükümdarı ilân edildi. Muhammed de Abbâdîler'e karşı topraklarını savunmaya çalıştıysa da Mu'tazıd-Billâh'ın Erküş yakınlarında kale inşa edip kendisini sürekli baskı altında tutmasına daha fazla dayanamadı. Gırnata Hükümdarı Bâdîs b. Habbûs'la anlaşarak iskân için kendilerine verilecek bir yere karşılık topraklarını ona teslim etti. Bâdîs b. Habbûs, İrniyyân kabilesinin Gımata'ya güvenli bir şekilde gitmesini sağlamak için çok sayıda asker gönderdi. Gırnata'ya doğru yola çıkan kafile Mu'tazıd-Billâh'ın askerleri tarafından kıstırıldı. Meydana gelen şiddetli çarpışmada Bâdîs b. Habbûs'un kumandanı ile birlikte Muhammed b. Muhammed b. Hazrûn da öldürüldü. Hanımının v e kızının düşmanların eline geçmesinden çekinen Muhammed'in hizmetçisine emredip onları öldürttüğü rivayet edilir (a.g.e., III, 273). Böylece hânedanın hâkimiyeti sona erdi ve Erküş Abbâdî topraklarına katıldı (458/1066). BİBLİYOGRAFYA : İbn İzârî, el-Beyârıü'i-muğrib,



III, 230, 267,



270-273, 294-295, 313; a.e.: La caida del ato de Cordobay



Calif-



los Reyes de Taifas (trc. F. Mail-



lo), Salamanca 1993, s. 192, 222, 2 2 4 - 2 2 7 ; İbnü'l-Hatîb, A'mâlü'l-a'lâm



(nşr. E. Levi-Proven-



sâle ile amcasının oğlu İbn Hazm'a gön-



Şezûne'yi (Sedona, Sidonia) topraklarına



derdiği mektuplar onun seci ağırlıklı üs-



katan Abdûn b. M u h a m m e d b. Hazrûn



Geschichte



lûbunu yansıtan en güzel örneklerdir. İbn



Karmûne (Carmona), Mevrûr (Moron) v e



Zürich-Stuttgart 1956; Makkarî, Nefhu't-üb,



Hazm'ın yetiştiği dönemde Endülüs nes-



Gırnata (Granada) Berberîleri'nin yanında



rinde Abbâsîler'de olduğu gibi ağdalı bir



yer aldı. Abbâdîler'e karşı üstünlük sağla-



çal), Beyrut 1956, s. 2 3 8 - 2 4 0 ; a.e.: Spaniens



4 2 9 ; R. Dozy, Histoire pagne,



Islamische



(trc. W. H o e n e r b a c h ) , des musulmans



I, d'Es-



Leiden 1932, s. 220; a.mlf., Sparıish



lam, s. 640; Ziriklî, el-A'lâm



üslûp hâkimdi. Diğer Endülüslü nesir ya-



mış olan Zîrîler hânedanının Gırnata Hü-



M. Abdullah İnân, Devletü'l-lslâm



zarları gibi İbn Hazm da Câhiz ve Bedîüz-



kümdarı Bâdîs b. Habbûs'un Cezîretül-



Düuelü't-tavâ'if



zaman el-Hemedânî'den etkilenmiş, He-



hadrâ (Algeciras) hâkimi M u h a m m e d b.



Murâbıtî,



münzü



İs-



(Fethullah), IV, 179; fı'l-Endelüs:



kıyâmihâ



hatte'l-fethi'l-



Kahire 1408/1988, s. 45-46, 152-153,



155-156; D. VVasserstein, The Rise and Fail



of



medânî'nin yazılarından birine aynı üslûp-



Kâsım el-Hammûdî'nin halife olarak ta-



ta bir nazîre yazmıştır. Âmirîler devrinin



nınması isteğine olumlu cevap verdi ve



en önemli şairleri arasında yer alan İbn



Cezîretülhadrâ'daki Hammûdî hâkimiye-



Hazm'ın şiirlerinden pek azı günümüze



tini tanıdı. Bu arada komşu küçük Berbe-



Los reinos de taifas y las invasiones



ulaşmıştır. Kaynaklarda parçalar halinde



ri hânedanlarını ortadan kaldırmak iste-



Madrid 1992, s. 1 2 1 - 1 2 3 ; E. L e v i - P r o v e n ç a l ,



yer alan özellikle aşka dair şiirleri onun bu



yen Abbâdî Hükümdarı Ebû Amr Abbâd b.



sahadaki gücünü ortaya koymaktadır.



Muhammed'e (Mu'tazıd-Biilâh) karşı onlar-



theParty-Kings,



Princeton 1985, s. 84, 121, 127,



129; F. Maillo, Cronica



anonima



de los



Reyes



de Taifas, Madrid 1991, s. 27-28; M. J. Viguera, magrebies,



" A b b â d i d s " EF (İng.), I, 5-6.



62



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



H



M A R I A - P A Z TORRES-PALOMO



İBN HİBBÂN



İBN HİBBÂN ( o ^



ûi')



Ebû Hâtim Muhammed b. Hıbbân b. Ahmed ei-Büstî (ö. 354/965) ^



Hadis ve fıkıh âlimi.



^



İbn Hibbân'ı kıskanan bazı kimseler



mıştır. Zehebî, İbn Hibbân'ı cerh konu-



onun nübüvveti ilim ve amelden ibaret



sunda aşırı davrandığı ve âni karar ver-



saydığını ileri sürmüşlerse de Zehebî, bü-



diği için eleştirmiş, İbn Hacer de kendisi-



yük bir imam kabul ettiği İbn Hibbân'ın



ne bazı râvilerin cerhi hususunda benzer



p e y g a m b e r l i k l e ilgili görüşünün yanlış



tenkitler yöneltmiştir. Talebesi Hâkim en-



anlaşıldığını belirtmiştir. Ona g ö r e İbn



Nîsâbûrî hocasının hadis, fıkıh, lügat ve



Hibbân ilim v e amel sahibi olmayan kim-



vaaz alanlarındaki üstün bilgisine işaret



senin p e y g a m b e r olamayacağını söyle-



etmiş, Hatîb el-Bağdâdî onun hâfız, sika



277'de (890) bugünkü Afganistan'ın



miş, bu iki özelliğin peygamberde en mü-



ve derin anlayış sahibi olduğunu belirt-



Sicistan bölgesinde harabeleri bulunan



k e m m e l şekilde bulunduğunu ifade et-



miş, Yâküt ise kendisini asrın imamı ve



Büst'te doğdu. A r a p kabilelerinden Te-



miştir (Mîzânü'l-i'tidâl,



ailâme diye övmüştür.



mîm'e mensup olduğu için Temîmî nisbe-



Hacer de bu konuda İbn Hibbân'ı savun-



siyle de anılır. İlk öğrenimini Büst ve çev-



muş, onun gibi sağlam inançlı bir âlimin



resinde yaptı. Yirmi üç yaşlarında iken



nübüvvetin müktesep olduğu yönündeki



tahsil maksadıyla Taşkent'teki İsbîcâb'-



felsefî mânayı kastetmediğini belirtmiş-



dan başlayarak Horasan, Mâverâünnehir,



tir (Lisânü'l-Mîzân,



III, 507-508). İbn



V, 114). İbn Hibbân,



Irak, Hicaz, Şam, Mısır v e İskenderiye'ye



Sîstan'da bulunduğu sırada Müşebbihe



kadar uzanan bir seyahat gerçekleştirdi;



taraftarlarınca da kelâm v e f e l s e f e y l e



başta hadis olmak üzere fıkıh, Arap dili,



meşgul olduğu ileri sürülerek zındıklıkla



kelâm, f e l s e f e , tıp ve ilm-i nücûm alanla-



itham edilmiş, katli için halifeden emir



rında birçok hocadan faydalandı ve âlî is-



istendiği söylenmiştir. Bunun üzerine Sîs-



nadla rivayet imkânı buldu. Basra'da en



tan'ı terkeden İbn Hibbân Semerkant'a



yaşlı hocası muhaddis, edip ve tarihçi Ebû



sığınmış, aynı çevreler tarafından orada



Halîfe Fazl b. Hubâb el-Cumahî ile Zeke-



da rahatsız edilince Semerkant'tan ayrıl-



riyyâ es-Sâcî, Mısır'da Nesâî, Musul'da



mak zorunda kalmıştır. Sübkî'ye göre ise



Ebû Ya'lâ el-Mevsılî. Nesâ'da Hasan b.



Sîstan'dan sürüldüğü belirtilen İbn Hib-



Süfyân, Harran'da Ebû Arûbe, Buhara'da Büceyrî, Nîşâbur'da M u h a m m e d b. İshak es-Serrâc gibi âlimlerden hadis rivayet etti. Nîşâbur'da kendisinden hadis v e fıkıh dersleri aldığı İbn Huzeyme'nin metodunu benimsedi. Ayrıca Mufaddal b. M u h a m m e d el-Cenedî, Ebü'l-Abbas



bân değil Mücessime'den olduğu söylenen HâceAbdullah-ı Herevî'dir. İbn Hibbân 21 Şevval 354'te (20 Ekim 965) Büst't e v e f a t etti ve evinin yakınındaki hadis medresesinde defnedildi. Kaynaklarda "hadis hâfızı, Horasan'ın



Eserleri. 1. cale't-tekâsîm



Hibbân,



el-Müsnedü'ş-şahîh* ve'l-envâc



es-Sünen,



(Şahîhu



et-Tekâsîm



İbn



ve'l-en-



uâ'). Klasik tasnif metotlarından farklı olarak emirler, nehiyler, haberler, mubahlar v e Peygamber'in fiilleri şeklinde beş bölüm halinde düzenlenen ve sahih hadisler yanında hasen hadisleri de ihtiva eden eserin tamamı günümüze ulaşmamıştır. Abdülmuhsin el-Yemânî tarafından yayımlanan eseri (i-lil, Medine, ts.), İbn Balabân (ö. 739/1339) el-İhsân ribi Şahîhi



fî tak-



adıyla babiara



İbn Hibbân



göre yeniden düzenlemiştir (I-IX, Beyrut 1407/1987). 2. eş-Şikât* es-Şikât mine'ş-şahâbe bâ'i't-tâbi'în).



(Tânhu's-sikât, ue't-tâbfîn



ue et-



Râvileri tanıtan alfabetik



bir eserdir. Giriş bölümünde Hz. Peygamber'in hayatı ve gazveleri kısaca anlatılmış, 335 (946-47) yılına kadar gelen halif e ve meliklerin iktidar dönemlerinin özet



ed-Degüiî, İbn Ebû Dâvûd, İbn Cevsâ ve



hadis şeyhi" gibi ifadelerle anılan ve ha-



halinde tarihçesi verilmiştir. Eser Muham-



İbn Ebû Hâtim'den faydalandı. Dârekut-



dislerin sıhhatini belirleme, hadis râvile-



med Abdülmuîd Han'ın yönetiminde Mu-



nî, Ebû Abdullah İbn Mende, Hâkim en-



rini cerh v e ta'dîl e t m e konularındaki ça-



hammed Abdürreşîd tarafından yayım-



Nîsâbûrî, İbn Habîb en-Nîsâbûrî. Mu-



lışmalarıyla tanınan İbn Hibbân, râvilerin



lanmıştır (I-IX, Haydarâbâd 1393-1403/



h a m m e d b. A h m e d en-Nûkâtî, Abdur-



sıdk v e adaletinin tamamlanmasında on-



1973-1983). 3. Târîhu'ş-şahâbe



rahman b. M u h a m m e d el-İdrîsî,



ların ilim sahibi olmalarını şart koşmuş,



ne ruviye



Târî-



'anhüm



el-ahbâr



ellezî(Esâmi aş-



müellifi olup Guncâr diye



fakih olmayan sika râvinin ezberinden ri-



hâbi'l-kirâm,



Esmâ'ü'ş-şahâbe,



anılan Muhammed b. Ahmed el-Buhârî



vayet ettiği hadisleri hadisin metninde



tü'ş-şahâbe).



eş-Siküfm



gibi âlimler onun talebeleri arasında yer



hata yapabileceği için, sika bir fakihin ez-



kası bölümünden ibaret olan ve 1608 sa-



aldı.



berinden yaptığı rivayetleri de senedde



hâbînin biyografisini ihtiva eden eseri



Eserleriyle olduğu kadar takvâsıyla da



yanıiabileceği ihtimaliyle sakıncalı gör-



Bûrân ed-Dannâvî neşretmiştir (Beyrut



tanınan İbn Hibbân'ı Sâmânoğulları emir-



müş, cerhedildiği bilinmeyen her şahsı,



1408/1988). 4. Kitâbü



leri Semerkant, Nesâ ve daha başka yer-



râvisi âdil olmak şartıyla âdil sayıp riva-



rûhîn mine'l-muhaddişîn



lere kadı tayin etmişlerdir. Sâmânî Emîri



yetlerini ei-Miisnedü'ş-şahih"me almış,



ve'l-metrûkîn



Ebü'l-Muzaffer, Semerkant'ta hadis ta-



mezhebinin propagandasını yapan bid-



bü'd-Ducafâ\



hu Buhârâ



Ma'rife-



sahâbe taba-



(Macrifeti)'l-mecve'd-du'aiâ3



(Kitâbü'l-Mecrûhîn, Kitâbü'l-Cerh



Kitâ-



ve't-ta'dîl).



lebeleri için İbn Hibbân'ın adına bir suffe



'atçıların rivayetleriyie ihticâc edileme-



Rivayetleri tenkit edilen râvilere dair al-



y a p t ı r m ı ş , İbn Hıbbân da burada 330



yeceğini ileri sürmüştür. İbn Hibbân'ın râ-



f a b e t i k bir eser olup giriş bölümünde



(941-42) yılına kadar hadis ve fıkıh okut-



vilerin ta'dîlinde müsamahakâr olduğu,



cerh v e ta'dîl faaliyetlerinin tarihçesi



muştur. 334 (945-46) ve 337'de (948-49)



cerhe yönelik tenkitlerde ise sert dav-



özetlenmiş, yirmi çeşit cerh sebebi hak-



Nîşâbur'da imlâ meclisleri kurarak ha-



randığı belirtilmektedir. Kendisi râvileri



kında geniş bilgi verilmiştir. Râvilerin



dis dersleri vermiş, kendi adına yaptırı-



cerhederken çok ihtiyatlı davrandığını,



hangi sebeplerle cerhedildiğini belirten



lan hankahta bazı eserlerini yazdırmış-



bir kimseyi sika veya zayıf olarak nitele-



eser zayıf ve mevzû hadisleri tanımada



tır. Nîşâbur'daki ilk imlâ meclisinde he-



diği takdirde onun böyle olduğuna dair



önemli bir kaynaktır. İbnü'l-Cevzî'nin el-



nüz on üç yaşındaki Hâkim en-Nîsâbûrî'-



elinde sağlam deliller bulunduğunu söy-



M e v z û ' â i ' ı n d a geniş ölçüde faydalandı-



yi müstemlî olarak çalıştırdığı bilinmek-



lese de İbn Hibbân'ın bu nitelendirmele-



ğı eseri Hâfız Azîz Bey el-Kâdirî en-Nak-



tedir.



ri bazı hadis imamlarınca dikkate alınma63



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİBBÂN şibendî(I-II, Haydarâbâd-Dekken 1390/



sunda kaleme alınmış ilk eser olmalıdır),



ciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti-



1970) v e Mahmûd İbrâhim Zâyed (I-III,



Delâ'ilü'n-nübüvve,



beyne'n-



tüsü) adlı birer yüksek lisans tezi hazır-



Halep 1395-1396/1975-1976) yayımlamış,



nakale,



hadîsi'z-



lamışlardır.



Rebf Ebû Bekir Abdülbâkî eser için Fih-



Zührî



risti



Enes (on c ü z ) , c İ l e l ü Menâkıbi



Kitâbi'l-Mecrûhîn



ve'd-du'afâ3



el-Faşl



cİlelü'l-ahbâr,cİlelü



(yirmi cüz), c İlelü hadîsi Mâlik



b.



Ebî Ha-



BİBLİYOGRAFYA : İbn Hibbân, Şahîhu



(nşr. Şuayb



İbn Hibbân



adıyla bir f i h r i s t hazırlamıştır (Beyrut



nîfe (on cüz), Kitâbü



1992). İbn Hibbân'ın kitaptaki 423 râviy-



ehlü'l-Medîne



le ilgili bazı görüşlerini tenkit v e tashih



Mekkeli ve Horasanlıların infırâd ettikle-



denlerin girişi, 1, 10-46; a.mlf.,



ri hadislere dair beşer cüzlük, iraklılar'm



(nşr. Mahmûd İbrâhim Zâyed), Halep 1395-96/



eden Dârekutnî'nin çalışmasını da Halîl b. Muhammed el-Arabî rekutnî



Taclîkâtü'd-Dâ-



adıyla neşretmiştir (Kahire 1414/



1994). İbnü'l-Kayserânî, rûhîrideki



Kitâbü'l-Mec-



1139 hadisi başlangıçlarına



göre alfabetik olarak sıralamış, eseri İmâdüddin A h m e d Haydar Kitâbü ti't-tezkire



Ma'rife(Bey-



fi'l-ehâdîşi'l-mevzûca



rut 1406/1985) ve Hamdî b. Abdülmecîd



mâ inferede



bihî



(on cüz),



mine's-sünen



infirâd ettikleri hadislere dair on cüzlük üç eseri, Envâcu'l-\ılûm



ve



(otuz cüz), Fuşülü's-sünen, Şâü% Şerâ'itu'l-ahbâr, temvîh



evsâfühâ Menâkıbü'ş-



et-Tenbîhcale't-



( h a d i s imamlarının Ebû Hanî-



e l - A r n a û t - Hüseyin Esed), Beyrut 1404/1984, İbn Balabân'ın girişi, s. 106; ayrıca bk. neşreel-Mecrûhîn



1 9 7 5 - 7 6 , neşredenin girişi, I, e-'a;,



ayrıca bk.



I, 40, 58, 59, 192, 193, 197, 2 8 8 , 3 0 6 ; II, 73, 209, 2 4 9 ; III, 64; a.mlf., eş-Şifcâ(,l, 1-2,13; III, 63; a.mlf., Meşâhîr,



s. 159; Sem'ânî,



el-Ensâb,



II, 204, 209, 210; İbnü'l-Cevzî, el-Mevzû'ât( Abdurrahman



Muhammed



Osman),



fe'ye yönelik tenkitleri). İbn Hibbân, ölü-



1386/1966, I, 182, 245; II, 237; Yâküt,



m ü n d e n ö n c e bütün kitaplarını hadis



mü'l-büldân,



m e d r e s e s i n e v e dışarıdan gelecek hadis talebelerinin kalabilecekleri misa-



(nşr. MuhyiddinAli Ne-



tü'l-fukahâ'i'ş-Şâfı'iyye



bâhü'r-ruvât,



la anılan Büstteki evine vakfetmiş, bun-



fâz, III, 920-924; a.mlf.. A'lâmü'n-nübelâ',



(Riyad



ların masraflarını karşılayacak vakıf ge-



9 2 - 1 0 4 ; a.mlf., Mîzânü'l-iHidâl,



1415/1994) adıyla yayımlamıştır. S. Rav-



lirleri de bırakmıştır. Burada istinsah ça-



li'bn



Hibbân



nüzhetü'l-fuzalâ3.



zatü'l-'ukalâ've



Ah-



lışmaları yapıldığı, kitapların korunması



III, 122; Zehebî,



Tezkiretü'l-huf-



5 0 6 - 5 0 8 ; IV, 7, 8; Safedî, el-Vâp,



II, 3 1 7 - 3 1 8 ;



Sübkî, Tabakât,



III, 131-135; a.mlf., KâHde



cerh



(nşr. A b d ü l f e t t â h Ebû G u d d e ) ,



ue't-ta'dîl



için bir vasî tayin ettiği ve eserlerin kü-



Kahire 1398/1978, s. 31-32; İbn Kesîr,



hikmetli sözler ve hikâyelerle edebî bir



tüphanenin dışına çıkarılmamasını şart



ye, XI, 259; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân,



üslûpta işlendiği bir çeşit vaaz v e nasi-



koştuğu bilinmekte, fakat bir asır sonra



V, 112-115; VI, 74; a.mlf., el-Kavlü



hat kitabıdır. Eser Mustafa es-Sekkâ'nın



onun kitaplarından geriye çok azının kal-



Haydarâbâd-Dekken



tashih ve notlarıyla Kahire'de (1328/1911,



dığı anlaşılmaktadır.



Süyûtî, Tedrîbü'r-râvî,



Muhyiddin Abdülhamîd, Muhammed Ab-



dair bir kitap yazarak Sâmânoğulları emir-



dürrezzâk Hamza ve Muhammed Hâmid



lerinden Ebü't-Tayyib el-Musabî'ye tak-



el-Fıki'nin tahkikiyle Beyrut'ta (1395/1975,



dim ettiğini v e bu sayede Semerkant ka-



1397/1977) neşredilmiştir. 6. M e ş â h î r u



dılığına getirildiğini iddia etmişlerse de



'ulemâ'i'l-emşâr



fı'l-



el-BidâIII, 159;



'l-müsedded,



1319, s. 32-33,



38-39;



Kahire 1307, s. 31, 32;



ibn Arrâk, Tenzîhü'ş-şerfa,



Muhalifleri İbn Hibbân'ın Karmatîler'e



XVI,



I, 228, 274; III,



lâkî v e e d e b î konuların âyet, hadis, şiir,



1347/1928,1374/1955), ayrıca Muhammed



cülû-



Kahire 1326, s. 137; İbnü'l-Kıftî, İn-



mü'l-hadîş,



firhane haline getirdiği "dârülilim" adıy-



tâbi'l-Mecrûhîn



Tabakâ-



cîb), Beyrut 1413/1992,1, 115-118; a.mlf.,



le Tezkiretü'l-huffâz



Ki-



Mu'ce-



I, 415-419; İbnü's-Salâh,



b. İsmâil es-Selefî daha güzel bir tahkiketrâfü ehâdîşi



nşr.



Medine



I, 207; II, 131, 224;



I, 2 7 7 , 4 3 7 , 4 6 3 , 5 2 1 - 5 2 2 ; II,



Keşfü'z-zunûn,



1 0 0 3 , 1075, 1 0 8 7 , 1 0 9 6 , 1 1 6 2 , 1 4 0 0 , 1 4 0 7 , 1 8 8 8 , 2 0 1 3 ; Hediyyetü'l-'ârifln, Brockelmann, GAL



Suppl.,



II, 4 4 - 4 5 ;



I, 273-274; a.mlf.,



" İ b n H i b b â n " , İA, V/2, s. 7 5 3 ; Sezgin, GAS, 189-191; M u h a m m e d Zâhid el-Kevserî,



I,



Makâ-



culemâ'i'l-



onun eserlerinin zikredildiği listelerde



lât, Kahire 1388/1968, s. 86; M u h a m m e d Kürd



sahâbe, tâbiîn, te-



böyle bir kitap yer almamaktadır. İbn Hib-



Ali, Künûzü'l-ecdâd,



b e u ' t - t â b i î n d e n daha çok fıkıh, tefsir,



bân'a nisbet edilen diğer bir eser de İs-



aktar).



(ue a'lâmü



eş-Şikat'taki



D ı m a ş k 1404/1984, s.



1 4 8 - 1 5 1 ; Kays Âl-i Kays, el-İrâniyyûn,



1/1, s.



164-169; Sâlihiyye, el-Muccemü'ş-şâmil,



II, 133-



hadis v e kıraat ilimlerinde meşhur olan,



tanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde ka-



ibadet v e zühd yönüyle de ün kazanan



yıtlı bulunduğu (nr. 1910) ileri sürülen bir



haddişîn,



1602 şahıs yaşadıkları şehir v e bölgelere



tefsir olup (a.g.e., I, 191) bu eserin, Ebü'l-



h a m m e d Abdullah Ebû Suaylîk,



göre kısa biyografileriyle, yer yer rivayet



Leys es-Semerkandî tefsirinin Zümer sû-



fız Ebû Hâtim



ehliyetlerine de işaret edilerek tanıtılmış-



resinden Nâs sûresine kadar olan kısmı-



Dımaşk 1415/1995, tür.yer.; M e h m e t Ali Sön-



tır. Eser Manfred Fleischhammer'in tas-



nın bir nüshasından ibaret olduğu tes-



hihleriyle basılmış (Wiesbaden 1379/1959), ayrıca Merzûk Ali İbrâhim tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1987; Mansûre 1411/ 1991). 7. es-Sîretü bârü'l-hulefâ3.



v e ah-



'n-nebeviyye



İbn Hibbân'ın



eş-Şikât'ın-



dan derlenerek meydana getirilen eseri Hâfız Azîz Bey el-Kâdirî en-Nakşibendî ile diğer bazı âlimler yayımlamışlardır (Beyrut 1407/1987). Hâlid Abdurrahman el-Akk'in



Kışşatü's-sîreti'n-nebeviyye



adıyla neşrettiği eser de (Dımaşk 1990) bu kitap olmalıdır. 8. Muhtasar dûd (Sezgin, I, 191). 9.



fi'l-hu-



Hadîşü'l-akrân



(Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Mecmua, nr. 53/1). İbn Hibbân'ın kendi kitaplarında ve çeşitli kaynaklarda adı geçen diğer bazı eserleri de şunlardır: Vaşiü'l-îmân şu'abihî 64



ve



bit edilmiştir (Yaka, sy. 1 (1996], s. 151152). Muhammed Abdullah Ebû Suaylîk, elEbû Hâtim



med b. Hibbân



el-Büstî



m e z , İbn Hibbân



el-İmâmü'l-Hâ-



b. Hibbân



el-Büstî, İstan-



ue Cerh - Tadil Metodu,



bul, ts. (Ümran yayınları), s. 3, 19, 29, 117-133; a.mlf., " İ b n H i b b â n v e Ona N i s b e t Edilen T e f Üniversitesi



İlahiyat



Fakültesi



sy. 3, K o n y a 1990, s. 9 3 - 1 0 4 ; İsmail



Dergisi,



Cerrahoğlu, " İ b n H i b b â n v e T e f s i r i " ,



AÜİFD,



XIX (1973), s. 49-58; Nûrullah Kisâî, " İ b n - i H i b -



feylesûfi'l-cerh



b â n - ı B ü s t î : Tkhşîlât, S e f e r h â , Â ş â r - ı ' İ l m î v e



el-Müsnedü'ş-şahîh'i-



ni incelemiş, Mustafa Işık da İbn



Huzey-



me Sahîh'i



Sahîh'i



ve İbn Hibbân'ın



ile Mukayesesi



Muhammed



Muham-



adlı çalışmasında (Dımaşk



1415/1995) onun



tabakâti'l-mu-



Riyad 1415/1994, s. 1 6 0 - 1 6 4 ; Mu-



s i r " , Selçuk



İmâmü'l-Hâfız ve't-ta'dîl



135; Es'ad Sâlim Kayyim, 'İlmü



adıyla bir doktora çalış-



Hidemât-ı Â m û z e ş î " , Tahkikât-ı



İslâmî,



X/1-2,



Tahran 1374 hş., s. 69-81; M u h a m m e d Accâc el-Hatîb, " e l - H â f ı z e l - İ m â m Ebû Hâtim el-Büstî: Fakîhen u ş û l i y y e n " , Mecelletü dirâsâti'l-İslâmiyye



ue'l-'Arabiyye,



Külliyyeti'dsy. 10, Du-



bai 1415/1995, s. 11-55; Eyüp Yaka, " İ b n H i b -



ması yapmıştır (1998, Erciyes Üniversi-



b â n v e O n a İ z a f e Edilen T e f s i r " , Sakarya



tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü |Kayseri)).



versitesi



Adâb b. Mahmûd el-Hameş



pazarı 1996, s. 151-156; J. W. Fück, " i b n H i b -



b. Hibbân



el-Büstî



cerh ve't-ta'dîl



Muhammed



ve menhecühû



fi'l-



(1406, Câmiatü Ümmi'l-



kurâ külliyyetü'ş-şerîa ed-dirâsâtü'l-ulyâ eş-şer'iyye) v e Yüksel Çelik İbn bân ve Hadis İlmindeki



İlâhiyat



Fakültesi



Dergisi,



Üni-



sy. 1, A d a -



b â n " , EF (İng.), III, 799; Ali Refîî, " İ b n H i b b â n " , DMBİ,



III, 303-305; Beşşâr Avvâd Ma'rûf, " İ b n



Hibbân",



Mevsû'atü'l-hadâreti'l-İslâmiyye,



A m m a n 1993, s. 219-222.



Hib-



Yeri (1993, Er-



(İman ve imanın kısımları konu-



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



Ü



MEHMET A L I SÖNMEZ



İBN HİCCE lerine nazîre olmak üzere Hz. Peygamber için kaleme aldığı, 147 bedîî sanatı içeren 142 beyitlik kasidedir. Müellif, Nâsırüd-



İBN HİCCE



Ebü'l-Mehâsin Takıyyüddîn Ebû Bekr b. Alî b. Abdillâh b. Hicce el-Hamevî (ö. 837/1434) Memlükler dönemi edip ve şairi.



din İbnü'l-Bârizî'nin isteği üzerine Bûsîrî'nin Kaşîdetü'l-bürdesiyle aynı vezin



^



767'de (1366) Hama'da doğdu. Küçük yaşta Kur'an'ı ezberledikten sonra ipekçilik ve düğmecilik işleriyle meşgul oldu. Bu sebeple "düğmeci" anlamına gelen Ezrârî nisbesiyle de anılır. Ardından tahsil için gittiği Hama'da Alâeddin el-Kadâemî. Şeyh Şemseddin el-Heytî, İzzeddin Ali b. Hüseyin el-Mevsılî v e Ebû Bekir İbnü'l-Haysemî el-Hanefî gibi âlimlerden dil ve edebiyat dersleri aldı. Bunlar arasında özellikle Alâeddin el-Kadâemî'nin halk şiiri alanındaki geniş bilgisinden faydalanan İbn Hicce başlangıçta zecel ve mevâliyyâ gibi halk şiiri türlerinde manzumeler yazdı. Daha sonra Hama'nın ileri gelenleri v e âlimleri için kasideler kalem e aldı. Dımaşk Kadısı Burhâneddin İbn Cemâa'ya 790 (1388) yılından önce yazıp gönderdiği methiyesiyle büyük şöhret kazandı.



v e kafiyede yazdığı manzumeyi Takdîmü Ebî Bekr adıyla şerhetmiştir. Eser Osman b. Tâhir, Muhammed b. îsâ İbn Kennân, Muhammed b. Hasan es-Semennûdî v e Hûrî Bölüş Avvâd tarafından da şerhedilmiş olup Avvâd'ın şerhi basılmıştır (el-'îkdü'l-bedi' fî fenni'l-bedf, Beyrut 1881). el-Bedfiyye ve şerhi kendisinden sonra kaleme alınan bu tür eserleri büyük ölçüde etkilemiştir. Süyûtî esere Tanzîmü'l-bedf fî medhi'ş-şefîc adıyla bir nazîre yazmıştır. 2. Hizânetü'l-edeb ve ğâyetü'l-ereb. el-Bedfiyye'n'm şerhidir. Asıl adı Takdîmü Ebî Bekr iken şerhin zengin muhtevası göz önüne alınarak Ebü'l-Vefâ Nasr ei-Hûrînî (ö. 1291/1874) v e İbrâhim Abdülgaffâr gibi nâşirler tarafından Hizânetü'l-edeb olarak adlandırılmıştır. Eserin ilk baskısı (Bulak 1273), daha sonraki neşirleri (Kahire 1291, 1304) v e Muhammed Ebü'1-Fazl İbrâhim tarafından yapılan ilmî neşri (Kahire, ts. (Mektebetü'l-Hancî)) bu adla yayımlanmıştır. İbn Hicce, 826'da (1423) tamamladığı bu şerhi 100 kadar kaynağa başvurarak hazırlamıştır. Eser bedî' türlerinin tanımı, türün tarihî seyri, ilgili âyet v e hadislerle çok sayıda şiir örnekleri ihtiva eder. Muhyiddin Abdülkâdir b. Muhammed et-Tab e r î ( ö . 1033/1624), İbn Hicce'ninesere Takdîmü Ebî Bekr adını vermesini uycAliyyü'l-hücgun bulmamış, bu konuda ce bi-te'hîri İbn Hicce adıyla bir tenkit kaleme almıştır. Hizânetü'l-edeb, Abdülhay İbnü'l-İmâd el-Hanbelî tarafından



Ya'küb Abdünnebî'nin bu zeyilden yaptığı seçmeleri Hâmid Abdülkâdir neşretmiştir (Kahire 1392/1972). 4. Zeylü Şemerâti'l-evrâk (Te'hîlü'l-ğarîb). Nesir ve şiir seçmelerine ait olmak üzere iki bölümden oluşan zeyil aslıyla birlikte birkaç defa basılmıştır (Kahire 1287; nşr. M. Ebü'1-Fazl İbrâhim, Kahire 1971; nşr. Müfîd Muhammed Kumeyha, Beyrut 1403/ 1983). S. Bulûğu'l-emel fî fenni'z-zecel. Zecel, müveşşah, mevâliyyâ, kâne v e kân, kümâ gibi halk şiiri türlerine ait zengin örneklerle bunların açıklamalarını ihtiva eden eser Rızâ Muhsin el-Kureyşî tarafından neşredilmiştir (Dımaşk 1394/ 1974). 6. Keşfü'î-lişâm 'an vechi't-tevriye ve'l-istihdâm. Tevriye v e türleriyle istihdam sanatlarını bol örnekle açıkladığı bu eserinde İbn Hicce'nin lafızdan ziyade



adıyla ihtisar edilmiş-



anlama önem verdiği görülmektedir. Cinânü'l-cinâs adlı eserin müellifi Selâhaddin es-Safedî'nin, edebî sanatlarda lafzı öne çıkaran bir anlayışı benimsediğini söyleyen İbn Hicce, bu eseri onun Fazzü'lhitâm 'ani't-tevriye ve'l-istihdâm adlı kitabını yetersiz bulduğu için kaleme almıştır. Özellikle Kâdî el-Fâzıl, İbn Senâülmülk, İbn Nübâte el-Mısrî ve Ali b. Muz a f f e r el-Vedâî'nin manzum ve mensur eserlerinden alınmış tevriye ve istihdam örneklerine geniş yer veren eser, aslında Hizânetü'l-edeb'deki ilgili bölümün müstakil kitap haline getirilmiş şeklidir (Beyrut 1312/1894). 7. Şübûtü'l-hücce "ale'l-Mevşılî ve Hillî li'bn Hicce. İbn Hicce bu eseri, el-Bedfiyye v e onun şerhi olan el-Hizâne'smm Safiyyüddin elHillî v e İzzeddin el-Mevsılî'nin bedîiyyelerinin taklidi olduğu yolundaki iddialara cevap olarak kaleme almıştır. Eserde üç bedîiyyeyi ve şerhini karşılaştırarak ken-



tir. 3. Şemerâtü'l-evrâk(fi'l-muhâdarât). Kıssa, fıkra, ilginç haber, güzel cevap, atasözü v e seçme şiirlerden oluşan bir mec-



di bedîiyyesinin v e şerhinin üstünlüğünü ortaya koymaya çalışan müellif İbn Hacer el-Askalânî, Bedreddin İbnü'd-Demâmînî



mua olup Harîrî'nin Dürretü'l-ğavvâş'ı, İbnü'l-Cevzî'nin İmtihânü'l-ezkiyâ5 ve



v e Muhammed İbnü'l-Cezerî'nin onun ber dîiyyesini diğer ikisine üstün tutan görüş-



İbn Hallikân'ın Vefeyâtü'l-acyân'ı başta olmak üzere kırk kadar kaynaktan yapılmış seçmeleri ihtiva eder. İlk defa Râgıb



lerine de yer vermiştir (İzmir Millî Ktp., nr. 1751). 8. Kahvetü'l-inşa'. Müellifin mektuplarından meydana gelen bir mec-



el-İsfahânî'nin Muhâdaratü'l-üdebâ3sı kenarında yayımlanan eserin (Kahire



muadır. "er-Resâ'ilü'd-dîvâniyyât" ve "erResâllü'l-ihvâniyyât" olmak üzere iki bö-



İbn Hicce kendine aşırı derecede güvenen, başka şair v e müelliflere t e p e d e n



1287) daha sonra çeşitli baskıları yapılmış, son olarak Muhammed Ebü'1-Fazl İbrâhim (Kahire 1391/1971) ve Müfîd Mu-



lüme ayrılır. Mısır'da Dîvân-ı İnşâ'da kâtipken kaleme aldığı ilk bölümdeki mektupları, zamanın ileri gelen devlet ricâline



bakan bir kişiliğe sahipti. Kaynaklarda bu yüzden çok sayıda hasmı olduğu, hatta



h a m m e d Kumeyha (Beyrut 1403/1983) tarafından neşredilmiştir. Esere İbrâhim



hitap ettiği için tarih açısından da önemlidir. İkinci bölüm, Trablus'tan Mısır'a git-



talebesi M u h a m m e d b. Hasan en-Nevâcî'nin onun aleyhinde el-Hücce fîserikâ-



b. Ali el-Ahdeb'in Te'hîlü'l-ğarîb ve'zzeyl li-Şemerâti'l-evrâk adıyla yazdığı zeyil Kahire (1300) baskısında yer almak-



tiği sırada İbnü'd-Demâmînî'ye yazdığı er-Risâletü '1-bahriyye, 819'da (1416) Kâdî el-Fâzıl ve İbn Nübâte'ye muâraza



tadır. Kitaba Muhammed b. Muhammed es-Sâbık el-Hamevî de bir zeyil yazmıştır.



için yazdığı Risâletü vefâ'i'n-Nîl, edebî gücünü göstermek amacıyla kaleme al-



İbn Hicce Dımaşk, Halep, Trabluşşam v e Kahire'ye birçok seyahatte bulundu. 791 (1389) yılında Kahire'de vezir v e şair Fahreddin İbn Mekânis ve oğlu Mecdüddin, İbn Haldûn, İbn Hacer el-Askalânî, Dımaşkta Makrizî gibi dönemin önde gelen şahsiyetleriyle tanıştı. Dostu v e hemşehrisi Nâsırüddin Muhammed İbnü'l-Bârizî, Mısır Sultanı el-Melikü'l-Müeyyed Seyfeddin el-Mahmûdî'nin sır kâtibi olunca onu Dîvân-ı İnşâ kâtipliğine tayin etti (815/1412). Sultanın yakınları arasına girmeyi başaran İbn Hicce uzun süre bu görevde kaldı. Hâmisi Nâsırüddin İbnü'l-Bârizî'nin ölümünden (823/1420) sonra yerine geçen oğlu Kemâleddin İbnü'l-Bârizî zamanında da aynı görevi sürdürdü. 830'da (1426) Hama'ya dönerek telifle meşgul olmaya başladı. Te'hîlü'l-ğarîb adlı eserini 835'te (1431-32) burada tamamladı. 1S Şâban 837'de (27 Mart 1434) Hama'da vefat etti.



ti İbn Hicce adlı bir eser yazdığı kaydedilmektedir. Eserleri. 1. el-Bedfiyye.



Safiyyüddin



Şerhu Ebi'l-Felâh



el-Hillî ile İzzeddin el-Mevsıiî'nin bedîiyye65



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİCCE dığı Risâletü's-sikkîrı'i



ile 791'de (1389)



el-Melikü'z-Zâhir Berkuk tarafından yakılıp yıkılmış olan Dımaşk'ı görünce teessürlerini dile getirdiği ve Mısır'daki Vezir İbn Mekânis'e gönderdiği Yâkütü'l-kelâm fîmâ nâbe'ş-Şâm (Risâle li'bn Mekânis) adlı risâlelerinden oluşur. Ömer Mûsâ Bâşâ tarafından neşredilen eser (baskı yeri ve tarihi yok), Şemerâtü'l-evrâkve Te'hîlü'l-ğarîb gibi eserlerin içinde de yayımlanmıştır. Ayrıca Yâkütü'lkelâm'ı Ahmed T^rbîn de neşretmiştir (MMLADm., XXXl/4 [1376/1956], s. 611630). 9. Bulûğu'l-murâd mine'l-hayevân ve'rı-rıebât ve'l-cemâd. Câhiz'in el-Hayevân'ı ile Demîrî'nin Hayâtü'lhayevân'ınüa sadece hayvanlara dair bilgi ve şiirlere yer verilirken İbn Hicce, 829'da (1425) kaleme aldığı eserinde bunlara bitki ve değerli taşlarla ilgili olanları da ekleyerek alfabetik sıraya göre düzenlemiştir. 10. Bulûğu'l-merâm min Süeti İbn Hişâm ve'r-Ravzü'l-ünüf ve'lİclâm. İbn Hişâm'ın Siret'i ile onun şerhleri olan er-Ravzü'l-ünüf (Süheylî) ve elİ'lâm'ın (Ahmed b. Ömerel-Kurtubî) muhtasarıdır (Nuruosmaniye Ktp., nr. 3060). 11. Bürûku'l-Gays(ellezîinsecemfîşerhi Lâmiyyetü'l-'Acem). Tuğrâî'nin Lâmiyyetü'l-'Acem kasidesine Selâhaddin es-Safedî'nin yazdığı el-Gaysü'l-müseccem adlı şerhe eleştiri ağırlıklı hâşiyedir. 12. Şerhu Kaşîdeti Bânet Sü'âd. Kâ'b b. Züheyr'in meşhur kasidesinin şerhidir (nşr. Ali Hüseyin el-Bevvâb, Riyad 1985). 13. Ezhârü'l-envâr. Kısa hikâye ve fıkra mecmuası olup yer yer şiir parçalan da ihtiva eder. 14. Mültekatâtü İbn Hicce. Varlık v e türleriyle ilgili bir eserdir. 1 S. Mecra'ssevâbık. A t tasvirlerine dair şiirlerden derlenen bir mecmuadır (nşr. Ömer Mûsâ Bâşâ, Cezayir 1974). 16. Tahmîsü Kaşîdeti'l-Bürde (li'l-Bûşirî) (Nuruosmaniye Ktp., nr. 3712). 17. Tağrîdü'ş-Şâdıh. Muhammedİbnü'l-Hebbâriyye'nin (ö. 504/1111) Kelîle ve Dimne tarzında kal e m e aldığı eş-Şâdıh ve'l-Bâğım adlı 2000 beyitlik urcûzesinden seçmeleri ihtiva eder. 18. Tahrîrü'l-Kirâtî. Burhâneddin el-Kirâtî'nin divanından seçilmiş on iki kaside ve bazı kıtalardan oluşmaktadır (Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye, nr. 7729). 19. Zâviyetü Şeyhi'ş-şüyûh. Hama şeyhüşşüyûhu Abdülazîz el-Ensârî'nin tevriyelerinden seçmeler olup meillifin Keşfü'l-lişûm adlı eserinin içinde de yer almaktadır. 20. Beyâzü'n-nebât. İbn Nübâte ei-Mısrî'den s e ç m e şiirler olmalıdır (TSMK, nr. 2355). 21. Emânü'l-hâ'ifîn min ümmeti seyyidi'l-mürselîn. Hz. Peygamber için yazılan bir kasidedir (Beyazıt Devlet Ktp., nr.



7934, vr. 50 b -52 a ). 22. Lezkatü'l-baytâr fî£akri İbni'l-'AUâr. Şair Şerefeddin Yûsuf İbnü'l-Attâr'ın hicviyesine cevap olarak kaleme alınmıştır. 23. Reşfü'l-menhel(eyn). Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Mahmûd b. Abdülkâdir el-Cîlânî'nin bir kasidesinin tahmisidir. 24. Dîvân (ed-Dîuânü'l-Hameuî, Cene'l-cenneteyn, eş-Şemerâtü'ş-şeh'ıyye mine'l-fevâkihi'l-Hameuiyye ve'z-zeuâ'idi'l-Mışriyye) (Dımaşk 1929). Müellifin, bedîî sanatların v e özellikle tevriyenin yoğun biçimde kullanıldığı şiirlerinin çoğunu övgü, muâraza v e nazireler oluşturur (bu eserlerin yazma nüshaları için bk. Brockelmann, GAL, II, 18-i 9; Suppl., 11, 9). İbn Hicce'nin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Tahmîsü's-Süheylî(Abdurrahman es-Süheylî'nin el-Kaşıdetü'l-'ayniyye'sinin tahmîsi); Büyûtü'l-caşere (İbn Nübâte el-Mısrî'nin beş kasidesine yazdığı muâraza olup eserin mukaddimesi Kahvetü'l-inşâ'da yer almaktadır); Kabulü'l-beyyinât (İbn Nübâte, Burhâneddinel-Kirâtî ve İbn Hicce'ye ait üç el-Kaşîdetü't-tâ'iyye'nin mukayesesidir); Hadîkatü Züheyr (Bahâ Züheyr'in şiirlerinden seçmeler olmalıdır); Nâdıcü Kalâkıs (İbn Kalâkıs'ın şiirlerinden seçmeler olmalıdır); Katrü'n-nebâteyn (İbn Nü'bâte'den seçme şiirler veya ona nazîre olmalıdır); Letâ'ifü't-taltîf(şiir, hikâye ve fıkra seçmelerini içeren bir mecmuadır); Nevâdirü'l-üdebâ5 (seçme şiirler mecmuası olmalıdır); es-Sîretü'şŞeyhiyye (Mısır Sultanı el-Melikü'l-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî'nin biyografisidir). BİBLİOGRAFYA : İbn Hicce, Bulûğu'l-emel



fenni'z-zecel{nşr.



neşredenin girişi, s. 11-37; a.mlf.,



Şemerâtü'l-



Ebü'l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Alâiddîn Hiccî b. Mûsâ es-Sa'dî ed-Dımaşkı (ö. 816/1413) Muhaddis, tarihçi ve Şafiî fakihi.



^



4 Muharrem 7S1'de (14 Mart 1350) Dımaşk'ta doğdu (Nuaymî, 1, 139; İbn Tolun, I, 178). Kur'an'ı ezberledikten sonra başta babası olmak üzere Şemseddin İbn Kâdî Şühbe ve Bahâeddin Ebü'l-Bekâ Muhammed gibi âlimlerden fıkıh okudu. Hadis öğrenimini Ebü'l-Fidâ İbn Kesîr ve İbn Râfı'in yanında tamamladı; ayrıca aralarında İmâdüddin eş-Şîracî, Ahmed b. İsmâil, İbnü'l-Mülakkın, Muhammed b. Humeyd'in de bulunduğu Kudüs, Medine, Ba'lebekve Halep gibi şehirlerin muhaddislerinden icâzet aldı. Hadis v e fıkıh yanında tarihle de ilgilenerek Dımaşk'ın meşhur âlimlerinden biri oldu ve şehrin Şâfıî mezhebine bağlı medreselerinin çoğunda müderrislik yaptığı gibi kadı nâibliğini ve Emeviyye Camii'nin hatipliğini de yürüttü. Birçok d e f a Kahire'ye giderek hadis rivayet edip ders ve fetva verdi. Bu seyahatlerinin sonuncusunu, sekiz yıl sonra Memlûk tahtına çıkacak olan o sıradaki Dımaşk Nâibi el-Melikü'l-Müeyyed Şeyh elMahmûdî'nin Sultan el-Melikü'n-Nâsır Ferec b. Berkük'a yolladığı mektubu götürmek için yaptı. Bu arada Kahire'de İbn Hacer el-Askalânî ile karşılaştı v e onun Tağlîku't-TaHîk adlı kitabını ezberledi. Dımaşk'a döndükten sonra kadılığı bıraktı; kendisine birçok defa kâdılkudâtlık makamının teklif edilmesine rağmen kararından vazgeçmedi ve geri kalan ömrünü



Ebü'1-Fazl İbrâhim), Kahire 1971, neşredenin gi-



ibadetle v e kitap yazmakla geçirdi. Öğrencileri arasında Takıyyüddin İbn Kâdî Şühbe ve oğlu Bedreddin İbn Kâdî Şühbe



rişi, s. 4-6; a.mlf., Hlzânetü'l-edeb



de bulunmaktadır.



evrâk



(nşr. M ü f î d M. Kumeyha), Beyrut 1403/



1983, neşredenin girişi, s. 7 - 1 4 ; a.e. (nşr. M. ve



ğâyetü'l-



ereb, Kahire 1304, s. 3; Keşfü'z-zunûn,



I, 233-



2 3 4 , 2 5 4 , 3 3 6 , 5 2 4 ; II, 1366, 1593; Brockelmann, GAL,



II, 18-19; Suppl.,



II, 8 - 9 ; a.mlf..



" İ b n H i c c e " , İA, V/2, s. 7 5 3 - 7 5 4 ; a . m l f . . " i b n H i d j d j a " , El2 (ing ), III, 7 9 9 - 8 0 0 ; Âdâb



İbn Hicce el-Hamevî,



Şevki Dayf, Târîhu'l-edeb, Belâğa



C. Zeydân,



(Dayf), 111, 135-136; Mahmûd Rızk Selim,



Takıyyüddîn



tetavvür



Kahire 1962;



I, 791-793; a.mlf., el-



ve târîh, Kahire 1965, s. 362-



363; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb, Mahmûd er-Rebdâvî, İbn Hicce



III, 839-844; el-Hamevî,



m a ş k 1 4 0 2 / 1 9 8 2 ; Ali Ebû Zeyd, fı'l-edebi'l-'Arabî, rü'l-memlûkî,



Dı-



el-Bedfiyyât



Beyrut 1403/1983, s. 9 3 - 9 5 ;



Eserleri. ez-Zeyl'alâ sîr (Târîhu İbn Hiccî).



Târîhi



İbn



Ke-



İbn Hiccî'ye "mü-



errihu'l-İslâm" denilmesine yol açan en önemli çalışmasıdır; 741 (1340) yılından itibaren ay ay olaylar hakkında bilgi verip her ay v e f a t eden meşhur şahsiyetleri tanıtır. İbn Hiccî, İbn Kesîr'in ve'n-nihâye



el-Bidâye



adlı tarihine zeyil olarak ha-



zırladığı kitabında 741-747 (1340-1346) ve 769-816(1368-1413) yılları arasındaki



el-aş-



olayları konu edinmiş, eksik kalan 748-



Dımaşk 1409/1989, s. 582-597;



768 (1347-1367) yılları arasının yazılma-



Ömer Mûsâ Bâşâ, Târîhu'l-edebi'l-'Arabî: Sâlihiyye, el-Mu'cemü'ş-şâmil,



II, 163-166; Hu-



sını ise öğrencisi Takıyyüddin İbn Kâdî



lusi Kılıç. " B e d î i y y â t " , DİA, V, 323; Meryem Sâdı-



Şühbe'den istemiştir; o da bu kısmı ve



ki, " İ b n H i c c e e l - H a m e v î " , DMBİ, III, 333-336. H



66



fi



Rızâ Muhsin el-Kureyşî), D ı m a ş k 1394/1974,



İBN HİCCÎ



NASUHİ Ü N A L KARAARSLAN



816'dan (1413) 840 (1437) yılına kadar meydana gelen olayları ekledikten sonra



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİNDÛ zeyli yeniden kaleme almıştır (İbn Kâdî Şühbe, IV, 1 3; Keşfü'z-zunûn, 11, 11221123). İbn Hacer'in İnbâ'ü'l-ğumfu yazarken çok faydalandığı bu eserden İbn Tolun et-Târîhu't-tezyîl adıyla bahseder (el-Kalâ'idü'l-ceuheriyye, i, 181). Kitabın yazma nüshası ilk bulunduğunda (Berlin



(bk. M U S A N N İ F ) .



İbn Hicrî'nin diğer eserleri zamanımıza ulaşmamış olup kaynaklardan onun geleneğe uyarak hadis aldığı hocalarının ve okuduğu ders kitaplarının isimlerini eiMu'cem adlı eserinde bir araya getirdiği, zamanındaki Dımaşk medreseleri hakkında kaleme aldığı ed-Dûris min ahbâri'lmedâris adlı kitabında bu medreseleri kurup vakfeden kimselerle oralarda ders veren âlimlerin hayat hikâyelerini anlattığı, Şemseddin İbn Abdülhâdî'ninei-Muharrer adlı eserinin bazı bölümlerini şerhettiği, bir reddiyede İsnevî'nin el-Mühimmât ve'1-elğâz adlı eserindeki birçok yanlışı ortaya koyduğu ve ilimlerin faydaları üzerine Cemhı'1-müfterik adlı bir eserle hocası İbn Râfı'in Vefeyât'ma bir zeyil yazdığı öğrenilmektedir (Nuaymî, 1, 143; İbnü'l-İmâd, VII, 117). Bazan İbn Hacer el-Askalânî'ye nisbet edilmekle birlikte yazma nüshalarının çoğunda müellifi Zeynülkudât Ahmed b. Muhammed el-Hiccî(el-Hacerî) olarak kaydedilen elcale'l-isticdâd Münebbihât li-yevmi'lmfâd adiı eserin de İbn Hiccî'ye ait olması muhtemeldir (Abdüssettâreş-Şeyh, s. 481; Şâkir Mahmûd Abdülmün'im, 1, 394-395).



(^^ioJI



bi't-teubîh,



târîhi'l-medâris



Ebû Mahmûd Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm b. Hiiâl el-Makdisî (ö. 765/1364) J



714'te (1314) Kudüs'te doğdu. Sûfî İbrâhim el-HavvâsVı (ö. 291/903) soyundan geldiği için Havvâsî nisbesiyle de anılır (Zehebî, s. 33). Kudüs, Dımaşk ve Kahire gibi ilim merkezlerinde hadis öğrendi ve bu sahada temayüz etti. Zehebî'den İbn Mâce'nin es-Sünerı'ini okudu; İbn Seyyidünnâs, Birzâlî, Alâî ve Zeynüddin el-lrâki'den ders aldı. Memlükler döneminde Şam valiliği yapan Tenkız'in 729'da (1329) Kudüs'te inşa ettirdiği Tenkıziyye Medresesi'nde Alâî'nin ölümünden (761/1359) sonra hadis hocalığına başladı v e hayatının sonuna kadar görevini sürdürdü. Bu medresede hadis hocaiığı yapmak için âiî rivayetleri semâ yoluyla almanın ve onları iyi zaptetmenin şart olduğu (Meosû'atü'l-Filistîrdyye, III, 17) göz önüne alınırsa İbn Hilâl'in hadis ilmindeki yerinin önemli olduğu anlaşılır. Şâfıî fukahasından olduğu belirtilen ve fazilet sahibi bir âlim olarak nitelendirilen İbn Hilâl el-Makdisî, Rebîülâhir 765'te (Ocak 1364) Mısır'da vef a t etti. İbn Hacer ise onun Kudüs'te öldüğünü kaydetmektedir. Eserleri. 1. Müşîrü'l-ğarâm reti'l-Kuds



ve'ş-Şâm.



ilâ



ziyû-



23 Şâban 752'de



(15 Ekim 1351) K u d ü s ' t e t a m a m l a n a n eser, Filistin tarihi ve Kudüs'ün fazileti hakkında telif edilen ilk önemli kaynaklar-



sâ ile ilgili tarihî bilgiler ve onun faziletleri anlatılmaktadır. Muhammed b. Ammâr



el-Kalâ'i(nşr. M.



fî târîhi'ş-Şâlihiyye



A h m e d D e h m â n ) , D ı m a ş k 1 4 0 1 / 1 9 8 0 , 1 , 178182; Keşfü'z-zunûn,



I, 277; II, 1122-1123; İb-



n ü ' I - İ m â d , Şezerât,



VII, 1 1 6 - 1 1 8 ; A h l v v a r d t ,



IX, 65-66; Brockelmann, GAL,



II,



b. Muhammed el-Mâlikî eseri merâm



fî tahşîli Müşîri'l-ğarâm



Beyrut 1398/1978, s. 2 2 9 - 2 3 0 ; A b d ü s s e t t â r eş-



Hâlidî (Yafa 1946) ve A h m e d el-Hâtimî (Beyrut i 415/1994) tamamını neşretmiş-



el-'Askalânî,



Dımaşk



1412/1992, s. 4 8 1 ; Şâkir Mahmûd AbdülmünBeyrut 1417/1997,



el-'Askalânî,



I, 3 9 4 - 3 9 5 ; M u h a m m e d Abd-i Alî, "İbn H i c c î " , m ki



sabri hizmetli



ue'ş-Şâm



ilâ



ziyâ-



(nşr. A h m e d e l - H â t i m î ) ,



Beyrut 1415/1994, neşredenin girişi, s. 20-40; Zehebî, el-Mu'cemü'l-muhtaş



bi'l-muhaddişîn



( n ş r M . H a b î b e i - H î l e ) , T â i f 1 4 0 8 / 1 9 8 8 , s. 33; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine,



I, 242; Tâkıy-



y ü d - d i n İbn F e h d , Lahzü'l-elhâz kireti'l-huffâz



(Zeylü



Tez-



i ç i n d e nşr. M. Z â h i d



li'z-Zehebî



e l - K e v s e r î ) , D ı m a ş k 1347, s. 1 4 8 - 1 5 0 ; Ebü'lY ü m n e l - U l e y m î , el-ünsü'l-ceill Kuds



ve'l-Halîl,



bi-târlhi'l-



Kahire 1283/1866, II, 499-550; I, 1 3 6 ; II, 1005, 1006, 1589,



Keşfü'z-zunûn,



1707; B r o c k e l m a n n , GAL, 162; Ziriklî, el-A'lâm,



II, 162; Suppl.,



1, 2 1 6 ; K e h h â l e ,



II,



Mu'ce-



II, 62-63; Conrad Koening, " D e r



mü'l-mü'ellifîn,



K i t â b m u t î r a l - ğ a r a m ilâ z i j â r a a l - K u d s w a ' s S a m - d e s S i h â b e d d i n A b u M a h m û d A h m e d alM u k a d d a s ı " , Islamic



(ed. Fuat Sez-



Geography



g i n ) , Frankfurt 1993, LXXIV, 1 4 7 - 1 7 7 ; Guy Le Strange, "Description o f the N o b l e Sanctuaıy at Dîn as Suyûtî, E x t r a c t s R e - T t a n s l a t e d " ,



lerdir. Müşîrü'l-ğarâm'm



JRAS,



sy. 19 (1887), s. 2 4 7 - 3 0 5 (aynı makale için bk. Islamic



Geography



|ed. Fuat Sezgin], Frankfurt



1993, LXXIÜ, 139-199); Mu.Fs.,\, tü'l-Filistîniyye,



106;



el-Mevsû'a-



Beyrut 1990, II, 6 1 1 - 6 1 2 ; III,



14, 17, 337, 370; VI, 810. 8



N U R I TOPALOĞLU



İBN HİNDU



1



tft)



Ebü'l-Ferec Alî b. el-Hüseyn b. el-Hasen b. Ahmed b. el-Hasen b. el-Hasen b. Hindû (ö. 423/1032)



Ebü'l-Yümn ei-Uleymî'nin geniş ölçüde



Şeyh, el-Hâfız



IH, 3 3 6 - 3 3 8 .



İbn Hiiâl el-Makdisî, Müşîrü'l-ğarâm reti'l-Kuds



faydalandığı kitabın 5-7. fasıllarını ilk debirlikte (bk. bibi.), daha sonra Ahmed el-



DMBİ,



BİBLİYOGRAFYA :



ihtisar etmiştir. Kemâleddin es-Süyûtî ile



fa Guy Le Strange İngilizce tercümesiyle



'im. İbn Hacer



y a h a t l e ilgili rivayetlerini doğrulamak amacıyla yazılmıştır (Meusû'atü'l-Filistîniyye, III, 370).



adıyla



'l-mü'errihîne'd-Dımaşkıyyîn, İbn Hacer



ehâdîşi'l-mfrâc



6. İfhâmü'l-mümârî bi-anbâri Temîm ed-Dârî. Temîm ed-Dârî'nin Kudüs'e se-



Müntehe'l-



1, 105; Selâhaddin el-Mü-



neccid, Mu'cemü







(a.g.e., i, 136). 5. Vcâletü'l-'âlim min kiiâbi'l-Mecâlim. Hattâbî'nin Mecâlimü'ssünen inin muhtasarıdır (a.g.e., II, 1005).



Jerusalem in 1470 A.D., b y Kamâl (or Shams) ad



s. 310-311; Nuaymî, (nşr. Ca'fer el-Hase-



ve'ktifâ'ü's-Sünen.



Ebû Dâvûd'un es-Sünen'i üzerine yapılan bir şerhtir (Keşfü'z-zunûn, il, 1006).



v e faziletleri, ikinci kısmında Mescid-i Ak-



dü'l-cevheriyye



6 3 ; Ziriklî, el-A'lâm,



biri Manisa İl Halk Kütüphanesi'nde (nr. i 193), bir diğeri Berlin'de (nr. 3705) bulunmaktadır (Brockelmann, GAL, II, 162).



4. İktifâ'ü'l-minhâc



Muhaddis.



L



il eserlerinden seçme dua ve zikirleri ihtiva etmekte olup yazma nüshalarından



3. İntihâ'ü's-senen



IV, 12-



nî), Kahire 1988,1, 138-143; İbn Tolun,



Verzeichnis,



JM&^î)



I, 3; VII, 121-124;



İbn Kâdî Şühbe. Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye, 14; İbn Hacer, Inbâ'ü'l-ğumr, ed-Dârisfî



1



İ B N HİLAL el-MAKDİSI



bâh fi'l-cemc beyne'l-Ezkûr ve's-Silâh. Nevevî'nin el-Ezkâr'ı ile İbnü'l-İmâm'ın Silâhu'l-mü'min fi'd-ducâ3 ve'z-zikr ad-



dan olup birinci kısmında Şam'ın sınırları



BİBLİYOGRAFYA :



Sehâvî, el-l'lân



J



r



olduğunu ortaya koymuştur (Verzeichnis, IX, 65-66). Muhtemelen iki cilt hacminde-



dir; ancak 805-808 (1402-1406) yılları arası eksiktir.



""



L



Staatsbibliothek, nr. 9458) İbn Hacer elÂskalânî'ye nisbet edilmiş, daha sonra Wilhelm Ahlvvardt eserin İbn Hiccî'ye ait



ki kitabın 11. cildini oluşturan bu nüsha, 7 6 9 - 8 1 5 (1368-1412) yıllan arasındaki oiayları ve vefeyât konularını içermekte-



İBN HİDÂYETULLAH



F



Filozof, hekim, şair ve devlet adamı.



L



J



kaynakları v e



Lakabına bakılarak İbn Hindû'nun Hint



muhtevasıyla ilgili bir çalışma da Conrad



menşeli olduğunu (Meyerhof, s. 95) ya-



Koening tarafından yapılmıştır (Islamic



hut Hindûcân beldesine mensup bulun-



Geography,



LXXIV, 147-177). 2.



el-Miş-



duğunu ileri sürenler olmuşsa da Arap 67



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİNDÛ soyundan geldiği v e Kum şehrinde doğ-



ği filozoflardı. 380 (990) yılında Bağdat'-



gönderdiği de bilinmektedir. İbn Hindû,



duğu bilinmektedir. Kendisinin Hintliler-



tan Nîşâbur'a dönen İbn Hindû burada



oğlu Ebü'ş-Şeref İmâd'ın bildirdiğine göre



den (Hünûd) "şehre gelen yabancılar" şek-



Kâbûs b. Veşmgîr'in hizmetine girdi. 383'-



423 (1032) yılında Esterâbâd'da vefat et-



linde söz etmesi de (Miftâhu't-tıb, s. 157)



- t e (993) Kâbûs'un saflarında savaşa katıl-



ti (İbnü'n-Neccârel-Bağdâdî, XVII, 354).



onun Arap asıllı olduğunu göstermekte-



dı; Cürcân ve Taberistan'ı yeniden ele ge-



İbn Hindû'nun f e l s e f e s i g e n e l d e Yeni



dir; ayrıca altı kuşak sülâlesinde Hint men-



çirme mücadelesinde onu hem kalemi



Eflâtuncu bir karakter taşır. Bunda baş-



şeli bir isme rastlanmamaktadır. Eğer bu



hem de kılıcıyla destekledi. 391 (1001)



ta Âmirî olmak üzere hocalarından aldığı



iddialar doğru olsaydı nisbesinin İbn Hin-



yılma kadar Cürcân'da kaldı. Cürcân'da



etkinin payı vardır. İbn Hindû'ya göre kâ-



dî yahut İbn Hindûcânî olması gerekir-



umduğunu bulamayınca Şîraz'daki Bahâ-



inatta bir gâiyyet mevcuttur ve bu gâiy-



di. Esasen İbn Hindû nisbesi bugün hâlâ



üddevle b. Adudüddevle'nin hizmetine



yet Allah'ın varlığına delil teşkil eder. Kâ-



Araplar arasında kullanılmakta olup (İb-



girmeye çalıştıysa da istediği görevi defa-



inatın bütünlüğü içinde bir fonksiyonu



nü'z-Zübeyr v.dğr., Mu'cemü



esmâ'i'l-'Arab,



larca hicvettiği İbn Abdân aldı. İbn Hin-



yahut yararı bulunmayan hiçbir şey yok-



II, 1831) Araplar'ın kız çocuklarına verdi-



dû'nun 391-400 (1001-1010) yılları ara-



tur. Kâinat ilâhî inâyetin bir sonucu olarak



ği Hind isminden gelmektedir (a.mlf.ler,



sındaki dönemi hakkında bilgi yoktur.



belirli bir amaca yönelmiştir (krş. Ebü'l-



Sicillü esmâ'i'l-'Arab,



IV, 2572). Soylu ol-



ması durumunda çocuğun isminin anneye nisbet edilmesi, Câhiliye şairi A m r b. Hind'in adında olduğu gibi Araplar arasın-



402-403 (1011-1012) dolaylarında Bağ-



Hasan el-Âmirî, et-Takrîr, s. 300, 333-335).



dat'a dönen İbn Hindû, Fahrülmülk ile iliş-



Mevcudu "eylemde bulunan" ve "etki-



ki kurmaya ve bir kâtiplik görevi almaya



lenen" şeklinde tanımlayan İbn Hindû



uğraştı. Çeşitli meclislerde kâtiplik gün-



(Miftâhu't-tıb,



lerinden kalma özel cübbeyle bulunarak



mak üzere ikiye ayırır. Kuvve ise etki ve



tecrübesi hakkında olumlu izlenimler yay-



edilgiyi tabii şekilde oluşturan güçtür. Bu



mak istediği kaydedilmektedir. Bu esna-



kuvve sayesinde oluşum v e dönüşümler



da edebiyat, mantık, matematik ve me-



meydana gelir v e Allah'ın murad ettiği



tafizik alanındaki çalışmalarıyla ün yap-



nizam oluşur (a.g.e., s. 9). Tabiat bütün ci-



Çocuk yaşta ailesiyle birlikte Rey'e göç



mış bulunan Ebû Saîd el-UrmeVîile de gö-



simlere sirayet edip onları kemallerine



eden İbn Hindû on sekiz-on dokuz yaşla-



rüşmüş olması muhtemeldir (Ali b. Zeyd



doğru sevkeden ilâhî bir güçtür (a.g.e., s.



rına kadar bu şehirde yaşamış ve dil, ede-



el-Beyhakı, s. 136).



92; krş. Ebü'l-Hasan el-Âmirî,



da eski bir âdetti. İbn Ebû Usaybia İbn Hindû'yu "seyyid" lakabıyla anmaktadır füyünü'l-enbâ',



s. 429). Muhtemelen İbn



Hindû Kûfe'den gelip Kum'a yerleşen Kureyşli bir aileye mensuptur.



s. 2) fiilleri tabii ve sınaî ol-



İnkâzü'l-be-



biyat, tarih, İsnâaşeriyye akaidi alanların-



Kâbûs'un 403 (1012-13) yılında öldürül-



şer, s. 252, 255; et-Takrîr, s. 334). Sınaî fiil-



daki ilk tahsilini burada yapmıştır. Tenûhî



mesinden sonra iş başına oğlu Minûçihr'in



ler ise ikiye ayrılır. Başlangıcından bitimi-



onun Rey'de Adudüddevle'ye divan kâ-



geçmesi üzerine İbn Hindû Cürcân'a gitti



tipliği yaptığını belirtmektedir (Nişoârü7-



ve sultanla yakınlık kurmaya çalıştı, an-



IV, 58). İbn Hindu'nun bu ilk



cak umduğunu bulamadı. Kendisi için



işini on sekiz-on dokuz yaşlarında üstlen-



yazdığı kasideyi sultan ödüllendirmediği



diği, Büveyhî Hükümdarı Rüknüddevle'-



gibi kasidede geçen bazı ifadeleri şahsına



muhâdara,



nin Rey'i Sâmânîler'in elinden 342 (953)



yönelik bir hakaret sayarak İbn Hindû'nun



yılı dolaylarında aldığı (İbnü'l-Esîr, V, 243,



öldürülmesini emretti. Bunun üzerine fi-



246) ve ailenin de aynı yıl Rey'e göç ettiği



lozof o devirde Gazneliler'in hâkimiyetin-



göz önüne alınırsa yaklaşık 335'te (946-



de bulunan Nîşâbur'a kaçtı. Burada Mu-



ne kadar insana ilişkin sınaî fiiller (marangozluk, boyacılıkgibi), başlangıcında insana ilişkin olup sonucu Allah'a v e tabiata kalmış fiiller (tarım gibi) (Miftâhu't-tıb, s. 19; krş. et-Takrîr, s. 335). Tabii v e sınaî fiillerdeki değişmeler altı çeşit hareketle oluşur: Yer değiştirme, büyüme, solma / kuruma, dönüşme, oluş v e bozuluş (Miftâhu't-tıb, s. 96).



47) doğduğu ileri sürülebilir. 353 (964)



hammed b. İbrâhim b. Hemdân'dan riva-



İbn Hindû'ya göre semanın altındaki en



yılına kadar Rey'de kalan İbn Hindû o yıl



yetle Şiî hadislerini derledi. 404'te (1013-



şerefli varlık olan insan nefis ve beden-



yeni bir kâtiplik görevi almak üzere Erre-



14) Nîşâbur'u t e r k e d i p Kazvin'e giden



den meydana gelmiştir. İnsanın nefsi ruh-



cân'a gitti. 369'da (979-80) tekrar Rey'e



İbn Hindû iktidar merkezi olan Rey'e bağlı



ların, bedeni de diğer bedenlerin en şe-



döndü. Burada hizmetinde bulunduğu



çeşitli şehirlerde çalıştı. Bu dönemde Mec-



ref lisidir (a.g.e., s. 25). İnsan eylemiyle var-



Büveyhî Veziri Sâhib b. Abbâd ile iyi ilişki-



düddevle ile annesi (Fahrüddevle'nin zev-



dır; bu sebeple insanı etkileme ve etkilen-



ler kurdu. Fakat daha sonraki dönemde



cesi) arasındaki iktidar mücadelesinde



meden yoksun âtıl bir varlık f a r z e t m e k



işini ve mevkiini kaybederek yoksulluk içi-



hanım sultanın tarafını tuttu ve hima-



onu yok saymak anlamına gelir (a.g.e., s.



ne düştü. Zira Fahrüddevle'nin 373 (983-



yesini kazandı. Bu sebeple Beyhaki onun



2). İnsanın fâil oluşu, eylemde bulunuşu



84) yılında Rey'de iş başına geçmesiyle



"Rey seyyidesi"nin kâtiplerinden olduğunu



ondaki nefsin varlığından, tabii anlamda



Sâhib b. Abbâd birçok kâtibe işten el çek-



söylemektedir



hükemâVl-İslâm,



ise ruhun güçlerinden kaynaklanır. Bu gö-



tirmişti.



s. 93). Herhalde İbn Hindû'nun Mecdüd-



rüş daha önce Fârâbî tarafından ayrıntıla-



İbn Hindû işsiz kaldıktan sonra Rey'i



devle'yi hicvetmesi de aynı olaylarla ilgili



rıyla incelenmiştir (Tahşîlü's-sa c âde, s. 60-



terkedip Nîşâbur'a gitti. Burada dönemin



olmalıdır. 411 (1020) yılında tekrar Cür-



61). İbn Hindû, Makale



en büyük filozoflarından Ebü'l-Hasan el-



cân'a giden İbn Hindû bu defa orada Mi-



di'l-felsefî



Âmirî'den felsefe v e mantık okudu. 375'-



nûçihr b. Kâbûs'un kâtipliğini yaptı. Dö-



hakikatini ve bu konudaki ihtilâfları ele



t e (985-86) Bağdat'a giderek İbnü'l-Hu-



neminin bir şairi, İbn Hindû'yu 410'lu



almıştır. Filozofa göre insan ruhu doğru-



mâr (İbnü'l-Hammâr) diye bilinen Ebü'l-



(1019) yıllarda Cürcân'da kâtiplik yapar-



dan sezgi ile kavranabilir. Zira ruhun var-



Hayr Hasan b. Süvâr'dan tıp ve f e l s e f e



ken gördüğünü v e bu beldede meşhur



lığı delile ihtiyaç hissetmeden zorunlu ola-



tahsil etti, onun en iyi öğrencilerinden



olduğunu belirtmektedir (Yâkut, V, 169).



rak bilinir. Bitki, hayvan v e insan arasın-



biri oldu (İbn Ebû Usaybia, s. 430). Bu iki



Onun 421'de (1030) Deylem beldesinin



daki farklılaşma da ruhî planda açıklana-



sima tıp ve felsefede doğrudan etkilendi-



yeni hükümdarı Nâtık-Bilhakk'a kaside



bilir.



(Târîhu



68



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)







vaşfi'l-mecâ-



adlı eserinde insan ruhunun



İBN HİNDÛ Nefsi dört nitelikten (sıcaklık, soğukluk,



Akıl ya çocuktaki gibi kuvve veya filozof-



zira birinin eksikliği halinde toplumda ak-



ıslaklık, kuruluk) oluşmuş bedenî bir mi-



taki gibi fiil halindedir. Düşünme, kıyas



saklık ve zayıflık baş gösterir (a.g.e., s. 4-



zaçtan ibaret gören materyalist telakki-



yapma v e ayırt e t m e akıl sayesinde ger-



5). Dolayısıyla erdemli toplumda herkes



yi İbn Hindû reddeder. Çünkü tabii keyfi-



çekleşir (a.g.e., s. 90); ancak akıl, bütün



kabiliyetine ve gücüne göre yararlı bir iş-



yetler kendi başına aktif olamazlar. Bu



.sırlara vâkıf olan bilme gücüyle küllî



le meşguldür v e yaptığı işle genel mutlu-



görüşler Plotin'in Enneades



indeki gö-



nefisten feyiz almaktadır (a.g.e., s. 16).



luğun kazanılmasına katkıda bulunur.



rüşlerle uyum içindedir (Abdurrahman Be-



Mantık ise aklın bilgide olgunluğa eriş-



devî, s. 52-53). Nefis bedenin hareket il-



mesini kolaylaştırır. Aklın tümdengelim



kesi olan mânevî bir cevherdir; zira cisim



v e tümevarım şeklinde başlıca iki fiili var-



kendi başına harekete sahip değildir. İbn



dır. Kıyas ve deneyin birbirini temellen-



Hindû, İslâm felsefesinde yaygın şekilde



dirmesiyle gerçek bilgiye ulaşılmış olur.



kabul gören nefsin tür bakımından t e k



Vahiy de bize şer'î ilkeleri sağlar (a.g.e.,



olup güçlerinin farklı olduğu şeklindeki



s. 33).



telakkiyi b e n i m s e m e z . Ona g ö r e nebâtî



İbn Hindû din, ilim v e f e l s e f e arasında çatışma olduğu iddialarına da temas ede-



nî'.nin gerçekleştirdiği neşrinden sonra



rek bu problemin ilmî metodu alanı dışında kullanmaktan kaynaklandığını be-



üç eseriyle birlikte Sahbân Haiîfât tarafın-



nefis başka, insanî nefis başka türdendir. Bunun aksi olsaydı nebâtî nefsin hissedebildiği gibi akledebilmesi de gerekirdi ki bu hurafeden ibarettir. İbn Hindû'ya g ö r e nebâtî (hassâse) ve gazabî (hayvanî) nefisler ancak bedenle birlikte var olabilir ve bedenin dağılmasıyla yok olur. İnsanî (nâtık) nefislerin fiilleri ise yalnızca bir organizmadan ibaret olan bedenle alâkalı değildir. Dolayısıyla bedenin ölümden sonra dağılmasıyla nefis ruhaniyetine döner ve hep öyle kalır. Nefis gemideki kaptan gibidir; g e m i batınca onu terkeder v e kendi başına yüzmeye devam eder. Bu konuda İbn Hindû, İslâm dünyasında tanındığı kadarıyla Plotin'in Enneades



ine v e Âmirî'nin kitaplarına



dayanır. Kemale ermemiş olan nâtık nefisler bedenin dağılmasıyla yok olur. Şu halde ruhun bekası bilgiyle v e m a d d e d e n arınmayla irtibatlıdır. Cahil ruhlar bedenin ağlarına takılıp kalmışlardır. Bu daha önce FârâbFnin



el-Medînetü'l-fâzıla'sm-



da (s. 143) yer alan görüştür. İbn Hindû'ya göre ölümsüzlük nefsin zâtına dönüşü, bilgileriyle yücelişi v e maddenin engellemesi sebebiyle görünmeyen ruhanî varlıkları müşahede etmesidir; ruh ya nimetlere ve hazza garkolmuş yahut azaba ve acılara mâruz kalmış haldedir. Bu hal dünyada işlenen iyilik ve kötülüklerin karşılığıdır. İbn Hindû, bir yandan nefsi cevher kabul ederken (Miftâhu't-tıb, s. 91) öte yan-



Eserleri. 1. el-Kelimü'r-rûhûniyye



mi-



Ebû Man-



ne(rO'l-hikemi'l-Yunâniyye.



sûr İbrâhim b. Ali Dîvrâ adlı devlet adamına ithafen yazılmış olan bir Grek hikemiyat antolojisidir (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 1488; Fâtih, nr. 4041; Esad Efendi, nr. 3774). Mustafa el-Kabbâ(Kahire 1900) eser, müellifin aşağıdaki ilk dan tahkik edilerek İbn Hindû:



Sîretü-



lirtir. İlmî bilgi deneyle, şer'î hakikatler ise ancak vahiyle elde edilebilir. Bütün bilgi



hû, ârâ'ühü'l-felsefiyye,



alanlarını tek bir metodolojiye indirgeyen mutaassıp yaklaşım tehlikelidir. Zira böyle bir taassup, bilgine başka araştırma yöntemleri ortaya koyma hususunda yasaklar getirir v e gerçeğin görülmesine engel olur (krş. Ebü'l-Hasan el-Âmirî, et-Takrîr, s. 323).



de yayımlanmıştır (i, 252-480). 2.



Hocası Âmirî gibi İbn Hindû da ahlâk felsefesinin alanına nefsin yönetimi, ev yönetimi ve devlet yönetimi disiplinlerini alarak kapsamını genişletir ( M i f t â h u 't-tıb, s. 54). Devlet yönetimini nübüvvet, imâm e t ve siyasî iktidarın gerekleri düzenler. Nefsin ıslahı fikri üzerinde de duran filozof, olgun bir bilgenin şehvetlerine hâkim olan v e bilgiyi yücelten kişi olduğunu vurgular. İnsan fiilleri konusunda akıl v e yapabilme gücünü (istitâat) birbiriyle irtibatlandırır. Zira akıllı insan gücünün yetmediğinden sorumlu olmadığı gibi kavramadığı şey konusunda da gayret göstermez (Muhammed Kürd Ali, XXIV/1 11949], s. 38). Filozofa göre insan iradesi hürdür ve bu hürriyet gerçek bir insanî fiilin varlık şartıdır. İnsanın hür olduğu telakkisinin Allah'ın yaratma fiiliyle rekabet sayılacağını ileri süren Cebriyyeci görüşler doğru olsaydı insan gerçek fâil olamaz ve dolayısıyla şuurlu bir varlık olarak yok hükmünde kalırdı (Miftâhu't-tıb, s. 2). İbn Hindû, siyaset felsefesinde Fârâbî'-



dan onu "sûret olması bakımından tabii



den etkilenmekle birlikte Fârâbî gibi ko-



cismin kemali" olarak tanımlar. Filozofa



nuyu metafizikle irtibatlandırmak yerine



g ö r e üç türlü nefis vardır: Nebâtî nefis



(Tahşîlü's-sacâde,



s. 64) pratik alanla sı-



(merkezi karaciğer), hayvanî nefis (merke-



nırlandırır. Filozofa göre toplum halinde



zi kalp), nâtık nefis (merkezi beyin). Bu üç



yaşamanın nihaî gayesi dünyada iyi ve gü-



nefisten her biri, üremeden başlayıp bil-



zel bir hayat sürmek, âhirette de iyi ve



meye kadar uzanan değişik fonksiyonlara



güzel bir âkıbete kavuşmaktır



sahiptir. Ancak İbn Hindû'nun bu fonksi-



tıb, s. 4). Bunu sağlamak üzere toplum



yonları tek bir nefse irca edip etmediği,



ortak yararlar v e iş bölümü esasına göre



yani türde farklı nefisler görüşünde ısrar-



örgütlenir. Her meslek ve sanatın top-



lı olup olmadığı çok belirgin değildir.



lumda kendine göre bir üstünlüğü vardır;



(Miftâhu't-



mü'ellefâtühû



(Amman 1996) başlıklı ilmî çalışma içinkâletü'l-müşevvika



ilâ



cil-



Eserin halen elde bulunan



mi'l-felsefe.



bir özeti M ü l t e k a t â t müşevvika



el-Ma-



fi'l-medhal



mine'r-Risâleti'l-



adıyla Tahran'da neşredilmiş



(bk. a.g.e., I, 195), aynı özeti Sahbân Haiîf â t Muktetafât şevvika



mine'r-Risâleti'l-müadıyla yayımlamıştır



fi'l-felsefe



(a.g.e„ 1, 192-201). 3. Makale mecâdi'l-felsefî tefhîm.



calâ







vaşfi'l-



sebîli't-takrîb



ve't-



Ruhun bir cevher olduğu hususu



ve uhrevî âkıbetiyie ilgilidir. Tahran Üniversitesi Kütüphanesi (İlâhiyyât, nr. 242, 15/6616) ve Meclis-i Şûrâ-yı Millî Kütüphanesi'nde (nr. 400,33/634) nüshaları bulunan eser Sahbân Haiîfât tarafından neşredilmiştir (a.g.e., I, 227-251). 4.



Miftâ-



İbn Hindû'nun felsefe ve tıbba



hu 't-tıb.



dair görüşlerini ihtiva etmektedir. Eseri, önce Mehdî Muhakkik ve Muhammed Taki Dânişpejûh Miftâhu't-tıb cü't-tullâbadıyla



ve



minhâ-



(Tahran 1368), ardın-



dan Sahbân Haiîfât (a.g.e., 11,482-785(yayımlamıştır. 5. Dîvân.



15.000'den fazla



beyitten oluştuğu zikredilmektedir (İbn İsfendiyâr, s. 77). Sahbân Haiîfât müellifin bazı şiirlerini çeşitli kaynaklardan derleyerek neşretmiştir (a.g.e., 1, 161-191). 6. Enmûzecü'l-hikme.



Beyhaki bu eserden



iktibaslar yapmıştır (Târîhu



hükemâ'i'l-



İslâm, s. 93-95). 7. Makaletü'l-firak.



Tıp



ekolleri hakkındadır. İbn Hindû bu eserini Miftâhu't-tıb'da



zikretmiştir. 8. eş-



Şâfî. Ayrıntılı bir tıp kitabı olup Dâvûd-i Antâkî Tezkiresinde



bu eserden iktibas-



larda bulunmuştur. 9. Makâlât biyye.



bi'l-cAra-



Müellif nüshasının beş cilt oldu-



ğu rivayet edilmektedir (İbn İsfendiyâr, s. 77). Müellifin ayrıca kaynaklarda visâta beyne'z-zünâh



ve'l-lâta,



Risâletü'lel-Bül69



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİNDÛ ğa min mücmeli'1-hikme, cukül,



Resâ'il,



Nüzhetü'l-



el-Fark



kerve'l-mu'ennes,



el-Misâha,



(4Jİyi-



Kitâbü'l-



adlı eserleri zikre-



Emşâli'l-müvellede BİBLİYOGRAFYA :



us



sine bir zarar gelmemesi için gizlenmek



JJİ)



mecburiyetinde kalan İbn Hinzâbe bu



Ebü'1-Fazl Ca'fer b. Fazl b. Ca'fer b. Muhammed b. Mûsâ b. Hasen b. Furât el-Bağdâdî (ö. 391/1001)



dilmektedir.



İbn Hindû, Miftâhu't-tıb



ri âsiler tarafından yağma edildi. Kendi-



İBN HİNZÂBE



beyne'l-müzek-



olaydan sonra otoritesini kaybetti. Makrîzî, onun bu sıralarda Fâtımî Halifesi Muiz-Lidînillâh'a m e k t u p yazarak Mısır'ı hiçbir m u k a v e m e t l e karşılaşma-



minhâcü't-tuUâb



(trc. ve nşr. M e h d î Muhakkik - M u h a m m e d Takı Dânişpejûh), Tahran 1368, s. 2, 4-5, 9, 16, 19,



L



İhşîdî veziri ve hadis âlimi.



J



kaydeder (Makrîzî, el-Mukaffe'l-kebîr,



25, 33, 54, 9 0 - 9 2 , 96, 157, 205; Fârâbî, TahşîCa'fer Âl-i Yâsîn), Beyrut 1981,



lû's-sa'âde(nşr.



s. 6 0 - 6 1 , 64; a.mlf., el-Medînetû'l-fâzıla



dan alacağına dair ona güvence verdiğini



Zilhicce 308'de (Nisan 921) Bağdat'ta



s.



382).



(nşr.



doğdu. Abbâsî Devleti'ne uzun yıllar hiz-



Albert N. Nader), Beyrut 1986, s. 143; Ebû Sü-



Karmatîler Remle'ye girdikleri zaman



met etmiş olan İbnü'l-Furât ailesine men-



R e m l e Emîri Hasan b. Ubeydullah, İbn



leyman es-Sicistânî, Müntehabü



Şıvâni'l-hlk-



suptur. Babaannesi Hinzâbe'ye (Cinzâbe)



Hinzâbe'den yardım alarak tehlikeyi ber-



(nşr.



nisbetle İbn Hinzâbe diye meşhur olmuş-



taraf etti. Yardıma gönderdiği askerler



E. K. Rowson), Beyrut 1979, s. 102; a.mlf., İnkâ-



tur. Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh ta-



zü'l-beşer



döndüklerinde ayaklanıp ondan istihkak-



rafından 3 2 0 ' d e (932) vezir tayin edilen



larını istediler. İbn Hinzâbe onların istek-



babası Fazl halifenin ölümünden sonra



lerini karşıiayamayınca çareyi yine saklan-



me (nşr. D. M. D u n l o p ) , L a h e y 1979, s. 138; Ebü'l-Hasan el-Âmirî, el-Emed mine'l-cebr



'ale'l-ebed



ue'l-kader(Resâ'ilü



Ebi'l-



nşr Sahbân Halîfât), A m -



Hasan el-'Âmirîiçinde,



man 1988, s. 252, 255; a.mlf., et-Takrîr



li-eucü-



bu görevden azledildi. Halife Râzî-Billâh



makta buldu. Bu defa da kâtiplerinin v e



(nşr. Ab-



döneminde (934-940) Mısır ve Suriye Dî-



yakınlarının evleri yağmalandı. Ortaya



bûd e ş - Ş â l e c î ) , Beyrut 1392/1972, İV, 58; Ebû



vânü'l-harâc reisi oldu. Emîrü'l-ümerâ



H a y y â n e t - T e v h î d î , Meşâlibü'l-oezîreyn



çıktığında (Zilhicce 357/Ekim - Kasım 968)



İbn Râik, Râzî-Billâh'ı ikna ederekFazl'ı



Remle Emîri Hasan b. Ubeydullah Mısır'ın



yeniden vezirliğe tayin ettirdi. Böyle bir



idaresini de eline almıştı. Emîr Hasan,



Târîhi



vazifeyi yürütecek kabiliyete sahip olma-



halkın İbn Hinzâbe'yi sevmediğini v e ona



içinde), Kahire 1286,11, 170;



dığını düşündüğü için eski görevine dön-



karşı düşmanlık beslediğini görünce onu



m e k isteyen Fazl'ın bu isteği uygun gö-



h a p s e t t i v e bütün mallarına el koydu.



rüldü. İbn Hinzâbe'nin dedesi Ca'fer b.



Şerif Ebû Ca'fer el-Hüseynî araya gire-



(a.e. içinde), s. 300, 323, 333-335;



hi't-takdîr



Ebû Ali et-Ttenûhî, Nişvârü'l-muhâdara



(nşr.



İbrâhim el-Kîlânî), Dımaşk 1961, s. 125; Muhamm e d b. Abdülcebbâr el-Utbî.



et-Târîhu'l-Yemînî



( A h m e d e!-Menînî, el-Fethu'l Ebî Nasr el-'ütbî



vehbî'alâ



Seâlibî, Tetimmetü'l-Yetîme



(nşr. Abbas İkbal),



Tahran 1353/1934,1, 139; a.mlf.,



Yetîmetü'd-



M. Muhyiddin A b d ü l h a m î d ) , Kahire



dehr(nşr.



1377,1, 142; III, 397; Hilâl b. Muhassin es-Sâbî. et-Târîh(nşr.



H. F. A m e d r o z - D. S. Margoliouth),



Kahire 1337/1919, VIII, 105; Ali b. Hasan el-Bâharzî, Dü.myetû'l-kaşr(nşr.



Sâmî Mekkî el-Ânî),



Kahire 1971, II, 35, 4 2 - 4 3 ; Nizâmülmülk,



Siyâ-



(trc. Yûsuf Hasan Bekkâr), Beyrut, ts.,



setnâme



s. 183-184; Ali b. Zeyd el-Beyhakı, Târîhu mâ'i'l-İslâm(nşr.



hüke-



Muhammed Kürd Ali), Dımaşk



1986, s. 9 3 - 9 5 , 136; İbn Tufeyl, Hay b.



M u h a m m e d ile babasının amcası Ali b.



rek onu Emîr Hasan'ın zulmünden kur-



Muhammed de Abbâsîler döneminde ve-



tardı. İbn Hinzâbe daha sonra görevine



zirlik yapmıştır.



iade edildi (Rebîülâhir 358/Şubat-Mart



İbn Hinzâbe çocukluk v e gençlik dönemini Mısır ve İrak'ta geçirdi. Bağdat'ta Muhammed b. Hârûn el-Hadramî, İsfahan'da Abdullah b. Muhammed, Muham-



Yakzân



med b. Hamza, Hasan b. Muhammed ed-



(nşr. A h m e d Emîn), Bağdad 1985, s. 62; İbn İs-



Dârekî ve Ebü'I-Kâsım el-Begavî gibi âlim-



fendiyâr, Târih-i Taberistân: lation



of the Taberistan



An Abridged



Trans-



(trc. Edward G. Browne),



lerden hadis tahsil etti. Öğrenimini ta-



Leiden 1905, s. 77, 227; Abdülkerîm b. Muham-



mamladıktan sonra Mısır'a yerleşti. Bu-



m e d er-Râfıî, et-Teduîn



bi-Kaz-



rada çeşitli hadis meclislerine katıldı. İh-



uîn (nşr. Azîzullah el-Utâridî), Beyrut 1987, III,



şîdî Emîri Ebü'I-Kâsım Ûnûcûr b. İhşîd ta-



361; Yâküt. Mu'cemü'l-üdebâ'



(nşr. D. S. Mar-



rafından 7 Zilkade 335'te (30 Mayıs 947)



goliouth), Kahire 1928, V, 169-173; İbnü'i-Esîr,



vezir tayin edildi. İhşîdîler'den Ali (961-



fî zikri ehli'l-'ilm



el-Kâmii,



V, 243, 246; İbnü'n-Neccâr el-Bağdâ-



dî, Zeylü



Târîhi Bağdâd(Hatîb,



Târîhu



Bağdâd



966) ve Ebü'l-Misk Kâfûr (966-968) dö-



969). 358'de (969) Fâtımî askerleri Cevher es-Sıkıllî kumandasında Mısır'a dayandılar. Şehrin ileri gelenleri, İbn Hinzâbe'den Fâtımî kumandanı Cevher ile görüşmesini ve ondan eman dilemesini istediler. Şerif Müslim b. Abdullah başkanlığındaki heyeti kabul eden Cevher istenilen emanı verdi. Ancak İbn Hinzâbe Cevher ile görüşmeden önce Mısır'daki İhşîdîler ve Kâfûr'un adamları eman dilemekten vazgeçip düşmanla savaşmaya karar vermişlerdi. Fâtımî ordusuyla meydana gelen



içinde, nşr. Kayser Ebû Ferah), Beyrut, ts. (Dâ-



nemlerinde vezirliğini sürdürdü. 10 Ce-



rü'l-kitâbi'l-Arabî), XVII, 351-354; İbn Ebû Usay-



mâziyelevvel 357'de (12 Nisan 968) Kâ-



çarpışmada İhşîdîler mağlûp oldu. Bunun



bia, ' ( J y û n ü ' l - e n b â s . 429, 4 3 0 ; Kütübî, Feuâ-



fûr'un ölümüyle İhşîdî Devleti'nde idarî



üzerine Mısır ileri gelenleri, İbn Hinzâbe'-



işler dört kısma ayrılınca İbn Hinzâbe malî



nin başkanlığında 17 Şâban 358'de (6



işleri yürütmekle görevlendirildi. Bu dö-



Temmuz 969) Cevher'in Cîze'deki karar-



r i y y e ilâ B a ğ d â d " (trc. Abdurrahman Bedevî, et-



nemde başta yahudi asıllı Vezir İbn Kiliis



gâhına giderek bağlılıklarını bildirdiler.



için-



olmak üzere bir grup kâtibi hapsederek



Cevher aynı gün Fustat'a girdi. Burada yerleşmeye ve hükümet dairelerini kur-



tü'l-Vefeyât,



III, 13-14; A h m e d el-Menînî,



hu'l-uehbî'alâ



Târîhi Ebî Nasr el-'ütbî,



el-FetKahire



1286,1, 107; Max M e y e r h o f , " M i n e ' l - İ s k e n d e Türâşü'l-Yûnânî



fi'l-hadâreti'l-lslâmiyye



d e ) , K a h i r e 1 9 4 0 , s. 9 5 ; B r o c k e l m a n n ,



GAL



işe başlayan İbn Hinzâbe, oğlu Ahmed'in



I, 4 2 5 - 4 2 6 ; Abdurrahman Bedevî,



Eflû-



annesinin İhşîdîler'in kurucusu Emîr Mu-



maya karar verdi. İbn Hinzâbe'yi vezirlik-



Kahire 1955, s. 52-53; Safâ,



hammed b. Tuğç el-İhşîd'in kızı olduğunu



t e bıraktı. Mısır'da Abbâsîler adına okun-



Suppl.,



tin Hnde'l-'Arab, Edebiyyat,



I, 641; İbnü'z-Zübeyr v.dğr.,



Sicillü



ileri sürerek Mısır, Suriye ve Haremeyn'-



makta olan hutbeye son verip Fâtımîler



Maskat



de hüküm süren İhşîdî Emirliği için as-



adına hutbe okutmaya ve para bastır-



1411/1991, II, 1831; M u h a m m e d Kürd Ali, " İ b n



kerlerden oğlu adına biat aldı. Yüksek



maya başladı (D/A, VII, 456). İbn Hinzâbe



H i n d û " , MMİADm.,



XXIV/1 (1949), s. 3 4 - 4 1 ;



oranda vergi toplayıp bunun önemli kıs-



de oğlu Ahmed'i çeşitli hediyelerle Mağ-



" i b n H i n d ü " , El2 (İng ), 111, 800; Lutz Richter -



mını maaşlı Türk askerlerine dağıtması-



rib'deki Fâtımî Halifesi Muizz'e göndere-



na rağmen onların arzularını tatmin ede-



rek bağlılıklarını bildirdi (Rebîülâhir 359/



medi. Sarayı v e bazı taraftarlarının evle-



Şubat-Mart 970). 361'de (971) Cevher'in



esmâ'i'l-'Arab,



Maskat 1411/1991, IV, 2 5 7 2 ;



a . m l f . I e r , Mu'cemü



esmâ'i'l-'Arab,



Bernlenrg, " E b n H e n d ü " , Elr., VH1, 29-30.



B



SAHBÂN HALÎFÂT



70



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİSÂM emriyle ikametini yeni kurulan Kahire'ye



görevlileri bulunan bir bahçe düzenlete-



nakleden İbn Hinzâbe, birkaç ay sonra



rek burada yılan ve benzeri haşeratı top-



vezirlik görevinden aiınarak malî işler so-



lattığı kaydedilmektedir (Yâküt, VII, 170-



rumluluğuna getirildi. 7 Ramazan 362'-



172).



de (11 Haziran 973) Kahire'ye gelen Halife Muiz tarafından görevinden azledildi.



mak üzere pek çok kişi İbn Hinzâbe'den hadis almıştır. Dârekutnî ve Ezdî ona ha-



devam etti. Muiz'den sonraki Fâtımî Ha-



dis konusunda kâtiplik yapmışlardır.



lifesi Azîz-Billâh, onu Mısır'da Dîvânü'r-



Müsnedini tasnif ederken Dârekutnî'nin



resâil reisliğine tayin ederek bütün kâ-



yardım için onun yanına gittiği kaydedi-



dinî hususlarda ders aldılar v e hadis dinlediler. 383 yılı Şâban ayının ortalarına (Ekim 993) kadar bu görevini sürdüren İbn Hinzâbe bu tarihten sonra kendisini t a m a m e n ilme verdi. Yâküt, 387 (997) yılında Mısır'da ilim meclislerinde hadis imlâ ettirdiğini, Dârekutnî v e Abdülganî el-Ezdî'nin onun kâtipliğini yaptığını nakletmektedir (Mu'cemü'l-üdebâ',



VII, 170



vd ). İbn Hinzâbe hayatının bundan sonraki safhasında büyük sıkıntılarla karşılaştı. Fâtımî yönetimine bağlı idareciler onu malî yönden çok sıkıştırdılar ve bütün mallarına el koydular. İbn Hinzâbe 13 Rebîülevvel 391 'de (10 Şubat 1001) Mısır'da v e f a t etti (Hatîb, VII, 235). 13 Safer 392'de (1 Ocak 1002) öldüğü de rivayet edilir. Cenazesi vasiyeti üzerine Medine'ye götürüldü. Tabutu Haremeyn eşrafı tarafından karşılanarak Mekke'de Kâbe tavaf ettirildi, Arafat'ta vakfe yaptırıldı. Medine'de satın aldığı hem annesinin hem de Resûlullah'ın kabri civarındaki eve defnedildi (Yâküt, VII, 176; Zehebî, Tezkiretü'l-



nan oğlu Ebü'l-Hüseyin Ahmed b. Ca'fer,



Basra'da doğdu. Birçok kaynakta Yemenli Himyer kabilesinin Meâfırî koluna



ler (Tezkiretü'l-huffâz,



111,1023). Hamza b.



mensup olduğu kaydedilmektedir. Zehe-



Muhammed el-Kinânî v e Dârekutnî Ki-



bî ise onun Zühl kabilesinin Sedûs kolun-



ve diğer kitapla-



dan olduğunu, Ebû Saîd b. Yûnus'un za-



tâbü'l-Müdebbec'inde



rında ondan hadis rivayet etmişlerdir. Pek



manımıza intikal e t m e m i ş olan



çok hadis toplayan İbn Hinzâbe, devrine



Mışr adlı kitabındaki rivayete dayanarak



göre en kısa sened kabul edilen ve dört



belirtir {A'lâmü'n-nübelâ',



râvisi olan (rubâî) rivayetlere de sahipti



rîhu'l-İslâm,



(krş. Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz,



115). İbn Hişâm tahsilini Basra'da tam a m l a d ı . Daha sonra Mısır'a g i t t i ve



duğunu, yüksek makam ve mevkiine rağ-



ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşa-



m e n hadisçilerle sohbet ettiğini v e bu-



dı. Onun Basra'dan ne zaman ayrıldığı



nunla övündüğünü belirtir. Ayrıca bazı



v e Mısır'a g i t m e d e n önce tahsil için di-



şiirleri de bulunduğu bilinmektedir (Ha-



ğer ilim merkezlerine seyahat edip et-



tîb, VII, 235).



mediği bilinmemektedir. 175 (791) yılın-



İbn Hinzâbe, hadis ricâlinin isimleri v e



olduğundan hareketle Mısır'a bu tarih-



Ömer Rızâ Kehhâle, onun M ü s n e d ü es-



ten önce geldiği söylenebilir. Ancak İbn



adlı kitabının



İshak'ın e s - S î r e ' s i n i kendisine rivayet



Şam'da Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de (Ge-



e d e n hocası Ziyâd b. Abdullah el-Bek-



nel, nr. 4616) bulunduğunu bildirmek-



kâî ile görüşmek üzere Kûfe'ye veya Bağ-



tedir (Mu'cemü'l-mtfellifın,



dat'a gitmiş olmalıdır. İbn Hişâm 13 Re-



mâ'i'r-ricâl



ve'l-ensâb



III, 142). Bağ-



datlı İsmâil Paşa ise aynı eseri M üsnedü



bîülâhir 218 (8 Mayıs 833) tarihinde Fus-



adıyla kaydetmektedir (îzâ-



tat'ta v e f a t etti. Bazı kaynaklarda 213'-



İbni'l-Furât hu'l-meknûn,



t e (828) öldüğü nakledilir (Süheylî, I, 43;



II, 481).



Ebû Zerel-Huşenî, neşredenin girişi, I, 43;



ue7-fcudât(Guest), s. 560, 577,



5 8 3 - 5 8 4 ; Hatîb, Târîhu İbnü'I-Kalânisî, Târîhu



Bağdâd,



56; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ',



VII, 234-235;



Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî'nin vehmi olduğunu söyler (A'lâmü'n-nübe-



Vefeyât,



lında vezir tayin edilmiş, ancak beş gün



ye, XI, 329; Makrîzî, el-Hıtat,



sonra o da öldürülmüştür (Yâküt, VII, 164-



el-Mukaffe'l-kebîr



II, 239; İbn Kesîr,



nî başta olmak üzere ilim erbabına, Haremeyn halkına büyük maddî yardımlarda bulunmuş ve hayır yolunda çok para sarfetmiştir. Makrîzî, onun Hz. Peygam-



el-Bidâ-



önceleri onunla pek görüşmek istemediği, fakat görüştükten sonra dil, şiir ve en-



(nşr. M u h a m m e d el-Ya'lâvî),



sâb ilmi konusunda derin bilgi sahibi ol-



Ittl'âzü'l-



duğunu anlayarak kendisinden övgüyle



(nşr. C e m â l e d d i n eş-Şeyyâl), Kahire



söz ettiği bilinmektedir (Zehebî, Târîhu'l-



1967, I, 110; İbn Tağrîberdî, hire, IV, 203;Süyûtî,



en-Nücûmü'z-zâ-



Tabakâtü'l-huffâz(Lecr\e),



II, 2 0 1 ; İbnü'l-İmâd, Şezerât, hu'l-meknûn,



Islâm, s. 282). İmam Şâfıî de İbn Hişâm'ın



I, 352-353;



dilde hüccet (Süyûtî, II, 115) v e Arap dili



111, 135-136; îzâ-



konusunda iyi yetişmiş bir âlim olduğu-



s. 405; a.mlf., Hüsnü'l-muhâdara,



'ellifîn,



Mısır'da İmam Şâfıî ile Arap şiiri üzerinde sohbetlerde bulunan İbn Hişâm'ın



s. 381 vd.; a.mlf.,



Beyrut 1407/1987, s. 379-389; a.mlf., hunefâ'



A'lâ-



Fevâtü'l-



I, 292-294; Safedî, el-Vâfî, XI, 118-122;



Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân,



lâ\ X, 429).



III,



II, 181; a.mlf.,



XVI, 4 8 4 - 4 8 8 ; Kütübî.



çen halife tarafından 405 (1014-15) yı-



I, 1 7 9 ) . Z e h e b î o n u n 2 1 8



(833) yılında vefat ettiğini, diğer tarihin



VII, 163-177; İb-



IX, 168; İbn Hallikân. Vefe-



1022-1024; a.mlf., el-'lber, mü'n-nübelâ',



Keşfü'z-zunûn,



(Zekkâr), s. 55-



Dımaşk



yât, I, 3 4 6 - 3 5 0 ; Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz,



İbn Hinzâbe, vezirliği sırasında Dârekut-



da v e f a t eden Leys b. Sa'd ile görüşmüş



ensâb konusunda eserler telif etmiştir.



riyle 399'da (1008-1009) öldürülmüştür.



165).



X, 428-429; Tâ-



s. 282; ayrıca bk. Süyûtî, il,



III, 1023-



nü'l-Esîr, el-Kâmil,



nen diğer oğlu Ebü'l-Abbas Fazl, adı ge-



Târîhu



1024). Silefî onun hadis hâfızı v e sika ol-



Fâtımî Halifesi Hâkim -Biemrillâh'ın emYahudi asıllı Vezir İbn Killis'in kızı ile evle-



J



meselelerde otorite kabul edildiğini söy-



Kindî, el-Vülât



İbn Hinzâbe'nin Seydûk lakabı ile tanı-



L



es-Sîretü'n-nebeviyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi, dil ve ensâb âlimi.



lir. Zehebî, İbn Hinzâbe'nin hadisle ilgili



BİBLİYOGRAFYA :



huffâz, III, 1024).



jjI)



Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (ö. 218/833)



Başta hadis âlimi Dârekutnî ve Mısır'ın



Uzun süre resmî görevden uzak kalan



be'den meslekleriyle ilgili konularda v e



(fUA



meşhur hadis hâfızı Abdülganî el-Ezdî ol-



İbn Hinzâbe bu sırada ilim meclislerine



tipleri emrine verdi. Kâtipler, İbn Hinzâ-



IBN HIŞÂM



İl, 481; Kehhâle,



Mu'cemü'l-mü-



III, 142; Bosvvorth, islâm



Devletleri



nu belirtmiştir.



Ta-



ber'e ve Ehl-i beyt'e son derece bağlı ol-



rihi, s. 57-58, 60; K. V. Z e t t e r s t e e n , " İ b n ü ' l - F u -



İbn Hişâm kaynaklarda tarih, ahbâr,



duğunu, Haremeyen'de yaşayan Âli ev-



r â t " , İA, V/2, s. 855; D. Sourdel. " i b n al-Furât",



ensâb, şiir, nahiv v e lügat âlimi olarak



E/2 (İng.), III, 7 6 8 ; Sâdık Seccâdî, " İ b n F u r â t " ,



tanıtılmakla birlikte hocaları, eserleri v e



lâdına her yıl çeşitli hediyeler ve ihtiyaç maddeleri gönderdiğini söyler (Hıtat, s. 381 vd.). İbn Hinzâbe'nin Mısır'da, özel



DMBİ, IV, 391-392; Ramazan Şeşen, " C e v h e r esSıkıllî", DİA, VII, 456.



r-ı İM



MEHMET AYKAÇ



görüşleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. İbn İshak'ın Sîretü İbn İshâk diye de 71



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİSÂM ve'l-meb'aş



Abdürrahîm b. Abdullah el-Berkî ve kar-



tahkik etmiş ve bu şerhi daha sonra Âşâ-



yeniden tertip eden İbn



deşi Ahmed el-Berkî'nin isimleri zikredil-



rü'l-luğati'l-'Arabiyye



melidir.



nebeviyye



bilinen Kitâbü'1-M.übtede' ve'l-meğözî'sini



Hişâm şöhretini bu e s e r e borçludur. Eseri hazırlarken İbn İshak'ın en meşhur



Şerhu's-Sîreti'n-



adıyla yayımlamıştır (Kahire



birçok defa ba-



1329/191 1, 1969; İstanbul, ts.). Eseri



râvilerinden Ziyâd b. Abdullah el-Bek-



sılmış, şerh ve ihtisar edilmiş, manzum



H e m m â m Saîd ve M u h a m m e d b. Ab-



kâî'nin Kûfî-Bağdâdî diye meşhur olan



hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiş-



dullah Ebû Suaylîk (I-IV, Ürdün 1988, İbn



nüshasını esas alarak eseri kısaltmış, bu



tir. İlk baskısı Mısır'da yapılan kitabı (I-III,



Hişâm'ın metniyle), ayrıca Abdülkerîm



arada bazı ilâvelerde de bulunmuştur. Ki-



Bulak 1259) Ferdinand Wüstenfeld tah-



Halîfe el-İmlâ'ü'l-muhtaşar



tap zamanla onun adıyla (Sîretü İbn Hi-



kik ederek yayımlamıştır (I-l II, Göttingen



ğarîbi's-Siyer



şâm, Tehzîbü İbn Hişâm) anılır olmuştur.



es-Sîretü'n-nebeviyye







şerhi



adıyla (I-III, Amman 1412/



1858-1860). Eserin ayrıca birçok tahkikli



1991) yeniden tahkik ederek neşretmiş-



Kıftî, Zehebî, İbn Kesîr, İbnü'l-İmâd, İbn



neşri yapılmış olup Mahmûd Seyyid Tah-



lerdir. Bedreddin Mahmûd b. Ahmed el-



Hallikân ve Sehâvî gibi müellifler, bu eseri



tâvî (I-III, Kahire 1329), Mustafa es-Sek-



Aynî'nin Keşfü'l-lisâm



Hz. Peygamber'in hayatına dair en sağ-



kâ - İbrâhim el-Ebyârî- Abdülhafîz eş-Şe-



Hişâm



lam v e en iyi siyer kitabı olarak kabul et-



lebî (I-IV, Kahire 1355/1936, 1375/1955),



etmemiştir. Arthur Schaade, Süheylî ve



mişlerdir.



M u h a m m e d Muhyiddin Abdülhamîd (I-



Ebû Zer el-Huşenî'nin şerhlerinde g e -



fî şerhi Sîreti



İbn



adlı şerhi ise zamanımıza intikal



İbn Hişâm, İbn İshak'ın kitabını esas



IV, Kahire 1356/1937), Muhammed Halîl



çen Uhud Gazvesi'ne dair şiirlerin şerhini



almakla birlikte onun aksine Kur'an'da



Herrâs (I-IV, Kahire 1971), Tâhâ Abdürra-



Kommentare



temas edilmeyen ve Hz. Peygamber'le il-



von as-Suhaili



und



Abu



adıyla ay-



ûf Sa'd(I-IV, Kahire 1391/1971); Muham-



Darr zu den Uhudgedichten



gisi olmayan konulara, pek tanınmayan



m e d Fehmîes-Sercânî(l-!V, Kahire 1978),



rıca yayımlamıştır (Leipzig 1920).



şairlerin şiirlerine, nezaket dışı bazı ifa-



Ömer Abdüsselâm Tedmürî (Beyrut 1987)



delere ve hocası Bekkâî'nin güvenilir bul-



v e M e c d î Fethî es-Seyyid'in (I-V, Tanta



tasarları yazılmış olup birçoğu henüz yaz-



çeşitli muh-



es-Sîretü'n-nebeviyye'nin



madığı rivayetlere itibar etmediğini söy-



1416/1995) neşirleri bunlar arasında zikre-



ma halindedir (Keşfü'z-zunûn,



ler (es-Sîre2,1,4). Müellif eserine aldığı ba-



dilebilir. es-Sîretü'n-nebeviyye'ye



1013). Bunlardan, İbrâhim b. M u h a m -



zı şiirlerin dilini v e veznini düzeltmiş, ba-



ayrı şerh yazılmış olup bunların üçü ba-



med el-Murahhal eş-Şâfıî'nin 611 (1214)



zılarının nisbet edilen şahıslara ait olma-



sılmıştır. En geniş şerhi, Endülüslü mu-



yılında yaptığı ez-Zahîre



dığını belirtmiş, bir kısmının kaynağını ve



haddis Abdurrahman b. Abdullah es-Sü-



Sîre ve İmâdüddin Ebü'l-Abbas Ahmed



râvilerini zikretmiş, bazan da yeni şiirler



heylî(ö. 581/1185) tarafından



b. İbrâhim el-Vâsıtî'nin 711'de (1311) ka-



ilâve etmiştir. İbn Hişâm'ın eserde yer



ünüf fî şerhi's-Sîreti'n-nebeviyye



alan âyet, hadis ve şiirlerdeki garîb keli-



Hişâm



adıyla kaleme alınmıştır. İlk ola-



şâm önemlidir. Eserin bazı muhtasarları



meleri açıklarken verdiği bilgiler, onun



rak Mısır'da basılan bu eser (I-Il, Kahire



da basılmıştır. Abdüsselâm Muhammed



Arap dili v e edebiyatına vâkıf olduğunu



1332/1914) daha sonra Abdurrahman el-



Hârûn'un Tehzîbü



Vekîl tarafından da neşredilmiştir (1-V1I,



(1-11, Kahire 1955, 1964, 1408/1987) Arif



Kahire 1387-1390/1967-1970). Süheylî'nin



Erkan tarafından Hz.



şerhinin iki muhtasarı yapılmıştır. Bun-



Hayatı



ların ilki Muhammed b. A h m e d b. Os-



tanbul 1981). Muhammed Afîf ez-Zu'bî'-



göstermesi açısından önemlidir. Kelimeleri şiirlerden deliller g e t i r m e k suretiyle açıklayan İbn Hişâm, ayrıca Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ başta olmak üzere Yûnus b. Habîb, Ebû Muhriz Halef el-Ahmer, Ebû Zeyd el-Ensârî ve Hasan-ı Basrî gibi âlimlerden nakillerde bulunmuştur. Bazı tarihî bilgileri esere ilâve etmesi, birtakım kelimelerin okunuşunu belirtmesi v e şahısların nesepleriyle ilgili bilgileri ilâv e etmesi, onun İbn İshak'ın eserine yap-



man ez-Zehebî'nin ünüf'ü



dört



er-Ravzü'lli'bni



Muhtaşarü'r-Ravzi'l-



(Berlin Staatsbibliothek, nr. 9565),



diğeri Ebü'l-Feth Muhammed b. İbrâhim b. Muhammed b. Mukbil el-Bilbîsî'nin elİlmâm



bi'r-Ravz



ei-Mülakkab



ve Sîreti'bni



bi-Celâ'i'l-efkâr



leme aldığı Muhtaşaru



Sîreti







II, 1012-



muhtaşari's-



Sîreti



İbn



İbn



Hi-



Hişâm'\



Muhammed'in



adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir (İs-



nin (Cidde 1400/1980) v e Mısır'da bir heyetin (Kahire 1413/1993) yaptığı muhtasarlar yayımlanmıştır. es-Sîretü'n-nebeviyye



muhtelif şair-



Hişâm



ler tarafından manzum hale getirilmiş-



bi-sîre-



tir. Bunlar arasında Ebû Hasr Feth b. Mû-



(Kudüs el-Mektebetü'l-



sâ el-HadraVî, Saîd ed-Dîrînî diye meşhur



Hâlidiyye, Siyer, nr. 3). Vezîr el-Mağribî di-



Abdülazîz b. Ahmed v e Ebû İshak et-Ti-



y e bilinen Ebü'I-Kâsım Hüseyin b. Ali b.



limsânî İbnü'ş-Şehîd'in (Muhammed b. İb-



Hüseyin (ö. 418/1027), İbn Hişâm'ın ese-



rahim) adları sayılabilir. İbnü'ş-Şehîd'in



rinin yeni v e sağlam bir rivayetini kaleme



Fethu'l-ğarîb



(Sî-



alırken bazı yerlerde kısa fakat değerli



ri 10.000'den fazla beyit ihtiva e t m e k -



Hz.



açıklamalar yapmıştır. Bu eseri Süheyl



tedir. Sîretü



Peygamber'in hayatına dair tamamı za-



Zekkâr es-Sîretü'n-nebeviyye



Zengî (1198-1226) adına Sîret-i



manımıza intikal etmiş en eski kitaptır.



şâm bi-Şerhi'l-Vezîri'l-Mağribî



adıyla



lâh (Terceme-i Siyer-i Nebi) adıyla Refîuddin İshak b. M u h a m m e d Hemedânî ta-



tığı diğer katkılar arasında sayılabilir. İbn Hişâm, esere yaptığı bu ilâveleri "kale İbn Hişâm" diye başlayan bir ibareyle göstermiştir. Eserleri. 1. es-Sîretü'n-nebeviyye retü İbn Hişâm, Sîretü



Resûlülâh).



ti'lrMuhtâr'ıd\r



li'bni



Hi-



fî sîreti'1-Habîb



adlı ese-



İbn Hişâm, Atabek Sa'd b. Resûlul-



İbn İshak'ın es-Sire'sinin farklı râviler



yayımlamıştır (1-11, Beyrut 1412/1992). Di-



tarafından nakledilen birçok nüshasının



ğ e r bir Endülüslü âlim olan Ebû Zer el-



rafından Farsça'ya tercüme edilmiş olup



hiçbiri t a m olarak g ü n ü m ü z e g e l m e -



Huşenî, es-Sîretü'n-nebeviyye'de



ge-



eseri A s g a r Mehdevî tahkik ederek ya-



miştir (bk. İBN İSHAK). İbn Hişâm'ın ese-



çen garîb kelimeleri açıklayan bir şerh



yımlamıştır (1-11,'föhran 1361/1982). Fars-



ri ise daha çok Mısırlı râviler yoluyla di-



yazmıştır. İbn Hişâm'ın eseri üzerine ya-



ça'ya yapılan d i ğ e r bir t e r c ü m e s i de



ğer İslâm ülkelerine ulaştırılmıştır (İbn



zılmış şerhleri inceleyen Paul Brönnle,



Ebü'l-Meâlî Şehâbeddin A h m e d b. İs-



Hişâm'ın eserini rivayet edenler için bk.



Die Commentatoren



des ibn Ishaq und



hak-ı Eberküî tarafından gerçekleştiril-



Mutâ' et-Tarâbîşî, s. 194-200). Bunlardan



ihre Scholien



(1895, Halle Üniversitesi)



miştir (Terceme-i Sîretü 'n-nebeuiyye, Tah-



bilhassa Muhammed b. Hasan el-Kattân,



adlı doktora tezinde Huşenî'nin eserini de



ran 1348 ş.).



72



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİSÂM el-LAHMÎ BİBLİYOGRAFYA :



Türkçe'ye ilk



es-Sîretü'n-nebeviyye'yi defa Sîret-i



adıyla Aydınlı



Resûlullah



İbn Hişâm, es-SîreI,



tünlüğünü gösterdiğini söyler. İbn Dihye 4; ayrıca bk. neşreden-



el-Kelbî gibi bazı müellifler de ondan öv-



Eyyûb b. Halîl çevirmiş ve 12 Rebîülevvel



lerin girişi, I, 3 - 2 3 ; a . e . (nşr. M. Muhyiddin A b -



güyle söz etmişlerdir (el-Mutrib, s. 183).



986 (19 Mayıs 1578) tarihinde şehzade-



dülhamîd), Kahire 1399/1979, neşredenin giri-



Aralarında Ebü'l-Hasan el-Havlânî, Ebû



liği sırasında III. Murad'a takdim etmiş-



şi, s. 12-30; a . e . (Zekkâr), neşredenin girişi, I, s. e - ' a ; İbn İshak, es-Sire,



neşredenin girişi, s. e -



Ebû Abdullah İbnü'l-Gâzî, Ebû Ali Hasan



I, 43; ayrıca bk. neşredenin giri-



b. Muhammed el-Cüzâmî, Ebû Abdullah



b; İbn Hayr, Fehrese,



Kütüphanesi'nde (TY, nr. 2414) bulunan



Ravzü'l-ünüf,



eser, Mes'ad Süveylim Ali eş-Şâmân tara-



şi, I, 5 - 2 9 ; Ebû Zer el-Huşenî,



fından Türk Edebiyatında İbn Hişam'm



Siyer'inin



Siyerler Türkçe



ve



Tercü-



taşar fi şerhi ğarîbi's-Siy



zırlanmıştır (1982, AÜ İlahiyat Fakültesi).



Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',



dört ciltlik Kahire



neşrinin (1936) I. cildini İzzet Hasan v e Neşet Çağatay H z . Muhammed'in



Ha-



İbnü'l-Ebbâr ve Ebû Ömer Yûsuf b. Abdullah el-Gâfikî gibi simaların bulunduğu



lîfe), A m m a n 1412/1991, neşredenin girişi, I, 11Hallikân, Vefeyât



İbn Hişâm'ın



el-imlâ'ü'l-muh-



er (nşr. Abdülkerîm Ha-



50; İbnü'l-Kıftî, İnbâhü'r-ruuât,



mesi adıyla doktora tezi olarak neşre haSîretü



Târlhu'l-İslâm:



II, 211-212; İbn



( A b d ü l h a m î d ) , II, 3 4 9 - 3 5 0 ;



anlamlarını içeren yedi beyitlik didaktik



s. 281-282; İbn



bir manzumesinden (a.g.e., a.y.) başka



X, 2 8 1 ; Süyûtî,



II, 115; Keşfü'z-zunûn,



1013; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



1,179; II, 1012-



'arifin,



lişah Uralgiray aynı adla (II, Riyad 1405/



le, Mu'cemü



1985) Türkçe'ye tercüme etmişlerdir. Ese-



I, 2 9 7 - 2 9 9 ; Abdülhay el-Kettânî,



rin tamamını İslâm



Tarihi Sîret-i



İbn-i



adıyla Hasan Ege Türk-



Hişam Tercemesi



Buğyetü'l-



II, 45;



yatı (1, Ankara 1971), II. cildini Yusuf Ve-



I, 624; Ziriklî, el-A'lâm, 'l-mü'ellifin,



Hediyyetû'l-



IV, 314; Kehhâ-



VI, 192; Sezgin,



b. Yesâr fı'l-Meğâzî



GAS,



Fihrisü'l-fehâ-



ris, I, 3 3 4 ; M u t â ' e t - T a r â b î ş î , Ruuâtü med b. İshâk



Muham-



ue's-siyer



ve



Beyrut 1414/1994, s. 192-



sâ'iri'l-merviyyât,



çe'ye çevirmiştir (I-1V, İstanbul 1985). Ki-



2 0 0 ; İsmâil A h m e d el-Âlim, " M e n h e c ü İbn Hi-



t a p ayrıca Gustav Weil tarafından Das



şâm f î rivâyeti şi'ri's-Sîre", Dirâsât,



Leben Muhammeds



man 1988, s. 9-27; Abdüsselâm eş-Şükrîvî, " İ b n



b. Ishaq b. Hisam



bearbeitet



nach



Muhammed



von



Abdalmalik



adıyla Almanca'ya (Stuttgart



Hişâm v e ş a n f u h û Bahşü 'l-'ilmî,



öğrenciler yetiştiren İbn Hişâm şiir de yazmıştır. Ancak "hâl" kelimesinin çeşitli



X, 4 2 8 - 4 2 9 ; a.mlf.,



sene 211-220,



Kesîr, el-Bidâye, uu'ât,



Abdullah Muhammed b. Saîd el-Kinânî,



s. 2 3 3 - 2 3 6 ; Süheylî, er-



tir. Yazma nüshası İstanbul Üniversitesi



XV/3, A m -



fi's-Sîreti'n-nebeviyye",



el-



XX!V/39, Rabat 1409/1989, s. 45-



şiiri bilinmemektedir (Süyûtî, I, 49; Abdülkerîm Avfî, sy. 38 |1994], s. 103). Eserleri. 1. el-Feva'idü'l-maîışûre şerhi'l-Makşûre.







İbn Düreyd'in eserinin



şerhidir. Her beytinin sonu maksûr elifle biten recez veznindeki



el-Makşûre'nin



çok sayıda şerhi yapılmıştır. Bunlar arasında İbn Hişâm'ın şerhi en başarılı kabul edilmektedir. İbn Hallikân (IV, 324) ve Abdülkâdir el-Bağdâdî de (III, 119) el-Fevâ'id'i



diğer şerhlerin-



el-Makşûre'n\n



82; Brockelmann, " İ b n H i ş â m " , İA, V/2, s. 754;



1864), Abdülcelîl Sıddîki v e Gulâm Resûi



.den üstün bulmuşlardır. Abdülgafûr At-



W. M o n t g o m e r y W a t t , " i b n H i ş h â m " , EP



Mihr tarafından Sîretü'n-nebiyy-i



III, 824.



târ'a g ö r e bu şerh aynı zamanda edebî



Kâmil



. adıyla Urduca'ya(I-II, Lahor 1971)tercüm e edilmiştir. İbn Hişâm'ın,



HU



kelimelere dair açıklamalarını İsmail Cerrahoğlu yayımlamıştır (AÜ İlahiyat



ki'z-zamânfi



ahbâriKahtân).



dan rivayet edildiği ileri sürülmektedir. Güney Arabistan'la ilgili halk hikâyelerinin Tevrat v e İncil hikâyeleriyle karıştırılıp destanlaştırılmasından meydana gelen v e Himyer melikleri hakkında bilgi veren eserin tarihî bir değeri bulunmamaktadır. Kitap, İbn Hişâm'a nisbet edilerek Freitz Krenkovv (Haydarâbâd 1347/1928) ve Abdülazîz el-Mekâlih (Kahire i996) tarafından neşredilmiştir. Süyûtî v e Kâtib mülûkü-



hâ adıyla İbn Hişâm'a nisbet ettikleri kitap da muhtemelen bu eserdir (Buğyetü'l-üu'ât,



II, 115; Keşfü'z-zunûn,



I, 179).



den, âlim ve ediplerin ona gösterdiği ilgi-



L



Dil âlimi ve edip.



el-Makşûre'yi



beyit beyit ele alarak bütün kelimeleri tek



Ebû Abdillâh (Ebû Alî) Muhammed b. Ahmed b. Hişâm ei-Lahmî es-Sebtî (ö. 577/1181)



Eserin Vehb



ve



n



den söz eden İbn Hişâm



mülû-



b. Münebbih'e ait olup İbn Hişâm tarafın-



Çelebi'nin Ensâbü Himyer



İ B N H İ Ş Â M el-LAHMÎ



Fa-



Kitâbü't-Tîcânfîmü-



(et-Ticân li-ma'rifeti



edebiyat v e sanat zevkine sahiptir. Eserin mukaddimesinde kasidenin önemin-



r



kültesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, III lâki Himyer



tenkidin güzel bir örneğidir. Çünkü şârih MUSTAFA FAYDA



es-Sîretü'n-



n e f o e v i y y e ' d e geçen âyetlerdeki garîb



[1977], s. 1-28). 2.



(Fr.),



ı—i



tek açıklamış, beyitlerde geçen âyet, hadis, emsâller üzerinde durmuş, eski şiirlerden iktibas edilen sözlerde gördüğü çalma, değiştirilme ve hataları zikretmiş, J



daha sonra her beyti dil kuralları bakımın-



520 (1126) yılı civarında İşbîliye'de (Se-



ve aruzla ilgili yönleri hakkında bilgi ver-



viila) doğdu. Hayatının önemli bir kısmını



miştir. Eser Kerîm Hüsâmeddin (Kahire



Sebte'de (Ceuta) geçirdi. Ebû Bekir İbnü'l-



1975), A h m e d Abdülgafûr Attâr (Beyrut



Arabî, Ebû Tâhir es-Silefî ve İbn Medâ ei-



i980), Mehdî Ubeyd Câsim (Beyrut 1407/



dan ele almış, beytin tarih, fıkıh, belâgat



Lahmî gibi âlimlerden ders alarak özel-



1986) v e M u h a m m e d Hâmid el-Hâc Ha-



likle dil ve edebiyat alanlarında kendini



lef (Rabat 1986) tarafından yayımlanmış-



yetiştirdi. Sebte'de uzun yıllar öğrenci ye-



tır. 2. el-Medhal



tiştirmek, dil v e edebiyatla ilgili önemli



taclîmi'l-beyân.



eserlere v e k a s i d e l e r e şerh ve reddiye



bölümden meydana gelmektedir. Ancak



yazmakla meşgul oldu. Ömrünün sonla-



eseri genel olarak iki b ö l ü m e ayırmak



ilâ takvîmi'l-lisân



ve



Bir mukaddime ile altı



rına doğru tekrar İşbîliye'ye döndü ve bu-



mümkündür. Birinci bölümü Ebû Bekir



rada v e f a t etti.



ez-Zübeydî'nin Kitâbü



Fıkıh, tefsir, hadis ve tarih sahalarında



Lahni'l-'âmme,



ikinci bölümü de Ebû Hafs Ömer İbn Mek-



İbn Hişâm'ın ayrıca İbn İshak'ın es-Sî-



eser vermiş olan İbn Hişâm'ın şöhreti da-



kî'nin Teşkifü'l-lisân



re'sinde yer alan şiirlerdeki garîb kelime-



ha çok dil ve edebiyat alanındadır. Bu ko-



adlı eserlerine reddiyedir. Birinci bölüm-



leri açıklayan Kitâb



ve



telkihu'l-cenân



vakaca



nudaki görüşleriyle Ebû Hayyân el-Ende-



de müellif Zübeydî ve İbn Mekkî'nin eser-



adlı bir ri-



lüsî'yi v e onun metodunu benimseyen



lerini eleştirirken Batı Endülüs'te halk di-



sâlesi olduğu ileri sürülmektedir (Süheylî,



diğer âlimleri etkilemiştir. İbn Abdülme-



linde yaygın olarak kullanılan bazı lafızla-



I, 43; Keşfü'z-zunûn,



II, 1012). Ancak onun



Iik, İbn Hizâm'ın M u h a m m e d b. Ahmed



rı ele almış, bunların menşe v e mahiyet-



böyle bir eserine başka kaynaklarda işa-



b. Tâhir el-Ensârî gibi âlimlerle nahiv me-



leri üzerinde d u r m u ş t u r . Eserin ikinci



ret edilmemiştir.



seleleri üzerine yaptığı tartışmalarda üs-



bölümü morfoloji, fonetik ve semantik



fî eş'âri's-Siyer



fî şerhi mâ



mine'l-ğarîb



75



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİŞÂM el-LAHMÎ dar önce Hanbelî mezhebini benimseye-



bozukluğundan kaynaklanan yaygın hata-



yi'l-mu'azzam,



ların incelenmesine ayrılmıştır. Eser Mu-



sîn li'bn



fi'n-nahv



rek Kahire'deki el-Medresetü'l-Hanbeliy-



hammed b. Ali es-Sebtî tarafından İnşâ-



adlı eserler bazı kaynaklarda yanlışlıkla



ye'ye müderris oldu. Ancak İbn Tağrîberdî



v e irşâdü's-sü^âl



adıyla ye-



İbn Hişâm el-Lahmî'ye nisbet edilmiştir



onun Hanefî iken Hanbelî mezhebine geç-



niden düzenlenmiş, İbn Hâtime de buna



(a.g.e., sy. 38 ] 1994], s. 105). Mehdî Ubeyd



tiğini söyler (en-tiücûmü'z-zâhlre, X, 336).



Câsim, İbn Hişâm



dü'd-davâl İrâdü'l-le'âl



adlı



min İnşâdi'd-davâl



Şerhu'l-Fuşûli'l-ham-



Mu'tî,



el-Mukarrib



el-Lahmî



ve



cühû-



Arap dili ve edebiyatı yanında fıkıh v e tef-



kitâbi-



sir gibi dinî ilimlerde de söz sahibi olan İbn



adıyla



Hişâm S Zilkade 761'de (17 Eylül 1360)



bir zeyil yazmıştır (bk. İBN HÂTİME). İs-



dühü'l-luğaviyye



panya'da Escurial Library'de yazma nüs-



hî Şerhu Makşûreti



haları bulunan eserin bazı bölümleri neş-



bir çalışma yapmıştır (Beyrut 1986).



redilmiştir (nşr. Abdülazîzel-Ehvânî, "ElMa'hedü'l-



111/1-2 11376/1957];



mahtûtâti'l-'Arabiyye,



a.mlf., "Âhiru faşlin min Kitâbi Lahni'lc âmme",



Abdurrahman Bedevi'nin yayım-



ladığı İla Tâhâ Hüseyin fl'idi



milâdihi's-



İbn Düreyd



İbn Dihye el-Kelbî, el-Mutrib



IV, 324; Tücîbî, el-Bernâmec{nşr.



Vefeyât,



Red c aiâ İbn Mekkî fî Teşkâfi'l-lisân", Hauliyyetü



sy. 7 [Kahire



külliyyeti'l-benât,



1973]; diğer bölümler nşr. Hâtim Sâlih edDâmin, el-Mevrid,



X-XI1 [Bağdad 1402-



1403/1981 -1983)). el-Medhal



üzerinde



Gırnata, Madrid ve Paris üniversitelerinde üç doktora çalışması yapıldığı, çeşitli makale v e araştırmalar yayımlandığı kay-



den önceki çalışmaları inceleyip meslektaşlarıyla tartıştıktan sonra e ğ i t i m ve



1428, 1641, 1808; Abdülkâdir el-Bağdâdî, Hi-



öğretimde en verimli yönteme ulaşmaya



IH, 119;Serkîs, Mu'cem,



'arifin,



I, 541;



II, 9 7 ; İzâhu'l-meknûn,



Hediyyetü'l-



I, 2 9 9 ; 11, 5 4 5 ;



M u h a m m e d el-Ya'lâvî, Eştât fı'l-luğa ue'n-nakd,



II, 102;



ve'l-edeb



Beyrut 1992, s. 3 4 9 - 3 5 7 ; Cezzâr,



adıyla y a y ı m l a n m ı ş t ı r



ve



( M a d r i d 1990). 3. Şerhu'l-Faşîh.



keskin ve eleştirici bir zekânın yanı sıra



ve talîmi'l-beyân",



t Â/emü7-fcüfüb,XV/6,



Ri-



zelliğinden kaynaklanmaktadır. Eserlerin-



" İ b n H i ş â m e l - L a h m î v e â ş â r u h " , et-Lisânü



7-



de genellikle nahiv otoritelerinin görüş-



sy. 38, Rabat 1994, s. 102-112; Ch. Pel-



lerine yer vermiş, bunlar arasında tercih-



'Arabî,



lat, " i b n Hişhâm a l - L a k h m î " . El2 Suppl.



(İng.),



s. 3 8 8 ; İnâyetullah Fâtihî N e j â d , " İ b n H i ş â m - ı L a h m î " , DMBl, V, 113-114. H



r



İBN HİŞÂM en-NAHVÎ



n



L.



Arap dili âlimi.



temlerini de kullanır. Bazı araştırmacılar onun hadisle çok istişhâd ettiğini ileri sürrulamamaktadır. Meselâ Şerhu nedâ'da on yedi, Şerhu



Katri'n-



Şüzûri'z-zeheb'-



de yirmi bir, Evdahu'l-mesâlik'te



yirmi



beş, Şerhu Kaşîdeti Bânet Sü'âd'da J



708 (1309) yılında Kahire'de doğdu. Öğrenimini burada tamamladı. Soyu, ensarı



mi ve Muğni'l-lebîb'de



yir-



altmış bir hadisi



delil olarak kullanmıştır. Bu rakamlar aynı eserlerdeki âyet ve şiir sayısına oranla önemli bir yekûn tutmamaktadır.



ue'l-



teşkil eden iki kabileden biri olan Hazrec'e



İbn Düreyd'in A r a p ç a ' d a k i



dayandığından Ensârî nisbesiyle anılır. İbn



maksûr isimleri topladığı "Kaşîdetü'l-



bi'l-e'ârîb.



Hişâm Muhammed İbnü's-Serrâc, Abdül-



makşûr ve'I-memdûd" adlı didaktik man-



Mekke'de yazdığı bu eseri Mısır'a döner-



latîf b. Murahhal ve Ebû Hayyân el-Ende-



zumesinin şerhi olup Mehdî Ubeyd Câsim



ken kaybettiği için 756'da (1355) tekrar



lüsî gibi hocalardan ders gördü. Arapça



tarafından neşredilmiştir (el-Mevrid, XIII/



Mekke'ye gittiğinde yeniden kaleme al-



konusundaki temel bilgileri sürekli olarak



1 ]1984], s. 183-200).



mış ve henüz hayatta iken bu eseriyle ün



yanında bulunduğu Abdüllatîf b. Murah-



kazanmıştır. İ'rab konusunu sekiz bö-



memdûd).



(Kaşidetü'l-Makşür



ilk sırayı, hadise ikinci, şiire ise üçüncü



müşlerse de eserleri bu iddiayı pek doğ-



Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdullah b. Yûsuf b. Ahmed b. Abdillâh b. Hişâm el-Ensârî el-Mısrî (ö. 761/1360)



(Bağdad 1988) şerh üzerinde Abdülkerîm



şûreti'ş-şuğrâ



rini de ortaya koymuştur. İbn Hişâm dilde delil olma (istişhâd) açısından Kur'an'a



M . REŞIT ÖZBALIKÇI



(T^jacJI f l i f e QJ!)



el-Faşîh'-



Şerhu'l-Mak-



ler yapmış, aynı zamanda kendi görüşle-



sırayı verir. Bu arada kıyas v e ta'lîl yön-



meselelerde Sa'leb'i tenkit etmiştir. Meh-



ması yapmıştır (1993). 4.



disiplinli çalışmasından ve üslûbunun gü-



y a d 1 4 1 5 / 1 9 9 4 , s. 6 5 5 - 6 5 6 ; Abdülkerîm A v f î .



t e verilen örneklerin şerhini yapmış, bazı



Avfî Câmiatü'l-Cezâir'de bir doktora çalış-



(Mu-



V, 3 0 4 - 3 0 5 ; Abdülkâdir



Sa'-



dî Ubeyd Câsim tarafından yayımlanan



üstatlarından biri olduğunu söyler



el-Mu'cemü'ş-şâmil,



Zimâme, " K i t â b ü ' l - M e d h a l ilâ t a k v î m i ' l - l i s â n



leb'in dil ve lügat hatalarına dair eserinin şerhidir. İbn Hişâm bu eserde



Cinnî neslinden sonra bu alanın en büyük kaddime, III, 1241). İbn Hişâm'ın başarısı,



olarak Jose Perez Lâzaro tarafından Kiilâ takvimi'1-lisân



nin öncülerinden olan Sîbeveyhi ve İbn



III, 1412-1413; Sâlihiyye,



11994|, s. 104-105). Eser ayrıca müstakil



ta'lîmi'l-beyân



çalışmıştır. İbn Haldûn, onun nahiv ilmi-



Medâhilü'l-mü'ellifin,



dedilmektedir (Abdülkerîm Avfî, sy. 38



tâbü'l-Medhal



Arap gramerinin bütün inceliklerine vâkıf olan İbn Hişâm, bu alanda kendisin-



I, 4 8 - 4 9 ;



Brockelmann, GAL Suppl.,



XlI/2 11386/1966]; a.mlf., "er-



dildi.



II, 1 2 6 9 - 1 2 7 0 , 1 2 7 3 , 1 3 4 5 ,



Vâft, II, 131; Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât, Keşfü'z-zunûn,



Abdülazîz Matar, "er-Red'ale'z-Zübeydî fî 'Arabiyye,



Ab-



dülhafîz Mansûr), Tunus 1981, s. 162; Safedî, el-



zânetü'l-edeb,



Ma'hedü'l-mahtûtâti7-



(nşr. İbrâhim el-



Ebyârî v.dğr.), Kahire 1954, s. 183; İbn Hallikân,



seb'în adlı eserin içinde, Kahire 1962; nşr. LahniT-'âmme",



Kahire'de vefat etti, Kahire'nin Nasr Kapısı yanında Sûfiye Mezarlığı'na d e f n e -



BİBLİYOGRAFYA :



fâzun Magribiyye min kitâbi İbn Hişâm el-Lafrmî fî Lahni'l-'âmme",



ma'a tahkiki



tabi İbn Nübâte, menâzil



mel fî şerhi



el-Fuşûl



ebyâti'l-Cümel,



kütü-



l ü m d e inceleyen e s e r yüzyıllarca ders



Hu-



cü't-Tebrîzî'nin (Ali b. Abdullah) derslerine



kitabı olarak okutulmuş v e Muhammed ed-Demâmînî, A h m e d eş-Şümünnî, el-



fi'l-



devam etti. Tâcü'l-Fâkîhânî'den (Ömer b.



ve'l-cü-



Ali) onun Şerhu'1-İşâre'sini okudu. Bed-



Emîrü'l-Kebîr es-Sünbâvî, M u h a m m e d



Kaşîde-



reddin İbn Cemâa'dan kıraate dair eş-Şâ-



b. Ahmed ed-Desûki gibi birçok âlim ta-



Şerhu manzûme



ve'l-bürûc,



'an



İbn Hişâm, 749 (1348) yılında



hal'den aldı. Şâfiî fakihi v e muhaddis Tâ-



İbn Hişâm'ın kaynaklarda adı g e ç e n diğer eserleri de şunlardır: Şerhu



Eserleri. 1. Muğni'l-lebîb*



(bu eserler ve yazma



übiyye'yi okutma icâzeti aldı. Şâfıî fıkhın-



rafından şerhedilmiştir.



nüshaları için bk. Abdülkerîm Avfî, sy. 38



da derinleşti. Kahire'deki el-Kubbetü'l-



müstakil olarak(Kahire, ts. ; Tahran 1274;



11994], s. 105), el-Cümel



Mansûriyye Medresesi'ne tefsir hocası



Tebriz 1276), ayrıca Desûki ve Emîri hâşi-



olarak tayin edildi. Ölümünden beş yıl ka-



yeleriyle beraber basılmış (Kahire 1331/



tü'l-Harîrî



fi'z-zâ'



Dürrü '1-munazzam







fi'n-nahv,



ed-



mevlidi'n-nebry-



74



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



Muğni'l-lebîb



İBN HİŞÂM e n - N A H V Î 1912,1358/1939), Muhammed Muhyiddin



s Ü



Abdülhamîd (1-11, Kahire i372/1952), Mâzin Mübârek - Muhammed Ali Hamdul-



W



lah (l-ll, Dımaşk 1386/1964) v e Hannâ elFâhûrî (l-ll, Beyrut 1991) tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır. 2. el-Prâb kavâ'idi'l-i'râb.



can



muh-



Muğni'l-lebîb'in



tasarı olup A r a p ç a ' d a cümle v e şibh-i



t-. ^ *



A„ â . * . i ... ' i''"



l U i j •i- w ı p^ — s — i —f y- s J -s îTj}J j -s_>



ıı



, d '.•'ıV.V.lii'.l J'W7, J^l.rllsAl



(^''J^ir^^-irh^j-^



cümle, i'rabı güç bazı müfredlerle edatların i'rab halleri v e yaygın i'rab hataları-



.v j l s S t ı r j î u i i U j d ^ i a ı - u i



na dair dört bölümden oluşan bir eserdir.



-



s».



^feijl^l^^ültjJıiy^ljJl^ıfUjjl"



Defalarca basılan eser (Bulak 1253; Kahire 1278; İstanbul 1299) Silvestre de Sacy'nin Fransızca tercümesiyle birlikte Paris't e de (1829) yayımlanmıştır. Ayrıca Reşîd Abdurrahman el-Ubeydî ile (Beyrut 1970) Ali Fevde Nîl (Riyad 1401/1981) tarafından tahkik edilerek neşredilmiştir. Eser hakkında ona yakın şerh ve bunlar üzerine çok sayıda hâşiye yazılmıştır. Şerhlerinden bazıları şunlardır: Muhyiddin el-Kâfıyeci, Şerhu



(nşr. Fah-



Kavâldi'l-frâb



reddin Kabâve, Dımaşk 1409/1988); Hâlid b. Abdullah el-Ezherî,



ibn Hisâm en-Nahvî'nin Şerhu Kaşîdeti Bânet Sü'âd adlı eserinin ilk iki sayfası (Köprülü Ktp., nr. 1303)



Mûşilü't-tullâb 1285; Bulak



ilâ Kavâ'idi'l-frâb(İstanbul



1292; Kahire 1299; nşr. Abdülkerîm Mücâhid - Sa'd AbdülhâdîTeym, Amman 1985: nşr. Muhammed İbrâhim Sâlim, Kahire 1989); Muhyiddin Muhammed Şeyhzâde,



eser defalarca basılmıştır (İstanbul 1253;



(nşr. İsmâil İsmâi!



Bulak 1253, 1292; Kahire 1279, 1348). Ese-



1887), daha sonra Muhammed Muhyid-



Merve, Dımaşk 1416/1995); Ebü's-Senâ Ah-



rin gerek metni gerekse şiir örnekleri üze-



din Abdülhamîd ile (Kahire 1355/1936)



med b. Muhammed ez-Zîlî, Hallü



me'â-



rine başta müellifi olmak üzere Hasan el-



Muhammed ez-Zeynî ve Muhammed Ab-



(İstanbul 1311, diğer şerh



Halebî, Zekeriyyâ el-Ensârî, Abdülmelik



dülmün'îm Hafâcî (Kahire 1388/1969) tarafından tahkik v e şerhedilerek yayım-



Şerhu Kavâcidi'l-icrâb



kıdi'l-Kavâcid



ve hâşiyeler içinbk. Keşfü'z-zunûn, 125; Ali Fevde Nîl, s. 15-46). 3. mesâlik



ilâ Elfiyyeti



I, 124-



el-İsferâyînî. Muhammed Ali el-Feyyûmî,



Evdahu'l-



Muhammed Mansûr el-Yâfiî gibi âlimler



lanmıştır (diğer şerh ve hâşiyeler için bk.



(et-Tau-



tarafından şerhler kaleme alınmış ve bun-



Ali Fevde Nîl, s. 103-116). 8. Şerhu



lara birçok hâşiye yazılmıştır. S.



Şerhu



deti Bânet Sü'âd. Kâ'b b. Züheyr'in meş-



İbn Mâlik



zîh ve Tavzîhu'l-tjulâşa).



m e t n i y l e b e r a b e r neşredilmiş (Leiden



İbn Mâlik'in eseri



Kaşî-



esas alınarak metni verilmeden şerh ma-



Şüzûri'z-zeheb.



Çeşitli zamanlarda ba-



hur kasidesinin şerhi olup ilk d e f a lg-



hiyetinde yazılmış bir kitap olup çeşitli



sılan eser (Bulak 1253; İstanbul 1253; Ka-



nazio Guidi tarafından yayımlanmıştır



zamanlarda basıldığı gibi (Kalküta 1248,



hire 1279) Muhammed Muhyiddin Abdül-



(Leipzig 1871). Kahire'de de basılan ese-



1832; Kahire 1304, 1326, 1354) Muham-



hamîd (Kahire 1355), Muhammed Seyyid



ri (1303,1307) Mahmûd Hasan Ebû Nâcî,



med Muhyiddin Abdülhamîd tarafından



Kîlânî (Kahire 1380/1960), Abdülmüteâl



Şerhu Kaşîdeti Kacb b. Züheyr fî



medhi



ilmî neşri yapılmıştır (Kahire 1945, 1956,



es-Saîdî (Kahire, ts.), Abdülganî ed-Dakr



Seyyidinâ



Resûlillâh



'aleyhi



1967). Ayrıca bazı müelliflerce yazılmış



(Dımaşk 1982) ve Hannâ el-Fâhûrî(Bey-



ve sellem



adıyla tahkik etmiştir (3. bs.,



çok sayıda şerh ve hâşiyesiyle birlikte ba-



rut 1988) tarafından tahkik ve şerhedile-



Dımaşk 1402/1982; şerhin ihtisar ve hâşi-



sılmıştır. Bunlardan birkaçı şunlardır:



rekyayımlanmıştır (diğer şerh, hâşiye ve



yeleri için bk. Ali Fevde Nîl, s. 164-167). 9.



M u h a m m e d Abdülazîz en-Neccâr,



çalışmalar için bk. Ali Fevde Nîl, s. 86-94).



el-Câmicu'ş-şağir



6. Katrü'n-nedâ*



ri'n-nedâ'ya



y â ' ü ' s - s â l i k ilâ Evdahi'l-mesâlik



Zi-



(I-IV,



ve bellü'ş-şadâ



(Bu-



şallalâhu



fi'n-nahv.



Şerhu



Kat-



bazı ilâvelerle meydana ge-



Kahire 1388/1968); Abdülmüteâl es-Saîdî,



lak 1253;Tunus 1281; Kahire 1298; Leiden



tirilmiş olup Evdahu'l-mesâlik'm



Buğyetü's-sâlik



Evdahi'l-mesâlik



1887). Veciz ve kapsamlı bir gramer kitabı



tasarına benzemektedir. Özellikle Kur-



(Kahire 1384/1964); Muhammed Muhyid-



olan eser başta müellifi olmak üzere Ab-



'an'dan ve şiirlerden verilen örnekler ba-



din Abdülhamîd, Hidâyetü's-sâlik



ilâ



dullah el-Fâkihî, Ali eş-Şicâî (Bulak 1289;



kımından zengin sayılan eseri Muham-



(Kahire 1368)



Kahire 1306) gibi âlimler tarafından şer-



med Şerif Saîd ez-Zeybak (Dımaşk 1288/



ilâ



tahkiki Evdahi'l-mesâlik ve cUddetü's-sâlik



ilâ tahkiki



Evdahi'l-



muh-



hedilmiş ve bu şerhler üzerine çok sayıda



1968) ve Ahmed Mahmûd el-Hermîl (Ka-



mesâlik (Kahire 1967; diğer çalışmalar için



hâşiye kaleme alınmıştır. 7. Şerhu



hire 1400/1980) yayımlamıştır.



bk. Ali Fevde Nîl, s. 62-73; ayrıca bk.ELFİY-



ri'n-nedâ



YE). 4. Şüzûrü'z-zeheb*



fîmcfrifetike-



lak'ta basılan eser (1253), A. Gaguyer ta-



(es-Sirâcü'l-münîr;



Özlü bir gramer kitabı olan



rafından Fransızca'ya çevrilerek Arapça



tionale, nr. 4160; Süleymaniye Ktp., Kılıç



lâmi'l-'Arab.



ve belli'ş-şadâ.



Kat-



İlk d e f a Bu-



micu'ş-şağir,



el-Câ-



İsmâil b. İbrâhim el-Alevî Paris BibliothequeNa-



75



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HİSÂM e n - N A H V Î Ali Paşa, nr. 932), Abdülgaffâr b. İbrâhim



leyen eseri Rabîha Çelebi [EAÜİFD, sy. 3



tığı on dört yorumu değerlendirmekte-



ei-Alevî(er-Râ 3 idü7-hai>î/;el-Mektebetü'l-



[1979], s. 325-353) v e Hâşim Tâhâ Şelâş



dir (nşr. Abdülfettâh el-Hamûz, Amman



Ezheriyye, nr. 748) v e A h m e d M a h m û d



(Mecelletü Külliyyeti'l-âdâb,



el-Hermîl (Şerhu'l-Câmfi'ş-şağir,, Kahire



dad 1983], s. 357-386) neşretmiştir. 19.



1984) tarafından şerhedilmiştir. 10. Tah-



Fevhu'ş-Şezâ



lîşü'ş-şevâhid



ve telhîşü'l-feva'id.



Şer-



hu'ş-şevâhid,



Havâşîİbnü'n-Nâzım



vb.



sy. XVI (Bağ-



fî mes'eleti



Hayyân el-Endelüsî'nin eş-Şezâ leti



(ahkâmı)



Ebû



kezâ.



fîmes'e-



kezâ adlı eserini tamam-



1405/1985; nşr. Hasan Mûsâ eş-Şâir, Amman 1984). 25.



el-Kavâcidü'ş-şuğrâ(nşr.



Hasan İsmâil Merve, Dımaşk 1409/1988, Min resâ'ili İbn Hişâm en-Nahviyye de). 26. el-Mesâ'ilü's-seferiyye



içinfi'n-



adlarla da anılan eser, İbnü'n-Nâzım diye



layan risâlede "kezâ" kinayesi yapı, anlam,



nahv. Bazı âyetlerdeki nahiv meseleleri-



bilinen Bedreddin b. Mâlik'in



ni ele alan risâle birçok d e f a basılmıştır



Elfiyye'ye



i'rab ve temyiz yönleriyle ilgili fıkhî hü-



yazdığı şerhteki örnek beyitlerin izahına



kümler açısından ele alınmıştır. Süyûtî'-



(nşr. Ali Hüseyin el-Bevvâb, Riyad 1982;



dairdir (nşr. Abbas Mustafa es-Sâlihî, Bey-



nin el-Eşbâh



nşr. Abdüssamed el-Aşşâb,



rut 1406/1986; nşr. es-Seyyid Taki Abdüs-



yer alan risâle, Ahmed Matlûb (a.g.e., sy.



tüb, XVI/1 ]1415], s. 57-66; nşr. Hâşim Tâhâ



seyyid, Kahire 1406/1986). 11.



Şerhu'l-



VI11963], s. 67-98) ve Süheyr Muhammed



Şelâş, MMİIr., XXXII/3-4 11981 ], s. 501-550;



Hlmi'l-'Arabiy-



Halîfe (Kahire 1987) tarafından yayımlan-



nşr. Hasan ismâil Merve, Dımaşk 1409/



Lemhati'l-bedriyye







(VII, 271-293) adlı eserinde



ye. Hocası Ebû Hayyân el-Endelüsî'ye ait



mıştır. 20. el-Mebâhişü'l-murdıyye



nahve dair el-Lemhatü'l-bedriyye



mütecallika



1988, Min resâ'ili ibn Hişâm



en-Nahviyye



Takıy-



içinde; nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Bağ-



eserin tenkit ve reddiye ağırlıklı şerhidir



yüddin es-SübkTnin şart edatı "men" hak-



dad 1980; Beyrut 1403/1983):27.Mesâ'ii



(nşr. Salâh Revây, Kahire 1402/1982; nşr.



kında sorduğu üç soruyla bağlantılı ola-



fî frâbi'l-Kur'ân



İbrâhim Hâdî Nehr, I-II, Bağdad 1977). 12.



rak şartla ilgili bazı nahiv ve fıkıh m e -



Mecelletü'l-Meorid,



Ahmed



selelerini incelemektedir (nşr. Mazin el-



143-166). 28. İ'râbü



Abdülmecîd Herîdî tarafından İbn Hişâm'a



Mübârek, Dımaşk-Beyrut 1408/1987). 21.



(MedineÂrif Hikmet Ktp., Mecâmi', nr. 88).



ait olarak yayımlanan eser (Kahire 1410/



Nüktetü'l-icrâb.



1990) birçok kaynakta (meselâ Kemâleddin



şibh-i cümle ve yirmi beş edatın mâna ve



bi ba'zı âyâti'l-Kur'ân).



el-Enbârî, s. 390; Yâküt, V, 46; bk. Brockel-



i'rab durumlarını ele alan risâle M u ğ n i ' l -



da i'rabı güç mansûb kelimelerle birkaç



mann, GAL Suppi,



lebîb'm



özeti gibidir (nşr. Mâhir el-Mü-



i'rabı olan kelimelere dairdir (yazma nüs-



Nüzhetü't-tarf



adlı



el-



cÂlemü'l-kü-



fî Hlmi'ş-şarf.



I, 507) Ahmed el-Mey-



bi-meni'ş-şartıyye.



Cümle ve hükümleri,



29. Mesâ'il



(nşr. Sâhib Ebû Cenâh, III/3 |Bağdad 1974], s. "Lâ ilâhe



ve ecvibetühâ



illallah"



(Elğâz



fli'râ-



Özellikle Kur'an'-



dânî'ye (ö. 518/1124) nisbet edilmektedir.



neccid, cÂ/emü 'l-kütüb, XIV/l 11413/1993 ],



hası için bk. Brockelmann, GAL, II, 31;



13. Şerhu



s. 31 -39). 22. Mûkıdü'l-ezhân



Suppi,



(nşr. Ali



Cümeli'z-Zeccâcî



ve



mûkı-



Bazı şiirlerdeki lugaz kabi-



Muhsin îsâ Mâlullâh, Beyrut 1406/1986).



zü'l-vesnân.



14. Hallü elğâz ve mesâ'il frâbiyye



fi'l-



linden güç meseleleri ele alan risâle mâ-



ve'1-ehâdîşi'n-ne-



na lugazları, lafız lugazları, kavranılması



(nşr. Muhammed İbrâhim Sâlim,



güç işârî lugazlarla nokta ve hareke deği-



Kahire 1409/1989). 1 5 . İ ' r â b ü F â t i h a t i ' l -



şiminden kaynaklanan zekâ oyunları (tas-



âyâti'l-Kur^âniyye beviyye



(nşr. Muhammed Saf-



hîf) olmak üzere dört bölümden ibaret-



fet Mürsî, Kahire 1407/1987). 16. Elğâzü



tir. İlk defa Bulak'ta (1253) basılan risâle



İbn Hişâm



daha sonra Hasan İsmâil Merve ( M i n re-



Kitâb ve'l-Bakara



fi'n-nahv



(el-Elğâzü'n-nah-



içinde, Dı-



uiyye). Asmaî, Yahyâ b. Mübârek el-Ye-



sâ'ili ibn Hişâm en-Nahviyye



zîdî ve Ebû Ali el-Fârisî gibi dil âlimlerin-



maşk 1409/1988) ve Ali Fevde Nîl (Mecelsy. VII ]Riyad 1980],



den nakledilen, i'rab ve tefsir güçlüğü se-



letü Külliyyeti'l-âdâb,



bebiyle lugaz sayılan kırk beş beytin i'rab



s. 137-138) tarafından neşredilmiştir. 23.



ve yorumu hakkındaki eser Ali er-Rum-



Risâle fî tevcihi'n-naşb







mânî'nin Tevcîhü



him



ve ıştılâhan



zeti'l-i'râb'ma



i'rûbi



ebyât



mülğa-



dayanır. Ahmed Seyf el-



"fazlen



ve luğaten



icrâbi



hilâfen ve ey dan ve hellümme



kavlive



cerren "



Gazzî'nin hâşiyesiyle birlikte basılan ese-



(nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut 1983,



ri (Kahire 1304,1322) ayrıca Es'ad Hudayr



el-Mesâ'ilü's-seferiyye



neşretmiştir (Dımaşk 1393/1973, 1985). 17. İHirâzü'ş-şart



cale'ş-şart.



Nahivcile-



fı'n-nahu



içinde).



Eser aynı isimle Hasan Mûsâ eş-Şâir tarafından M in resâ'ili



İbn Hişâm



en-



içinde (Amman 1984), e i - M e -



II, 20).



İbn Hişâm'ın, Muhammed b. Hasan eşŞeybânî'nin el-Câmi'u'ş-şağir'ine yazdığına dair bilgi sadece



şerh Keşfü'z-zu-



nûn ile (I, 563) ondan nakilde bulunan kaynaklarda geçmektedir. ş'ıdeti'1-lağziyye



Şerhu'l-Ka-



fi'l-mesâ'ili'n-nahviy-



y e adlı eser İbn Hişâm'a ait olarak neşredilmişse de (Bağdad 1963) Leiden'de (Universitâtsbibliothek, nr. 226) bulunan nüshasının ferâğ kaydından (vr. 26 l b ) İbn Lüb en-Nahvî el-Endelüsî'ye (Ebû Saîd Ferec b. Kasım) ait olduğu anlaşılmaktadır. Süyûtî, el-Eşbâh



ve'n-nezâ'ir



fi'n-



nahv adlı eserinde İbn Hişâm'dan çeşitli iktibaslarda bulunmuştur (VII, 42-97,107123, 231-263, 271-293). İbn Hişâm hakkında yapılan araştırmaların başlıcaları şunlardır: Ali Fevde Nîl,



rin iki şart cümlesi için tek cevabın bulun-



Nahviyye



İbn Hişâm el-Enşârî:



âşâruhû v e mez-



ması konusundaki ihtilâflarını özellikle



s â ' i i ü ' s - s e / e r i y y e a d ı y l a Hasan İsmâil



hebühü'n-nahvî(Riyad



1406/1985); Ham-



fıkhı ve tefsiri de ilgilendiren yönleriyle



Merve (Dımaşk 1409/1988) v e



za Abdullah en-Neşretî,



ele alan eser, Süyûtî'nin el-Eşbâh



baczi't-terâkîbi'l-müşkile



ve'n-



Tevcîhü



adıyla Abdul-



içinde yer almakta-



lah el-Hüseynî Hilâl (Kahire 1990) tarafın-



dır (VII, 107-123). Ayrıca A. Abdurrahman



dan da yayımlanmıştır. 24. M e s ' e l e t ü ' l -



Abdürreşâd (Kahire 1409/1989) ve Abdül-



hikme



fî tezkîri



f e t t â h Hamûz (Amman, ts.) tarafından



Tecâlâ



"İnne



yayımlanmıştır. 18. İkâmetü'd-delîl



mine'l-muhsinîn".



nezâ'ir



fi'n-nahv'i



calâ



"karîbin"



rahmeta'llâhi







kavlihî karîbün



Müellif, â y e t t e m ü -



"An-



ennes olan "rahmet" kelimesinin haberi



kebût, abkariy" gibi bazı südâsî isimlerin



olduğu halde müzekker getirilen "karîb"



mükesser cemilerindeki ihtilâfları ince-



kelimesi hakkında eski nahivcilerin yap-



şıhhati't-temşîl



ve fesâdi't-te'vîl.



nahviyye



el-Mesâ'ilü'n-



İbn Hişâm



ve



(Kahire 1986); Sâmî A v a d ,



Beka Hişâm fikruhû İbn



beyne en-Nahvî:



caşruhû



el-Enşârî:



menhecühü'n-nahvî



hayâtühû



İbn



1411/1991).



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



Hişâm



ve



(Beyrut 1989); M.



M. Fehmî Ömer, el-Hadîşü'ş-şerîf



76



İbn



bî'etühû



(Dımaşk 1987); Nûreddin İsâm,



Hişâm



nahvi



Ebi'l-



el-Enşârî







(Kahire



İBN HUMEYD BİBLİYOGRAFYA :



Ruşâtî, İbn Vaddâh, Ali b. İbrâhim el-En-



Elfıyyeti



İbn Mâlik



el-Elkâb



(nşr. M. Muhyiddin Abdül-



ha sonra tahsil amacıyla Kurtuba'ya (Cor-



duğu k a y d e d i l m e k t e d i r (İbnü'l-Ebbâr,



doba) giderek Yûnus b. Muhammed b.



II, 573).



Katri'n-nedâ



(nşr.



ue belli'ş-şadâ



M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1374/1954,



Mugis, Ca'fer b. Muhammed el-Mekkî,



neşredenin girişi, s. 6-9; a.mlf., Şerhu



Kaşîdeti



Muhammed b. Asbağ, Ebû Bekir İbnü'l-



Mahmûd Hasan Ebû Nâcî),



Arabî ve Muhammed İbn Ebû Zeyd'den



Ka'bb.



Züheyr(nşr.



adında bir risâlesi daha ol-



sârî'den kıraat, hadis ve fıkıh okudu. Da-



h a m î d ) , Kahire 1967, neşredenin girişi, 1, 6 - 9 ; a.mlf., Şerhu



yımlanmıştır. Kaynaklarda İbn Hubeyş'in



ilâ



İbn Hişâm en-Nahvî, Eudahu'l-mesâlik



Dımaşk 1414/1984, neşredenin girişi, s. 13-17; a.mlf., Tahlîşü'ş-şeuâhid



ue



telhîşü'l-feuâ'id



ders aldı. Kendisinden kıraat, hadis, dil



(nşr. A b b a s Mustafa es-Sâlihî), Beyrut 1406/



v e edebiyat alanlarında A h m e d b. Mu-



1986, neşredenin girişi, s. 5-36; a.mlf.,



I



BİBLİYOGRAFYA : İbn H u b e y ş , Gazauât



Münzirî, et-Tekmile,



I, 79; İbnü'l-Ebbâr,



Nüzhe-



hammed et-Tarsûsî, Ebû Süleyman İbn



hebî, Tezkiretü'l-huffâz,



Havtullah, Abdullah b. Hasan el-Mâleki,



A'lâmü



Herîdî), Kahire 1410/1990; neşredenin girişi, s.



İbn Dihye el-Kelbî, Kelâî ve Ali b. Yûsuf



fi Hlmi'ş-şarf



5-49; a.mlf., İkâmetü'd-delil'alâ



şıhhati't-tem-



'n-nübelâ',



rî, Gâyetü'n-nihâye, uu'ât,



IV, 141-143; a.mlf.,



XXI, 118-121; İbnü'l-CezeII, 378; Süyûtî,



lü'l-ibtihâc



Ç e l e b i ) , sy. 3 (1979), neşredenin girişi, s. 348-



yanlar 542'de (1147) Meriye'yi ele geçi-



içinde), Kahire 1329, s. 162-163;



3 5 8 ; a.mlf., Şerhu



rince Mürsiye'ye (Murcia) giderek Cezîre-



11, 1460, 1747; Mahlûf, Şeceretü'n-nûr,



M. Muh-



Şüzûri'z-zeheb(nşr.



yiddin Abdülhamîd), Kahire 1355/1936, neşredenin girişi, s. 6-9; Kemâleddin el-Enbârî,



Nüz-



hire 1386/1967, s. 390; Yâküt,



itibaren kadılık v e hatiplik görevine tayin



Emîn, ' İ b n H u b e y ş e l - E n d e l ü s î " ,



II,



VII, 131-132;



edildi. On iki yıl bu görevde kaldıktan sonra Mürsiye hatipliğine, 575'te (1179) Mür-



6 8 - 7 0 ; a . m l f . , el-Eş-



siye kadılığına getirildi. Önce hükümdar,



(nşr Abdül'âl Sâlim



sonra da onun oğlu ile yakın ilişki içerisin-



M e k r e m ) , Beyrut 1406/1985, VII, 4 2 - 9 7 , 107-



de olması sebebiyle değerli eserlerin bu-



123, 2 3 1 - 2 6 3 , 2 7 1 - 2 9 3 ; a.mlf..



lunduğu kütüphanelerden faydalanma



Hüsnü'l-muhâ-



I, 1 2 4 - 1 2 5 , 154,



4 0 6 , 5 6 3 , 564, 604; II, 1021, 1332, 1352, 1477,



imkânı bulmuş v e bu husus ilmî kişiliği-



1561, 1669, 1751-1754, 1818; Abdülkâdir el-



nin gelişmesinde etkili olmuştur. İbn Hu-



Bağdâdî, Hâşiye



beyş 14 Safer 584'te (14 Nisan 1188) Mür-



Bânet



(nşr.



Sü'âd



Nazif Hoca), Beyrut 1400/1980, I, 55-56; Şevkânî, el-Bedrü't-tâli',



I, 400-402; Serkîs,



Mu'-



cem, I, 2 7 3 - 2 7 6 ; Brockelmann, GAL, II, 23, 273 1 ; Suppl,



I, 5 0 7 ; 11, 1 6 - 2 0 ; C. Z e y d a n ,



(Dayf), III, 154-155; Kehhâle, liftn,



Adâb



Mu'cemü'l-mü'el-



VI, 1 3 6 - 1 3 7 ; Şevki Dayf,



nahviyye,



el-Medârisü'n-



Kahire 1968, s. 3 4 6 - 3 5 5 ; Ömer Fer-



ruh, Târihu'l-edeb,



III, 781-787; Ziriklî,



el-A'lâm



(Fethullah), IV, 147; Ali Fevde Nîl, İbn Hişâm



el-



Enşârî:



Ri-



âşâruhû



ue mezhebühü'n-nahuî,



yad 1406/1985; Sâmî Avad, İbn Hişâm



en-Nah-



ui, Dımaşk 1987; Abdül'âl Sâlim M e k r e m ,



el-



siye'de vefat etti.



şan tek eseri Kitûbü'i-Ğazavût adını taşımaktadır. Tam adı



hulefâ'i'l-üveli'ş-şelâşe: Şıddîk ve Ebî Hafş cÖmer Ebî'.Amr



Zinnûreyrı







Ebî Bekir



eş-



el-Fârûk



ve



cOşmârı



olan eser



kaleme alınmıştır. 583'te (1187) tamamlanan eserde ilk üç halife dönemindeki



ue'ş-şâmin



mine'l-hicre,



" İ b n H i ş â m " , İA, V/2, s. 7 5 4 - 7 5 5 ; H. Fleisch, " i b n H i s h â m " , £/ 2 (İng.), III, 801-802.



0



L.



tâbü'l-Fütûh



ve'r-riddesi



( C * ' )



Endülüs'ün Aragon bölgesinde hüküm süren Hûdîler'in kurucusu (bk. H Û D Î L E R ) .



J



L



r



İBN HUMEYD



Muhammed b. Abdiilâh b. Alî el-Amirî en-Necdî (ö. 1295/1878)



ile Vâkıdî'nin



adlı eserleri olmak üzere



savaşları anlatılmış, ardından Muhammed b. Abdullah el-Ezdî'nin



Ebü'l-Kâsım Abdurrahman b. Muhammed b. Abdiilâh (Ubeydillâh) el-Ensârî el-Endelüsî (ö. 584/1188) Kur'an, hadis, tarih, di! ve edebiyat âlimi.



J



T



İBN H U D



Hanbelî fıkıh âlimi ve biyografi yazarı.



çeşitli kaynaklardan faydalanılarak ridde



İBN HUBEYŞ



J



İslâmî fetihler ele alınmış, başta Seyf b.



Kitâbü'r-Ridde



L



(bk. A B D U R R A H M A N b . H U C E Y R E ) .



(ö. 438/1046)



Ömer'in zamanımıza kadar gelmeyen KiFFL M . REŞIT ÖZBALIKÇI



SÂMÎ ES-SAKKÂR



İBN HUCEYRE



r



eyyâmi'l-



Bey-



karneyni's-sâbi'



" İ b n H u b e y ş " , DMBİ, III, 310-312.



ve'l-fütûhu'l-



câmi'atü'l-hâfiletü'l-kâ'me



sy. 3, Riyad 1412/



1992, s. 23; M u h a m m e d Hâdî Müezzin-i Câmî,



el-Gazavû-



tü'd-dâmirıetü'1-kâmile



Mecelletü'l-



sy. 18, Bağdad 1981, s. 122-



137; en-Neşretü'l-ahbâriyye,



(Meğâzî)



rut 1410/1990, s. 3 5 2 - 4 3 9 ; Moh. Ben Cheneb,



ue'ş-Şâm



mü'errihi'l-'Arabî,



r



Yûsuf b. Abdülmü'min'in isteği üzerine



fi Mısır



(1941), s. 3 5 9 - 3 6 2 ; a . m l f „ "ibn H u b a y ş h " ,



Eserleri. İbn Hubeyş'in günümüze ula-



fı'l-



Medresetü'n-nahuiyye



Dunlop, " T h e Spanish Historian ibn H u b a i ş h " ,



III, 1241,



bâh ue'n-nezâ'ir



'alâ Şerhi



s. 157;



I, 587; D. M.



El2 (Fr.), III, 8 2 6 - 8 2 7 ; A b d ü l m ü ' m i n M u h t â r



Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât.ü,



dara, I, 2 5 7 ; Keşfü'z-zunûn,



Brockelmann, GAL, I, 344; Suppl.,



tarafından yaklaşık 558 (1161) yılından



en-Nücûmü'z-zâhire,



fı'n-nahu



Keşfü'z-zunûn,



Mu'cemü'l-üde-



1267-1268; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine, 308-310; İbn Tağrîberdî,



Ney-



ed-Dîbâcü'l-müzheb



JRAS



bâ', V, 46; İbn Haldûn, Mukaddime,



X, 336; a.mlf., el-Menhelü'ş-şâfi,



(İbn Ferhûn,



Devleti hükümdarı Yûsuf b. Abdülmü'min



(nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), Ka-



hetü'l-eiibbâ'



tü Şakr'a yerleşti ve orada Muvahhidler



Buğyetü'i-



II, 85-86; A h m e d Bâbâ et-Tinbüktî,



b. Şerik gibi âlimler istifade etti. Hıristi-



içinde, nşr. Rabîha



şîl ue fesâdi't-te'uil(EAÜİFD



et-Tek-



mile (nşr. F. Codera), Madrid 1886, II, 573; Ze-



(nşr. A h m e d A b d ü l m e c î d



tü't-tarf



(nşr. Süheyl Zekkâr),



Beyrut 1412/1992, neşredenin girişi, I, 5 - 2 1 ;



L



J



Fütûhu'ş-Şâm'ı



gibi kaynaklara dayanılarak Suriye'deki



1236 (1821) yılında Necid bölgesinde-



fetihler konu edilmiştir. Daha sonra Mı-



ki Kasîm'in merkezi Uneyze'de dünyaya



sır ve Kuzey Afrika'nın fethiyle ilgili riva-



geldi. Abdullah b. Abdurrahman el-Bes-



yetler, müslümanların denizcilik alanın-



sâm d o ğ u m tarihini 1232 (1817) olarak



daki faaliyetleri v e Zâtü's-savârî Savaşı



kaydederse de ('ülemâ'a



üzerinde durulmuştur. Kitabın ikinci ya-



İbn Humeyd, 1248 (1832) yılında Uneyze'-



Iiecd, ili, 862)



rısı Irak fetihlerine ayrılmış, ardından di-



de geçen bir olaydan söz ederken o vakit



504'te (1110-11) Meriye'de (Almeria)



ğer Sâsânî bölgelerinin fethi anlatılmış-



on iki yaşında olduğunu belirtir (es-Sühu-



doğdu. Dayısı Hubeyş'e nisbetle İbn Hu-



tır. Eser Abdullah Guneym (I-1V, Kahire



bü'l-uâbile,



beyş diye tanındı. Ayrıca Hatîb unvanıyla



1404-1408/1983-1987) ve Süheyl Zekkâr



kabilesine mensup olup atalarından Hu-



da anılır. Devrinin meşhur âlimlerinden



(I-II, Beyrut 1412/1992) t a r a f ı n d a n ya-



meyd b. Gânim'e nisbetle İbn Humeyd



II, 630, 644). Âmir b. Sa'saa



77



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HUMEYD diye tanınmıştır. Uneyze'de Kadı Abdul-



Eserleri. 1. es-Sühubü'l-vâbile



calâ



İbn Receb'in e z -



Lec.ce adıyla bir reddiye yazmıştır (es-Süneşredenin girişi, I, 67-69;



hubü'l-vâbile,



lah b. Abdurrahman Ebâ Butayn'dan fı-



darâ'ihi'l-Hanâbile.



kıh, usûl-i fıkıh, hadis v e akaide dair çe-



Z e y i calâ Tabakâti'l-Hanâbile'sinin



zey-



Abdullah b. Abdurrahman el-Bessâm, III,



şitli metinler okudu. Daha sonra tahsil



li olup 751 (1350) yılından 12 Cemâziyelâ-



866). Ziriklî(eM c İ3m, VII, 121-122) veKeh-



için Mekke'ye giderek sarf, nahiv, meânî,



hir 1288 (28 Ağustos 1871) tarihine kadar



hâle'nin (Mu'cemü'l-mü'etlirın, X, 227)



beyân ve bedî' dersleri aldı. Muhammed



geçen sürede yaşayan 843 Hanbelî âlimi-



müellife nisbet ettiği



Âbid es-Sindî, Muhammed b. Ali es-Senû-



nin biyografisini içermektedir (1-111, nşr.



bi-terâcimi



sî, Ahmed b. Osman en-Necdî el-Bahrey-



Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd-Abdurrah-



Hanbel,



nî, Ahmed Zeynî Dahlân, Abdurrahman



man b. Süleyman el-Useymîn, Beyrut 1416/



leddin Muhammed b. Muhammed Şerif



b. Muhammed el-Küzberî es-Sagir ve Mu-



1996). Abdullah b. İbrâhim en-Necdî ez-



el-Âmirî'ye (ö. 1214/1799) ait olup bu ha-



hammed Ehdel ez-Zebîdî'den hadis oku-



Zübeyrîes-Sâbile fi'z-zeyl



Cale's-Sühu-



ta m u h t e m e l e n her iki müellifin aynı



yarak icâzet aldı. Muhammed b. Hamed



bi'l-vâbile



(Basra Üniversitesi Ktp., nr.



adı v e nisbeyi taşımasından ve İbn Hu-



700) ve müellifin torunu Abdullah b. Ali



meyd'in de aynı konuda bir kitabı bulun-



en-Nactü'l-ekmel



masından kaynaklanmıştır. Nitekim Zi-



el-Hüdeybî, Abdülcebbâr b. Ali ez-Zübeyrî el-Basrî v e Osman b. Hasan ed-Dimyâtî gibi âlimlerden fıkıh tahsil etti. Ayrıca İrak, Mısır, Yemen ve Suriye'de çeşitli şehirleri dolaşarak özellikle Hanbelî ulemâsından icâzetler aldı; Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî ve İbrâhim es-Sekkâ el-Ezherî'nin derslerini takip etti. Daha sonra Mekke'ye yerleşen İbn Hu-



lmâm



fî terâcimi



aşhâbi'l-



adıyla esere birer zeyil



Ahmed



en-Nactü'l-ekmel



aşhâbi'l-İmâm



Ahmed



b.



İbnü'l-Gazzî diye tanınan Kemâ-



riklî'nin kaynak olarak gösterdiği



es-Sü-



de bu eser İbnü'l-Gaz-



yazmışlardır (es-Sühubü'l-vâbile, neşre-



hubü'l-vâbile'de



denin girişi, 1, 102; Abdullah b. Abdurrah-



zî'ye nisbet edilmektedir (I, 174; H, 591,



man el-Bessâm, II, 600). 2.



844; III, 976).



Mülahhaşu



Süyûtî'nin eserinin muh-



Buğyeti'l-vu'ât.



BİBLİYOGRAFYA :



tasarı olup müellif nüshası Haydarâbâd



İbn Humeyd, es-Sühubû'l-uâbile'alâ



darâ'i-



Âsafiye Kütüphanesinde bulunmaktadır



hi'l-Hanâbile



(nr. 342). 3. Keşfü's-sünne



Abdurrahman b. Süleyman el-Useymîn), Beyrut



(Haydarâbâd



(nşr. Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd -



meyd kendini eğitim ve öğretim faaliyet-



Âsafiye Ktp., nr. 1324). İbn Humeyd hak-



1416/1996,1, 174, 185; II, 419, 591, 6 3 0 - 6 3 1 ,



lerine verdi. Yetiştirdiği talebeler arasın-



kında bilgi veren kaynaklarda bu eserden



6 4 4 , 6 8 2 - 6 8 3 , 7 3 5 , 8 4 4 ; III, 976, 1 1 9 2 - 1 1 9 3 ;



da kendinden sonra Mekke müftülüğü-



söz edilmemektedir. 4. Haşiye



ne getirilen oğlu Ali, Abdülhay el-Leknevî,



hi'1-Müntehû.



Sâlih b. Abdullah el-Bessâm, Halef b. İb-



rine yazılmış bir hâşiyedir. Uneyze'de el-



râhim en-Necdî, Ebü'l-Hayr Abdullah Mir-



Mektebetü'l-vataniyye ve Şeyh Abdullah



Neşri'n-neur



dâd, llneyze Kadısı Abdullah b. Âyid ve



b. Halef ed-Duhayyân'ın Kuveyt Evkaf 8a-



ke mlne'l-karnl'l-'âşir



Mustafa b. Halîl et-Tûnisî gibi âlimler bu-



kanlığ; Kütüphanesi'ndeki özel kitaplığın-



lunmaktadır. İbn Humeyd, 1264 (1848)



da iki nüshası mevcuttur



calâ



Şer-



Buhûtî'nin fıkha dair ese-



(es-Sühubü'l-



a y n c a bk. neşredenlerin girişi, I, 11-111; İbn Şattî, Muhtasara



(nşr. Fev-



Tabakâti'l-Hanâbile



vâz ez-Zemerlî), Beyrut 1406/1986, s. 192; Ebü'lHayr Abdullah Mirdâd, el-Muhtaşar ve'z-zeher



min



fî terâcimi



(nşr. M. Saîd e l - Â m û d î - A h m e d Ali), Cidde 1986, rü'l-müna4dad



fî esmâ'i



kütübi



vâbile, neşredenin girişi, i, 58-59). 3. Gci-



İmâm



1410/1990, s. 65; Brockelmann, GAL



bir ara müftülükte fetva kâtipliği yaptı.



Receb.



İbn Receb'in eserine yaptığı bazı



Ahmed



ed-Dürmezhebi'l-



yetü'l-'aceb



İbn



'aşer



s. 4 2 3 - 4 2 5 ; Abdullah b. Ali es-Sübey'î,



hatipliği ve müderrisliğine tayin edildi;



Tabakâti



(nşr. Câsim e d - D e v s e r î ) , Beyrut



li, 196, 812; Ziriklî, el-A'lâm,



Muhammed b. Yahyâ b. Zahîre el-Mekkî'-



ilâvelerle düştüğü notlan ve 750 (1349)



hâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn,X,



yılından önce vefat ettikleri halde eserde



Abdurrahman el-Bessâm, ' ü l e m â ' ü Necd



zikredilmeyen bir kısım âlimlerin biyogra-



getirildi (1282/1865). 12Şâban 1295 (11



fisini ihtiva etmektedir. Bir nüshası Uney-



sitteti



kurun,



Suppl.,



VII, 121-122; Keh-



nin vefatıyla (1271/1854) yıllarca boş kalan Mekke Hanbelî müftülüğü makamına



Mek-



ile'l-karni'r-râbi'



yılında Mescid-i Harâm Hanbelî imam •



fî tetimmeti



Kitâbi



efâzili



227; Abdullah b. hilâle



M e k k e 1398, II, 600; III, 862-870;



Ömer Abdülcebbâr, Siyer



ue



terâcimü'ulemâ'i-



'aşer, Cidde 1403/1982, s.



nâ fi'l-karni'r-râbi'



Ağustos 1878) tarihinde T â i f t e v e f a t etti



z e ' d e adı geçen kütüphanede, mikrofil-



2 0 0 ; Kettânî, Fihrisu'l-fehâris,



v e burada İbn Abbas'ın mezarının kuzey



mi de Câmiatü'l-Muhammed b. Suûd el-



SI, 729; Âtik b. Gays el-Bilâdî, Heşrü 'r-reyâhîn



tarafında bir yere defnedildi.



İslâmiyye'nin merkez k ü t ü p h a n e s i n d e



târîhi'l-beledi'l-emîn,



İbn Teymiyye ile öğrencilerinin hayranı



bulunmaktadır (a.g.e., I, 62).



olan ve onların eserlerine ayrı bir önem



İbn Humeyd'in, öğrencisi Mustafa b. Halîl et-Tunisî'ye verdiği icâzet (Mektebe-



hassa memleketi Necid bölgesinde Veh-



tü'l-Haremi'l-Mekkî, Umumi, nr. 729) hoca-



hâbîlik hareketinin hâkim olduğu bir sı-



larını ve rivayetlerini göstermesi bakımın-



rada yaşamış olmakla birlikte kendisini



dan önemlidir. Müellifin ayrıca orta ha-



bu hareketin dışında tutmuş, zaman za-



cimde bir divan teşkil edecek kadar kasi-



man da onlara eleştiriler yöneltmiştir.



deleri ve edebî yazışmalarının bulunduğu



Vehhâbîler'in içtihadı savunmalarına v e



kaydedilmektedir (Abdullah b. Abdurrah-



herhangi bir mezhep imamını taklit et-



man el-Bessâm, III, 868). İbn Humeyd, ho-



memelerine rağmen Hanbelî mezhebin-



cası Ebâ Butayn'ın, Busîrî'nin



den göründüklerini söyleyen İbn Humeyd,



Bürde'sinde



bu sebeple Hanbelî âlimlerinin biyografi-



yan, Dâvûd b. Circîs tarafından da destek-



lerine ayırdığı es-Sühubü'l-vâbile



lenen bazı hususları red için yazdığı Te'-



adlı



Mu'ce-



Mektebetl'l-Haremi'ş-



" H a n b e l î M e z h e b i " , DİA, XV, 532, 544.



S



ŞÜKRÜ Ö Z E N



İBN HURDÂZBİH



F



(4)ibj3-



jjl)



Ebü'I-Kâsım Ubeydullah b. Abdillâh b. Hurdâzbih (ö. 300/912-13)



Kaşîdetü'l-



t



Kitâbü '1-mesâlik ve 'i-rnemâlik adlı eseriyle tanınan İslâm coğrafyacısı.



eserinde Muhammed b. Abdüivehhâb'a



sîsü't-takdîs



yer vermediği gibi Vehhâbîler'in tasavvuf



cîs adlı risâleye Kurretü'l-Cayn



aleyhtarlığına karşılık olarak Hanbelî mu-



calâ



tasavvıflarından övgüyle bahseder ve on-



vermiştir. Bu esere de Abdurrahman b.



Büyük babası Abbâsîler'in ilk dönemin-



ların kerâmetlerinden örnekler verir.



Hasan Beyânü'l-mehacce



d e İslâmiyet'i kabul e d e n bir Mecûsî'-



Bâ Butâyn



İbn



mahtûtâti



şerîf, Riyad 1416/1996, s. 59-60; Ferhat Koca,



Selefi akîde ile bağdaşma-



fî keşfi şübühâti



mü'ellifi







Mekke 1415/1994, II, 623;



Abdullah b. Abdurrahman el-Muallimî, mii



veren İbn Humeyd, Arabistan'da ve bil-



1, 376, 519-520;



Cir-



fi'r-red



Eserleri günümüze ulaşan İslâm coğ-



adlı bir risâle ile cevap



rafyacılarının en önemli ilk temsilcisidir.



fi'r-redcale'l-



78



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HUZEYME dir; babası ise Halife Me'mûn zamanında (813-833) Taberistan valisi idi. Muhtemelen Horasan'da doğmuş olan İbn Hurdâzbih Bağdat'ta büyüdü ve eğitim gördü; ayrıca İshak el-Mevsılî'den mûsiki dersleri aldı. Önce Cibâl eyaletinin posta ve istihbarat müdürlüğüne, daha sonra aynı teşkilâtın Bağdat ve Sâmerrâ'daki başkanlığına getirildi. Ancak bu memuriyetlere ne zaman tayin edildiği ve ne kadar görev yaptığı bilinmemektedir. Çok iyi tahsil gören İbn Hurdâzbih, Bağdat eşrafı ve Halife Mu'temid-Alellah'ın (870-892) yakın dostları arasında yer alıyordu. İçinde bulunduğu çevre ve dolayısıyla ulaşabildiği resmî belgeler eserlerinin güvenilirliğinde etkili olmuştur. Kaynaklardan öğrenildiğine göre İbn Hurdâzbih, coğrafyanın yanı sıra döneminin sosyal hayatını yansıtan hemen bütün konularda çalışma yapmıştır. Bunlar arasında mûsiki ve saray erkânının davranışlarını düzenlemeye yönelik teşrifat kurallarıyla ilgili eserlerin ağırlıkta olduğu anlaşılmaktadır. Mes'ûdî, İbn Hurdâzbih'i yazıcılıkta önder sıfatıyla tanıtır ve Arap olmayan milletlerle hükümdarları hakkındaki geniş bilgisini övdüğü tarihe dair büyük bir eserinden bahseder; bu, muhtemelen Kitâbü Cemhereti ensâbi'l-Fürstüv. İbn Hurdâzbih, yalnız ilk müslüman Arap coğrafyacılarından değil aynı zamanda İslâm âleminde kendinden sonra gelen meslektaşlarına yol gösteren tarifli ve tasvirli bir coğrafya eseri ortaya koymuş ilk müellif ve ekol sahibidir. Temsil ettiği Irak ekolünün diğer önemli simaları Ya'kübî, Mes'ûdî, İbnü'l-Fakih, Hemdânî, İbn Rüşte ve Kudâme b. Ca'fer gibi coğrafyacılardır. Bunlardan ilk üçü "kişver" tasnifini benimsemişler ve İrak'ı îranşehr olarak anmışlar, diğer üçü ise her ne kadar aynı metodu kullanmışlarsa da daha çok ağırlık verdikleri Mekke'yi Bağdat'a karşı ön planda tutmuşlardır. Eserleri. 1. Kitâbü'l-Mesâlik ve'l-memâlik. İbn Hurdâzbih'in kendisine İslâm coğrafyacılarının babası unvanını kazandıran en önemli çalışmasıdır. Eserin girişinde müellif, Batlamyus'un kitabını (Geographia) yabancı bir dilden (muhtemelen Süryânîce veya Grekçe) Arapça'ya tercüme ettiğini söyler; ancak bu tercüme günümüze ulaşmamıştır. Kitâbü'l-Mesâlik coğrafya yazıcılığında, Irak bölgesinin hilâfet merkezi olması esasına göre düzenlenen ve İrak ekolü kitapları adıyla bilinen



eserlerin ilkidir. Verilen bilgilerin büyük kısmı kara ve denizyollarına hasredilmiş, bu yolların dört yönde gelişmesi izlenerek Hindistan ve Çin gibi ülkeler tanıtılmıştır. İbn Hurdâzbih'in kaynak olarak Sâsânî döneminden kalma kayıtlan kullandığı bilinmektedir. Posta ve haberleşme müdürlüğü yapmasından dolayı herhalde bu gibi kayıtlara ulaşmakta güçlük çekmemiştir; ayrıca bazı seyyahların özel notlarına bakabildiğinden eserini güvenilir kaynakların ışığında kaleme almıştır. Çoğunlukla İran tesirinde kaldığı görülen İbn Hurdâzbih eserinde kullandığı metodolojide, bilgilerin tasnifinde ve nihayet coğrafî terimlerin tercihinde daima Fars kültürünün izlerini sergilemektedir. Eski İranlılar dünyayı. îranşehr merkezde olmak üzere "kişver" adı verilen ve her birinde çeşitli ülkeler bulunan yedi hâkimiyet bölgesine ayırmışlardır. İbn Hurdâzbih de eserinde bölge tariflerine, onlar gibi "dil-i îranşehr" (İran'ın kalbi) dediği Sevâd'la (İrak) başlamaktadır. Müellif kitabı 232 (846-47) yılı civarında yazmış, daha sonra özetleyerek 272'den (885) önce tekrar kaleme almıştır. Hudûdü'lG.Î



u i j ^ ' u ı ^ y ' i ^ Î H j



J ^ i ^ - * Le



îUİİl^» ^jJl ^



< _ İ Ü U u



^



f-^î"



s u c c e s s i o n s d a n s le K i t â b a l - I f ş â h du v i z i r ibn



-fcfJJl



H ü b a y r a (m. 5 6 0 / 1 1 6 5 ) " , RE/,XXXV1/1 ( 1 9 6 8 ) ,



•'"(•-JflM C j J 'S V-"J>Mâ



s. 133-134; A. Hartmann, " i b n H u b a i r a u n d an-



Û l j ^ j » jjş. «iti »



! < J t U l _AJİ" Jil



ft'd-deuleti'l-'Abbâsiyye,



Beyrut 1406/1986, s. 160-161; A. Miquel, " L e s



Nâşir li-Dın A l l a h : S u n n i t i s c h e r Traditionalismus eines Wesirs und s e i n e Übervvindung durch



İ ^ J İ - Î JI



die Politische Dialektik eines C h a l i f e n " , Isl., LI11



ijü-b



u > j y&Zîm ç j j j j û ' J » " ^ - ! 6 ^



,s*J



( 1 9 7 6 ) , s. 8 7 - 9 9 ; Fuâd A b d ü l m ü n ' i m A h m e d , " İ b n H ü b e y r e " , ME,sy.



9 ( 1 9 8 1 ) , s. 1 6 9 0 - 1 6 9 6 ;



sy. 1 2 ( 1 9 8 1 ) , s. 2 0 7 0 - 2 0 7 4 ; Müreyzin b. Saîd b. pjjCJıJİ», j l J ^ l . J î j



Müreyzin Useyrî, "el-Vezîrü'l- e âlimü'l~ c âdil Yahy â b. H ü b e y r e e ş - Ş e y b â n î " , Mecelletü



EbüTMuzaffer ibn Hübeyre'nin



el-ifşah



'an



me'âni'ş-şıhâh



adlı eserinin ilk iki sayfası (Hacı Selim Aga Ktp., Aziz Mah-



mûd Hüdâyî, nr. 7 7 7 )



tı'l-lmâm



Muhammed



b. Su'Cıd



Câm'ı'ael-lslamiyye,



sy. 17, Riyad 1417/1996, s. 3 6 1 - 4 3 2 ; K. V. Zett e r s t e e n . " İ b n H ü b e y r e " , İA, V/2, s. 7 5 7 ; G. M a k d i s i , " i b n H u b a y r a " , f / 2 ( İ n g . ) , III, 8 0 2 803; Beşşâr A v v â d M a ' r û f , " İ b n H ü b e y r e e l V e z î r " , MeosCfatü'l-hadâreti'l-İslâmiyye,



Am-



m a n 1993, s. 2 9 8 - 2 9 9 ; Hasan Y û s u f î E ş k û r î F e r â m e r z Hâc Minûçehrî, " İ b n H ü b e y r e " ,



reddin Mahmûd Zengî'ye takdim ettiği



1400/1980), Fuâd Abdülmün'im Ahmed



gibi valilere de göndermiştir. İbn Receb



(Devha 1406/1986; l-ll, Riyad 1417/1996)



farklı mezheplere mensup fakihlerin ese-



ve Ebû Abdullah Muhammed Hasan Mu-



re ilgi gösterdiğini, kitabın medreselerde



hammed Hasan İsmâil (I-II, Beyrut 1417/



v e camilerde okutulduğunu, talebeler



1996) tarafından neşredilmiştir. 2. el-



tarafından ezberlendiğini söyler



cİbâdâtü'l-hams.



(a.g.e.,



I, 252). İbn Hübeyre bu eseri Humeydî'-



kât v e hac hakkındadır. Eserde konular



şer-



açıklanırken Hanbelî mezhebi esas alın-



hetmek amacıyla yazmaya başlamış, an-



makla birlikte diğer mezheplerin görüş-



cak, "Allah kime hayır dilerse onu dinde



lerine de yer verilmiştir (a.g.e., I, 252). 3.



fakih kılar" hadisinden etkilenerek mez-



el-Mukteşıd.



hep imamlarının ittifak v e ihtilâf ettikle-



ediplerince kabul gören eseri Ebû Mu-



ri hususları da ele almış, daha sonra ese-



hammed İbnü'l-Haşşâb (ö. 567/1171-72)



rin bu konuya dair bölümü meşhur ol-



dört cilt halinde şerhetmiştir (a.g.e., I,



muştur. el-İfşâh



252). Bunlardan başka Urcûze



Muhammed Râgıb et-



F



DMBİ,



m lift]



MEHMET A Y K A Ç



İBN HÜBEYRE, Ömer



n



( ö * * ® ' O? J ^ )



İman, namaz, oruç, ze-



nin el-Cem1



beyne'ş-Şahîhayn'mı



V, 103-106.



Ebü'l-Müsennâ Ömer b. Hübeyre b. Muâviye b. Sükeyn el-Fezârî (ö. 110/728)



Nahve dair olup dönemin L



Emevîler'in Irak genel valilerinden.



J



Kınnesrînli olup Adnânîler'e mensup



fi'l-mak-



Kays kabilesinin Fezâre kolundandır. Hak-



Tabbâh (1-11, Halep 1348, 1366), Sâlim es-



şûr ve'l-memdûd,



Hlmi'l-hat



kındaki ilk bilgiler, Haccâc b. Yûsuf es-Se-



Seyyid el-Celiâd - Fethî Garîb (I-II, Riyad



adlı iki manzum risâlesi bulunan İbn Hü-



kafî zamanında gösterdiği askerî başarıy-



Urcûze







83



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN HÜBEYRE, Ö m e r la ilgilidir. 77 (696) yılında Medâyin Valisi



rafından azledildi (Şevval 105/Mart 724).



Mutarrif b. Mugıre b. Şu'be'nin Haccâc'a



Bir rivayete göre ilk önemli icraat olarak



karşı başlattığı isyanın bastırılmasında



İbn Hübeyre'yi Irak genel valiliğinden alan



önemli rol oynamış, bizzat öldürdüğü âsi



Hişâm, onun yerine kabile çatışmalarını



valinin başını önce Haccâc'a, ardından Ha-



önlemesi ve Kaysîler'le Yemenîler arasın-



life Abdülmelik'e götürerek onların katın-



da denge kurması amacıyla tarafsız ko-



da büyük itibar kazanmıştır. Abdülmelik,



numdaki Adnânîler'e mensup Becîle ka-



bu başarısı dolayısıyla Dımaşk yakınındaki



bilesinin Kasr kolundan Hâlid b. Abdullah



İBN HÜRREM ( f >



Ebû Alî el-Hüseyn b. İdrîs b. el-Mübârek el-Ensârî el-Herevî (ö. 301/913) Muhaddis.



^



Berze köyünü ona iktâ etti; Haccâc da



el-Kasrî'yi getirdi. Yeni valinin ilk işi İbn



Horasan'ın Herat şehrinde doğdu. Hür-



kendisine aynî vergileri toplama görevini



Hübeyre'yi tutuklayıp hapse atmak oldu;



rem lakabıyla anılan babasına veya dede-



verdi. Ancak bu görevi sırasında Haccâc'-



ancak oğulları tünel kazarak onu kurtardı-



sine (İbnü'l-Esîr, i, 437) nisbetle İbn Hür-



la araları açıldı ve onun kendisini öldür-



lar. Hapisten kaçırıldıktan sonra Dımaşk'a



rem diye tanındı. İlk tahsilini memleketin-



mek istediğini ileri sürerek topladığı mal-



giden ve Mesleme b. Abdülmelik'in aracı-



de yaptıktan sonra Irak, Şam ve Hicaz'a



larla birlikte Dımaşk'a kaçıp Halife Abdül-



lığıyla Halife Hişâm tarafından affedilen



ilmî seyahatlerde bulundu; uzun süren bu



melik'e sığındı. Bu olaydan sonra uzun



İbn Hübeyre bundan kısa bir süre sonra



seyahatleri dolayısıyla kendisine "rahhâl"



bir süre siyasî v e askerî faaliyetlerde is-



Öldü (110/728).



mine rastlanmayan İbn Hübeyre, Süleyman b. Abdülmelik zamanında İstanbul üzerine düzenlenen M e s l e m e b. Abdülmelik yönetimindeki s e f e r d e donanma kumandanı olarak görevlendirildi (97/715). Bir yıl kadar süren bu sefer başarısızlıkla sonuçlanmıştı. İbn Hübeyre'nin, o yıllardan itibaren Dımaşk'ta askerî v e siyasî bakımdan önemli bir şahsiyet haline geldiği görülmektedir. Nitekim 100 (719) yılında, memur tayininde liyakati gözetmesiyle tanınan Halife Ömer b. Abdülazîz tarafından el-Cezîre valiliğine getirildi. Bu görevi sırasında Bizanslılar'a karşı İrmîniye üzerinden sefere çıkarak büyük bir zafer kazandı (102/720-21). Aynı yıl içinde, muhtemelen bu başarısının mükâfatı olarak yeni halife Yezîd b. Abdülmelik onu Mesleme b. Abdülmelik'in yerine Irak ve Horasan genel valiliğine tayin etti.



(gezginci) lakabı verildi. Dımaşk'ta Hişâm



İbn Hübeyre, sikke darbı v e ayarı konusunda önemli tedbirler almış v e İslâm döneminde ayar bakımından önceki dirhemlerden daha saf gümüş dirhem bastıran kişi olarak tarihe geçmiştir. II. Yezîd zamanına (720-724) rastlayan v e kendi-



b. Ammâr, Bağdat'ta Osman b. Ebû Şeybe, Saîd b. Mansûr gibi muhaddisleri dinledi; İbn Ebû Şeybe ile Muhammed b. Abdullah b. Ammâr el-Mevsılî'nin tarihlerini bizzat müelliflerinden rivayet etti. Kendisinden Ebû Bekir Muhammed b. Hasan en-Nakkâş yanında İbn Hibbân, Muham-



sine nisbetle "hübeyriyye" adı verilen bu



med b. İbrâhim el-Bûşencî gibi muhad-



sikkeler Emevîler zamanında basılan en



disler rivayette bulundular.



değerli üç sikkeden biri sayılmıştır. Diğer iki sikke de Irak valiliğinde halefleri olan Hâlid b. Abdullah ve Yûsuf b. Ömer es-Sekafî'nin bastırmış oldukları, "hâlidiyye" v e "yûsufıyye" denilen dirhemlerdir. Bu üç dirhem değerini Abbâsîler zamanında da korumuştur. Halife Mansûr'un haraç vergisi toplarken bu üç dirhem dışında Emevî sikkesi kabul etmediği bildirilmekt e d i r (İbnü'l-Esîr, IV, 417). İbn Hübeyre 105 (723-24) yılında, Hz. Ömer'den sonra bir daha ölçümü yapılmamış olan Sevâd



Mutaassıp bir Kayslı olduğu söylenen



arazisini yeniden ölçtürdü v e buna g ö r e



İbn Hübeyre, genel valiliği sırasında Mü-



tekrar vergilendirilmesini sağladı (Ya 'kü-



Hadis hâfızı v e ricâl âlimi olan İbn Hürrem'in hadis alanındaki çalışmaları, gayreti Ye anlayışı övgüye değer bulunmuş, sika bir âlim olduğu belirtilmiştir. İbn Ebû Hâtim'in, onun Hâlid b. Heyyâc'dan rivay e t ettiği hadislerden derlediği bir cüzde bazı asılsız rivayetler tesbit e t m e s i , bu kusurun İbn Hürrem'den mi yoksa Hâlid b. Heyyâc'dan mı kaynaklandığını bilemediğini kaydetmesine rağmen (el-Cerh ue'tta'dîl, III, 47), bazılarınca İbn Hürrem'in güvenilirliği hakkında şüphe uyandıracak bir husus kabul edilmişse de İbn Asâkir v e Zehebî, bu kusurun babasından mün-



hellebîler'i destekleyen Yemen asıllı Arap-



bî, II, 313). Âlimlerle iyi ilişkiler kurduğu,



lar'a karşı düşmanca bir tavır takındı;



tenkitleri yüzünden hiçbirini cezalandır-



yâc'a ait olduğunu belirtmişlerdir. Dâre-



onun bu tutumu bölgede kabilecilik ha-



madığı, m e m u r tayinlerinde adayların



kutnî, İbn Mâkûlâ v e İbn Nâsırüddin de



reketini yeniden canlandırdı. Kaysîler'i tu-



Kur'an, fıkıh v e tarih bilgilerine önem



İbn Hürrem'in güvenilir olduğu görüşün-



tan Halife 11. Yezîd de bu politikaya des-



verdiği, şiirden de iyi anladığı rivayet edi-



dedir. İbn Hibbân eş-Şahîh'ınde



tek verdi ve âdeta Yemenîler'e savaş açan



lir (İbn Abdürabbih, I, 21; II, 468). Emevî-



sinden bir hadis rivayet etmiş, Ebü'l-Ve-



valisinin yetkilerini arttırmaktan çekin-



ler'in son Irak genel valisi Ebû Hâlid İbn



lîd el-Bâcî ise hakkında bir tâdil lafzı olan



medi. Bu sırada Soğdlar isyan ettiler ve



Hübeyre onun oğludur.



"lâ be'se bih" terimini kullanmıştır. İbn



Türkler'in de yardımıyla İbn Hübeyre'nin Horasan valisi Saîd b. Abdülazîz b. Hâris'i



kendi-



Hürrem, doksan yaşının üstünde olduğu



BİBLİYOGRAFYA : Belâzürî, Ensâb



ker rivayetlerde bulunan Hâlid b. Hey-



(Zekkâr), VIII, 2 6 5 - 2 7 8 ; IX,



halde 301 (913) yılının başında Herat'ta



ağır bir yenilgiye uğrattılar. İbn Hübeyre,



2 7 7 - 2 8 1 , 3 0 9 - 3 1 3 ; Ya'kübî, Târîh, II, 299, 311-



vefat etti. İbn Hacer'in 351'de (962) öldü-



bölge için tehdit oluşturan bu isyan kar-



314, 340-344;Taberî, Târih(Ebü'l-Fazl).bk.



ğünü söylemesi (Lisânü'l-Mîzârı, II, 273)



şısında Horasan valisini azlederek yerine



deks; İbn Abdürabbih, el-'İkdü'l-feridA,



kendisi gibi bir Kayslı olan Saîd b. Amr



II, 157, 468; VI, 103, 113; İbnü'l-Esîr,



el-Haraşî*yi getirdi (103/722). Arkasından yeni valinin eman yoluyla teslim aldığı bazı merkezlerde halkı katliama tâbi tutma-



İn19, 21;



el-Kâmil,



IV, 417; V, 26, 55, 98-103, 115-124; İbn Kesîr, el-Bidâye, A'lâm,



IX, 223, 2 2 9 ; X, 2 9 - 3 9 ; Ziriklî, el-



V, 2 3 0 ; J. VVelIhausen, Arap



Devleti



ue



bir zühul eseri olmalıdır. Kaynaklarda İbn Hürrem'in kebîr



et-Tûnhu'l-



adıyla bir eser kaleme aldığı belir-



tilmişse de Buhârî'nin



et-Tûrîhu'l-kebîr'i



(trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 151-



tarzında alfabetik olarak tertip edildiği,



sı üzerine onu da görevinden uzaklaştır-



153,168, 178, 1 8 1 , 1 8 6 , 231; K. V. Z e t t e r s t e e n ,



pek çok hadis ve haberi ihtiva ettiği kay-



dı ve yerine Müslim b. Saîd el-Kilâbî'yi ta-



"İbn Hübeyre", İA, V/2, s. 756; J.-C. Vadet, " i b n



dedilen bu eser günümüze ulaşmamıştır.



yin etti (105/724); fakat kendisi de aynı yıl



H u b a y r a " , E/2 (İng.), III, 802.



içinde yeni halife Hişâm b. Abdülmelik ta84



Sukutu



FFL NAHİDE BOZKURT



Kaynaklarda onun başka eserlerinin bulunduğu da zikredilmiştir.



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN INEBE BİBLİYOGRAFYA :



Eserleri. 1. Tuhfetü'l-enfüs



İbn Ebû Hâtim, el-Cerh Mâkûljâ, el-İkmâl,



III, 47; İbn



ue't-ta'dîl,



II, 453;Sem'ânî, el-Ensâb



rûdî), II, 352; V, 637; Bedrân, Tehzîbü



(Bâ-



Târihi



Dı-



sükkâni'l-Endelüs.



ve



şi'âru



Her biri yirmi kısım-



dan meydana gelmiş iki ana bölümden



V,



oluşan eserin birinci bölümünde cihad ve



3 9 6 - 3 9 7 ; İbnü'l-Esîr, el-Lübâb,



I, 437; III, 386;



bunun için at beslemenin gereği, ikinci



İbn Abdülhâdî, 'Ulemâ'ü'l-hadîş,



II, 4 1 5 - 4 1 6 ;



bölümünde savaş atları, binicilik, bakıcı-



II, 695-696; a.mlf..



lık ve silâhlara dair konular yer almakta-



maşk,



IV, 2 9 1 ; Yâküt, Mu'cemü'l-bûldân,



Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz,



XIV, 113-114; a.mlf.,



AHâmü'n-nubelâ', nü'l-i'tidâl,



I, 5 3 0 - 5 3 1 ; a.mlf., el-Müştebih,



2 3 3 ; Safedî, el-Vâfi, nü'i-Mîzân,



I,



XII, 3 4 0 ; İbn Hacer,



Lisâ-



II, 2 7 2 - 2 7 3 ; Hediyyetü'l-'ârifîn,



304; KaysÂl-i Kays, el-İrâniyyûn,



da savaş tekniği ve binicilik konusunda önemli bilgiler mevcuttur. Özellikle cihad



Mu'cemü'l-



aracı olan at hakkında anlatılanlar o çağın



(Ji^o



n



O»1)



Ebü'l-Hasen Alî b. Abdirrahmân b. Hüzeyl el-Fezârî el-Endelüsî Endülüslü âlim.



L



J



Hayatı hakkında kaynaklarda yeterli bilgiye rastlanmamakta, sadece Fezâre kabilesinden geldiği v e Gırnata'da oturduğu bilinmektedir. Eserlerinden elde edilen ipuçlarına göre XIV. yüzyılın son yarısında yaşamış olmalıdır. ve's-siyûse



cAynü'l-edeb



adlı çalışmasını 801 (1399)



yılında tamamladığına dair bir kayıttan XV. yüzyılın başlarında hayatta bulunduğu anlaşılmaktadır. Yine eserlerinin muhtevasından Kur'an, hadis, fıkıh v e edebiyat alanlarında tahsil gördüğü sonucuna varılmakta, ancak hocaları hakkında fazla bir şey bilinmemektedir.



(makale) meydana g e l m e k t e d i r . Eserin British Museum'da (Suppi., nr. 1144) bir nüshası mevcuttur. S. Tezkiretü men itteki!. İbn Hüzeyl'in Aynü'l-edeb'inde bahsettiği bu eseri Ziriklî müellifin basılı kitapları arasında göstermiştir. 6. Kemâlü'l-buğye ve'n-neyl. Bu eser de cAynü'l-edeb'de geçmektedir. İbn Hüzeyl'in şiirinden sadece iki beyti Makkarî nakletmiştir (Nefhu't-tıb, IV, 19).



anlayışını yansıtması bakımından değer-



KEMAL SANDIKÇI



İBN HÜZEYL



r



kamçılayıcı kahramanlık kıssaları yanın-



I,



Limasol 1407/1987, s. 209. H



dır. Eserde müslümanların cihad ruhunu



II/l, s. 331-



3 3 2 ; Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî, a'lâm,



Mîzâ-



her birinde birer hikâye, menkıbe, atasözü, öğüt v e şiir bulunan yüz bölümden



Tuhfetü'l-eniüs



adlı eserinde sadece Şerif Ebü'l-Kâsım Muhammed b. Ahmed el-Hasenî el-Gırnâtî'nin (ö. 760/1359) hocası olduğundan söz etmekte, atlarla ilgili bir eseri bulunan Ebû Muhammed Abdullah b. Muhamm e d b. Cüzey'in de hocaları arasında yer aldığı sanılmaktadır.



BİBLİYOGRAFYA :



li görülmektedir. Eserin muhtevasından



İbn Hüzeyl, L a parure



(trc. L.



des caualiers



müellifin Kur'an, hadis, fıkıh, Arap dili ve



Mercier), Paris 1924, tercüme edenin girişi, s.



edebiyatı, siyer, felsefe ve atlarla ilgili ki-



V-XV; Makkarî, Nefhu't-tîb,\V,



taplardan olduğu kadar kendi tecrübele-



Supplement



19; Charles Rieu,



to the Catalogue



ofthe Arabic



rinden de faydalandığı anlaşılmaktadır.



cem,



İbn Hüzeyl ve Tuhfetü'l-enfüs'e



A. S. Fulton - M. Lings, Second



dair ilmî



I, 273; Brockelmann, GAL Suppi.,



bir çalışma yapan Halîl Ebû Rahme, bu



Catalogue



kitapla Hilyetü'l-fürsân



ish Museum,



\ iki farklı eser



gibi değerlendirip ayrı ayrı yayımlayan Louis Mercier'nin yanıldığını v e tü'l-fürsân



Hilye-



adının ikinci bölüme sonra-



dan yakıştırılmış olabileceğini belirtmektedir. Mercier. 1922'de önce fürsân'm



Hilyetü'l-



Arapça metnini, ardından çe-



of Arabic



Die Natur



Printed



Supplementary Books



in the



Brit-



III/2, s. 1635; Ullmann, s. 39;



und Geheimıvisserıschaften,



Sa'd M u h a m m e d el-Hecresî, li'l-merâci'



ed-Delîlü'l-bibliKahire



bi'l-uatani'l-'Arabî,



1975, s. 154; D. Grimvvood v.dğr., Arab Bibliography,



Mu'-



II, 379;



London 1959, s. 149, 6 5 3 - 6 5 4 ;



Sarton, Introduction,



yûcrâfî



Man-



London 1894, s. 722-723; Serkîs,



uscripts,



Islamic



Sussex 1977, s. 186; Âyide İbrâ-



him Nusayr, el-Kütübü'l-'Arabiyyetü'lletî şiret fî Mışr beyne



'âmey



nüKahire



1926-1940,



şitli notlarla birlikte Fransızca tercüme-



1980, s. 130; Ziriklî, el-A'lâm



sini (La parure des caualiers et



2 9 9 ; H. Ritter, " L a Parure des Cavaliers und die



des preux de Ben Hodeil el



l'insigne



Andalousy,



Paris 1924), daha sonra da farklı bir eser olarak değerlendirdiği



Tuhfetü'l-enfüs'ün



(Fethuilah), IV,



L i t e r a t ü r Ü b e r die R i t t e r l i c h e n K ü n s t e " ,



isi,



XVIII (1929), s. 116-119; Halîl Ebû Rahme, " A l î b. H ü z e y l e l - E n d e l ü s î v e k i t â b ü h : T u h f e t ü ' l enfüs v e şicârusükkâni'l-Endelüs",



MMLACIr.,



Arapça metnini (Paris 1936) ve Fransızca



sy. 1 7 - 1 8 (1982), s. 1 0 3 - 1 4 0 ; F. Vıre, " i b n Hu-



tercümesini (L'ornement



d h a y l " , £7 2 (İng.), III, 804; Ferâmerz Hâc Minû-



des âmes et la



deuise des habitants d'al-Andalus, 1939) yayımlamıştır.



Paris



çihrî, " İ b n H ü z e y l " , DMBl,



V, 109-1.10.



Hilyetü'l-fürsûn'm H



ayrıca Muhammed Abdülganî Hasan tara-



CELAL KIRCA



fından yapılmış bir neşriyle (Kahire 1951) Maria Jesus Viguera tarafından gerçekleş-



İBN INEBE



r



tirilmiş İspanyolca çevirisi bulunmaktadır



Ebü'l-Abbâs Cemâlüddîn Ahmed b. Alî b. Hüseyn b. Alî b. el-Mühennâ b. Inebe ed-Dâvûdî el-Hasenî (ö. 828/1424)



(Gala de caballeros, blason de paladines, Madrid 1977). 2. "Aynü'l-edeb



ve's-siyû-



se ve zeynü'l-haseb ve'r-riyâse.



Hadis,



hikmet, darbımesel, hikâye, vasiyet ve va-



İbn Hüzeyl Endülüs müslümanlarının



azlardan örneklerin verildiği dört bölüm-



tarım, ticaret v e zenaatla meşgul olarak



den meydana gelen bir eserdir (Kahire



yitirdikleri cihad ruhunu yeniden kazan-



1303; 1318, C e m â l e d d i n e l - V a t v â t ' ı n



malarını ve muhtemel bir hıristiyan sal-



rü'l-haşâ'işi'l-vâzıha'sıy\a



dırısına karşı hazırlık yapmalarını amaç-



1938; Beyrut 1405/1985). 3.



layan Nasrî Sultanı Ganî-Billâh'ın isteği



müsattara



üzerine Tuhfetü'l-eniüs



Ğure-



n



^



Ebû Tâlib ailesinin özellikleri ve nesebi konusundaki eserleriyle tanınan âlim.



^



birlikte; Kahire



fî cilmi'l-baytara



el-Fevâ'idü'l-



748 (1347) yılında Hille'de doğdu. Hz.



(Madrid



Hasan'ın torunu Abdullah Mahz'ın neslinden geldiği ve nesebinin yirminci halkada



adlı eserini ka-



1935). Nasrî Sultanı V. Muhammed'e (Ga-



leme aldı ve çalışmasını 763 (1362) yılın-



nî-Billâh) sunulmuştur. Ziriklî, müellifin



Hz. Ali'ye ulaştığı bilinmektedir; bundan



da bitirdi. Ancak umulan etki görülmemiş



baytarlıkla ilgisi tesbit edilemediği için bu



dolayı Hasenî, annesi Hz. Hüseyin neslin-



olmalı ki yaklaşık otuz beş yıl sonra, daha



kitabın İbn Hüzeyl'e atfı hususunda şüp-



den geldiği için de bazan Hüseynî nisbe-



da belirginleşen hıristiyan tehdidine karşı



hesi bulunduğunu belirterek eserin, aynı



siyle anılır. İbn Inebe künyesi dedelerinden



bu defa Müstaîn-Billâh'a, önceki eserinin



d ö n e m d e yaşayan ve aynı künye ile bili-



Inebe el-Asgar'dan alınmadır ve bunun



adıy-



nen tabip Yahyâ b. Ahmed b. Hüzeyl'e ait



İbn Ukbe, İbn Utbe, İbn Anbese şekillerin-



la da bilinen ikinci kısmını takdim etti. Bu



olabileceği ihtimalini ileri sürmektedir {el-



d e o k u n d u ğ u d a g ö r ü l ü r ( T e b r î z î , VIII, 127).



husus, onun geniş bir kültüre sahip oldu-



A'lâm, IV, 299). 4. Makâlûtü'l-üdebâ3



ğunu ve sultanlarla yakın ilişki kurabilen



münâzarâtü'n-nücebâMüellifin



bir aileden geldiğini göstermektedir.



V. Muhammed için yazdığı bir eser olup



Hilyetü'l-fürsân



ve şicârü'ş-şüc »



.



^ l i ^ f )



Ebû Abdiilâh Şemsüddîn Muhammed b. Kasım b. Muhammed el-Gazzî el-Kâhirî (ö. 918/1512)



^



Şâfiî fakihi, Arap dil âlimi ve muhaddis.



Aui



• >">•0»,



^



Receb 859'da (Temmuz 1455) Gazze'de



^-'tei-'.î



doğdu ve burada yetişti. İbnü'l-Garâbîlî lakabıyla da bilinir. Kur'an yanında fıkıh,



—•



0



,



"'V- "rjrt.



li



'''i • /



hadis, tefsir ve Arap edebiyatına dair bazı







temel metinleri ezberledi. Receb 881'de (Kasım 1476) Kahire'ye gitti. Kemâleddin İbn Ebû Şerîf, Bedreddin el-Mardînî, Şemseddin es-Sehâvî, Cemâleddin el-Kûrânî ibn Kani'in Mu'cemü'ş-şahâbe



adlı eserinden iki sayfa (Köprülü Ktp., nr. 452, vr. l b , 198")



v e Alâeddin el-Hısnî başta olmak üzere birçok âlimden fıkıh, usûl-i fıkıh, kelâm, kıraat, nahiv, aruz, mantık, ferâiz ve hesap dersleri aldı. Daha sonra Ezher'de ders verdi, Câmiu'l-Kal'a'da müderrislik v e hatiplik yaptı. Güzel sesi ve hitabette-



dir. Hanefî mezhebine mensup olan İbn



fından rivayet edilen elli bir hadisi ihtiva



Kâni' bir ara kadılık yaptı ve ömrünün son



eden eserin bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-



Hayatıyla ilgili kayda d e ğ e r bilgi veren



iki yılında unutkanlığı sebebiyle bildikle-



Zâhiriyye'de kayıtlıdır (Mecmua, nr. 35, vr.



yegâne kaynak hocası Sehâvî'nin (ö. 902/



rini karıştırır oldu. 7 Şevval 351 (8 Kasım



68 a -74 a ). 4. Cüz3 fîhi hadîşü



962) tarihinde Bağdat'ta v e f a t etti. 354



can



şüyûhihî.



İbn



Kâni'



On altı hadisi ihtiva eden



ki kabiliyetiyle halkın rağbetini kazandı.



1497) ed-Dav'ü'l-lâmf



adlı eseridir. İbn



İyâs'ın 6 Muharrem (24 Mart), Gazzî'nin



(965) yılında öldüğü de söylenmiştir. Ken-



cüzün bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriy-



15 Muharrem 918 (2 Nisan 1512) tarihin-



disinden sekiz yaş küçük olan kardeşi Ah-



ye'dedir (Mecmua, nr. 118, vr. 73a- 74b). İbn



de öldüğünü belirttikleri Kansu Gavri



m e d b. Kâni' de kadılık yapmış bir fıkıh



Kâni'in kaynaklarda zikredilen diğer eser-



Camii imam-hatibi Şemseddin Muham-



âlimidir.



leri de şunlardır: es-Sünen



med el-Gazzî eş-Şâfıî, İbn Kâsım el-Gazzî



Eserleri. 1. Muccemü'ş-şahâbe.



Sahâ-



beyt, Fezâ'ilü'l-Kur'ân,



bî olan veya sahâbî olduğu şüpheli görü-



yât, Kitâbü't-Târîh,



len 1185 (1226) kişiye alfabetik sıraya gö-



leyle.



Ehli'l-



Kitâbü'l-VefeKitâbü



Yevm



ve



olmalıdır. Nitekim Kâtib Çelebi de ölüm tarihini 918 (1512) olarak kaydetmektedir.



re yer verilen eser 2233 rivayet ihtiva et-



BİBLİYOGRAFYA :



mekte olup bunların yaklaşık yarısı



İbn Kâni', Mu'cemü'ş-şahâbe



Kü-



'an



Eserleri. 1. Fethu'l-karîbi'l-mücîb (nşr. E b û Ab-



şerhi elfâzi't-Takrîb



bulunmayan sahih, hasen,



d u r r a h m a n S a l â h b. S â l i m e l - M u s a r r â t î ) , M e d i n e



şerhi Gayeti'l-ihtişâr).



zayıf ve çok zayıf hadis ve haberlerdir. İbn



1418/1997, neşredenin girişi, I, 18-24; a . e . (nşr.



Fethûn el-Endelüsî (ö. 519/1125), eser



Halil İ b r a h i m Kutlay), M e k k e 1418/1998, neş-



dair G a y e t ü ' l - i h t i ş â r (et-Takrîb,



tüb-i Sitte'de



üzerinde el-İclâm



ve't-tacrif



bimâ



Kânic fî Mu'cemihîmine'l-evhâm



li'bn ve't-



taşhîf adıyla bir çalışma yapmıştır. Mu c cemü'ş-şahâbe,



Ebû Abdurrahman Sa-



lâh b. Sâlim el-Musarrâtî (I-III, Medine 14 i 8/1997) ve Halil İbrahim Kutlay ile (ilk



redenin girişi, 1, 9 - 5 5 ; İbn Hazm, el-Muhallâ,



rak veya İbrâhim b. Muhammed el-Bir-



rist, B e y r u t 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , s . 152; Hatîb,



Târîhu



mâvî ve Bâcûrî'nin hâşiyeleriyle birlikte



VII,



birçok defa basılan eser (Bulak 1271,1285,



(Atâ), XIV, 147-



1298; Kahire 1278, 1279, 1281, 1285, 1287,



XI, 8 8 - 8 9 ; İbn Mâkûlâ, el-lkmâl,



Bağdâd,



91; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam 1 4 8 ; Z e h e b î , A'lâmü'n-nübelâ',XV, a.mlf., Mîzânü'l-i'tidâl, kiretü'l-huffâz,



526-527;



II, 5 3 2 - 5 3 3 ; a.mlf., Tez-



III, 883-884; İbn Hacer,



III, 3 8 3 - 3 8 4 ; İbn K u t l u b o ğ a ,



m e d t a r a f ı n d a n y a y ı m l a n m ı ş t ı r (I-XV,



râcim,



Öğren-



ği eserin eksik bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-



1893) ve L. W. C. van den Berg tarafından Fransızca'ya (Leiden 1895) tercüme edil-



1737; İbnü'l-İmâd, Şezerât



( A r n a û t ) , IV, 2 7 0 -



miştir. Fransızca tercümedeki bazı hata-



2 7 1 ; Rûdânî, Şılatü'l-halef



bi-mevşûli's-selef



(nşr. M u h a m m e d H a c c î ) , Beyrut 1408/1988, s . 159; Brockelmann, GAL Suppl.,



I, 279; Elbânî,



3 7 8 ; K e t t â n î , er-Risâletü'l-müstetrafe



EbîcUbeyde



haddisierinden Müccâa b. Zübeyr tara-



1319, 1326) Malayca'ya (Singapore 1310/



I, 2 7 9 ; II, 1735,



168b). 3. C ü z 3 min hadîsi



Tebeu't-tâbiîn mu-



1289, 1301, 1303, 1304, 1305, 1306, 1307,



s . 17; Keşfü'z-zunûn,



Mahtûtât,



b. Zübeyr.



Lisânü'lTâcü't-te-



Zâhiriyye'dedir (Hadis, nr. 297, vr. 151aMüccâ'a



el-Muh-



taşar) adlı eserinin şerhidir. Müstakil ola-



el-Fih-



Mîzân,



Mekke 1418/1998). 2. el-Fevâ'id.



Ebû Şücâ'ın fıkha



168; VII, 38; X, 379; Ebû Ca'fer et-Tûsî,



dokuz cilt) Hamdî ed-Demürdaş Muham-



cisi İbn Şâzân el-Bağdâdî'nin rivayet etti-



VI,







(el-Kaulü'l-muhtârfî



s . 92, 345; Sezgin, GAS (Ar.), I, 3 7 7 (Özbek),



s . 85, 150, 183, 229, 254, 282. H



H A L İ L İBRAHİM KUTLAY



ları G. H. Bousquet, Ebû İshak eş-Şîrâzî'nin Kitâbü't-Tenbîh'inin



Fransızca çevi-



risinin ekinde tashih etmiştir ( K i t â b alTanbih ou le Liure de l'admonition,



Alger



1949, appendice: Corrections proposees aux traductions par v. d. Berg de textes 105



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KASIM el-GAZZÎ châfe'îtes). 2. Haşiye di'n-Nesefî



calâ



Şerhi



(el-Kaulü 'l-oefi



'Akâ'i-



hakkında kerâmetler ve menkıbeler an-



İ B N KASÎ, Ebü'I-Kâsım



li-Şerhi'Akâ'i-



latılmaya başlandı. Ali b. Yûsuf un ölümü



Necmeddin e n - N e s e f î ' n i n



di'n-Neseft)•



üzerine devlet yönetiminde doğan boşluEbü'I-Kâsım Ahmed b. Hüseyn eş-Şilbî el-Mirtülî (ö. 546/1151)



meşhur akaidrisâlesine T e f t â z â n î ' n i n yaptığı şerhin hâşiyesidir. 3. Havâşî



calâ



Teftâzânî'nin anılan



Hâşiyeti'l-Hayâlî.



şerhine Hayâlî'nin yaptığı hâşiyenin hâşiyesi olup önceki eserle aynı kitap olması muhtemeldir. 4. Hâşiyecalâ



Fethi'l-mu-



ğîş. Zeynüddin öl-lrâkı'nin hadiâ usulüne dair manzum eseri el-Elfiyye'ye



yine



kendisinin yaptığı Fethu'l-muğîş



adlı



şerhin hâşiyesidir. 5. Hâşiye Sacdi'd-dîn



li'l-cİzzî



calâ



fi't-taşrîf



İzzeddin



tü'rı-nâzırbi't-tarffîllmi'ş-şarf). ez-Zencânî'nin



el-cİzzî



Şerhi (Nûzhe-



ine Tef-



fi't-taşrîf



tâzânî'nin yaptığı şerhin hâşiyesidir. 6. Fethu'r-rabbi'l-meiik



li-Şerhi



7. Hâşiye



İbn Mâlik.



calâ



Elfiyyeti Şerhi'l-Çâr-



Endülüs'teki tasavvuf akımının temsilcilerinden, Murâbıtlar aleyhindeki "sevretüT-mürîdîn" hareketinin lideri.



ğu fırsat bilen İbn Kasî, elde ettiği mânevî otoriteye ve müridlerinin çokluğuna güvenerek bir ayaklanma başlattıysa da (537/ 1143) isyan Murâbıtlar tarafından hemen bastırıldı. Bunun önemsiz bir yenilgi olduğuna, yakında nihaî zafere ulaşacaklaJ



rına müridlerini inandırmaya çalışan İbn



Mirtüle'de (Mertola) doğdu. İspanyol ve-



yatını tehlikede gördüğü için Mirtüle'ye



ya Roma asıllı mühtedi bir aileden geldiği



geçerek burada Cevze köyünde Benî Sün-



kaydedilir. İbn Kasî diye tanınmasından



ne diye anılan bir topluluğun arasında giz-



hareketle Endülüs tarihinde önemli bir



lenip müridlerini yönetmeye devam etti.



L



Kasî, buna rağmen bulunduğu ribâtta ha-



yeri bulunan mevâlî kabilesi Benî Kasî'ye



Bu arada mensuplarından Muhammed b.



mensup olduğu söylenebilir (İbn Sâhibüs-



Yahyâ'nın kumandasındaki güçler onun



salât, s. 207). Gençlik yıllarında daha çok



emriyle Mirtüle Kalesi'ni ele geçirdi. İbn



8. M a n -



ticaretle uğraşan, zekâsı v e edebî kabili-



Kasî bütün müridlerinin burada toplan-



eserlerin yaz-



yetiyle kısa zamanda çevresinin dikkatini



masını emredince Endülüs'ün çeşitli yö-



ma nüshaları için bk. Pertsch, I, 237; II,



çeken İbn Kasî, Endülüs'ün batı kısmında



relerinde bulunan pek çok kişi Mirtüle'ye



216-217, 241; Hitti v.dğr., s. 467-468, 531;



İbnü'l-Arîf v e öğrencisi İbn Berrecân'ın



geldi. Ancak Murâbıt kumandanlarından



Brockelmann, GAL, I, 549; Suppl., I, 498,



etrafında gelişip güçlenen felsefî-bâtınî



Yahyâ b. Gâniye'nin çalışmaları sonucun-



525, 536, 612, 760; Selâhaddin el-Münec-



karakterli tasavvuf akımına ilgi duydu; bu



da Yâbüre'de (Evora) İbn Vezîr, Şilb'de



cid, s. 18).



süfîlerin ders halkalarına katılarak tasav-



Ebü'l-Velîd Muhammed b. Ömer b. Mün-



vuf ve tarikat kültürünü zenginleştirdi.



zir adlı iki müridi İbn Kasî aleyhinde bir



Büyük ölçüde Mâlikî fakihlerinin baskısı



faaliyet başlattı. Bunun üzerine Mürîdîn



perdî li-Şâfiyeti



İbni'l-Hâcib.



z u m e fi'd-dâlve'z-zâl(bu



BİBLİYOGRAFYA : Sehâvî, ed-Dau'ü'l-lâmi',



VIII, 286-287; İbn



yüzünden tasavvuf, f e l s e f e v e kelâmla



hareketinin başarılı olabilmesi için Mu-



II, 1140,



meşgul olmanın menedildiği bir sırada



vahhidler'in de desteğine ihtiyaç duyan



(nşr. S e y -



f e l s e f î - b â t ı n î ve tasavvufî mahiyetteki



İbn Kasî, o sırada Tilimsân'da bulunan



yid Kisrevî H a s a n ) , B e y r u t 1411/1990, 111, 398;



kitapları müridlerine okutan İbnü'l-Arîf



Muvahhid Hükümdarı Abdülmü'min el-



v e İbn Berrecân'ın, Murâbıt Hükümdarı



Kûmî'ye bir m e k t u p yazarak kendisini



İyâs, BedaVu'z-zühûr,



IV, 253;Gazzî,



el-Kevâki-



I, 80, 82; Keşfü'z-zunûn,



bü's-sa'ire,



1146; İbnü'l-Gazzî, Dîvanü'l-Islâm P e r t s c h , Gotha,1, kîs, Muc cem,



2 3 7 ; II, 2 1 6 - 2 1 7 , 2 4 1 ; S e r -



II, 1 4 1 6 - 1 4 1 7 ; Tebrîzî,



ReyhâneDe-



Ali b. Yûsuf b. Tâşfîn'in emriyle Merakeş'e



desteklemesini istedi v e sağladığı kuv-



of



getirtilerek hapsedilmeleri üzerine (Ad-



vetlerle kısa zamanda Tureyf v e Cezîre-



University



das, The Legacy of Müslim Spain, s. 913,



tülhadrâ'yı ele geçirerek Şilb'e kadar ulaş-



919-920) İbn Kasî, Şilb'in (Silves) Çille kö-



tı. Burada kendisini emîr ilân etti, adına



I, 4 9 8 , 5 2 5 , 536,



yünde bir ribât inşa ettirip hocalarının ta-



para bastırdı. Fakat Muvahhidler'in İşbî-



6 1 2 , 6 7 7 , 7 6 0 ; II, 4 4 0 ; A. S. Fulton - M. Lings,



savvufî faaliyetini sürdürdü. Endülüs ule-



liye'yi ele geçirmesinden sonra onları teb-



Second



mâsınca sevilmeyen Gazzâlî'nin izinde ol-



rik amacıyla şehirden ayrılınca Şilb halkı



duğunu ileri sürerek yakılması için f e t -



kendisine isyan etti. Dönüşte bu ayaklan-



VII, 1 4 7 - 1 4 8 ; P. K. Hitti v.dğr.,



tü'l-edeb, scriptiue Arabic



Catalog Manuscripts



Library,



Printed



Collection



in the Princeton



Princeton 1938, s. 4 6 7 - 4 6 8 , 531; İzaII, 136, 169, 662; Brockelmann,



hu'l-meknûn, GAL,



of the Garret



I, 4 9 2 , 5 4 9 ; Suppl., Supplementary Books



Catatogue



in the British



of



Arabic London



Museum,



1959, s. 108, 352, 521; M. Cemâleddin eş-Şurbâcî, Kâ'ime ti'l-matıfûza



bi-eua'ili'l-matbû''âti'l-cArabiyyeKahire 1383/1963,



bi-Dâri'l-kütüb,



s. 162, 2 2 2 ; A . G. Ellis, Catalogue



of



Arabic



va çıkarılmış bulunan İhyâ'ü



culûmi'd-



mayı b a s t ı r m a k için Portekiz Kralı Al-



dîn'i okutmaya başladı. Bu şekilde yöne-



phonse Enrique'dan yardım istedi. Bu



timin katı uygulamalarından m e m n u n



girişimi çok tehlikeli bir iş birliğinin baş-



163-164; II, 204, 2 0 8 - 2 0 9 ; Esmâ el-Hımsî, Fıh-



olmayan kesimlerin sempatisini kazandı



langıcı olarak gören Şilbliler, bir gezi dü-



risü mahtûtâti



'ulû-



v e kısa süre içinde oldukça geniş bir mü-



zenleyerek oğlu Hüseyin'i şehir dışına çı-



Dımaşk 1393/1973, s.



rid halkası oluşturmaya muvaffak oldu.



kardıktan sonra İbn Kasî'yi öldürdüler



Books



in the British



London 1967,1,



Museum,



Dâri'l-kütübi'z-Zâhiriyye:



mü'l-luğati'l-'Arabiyye, 467; Âyide İbrâhim Nasîr,



el-Kütübü'l-'Arabiyye



İbnü'l-Kabîle diye tanınan Muhammed b.



(546/1151). Böylece Endülüs'te Mürîdîn



Kahire 1980, s. 54; Selâhaddin el-Müneccid, el-



Yahyâ ile birlikte Şilb'in ileri gelen ailele-



hareketi ortadan kalkmış oldu. Villar gibi



Beyrut 1982,



rinden v e aynı z a m a n d a büyük bir ku-



bazı çağdaş araştırmacılar, bu hareke-



mandan olan Ebü'l-Velîd Muhammed b.



ti ırkî bir t e m e l e dayandırarak İspanyol



Ömer gibi kişilerde ona katıldı. Böylece



asıllıların yabancılara karşı baş kaldırışı



"Mürîdîn" olarak anılan tasavvufî görü-



olarak değerlendiriyorsa da (İbrâhim el-



elletî nüşiret



fî Mışr beyne



Mahtûtâtû'l-'Arabiyye



eâmey



fî Filistin,



7



926-1940,



s. 18; M. Murâd e d - D e b b â ğ , Bilâdünâ



Filistin,



A m m a n 1405/1985,1/2, s. 7 3 - 7 4 ; Mv.F, IV, 155; J. Schacht, " i b n K a s ı m a l - G h a z z ı " , E/2 (İng.), 111, 8 1 7 ; MehdîSilmâsî, " İ b n K a s ı m Ğ a z z î " , IV, 4 3 5 - 4 3 6 .



m UİKJ



r



DMBİ,



İBN KASÎ



CENGIZ KALLEK



n



(bk. K A S Î ) .



L



J



nümlü bu topluluk Murâbıtlar aleyhindeki



Kâdirî Bûtşîş, s. 164) bu telakki dayanak-



siyasî muhalefet hareketinin çekirdeğini



tan yoksun olduğu gerekçesiyle isabetli



oluşturdu.



görülmemiştir.



İbn Kasî, kısa zamanda bütün İspan-



Daha önce Doğu İslâm dünyasında baş-



ya'nın şeyhi ve millî önderi olarak görül-



layan felsefî hareket Mâlikîler'in katı mu-



meye, hatta Mehdîliğinden söz edilmeye,



halefetine rağmen İbn Meserre, İbn Bâc-



106



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KASÎ, Ebü'l-Kâsım ce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'ün çalışmalarıy-



açıldığını, eserini de daha önce Hz. Mû-



dair herhangi bir ifade yer almamakta, iç



la Mağrib'de de gelişip güçlenirken İhvân-ı



sâ'ya, Yûsuf ve Hızır'a verilen bilgiler tü-



kapakta Muhyiddin İbnü'l-Arabî tarafın-



Safâ tesirleri taşıyan bâtınî-tasavvuf! dü-



ründen bir ilimle yazdığını iddia etmek-



dan şerhedilen bu kitabın Ebü'l-Kâsım Ah-



şünceler de İbnü'l-Arîf, İbn Berrecân ve



te, bu bilgisine dayanarak Kur'an'da ge-



med b. Kasî'ye ait olduğu kaydedilmekte-



İbn Kasî gibi süfîler tarafından savunul-



çen "arş, sâk, kadem, nün, kalem" gibi



dir. Eser "Mukaddime", "Melekûtiyyât",



muştur. Bu şekilde Endülüs'te zühde da-



kelimelere bâtınî mânalar vermektedir.



"Firdevsiyyât", " M u h a m m e d i y y â t " ve



yalı tasavvuftan f e l s e f î tasavvufa geçi-



Gazzâlî, İbnü'l-Arîf ve İbn Berrecân gibi



" R a h m â n i y y â t " adlı bölümlerden oluş-



şi sağlayan bu sûfîler, önceleri kendileri-



sûfîlerden etkilenmiş olan İbn Kasî başta



maktadır. Müellif m u k a d d i m e d e Hz.



ne Gazzâlî'yi örnek alarak onun eserlerini



Muhyiddin İbnü'l-Arabî olmak üzere bir-



Mûsâ ve Yûsuf kıssalarından söz ettikten



okuyup fikirlerini gizlice yayarken daha



çok sûfîyi etkilemiştir. Onun ilâhî isimle-



sonra, sıralamasında üçüncü bölümde yer



sonra Eflâtun ve Yeni Eflâtunculuğun et-



re dair görüşlerini İbnü'l-Arabî geliştire-



alan Muhammediyyât'ı Hz. Peygamber'e



kisiyle Doğu'da oluşan İşrâkilik'ten de et-



rek "tecellî-i ilâhî" şeklinde ifade etmiştir



hürmeten birinci sıraya alarak "Salsalâ-



kilenmişlerdir.



(İbnü'l-Arabî, el-Fütûhât, III, 318, 423-424).



tü'l-ceres" ve "Sekînetü'n-nefs" başlıkları



Endülüs tarihiyle ilgili el-Men



altında incelemiştir.



İbn Kasî'nin dinî v e tasavvuf! görüşlerinin yer aldığı tek eseri



Hal'u'n-na'leyn



ve iktibâsü'n-nûr



mevzii'1-kade-



meyn



min



adını taşımaktadır. Müellif muh-



t e m e l e n , büyük saygı duyduğu Gazzâlî'nin Mişkâtü'l-envâr'da



(s. 73-74)



yer alan sembolizminden ve İhyâ'daki "hal'u'n-na'leyn" yorumundan istifade ile eserine ad olarak verdiği, aslında Tâhâ sûresinin 12. âyetindeki bir anlatımdan alınan "hal'u'n-na'leyn" şeklindeki ifadeyi, kulun bedenî alâkalardan arınıp Allah'ın



bi'l-imâ-



me adlı eserin müellifi olan İbn Sâhibüssalât'ın, İbn Kasî tarafından başlatılıp sürdürülen Mürîdîn hareketini konu edinen Şevretü'l-Mürîdîn



adlı bir kitabı ol-



duğu bilinmekteyse de nüshasının mevcudiyeti tesbit e d i l e m e m i ş t i r . Vincent Lagardere, Joseph Dreher v e Claude Addasyazdıkları makalelerde (bk. bibi.) İbn Kasî v e Mürîdîn hareketine geniş bilgi vermişlerdir.



Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan (Hacı Mahmûd Efendi, nr. 2396, vr. 31b47b; nr. 2401) ve müellifi tesbit edilemeyen Hal'u'n-na'leyn reti'l-cem'ayn



fi'l-vüşûl



ilâ



haz-



adlı bir risâle İbn Kasî'ye



nisbet edilmişse de eserde İbn Kasî'den farklı bir kişi olarak söz edilmekte (nr. 2401, vr. 13b), ondan sonra yaşamış olan İbnü'l-Arabî (ö. 638/1240) ve eserlerinin adı g e ç m e k t e (vr. 5b, 10a), h a t t a 1011



bilinen tek nüshası



(1602) yılında Bursa'da Şeyh el-Bedr eş-



Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır



Şâmî ile müellif arasında cereyan eden bir



makta v e bu makama ulaşan kişiye, aynı



(Şehid Ali Paşa, nr. 1174). Eserin adı varak



konuşmaya yer verilmektedir. Buna rağ-



âyetteki bilgiye g ö r e "mukaddes vadi"-



6 a 'da belirtildiği şekilde geçmekle bera-



men kütüphane kayıtlarında eserin İbn



de Hz. Mûsâ'ya vâki olduğu gibi Cenâb-ı



ber metin içinde İbn Kasî'ye aidiyetine



Kasî'ye nisbet edilmesi Kâtib Çelebi'nin



huzurunda durma makamı için kullan-



Halcu'n-nacleyn"m



Hakk'ın tecelli e d i p onu ledünnî bilgiy e m a z h a r kılacağını ileri sürmektedir (Haîu'n--na'leynvr.



20 a -30 a ). İbn Kasî, Al-



lah'ın isim ve sıfatlarını "varlık daireleri" (felekler) diye adlandırmakta, kozmolojisini iç içe halkalar şeklindeki bir var-



Ebü'l-Kasım ibn Kasî'nin Hat'u'n-na'leyn



lık tasavvuru üzerine kurmakta, mevcu-



Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1174/2)



adlı eserinin İbnü'l-Arabî tarafından yapılan şerhinin ilk iki sayfası (Süleymaniye



datı da hayat, r a h m e t , arş-ı azîm, arş-ı mecîd, s e m â ve arz felekleri olmak üze-



msm



isaf



re altı halkaya ayırmaktadır (a.g.e., vr. 34 b -37 b ). Ona göre esmâ-i hüsnâdan her biri bütün isimlerin yerine kullanılabilir. Allah'ın isimlerinin bir zâhir, bir de bâtın yönünün bulunup Allah bu isimlerin bâtın yönüyle melekût âlemine, zâhir yönüyle d e mülk â l e m i n e hükmeder. İlâhî ilimler ihbârî ve ledünnî (keşfî) olmak üzere ikiye ayrılır; sâlik, kararlı davrandığı v e tarikat âdâbını yerine getirdiği takdirde birinci bilgi basamağından ikincisine geçebilir. Allah'tan gelmiş olması açısından bu bilgiler arasında fark bulunmamakla beraber birincisi vasıtalı, ikincisi doğrudan elde edilen bilgidir. İbn



Jj^lii jlUSlj Ş^ji-))



•i' İ>l-. i'-^b^Mti



-İl



Uf



ri takdirde her iki bilgiye mazhar olabileceklerini ileri sürmekte (a.g.e., vr. 25 a ), bunların içinde kendisinin de bulunduğunu, hatta bütün kapalı kapıların kendisine



^ t ö liyy^Lil^ûj aj. UV1 «İUJI fli ^ k



> 107



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KASÎ, Ebü'I-Kâsım verdiği yanlış bilgiden kaynaklanmış ol-



vuf merkezli tartışmalarda bâtınî te'vil-



malıdır fKeşfü'z-zunûn, 1, 722). Ebü'l-Alâ



ler çerçevesinde "hal'u'n-na'leyn" ifade-



el-Afîfî ise İbn Kasî ve eseri hakkındaki



sinin sûfîler tarafından te'vili ele alınır-



bir yazısında (bk, bibi.) adı geçen risâlenin



ken de gündeme gelmiştir.



Kahire'de bir nüshasının bulunduğunu (Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye, Tasavvuf, nr. 693)



Ebü'I-Kâsım İbn Kasî, Hal'u'n-na'leyn,



Süley-



/ü'z-zunûn'daki alıntılarla aynı olduğunu



20°-30",



belirtmekte, fakat bunun Süleymaniye



502; İbnü'l-Arîf, Miftâhu's-sa'âde



3 4 b - 3 7 » ; İbn Hazm, Cemhere,



ue tahkiku



ta-



İsmet Abdüllatîf Dendeş), Beyrut 1993, s. 207209; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 20, 34-35,



sonraki bir d ö n e m d e İbnü'l-Arabî eko-



Abdülhâdî et-Tâzî), Beyrut 1987, s. 22-27, 207;



lüne mensup bir kişi tarafından yazılmış



İbnü'z-Zeyyât et-Tâdelî, et-Teşeuuüf



(nşr.



bi'l-imâme ilâ



ricâli't-



A h m e d et-Tevfîk), Rabat 1404/



taşauuuf(nşr.



1984, s. 287; İbnü'l-Arabî, el-Fütûhât,



birleşir. Rukayye adında üç ayrı kadına âşık olup onlar için gazeller yazdığından



mûd Efendi nüshasının aynı olduğu anla-



m a n i y e Ktp., A y a s o f y a , nr. 1879, vr. 44°, 4 8 " ,



şılmaktadır. Afîfî, İbn Kasî'nin asıl eseri-



52 b , 5 4 b ; Abdülvâhid el-Merrâküşî, el-Mu'cib



ğu, dolayısıyla eserin müstakil metninin



Hal'i'n-na'leyn,







(nşr. M. Saîd el-Uryân),



ahbâri'l-Mağrib



el-Vâfî,



si geleneklerine göre yetişti. Gençlik yılları Hz. Ömer ile Osman dönemlerinde geçti.



(nşr. E. L e v i - P r o -



bulunmadığı kanaatine varmış, Hacı Mah-



Daha sonra Kureyş'teki hilâfet çekişme-



vençal), Beyrut 1956, s. 2 4 8 - 2 5 0 ; İbn Haldûn,



mûd Efendi nüshalarından haberdar ol-



Mukaddime,



leriyle aile ihtilâflarına şahit oldu. Bu ko-



madığı için de aralarındaki farkı kesin bi-



233-235; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân,



çimde ortaya koyamamıştır. Halcu'n-nacleyn min



İbnü'l-Hatîb, A'mâlü'l-a'lâm



İbn Kays er-Rukayyât lakabıyla tanınır. İbn Kays, Kureyş kabilesi içinde aristokra-



IV, 437;



Kahire 1383/1963, s. 280-281; Safedî, VII, 297-298; Kütübî, Feuâtü'l-Vefeyât,



mensup olup soyu anne tarafından Kusay b. Kilâb'da Hz. Peygamber'in soyu ile



Süley-



4 2 3 - 4 2 4 ; a.mlf., Şerhu



telhisi



Yaklaşık i 2 (633) yılında Mekke'de doğdu. A n n e ve babası Kureyş kabilesine



111, 318,



ifadelerinden Kahire nüshası ile Hacı Mah-



nin Şehid Ali Paşa nüshasını görmediğin-



^



Ebû Bekir Atîkb. Mü'min, nşr.



rîkı's-sa'âde(haz.



66; İbn Sâhibüssalât, el-Men



den Ayasofya'daki şerhin tek nüsha oldu-



Emevîler hakkındaki siyasî hicivleriyle tanınan Kureyş şairi.



s. 499,



sini v e m u h t e v a s ı n ı tutmadığını, daha



olabileceğini söylemektedir. Afîfî'nin bu



^



Ubeydullah b. Kays b. Şüreyh er-Rukayyât (ö. 75/694)



maniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1174, vr. 6",



Kütüphanesi'nin Ayasofya bölümünde bu-



(oÇijJI



BİBLİYOGRAFYA :



kaydetmekte, adının ve baş kısmının Keş-



lunan İbnü'l-Arabî şerhinin mukaddime-



İBN KAYS er-RUKAYYÂT



II, 4 6 8 - 4 6 9 ; a.mlf., el-'lber,



iktibâsü'n-nûr



mevziH'l-kademeyn,



Muhyiddin



İbnü'l-Arabî ve Fuşûşü'l-hikem



şârihle-



siyeler söyledi. Zübeyr b. Avvâm taraftan



I, 438; Brockelmann, GAL



Suppl.,



olan v e Zübeyrîler'e derin bağlılığı bulu-



I, 776; M. Abdullah İnân, 'Aşrü't-Murâbıtîn



ue'l-



nan şair Mus'ab b. Zübeyr için birçok met-



hu'l-meknûn,



ve



nudaki duygularını dile getiren içli mer-



I, 84; izâ-



1, 722; Hediyyetü'l-'arifin,



fü'z-zunûn,



Muuahhidîn



fi'l-Mağrib



Kahire



ue'l-Endelüs,



1383/1964,1, 9, 3 0 7 - 3 1 2 , 321, 323, 325, 330,



Irak'a giderek vefatına kadar yanında kal-



Rabat 1403/1983, III, 257-



dı. Abdullah b. Zübeyr'e ise cimriliği sebe-



mü 'l-Mağribi



miştir {a.g.e., 1, 722). Şeyh Abdî'ye ait şer-



264; İsmet Abdüllatîf Dendeş, el-Endelüs



hin nüshası tesbit edilememekle birlikte



hâyeti'l-Murâbıtîn



Hafi'n-ncfleyn



başlığını taşıyan



İbnü'l-Arabî şerhinin Süleymaniye Kütüp-



kıyyâ,



'l-'Arabî,



hiye ve mersiye nazmetti. Onunla birlikte



A'lâ-



416, 466; II, 742; Abdülvehhâb b. Mansûr,



rinden Şeyh A b d î tarafından şerhedil-



Şerhu



VI,



1, 247; Keş-



fî neşri'l-Islâm



fî ni-



fî garbi



Ifrî-



Beyrut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 , s. 47-75, 104-111,



biyle sadece iki beyitlik bir methiye yazmakla yetindi.



116-117, 240, 356-362, 392, 435; C. Addas,



Irak'ta iken Velîd b. Abdülmelik b. Mer-



Paris



vân'ın hanımı için yazdığı bir gazel onu



İbn 'Arab'ı



ou La quete



du Soufre



Rouge,



h a n e s i ' n d e iki nüshası bulunmaktadır



1989, s. 78; a.mlf., " A n d a l u s î M y s t i c i s m a n d



öfkelendirdi. Bunun üzerine öldürülmek-



(Ayasofya, nr. 1879; Şehid Ali Paşa, nr.



T h e R i s e o f i b n A r a b î " , The Legacy



ten korkan İbn Kays Kûfe'ye kaçtı. Bura-



1174/2). Bu şerhinde İbn Kasî'den sıkça söz eden İbnü'l-Arabî (meselâ bk. vr. 44a,



of



Müslim



Salma Khadra layyusi), Leiden 1992,



Spain(ed.



s. 9 0 8 - 9 3 3 ; İbrâhim el-Kâdirî Butşîş, ue'l-Endelüs



el-Mağrib



Beyrut 1993,



fî'aşrl'l-Murâbıtîn,



da Kuseyyire adında tanımadığı bir kadının evine sığındı ve bir yıldan fazla bir



52b, 54b), kitabın bütününü değil müşkil



s. 133, 1 6 3 - 1 7 2 ; M e h m e t Özdemir,



Endülüs



olarak gördüğü kısımlarını altı bölüm



Müslümanları



Ankara



Irak'tan uzaklaşan şair, Mekke v e Medine



halinde toplayarak şerhetmiştir. Şârih,



1997, s. 48; Corcîs Avvâd, "Fihristü m f f e l l e f â t i



civarında bir süre dolaşmasının ardından



Haftı'n-ncfleyrie



bazı ilâvelerin de ya-



İlim



ue Kültür



Tarihi,



Muhyi'd-dîn İbn = Arabî", MMİADm.,



XXX (1955),



s. 396; Ebü'l-Alâ el-Afîfî, " E b ü ' I - K â s ı m b. K a s î



pıldığını kaydetmektedir (Süleymaniye



v e kitâbühû H a l V n - n a l e y n " , Mecelletü



Ktp., Ayasofya, nr. 1879, vr. 48b).



yeti'l-âdâb,



süre onun evinde saklandı. Daha sonra



Abdullah b. Ca'fer b. Ebû Tâlib'e sığındı.



Külliy-



Ondan Abdülmelik'in kendisini bağışla-



XI, İskenderiye 1957, s. 53-87; P.



ması için aracılık etmesi ricasında bulun-



na'ieyn'in havastan ziyade avama hitap



Nwyia, "Resâ'ilü İbni'l- c Arîf ilâ aşhâbi sevreti'lmürîdîn f ı ' l - E n d e l ü s " , el-Ebhâş,



du. Abdullah b. Ca'fer'in aracılığıyla Ab-



ettiğini, eserde okuyucuyu asıl konudan



Hafu'n-



uzaklaştıran sembolik bir dil kullanıldığını, bunun da İbn Kasî'nin yetkin olmayı-



XXVII, Beyrut



1978-79, s. 43-56; V. Lagardere. " L a tarîqa et la revolte des murîdûn", Reuue sulman



et de la Mediterranee,



ederek methiyelerini dinledi. Ancak şairi



XXXV, Aix - en -



ihsandan mahrum bıraktı. Bunun üzeri-



şından kaynaklandığını söyleyen İbnü'l-



P r o v e n c e 1983, s. 157-170;



Arabî müellifi nakilci ve mukallit olarak



" L ' i m â m a t d'Ibn Qasî â Mertola", MIDEO,



tanımlamakta, onun oğluyla karşılaştığında babası hakkında sorduğu sorulara al-



dülmelik onu affetti ve huzuruna kabul



mu-



de l'occident



Joseph Dreher, XVIII



(1988), s. 195-210; " İ b n K a s î " , İA, V/2, s. 7 6 0 ; Şinâsi Altundağ, "Murâbıtlar", a.e., VII!, 5 8 4 ; A.



ne Abdullah b. Ca'fer, ona hayatı boyunca yetecek kadar para vereceğini vaad etti, ayrıca yıllık 40.000 dirhem maaş bağladı.



Faure, " i b n K a s ı " , El2 (İng.), III, 8 1 6 - 8 1 7 ; P.



İbn Kays, Mus'ab b. Zübeyr'in ölümün-



Chalmeta, " B a n ü K a s ı " , a.e., IV, 712-713; Abdül-



den sonra Abdülmelik'in yanında fazla



ğini belirtmektedir (vr. 7a). Ebü'l-Alâ el-



kerim Özaydın, " A b d ü l m ü ' m i n e l - K û m î " , DİA, I,



kalamayıp Mısır'a gitti; Hulvân'da Abdül-



Afîfî, İbn Kasî ve HaPu'n-na'leynle



274; Erdoğan Merçil, " A l i b. Y û s u f b. T â ş f î n " ,



azîz b. Mervân'ın himayesine girdi. 75



dığı cevapların da bu kanaatini teyit ettiilgili



makalesinde eserin geniş bir tahlilini yaparak İbnü'l-Arabî'ye ait şerhin özelliklerini ayrıntılı biçimde incelemiştir. İbn Kaşî'nin bu eseri XX. yüzyılın baş-



a . e . , 11, 4 5 8 ; Hüseyin Lâşey', " İ b n K a s î " , IV, 4 7 0 - 4 7 2 ; İsmail Hakkı İzmirli, Sözleri



mi Tasauuufun



Zaferleri



mi,



İstanbul



1341, s. 38; Şeyh S a f f e t Efendi, Tasauuufun ferleri,



DMBİ,



Mustasuife Za-



İstanbul 1343, s. 110-111.



mekteyse de {GALSuppl.,



I, 78) bu doğ-



ru değildir. İbn Kays şiirlerinde Kureyş'i övmüş ve



larında İsmail Hakkı İzmirli ile Şeyh Saff e t Efendi arasında cereyan eden tasav-



(694) yılında burada vefat etti. Brockelmann ölüm tarihini 85 (704) olarak ver-



S



İLYAS ÇELEBI



Kureyşli olmakla iftihar etmiştir. Hilâfe-



108



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE tin Kureyş'in tabii hakkı olduğuna inanan



divanı (Viyana 1902) ayrıca Muhammed



Ebû Muhammed Takıyyüddin Abdullah b.



şair, bu konuda bütün Araplar'ın eşit ol-



Yûsuf N e c m Dîvânü



Muhammed es-Sâlihî el-Makdisî el-Attâr



duğunu ileri süren Hâricîler'e şiddetle



Kays er-Rukayyât



karşı çıkmıştır. Kureyş asıllı olanların şan,



(Beyrut 1958).



şeref ve nüfuzlarının korunması gerektiğine dikkat çekmiş, Araplar'ın bekasının Kureyş'in bekasına bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Medine yakınındaki Harre Savaşı'nda



cUbeydillâh



b.



adıyla neşretmiştir



(ö. 761/1360) ve Mısır'da vakıflarla ilgilendiği ve vezirlik yaptığı belirtilen Şâfiî âli-



İbn Kays er-Rukayyât hakkında Ali Nec-



mi İbn Kayyim el-Mısrîile (ö. 710/1310)



ŞâHrü's-



zaman zaman karıştırılmıştır; aynı şekil-



siyâse ue'l-ğazel, Kahire 1368/1949), İbrâ-



de Hanbelî âlimi Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî



him Abdurrahman ('Ubeydullâh



ile karıştırıldığı da görülmektedir. Nite-



dî Nâsıf (İbn Kays er-Rukayyât:



er-Rukayyât:



hayâtühû



b. Kays Ku-



oe şi'ruhû,



kim İbnü'l-Cevzî'nin Şıfatü'ş-şafve, bârü'n-nisâ3



ve Defu



Ah-



Şübheti't-teşbîh



kendisine biat etmemeleri sebebiyle Ye-



veyt 1986) ve Abdullah Abdülkerîm el-Ab-



zîd b. Muâviye t a r a f ı n d a n birçok yakı-



bâdî (Rü'ye cedîde fîşi'ri



nının öldürülmesi İbn Kays'ın Emevîler'e



kayyât, Tâif 1410/1990) müstakil çalışma-



yim el-Cevziyye'ye ait gösterilmiş, hatta



karşı büyük bir kin duymasına sebep ol-



lar yapmışlardır.



son ikisi onun adıyla neşredilmiştir (İbn



muştur. Ayrıca Yezîd'in Hâşimîler ile Zü-



İbn Kays er-Ru-



Cumahî, Fuhûlü'ş-şu'arâII,



648-655; İbn



Hicaz'ı, Mekke v e Medine'yi terkederek



Kuteybe, eş-Şi'r



Şam'ı hilâfet merkezi yapmaları gibi se-



rec el-İsfahânî, el-Eğâni,



beplerle Yezîd b. Muâviye, Mervân b. Ha-



64-91; Merzübânî, el-Müueşşah(nşr.



kem ve Abdülmelik b. Mervân gibi Emevî yöneticileriyle Emevî kadınlarına ağır hicivler yöneltti. Onların hilâfet merkezini



adlı eserleri İbn Kay-



Kayyim ve İbn Kayyim el-Cevziyye nisbe-



BİBLİYOGRAFYA :



beyrîler'in evlerini yıktırması, Emevîler'in



bi-eküifi't-tenzîh



450; Ebü'l-Fe-



ne'ş-şu'arâII,



Beyrut 1410/1990, V, Ali Muham-



med el-Bicâvî), Kahire 1965, s. 186; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist(Şüveymî),



s. 253, 311, 321, 355,



493, 695; Abdülkâdir el-Bağdâdî,



Hlzânetü'l-



siyle meşhur olan diğer âlimler için bk. Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd, s. 28-31). Öğrenim hayatına babasından aldığı derslerle başlayan İbn Kayyim, Mecdüddin Ebû Bekir b. Muhammed et-Tûnisî ve Muhammed b. Ebü'l-Feth el-Ba'lebekkî'-



1, 78;



den Arap dili v e edebiyatı, sultanın em-



Şam'a taşımak suretiyle Kureyşliler ara-



Sezgin, GAS, III, 418; Abdülvehhâb es-Sâbûnî,



riyle 705 (1305) yılında akaid konusunda



sında tefrika çıkardıklarını, hilâfetin Ku-



Şu'arâ'



reyş'te v e Hicaz'da tekrar birleşmesi ge-



ki Dayf, Târîhu'l-edeb,



rektiğini söyleyerek halkı Emevîler'e karşı isyana çağırdı; gerçek Kureyş yönetimi-



edeb, III, 265; Brockelmann, GAL Suppl.,



ue deuâuîn, Beyrut 1978, s. 95-96; ŞevII, 293-301; Ahmed Mu-



h a m m e d el-Havfî, Edebü's-siyâse



fl'l-'aşri'l-



İbn Teymiyye'yi sorgulayan ve onunla tartışan Şâfiî usulcü Safiyyüddin el-Hindî'-



Emeuî, Beyrut, ts. (Dârü'l-kalem), s. 533-544;



den kelâm ve usul. Mecdüddin İsmâil b.



Hasan Kürün, " İ b n K a y s e r - R u k a y y â t " ,



Muhammed el-Harrânî ile Takıyyüddin



ME,



ni Mus'ab b. Zübeyr'in temsil ettiğini ile-



LIV/10(1982), s. 1453-1461;N. Rhodokanakis,



İbn Teymiyye'den fıkıh okudu. Fıkıhta asıl



ri sürerek onun halife seçilmesini istedi



" İ b n K a y s u r r u k a y y â t " , İA, V/2, s. 760-761; J .



(Şevki Dayf, II, 294-300).



W. Fück, " i b n K a y s al-Rukayyât", EP (İng.), III,



hocası İbn Teymiyye olup onun birçok ese-



Tanınmış beş Kureyş şairinden biri kabul edilen İbn Kays (Sezgin, III, 418) gazel,



819-820; Muhammed Seyyidî, " İ b n Kays er-Ruk a y y â t " , DMBİ, IV, 496-498.



fahr, medih v e risâ gibi klasik temalarda



S



kısa vezinlerle nazmettiği şiirlerinde ya-



A L İ ŞAKİR ERGİN



Ahmed b. Abdurrahman el-Âbir en-Nablusî, Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî, Zeynüddin İbnü'ş-Şîrâzî, Ebü'l-Fidâ Sadred-



F



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE ^



lere rastlandığından dilciler onun şiirlerini



n



JJİ)



lardır. Şiirlerinde Kur'an'ın etkisinde kaldığı, â y e t l e r d e n v e âyet mânalarından yaptığı nakillerden anlaşılmaktadır. Ayrıca onun şiirlerinde Kays b. Hatîm, Hassân



İslâm bilimlerinin birçok alanında eser vermiş Hanbelî âlimi.



din İbn Mektûm es-Süveydî, Ebû Bekir İbn Abdüddâim en-Nablusî, Bedreddin İbn



Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ez-Züraî ed-Dımaşkî el-Hanbelî (ö. 751/1350)



zayıf bulmuş ve delil olarak kullanmamış-



b. Sâbit ve bazı Câhiliye şairlerinin etkisi



buldu (Safedî, II, 271). Ayrıca rüya tabirciliğiyle tanınan Ebü'l-Abbas Şehâbeddin



lın ve açık bir ifadeye yer vermiştir. Ancak şiirlerinde kolay kafiye ve hatalı kelime-



rini bizzat kendisinden okuma imkânı



Cemâa, Bahâeddin İbn Asâkir ve Ümmü Muhammed Fâtıma bint İbrâhim el-Betâihî gibi âlimlerin derslerine katıldı. Cevziyye Medresesi'nde imamlık, Necmeddin İbn Hallikân'ın yaptırdığı camiJ



de 736 (1336) yılından sonra hatiplik ya-



Kendisi gibi g a z e l şairi olan çağdaşı



7 Safer 691 (29 Ocak 1292) tarihinde



yatta iken ders v e r m e y e başladıysa da



Ömer b. Ebû Rebîa ile karşılaştırılan İbn



m u h t e m e l e n Dımaşk'ta doğdu. Babası



düzenli olarak 743 (1342) yılında Sadriyye



Kays'ın daha çok şiir yazmış olmasına rağ-



Ebû Bekir, Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'nin oğ-



Medresesi'nde hocalığa başladı ve ölün-



men ondan üstün olmadığı kabul edilmiş-



lu Ebû Muhammed Muhyiddin Yûsuf ta-



ceye kadar bu görevini sürdürdü. Öğren-



tir. İbnü'n-Nedîm, Ebû Amr eş-Şeybânî,



rafından Dımaşk'ta yaptırılmış olan Cev-



cileri arasında, kendisinden sonra Sad-



Asmaî, Zübeyr b. Bekkâr v e Ebû Saîd es-



ziyye Medresesi'nin kayyimi olduğu için



riyye Medresesi'nde ders okutan iki oğlu



Sükkerî gibi edip ve âlimlerin İbn Kays er-



kendisi İbn Kayyim el-Cevziyye diye tanın-



Cemâleddin Abdullah ile Burhâneddin İb-



Rukayyât'ın şiirleri üzerinde derleme, seç-



mış, ataları aslen Dımaşk'ın güneyinde



râhim'in yanı sıra Zeynüddin İbn Receb,



m e v e şerh türünde çalışmalar yaptıkla-



Havran'a bağlı bugün Ezra adıyla bilinen



Şemseddin Muhammed b. Abdülkâdir el-



rını kaydeder. Ünlü mûsikişinas Deiâl da



Zür'dan geldiği için de Züraî (Zür'î) nis-



Cenne en-Nablusî, Ebü'l-Fidâ İbn Kesîr



onun bazı şiirlerini bestelemiştir.



besiyle anılmıştır. İbn Kayyim'in kardeşi



anılmakta, Şemseddin İbn Abdülhâdî,



İbn Kays'ın yaşadığı devri v e birçok ta-



Abdurrahman ağabeyi kadar ünlü olma-



Zehebî, Takıyyüddin es-Sübkî gibi akran-



rihî v e siyasî olayı aydınlatması bakımın-



makla birlikte o da İbn Kayyim el-Cevziy-



larının da ondan faydalandığı kaydedil-



dan önemli olan şiirlerini Ebû Saîd es-Sük-



ye diye tanınmaktadır. Literatürde kısa-



mektedir.



kerî derleyerek bir divan oluşturmuştur.



ca İbnü'l-Kayyim diye de anılan İbn Kay-



İbn Kayyim'in hayatı. Haçlı savaşları



Nikolaus Rhodokanakis tarafından Al-



yim el-Cevziyye'nin, Hanbelî mezhebinde



sonrası ve 722 (1322) yılma kadar zayıfla-



manca tercümesiyle birlikte yayımlanan



İbn Kayyim ez-Ziyâiyye diye meşhur olan



yarak da olsa süren Moğol saldırılan se-



L



görülmektedir.



pan İbn Kayyim, İbn Teymiyye daha ha-



109



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE bebiyle İslâm dünyasının oldukça karışık, çalkantılı ve hükümdarlar arası çekişmelerin yaşandığı bir döneme rastlamaktadır. Böyle bir ortamda genel olarak fikrî serbestlik içerisinde oldukları ve siyasî işlere belli ölçüde karıştıkları bilinen âlimlerde gözlenen ortak özellik, kamu yararı düşüncesinin öncelikli mesele haline gelmesi ve maslahat ve siyâset-i şer'iyye konusunun sistematik bir biçimde ele alınmasıdır. Şam ve Mısır bölgesinde bu düşüncenin temsilcileri olan İzzeddin İbn Abdüsselâm, Şehâbeddin el-Karâfî ve Necmeddin et-Tûfî'den sonra İbn Teymiyye ve İbn Kayyım de bu yaklaşımı devam ettirmişlerdir. Gerek İbn Teymiyye gerekse İbn Kayyim'in, adını pek anmasalar da devlet adamlarıyla ilişkisi açısından İzzeddin İbn Abdüsselâm'ın çizgisini takip ettikleri söylenebilir. Yeni Hanbelîlik veya Selefîlik diye adlandırılan akımın önde gelen ismi olması dolayısıyla İbn Teymiyye'nin Memlûk idarecilerinden gördüğü baskılar büyük oranda talebesi İbn Kayyım için de söz konusu olmuştur. Gerek İbn Teymiyye ile birlikte bulunması gerekse bazı görüşleri sebebiyle yöneticilerle arası pek iyi olmayan İbn Kayyim, biri İbrâhim peygamberin kabrini ziyaret amacıyla yolculukyapılmasına karşı çıkması yüzünden olmak üzere birkaç defa hapsedilmiştir (İbn Hacer, IV, 21). 726 (1326) yılında İbn Teymiyye ile birlikte Dımaşk Kalesi'nde hapsedilmiş, muhtemelen İbn Teymiyye kadar tehlikeli görülmediği için hocasının ölümünden sonra serbest bırakılmıştır. Bazı görüşleri sebebiyle İbn Kayyim'in dönemin ileri gelen bazı âlimleriyle arasının açıldığı ve onlarla ilmî tartışmaları olduğu nakledilmektedir. Özellikle, öğrencileri arasında da gösterilen ve 739'da (1338) Dımaşk kadılığına getirilen Takıyyüddin es-Sübkî ile 746'da (1345), iki kişinin ortaya bir mal koyarak yarışmalarının câiz olup olmadığı konusunda ve 750 (1349) yılında bir lafızla üç talâk ve öfkeli kişinin talâkı konusunda yankı uyandıran tartışmaları olmuş {a.g.e., IV, 23), İbn Kayyim bu konulardaki görüşlerini açıkladığı müstakil eserler de kaleme almıştır. İbn Kayyim'in kitap toplamaya meraklı olup zengin bir kütüphanesinin bulunduğu söylenmekte (a.g.e., IV, 22), bu husus eserlerindeki atıflarda ve sıkça yaptığı iktibaslarda da görülmektedir. İbn Kayyim Kudüs, Nablus ve Kahire'ye, biri 731 (1331) yılında olmak üzere birkaç defa da hac için Mekke'ye seyahatte bulundu. 13 Receb 751'de (16 Eylül 1350) vefat etti ve Dımaşk'ta



Bâbüssagir Mezarlığı'na annesinin yanına defnedildi. Birçok hocadan ders almış olsa da İbn Kayyim'in üzerinde en çok etkisi bulunan kişi, 712 (1312) yılında Mısır'dan dönmesinden ölümüne kadar (728/1328) kendisinden ayrılmadığı İbn Teymiyye olmuştur. Hatta İbn Kayyim'in ilmî birikim ve şöhretini büyük ölçüde İbn Teymiyye'ye borçlu olduğu söylenebilir. Gerçekten bunlar örneğine zor rastlanır bir hoca-talebe ilişkisi sergilemişlerdir. İbn Kayyim hemen her zaman hocası İbn Teymiyye ile birlikte anılmakta ve ona olan aşırı sevgi v e bağlılığı özellikle belirtilmektedir. Bu bağlılık, hocasının eserlerini tehzîb ve görüşlerini yayma konusundaki çabalarında ve yazdığı eserlerin büyük çoğunlukla hocasının görüşlerinin açıklanmasına hasredilmesinde açıkça görülmektedir. İbn Teymiyye'nin tercihlerinin, Hanbelî mezhebinde otorite sayılan Ebü'l-Vefâ İbn Akil ile Ebü'l-Hattâb'ın ve bunların da hocası olan Ebû Ya'lâ'nın tercihlerine denk olduğunu söyleyen İbn Kayyim (İ'lâmü'l-muuakkı'în, IV, 117) onu Kadı Ebû Ya'lâ ve Ebü'l-Hattâb gibi ashâbü'l-vücûhtan saymakta, hatta bu mertebeden daha üstün görmektedir (İğâşetü'l-lehfân, 1,290). Hocası ile mezhep imamı Ahmed b. Hanbel'in aynı görüşte olduğu bazı hususları, "iki Ahmed dedi ki" şeklinde ifade etmesi, İbn Teymiyye'yi Ahmed b. Hanbel'e denk gördüğünü düşündürmektedir. Bu bağlılığa dikkat çeken İbn Hacer, İbn Kayyim'in hiçbir hususta hocasının görüşlerinin dışına çıkmayacak kadar ona bağlılık gösterdiğini ve esasen İbn Teymiyye'nin kitaplarını tehzîb edenin ve ilmini yayanın da İbn Kayyim olduğunu belirtir (ed-Dürerü'l-kâmine, IV, 21, 22). Küçük bir iki meselede hocasına muhalefet etmiş olması mümkün görülse bile İbn Hacer'in bu değerlendirmesi büyük ölçüde doğrudur. Çağdaş araştırmacılardan Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd, İbn Kayyim'in İbn Teymiyye'nin görüşlerini benimseyip savunmasının yalnız bağlılık ve taassup kaynaklı olmadığını, bunun kanaat ve delile dayandığını ileri sürmekte ve İbn Kayyim'in Mizzî, Şehâbeddin el-Âbir ve Şerefeddin İbn Teymiyye gibi başka hocalardan faydalanmış olmasını, İbn Teymiyye'nin eserlerinin bulunmadığı bazı konularda kitaplar yazmasını (Miftâhu dâri'ssa'âde, Zâdü'l-me'âd, Hâdi'l-ervâh, Bedâ'fu'l-feuâ'id gibi) ve İbn Teymiyye'den farklı tercihleri bulunmasını bu iddiasına delil olarak göstermektedir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 139-156). İbn Kayyim üze-



rinde çalışma yapan diğer bazı araştırmacılar, onun İbn Teymiyye'ye muhalefetine dair örnekler vermişlerse de bu örneklerin bir kısmının gerçeği yansıtmadığı görülür. Meselâ Abdülazîm Şerefeddin, İbn Kayyim'in "şeyh dedi ki" sözüyle İbn Teymiyye'yi kastettiğini düşünerek çocuğun emmesiyle ilgili bir meselede ve câriyenin iddeti konusunda İbn Teymiyye'ye muhalif kaldığını ileri sürmüştür (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 91-93). Halbuki "sâhib el-Muğnî dedi ki" ve "şeyh el-Muğnî'de dedi ki" gibi kayıtlardan da anlaşılacağı üzere İbn Kayyim bu ifadeyle İbn Kudâme'yi kastetmiştir (Zâdü'l-me'-âd, V, 576-577). İbn Kayyim, salt bir taklitçi olmayıp delile göre davranmayı ilke edinmekle birlikte hocası gibi genelde Hanbelî mezhebinin usul anlayışı çerçevesinde hareket etmiş, özel olarak da İbn Teymiyye'nin görüşleri doğrultusunda tavır almıştır. Bunun için İbn Teymiyye ile birlikte Selefıyye ekolünün bayraktarı kabul edilen İbn Kayyim'in bu alandaki en önemli katkısı, kendisinin de imada bulunduğu gibi (İğâşetü'l-lehfân, I, 57) hocasının kitaplarını tehzîb etmek ve görüşlerini yaymak olmuştur. Bazı Hanbelî âlimleri tarafından İbn Teymiyye'nin en tanınmış üç arkadaşı ve talebesi arasında Şemseddin İbn Müflih en fakihi, Şemseddin İbn Abdülhâdî hadisi en iyi bileni, İbn Kayyim de usûlü'd-dîn ve turuku en iyi bilen, fıkıh ve hadis arasında orta yerde bulunan v e en zâhidi olarak değerlendirilirken (İbnü'l-Mibred, s. 114) bazıları İbn Kayyim'in mutlak müctehid (İbnü'l-İmâd, VI, 168; Şevkânî, II, 143; Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd, s. 139), bazıları da mezhepte müctehid olduğunu belirtmişlerdir (Subhî Mahmesânî, el-Mücâhidûn fı'l-hak, s. 170). İbn Hazm, Gazzâlî ve İbn Abdüsselâm gibi âlimlerden de etkilendiği anlaşılan İbn Kayyim'in dolaylı olarak tesirinde kaldığı kişilerden biri de Hanbelî âlimi Ebü'lFerec İbnü'l-Cevzî'dir. Buna örnek olarak da ilk dönem zâhidliğini teşvik etmek ve bilfiil yaşamakla, yani ilim yanında amele çok önem vermekle birlikte sûfiyye karşıtlığı, vâizlik, değişik alanlarda çok sayıda telif ve bunun sonucunda dikkat ve titizlik eksikliği ve derlemeciliğin ağır basması gösterilebilir. İbn Kayyim, İbn Teymiyye'nin başlattığı ıslah çabasına katkı sağlamayı, bu çabayı devam ettirmeyi hedeflemiştir. Adalet v e toplum yararı temeline dayalı dinî v e içtimaî ıslah projesi sayılabilecek bu çabanın esasını Selefin yöntemi olarak gör-



110



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE düğü Kitap ve Sünnet'in hakemliğine başvurma, şeriatın ruhunu anlama, toplumsal olguları bu bağlamda dikkate alıp değerlendirme ve buna bağlı olarak taklidin yol açtığı fikrî donukluk ve durgunlukla mücadele etme oluşturmaktadır. Bu noktada İbn Kayyim özellikle akidenin Selef mezhebine dönmek suretiyle ıslahı, taklide karşı fikir hürriyetinin hâkim kılınması, dini oyuncak haline getirenlerin uydurdukları hilelerle mücadele v e şeriatın ruhunu anlama gibi hususlar üzerinde durmuştur. Onun böyle bir ıslah projesine girişmiş olmasında dönemindeki İslâm dünyasının içine düştüğü zafiyet, ilim çevrelerindeki taassup, mezhepçilik ve Bâtınîlik'le temellenmiş süfîliğin etkileri aranabilirse de esasen bu projeyi hocası İbn Teymiyye'nin başlattığını, İbn Kayyim'in de onu takip ettiğini söylemek daha doğru olur. Yine bu ıslah çabalarını, bir yönüyle mezhep içinde öteden beri var olan ve âdeta Hanbelîliğin temel özelliklerinden birini teşkil eden ıslahatçı düşüncenin daha sistemli biçimde yeniden ele alınması olarak görmek mümkün olduğu gibi, bir yönüyle de IV. (X.) yüzyıldan itibaren İslâm dünyasında içine düşülen kısır döngüyü aşma gayretlerinin ve özellikle Gazzâlî'nin çabalarının bir devamı olarak değerlendirmek de mümkündür. Nitekim gerek İbn Teymiyye'nin gerekse İbn Kayyim'in eserlerinde Gazzâlî'nin özellikle İhyâ'ü culûmi'd-dîrideki üslûbunun v e yaklaşımının izlerini görmek şaşırtıcı değildir. Yemin kastıyla talâkın boşanma sonucunu doğurmaması, bir lafızda üç talâkın tek talâk kabul edilmesi, herhangi bir kabrin özel bir amaçla ziyaretinin câiz olmayışı gibi fıkhî görüşlerinden dolayı İbn Teymiyye ve İbn Kayyim'e şiddetli tenkitler yöneltilmesinin arka planında, bu konudaki görüşlerinin genel çizgiden farklı olmasından ziyade bu iki âlimin özellikle Eş'arîlik karşısındaki tutumları ve felsefî tasavvufa bakışları yatmaktadır. Eserlerinden de anlaşılacağı üzere İbn Teymiyye ve İbn Kayyim, mücadelelerini yalnızca akaid alanında ve bid'atlarla mücadelede yoğunlaştırdıkları ve fıkhın fürûunun herhangi bir kişiyi veya mezhebi taklitle gerçekleştirilebileceği kanaatinde oldukları için fürûa nisbeten ikinci planda yer vermişler, birçok fıkhî meselede görüş açıklamakla birlikte müstakil fıkıh ve fıkıh usulü kitapları yazmaya yönelmemişlerdir. Çağdaşı âlimlerin ve bilhassa Şâfiîler'in İbn Tteymiyye'ye yönelttikleri eleştiriler İbn



Kayyim'i de hedef almıştır. Meselâ Takıyyüddin es-Sübkî, İbn Kayyim'in el-Kaşîdetü'n-nûniyye'smde görüşlerine karşı yazdığı es-Seyfü'ş-şakil adlı eserinden başka İbn Teymiyye ve İbn Kayyim'i tenkit amacıyla başka risâleler de kaleme almıştır. Bu risâleler er-Resâ'ilü's-Sübkiyye fi'r-red calâ İbn Teymiyye v e tilmîzihî İbn Kayyim el-Cevziyye adıyla basılmıştır (Beyrut 1403/1983). Hanbelî âlimlerinden Şemseddin İbn Abdülhâdî, Sübkî'ye reddiye olarak eş-Şârimü'l-münekkî fi'r-red Cale's-Sübkî adlı bir risâle yazmıştır. Çağdaşı olan Zehebî, ilmini takdir etmekle birlikte İbn Kayyim'in kendi görüşünü beğenen cüretkâr bir kimse olduğunu ifade etmektedir (el-Muccemü'lmuhtaş, s. 269). İbn Kayyim, son dönemlerde de Zâhid Kevserî'nin aşırı sayılabilecek eleştirilerine hedef olmuştur. Birçok eserinde hem İbn Teymiyye'yi hem de İbn Kayyim'i tenkit eden Kevserî, İbn Kayyim'i bütün görüşlerinde kendi ilmî şahsiyetini oluşturmaksızın hocasının fikirlerini tekrarlayan ve âdeta onun gölgesi ve kopyası olan bir kişi olarak değerlendirir. Kevserî'ye göre İbn Teymiyye ile İbn Kayyim bir kumaşın iki yüzü gibidir; önceki iç yüzü, sonraki dış yüzüdür; ilki karalamış, diğeri temize çekmiştir. Kevserî, İbn Tteymiyye ve İbn Kayyim'in talâk meselesindeki görüşleriyle ilgili olarak onların bu meselenin ehli olmadığını, itikadî ve amelî konularda fitne yarattıklarını ve müslümanları böldüklerini ileri sürer. Hatta ona göre, son dönemlerde müslümanların birliğini bozmada İbn Teymiyye'den daha zararlı birinin gelmediğini söylemek mümkündür (el-İşfâk calâ ahkâmi't-talâk, s. 72-75). Çağdaş yazarlardan Saîd Ramazan el-Bûtî de İbn Kayyim'in ele aldığı konularda yeterince titiz ve dikkatli olmadığını, niyet ve kastın hükümlere etkisi ve hiyel meselesinde çelişkili ifadelerinin bulunduğunu ileri sürmüştür (Dauâbitü'l-maşlaha, s. 295, 301-303, 321). Son dönemlerde Muhammed b. Abdülvehhâb, Şevkânî, M. Reşîd Rızâ, Muhammed Abduh, Mevdûdî ve Vahîdüddin Han gibi âlimlerin İbn Kayyim'den etkilendikleri ve İbn Kayyim'in hocası İbn Teymiyye ile birlikte genellikle Vehhâbîlik, Selefîlik, Senûsîlik akımlarının ve İslâm dünyasındaki benzer ıslah hareketlerinin öncüsü olarak değerlendirildiği görülür. Çağımız İslâm dünyasında özellikle tasavvuf muhitlerinde ve gelenekçi temayüllerin güçlü olduğu çevrelerde, hocası ile birlikte İbn Kayyim'e ilmî tenkit ve müsamaha



sınırlarını zorlayan ağır ithamların yapılmasının esasen bu tür akımlara ve yenileşmeci hareketlere karşı duyulan tepki ve öfke ile yakın bağlantısı bulunmaktadır. Yöntemi. İbn Kayyim'in yönteminin genel çizgileri "orta yolculuk", "gelenekçilik" ve "anlamcılık" olarak ifade edilebilir. Onun orta yolcu tutumunun sonuçları itikad, usul ve fürûa dair görüşlerinde açıkça görülmektedir. Bu anlayışını, İslâm dinini diğer dinler arasında ve Ehl-i sünn e t i diğer mezhepler arasında konumlandırırken de göstermiştir. Ona g ö r e müslümanlar diğer din mensupları arasında orta (vasat) olduğu gibi Ehl-i sünnet de mezhepler arasında ortadır (İHâmü'lmuvakkı'İn, 1, 336; Miftâhu dâri's-sacâde, II, 360-361; İğâşetü'l-lehfân, I, 116-118). İbn Kayyim'de gelenekçilik / Selefîlik anlayışının usule ilişkin yansımalarını görmek bakımından üzerinde durulması gereken hususların başında sahâbenin dindeki yeri gelmektedir. Gerek İbn Teymiyye'ye gerekse İbn Kayyim'e göre, Hanbelîlik akımının genel çizgisine de uygun olarak sahâbeye iktidâ etmeksizin Kitap ve Sünnet'ten hüküm çıkarma iddiasında bulunan kişi bid'at ve dalâlet ehlidir. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak İbn Teymiyye ve İbn Kayyim belli bir mezhebe bağlanmanın gerekmediği görüşünü savunmuşlardır. Çünkü bu bağlanma, ister istemez sahâbe ve tâbiîne doğrudan ulaşma ve başvurma imkânını ortadan kaldıracak, en azından bu mezhebin sistematik bütünlüğü açısından dikkate alınmayıp göz ardı edilen bazı sahâbî görüşlerinin saf dışı bırakılmasını gerektirecektir. Burada onların kamu otoritesine, halkı bir mezhebe göre davranmaya zorlama yetkisi tanımadıklarını da belirtmek gerekir. İbn Kayyim, mezhep imamlarına atfen devlet başkanının muayyen bir mezhebe göre hükmetmek şartıyla kadı tayin etmesi durumunda bazılarına göre şart ve tayinin, bazılarına göre de şartın bâtıl olacağını kaydeder (/c/âmü7-muua/c/acîn, II, 207). Aynı şekilde, hata edeceklerini kabul etmekle birlikte mezhep imamlarının faziletlerine dikkat çekmeleri ve g e r e k mezhep imamlarının gerekse diğer müctehidlerin söyledikleri bilinmeksizin Kitap ve Sünnet hükümlerinin sağlıklı olarak bilinemeyeceğini ileri sürmeleri ve onların görüşleri etrafında bir korumacılık söylemi geliştirmeleri de yine Selefîlik anlayışının bir tezahürü olarak değerlendirilmelidir. İbn Kayyim, fürû kitaplarında bulunan görüşlerin mezhep imamla111



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE rina nisbet edilemeyeceğini ileri sürdüğü



noktalarını da göstermektedir. İbn Kay-



(îne) satımını âyetlerde ifade edilen tica-



gibi m e z h e p müntesiplerinin çoğunun



yim'in sisteminde anlamcılık önemli ve



ret kapsamına almakla v e tahlîl (hülle)



kendi imamlarının görüşlerini yanlış an-



öncelikli bir yere sahiptir. Anlamcılık eği-



meselesini âyette ifade edilen "başka bir



ladığından da yakınmaktadır (a.g.e., IV,



liminin boyutları genel hatlarıyla şeriatın



koca" kapsamına dahil etmekle lafza ta-



184, 196). Eserlerinde mezhep imamla-



ruhunu ve esprisini kavrama, maslahatın



şıyacağının üstünde anlamlar yükledik-



rından, özellikle Şâfiî ve Ahmed'den bol-



dikkate alınması ve gerçekleştirilmesi,



lerini belirtir. Ancak İbn Kayyim bu hu-



ca nakilde bulunan İbn Kayyim m e z h e p



buna bağlı olarak zamanın değişmesiyle



susta bir ayırıma giderek ibadetler ala-



imamlarıyla değil bunların müntesiple-



hükümlerin değişmesi şeklinde gösteri-



nında lafızlara, m u â m e l â t ve akidlerde



riyle uğraşır ve İbn Hazm'ın yaptığı gibi



lebilir.



ise lafzın kendisine değil maksadına iti-



bütün amacı, m e z h e p imamlarının kişiliklerini v e ilmî ehliyetlerini eleştirmek olmayıp mezhepleri taklide az da olsa engel olmaktır. Gerek İbn Teymiyye gerekse İbn Kayyim, sahâbenin ve fıkıh imamlarının görüşlerinin dikkate alınmasının bir sonucu olarak ictihad v e taklit konusunda nisbeten esnek davranmışlardır. Buna göre herkes ictihad edemez ve taklit edilmesi câiz olan bir kimse taklit edilebilir. Fakat taklit eden kimsenin uyduğu görüşü öteki görüşlerden daha doğru saymaya hakkı yoktur. İmamların icmâı kesin hüccet, ihtilâfları da geniş rahmettir. Farklı bir yaklaşımla karşılaştırmak gerekirse İbn Teymiyye ve İbn Kayyim'in tam aksine İbn Hazm sahabe görüşlerine itibar e t m e m e k t e , ihtilâfı ve taklidi kötülemekte, herkesin gücü oranında ictihad etmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Özellikle İbn Kayyim, İbn Hazm'dan birçok konuda etkilenmiş olsa bile bu iki âlim ortaya koydukları teorik çerçeve ve sist e m bakımından taban tabana zıttır. Bir ıslah iddiasıyla yola çıktığı için İbn Kayyim'in fetvalarında toplumsal bozulma noktalarını, döneminde ortaya çıkan bid'at v e hurafeleri tesbit e t m e imkânı bulunabilir. Bu tavır aynı zamanda onun Selefî tutum v e yönteminin de tabii sonucudur. Nitekim kabir ziyaretinin esasen meşrû olduğu kanaatini taşımakla birlikt e özellikle bazı sâlih kişilerin kabrini ziyaret amacıyla yola çıkılmasını câiz görmemesi Şîa'nın meşhed haccma tepki olarak değerlendirilebilir. İnsanların kabir ziyaretini ne derece ileri götürdüklerine örnek olarak bir kişininMenâsikü



İbn Kayyim'in esasen İzzeddin b. Abdüsselâm ve İbn Teymiyye'yi takip ederek Kitap, Sünnet, sahabe sözleri ve sarih kıyas yanında yer verdiği "usûlü'ş-şerîa" ve "kavâidü'ş-şer'" gibi ifadelerin içeriği, kendisi tarafından da kullanılan vakkı'în,



(İ'lâmü'l-mu-



1, 312, 313) ve Şâtıbîtarafından



sistemleştirilen "makâsıdü'ş-şerîa" kavramının içeriğinden başka bir şey değildir. Şeriatın ruhunu anlama ifadesiyle kastedilen de budur. İbn Kayyim, Ahmed b. Hanbel'in pek sıcak bakmadığı, kendisinin de esasen ihtiyaç bulunmadığını söylediği teknik anlamdaki kıyas yerine, kıyası içermekle birlikte onu aşan v e içinde insanların maslahatını g ö z e t m e fikrini de taşıyan bu yaklaşımı alternatif olarak ortaya koymaktadır. Beyyine, akidlerde kastın rolü, akid hürriyeti, alacaklıların haklarının korunması, fuzûlînin tasarrufunun muteberliği gibi konular büyük ölçüde dinî-şer'î ahkâmın ruhunu anlama esprisiyle ele alınmıştır. İbn Kayyim bu esastan hareketle bazı nasların kayıtlanabileceğim öne sürer. Meselâ hayız görmekte olan kadının Kâbe'yi tavaf etmesini yasaklayan hadisin şeriatın usul v e kavâidiyle kayıtlanabileceğim söylemektedir (a.g.e., III, 21). Zaruret ve acz durumunda şâriin kelâmı onun şeriatının kavâid ve usulü ile takyit edilebilir, aynı şekilde imamların mutlak ifadeleri de onların kavâid ve usulü ile kayıtlanabilir (a.g.e., 111, 30; usûlü'ş-şerîa ve kavâidü'şşer' ifadelerinin kullanımları için bk. a.g.e., IV, 19; et-Turuku'l-hükmiyye,



s. 63, 128,



147-148, 201, 206).



bar etmenin gereğinden söz eder (a.g.e., I, 292). Zâhirîler'in anlayışının aksine İbn Kayyim'e göre akid ve şartlarda aslolan şâriin iptal ettikleri dışındakilerin sahih olmasıdır. İbadetlerde aslolan ise emredildiğine dair bir delil olmadıkça butlândır. İkisi arasındaki fark şudur: İbadet Allah'ın hakkı olduğu için Allah'a ancak elçilerinin diliyle emredilen şeylerle ibadet edilir. Akid, şart ve muameleler ise haram kılınmadıkça serbesttir (a.g.e., 1,338-349). İbn Teymiyye'nin, "Ruh ceset için ne ise niyet de amel için odur" sözü İbn Kayyim tarafından, "Kasıt akidlerin ruhu, niyet ise ibadetlerin ruhudur" şeklinde ifade edilmiştir. Mânaları dikkate alma anlayışının bir sonucu olarak tasarruflarda şekle ve lafzın dış anlamına bakılmayıp altında yatan anlamın dikkate alınması gerektiğini söyleyen İbn Kayyim, ribânın muamele diye adlandırılmasında olduğu gibi insanların haram şeylere nefse hoş gelen v e yadırganmayan isimler verdiklerinden yakınmakta ve Kur'an'ın anlaşılmasında olduğu gibi bu tür durumlarda da elbise konumundaki lafızlara değil anlamlara itibar e t m e k gerektiğini söylemektedir (Miftâhu dâri's-sa'âde,



I, 257-258).



İbn Kayyim'in örf ve maslahatı dikkate alma, zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi konusundaki düşüncesi de anlamcılık özelliğinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Genel olarak âdet ve geleneklerin, içindeyaşanan çevrenin, hatta hava, toprak, elbise ve gıdanın ahlâk ve davranışlar üzerinde etkisi bulunduğunu ifade eden İbn Kayyim'e göre in-



hacci'l-me-



Lafızların zâhirini aşıp özüne v e haki-



sanlar babalarına benzediklerinden da-



şâhid adlı bir kitap yazdığını söylemekte



katine inmenin gereğinden söz eden İbn



ha çok kendi zamanlarına benzerler. Bu



I, 197), gerek inanç ge-



Kayyim Zâhirîler'i eleştirir (! c lâmü'l-mu-



sebeple fetva zaman, mekân, âdet ve du-



(iğâşetü'l-lehfân,



rekse uygulama yönüyle bu konudaki aşı-



uakkı'ln,



I, 218; IV, 194). Çünkü lafızlar



rumların değişmesiyle değişir v e bunla-



rılıklara karşı ağır eleştiriler yöneltmek-



taabbüdî olmayıp anlamların vesileleri-



rın hepsi Allah'ın dinindendir (a.g.e., II,



tedir (a.g.e., I, 193-224). Mûsiki aleyhtar-



dir. Bu bakımdan "fıkh" "fehm"den daha



256-257; İ'lamü'l-muvakkfın,



lığı, mûsiki aletleri ve şarap kapları gibi



özel olup konuşanın maksadını anlamak-



201, 205). İbn Kayyim değişik vesilelerle örfün hakemliğine başvurmayı, örfün ge-



III, 3; IV,



eşyanın kırılması, şarap atölyelerinin yık-



tır. İbn Kayyim, laf izci grupta yer alan Zâ-



tırılması v e saptırıcı kitapların yırtılması



hirîler'in ve anlamcı grupta yer alan re'y



rektirdiği görüşün alınmasını önermek-



durumunda tazmin gerekmeyeceği şek-



ve kıyas ehlinin yanıldıkları noktalara işa-



tedir. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak in-



lindeki görüşleri (a.g.e., I, 224-268; Turu-



retle, meselâ lafızcıların bazı içecekleri



sanların hallerinin değişmesinin v e bo-



s. 253-254, 258), genel



hamr (şarap) kapsamından çıkarmak su-



zulmasının uygun başka bir görüşle amel



Hanbelî çizgiyle uyumlu olmasının yanın-



retiyle genel hükmü daralttıklarını ve an-



etmeyi gerektireceğini söylemiş, hatta



da o dönemdeki sosyal hayatın kırılma



lamı eksilttiklerini, anlamaların da iyne



zamanın değişmesi gerekçesiyle, "Bu hü-



ku'l-hükmiyye,



112



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE kümler adamların adam olduğu zaman içindi, şimdi ise durum değişmiştir" (etTuruku'l-hükmiyye, s, 189-190) diyerek bazı hadislerle amel edilmeyebileceğini ima etmiştir. Bu anlayışı sebebiyle İbn Kayyim'in örfü hukukun kaynakları arasına sokma yolunda ciddi bir adım attığı söylenebilir (örfün önemine işaret eden ifadeleri için bk. a.g.e., s. 23, 88, 91, 1 14, 170, 189, 193). Ancak İbn Kayyim dinde hükmü belirlenmiş bulunan vâcipleri, haramları ve cezaları değişebilir hükümler v e örfün etkisi dışında tutmaya özen gösterir (Iğâşetü'l-lehfân, 1, 330-334). Maslahat ve örf konusundaki yaklaşımları, onun sosyal değişme ve hukuk ilişkisi konusundaki görüşüne dair ipuçlarını içinde taşımaktadır. İbn Kayyim'in gelenekçilik yönü, salt korumacılık ve muhafazakârlık veya Selefin uygulamalarını aynen almak değil, büyük ölçüde Selefin verdiği hükümlerin mantığını kavrama ve onların gözettiği hedeflere öncelik verme çizgisinde geliştiği için onun gelenekçiliği hukukî görüşlerin zamana ve zemine göre değişebileceği anlayışına ters düşmez. Maslahat ve örf ekseninde fetvanın değişmesi meselesiyle ilgili olarak İbn Kayyim'in siyâset-i şer'iyye konusundaki görüşleri de dikkat çekicidir. Siyaset kavramının o dönemlerde yavaş yavaş alternatif hukukî düzenleme getirme temayülü gösterdiğini, bunun bir sebebinin de dinin aslından olmayan ve insanların ihtiyaçlarına cevap vermediği için değişmesi mümkün olan hükümlerin dinin mutlak v e genel hükümleri zannedilmesi olduğunu ifade eder. Siyaset konusunda orta yolcu bir tutum izleyen İbn Kayyim'e göre din kulların dünya ve âhiret maslahatlarını gerçekleştirme amacıyla gelmiş ve adaleti getirmiştir. Bu bakımdan âdil siyaset dinin kendisi sayılmasa bile bir cüzü ve dalıdır. İbn Kayyim'in siyaset için öngördüğü dine uygunluk şartı oldukça esnek ve geniş bir muhtevaya sahiptir. Buna göre bunun sının, dinin doğrudan bildirdiğine uygunluk değil ona aykırı olmamaktır. Bu bakımdan vahiy inmemiş ve Hz. Peygamber bir sünnet koymamış bile olsa insanların durumlarına uygun, toplumsal düzeni sağlayıcı kural ve tedbirler dine uygun siyaset çerçevesi içerisinde yer alır (et-Turuku'l-hükmiyye, s. 4, 1213, 103). Haram kılmayı (tahrîm) "tahrîmü ukübet" ve "tahrîmü sıyânet ve himâye" şeklinde ikiye ayıran ve Hz. Peygamber ile sahâbenin bazı uygulamalarını genel geçer



sabit bağlayıcı hükümler olarak değil maslahat düşüncesine dayalı siyaset olarak değerlendiren İbn Kayyim, bu gibi hükümlerin maslahata göre verilmiş cüzi bir siyaset olduğu için zamanın değişmesiyle değişeceğini ileri sürmekte ve bu hükümleri genel geçer ve kıyamete kadar ümmeti bağlayıcı hükümler olarak değerlendirmenin, her ne kadar böyle düşünenler de mâzur ve me'cûr kabul edilse de doğru olmadığını söylemektedir. İbn Kayyim'in bu kapsamda değerlendirdiği sahâbe uygulamaları arasında Hz. Ömer'in bir lafızda üç talâkı sırf cezalandırma amacıyla geçerli sayması, ümmüveledin satımının yasaklığı, ifrad haccını öngörmesi, Osman'ın insanları Kur'an'ın yazılışında tek harf üzere toplaması ve Ali'nin Râfizî zındıkları yakması sayılabilir (a.g.e., s. 16-19; Iğâşetü'l-lehfân, 1, 333,336).



maslahat sebebiyle mubah olur. Ribe'lfazlın ve haram vakitlerde nâfıle namazın yasaklanması da sedd-i zerîa kabilindendir. Bir lafızda üç talâkın tek talâk kabul edilmesi gerektiğini ileri sürerken bunun üç talâk sayılmasının şer*î hukukun genel ilkelerine ve naslara aykırılık içermesi yanında bu uygulamanın başta tahlîl (hülle) uygulaması olmak üzere yol açtığı olumsuz sonuçları da göz önünde bulundurmuş olmalıdır. Nitekim kendi döneminde de müslümanlar, bir lafızda üç talâkın geçerli kabul edilmesi ve bunun ardından yapılan hülle nikâhı sebebiyle o bölgede yaşayan hıristiyanlar tarafından ağır biçimde eleştiriliyor ve ayıplanıyordu. Bundan dolayı İbn Kayyim, bu konuda fıkıh doktrininde yerleşik genel kabulün eleştirisine ayrı bir önem vermiştir (muhallilin nikâhı ve bir lafızda üç talâk için bk. Iğâşetü'l-lehfân, I, 268-338).



İbn Kayyim'in anlamı dikkate alan yaklaşım tarzının bir yansıması da fetva konusundaki gerçekçiliğidir. İlâhî emirlerin sosyal hayata sekte vermeyecek şekilde anlaşılması gerekir. Bunun için de meselenin özüne ve ruhuna inmeye çalışmalıdır. Cezalandırmada suçlunun durumunun dikkate alınması gerektiğini belirtmesi (et-Turuku'l-hükmiyye, s. 244), nesep konusunda pek de mantıklı olmayan bazı görüşleri şâriin nesep bağını birleştirmeye aşırı arzulu olmasıyla izah etmesi (a.g.e., s. 201) ve zina isnadının ispatı konusunda şâriin daha sıkı davranmış olmasını bu suçun gizli kalmasını sağlama amacıyla açıklaması (a.g.e., s. 147) bu eğilimin izlerini taşır. Ona göre fakih "olan biten" ile "gereken" arasını uzlaştıran ve bunlar arasında uyum sağlayabilen kişidir (İ'lâmü'l-muvakkı'în, IV, 220). Bunu sağlayabilmek için de müftünün hür ve serbest fikirli olması, herhangi bir mezhebe bağlanmaması ve nereye varırsa varsın gerçeğin tarafında yer alması gerekir.



İbnü'l-Kayyim'e göre hiyel dinin temel kuralları, hikmetleri ve öngördüğü maslahatlarla uyuşmadığı gibi müctehid imamların usulü ile de uyuşmaz. Hile, özü itibariyle çirkin olan bir şeyi ismen ve sûreten güzel gösterme çabası olduğuna göre hem sedd-i zerîa düşüncesine hem de münasebet ve müessir illet düşüncesine aykırıdır. Bu sebeple hileye kapı açanların, Zâhirîler'i lafzın anlamını görmeyip zâhirine bağlandıkları için suçlaması bir çelişkidir (İ'lâmü'l-muuakkı'în, III, 159, 178, 182, 183, 187, 188) . Meselenin sosyopolitik yönüne çok az dokunmakla beraber onun bu konudaki gene! gözlemi hiyelin müslümanların siyasî hayatını bozduğu yönündedir. Hiyeli reddetmesinin temel sebebi bunun helâli haram, haramı helâl yapmanın aleti olarak kullanılmasıdır. Hiyelin hukukî geçerliğine karşı çıkmasının temelinde onun hüsün-kubuh anlayışının etkisi de vardır. Yasaklanan şey bizzat mefsedettir ve çirkindir. Allah'ın onu yasaklaması ona ayrıca bir çirkinlik ilâve etmiştir. Dolayısıyla bu şeyin mahiyeti ve hakikati değişmemişken onun isim ve suretinin değişmesi çirkin bir şeyin güzele dönüşmesini sağlamaz. Bununla birlikte bir hakkın ıskatını, bir helâlin tahrîmini veya bir haramın helâl kılınmasını içermeyen hile câizdir ve böyle hileler sıkıntılı bir durumdan kurtulmaya yaradığı için "vücûhü'l-mehâric mine'lmadâyık" diye adlandırılabilir (a.g.e., III, 189; IV, 21-22).



Onun anlamcılık özelliğinin yansımalarından biri de sedd-i zerîa (zerâi) ve hiyel konusundaki yaklaşımıdır. Sedd-i zerîa harama giden yolu kapatırken hiyel harama giden kapıyı açmaktadır; bundan dolayı da bu ikisi birbirinin zıddıdır. Sedd-i zerîanın önemini anlamak için ilim ve fıkıhtan biraz nasip almış olmak yeterlidir. İpeğin haram kılınması sedd-i zerîa kabilindendir. Bunun içindir ki normalde kadınlara mubah olan ipek ihtiyaç ve râcih maslahat sebebiyle erkekler için de mubah görülmüştür. Çünkü sedd-i zerîa için haram kılınan bir şey ihtiyaç ve üstün



Usul Görüşleri. Akıl ve vahiy arasında çatışma bulunmadığı noktasından yola çıkan İbn Kayyim hüsün-kubuh, dinî-şerl hükümlerin amacı ve peygambere ihti113



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE yaç gibi konulara nas merkezli bir açıklama getirir. Ona göre hüsün-kubuh meselesi v e peygambere ihtiyaç konusu dinin amacı konusuyla doğrudan bağlantılıdır. Dinin amacı bizâtihî Allah'ı tanıma (mârifetullah), O'nu sevme, O'na itaat etme ve yakınlaşmadır. İbn Kayyim, filozofların yaklaşımını tenkit ederken kullandığı üslûptan edinilen izlenimin aksine aklî hüsün ve kubhun varlığını kabul etmektedir. Fakat bunun, bazı Hanbelî usulcülerinin ona nisbet ettiği gibi (İbnü'n-Neccâr, i, 302) aklın tahsîn ve takbîh edeceği, vâcip ve haram kılacağı şeklinde anlaşılması zordur. Hüsün ve kubhun fiil için zâtı bir özellik olmasıyla fiilin zatından kaynaklanan bir özellik olması arasında fark gözeten İbn Kayyim birinci yaklaşımı savunur ve bunun zaman, mekân, ahval ve kişilerin değişmesiyle değişebileceğini ileri sürer (Miftahu dâri's-sacâde, 1, 52). Allah mârufu emreder, münkeri nehyeder demek akıl ve fıtrata uygun olanı emreder, aykırı olanı yasaklar demektir. Mâruf akılların tanıdığı, fıtratların güzelliğini ikrar ettiği şeydir. Vahiy akıl ve fıtratta mezkûr olanı açıklayıcı, onaylayıcı ve hatırlatıcı olarak gelmiştir (a.g.e., II, 19-22). İyi kimse amellerin sadece iyi olanına ülfet sağlar. Bu ameller de güzelliği hususunda peygamberlerin tebliğiyle selim fıtratların birleştiği ve sahih akılların tezkiye ettiği amellerdir. Dolayısıyla bu amellerin güzelliği hususunda din, akıl ve fıtrat buluşmuş ve ittifak etmiş olmaktadır.



yim değişik münasebetlerle şeriat naslarınm mâkul olduğuna, akıl, fıtrat ve şer' uyumuna, Kur'an'ın mûcebi olan hükmün aynı zamanda fıtratın mûcebi ve aklın muktezâsı olduğuna dikkat çeker. Ona g ö r e Allah ve Resulü kesinlikle, hissen veya aklen sünnetullahın bâtıllığı sonucuna götürecek hiçbir hüküm getirmemiştir. Bu bakımdan sarih akıl sarih vahye uygun olduğu için akılla vahiy çatışınca akıl takdim edilir demek hatadır. Ona göre âlemin fesadı re'yin vahye, hevânın akla takdim edilmesinden kaynaklanır. İbn Kayyim akıl-vahiy mutabakatı üzerinde önemle durmakla birlikte, "Nübüvvet âlemin ruhudur" diyerek (Miftahu dâri's-sa'âde, II, 179, 188) peygamberlere ihtiyacın zaruri oluşu konusunda titizlik göstermekte ve böylece aklı kontrol altına almayı ve sınırlamayı hedeflemektedir.



Özelde amellerin hüsün-kubuh açısından mertebeleri, genelde varlıkların hayır ve şer açısından mertebeleri üzerinde duran İbn Kayyim amelleri hâlis maslahat, hâlis mefsedet, râcih maslahat, râcih mefsedet ve ikisinin eşitliği şeklinde taksim ettikten sonra dinin ilk dördünü getireceğini, maslahat ve mefsedet yönleri eşit olan bir şeyi getirmeyeceğini söyler. Sırf maslahat ve sırf mefsedetin bulunup bulunmayacağı meselesinde ise hangi görüş alınırsa alınsın emredilenin maslahatının fazla olacağını söyleyerek uzlaşmacı bir tavır ortaya koyar. Ayrıca sırf maslahatla kastedilenin ne olduğunu belirlemek gerekir. Eğer sırf maslahat ile, mefsedetin bulaşmadığı, özünde saf maslahat olan şey kastediliyorsa bunun varlığında kuşku yoktur. Eğer meşakkatin bulunmadığı kastediliyorsa böyle bir şey mevcut değildir (a.g.e., II, 25-27).



Bu sıralamada dikkat çeken bir husus, daha önce Şâfiî'de de görüldüğü üzere Kitap ve Sünnet arasında mertebe farkı gözetilmeksizin her ikisinin "naslar" başlığı altında birinci sırada gösterilmesi, diğer bir husus da icmâın isim ve sonraları kazandığı içerik olarak bu sıralamada yer almamasıdır. Bunun sebebi Ahmed b. Hanbel'in icmâ konusundaki farklı yaklaşımıdır. Ahmed b. Hanbel, insanların ihtilâf etmiş olabileceğini göz önünde bulundurup icmâ iddiasına genel olarak sıcak bakmamış ve muhalifi bilinmeyen görüşün icmâ olarak nitelendirilmesi görüşünün Bişr b. Gıyâs el-Merîsî ve Ebû Bekir el-Esam'dan çıktığını ifade edip, "İcmâ vardır" demektense, "Bu konuda hilâf bilmiyorum" demenin daha doğru olacağını ileri sürmüştür. İbn Kayyim de müctehid imamların, baştan beri Kitap ve Sünnet'i icmâa takdim edegeldikierini v e deliller sıralamasında icmâı üçüncü mertebeye koyduklarını, Kitap ve Sünnet varken icmâa gidilmeyeceğini ifade



Şeriatta kıyasa aykırı bir şey bulunmadığını gösterme konusunda İbn Tteymiyye'nin yaklaşımını devam ettiren İbn Kay-



1. Kitap ve Sünnet. İbn Kayyim'e göre fıkhın kaynaklan (usul) genel olarak Kitap, Sünnet ve birleştirici bir delille bu ikisinin anlam çerçevesine giren olmak üzere üçtür (İ'lâmü'l-muuakkı'în, II, I9l). Bu genel ifade, Ahmed b. Hanbel'in fetvalarını dayandırdığı asıllarda açılımını bulur. Buna göre usul, a) naslar (Kitap ve Sünnet), b) muhalifi bilinmeyen sahâbe fetvaları, c) farklı görüşlerin bulunması durumunda aralarından birinin seçilmesi, d) mürsel ve zayıf hadis, e) zaruret durumunda yani bunların yokluğunda kıyastır (a.g.e., I, 29). İbn Kayyim büyük ölçüde bu beş asla dayanmaktadır.



edip meçhul icmâ ile amel etmenin naslara muhalefet sonucunu doğuracağını söylerken bunu kastetmiş olmalıdır (a.g.e., II, 246-248). İbn Kayyim ve İbn Teymiyye, belki de yerli yersiz icmâ iddiasının yaygınlığını göz önüne alarak icmâın inkârının küfrü gerektirmeyeceğini savunmuşlardır. Onların böyle esnek ve yumuşak bir tavır takınmalarının arkasında, siyaseten verildiğini iddia ettikleri hükümler üzerinde gerçekleşmiş bulunan birtakım icmâlara aykırı görüş açıklamaları durumunda kendilerine yönelecek tenkitleri hafifletme amacının bulunduğu da düşünülebilir. Ancak İbn Kayyim, yukarıda belirtilen deliller hiyerarşisinde görüldüğü ve başka ifadelerinden de anlaşıldığı üzere (et-Turuku'l-hükmiyye, s. 179) muhalifi bilinmeyen sahâbe sözlerini bir anlamda icmâ mertebesinde tutmakta, hatadan korunmuşluğun (ismet) belli bir grup için değil ümmetin toplamı için söz konusu olduğunu, yaygın şekilde bilinen hükümlerin icmâ olacağını (a.g.e., s. 198) dile getirerek icmâ konusunda yaygın anlayışa yakın bir konuma gelmektedir. Bununla beraber bir asırda sünneti bilen ve ona çağıran bir kimsenin bulunması durumunda o kimsenin hüccet, icmâ, sevâd-ı a'zam ve müminlerin yolu olacağını belirtmesi (İğâsetü'l-lehfân, I, 70) onun farklı bir çizgide bulunduğunu göstermektedir. İbn Kayyim'e göre Allah, Hz. Peygamber'e neyi kastettiğini açıklama yetkisi verdiği gibi ona kendi adına kendiliğinden hüküm koyma (teşri') yetkisi de vermiştir. Resûl-i Ekrem, Allah'ın hâs ve âm ifadelerle kastettiği anlamı açıklamış, hüküm ve fetvaları da kitap kaynaklı ve ona uygun olmuştur. Hatta Hz. Peygamber'in bütün kelâmı Allah adına yapılmış açıklamadır (et-Turuku'l-hükmiyye, s. 70; l'lamü'l-muuakkfln, II, 313). Kendisine teşri' yetkisi tanındığı için Resûlullah Kur'an nassına ilâve hüküm koyabilir. Nitekim Selefin ve Ehl-i sünnet'in temel özelliği, Hz. Peygamber'den sahih olarak gelen bir şeyi hiçbir insanın sözü sebebiyle terketmemesidir. Vahiy kaynaklı kabul edilen sünnet, a) münzel kitapların getirdiğine uygun sünnet, b) Allah'ın kitabını tefsir eden, Allah'ın muradını açıklayan ve mutlakını takyit eden sünnet, c) kitabın kaydetmediği bir hükmü içeren ve o hükmü ilk defa olarak açıklayan sünnet olmak üzere kitap karşısında üç konumda bulunur. Bu üç kısımdan herhangi birini reddetmek câiz olmadığı gibi kitabın karşısında sünnetin dördüncü bir konumu



114



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE da yoktur. Dolayısıyla Kur'an'a aykırı ve



imanın gereği olduğunu ifade eder (a.g.e.,



ni, sahâbî dışındakilerin taklidinin ise en



onunla çelişkili olan sahih bir tek sünnet



I, 50). Ona göre bir lafzın Selefin dilinde-



fazla câiz sayılacağını belirtir (a.g.e., II,



vârit olmamıştır (İ'lâmü'l-muuakkfîn,



II,



ki kullanımıyla sonradan kavuştuğu te-



262). Bununla birlikte, "Sahâbe v e tâbiî-



s. 72; Hz. Pey-



rimsel anlamı arasındaki farka dikkat et-



nin rehberliğinden daha mükemmeli yok-



gamber'in beyanını on kısımda değerlen-



m e m e k v e Kur'an'ı sonraki terminoloji-



tur" diyerek (a.g.e., IV, 195) tâbiînin gö-



dirişi ve taksimin ayrıntıları için bk. İ'lâ-



y e g ö r e anlamak doğru değildir (meselâ



rüşlerini de bir anlamda sahâbe görüş-



II, 314-316). İbn Kayyim,



nesh lafzı için bk. a.g.e., I, 35-36, 40, 90,



leri mertebesine yükseltmesi ve Selefin



hadisin kabulü konusunda sıkı şartlara



98; beyyine kavramı için bk. a.g.e., I, 98;



görüşlerine bazan isim sayarak, bazan



başvurmayan geleneğin temsilcisi oldu-



mezhep imamlarının kerâhet kavramını



"mezâhibü's-Selef" diyerek sıkça atıfta



ğunun bilinciyle ve iddialı bir şekilde ken-



tahrîm için kullanmaları hususunda bk.



bulunması (et-Turuku'l-hükmiyye,



dilerinin bir re'y, kıyas veya şahsı taklit



a.g.e., I, 39). Mezhebî iddialarla Kur'an



onun tâbiînin taklidine de sıcak baktığı,



sebebiyle muhalefet ettiği sahih, sarih ve



yorumlanmaz v e lügat o iddialara ham-



en azından karşı çıkmadığı şeklinde an-



mensuh olmayan bir tek hadis bile gös-



ledilmez (Zâdü'l-me'âd,



laşılabilir.



terilemeyeceğini ileri sürer. Hatta hadi-



hebi destekleme aşırılığı ve taassubu ki-



se m u h a l e f e t endişesiyle ve A h m e d b.



şiyi sarih sahih sünnete karşı çıkmaya gö-



307; et-Turuku'l-hükmiyye,



mü'l-muvakkfîn,



IV, 18). Bir mez-



Hanbel'in yaklaşımına uygun olarak teâ-



türmemelidir (a.g.e., IV, 162). Aslolan de-



ruz durumunda farklı iki hadisin getirdi-



lile, delilin gerektirdiğine uymaktır. İbn



ği iki hükmün ayrı ayrı sünnet olabilece-



Kayyim delil sözüyle genel olarak Kitap,



ğini iddia eder (İ'lâmü'l-muvakkı'în,



I,



Sünnet, sahâbe sözleri v e Arap dilini kas-



s. 264).



t e t m e k t e d i r ( e t - T u r u k u ' l - h ü k m i y y e , s.



330, 367; et-Turuku'l-hükmiyye,



İbn Kayyim özellikle Hanefî usulcülerce



182).



s. 153)



3. Kıyas. İbn Kayyim hükümlerin ta'lîl edilmesinin, dolayısıyla kıyasın içinde yer alacağı kavramsal çerçeveyi oluşturma sadedinde halk ve emir (yaratma ve buyurma) kavramlarına özel bir önem atfeder. Yaratmanın da buyurmanın da kaynağı rabbin ilmi ve hikmetidir. İbn Kayyim emir kavramını, "Allah'ın açıklamak / göstermek üzere elçiler gönderip kitap-



ortaya konulan, kitabın zâhirine veya usu-



Siyak-sibakve Kur'an bütünlüğü mut-



le (kıyas) aykırı olduğu gerekçesiyle ya da



lak surette dikkate alınmalıdır (a.g.e., s.



lar indirdiği şeriat ve din" olarak ifade



Kur'an'daki hükme ilâve getiren haber-i



70-71, 162). Herhangi bir âyet Kur'an'ın



eder. Buyurmanın kaynağının rabbin hik-



vâhidin Kur'an'daki hükmü neshetmiş



genel esprisine ters düşen bir anlamda



meti olarak belirtilmesi, nasların ta'lîl



olacağı, bunun için de amelden düşürül-



yorumlanamaz. Nasların zâhirine v e laf-



edilebileceğini hissettirdiği gibi teşrî'de



mesi gerektiği şeklinde sonradan oluş-



zına bağlı kalmayıp esnek ve genel anlam-



maslahatın dikkate alınacağını da göster-



turulan bazı kurallar sebebiyle hadislerin



da yorumlanması gerektiğine işaret ede-



mektedir. İbn Kayyim ta'lîl konusunda,



reddine karşı çıkmaktadır



rek bazı nasların nihaî belirleme değil tem-



Zâhirîler'in ve Eş'arîler'in hilâfına İbn Tey-



(İ'lâmü'l-mu-



(İğâşetü'l-lehfân,



miyye ve Necmeddin et-Tûfî gibi Allah'ın



s. 72-74, 169). Deliller hi-



I, 104), yine cüzi-hâs nübüvvet kelâmının



fiil ve emirlerinin illet, hikmet v e masla-



yerarşisinde zayıf hadisle amele yer ver-



küllî-âm kılınamayacağı gibi küllî-âm ola-



hata dayalı olduğunu kabul etmektedir



mekle birlikte bazı hadislere ilişkin ten-



nın da cüz'î-hâs kılınamayacağını belirtir



(Miftâhu dâri's-sacâde, I, 522;



kitleri bulunan İbn Kayyim



(Ahmed Mâhir el-Bakarî, s. 64).



reteyn, s. 154-157). Hükümlerde illet v e



vakkfîn,



I, 316; II, 293, 294-307; et-Turu-



ku'l-hükmiyye,



vakkı'în,



(I'lâmü'l-mu-



I, 203; et-Turuku'l-hükmiyye,



s.



sil kabilinden olduğunu



2. Sahâbî Sözü. Sahâbenin ictihad ya-



176, 177, 200, 213), hadisin umde olarak



parken bazan isabet, bazan hata edebi-



kullanılması ile istişhâd amacıyla kullanıl-



leceğini, fakat her iki halde de ecir kaza-



ması arasında fark gözetir ve isnadında



nacağını söylemekle birlikte İbn Kayyim'e



zayıflıklar bulunan bazı hadisleri onlara



göre sahâbîler ümmetin en fakihi, en âli-



dayanmak maksadıyla değil istişhâd mak-



mi v e dinî ahkâmın maksat ve hikmetle-



sadıyla zikrettiğini belirtir



rini en iyi bilen kişilerdir. Sahâbenin bil-



vakk'în,



(Tlâmü'l-mu-



I, 346, 348; iğâşetü'l-lehfân,



I,



156).



gileriyle sonrakilerin bilgileri arasındaki fark bunlarla onların faziletleri arasındaki



Bütün çabasını naslara itibarın yeniden



fark gibidir (İHâmü'l-muvakkfm,



I, 175).



tesisine harcayan İbn Kayyim, nasların



İbn Kayyim, sahâbenin Hz. P e y g a m b e r



-özellikle kendi zamanını k a s t e d e r e k -



hayatta iken verdiği fetvaları iki katego-



adına sikke basılan, hutbe okunan, fakat



ride değerlendirir. Buna göre bir sahâbî-



geçerli bir hükmü ve yetkisi olmayan âciz



nin verdiği f e t v a e ğ e r Hz. P e y g a m b e r ' e



halife derecesine indirildiğini söyleyerek



ulaşmış ve Hz. Peygamber de o fetvayı ik-



Tarîku'l-hic-



hikmetin dikkate alınması konusunda da orta yolu tutan İbn Kayyim, İbn Hazm v e taraftarlarının şâriin hükmü bağladığı anlamları ve hikmetleri dikkate alma kapısını kendi üzerlerine kapadıklarını ve bu yüzden ilimden büyük bir payı kaçırdıklarını, buna karşılık şâriin şehâdet etmediği illetleri ve kıyasların kapısını re'y ile açanların da birçok bâtıla saplandıklarını ve birçok gerçeği kaçırdıklarını ifade ettikten sonra bu iki grubun ifrat v e tefrit içinde olduğunu söylemektedir (et-Turuku'l-hükmiyye,



s. 120-121, 214). İbn Kay-



yim'in ta'lîlde hikmet ve maslahatın dikkate alınmasına sıcak baktığı hususu, onun sosyal d e ğ i ş m e ve hukuk ilişkisini



s. 42) naslara hakkının



rar etmişse o hüküm, sahâbenin fetvası



verilmediğinden yakınır ve naslara hak-



olmak bakımından değil Hz. Peygamber'in



kının verilmesi durumunda mevcut ihti-



ikrarı bakımından hüccet olur. İkinci ola-



lâfların çoğunun ortadan kalkacağını ile-



rak da sahâbîler Hz. Peygamber'den teb-



İbn Kayyim kıyas konusunu, nasların



ri sürer (Miftâhu dâri's-sa'âde, II, 58). İbn



liğde bulunan kimse sıfatıyla f e t v a ver-



bütün olayların hükümlerini içerip içer-



(İctimâ'u'l-cüyûş,



maslahat ve siyaset temelinde incelemesinde görülmektedir.



Hazm'ın daha önce ifade ettiği gibi bü-



mişlerdir ki bu durumda onlar taklit eden



mediğine ilişkin teorik tartışma ile bağ-



tün âlimlerin görüşlerinin Kitap ve Sün-



ve taklit edilen konumunda değil râvi ko-



lantılı kılmış ve Sünnî usulcülerin çoğun-



net'e arzedilmesi gerektiği üzerinde du-



numundadır (a.g.e., II, 251). İbn Kayyim,



luğu tarafından da ifade edilen "nasların



rur (İclâmü'l-muuakkıcîn,



II, 278) ve resu-



mezhep imamları ve âlimlerin çoğunlu-



sayılı ve sınırlı, olayların ise sınırsız oldu-



lün getirdiklerine aykırı olan her türlü



ğunun sahâbe sözlerinin uyulması gerekli



ğu, dolayısıyla sınırlının sınırsızı içerme-



görüş v e uygulamaya karşı mücadelenin



bir hüccet olduğu görüşünde birleştiği-



sinin imkânsız olduğu" şeklindeki anlayı115



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE şa karşı çıkmıştır. İbn Kayyim'e göre bu gerekçe birkaç yönden geçersizdir. Öncelikle tek tek fertleri sınırsız şeylerin türler haline getirilerek sınırlandırılması mümkündür ve bu türlerin hükümleri belirtildiği vakit bu türler içinde yer alan sonsuz sayıdaki fertlerin hükümleri de belirtilmiş olur. İkinci olarak fiillerin, hatta arazların türleri sınırlıdır. Meselâ akrabalar evienilmesi mubah olan ve olmayan diye iki türe ayrılır. Yine abdesti bozan şeyler belli bir sayı ile sınırlandırılabilir ki bu durumda geri kalan hallerin abdesti bozmayacağı anlaşılmış olur. Ayrıca beyan konusundaki bütün kusurlarına rağmen mezhep mensupları, kendi mezheplerine göre helâl veya haram olan şeyleri kuşatan toplayıcı genel kurallar koyarak mezheplerini belirleyebiliyoriar da Allah ve cevâmiuT-kelim olan peygamber mi helâlleri ve haramları ifade edemiyor? Meselâ Hz. Peygamber'in, "Sarhoş edici olan her şey haramdır" sözü, hangi bitki veya maddeden yapılmış olursa olsun sarhoş edici olan her şeyi içine alır; dolayısıyla sarhoş edici özellikteki içeceklerin haramlığına hükmetmek için kıyasa gerek yoktur. Bu sebeple kıyas, şahit ve tâbi konumunda olup nasların delâlet etmediği hiçbir hükmü müstakillen ispat etmez. İbn Kayyim, nasların bütün olayları kuşatıp kuşatmadığına ilişkin bu temel teorik görüş ayrılığının daha alt bir alan olan kıyas konusuna da aynı şekilde yansıdığını ve kıyas hususunda üç farklı yaklaşımın bulunduğunu belirtir. Bir grup kıyası bütünüyle inkâr etmiş, bir grup onu kabul etmekle birlikte hikmeti, ta'lîli v e uygun anlamları inkâr etmiş, bir grup da nasların bütün olayları içermediğini v e bazı hükümleri kıyasa havale ettiğini ileri sürmüştür. Bu üçüncü grubun aşırıları hükümlerin büyük çoğunluğunun kıyas yoluyla belirleneceğini, ılımlıları ise başka türlü belirleme imkânı olmayan birçok hükmün kıyas yoluyla belirleneceğini söylemiştir. Her üç yaklaşımın da tutarsızlık, çelişki ve bozukluk içerdiğine temas eden İbn Kayyim doğru görüşün bunlar dışında olduğunu söyler. Ona göre bu konudaki doğru görüş, nasların bütün olayların hükümlerini içine aldığı şekildedir. Allah ve elçisi insanları herhangi bir re'y veya kıyasa havale etmemiş, aksine bütün hükümleri açıklamışlardır. Dolayısıyla naslar bütün hükümlere yeter. Sahih kıyas da haktır ve naslara uygundur. Bu üç gruptan her biri, gerçeğe giden yollardan birini kendisine kapadığı için



başka bir yolu kapasitesinin üzerinde genişletmeye mecbur kalmıştır. Kıyası inkâr edenler temsil ve ta'lîlin, maslahat ve hikmetlere itibarın kapısını kapadıkları için nasların zâhirlerini ve istishâbı genişletmek zorunda kalmış ve bu ikisine ihtiyaçtan fazla yük vurmuşlardır. Bunlar nastan bir hüküm anladıklarında sadece o hükmü ispat etmiş ve arkasında bulunan anlama önem vermemişlerdir. Nastan bir hüküm anlayamadıkları durumlarda ise o nassı bırakıp istishâba yönelmişlerdir. Her ne kadar naslara önem verme, onları koruma ve üstün tutma re'y, kıyas ve taklidi nassın önüne geçirmeme, kıyas ehlinin tutarsızlıklarını gösterme gibi hususlardaki tavırları güzel ise de bunlar dört noktada hata etmiştir. 1. Sahih kıyası inkâr etmeleri. 2. Delâleti sadece lafzın zâhirine hasredip nassın ima, tenbih, işaret ve muhataplar nezdindeki örfünü dikkate almadıkları için nasları anlamada kusurlu davranmaları. 3. İstishâba gereğinden fazla yük yüklemeleri ve nakledici delil olmadığı gerekçesiyle istishâbm gerektirdiği hükme kesin gözüyle bakmaları. Halbuki bir şeyi bilmemek o şeyin yokluğunu bilmek anlamına gelmez. 4. Müslümanların akid, şart ve muamelelerinin sıhhat yönünde bir delil olmadıkça butlâna hamledileceğine -istishâb yoluyla- kanaat getirmeleri ('Tlâmü'l-muvakkfîn, 1,338-349). İbn Kayyim, isim vermemekle birlikte kıyası inkâr edenlere ilişkin olarak söylediklerinde öncelikle İbn Hazm'ı kastetmekte ve kıyas bahsinde bir anlamda İbn Hazm ile kıyası benimseyen yaygın Sünnî görüşün arasında bir denge ve uzlaşma noktası bulmaya çalışmaktadır. İbn Kayyim, re'y ve kıyas ehlinin naslara itina göstermediği ve nasların hükümlere yeterli ve şâmil olduğuna kanaat getirmediği için re'y ve kıyas yollarını genişlettiğini, kıyâsü'ş-şebehi kabul ettiğini, şâriin dikkate alıp almadığı bilinmeyen vasıflara hüküm bağladığını ve yine şâriin hükme gerekçe yapıp yapmadığı bilinmeyen birtakım illetler istinbat ettiğini söylemiş ve sonuçta nasların birçoğu ile kıyas arasında teâruz bulunduğunu ifade durumunda kaldığını, bazan nasları kıyasa, bazan da kıyası naslara takdim ederek kararsız bir çizgi takip ettiğini ve bunun bir sonucu olarak da birçok hükmün kıyasa aykırı olarak sabit olduğunu savunmak zorunda kaldığını ileri sürmüştür. Bunlar beş yönden hata etmiştir, a) Nasların bütün olayları açıklamaya yetmeyeceğine kanaat getirmeleri, b) Birçok nassa re'y ve kıyas ile muâraza et-



meleri. c) Şeriat hükümlerinin birçoğunun kıyas ve mîzana (adi) aykırı olduğuna kanaat getirmeleri, d) Bir yandan şâriin itibar edip etmediği bilinmeyen birtakım vasıf ve illetlere itibar ederken öte yandan şâriin itibar ettiği birtakım vasıf v e illetleri ilga etmeleri, e) Bizzat kıyas hususunda çelişkiye düşmeleri (a.g.e., I, 349350). Kıyasa ilişkin mevcut görüşleri tenkit ettikten sonra İbn Kayyim bu konuda kendi görüşünü üç maddede ortaya koymaktadır. 1. Naslar hükümler için yeterli olup re'y ve kıyasa başvurmaya gerek bırakmamaktadır. 2. Nas varken re'y, kıyas ve ictihad bâtıldır. 3. Şeriatın bütün hükümleri sahih kıyasa uygundur ve Hz. Peygamber'in getirdiği şeyler arasında mîzana ve sahih kıyasa aykırı hiçbir şey yoktur. İbn Kayyim'e göre naslar insanları asla kıyasa muhtaç bırakmamıştır ve nasta her türlü re'y, kıyas, siyaset ve istihsandan müstağni kılacak yeterlilik ve zenginlik vardır. Fakat nasların yeterliliği Allah'ın kuluna vereceği anlama yeteneği şartına bağlıdır (a.g.e., I, 267-268, 350). Nasların delâleti hakikî delâlet ve izâfî delâlet olmak üzere iki kısımdır. Hakikî delâlet konuşanın kastına v e iradesine tâbidir ve bu delâlet değişme göstermez. İzâfî delâlet ise işitenin anlayış, kavrayış, sağlam düşünüş ve zihin berraklığına ve bunun yanında lafızları ve lafızların mertebelerini bilmesine bağlıdır. Dolayısıyla bu delâlet, işitenlerin anılan hususlardaki farklılığına göre değişiklik gösterir. İbn Kayyim, kıyas konusunda Zâhirîler'i ve re'y ehlini aşırı olarak niteleyip kendisinin orta yolu tercih ettiğini belirterek kıyas karşıtlarının üslubuyla re'y ehlini v e yer yer Şâfiîler'i ve Hanbelîler'i tenkit etse de (a.g.e., I, 222) her şeyin hükmünün naslarda bulunduğu anlayışı ve bu görüşün temellendirilmesi konusunda kendisiyle öteki usulcüler arasında ciddi bir fark bulunmamaktadır. Çünkü onlar da her şeyin hükmünün naslarda bulunduğunu, fakat bazı hükümlerin lafız, bazılarının ise anlam olarak bulunduğunu ve kıyasın anlam olarak naslarda mevcut hükümlerin anlaşılmasının yolu olduğunu belirtmişlerdir. İbn Kayyim bu yaklaşımıyla bir anlamda, usulcülerin teknik kıyasına veya daha doğru bir ifadeyle nasları gerek tek tek gerekse birbirine ekleyerek gereği gibi değerlendirmeden önce kıyasa başvurmalarına karşı çıkmış olmaktadır. Prensip olarak hikmet ve maslahata riayeti kabul ettiği için İbn Kayyim genel



116



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE anlamda kıyas yanında istihsan ve istis-



almak, aykırı olanlara iltifat etmemektir.



ulaştığı sonucu, "Allah bunu vâcip kılmış-



lâha da sıcak bakmaktadır. İstishâb ve



Durumu açıklığa kavuşmayan görüşlere



tır, haram kılmıştır, mubah kılmıştır veya



önceki şeriatlar konusunda öteki usul-



gelince, bunlar sonuçta uymanın vâcip



Allah'ın hükmü budur" diye ortaya koy-



cülerden pek farkı yoktur. İstishâbın be-



değil câiz olduğu içtihadı meseleler kap-



ması câiz o l m a z (a.g.e.,



râet-i asliyye istishâbı, aksi sabit olun-



samındadır. Kimseyi bu görüşle ilzam et-



230). İbn Kayyim'in bu yaklaşımı, İbn



I, 39, 43-44; II,



caya kadar şer*î hükmü ortaya koyan vas-



meksizin v e bunun hak, ötekilerin bâtıl



Hazm'ın kıyas, istihsan v e taklit yoluyla



fın istishâbı ve tartışma konusunda icmâ



olduğunu söylemeksizin buna uymak câ-



ulaşılan hükmün Allah ve resulüne isna-



istishâbı olmak üzere üçe ayrıldığını be-



izdir. Mukallitler ise bu yolu tersine çevi-



dının haram olduğu (İbn Hazm, VI, 152)



lirttikten sonra birinci tür istishâbın, Ha-



rerek Allah'ın kitabını, elçisinin sünnetini



görüşüne göre daha mutedil görülebilir.



nefîler'e g ö r e bir durumun devam etti-



v e elçinin halife v e arkadaşlarının görüş-



ğini göstermeye değil " d e r e uygun, Mâ-



lerini taklit ettikleri kişinin görüşlerine



likîler'in, Şâfiîler'in ve Hanbelîler'in ço-



arzetmişler, uydukları kişinin sözüne uy-



ğunluğuna göre ise bir durumun devam



gun olanları almışlar, ötekileri almamak



ettiğini g ö s t e r m e y e uygun olduğunu,



için çareler uydurmuşlardır (a.g.e., II, 226-



ikinci tür istishâbın hüccet olduğu konu-



228; el-Fürûsiyye,



sunda pek ihtilâf bulunmadığını v e üçün-



müctehid imamların görüşleri suyun yok-



cü tür istihâbın hüccet olup olmadığının



luğunda başvurulacak t e y e m m ü m gibi-



ise tartışmalı olduğunu söyler



(a.g.e.,



dir. Mukallitler ise müctehidlerin görüş-



I, 339-344; kıyas berâet-i asliyye için bk.



lerini öne alarak Kitap, Sünnet v e sahâbe



a.g.e., I, 261). Ayrıca önceki şeriatlar ko-



sözlerini suyun yokluğunda başvurulacak



nusunda dört imamın olumlu kanaatini



t e y e m m ü m menzilesine indirmişler ve



zikreder.



su varken t e y e m m ü m etmişlerdir. Daha



İbn Kayyim M e d i n e ehlinin amelinin hüccet olamayacağı görüşündedir. Çünkü amel, sünneti belirlemenin ölçüsü değil tam aksine sünnet ameli belirlemenin ölçüsüdür; dolayısıyla sünnet hangi ameli destekliyorsa o amel muteberdir. Öte yandan muhalefet edilemeyecek olan amel, bir b e l d e d e oturan bir g r u p sahâbînin ameli olmayıp sahâbenin bütününün amelidir (iHâmü'l-muuakkı'în,



11, 380-



396).



s. 342-343). Halbuki



sonra gelenler ise büsbütün ileri giderek müftü ve hâkimin karşılaştığı olayda Kitap, Sünnet v e sahâbe sözlerine bakmasının câiz olmadığını, uydukları v e taklit ettikleri kişinin sözüne başvurması gerektiğini söylemişlerdir. IV. (X.) yüzyıldan sonra bir adamın peşine düşüp onun f e t valarını şâriin nasları yerine koymak, hatta nasların önüne alıp onu taklitle yetinmek âdeti ortaya çıkmıştır (İ'lâmü'l-muuakkı'în, II, 248-263).



İbn Kayyim, A h m e d b. Hanbel'i Ehl-i sünnet'in imamı şeklinde tavsif e d e r e k ona diğer imamlara g ö r e daha öncelikli bir yer verip onun dayandığı esasları ölçü kabul etmekle birlikte mezhep taassubuna şiddetle karşı çıkar



(et-Turuku'l-hük-



mlyye, s. 156,246,248) v e yerine göre diğer mezhep imamlarının görüşlerini tercih eder (a.g.e., s. 31, 51,192,235). Ahmed b. Hanbel'in görüşleri arasında da seçmeci davranmış, ona atfedilen bazı fikirlerin onun usul v e görüşüne uygun düşmediğini ileri sürmüş



(I'lâmü'l-muuak-



kı'în, 1,310,319), bazı görüşlerini de mezhep g e r e ğ i değil salt yorum olarak değerlendirmiştir



(et-Turuku'l-hükmiyye,



s. 293). Bu kadar serbest ve seçmeci davrandığı halde Hanbelî mezhebi içinde kalabilmesinde, Ahmed b. Hanbel'den bir konuda birkaç farklı görüş rivayet edilmesinin sağladığı rahatlığın da rolü bulunmaktadır. Eserleri. İbnü'l-Cevzî, daha kalıcı olduğu düşüncesiyle telifi ö ğ r e t i m e tercih



4. İctihad ve Taklid. İbn Kayyim, taklid



Muayyen bir m e z h e b e intisap e t m e k



ederken İbn Kayyim ikisini bir arada yü-



karşıtlığının v e serbest ictihad düşünce-



gerekli değildir. Devlet başkanının kadı-



rütmeye çalışmıştır. Kitap telifi konu-



sine sahip olmasının bir sonucu olarak ic-



ya belli bir m e z h e b e g ö r e hükmetmesi



sunda Ahmed b. Hanbel'in olumsuz tav-



tihad kapısının kapanmasını kabul etmez.



şartını koşması durumunda bu şart ge-



rını, Kitap ve Sünnet'le meşguliyetten v e



İctihad kapısının kapanması anlamına ge-



çersizdir. Bir m e z h e b e mensup mücte-



onların savunmasını yapmaktan uzaklaş-



len, belli bir dönem veya belli kişilerden



hid, başka bir imamın görüşünü bir delil



ma gerekçesiyle açıkladıktan sonra Kitap



sonra o zamana kadarki mevcut görüşler



sebebiyle tercihe daha uygun bulmuşsa



v e Sünnet'e aykırı re'y ve mezhepleri ip-



arasında seçim yapmanın câiz olmadığı



bu görüşü kendi imamının usulüne göre



tale dair kitap yazmada bir sakınca bu-



şeklindeki anlayışları zikrederek bunları



tahrîc e d e r e k bununla f e t v a verebilir



lunmadığını, hatta bunun yerine göre vâ-



şiddetle eleştirir (a.g.e., II, 275-277). Fa-



(a.g.e., III, 283-284; IV, 185, 238, 261-263).



cip, yerine göre müstehap v e yerine gö-



kat fürû-i fıkıh v e Arapça bilgisi olmayan



Müftü, bir meselede başkasının mezhe-



re mubah olduğunu belirtmiştir



v e usulcülerin kurallarını bilmeyen kişi



binin kendisinin taklit ettiği mezhepten



ruku'l-hükmiyye,



(et-Tu-



s. 255-256). Herhangi



için ictihad ehliyeti asgari düzeyde dahi



daha üstün v e delil bakımından daha sa-



bir ilimde otorite sayılmasa da kelâm,



gerçekleşmiş olmayacağı için bu kişilerin



hih olduğunu bile bile kendi mezhebine



tefsir, hadis, fıkıh ve usûl-i fıkıhta derin-



doğrudan hadislerden hüküm çıkarma-



göre fetva vermekten kaçınmalıdır. Müf-



leşmiş olduğu belirtilen İbn Kayyim'in



ları, fetva vermeleri v e onunla amel et-



tüye herhangi bir imamın görüşü sorul-



kaynaklarda 100'e yakın eserinin adı geç-



meleri uygun değildir. Bunların bilenlere



muşsa onun görüşünün ne olduğunu söy-



m e k t e olup bunların önemli bir kısmı,



sorması gerekir (a.g.e., IV, 235-236, 239).



lemesi gerekir. Eğer kendi içtihadı sonu-



gerek onun ilginç kişiliği gerekse Hanbelî



İhtiyaç anında v e o konuyu bilen bir âli-



cunda ulaştığı hükmün -Allah'ın hükmü-



mezhebinin tarihî birikimini gün ışığına



min bulunmaması durumunda ise taklit



nün- ne olduğu sorulmuşsa bu takdirde



çıkarma yönünde çağımızdaki bazı resmî



yoluyla fetva vermek câizdir (a.g.e., 1,45-



müftü, ister kendi imamına isterse baş-



politikalar v e finans desteği sayesinde



46; IV, 198).



kalarına ait olsun mevcut görüşler arasın-



neşredilme imkânı bulmuştur. Geri ka-



da hangisi kendince üstün. Kitap v e Sün-



lan eserlerinin çok azının yazma nüshası



net'e daha yakın ise o görüşle fetva ver-



mevcut olup büyük çoğunluğu ise sadece



melidir (a.g.e., IV, 177, 236). Müftünün,



ismen bilinebilmektedir. İbn Tteymiyye'-



hakkında Allah'tan veya resulünden bir



nin aksine tasavvuftan daha fazla etki-



nas bulamadığı bir konuda içtihadının



lendiği ve ona nisbetle daha az polemikçi



İbn Kayyim'e göre ilim ehlinin yolu âlimlerin görüşlerini araştırıp zaptetmek, üzerinde düşünmek v e bunları Kur'an, sabit sünnet ve Hulefâ-yi Râşidîn'in görüşlerine arzetmek, bunlara uygun düşenleri



117



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE olduğu, bu bakımdan da İbn Teymiyye'-



hammed ed-Dahîlullah tarafından dok-



hire 1325; nşr. Mahmûd Hasan Rebî', Ka-



nin nisbeten kuru, İbn Kayyim'in ise açık



tora tezi olarak neşre hazırlanmıştır (I-IV,



hire 1357; nşr. Abdullah es-Seyyid Subh el-



ve akıcı bir üslûba sahip olduğu söylene-



Riyad 1408/1988). 3.



bilir. Kendisinin de belirttiği gibi



(et-Tu-



İslâmiyye



calâ



s. 232) eserlerinde ko-



Cehmiyye



ruku'l-hükmiyye,



İctimâhı'l-cüyûşi'l-



ğazvi'l-Mu'attda



ve'l-



Medenî, Kahire 1398/1977; nşr. Abdüllatîf Âlü Muhammed el-Fevâir, Amman 1987;



(Amritsar 1314; Kahire 1351,



nşr. Yûsuf Ali Büdeyvî-Muhyiddin Mes-



nudan konuya atlama, konu dışına çıkma



1401; Beyrut 1404/1984, 1408/1988; nşr.



tû, Beyrut 1411/1991; nşr. Ali eş-Şûrbâcî,



veya istitrâd fazladır. Buna bağlı olarak



Avvâd Abdullah el-Mu'tik, Riyad 1408/



Beyrut 1412/1992; nşr. İsâmüddin Sabâ-



sorulan sorulara çok geniş cevaplar ver-



1988, 1415/1995; nşr. Ebû Hafs Seyyid b.



batî, Kahire 1992; nşr. Beşîr Muhammed



mektedir. Eserlerinde tekrarların fazla



İbrâhim, Kahire 1992; nşr. Beşîr Muham-



Uyûn, Dımaşk-Riyad 1414/1993; nşr. Sey-



oluşunu İbn Kayyim'in vâizliğine v e çok



med Uyûn, Beyrut-Riyad 1414/1993). Bü-



yid el-Cümeylî, Beyrut - Riyad 1414/1994).



eser yazmış olmasına bağlamak müm-



yük ölçüde İbn Teymiyye'nin



kündür. Onun hemen bütün kitapları, bir



Hameviyyetü'l-kübrâ'smtian



esinlen-



ölümle kıyamet arasındaki süre, kabir



mezhebin görüşlerini savunma veya öne



diği ileri sürülen bu eser (Ahmed Mâhir



hayatı ve ruh konusu ele alınır (Haydarâ-



çıkarma düşüncesi güdülmediği izlenimi



el-Bakarî, s. 118-119), Allah'a nisbet edi-



bâd 1318; Hint 1381, 1386; Dımaşk 1980;



verecek şekilde mukayeseli tarzda yazıl-



len v e eskiden beri kelâmcılar arasında



nşr. Abdülfettâh Mahmûd Ömer, Amman



mış ansiklopedik eserlerdir. Selefin de-



tartışma konusu yapılan istivâ sıfatına



1985; nşr. Âdil Abdülmün'im Ebü'l-Abbas,



diğine aykırı olmamak şartıyla her görü-



dairdir. Eserde istivânın anlamıyla ilgili



Kahire 1989). 6. er-Rûh



şe açık olan İbn Kayyim'in konulara yak-



olarak dilcilerin, kelâmcıların, müfessir-



Kayyim'in bazı eserlerinde er-Rûh



ve'n-



laşımında objektifliğin hâkim olduğu söy-



lerin, hadisçilerin, sûfîlerin ve şairlerin



nefs v e M a ' r i f e t ü ' r - r û h ve'n-nefs



adıy-



lenebilir. Ele aldığı bir konudaki görüşleri



ifadeleri derlenmiştir. 4.



la atıfta bulunduğu bu kitap (Miftahu dâ-



el-Fetva'l-



Hâdi'l-ervâh*



S. er-Rûh*.



Eserde ağırlıklı olarak rüya,



ve'n-nefs.



İbn



gerekçeleriyle birlikte zikrederek tartış-



ilâ bilâdi'l-efrâh.



tıktan sonra tercihini açıkça belirttiği gibi



yazılan eser, cennetin halen mevcut ol-



kapsamlı ayrı bir eser olmalıdır (Bekir b.



bazan tercihi okuyucuya bırakır



eş-Şavâ'ik'tan



sonra



ri's-sa'ade, s. 496) er-Rûh'tan



daha geniş



(a.g.e.,



duğunu ispat etmek ve cennetin mahiye-



Abdullah Ebû Zeyd, s. 258-259). 7. M i f t â -



s. 151). Kişilere değil delile itibar ettiği



tiyle orada yaşanacak hayata ilişkin bil-



hu dâri's-scfâde



için delilin desteklediği görüşü almaktan



giler vermek üzere telif edilmiş, bundan



ti'i-Him



kaçınmaz. Bu bakımdan teorik olarak uz-



dolayı müellif tarafından "Sıfâtü'l-cenne"



re 1323; nşr. Mahmûd Hasan er-Rebî', Ka-



laşması mümkün olmayan kişilerin gö-



v e "Vasfü'l-cenne" olarak da adlandırıl-



hire 1358; l-II, Kahire 1955; nşr. Hassân



rüşlerini tercih ettiği görülmektedir (me-



mıştır. Eserin çeşitli baskıları vardır (Ka-



Abdülmennân e t - T î b î - İsâm Fâris el-Ha-



selâ bk. İğâşetü'l-lehfârı,



ve menşûru



(eluiyeti'l-'ilm)



ve'l-irâde



1,104). İbn Kay-



yim'in eserlerinin tesbiti ve adlandırması konusunda bazı karışıklıklar bulunmakta, bu durum biraz da eserlerinin yoğun bir ilgiye mazhar olmasından v e bu eserlerden s e ç m e ve d e r l e m e l e r i n değişik



ibn Kayyim el-Cevziyye'nin er-Rûh adlı eserinin ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1626)



isimler altında yayımlanmasından kaynaklanmaktadır. İbn Kayyim'in bir eserini yazarken diğer eserlerinden sık sık alın-



6



l+ff^'cs



A^pjZj



jlyİ^U



tılar yapması da bunda etkili olmuştur. Bazı eserleri farklı adlarla birçok d e f a , bazan da eserlerinin çeşitli bölümleri müstakil olarak neşredilmiştir. A ) Akaid. 1. el-Kaşîdetu (el-Kâfıyetü'ş-şâfıye



n-nûniyye*



fı'l-intişâr li'i- firkati'h-



nâciye, el-Kaşîdetü'rı-nûniyye



fi's-sürıne).



Ehl-i sünnet ve'l-cemâat akaidine, özellikle sıfatlar konusuna dair yaklaşık 3000 beyit ihtiva eden v e üzerinde birçok çalışma yapılan eserin çeşitli baskıları vardır (İstanbul 1318; Kahire 1319, 1344; Cidde 1415/1995; nşr. Abdullah b. Muhammed el-Umeyr, Riyad 1416/1996). 2. ku'l-münezzele Mucattıla



cale'l-Cehmiyye



(eş-Şavâfku'l-mürsele).



tü'l-lehfûn'da



eş-Şavâcive'lİğüşe-



atıfta bulunulan (l, 45; II,



114) eser Selef akaidine dairdir. Eserin İbnü'I-MevsıIÎ tarafından yapılan ihtisarı basılmış (Kahire 1348,1380; nşr. Seyyid İbrâhim, Kahire 1412/1992; I II, Mekke 13481349; nşr. Rıdvân Câmi' Rıdvan, I-II, Mekke 1415/1 994), mevcut kısmı da Ali b. Mu118



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



velâye(Kahi-



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE restânî, I—11, Beyrut 1994; nşr. Seyyid İbrâ-



hiz'e nisbet edilen ed-Delâ'il



ve'l-iHi-



kir b. Abdullah Ebû Zeyd, İbn Kayyim'in



him - A l i Muhammed, Kahire 1414/1994).



bâr adlı kitaptan iktibas edildiği iddiası



esmâ-i hüsnâ konusundaki görüşlerini



(Ahmed Mâhirel-Bakarî, s. 169) araştırıl-



bir araya g e t i r e r e k et-Takrîb



ra ve Mekke'de bulunduğu sırada kaleme



maya muhtaçtır. 8. Şifû'ü'l-'alîl



me-



İbni'l-Kayyim



aldığı eserde esas olarak sırât-ı müstaki-



sffili'l-kaza'



ve't-



tir. 11. el-Kebtfir.



m e kendileriyle ulaşılabilir dediği ilim ve



fa'iii (Kahire 1323, 1975, 1994; Tâif 1970;



el-Beyânü'l-matlûb



irade üzerinde duracağını belirtmiş, fakat



Beyrut 1409/1988). 9.



adıyla neşrettiği eser (Mekke 1408/1988;



burada sadece ilim üzerinde durmuş, ira-



râ*



de v e muhabbet dediği ikinci aslı Ravza-



(Kahire 1322 \el-Fârık



İbn Kayyim, Medâricü's-sûlikîn



tü'l-muhibbîn



den son-



adlı eserinde yazmıştır.



ve'l-kader



ve'l-hikme



Hidâyetul-hayâ-



fî ecvibeti'l-yehûd



ve'l-hâlik'm







li-'ulûmi



adlı kitabına dercetmişAbdullah b. Cârullah'ın li-kebâ'iri'z-zünûb



ve'n-rtaşârâ



Riyad 1414/1994) Zehebî ve İbn Kayyim'in



beyne'l-mahlûk



bu isimdeki risâlelerinin özeti ve derle-



kenarında], 1333; Mekke 1387 içinde]; Medine 1396/



mesi niteliğindedir.



Müellif Hz. Âdem'in yeryüzüne indiril-



[el-Cami'u'l-ferîd



mesindeki sırlar, Hz. Peygamber'in kul-



1976; nşr. Seyfeddin el-Kâtib, Beyrut 1980;



p e y g a m b e r olmayı seçmesi, yaratılışın



nşr. Ahmed Hicâzîes-Sekkâ, Kahire 1398,



ve iyyâke neste'în").



amacı gibi konulardan bahsettiği bir gi-



1399, 1402, 1407; nşr. Mustafa Ebü'n-Nasr



nan (Mısır 1334, 1375; nşr. M. Kemâl Ca'-



B) Ahlâk ve Tasavvuf. 1. sâlikîn



(beyne menâzili



Medâricü's-



"iyyâkena'büdü



Birçok baskısı bulu-



rişten sonra ilim, ilmin fazileti, ilme olan



eş-Şelebî, Cidde 1988; nşr. Muhammed Ali



fer, Kahire 1980; Kahire i983; Cidde 1989)



ihtiyaç v e ilim ehlinin şerefi; yaratıcıyı is-



Ebü'l-Abbas, Kahire 1990). Muhammed



v e Henri Laoust'un Hanbelî mezhebinde



pat yolları, Allah'ın yaratıştaki v e teşrî'-



eş-Şeyh A h m e d Mahmûd el-Hâc eseri



mistik literatürün şaheseri olarak nitelen-



deki hikmeti, şeriata olan ihtiyaç; nü-



doktora tezi olarak neşre hazırlamıştır



dirdiği eser Hâce Abduilah-ı Herevî'nin



büvvetin bilinmesi v e nübüvvete olan ih-



(1406, Cârniatü'l-İmâm Muhammed b. Su-



Menâzilü's-sâ'irin



tiyaç; hüsün-kubuh v e m a s l a h a t - m e f -



ûd el-İslâmiyye |Riyad]). 10. Şerhu



hidir (bk. MENÂZİLÜ's-SÂİRÎN). 2. İğâşe-



sedet; ilm-i nücûm, falcılık, uğur, uğur-



mâ'i'İlâhi'1-hüsnâ.



suzluk gibi çok değişik konulardan bah-



bir eseri İbn Kayyim'e nisbet etmiş (ez-



hire 1320; nşr. Muhammed Hâmid el-Fıki,



setmektedir. Eserin büyük ölçüde, Câ-



Zeyl calâ Tabakâti'l-Hanâbile,



li, 450), Be-



Kahire 1357; nşr. Muhammed Seyyid Key-



es-



İbn Receb bu isimde



tü'l-lehfân



adlı kitabının şer(Ka-



min meşâyidi'ş-şeytân



lânî, Kahire 1961; nşr. Muhammed Afîfî, Beyrut-Riyad 1407/1987; nşr. Beşîr Mahmûd Uyûn, Beyrut-Riyad 1414/1993). eiadıyla da bilinen eser-



İğöşetü'l-kübrâ



de, İbn Kayyim'in toplumsal ıslahat proibn Kayyim el-Cevziyye'ye ait er-Rûh adlı eserin Mehmed Reşîd Vücûdî tarafından Ahuâl-i Âlem-i Berzah adıyla yapılan tercümesinin ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmûd Efendi, nr. 2780)



^



jesinin ana mesajlarını hayatın bütün alanlarını kapsayacak şekilde özetlediği, şeytanın tuzağı olarak adlandırılabilecek



.|



her türlü inanış ve davranış bozukluğundan kurtulabilmek için Selefî anlayışı, Kur'an'ın ruhuna v e Hz. Peygamber'in sünnetine dönüşü önerdiği görülür. Müellifin önemli eserlerinden biri kabul edilen İğâşetü'l-lehfân, '£>U « e*



vLfc*-



tfiÂfe&jZffff1)



tf



bu çizgide yer alan



ileri dönem literatürü için de sıkça başvurulan bir kaynak olmuş, eserin bazı bölümleri risâleler halinde ayrıca neşredilmiştir. İğöşetü'l-lehfân'da



:' r f ^ ^ j j ^ ^ / f ^ j z j



yaklaşık elli



sayfalık bir bölümün Semev'el el-Mağribî'nin Bezlü'l-mechûd







ifhûmi'l-ye-



hûd adiı eserinden aynen iktibas edildiği iddia edilmektedir (Ahmed Mâhir el-BaJ^t'j^'i*



karî, s. 170; eserin önemine ilişkin bir de-



^ Y IstfdsİŞjJft'fl^'î/'fû/'şs •.İ '^r'sib.i



'rsü"'/'



'Jl



\ LjSifCiür-jJ)!',



ğerlendirme için bk. Mahmûd Şükrî elÂlûsî, s. 2-5). Eseri Şeyh Abdullah b. Abdurrahman Ebâ Butayn İğâşeti'l-lehfân



{ ^ i f ^ j t C f j / i ' j d";



Muhtaşaru



(Riyad i 392/1972, 1409/



1989), Nûreddinİbn Gânim el-Makdisî Meşâyidü'ş-şeytân



ve



zemmü'l-heva'



(nşr. İbrâhim Muhammed el-Cemel, Kahire 1983) adıyla ihtisar etmiş, Ali b. Hasan b. Ali b. Abdülhamîd el-Eserî £4'



nâs (Beyrut 1992) adıyla birer seçme yapmışlardır. 3. Tarîku'l-hicreteyn T







"



' p '



bü's-sacâdeteyn



ve



bâ-



(Kahire 1320, İğâşetü'l-



119



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE C) Fıkıh ve Fıkıh Usulü. 1.



İclâmü'l-



/eh/an kenarında, 1357; nşr. Muhibbüddin



mâm 1409/1989). 6.



el-Hatîb, Kahire 1394; Beyrut 1982; nşr.



kiyye.



Abdullah b. İbrâhim el-Ensârî, Katar, ts.;



şın" (el-Mâide 5/2) âyetinin tefsiri mahi-



hepler üstü veya Selefî nitelikte bir me-



nşr. Ömer b. Mahmûd Ebû Ömer, Dem-



yetindeki eser,



er-Risâletü't-Tebûkiyye



todoloji denemesi mahiyetindeki eserde



mâm 1988; Kahire 1988; nşr. Yûsuf Ali Bü-



(Kahire 1347;nşr. Eşref Abdülmaksûd Ab-



bu metodolojinin Hz. Peygamber'den iti-



deyvî, Beyrut 1993).



Seferü'l-hicreteyn



dürrahîm, İsmâiliye 1408/1987; nşr. Ham-



baren gelişim seyri ve genel esasları ele



v e tarîku's-scfâdeteyn



adıyla da anılan



mâd Selâme, Zerkâ 1410/1989),



Tuhfetü'l-



alınmıştır (Delhi 1313-1314; Kahire 1325,



e s e r d e ( S a f e d î , II, 271) Allah'a v e Hz.



ahbâb fî tefsiri kavlihî



"ve



Hâdi'l-ervâh



P e y g a m b e r ' e hicretin mânası v e çeşitli



venû



er-Risâletü't-Tebû-



"İyilik v e takvâ üzerine yardımla-



cale'l-birri



t e'âlâ



tecâ-



muvakkfîn*



Mez-



hn rabbi'l-'âlemîn.



ile birlikte; nşr. M. Muhyid-



(Kahire



din Abdülhamîd, Kahire 1374/1955, 1968;



Zâdü'l-muhâ-



nşr. Abdurrahman el-Vekîl, Kahire 1389/



ve't-takvâ..."



yönleri, havf ve recâ, zevk v e muhabbet



1376; Riyad 1404/1984) ve



gibi konular ele alınır. Müellif bu eserinin



cir ilâ rabbihî



(Kahire, ts.; nşr. Muham-



1969; nşr. Abdülkerîm İbrâhim el-Garbâ-



anlam v e tür bakımından alışılmışın dı-



med Cemîl Gâzî, Cidde 1406/1986) adla-



vî, Kahire 1970; nşr. M. Abdüsselâm İbrâ-



şında, amacı bakımından ise hayli dikkat



rıyla basılmıştır. 7. e d - D â 3 v e ' d - d e v â 3



him, Beyrut 1991, 1993; nşr. İsâmüddin es-



çekici olduğunu ifade etmektedir (s. 25).



(nşr. MuhyiddinAbdülhamîd, Kahire 1377;



Sabâbatî, Kahire 1414/1993). 2.



Eserin İrini Muhâcirün



nşr. Muhammed Osman el-Huşt, Kahire



ku '1-h ükmiyye



ilâ rabbî



adıyla



fi 's-siyâse ti



bir muhtasarı da neşredilmiştir (Kahire



1988; nşr. Abdülgaffâr Süleyman el-Bün-



(el-Fırâsetü'l-marziyye



1987). 4. Ravzatü'l-muhibbîn



dârî, Kahire 1411/1991; nşr. Seyyid el-Ara-



seti'ş-şefiyye).



ve



nüz-







et-Turu-



'ş-şerHyye



[ahkâmi]'s-siya-



Müellifin en tanınmış eser-



bî, Mansûre 1415/1994; nşr. Âmir b. Âlü



lerinden biri olup yargılama hukuku ala-



med Ubeyd, Kahire 1375; nşr. Sâbir Yû-



Yâsin, Riyad 1417/1997).



nında önemli bir kaynak sayılır. Eserde



suf, Beyrut 1982; Halep 1397/1977; Mek-



kâfî limen



cani'd-devâ^i'ş-şâfî



müellif, İbn Teymiyye'nin beyyine anlayı-



ke 1397/1977; nşr. Ali Hasan Ali Abdülha-



adıyla da birçok baskısı yapılan eser (Ka-



şını geliştirerek hakkı gösteren her şeyin



mîd, Amman 1988; nşr. SemîrHüseyin Ha-



hire 1904, 1346; nşr. Mahmûd Abdülveh-



yargılama hukukunda beyyine sayılaca-



lebî, Tanta 1410/1990; Riyad 1417/1996).



hâb Fâyid, Kahire 1968; Cidde 1403/1983;



ğı, bunun için de şeklî ve zâhirî ispat va-



Sevgiye dair olup bu alanda yazılmış eser-



Beyrut 1985; nşr. Seyyid el-Cümeylî, Bey-



sıtalarının yanı sıra f e r â s e t v e sezginin



lerin bir özeti gibidir. İbn Hazm'dan na-



rut 1986; nşr. Abdüllatîf Âlü Muhammed



de devreye sokularak halin delâleti, kari-



kilde bulunmasından ve onun bazı gö-



el-Fevâir, Amman 1986; nşr. Muhammed



ne v e emârelerden hareketle hüküm ve-



rüşlerini tartışmasından hareketle İbn



Abdürrezzâker-Ruûd, Amman 1413/1992;



rilebileceği tezi üzerinde durur. Eserin



Hazm'ın Tavku'l-hamâme'sini



gördüğü



nşr. Saîd Muhammed el-Lehhâm, Riyad-



el-Firâse



v e ondan etkilendiği sonucu çıkarılmak-



Beyrut 1407/1987; nşr. İsâmüddin es-Sa-



özel bir önem verildiğini gösterir. İbn Kay-



tadır. Tâhir A h m e d M e k k î ' y e g ö r e İbn



bâbatî, Kahire 1992; nşr. Murad b. Abdul-



yim, Hz. Peygamber döneminden itiba-



Kayyim, İbn Hazm'ın sevgiye dair görüş-



lah, Kahire 1996; Riyad 1417/1996) her



ren yargılamada f e r â s e t l e hüküm ver-



lerini dinî bir biçim vererek âdeta bir vâiz



hastalığın bir devasının olduğunu bildi-



menin, yardımcı ve takdirî delillere itibar



üslubuyla nakletmiştir (Dirasât 'an İbn



ren hadisin şerhi mahiyetindedir. Eserde



etmenin değişik örneklerini vererek bey-



hetü'l-müştâkîn



(Kahire 1357; nşr. Ah-



se'ele



el-Cevâbü'l-



adıyla anılması da bu konuya



s. 336-



müellif, şifaya yardım eden şeylerin ba-



yine kavramına getirdiği geniş yorumu



341; eserle ilgili değerlendirme için ay-



şında ihlâsla yapılan dua, âhiretin dünya-



temellendirmeye çalışır. Eserde dolaylı



rıca bk. Abdul Karim Germanus, IC, XXVI



ya tercih edilmesi ve mâsiyetlerden uzak-



şekilde de olsa yargılama hukukuyla ilgi-



[1952], s. 91-112). Bu eserden seçmeler



laşılması gibi hususları sayar. 8.



el-Fe-



si bulunan fıkhî konular ayrıntılı biçimde



v e bazı bölümler değişik isimler altında



vâ'id.



Kaynaklarda yer almayan bu ese-



ele alınır (Kahire 1317, 1371, 1381; nşr.



küçük risâleler halinde yayımlanmıştır



rin İbn Kayyim'e aidiyetinin şüpheli oldu-



Muhammed Hâmid el-Fıki, Kahire 1372/



(Allah yetecellâ dahiken, nşr. Ahmed İb-



ğu iddia edilmekle birlikte Bekir b. Ab-



1953; nşr. Behic Gazâvî, Beyrut, ts.; nşr.



râhim Hızır, Cidde 1415/1995;



dullah Ebû Zeyd, kitapta



M. Cemîl Ahmed, Kahire 1961; nşr. Mu-



Hazm veKitâbihî



Tavkı'l-hamâme,



heuâ' ve'ttibâ'uhû,



Zemmü'l-



nşr. Ali Hasan Abdül-



ve el-Me'âlim



(İ'lâm)



hammed Cemîl Gâzî, Kahire 1978; Cidde



el-Kelimü't-tay-



adlı eserlere atıf bulunduğundan hare-



1405/1985). 3. Ahkâmü



Müstakil bir eser



ketle bunun İbn Kayyim'e ait olduğunu



İslâm ülkesinde gayri müslimlerin huku-



belirtmiştir (İbn Kayyim el-Cevziyye,



hamîd, Amman 1988). S. yibve'l-'amelü'ş-şâlih.



yûşi'l-İslâmiyye



İctimâcu'l-cü-



ehli'z-zimme.



s.



kuna dair yazılmış en kapsamlı eserdir.



Jayyib'inin şerhi mi olduğu tartışılan



284). Ahlâk, vaaz ve irşad konularını içe-



Kitapta zimmî hukuku, Hanbelî fıkhı ağır-



eserin el-Vâbilü'ş-şayyib



mine'l-keli-



ren eser birçok defa basılmıştır (Kahire



lıklı olmak üzere müellifin dönemine ka-



adıyla birçok baskısı yapıl-



1344; nşr. A h m e d Râtib Armûş, Beyrut



dar oluşan rivayet ve hukuk doktrini açı-



mi yoksa İbn Teymiyye'nin



mi't-tayyib



el-Kelimü't-



Mecmü'atü'l-hadîşi'n-



1399/1979; Kahire 1400/1980; nşr. Abdüs-



sından mukayeseli bir şekilde ele alınmış,



içerisinde; nşr. Abdülkâdirel-



selâm Şâhîn, Beyrut 1983; Beyrut 1406/



yer yer de ilk yüzyıllardakı uygulamalara



Arnaût - İbrâhim el-Arnaût, Tâif 1393;



1986; Kahire 1407/1987; Riyad 1417/1996).



t e m a s edilmiştir (nşr. Subhî es-Sâlih, I-



nşr. İsmâil b. Muhammed el-Ensârî, Riyad



el-Fevû'idü'l-Mekkiyye



adıyla müellife



II, Dımaşk 1381/1961; Beyrut 1401/1981,



1399/1979; nşr. Kusay Muhibbüddin el-



nisbet edilen eserin bununla aynı olup



1983). 4. Tuhfetü'l-mevdûd



Hatîb, Kahire 1401/1980; nşr. Abdülazîz İz-



olmadığı ise şüphelidir. 9.



cUddetü'ş-şâ-



mi'l-mevlûd.



zeddin es-Seyrevân, Beyrut 1985; nşr. Be-



birîn ve zahîretü'ş-şâkirîn



(Kahire 1341,



derleyen bir eser olup çeşitli baskıları ya-



şîr Muhammed Uyûn, Tâif 1406; nşr. Mu-



1349; nşr. NuaymZerzûr, Beyrut 1983; nşr.



pılmıştır (nşr. Abdülhakîm Şerefeddin el-



hammed Abdurrahman İvaz, Beyrut 1407/



Muhammed Ali Ebiİ'l-Abbas, Kahire 1988;



Hindî, Lahor 1962; nşr. Abdülkâdir el-Ar-



1987; nşr. İyâd Abdüllatîf, Bağdad 1987;



nşr. İbrâhim Süleyman es-Sâih, Tânta 1410/



naût, Dımaşk 1391/1971; nşr. Abdülgaffâr



nşr. Muhammed Ali Ebü'l-Abbas, Kahire



1990; nşr. Ebû Sehl Necâh İvaz Sıyâm,



Süleyman el-Bündârî, Kahire 1987; nşr. Ab-



1989; nşr. İbrâhim Acûz, Beyrut, ts.; Dem-



Mansûre 1415/1995).



dülmün'im el-Ânî, Beyrut 1403/1983; nşr.



mıştır (Kahire 1343, Necdiyye



120



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



bi-ahkâ-



Çocuğa ilişkin hükümleri



İBN KAYYİM el-CEVZİYYE Abdüllatîf Âlü Muhammed el-Fevâir, Am-



1996; Mekke 1417/1996). Eser



Cilâ'ü'l-



müstakil bir eser olup olmadığı bilinme-



man 1408/1988; nşr. Muhammed Ali Ebü'l-



efhâm



ve's-se-



mekle birlikte Safedî'nin



Abbas, Riyad 1408/1988; nşr. Kemâl Ali Ce-



lâm



mîl, Mansûre 1414/1993). S.



ni's-selâm



el-Fürüsiy-



fî zikri ahkâmi'ş-şalâti



calâ



ve Ta'zîmü



hayri'l-enâm calâ



şe 3 -



şeklin-



hayri'l-enâm



y e . Hz. Peygamber'in koşu müsabakası



de de anılmaktadır. 10. M e n â s i k ü ' l - h a c



yapması, güreşmesi, ata binmesi, kılıç



ve'l-cumre



kuşanması, ok ve mızrak atışı yarışmala-



1400/1980).



rına katılması gibi konulardan, yarışmayla ilgili genel hükümlerden bahseden ve özellikle yarışmanın sonucuna dair bahse girmenin hükmünü ele alan bir eserdir (nşr. İzzet Osman el-Huşt, Kahire 1360, 1414/1994; Kahire 1360, 1411; Bağdat 1987; nşr. Muhammed Nizâmeddin elFetîh, Medine 1410/1990; nşr. Semîr Hüseyin Halebî, Tanta 1411/1991; nşr. Ebû Ubeyde Meşhûrb. Hasan, Hâil 1414/1993, 1417/1996). Kaynaklarda



el-Fürüsiyye-



olarak zikredilen,



tü'l-Muhammediyye



müellifin el-Fürûsiyyetü'ş-şerJ» ^LJİi



1



Aslen Cerbâzkânîli olup 5 Şâban 421''JÎJfytfIrJ^^UL^yI^,j



de (8 Ağustos 1030) Bağdat yakınlarında-



OJ/V/^'J^J"



ki Ukberâ'da dünyaya geldi. Doğum tarihi



tlCfpj



402 (1011), 420, 422 v e 429 (1038) ola-



•iAi'-uj^



rak da zikredilmiştir. Cerbâzkânî ve Bağ-



ftp&UİF.ülj^^J-ıj&df'Jı^ıiıiiii'ı



:>c-



'i,



^r'jJi/Ulî^^H/l/itft^jOf^i



dâdî nisbeleriyle de anılır. Mâkûlâ vezirler, kadılar yetiştiren Bağdatlı seçkin bir i^ty'^vopjı



ailenin ismidir. Babası Büveyhîler'den Celâlüddevle'nin vezirliğini yapmış, daha sonra hapsedilmiş ve hapiste ölmüştür. Amcası Hasan b. Ali ile babasının yeğeni



-tOJjU U-Uli^OjUi' CJJ



Çtjjjj'^ji



J » Jj J>



f



'.kjuiin» ^ U İ ' j ^ ^ ^ ^ ^ J ^ U I ^ j j U t j î i j J ' j û ^ '



Ebû Saîd İbn Mâkûlâ da aynı görevi yapmış, diğer bir amcası Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali Bağdat'ta Şâfiî kâdılkudâtı olmuştur. Kendisinin "Sa'dülmelik" ve "Emîr" lakaplarıyla anılmasının sebebi, Halife M u k t e d î - B i e m r i l l â h tarafından



•>Xj-JP. 'Mis,' $$Js



~~—->'t



jj;// *ŞIJJ



Ş/l



—fC



j'.yj



JıjğJj^şji^-ı^ljjl'Jjş*' T U! j- jjJ'j jşJ/ j



bj U.--İJ ıJtZljjj Z&eJJLf-»Uy ;UUjİJi yUı^jj d^'r-. -



üsij-j-u-t I — —-s



muhtemelen Horasan ve Semerkant'a elçi olarak gönderilirken bu unvanlarla tal-



j i-j-/ crTy/ ^ ' y ^yp' jy C^'ı^



tif edilmesidir. 168



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



L^İJM-



İBN MÂLİK et-TÂÎ darâbâd 1962-1967) ve Nâyif Abbas (VII. cilt, Beyrut 1976) tarafından yayımlanmıştır. 2. Tehzîbü



müstemirriT-evhâm



calâzevi'l-macrifeve



üli'l-efhâm



bü müstemirri'l-euhâm



'alâ



nî ue'l-ahlâm [a'lâml).



(Tehzî-



zevi't-temenve Ha-



el-İkmâl'in



tîb el-Bağdâdî'nin aynı konudaki eserinin müphem yönlerinin açıklanması ve eksik taraflarının tamamlanması amacıyla kale-



İ B N M Â L İ K et-TÂÎ (^'iLdl



cJJU^I)



lik şöhreti Sîbeveyhi'yi aşmış büyük bir dil âlimidir. Arap dili ve grameri yanında lügat ve kıraat ilminde de otorite sayılırdı.



Ebû Abdillâh Cemâlüddîn Muhammed b. Abdillâh b. Mâlik et-Tâî el-Endelüsî el-Ceyyânî (ö. 672/1274)



Gramer v e lugata dair meselelerde zik-



el-Elfiyye adlı eseriyle tanınan gramer, sözlük ve kıraat âlimi.



sistemli bir şekilde örnek olarak kullanma-



rettiği örnek beyitler âlimlerin takdirini kazanmıştır. Gramer meselelerinde Kur'an'dan sonra hadisleri ilk defa yoğun ve sı Arap gramerinde yeni bir çığırın açılmasına vesile olmuştur (Tâhâ Muhsin, XXXV/



me alınan eseri Seyyid Kisrevî Hasan neşTekmiletü'l-



600'de (1204) Kurtuba (Cordoba) civa-



1 11984], s. 236-237). İbn Mâlik'ten önce



İkmâl adıyla zikredilen eser de (Ziriklî, V,



rındaki Ceyyân'da (Jean) dünyaya geldi.



gramer kuralları anlatılırken Kur'an'dan



30) muhtemelen bu kitaptır. İbn Mâkû-



Bazı kaynaklarda doğum tarihi olarak 598



v e 150 (767) yılından önce yazılan şiirler-



lâ'nın ayrıca Müfâharatü'l-kalem



ve's-



(1202), 601 (1205) ve 602 (1206) yılları



den örnek veriliyor, hadisler örnek olarak



II, 1758),



da verilmektedir. İspanya'nın fethinden



kullanılmıyordu. Öte yandan İbn Mâlik,



(el-İkmâl, I, 549; Safedî,



retmiştir (Beyrut 1410/1990).



seyf ve'd-dîrıâr(Keşfü'z-zunûn, Kitâbü'l-Vüzerâ'



sonra Kurtuba, İşbîliye (Sevilla) ve Mürsi-



karmaşık g r a m e r meselelerini sade bir



(He-



ye (Murcia) bölgelerine yerleşen Tây kabi-



dille anlatarak Arap gramerinin öğreti-



I, 693) adlı eserleri bu-



lesine mensup olduğu için Tâî nisbesiyle



minde büyük kolaylık sağlamıştır. Aynı



XXII, 280) v e Kitâb diyyetü'l-'ârifîn,



fî cilmi'l-hadîş



lunduğu belirtilmektedir. BİBLİYOGRAFYA : (nşr. A b d u r r a h m a n b.



İbn Mâkûlâ, el-İkmâl



anılır. İbn Mâlik Ceyyân'da Sâbit b. Hıyâr,



zamanda şair olan İbn Mâlik, g r a m e r v e



Ebû Rezîn el-Külâî, Ebü'l-Abbas A h m e d



lugata dair çok sayıda didaktik manzume



b. Nüvvâr ve Muhammed el-Merşânî gibi



kaleme almıştır. Basra ve Küfe dil mekteplerinden etkilenmekle birlikte bunla-



1381/1962,



âlimlerden dil ve kıraat dersleri aldı. Bir



I, 549, ayrıca b k . n e ş r e d e n i n girişi, I, 1 8 - 4 8 ;



süre Ebû Ali Şelevbîn'in dil derslerini din-



ra bağlı kalmamış, zaman zaman birine



a.mlf., Tehzîbü



zevi'l-



ledi. Endülüs'teki siyasî istikrarsızlık ve



veya her ikisine muhalefet ettiği gibi ba-



Seyyid Kisrevî Hasan),



sosyal çalkantılar sebebiyle otuz yaşların-



zan iki mektebin görüşlerini uzlaştırmış,



Yahyâ e l - M u a l l i m î ) , Haydarâbâd



ma'rife



müstemirri'l-euhâm



ue üli'l-efhâm(nşr.



''alâ



Beyrut 1410/1990, neşredenin girişi, s. 25-35; İbn Asâkir, Târîhu



( A m r î ) , XLIII, 263-



Dımaşk



2 6 5 ; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ',



XV, 102-111;



da Kuzey Afrika'ya göç eden İbn Mâlik da-



bazan her ikisinde de olmayan görüşler



ha sonra hacca gitti. Dönüşte Dımaşk'a



ileri sürmüştür.



İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,



X, 128, 227; İbnü'n-Nec-



uğradı ve burada muhaddis Ebü'l-Hasan



câr, el-Müstefâd(nşr.



M. Mevlûd Halef), Beyrut



Alemüddin es-Sehâvî, Ebü'1-Fazl Müker-



1986, s. 354-357; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, 79; İbn Hallikân, Vefeyât,



IH, 305-306; İbn Ab-



dülhâdî, 'Ulemâ'ü'l-hadîş,



III, 3 9 3 - 3 9 7 ; Zehebî,



XVIII, 569-578; a.mlf.,



mü'n-nübelâ',



Feuâtü'l-Vefeyât,



Düuelü'l-



cib'den de istifade etti. Ardından gittiği



el-'İber,



Halep'te Ebü'l-Bekâ İbn Yaîş ile öğrencisi



XXII, 280-282;



Kütübî,



III, 110-112; İbn Kesîr,



el-Bidâ-



V, 115-116;



I, 4 3 5 ; Suppl.,



I, 6 0 2 ; GAL



el-Fevâ'id



ve ei-Makaşıd



Müellifin adlı eserleri-



nin sade bir dille genişletilmiş şeklidir (nşr. M. Kâmil Berekât, Kahire 1387/1967). Eser üzerine başta müellifin şerhi olmak üzere otuz kadar şerh yazılmıştır. Bunların en meşhuru İbn Akîl'in el-MüsâHd hîli'l-Fevâ'id'idır



'alâ Tes-



(nşr. M. Kâmil Berekât,



Keşfü'z-zunûn,



sonra H a l e p ' t e Sultâniyye ve Âdiliyye



I-II. Mekke 1980). Abdülfettâh Ebü'l-Fü-



medreselerinde dil ve kıraat dersleri ver-



tûh İbrâhim, el-Mesâ'ilü'l-hilâfiyye



di. Bu dersleri gittiği Hama'da da sürdür-



'alâkatühâ



Ket-



dü. Bir müddet sonra Dımaşk'a dönerek



Kitâbi't-Teshîi



da (Kahire 1990) eserdeki ihtilâflı mese-



III, 381;



I, 693; Brockelmann,



GAL,



(Ar ), VI, 176-178;



Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifın,



Teshîlü'l-Fe-



tekmîlü'i-Makaşıd.



İbn Mâlik, öğrenimini tamamladıktan



II, 1637, 1758; İbnü'l-İmâd, Şezerât, Hediyyetü'l-'ârifin,



İbn Amrûn'un derslerinde bulundu.



Eserleri. A ) Gramer. 1. vâ'idve



en-



ye, XII, 123-124, 145-146; İbn Tağrîberdî, Nücûmü'z-zâhire,



derslerine katıldı. Bu sırada Dımaşk'ta bulunan dil âlimi Cemâleddin İbnü'l-Hâ-



İslâm, Beyrut 1405/1985, s. 250; a.mlf., II, 355; Safedî, el-Vâfi,



r e m ve Ebû Sâdık Hasan b. Sabbâh'ın



A'lâ-



IV, 1201-1207; a.mlf.,



Tezkiretü'l-huffâz,



IX,



VII, 257;



bi'l-lehecâti'l-'Arabiyye li'bn



Mâlik



ve fî



adlı kitabın-



s. 116, 211-212;



buraya yerleşti. Endülüs'ten gelen âlim-



( F e t h u l l a h ) , II, 201, 246; V, 30;



ler gibi Mâlikî iken Şâfiî mezhebine geçen



lelerin Arap lehçeleriyle ilgisini incelemiş-



Manuela Marin, "Biografias de Andalusies en l a



İbn Mâlik, hayatının sonuna kadar dil v e



tir. 2. Şerhu't-Teshîl.



kıraat dersleri vermeye ve eser yazmaya



şerhidir (nşr. Abdurrahman es-Seyyid -



devam etti. Birçok eserini şerheden v e



Muhammed el-Mahtûn, I-IV, Kahire 1410/



tânî, er-Risâletü'l-müstetrafe, Ziriklî, el-A'lâm



obra de i b n M â k ü l â " , Actas de Cuitura



Arabe



e Islamica



de las II



Jornadas



(1980),



1985, s. 3 5 3 - 3 6 4 ; Nuri Topaloğlu,



Madrid Selçuklu



Bir önceki eserin



Ankara 1988, s. 99; K. V.



İbnü'n-Nâzım diye tanınan oğlu Bedred-



1990). 3. el-Kâfiyetü'ş-Şâfiye.



Z e t t e r s t e e n , "İbn M â k û l â " , İA, V/2, s. 767; J. C.



din Muhammed ile Bedreddin İbn Cemâa,



cib'in el-Kâfiye



Vadet, " i b n M â k ü l â " , E/ 2 (İng.), III, 860-861.



fıkıh âlimi Ebû Zekeriyyâ en-Nevevî, hadis



rinden etkilenerek kaleme alınmış 2757



âlimi Ebü'l-Hüseyin Ali b. Muhammed el-



(veya 2790) beyitlik bir urcûzedir (Kahire



Deuri Muhaddisleri,



H



r



NURI TOPALOĞLU



İBN MÂLİK el-HAMMÂDÎ (^aliadl



^



(el-Vâfiye fî şerhi'l-Kâfiy e) (nşr. Abdülmürı-



ban 672'de (21 Şubat 1274) Dımaşk'ta ve-



din İbnü'n-Nehhâs el-Halebî ile Şerefeddin el-Haşnî onun hakkında mersiyeler



Yemen Îsmâilîliği'ne dair Keşfü esrâ ri I-Bâ tmi ı/ye adlı eserin müellifi



kaleme almışlardır (Süyûtî, I, 134-137).



(bk. K E Ş F Ü E S R Â R İ ' l - B Â T I N İ Y Y E ) .



L.



1332/1914). 4.



öğrencileri arasında zikredilebilir. 12 Şâ-



mezarlığa defnedildi. Öğrencisi Bahâed-



(470/1077 [?])



J



İbnü'l-Hâadlı eserle-



Yûnînî ve şair Bahâeddin İbnü'n-Nehhâs



f a t etti ve Kâsiyûn dağının eteklerindeki



cUlo



v e eş-Şâfiye



Şerhu'l-Kâfiyeti'ş-Şâfiye



'im Ahmed Herîdî, I-V, Mekke 1402/1982). 5. el-Elfiyye* (el-Hulâşatü 'l-elfiyye, el-Hulâşa). el-Kâfiyetü'ş-Şâfiye'nm İbn Mu'tî'nin ed-Dürretü'l-elfiyye mi'i-cArabiyye



özetidir. fî Hl-



adlı eserinden esinlenile-



rek nazmedilen eser Silvestre de Sacy ta-



Arap dilinin inceliklerine vâkıf olmak hu-



rafından Fransızca'ya çevrilerek metniyle



susunda büyük gayret sarfeden İbn Mâ-



birlikte yayımlanmış (Paris - London 1833),



169 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MÂLİK et-TÂÎ Enrico Vıtto tarafından İtalyanca'ya çevrilip şerhedilmiştir (Beyrut 1898).



ve Sa'd b. Hamdân el-Gâmidî (Cidde 1404/ 1984) tarafından neşredilmiştir. 7. İkmâlü'l-İ'lâm bi-teşlîşi'1-kelâm. Bir önceki



el-El-



/iyye'nin çok sayıda neşri (Bulak 1251,



P» '



'



eserin mensur şeklidir (nşr. Sa'd b. Hamdân el-Gâmidî, I-II, Cidde 1404/1984). 8.



1306; Tahran 1288; Kahire 1290; Beyrut 1888) ve elliye yakın şerhi mevcuttur. 6. Lâmiyyetü'l-efâl efâl).



(el-Miftâh



el-Elfâzü'1-muhtelife fi'l-me'âni'l-mü*telife (nşr. Muhammed Hasan Avvâd, Beyrut 1411/1991; nşr. Necât Hasan Abdullah,



fîebrıiyeti'l-



sarf kısmının zey-



el-Elfiyye'n\n



li olup 114 beyitten ibarettir (nşr. A. H.



Mekke 1991). 9. el-İHidâd fi'l-fark beyne'z-zâ3 ve'd-dâd. Altmış iki beyitlik bir



A. Kellgren, Petersbourg 1864; el-Elfiyye ile birlikte Fransızca tercümesi ve neşri



manzumedir. Müellifin şerhiyle birlikte Hüseyin Tu rai ve Tâhâ Muhsin tarafından neşredilen esere (Necef 1391/1972) yine



A. Goguyer, Beyrut 1888; nşr. W. Volck, Leipzig 1866). Kahire (1273), Fas (1317) ve Tunus (1329) neşirleri de bulunan



müellifi tarafından iki zeyil yazılmıştır (Brockelmann, GAL Suppl., I, 526). 10. el-



eser, müellifin oğlu Bedreddin Muhamm e d tarafından Şerhu



Lâmiyyeti'l-



İ'timâd fî nezâ'iri'z-zâ' ve'd-dâd. Otuz üç benzer kelimenin anlamlarını inceleyen bir risâledir (nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâ-



ef'âl adıyla şerhedilmiştir (nşr. Kellgren, Helsingfors 1854; nşr. Kellgren-Volck, Petersbourg 1864; eserin d i ğ e r neşir ve şerhleri için bk. Brockelmann, GAL, I, 362; Suppl., I, 526). 7. cUmdetü'l-hâfız detü'l-lâhz.



ve



cUd-



Nahve dair bir risâle olup mü-



ellifi tarafından şerhedilmiştir (nşr. Abdülmün'im Ahmed Herîdî, I-II, Kahire 1975; I-V, Dımaşk 1402; nşr. Adnan Abdurrahman



ibn Mâlik et-Tâî'nin Îcâzü't-ta'rîf fî "ilmi't-taşrîf adlı eserinin son sayfası (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3073/2)



ed-Dûrî, I-II, Bağdad 1397/1977). Müellif ayrıca esere İkmâlü'l-'Umde



adıyla bir



tetimme yazdığı gibi bunu da şerhetmiştir. 8. Şevâhidü't-tavzîh



ve't-taşhîh



İbn Mâlik'in kaynaklarda geçen ve bir-



li-



(Allahâbâd



müşkilâti'l-Câmici'ş-şahîh



min, MMİİr., XXXI/3 [Bağdad 1980), s. 331379; Beyrut 1404/1984). 11. Fâ'itü nezâ'iri'z-zâ3 ve'd-dâd. Bir önceki eserin zeylidir (nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut 1404/1984). Müellifin lugata dair Vifâku'listfmâl fi'l-iccâm ve'l-ihmâl ile Kaşîde fi'l-mehmûz ve ğayrihâ (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2677) adlı iki eseri daha bulunmaktadır.



çoğunun yazma nüshası mevcut olan dişerî'nin el-Mufaşşal'mda



geçen isimlerin



ğer eserleri de şunlardır:



el-Kaşîdetü'd-



1319/1911; nşr. M. F. Abdüibâki, Kahire



anlamlarını açıklayan bir eserdir (nşr. M.



1957; nşr. Tâhâ Muhsin, Bağdad 1405/



Dâliyyetü'l-Mâlikiyye



Vecîh Tikrîtî, MMLAÜr., XI (Amman 1987],



fi'l-



Kaşîdetü'l-Lâmiyye



s. 191-214; nşr. Abdülilâh Nebhân, MMMA,



(nşr. Vedâd bint



kaddimetü'l-Esediyye



XXXIII/1 [Küveyt 1989], s. 122-146); 2. Tuh-



Yahyâ Lâl, Mekke 1406). 10. M e s ' e l e t ü



el-Esed için yazdığı nahiv özü),



fetü'l-mevdûd



tezkîri



"İnne



tü'n-nahviyye



dûd. 164 beyitlik bir manzume olup (nşr.



mine'l-muhsi-



ni'l-Hâcib,



İbrâhim Yâzîcî, Kahire 1315; nşr. A h m e d



(nşr. Abdülfettâh el-Hamuz,e/-//cffi,



faşşal (ll'z-Zemahşerî),



Emîn eş-Şinkitî, Kahire 1329/1911, İkmâ-



ve fekkü'l-mahtûm



1985). 9. el-Fevâ'idü'l-mahviyye makâşıdi'n-nahviyye "karîb"



rahme tallahi nîn"



fîkavlihî



tecâlâ



karîb ün



fi'l-makşûr



VII/1 [San'a 1989], s. 211-229; nşr. M. Ve-



lü'l-iclâmzeylinde;



cîh Tikrîtî, MMLAÜr.,



Haydar, el-Mu'temed,



XVIII/46 (Amman



1419/1998], s. 211-233). 11.



Îcâzü't-ta'rîf



(Süleymaniye Ktp., Şehid



fî'ilmi't-tasrif



ve'l-mem-



nşr. İmâdüddin Ahmed 1/1 [Beyrut 1987), s.



şe, Mesâ'il



cez fîmâ yühmez ve mâ lâ yühmez.



Taşrîfü İbn Mâlik



şîde fi'l-mehmûz



(et-Tacrîf bı-zarûriyyl't-



taşrîf) (Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye, nr. SYD,



Ka-



adlı man-



ve ğayrihâ



Kaşîde



160/1; Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa,



Bevvâb, Riyad 1405/1984). 4. Risâle



Risâle fî baczı'ş-şıyağ



zûme) fîmâ verede mine'l-efâl



adlı eseri üzerine düş-



cUmdetü'l-hâfız



tüğü notlardan ibarettir (Ezher Ktp., nr. 137/4). 14. Şerhu Tahrîri'l-haşâşa sîri'l-Hulâşa.



fî şerhi



fi'htilâfi'l-mekül



(el-Vifâk



fi'l-ibdâl).



vâv



Vifâku'l-



ve'l-mersûm



Bir harfi ibdal gereği



Şâfiye ef'âl,



ve'z-zâ 3 , fî



Fetâvâ



Risâle



cümleti'l-kasem, ve mecânîhâ,



şerhu'l-Vâfiye,



fâ3 ve'ş-şâd,



fi'l-fark



Tuhfetü'l-ihzâ3



eş-



Şülâşiyyâtü'l-



fi'l-':Arabiyye, el-Lâmiyye



Urcûze fînazîreti



fi'tBâ-



Mâlik'in



net Sücâd, Makşadü's-sâlik(lbn



üze-



farklı olduğu halde aynı anlamı ifade eden



el-Min-



eserleri için bk. Brockelmann, GAL, I, 298;



kelimelere dairdir (nşr. Bedrüzzamân M.



Kânûni'l-Cezûlî.



Suppl.,



Şefi" en-Nîbâlî, Medine 1409/1989). 6. el-



neşredenin girişi, s. 58-86;



rine kaleme aldığı bir eserdir. 15. hâcü'l-celî



fî tey-



Müellifin el-Elfiyye's\



v e ' i - y â 3 (Kahire 1278, 1310). 5. mefhûm



(Man-



el-İrşâd



beyne'd-dâd Urcûze



Zavâbitu beyne'z-zâ3



fi'l-esmâ'i'l-Mtfenne-



fi'n-nahv,



nr. 2334/3). 13. Tenbîhâtü



bi'l-



Sebkü'l-manzûm



beyne'z-zâ3ve'd-dâd, fi'l-fark



İb-



nazmi'l-Mu-



el-Fark



fi'l-iştikâk,



Mâlik.







(bir önceki manzu-



zumesinin şerhidir (nşr. Ali Hüseyin el-



İbn



en-Nüke-



Mukaddimeti



menin mensur hali olmalıdır), ve'd-dâd,



el-



el-Mu-



(oğlu Takıyyüddin



calâ



Zâ'âti'l-Kur'ân,



37-65; 1/2, s. 23-39) müellifi tarafından



Ali Paşa, nr. 616; Lâleli, nr. 3073/2). 12.



fi'l-kıra'ât,



el-Muvaşşal



şerhedilmiştir. 3.



Şerhu'n-Nazmi'l-ev-



fi'1-kırâ'ât,



I, 521-527;



el-Elfâzü'l-muhtelife, Vifâku'l-mef-



Ebû Mûsâ îsâ b. Abdülazîz el-Cezûlî'nin



İclâm



el-Mukaddime



'l-Cezû-



üç değişik harekesine göre farklı anlam-



cumde,



kaynaklarda İbn Mâlik'e nisbet edilen Ki-



(el-Mukaddimetü



bi-müşelleşi'l-kelâm.



İlk harfinin



hûm, neşredenin girişi, s. 8-19;



adıyla tanı-



lara g e l e n k e l i m e l e r l e ilgili 2704 (veya



nan g r a m e r e dair eserinin şerhidir (Sü-



2755) beyitlik urcûzedir. İbn Mâlik'in Ha-



leymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3450).



tâbü'l-'Arûz



lep'te nazmedip Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin



aittir. Yine ona izâfe edilen



torunu el-Melikü'n-Nâsır'a takdim ettiği



fâye fi'l-luğa



eser Ahmed Emîn eş-Şinkıtî (Kahire 1329)



nin Kifâyetü'l-mütehaffız'mm



liyye, el-Kânûn ve el-İ'timâd)



B) Lügat. 1. Zikru mecânî esmâ'i'l-mevcûde



ebniyeti'l-



fi'l-Mufaşşal.



Zemah-



Şerhu'l-



neşredenin girişi, 1, 43-45). Bazı



170 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



oğlu Bedreddin İbn Mâlik'e Nazmü'l-Ki-



adlı eser de İbnü'I-Ecdâbî'Muham-



İBN MANZÛR m e d el-Hûyî tarafından manzum hale



( ö *



İbn Mâlik hakkında kaleme alınmış başlıca eserler şunlardır: Abdülmün'im Ahm e d Herîdî, İbn Mâlik nahv



ve eşerühû



ti'n-



(Kahire 1968); G. Ganim el-Yenbû-



avî. İbn Mâlik



(Mekke 1399/



el-luğavî



1979); Muhammed  d e m ez-Zâkî, Eşerü İbn Mâlik



(Mek-



fi'd-dirâsâti'ş-şarfiyye



ke 1400/1980); Fehmî Hasan en-Nemîr, Mesâ'ilü'n-nahvi'l-hilâfiyye Zemahşerî



1



Takıyyüddin es-Sübkî ve tarihçi Alemüd-



)



din el-Birzâiî gibi âlimler öğrencileri ara-



Ebü'1-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî er-Rüveyfiî (ö. 711/1311)



sında sayılır. Şâban 711'de (Aralık 1311) Kahire'de v e f a t eden İbn Manzûr Karâfe Kabristanı'na defnedildi. Onun mutedil bir Şiî olduğu rivayet edilir (Zehebî, Muc-



Lisânul-cArab adlı ansiklopedik söziüğüyle tanınan dil âlimi, edip ve Şâfiî fakihi.



cerriü'ş-şüyüh, ^



(Kahire 1985);



ve İbn Mâlik inde İbn Mâlik



22 Muharrem 630 (8 Kasım 1232) taridedesi Manzûr'a nisbetle İbn Manzûr, ba-



naklarda yer almış latife, nükte v e mizah



bası Mükerrem'e nisbetle İbn Mükerrem



türü şiirlerinden aynı zamanda iyi bir şair



fı'htilâfı'l-



diye anılır. Muâviye b. Ebû Süfyân tarafın-



olduğu anlaşılmaktadır.



(nşr. Bedrüzzamân Muham-



dan Trablusgarp'a emîr olarak gönderilen sahâbî Rüveyfi' b. Sâbit'e izâfetle (İbn



denin girişi, s. 7-40; a.mlf., Şerhu't-Teshîl



(nşr.



Manzûr, Nişârü'l-ezhâr,



Abdurrahman es-Seyyid - M u h a m m e d



Bedevî



e l - M a h t û n ) , Kahire 1410/1990, neşredenin girişi, i, 10-70; a.mlf., İkmâlü'l-İHâm



bi-teşlîşi'l-



s. 11) Ensârî v e



Rüveyfiî, dedelerinden bir kısmının İfrîkıye'de yerleşmesi sebebiyle İfrîki, Mısır'-



(nşr. Sa'd b. H a m d a n e l - G â m i d î ) , C i d d e



da doğup v e f a t etmesi dolayısıyla Mısrî



1404/1984, neşredenin girişi, 1, 9 - 1 0 6 ; a.mlf.,



nisbeleriyle de bilinir. İlk bilgilerini baba-



(nşr.



sından alan İbn Manzûr onun çevresinin



M u h a m m e d Hasan Avvâd), Beyrut 1411/1991,



de etkisiyle ilim tahsiline başladı. Küçük



el-Elfâzü'l-muhtelife



fı'l-me'ânl'l-mfftelife



neşredenin girişi, s. 9 - 9 8 ; a . e . (nşr. Necât Hasan A b d u l l a h ) , M e k k e 1991, neşredenin girişi, s. 7-



yaştan itibaren Yûsuf b. Muhayyeli, İb-



'uddeti'l-



nü'l-Afîf, Abdürrahîm b. Tufeyl ve İbnü'l-



A d n â n A b d u r r a h m a n ed-DOrî), B a ğ -



Mukayyer lakabıyla tanınan Ali b. Hüseyin



d a d 1 3 9 7 / 1 9 7 7 , neşredenin girişi, i, 1 7 - 7 3 ;



el-Bağdâdî el-Hanbelî gibi hocalardan dil,



a.mlf., Şeuâhidü't-tauzîh



edebiyat, inşâ, hadis ve fıkıh dersleri aldı.



20; a.mlf., Şerhu lâfız(nşr.



'ümdeti'l-hâfız



ue



ve't-taşhîh



li-müşki-



(nşr. Tâhâ Muhsin), Bağdad



lâtl'l-CâmlTş-şahîh



1405/1985, neşredenin girişi, s. 10-44; a.mlf., el-İ'tidâd



fı'l-fark



beyne'z-zâ'



Hü-



ue'd-dâd(nşr.



Tahsilini tamamladıktan sonra Kahire'de Dîvân-ı İnşâ'da çalışmaya başladı v e bu



seyin Tuıai - T â h â Muhsin), N e c e f 1 3 9 1 / 1 9 7 2 ,



görevini ölümüne kadar devam ettirdi.



n e ş r e d e n l e r i n girişi, s. 1 3 - 2 4 ; a.mlf.,



Şerhu'l-



Bir süre de Trablus'ta kadılık yaptı. Tu-



A b d ü l m ü n ' i m A h m e d He-



nus'ta İbn Manzûr adına 1971 v e 1972



Kâfıyeti'ş-Şâfıye(nşr.



rîdî), M e k k e 1402/1982, neşredenin girişi, i, 5 152; Kütübî, Feuâtü'l-Vefeyât, f e d î , el-Vâfî,



Tabakâtü'ş-Şâffiy-



ye'sine almamıştır. İbn Manzûr'un kay-



(Kahire 1989).



m e d Ş e f î ' en-Nîbâlî), M e d i n e 1409/1989, neşre-



kelâm



meyli yüzünden onu



hinde Kahire'de doğdu. Yedinci kuşaktan



İbn Mâlik et-Tâî, Vifâku'l-mefhûm ue'l-mersûm



I, 248). Tâced-



din es-Sübkî, babasının hocaları arasında



Mesâ'ilmü-



BİBLİYOGRAFYA : mekül



II, 288; Safedî, el-Vâfî, V,



55; Süyûtî, Buğyetü'l-uu'-ât,



bulunduğu halde muhtemelen sırf Şiîliğe



beyne'z-



Besyûnî Sa'd Ahmed Leben, tedâribe



büddin ile tarihçi ve muhaddis Zehebî,



IBN MANZÛR



getirilmiş şeklidir.



il, 2 8 4 - 2 8 5 ; Sa-



III, 3 5 9 - 3 6 4 ; Sübkı", Tabakât.s.



6 8 ; İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-nihâye,



67-



II, 180-181;



yıllarında milletlerarası iki sempozyum düzenlenmiştir (Ahmed Muhtar Ömer,



Eserleri. 1. Lisânü'l-'Arab*.



Kelime



sayısı v e ihtiva ettiği ayrıntılı bilgiler bakımından Arapça sözlükler arasında birinci sırada yer alır. Mukaddimesinde daha önce telif edilmiş sözlüklerin ihtiyacı karşılamadığını söyleyen müellif âyet, hadis ve şiirden bol örneklerle takviye edilmiş açıklamaları ihtiva eden yeni bir lüg a t meydana getirmek ve böylece, fasih Arapça ile yazma ve konuşmanın ayıp sayıldığı bir devirde Kur'an v e Sünnet dili olan Arapça'yı korumak için eserini kaleme aldığını belirtir. Lisânü'l-'Arab



ilk



olarak 1299-1308 (1881 -1890) yılları arasında Ahmed Fâris eş-Şidyâk tarafından Bulak'ta on beş cilt halinde yayımlanmış, daha sonra değişik baskıları yapılmıştır. 2. Muhtârü'l-Eğânî



fi'l-ahbâr



ve't-tehâ-



nî. Ebü'l-Ferec el-İsfahânî'nin



el-Eğânî



adlı eserinin kısaltılmış ve şairlerin isim-



XVIII11974-1975], s. 164). Gramer, tarih,



lerine göre alfabetik olarak yeniden düzenlenmiş şeklidir (nşr. Züheyr Şâvîş, I-XII,



VII, 2 4 3 -



lügat, yazı ve âlî isnadlı hadis rivayetinde



2 4 4 ; S ü y û t î , Buğyetü'l-uu'-ât,



I, 1 3 0 - 1 3 7 ; T a ş -



temayüz eden İbn Manzûr, Dîvân-ı İnşâ'-



Beyrut 1383/1964; nşr. İbrâhim el-Ebyârî



k ö p r i z â d e , Miftâhu's-sa'âde,l,



1 3 6 - 1 3 8 ; Mak-



daki görevi yanında eğitim ve öğretim fa-



v.dğr., Kahire 1385/1964). 3.



aliyetlerini de sürdürdü. Dımaşk v e Ka-



hâr fi'l-leyli



ve'n-nehâr



hire'de hadis dersleri verdi (İbnü'i-İmâd,



kâtiyi-aşâ'il



ve'l-eshâr



VIII, 49).



melü



İbn T a ğ r î b e r d î , en-IHücûmü'z-zâhlre,



karî, Nefhu't-tîb,



II, 2 2 2 - 2 3 3 ; Keşfü'z-zunûn,



I,



119, 144, 151-155, 2 0 5 , 4 0 5 - 4 0 7 , 4 1 2 ; II, 978, 1 1 6 6 , 1 1 7 0 , 1301, 1369, 1536, 1774, 1798, 1800, 1960; İbnü'l-İmâd, Şezerât, kîs, Mu'cem,



V, 3 3 9 ; Ser-



I, 2 3 2 - 2 3 4 ; Brockelmann, GAL,



3 5 9 - 3 6 3 ; SuppL,



I, 5 2 1 - 5 2 7 ;



I,



Hediyyetü'l-'âri-



İbn Manzûr hacimli eserlere yaptığı ih-



fın, II, 130; C. Zeydân, Â d â b (Dayf), III, 151-152;



tisarlarıyla da tanınır. el-Eğânî,



Şevki D a y f , el-Medârisü'n-nahuiyye,



dü'l-ferid,



Kahire



1968, s. 3 0 9 - 3 1 7 ; Ömer Ferruh,



Târîhu'l-edeb,



VI, 2 6 0 - 2 7 0 ; Abdülâl Sâlim M e k r e m , setü'n-nahuiyye ni's-sâbi'



el-Medre-



fî Mışr ue'ş-Şâm



ue'ş-şâmin



mine'l-hicre,



fı'l-karneyBeyrut 1410/



Târîhu



ez-Zahîre,



Târîhu



el-'İkDımaşk,



Bağdâd,



Yetîmetü'd-dehr,



et-



Tabakâtü'l-kübrâ



ve Zehrü'l-âdâb



gibi



birçok geniş hacimli kitabı özetleyerek



1990, s. 146-274; Abdülmün'im A h m e d Herîdî,



herkesin kolayca faydalanabileceği duru-



" T e c â r u z ü ' I - â r â 3 fi n a h v i İbn M â l i k " ,



Mecelle-



ma getirmiştir. Safedî, onun ihtisar et-



IV, M e k k e



mediği hemen hiçbir büyük kitap bulun-



1401/1981, s. 181-193; Tâhâ Muhsin, " e l - İ s t i ş -



madığını, oğlu Kutbüddin ise ömrünün



h â d ü ' n - n a h v î fi kitabi Ş e v â h i d i ' t - T a v z î h v e ' t -



sonlarına doğru gözlerini kaybetmesine



tü'l-Bahşi'l-'ilml



ue't-türâşi'l-İslâmî,



t a ş h î h l i ' b n M â l i k " , MMllr.,



XXXV/1 (1984), s.



2 3 1 - 2 5 0 ; Moh. Ben Cheneb, " İ b n M â l i k " , İA, V/



sebep olacak kadar çok kitap okuyup bun-



2, s. 767-768; H. Fleisch, " i b n M â l i k " , El2 (İng.),



ları ihtisar eden babasının vefatında ken-



III, 8 6 1 - 8 6 2 ; İnâyetullah Fâtihî Nejâd, " İ b n M â -



di hattıyla 500 cilt ihtisar edilmiş kitap bı-



l i k " , DMBİ,



raktığını söyler (Safedî, el-Vâfî, V, 56-57).



IV, 5 6 7 - 5 7 1 . Sİ



ABDÜLBAKİ T U R A N



Dîvân-ı İnşâ'da kâtiplik yapan oğlu Kut-



caleyhi



devvâr.



min



Nişârü'l-ez-



ve etâyibi



(ev-



ve sâ'iri mâ yeşkevâkibi'l-feleki'd-



Bu eserin aslı. İbn Manzûr'un



baba dostu Ahmed b. Yûsuf et-Tîfâşî'nin edebiyat v e ilimler tarihine dair ansiklopedik mahiyetteki Faşlü'l-hitâb dâriki'l-havassi'l-hams



bi-me-



li-üli'1-elbâb



adlı kitabı olup Nişârü'l-ezhâr



eserin ilk



kısmının muhtasarıdır (İstanbul 1298; nşr. Ahmed AbdülfettâhTemmâm, Beyrut 1409/1988). 4. Sürürü'n-nefs riki'l-havâssi'l-hams.



bi-medâ-



Ahmed b. Yûsuf



et-Tîfâşî'ye ait eserin ikinci kısmının ihtisarıdır (nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1980). S. Ahbâru



Ebî Nüvâs



(1, Kahire 1924, nşr.



ve şerh Muhammed Abdürresûl İbrâhim; II, nşr. Şükrî Muhammed Ahmed, Bağdad 1952; nşr. ÖmerEbü'n-Nasr, Beyrut 1987).



171 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MANZÛR 6. Muhtaşaru



Târîhi



İbn Asâ-



Dımaşk.



münasebeti olan belli başlı kişilerin biyog-



süre sonra kırk sekiz yıldır yaşamakta ol-



IBN MÂSEVEYH



kir'in eserinin ihtisarı olup Dımaşk ile L



duğu Hindistan'ı terkederek yerleşmek



(bk. YUHANNÂ b. MÂSEVEYH).



^



rafisini ihtiva eder. Bir grup ilim adamının tahkikiyle yirmi dokuz cildi neşredilen eserin yayımı devam etmektedir (nşr. Rû-



IBN MA'SÛM



F



ue'l-muhtâr



mine'n-ne-



(nşr. Abdürrâzık Hüse-



yin (baskı yeri ve tarihi yok]). İbn Manzûr'un kaynaklarda adı geçen diğer bazı ihtisarları da şunlardır: İhtişâ(Câhiz),



ru Kitâbi'l-Hayevân Zahîre



Muhtaşaru



Kum v e İsfahan üzerinden o devirde bir ilim merkezi olan dedelerinin memleketi Mîr Gıyâseddin Mansûr'un yaptırdığı el-



şemeri'l-



ke'de (Ziriklî, IV, 258) doğdu. Aslen Şîrazlı



Medresetü'l-Mansûriyye'de ders vermeye



Muhtaşarü'l-



olup Medine'ye yerleşen bir aileye men-



başladı. Hayatının sonuna kadar bu med-



Muhtaşa-



suptur. Soyu baba tarafından kelâm, fel-



resede öğretim faaliyetlerini sürdüren İbn



(Ebü'l-Ferec İb-



s e f e , mantık, matematik v e astronomi



Ma'sûm, aralarında Seyyid Emîr Muham-



ve



(İbn Abdürabbih),



li-müfre-



âlimi Mîr Gıyâseddin Mansûr ile (ö. 949/



med Hüseyin b. Muhammed Sâlih el-Ha-



(İbnü'l-Baytâr),



1542) filozof Sadreddîn-iŞîrâzî'ye(ö. 1050/



tunâbâdî, Bâkır b. Mevlâ Muhammed Hü-



ve'l-ağziye



Nişvâri'l-muhâdara



ve ah-



(Ebû Ali et-Tenûhî),



Yetîmeti'd-dehr (Seâlibî),



kâti'l-kübrâ



^



Şîraz'a gitti. Orada yerleşip büyük dedesi



bâri'l-müzâkere ehli'l-caşr



g i t m e y e karar verdi. Horasan, Meşhed,



Arap dili âlimi, edip ve şair.



15 Ctemâziyelevvel 1052'de (11 Ağustos



nü'l-Cevzî), Muhtaşarü'l-Câmi'



Muhtaşaru



bir çevre bulunmadığını görünce İran'a



1642) Medine'de, bazılarına göre ise Mek-



Zehri'l-âdâb



dâti'l-edviye



ömrünün son dönemini geçireceği ilmî



Zeyli



ru Şıfati(Şafueti)'ş-şafve



Muhtaşaru



ya uğrayıp Bağdat'a geldi. Buralarda da



(Abdülkerîm es-Sem'ânî),



elbâb (Ebû ishakel-Husrî), cİkdi'l-ferîd



değiştiğini görmesi ve uygun bir ortam vam etti. Sırasıyla Basra, Necef, Kerbelâ'-



Letafü'z-



(İbn Bessâm), Muhtaşaru



Târîhi Bağdâd



^



yıllar sonra döndüğü bölgede şartların bulamaması sebebiyle yolculuğuna de-



Sadrüddîn Alî Hân b. Nizâmiddîn Ahmed b. Muhammed Ma'sûm el-Hüseynî el-Medenî (ö. 1120/1708)



7. M u h t a ş a r ü ' t - T e z k i r e t i ' 1 - H a m d û n i y uâdir ue'iahbâr)



N



(joj^o®



hiyyeen-Nehhâsv.dğr., Dımaşk 1404/1984). y e (el-Müntehab



niyetiyle ailesiyle M e k k e ' y e g i t t i . Hac farizasını ifa edip Medine'ye geçti. Uzun



fi



şu'ara'i



Muhtaşarü't-Taba-



(İbn Sa'd),



Tehzîbü'l-havâs (Harîrî).



min Dürreti'l-ğavvûş



1641) ulaşır. Riyâzü's-sâlikîn nin mukaddimesinde ve



adlı eseri-



seyin el-Mekkî'nin de bulunduğu çok sa-



Sülvetü'l-ğa-



yıda öğrenci yetiştirdi. Vefatında, Çerâğ-ı



el-Medenî,



Cihân (Şah Çerağ) lakabıyla tanınan Seyyid



s. 84-85) soyunun Hz. Hüseyin'in torunu



Ahmed b. Mûsâ b. Ca'fer'in hazîresinde



Zeyd b. Ali Zeynelâbidîn'e ulaştığını söy-



büyük dedesi Gıyâseddin Mansûr'un kab-



ler. Annesi, o devirde Hicaz'da Şâfiîler'in



rinin yanına defnedildi. Bir Şiî âlimi olan



rîb'inde



(Rihletü



İbn Ma'sûm



imamı olan Ahmed el-Menûfî'nin kızıdır.



BİBLİYOGRAFYA: " c r b " md.; ayrı-



İbn Ma'sûm, başta babası olmak üzere



ca bk. A h m e d Fâris eş-Şidyâk'ın girişi, I, 5-6,



Ca'fer b. Kemâleddin el-Bahrânî ve Mu-



263-264; a.mlf., Muhtaşaru



hammed Ali eş-Şâmî gibi hocalardan öğ-



İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab,



Târîhi



Dımaşk(nşr.



Rûhiyye e n - N e h h â s v.dğr.), Dımaşk 1408/1988, neşredenlerin girişi, I, 11-16; a.mlf.,



Muhtârü'l-



Eğân~ı(nş!. İbrâhim el-Ebyârî), Kahire 1385/1965,



renim gördü. Babası, 1054 (1644) yılında Haydarâbâd Sultanı Abdullah Kutubşah'ın



İbn Ma'sûm, biyografik e s e r l e r i n d e ve özellikle Sülâfetü'l-'aşf



da Şiî müellif ve



âlimleri her fırsatta överken Sünnî müellifleri eleştirmekten geri durmamıştır. Bu bakımdan onun değerlendirmelerini ihtiyatla karşılamak gerekir.



Nişârü'l-ezhâr



hizmetinde nâibü's-saltana olarak göre-



İbn Ma'sûm genç yaşta şiir yazmaya



(nşr A h m e d Abdülfettâh T e m m â m ) , Beyrut 1409/



v e başlayınca İbn Ma'sûm Medine'de aile-



başlamış, başta methiye ve mersiye ol-



neşredenin girişi, 1, 1-22; a.mlf.,



1988, s. 11; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 5-8;



siyle kalarak tahsiline devam etti. On bir



mak üzere gazel, hamâse, tasvir, hamriy-



Tâcü 'l-'arûs, " k r m " md.; Zehebî, Mu'cemü



yıl sonra Haydarâbâd sultanının gönder-



y â t gibi türlerde çok sayıda kaside naz-



yûh:



'ş-şü-



(nşr. M. H a b î b e l - H î l e ) ,



mu'cemü'l-kebîr



diği heyet eşliğinde ailesiyle birlikte Hay-



metmiştir. Şiirlerinin çoğunu Hz. Peygam-



2 9 ; a.mlf., Min ZüyûZi7- c /ber(nşr. M u h a m m e d



darâbâd'a gitti. Burada bulunduğu yıllar-



ber ile (a.g.e., s. 83, 109, 112, 135, 337) ba-



Reşâd), Küveyt, ts.; Kütübî, Feuâtü'l-Vefeyât,



IV,



da ilmî faaliyetlerini sürdürdü. Sultan Ab-



bası, soyu, hocaları ve dostları hakkında



Nektü'i-



dullah Kutubşah'ın ölümünün ardından



k a l e m e aldığı methiyelerle mersiyeler



(nşr. A h m e d Z e k î Bek), Kahire 1329/



hükümdar olan Vezir Mirza Ebü'l-Hasan,



teşkil eder. Bu yönleriyle kendisi gibi Hz.



Tâif 1408/1988, II, 288-289; a.mlf., el-'İber,



3 9 - 4 0 ; Safedî, el-Vâfî,V, himyân



54-57; a.mlf.,



1911, s. 275-276;Yâfiî, Mir'âtü'l-cenânJV, İbn Hacer, ed-DCırerü'l-kâmine,V,



215;



3 1 - 3 3 ; İbn Fehîm M. Şellûl),



Tâğrîberdî, ed-Delîlü'ş-Şâfı(nşr. I, 248; a.mlf.,



288; İbnü'I-Kâdî, Dürretü'I-hicâl, nü'l-İmâd, Şezerât ruh, Târîhu'l-edeb,



Hüseyin soyundan gelen şair Şerif er-Radî'ye benzetilir. Bir bedî' âlimi olmasına r a ğ m e n bedîiyyesi dışındaki şiirlerinde



Buğye-



(1675) yılında hapishanede ölmesinden sonra kendisinin de öldürüleceğini öğre-



edebî sanatlara fazla iltifat etmemiş, hi-



I, 315-316; İb-



nince hapisten kaçtı. Burhânpûr'a gidip



civden de uzak durmuştur.



( A r n a û t ) , VIII, 49; Brockel-



mann, GAL, II, 25; Suppi,



İbn M a ' s û m ' u ve babası N i z â m e d d i n Ahmed'i hapse attırdı. Babasının 1086



Hüsnü'l-muhâdaraA,



M e k k e 1403/1983, II, 706-707; Süyûtî, tü'l-uu'ât,



IV,



II, 14-15; Ömer Fer-



III, 7 1 2 - 7 1 6 ; VI, 3 6 9 - 3 7 4 ;



Bâbürlü Hükümdarı Evrengzîb'e sığındı. Evrengzîb ona han unvanını vererek 1300



A h m e d Muhtâr Ömer, " İ b n M a n z û r e l - L u ğ a v î " ,



atlıdan oluşan askerî birliğine reis tayin



Reuista



Islam-



etti, Ahmednagar'a gittiğinde kendisini



ices, XVIII, Madrid 1974-75, s. 155-164; Fâruk



Evrengâbâd muhafızı olarak görevlen-



del Institute



Egipcio



de Estud'ıos



Mahmûd el-Cenûbî, " M e n h e c ü İ b n M a n z û r v e menhecühû R L i s â n i ' l - c A r a b " ,



Adâbü'r-râfıdeyn,



VII, Musul 1976, s. 507-512; A h m e d Ateş, " İ b n M a n z û r " , İA, V/2, s. 768-769; J. W. Fück, " i b n



dirdi. İbn Ma'sûm, burada bir süre görev yaptıktan sonra Mâhor genel valiliğine tayin edildi; ardından Burhânpûr saray



M a n z û r " , El2 (İng.), III, 864; İbrâhim el-Ebyârî,



divanı başkanlığına getirildi. Uzun yıllar



" L i s â n ü ' l - e A r a b " , Tl, 1, 3 5 3 - 3 6 7 ; M u h a m m e d



bu görevi yürüttükten sonra hüküm-



Cevâd Envârî, " İ b n M a n z û r " , DMBİ,



darın uygulamalarına dayanamayıp (Dî-



H



IV, 7 0 4 -



HULÛS! KILIÇ



üân, s. 171) istifa etti (1114/1702). Bir



Eserleri. 1. Riyâzü's-sâlikîn







şerhi'şNec-



Şahîfeti'(l-Kâmile)s-Seccâdiyye.



meddin Bahâ eş-Şeref el-Alevî'nin rivayet ettiği, İmam Zeynelâbidîn'in elli dört dua v e münâcâtını ihtiva eden eser üzerine 1106'da (1694) yazdığı şerhtir (Tahran 1271, 1304, 1317; Tebriz 1334). 2. limü't-tayyib



ve'l-ğayşü'ş-şayyib



el-Kefi'l-



Hz. Peygamber v e



ed'iyeti'l-me'şûre.



Ehl-i beyt'ten intikal eden duaları ihtiva etmektedir (Tahran 1326). 3. ku'n-nediyye



172



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)







el-Hadâ'i-



şerhi'l-Fevâ'idi'ş-Şa-



İBN MATRÛH (na-



sürdürdüğü yıllarda başta Bahâ Züheyr



ve't-tâ-



olmak üzere önde gelen şairlerle tanışma



(yalnız sahabeyle ilgili



imkânı buldu. İlk şiir denemelerini de bu-



edilmiştir (Tahran 1274, 1297, 1321; Tebriz 1305). Müellifin bu eser üzerine ayrıca iki şerhi daha bulunmaktadır. 4. Envâ-



bölümünün bir kısmı yazılabilmiştir); et-



rada kaleme aldı. İleri gelen kişilere ve



mediyye.



Bahâeddin Âmilî'nin, karde-



dradlı eserinin şerhidir); ez-Zehre



şi Abdüssamed için yazdığı nahve dair eserin şerhi olup 1079'da (1668-69) telif



hivle ilgilidir); Ahvâlü'ş-şahâbe bi'în ve'l-'ulema'



(Fîrûzâbâdî'nin Kâ-



devlet adamlarına sunduğu şiirleriyle ha-



mûs' u tarzında bir sözlük olup tamamla-



yatını kazanmaya başladı. Kus Valisi Mec-



rü'r-rebf fî envâl'l-bedf. Hz. Peygamber için 1077 (1 666-67) yılında yazdığı ve



yamadığı en son çalışmasıdır);



düddin el-Lamtî tarafından resmî bir gö-



içinde 1SS bedîî sanatın geçtiği 149 beyitlik bedîiyye tarzındaki kasidesinin şerhidir. Eser 12.000 beyte varan şiir örnek-



fî ağlâti'l-Fîrûzâbâdî



lerinin yanı sıra birçok edebî parça, tarihî hadise ve fıkhî meseleyi de ihtiva etmek-



v â3idi'n-nâdir



tedir (Haydarâbâd 1273; Tahran 1304 (nşr. Şâkir Hâdî Şükr]; Kerbelâ 1388/1968; Bağdad 1389/1969). S. ed-Derecâtü'r-refîca



maşdûr



fî tabakati'l-İmâmiyye mine'ş-Şî'a. Eserde sahâbe, tâbiîn v e i m a m l a r d a n doğrudan hadis rivayet eden muhaddislerle âlimler, fakihler, filozoflar, Arap edebiyatı âlimleri, mutasavvıflar, hükümdarlar, emîrler, vezirler, şairler ve ilimde meşhur kadınlar on iki bölümde ele alınm ı ş t ı r ( N e c e f 1382/1962; Beyrut 1403/ 1983). 6. Sülâfetü'l-Caşr fî mehâsini'şşu'arâ' bi-külli Mışr. XI. (XVII.) yüzyılda yaşayan şairlerin biyografisini ve şiirlerinden örnekleri içeren eseri müellif 1082 (1671) yılında Hindistan'da iken kaleme almıştır. Ş e h â b e d d i n el-Hafâcî'nin (ö. 1069/1659) Reyhânetü'l-elibbâ3 vezehretü'l-hayâti'd-dünyâ adlı eserine zeyil olarak hazırlanan ve beş bölümden meydana gelen eser Mekke, Medine, Suriye, Mısır, Y e m e n , A c e m , Irak, Bahreyn ve Mağrib'de yetişen şairleri ihtiva etmektedir (Tahran 1324/1906; Kahire 1324/1906; Katar 1382). 7. Sülvetü'l-ğarîb ve üsvetü'l-erîb. İbn Ma'sûm 1064'te(1654) başladığı, on dokuz ay süren Mekke-Haydarâbâd yolculuğu esnasında gördüğü yerleri, ilginç olayları, karşılaştığı kimseleri, onlarla yaptığı müzakere v e tartışmaları anlattığı bu eseri 1074-1075 (1663-1664) yıllarında kaleme almıştır. Eser, Şâkir Hâdî Şükr tarafından Rihletü İbn Ma'sûm



Tırâz fî Hlmi'1-luğa



Sülâfeti'l-'aşr



Eserin son tarafında, müellifin Afîfüddin et-Tilimsânî ile Va'vâ' ed-Dımaşkı gibi şairlerin şiirlerine yaptığı tahmîsleri, bazı Yemenli şairlerin müveşşahlarına nazîreleri v e dostluk üzerine kaleme aldığı çeşitli urcüzeleri yer alır. 9. (Haydarâbâd 1266/1849).



Hadîkatü'l-flm



Risâle



fî'l-Kâmûs.



ellifin bunlardan başka et-Tezkire hi mesa'ili't-Tebşıra, bi'l-ûbâ3,



e, Risâle



Mihakkü'l-karîz,



Mü-



626 (1229) yılında daha elverişli bir or-



fi'l-fe-



tam bulmak amacıyla Kahire'ye giden İbn



fi'l-müselsele



Matrûh, burada babası el-Melikü'i-Kâmil



Nefsetü'l-



Muhammed adına Mısır'ın idaresini üst-



gibi eserleri de bulunmaktadır



lenmiş olan el-Melikü's-Sâlih Necmeddin



(Dîvân, neşredenin girişi, s. 11-14; Tebrî-



Eyyûb'a takdim edildi. Necmeddin Eyyûb,



zî, II, 92-93;Abdülhüseyin Ahmed el-Emî-



629'da (1231) babası tarafından Moğol-



nî, XI, 347-348).



lar'a v e Hârizmşahlar'a karşı koymak v e Mâverâünnehir'i ele geçirmek üzere sev-



BIBLIYOGRAFYA : İbn Ma'sûm, Rihletü İbn Ma'sûm el-Medenî (nşr. Şâkir Hâdî Şükr), Beyrut 1408/1988, s. 8 4 - 8 5 ; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 513; a.mlf., Dîuân (nşr. Şâkir Hâdî Şükr), Beyrut 1408/1988, s. 83, 109, 112, 135, 171,337; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 5-30; a.mlf., edDerecâtü'r-refı'a fi tabakâti'l-lmamiyye mine'şŞî'a, Beyrut 1403/1983, s. 3-16; Hür el-Âmilî, Emelü'l-'âmi/fnşr. Ahmed el-Hüseynî), N e c e f 1385, II, 176; Muhibbî, Nefhatü'r-Reyhane, IV, 187-195; Şevkânî, el-Bedrü't-tâli', I, 428-429; Hânsârî, Rauzâtü 'l-cennât (nşr. Esedullah ismâiliyyân), Kum 1391, IV, 394-397; Hediyyetü'l'ârifin, 1, 763; a.mlf., İzâhu'l-meknûn, I, 144, 276, 395, 463, 487, 603; II, 20, 25;SerWs, Mu'cem, s. 244-245; Brockelmann. GAL, II, 554555; SuppL, II, 627-628; Abbas el-Kummî, Sefınetü'l-bihâr, Beyrut, ts. (Dârü'l-Murtazâ), II, 245-246; Tebrîzî, Reyhânetü'l-edeb, II, 90-94; Kehhâle. Mu'cemü'l-mü'ellifîn, VII, 28-29; Abdülhüseyin Ahmed el-Emînî, el-Gadîr fı'l-Kitâb ue's-Sünne, Tahran 1366, XI, 344-353; Zübeyd Ahmed, el-Âdâbü'l-'Arabiyye,s. 195-198, 216217; Ma'a'l-Mektebe, s. 169; C. Zeydân, Âdâb (Dayf), III, 306; A'yânü'ş-Şî'a, VIII, 152-153; Ali Ebû Zeyd. el-Bedî'iyyât fı'l-edebi'l-'Arabi, Beyrut 1403/1983, s. 123-125; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah). IV, 258-259; Abdullah Mirdâd Ebü'lHayr, el-Muhtaşar min Kitabi Neşri'n-neur ue'zzehr, Cidde 1406/1986, s. 359-360; Muhammed Habîb el-Hîle, et-Târih ue'l-mû'errihûn bi-Mekke, London 1994, s. 378-382. r—ı L4H MUSTAFA Ö Z



R



IBN MATRÛH (



O



?



'



^



)



Eyyûbîler dönemi şair, kâtip ve idarecilerinden.



ka gibi yerlerin el-Melikü'I-Kâmil'in hâkimiyetine girdiği bu yıllarda askerî divan nâzırlığı görevini yürüttü. el-Melikü'l-Kâmil'in ölümünden (635/ 1238) sonra, Abbâsî Halifesi Müsta'sımBillâh'ın elçisi Ebû Muhammed Muhyiddin İbnü'l-Cevzî ile birlikte Eyyûbî şehzadeleri ve idarecileri arasında artan rekabet ve ihtilâfları gidermeye çalıştı. 637'de (1239) Gazze'ye kadar gelen Hârizmşahlar'a karşı el-Melikü's-Sâlih Necmeddin tarafından elçi olarak görevlendirildi (Makrîzî, 1/2, s. 284, 316). Aynı yıl Mısır'da hâkimiyet sağlayan Necmeddin Eyyûb kendisini Kahire'ye çağırdı. 639 (1241) yılı başlarında hazine nâzırlığına tayin edildi. el-Melikü's-Sâlih Necmeddin 643'te (1245) Dımaşk'ı ikinci defa ele geçirdiğinde İbn Matrûh'u bu şehirden sorumlu vezir olarak görevlendirdi. İbn Matrûh bu dönemde büyük bir servete sahip oldu v e çevresinden büyük takdir gördü. el-Melikü'sSâlih 646 (1248) yılında Dımaşk'a gittiği zaman onu görevden azlederek el-Melikü'n-Nâsır Ebü'l-Muzaffer'in hâkimiyetine girmiş bulunan Humus'u kurtarmak için hazırladığı ordu ile Humus'a gönder-



itibar kaybetmesini, lâyık olmadığı halde emîrlere mahsus kıyafet giymesine bağlamaktadır (Mir'âtü 'z-zamân, VIII/2, s. 789). Humus meselesi aydınlığa kavuşuncaya ^



kadar bir süre Dımaşk'ta kalan el-Melikü's-Sâlih, Kıbrıs'ta toplanmış olan Haçlı-



Mısır'ın Asyût şehrinde doğdu. Gençlik çağında dönemin önemli ilim merkezle-



şâd (Teftâzânî'nin nahve dairİrşâdü'l-hâ-



rinden biri olan Kus'a gitti. Öğrenimini







diğinde onunla birlikte savaşlara katıldı. Âmid, Hısnıkeyfâ, Harran, Ruha ve Rak-



bilinmemektedir. Sıbt İbnü'l-Cevzî onun



şerhi'1-İr-



lardır: Muvazzıhu'r-reşâd



kedilen orduya başkumandan tayin edil-



di. Gözden düşüp azledilmesinin sebebi



Ebü'l-Hasen (Ebü'l-Hüseyn) Cemâlüddîn Yahyâ b. îsâ b. İbrâhîm b. el-Hüseyn b.- Matrûh (ö. 649/1251)



8 Receb 592'de (7 Haziran 1196) Yukarı İbn Ma'sûm'un diğer eserleri de şun-



reve tayin edildiği, ancak bu görevde uzun süre kalmadığı rivayet edilmektedir.



fî şer-



et-Tezkire



el-Medenî ev Sülvetü'l-ğarîb ve üsvetü'l-erîb adıyla yayımlanmıştır (Beyrut 1408/1988). 8. Dîvân. 5000 beyitten meydana gelmekte olup Şâkir Hâdî Şükr tarafından neşredilmiştir (Beyrut 1408/1988).



Mülhaku



(Tezyîlü's-Sülâfe);



lar'ın Mısır'a saldıracakları haberini alınca hemen Mısır'a hareket etti ve İbn Matrüh'un da katıldığı ordunun Humustan Mısır'a intikalini emretti. Bir süre sonra 173



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MATRÛH Mısır'a gelen İbn Matrûh, Dimyat'ı istilâ



bul 1298) Cevdet Emin ve Seyyide Zey-



(meselâ bk. s. 47, 66, 87, 150, 204, 277)



eden Haçlılar'a karşı el-Melikü's-Sâlih sa-



neb tarafından yapılmış bir baskısı daha



Ebû Bekir İbnü'l-Bir et-Temîmî, Ebû Mu-



fında mücadelesini sürdürdü ve özellikle



bulunmaktadır (Kahire 1989).



yazdığı hamâsî şiirlerle {Dîvân,



s. 181-



182) askerin moral gücünün yükselmesini sağladı.



VIII/2, s.



labilir. Sicilya'nın Normanlar tarafından



s.



işgale başlanmasından sonra tahminen



U y û r ı ü ' i e n b â s . 577;



460 (1068) yılı dolaylarında Tunus'a hicret



Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mir'âtü'z-zamân, 789; Ebû Şâme, ez-Zeyl



el-Melikü's-Sâlih'in vefatının (647/1249) ardından m ü n z e v i bir hayat yaşamaya



hammed Abdülhak b. Muhammed b. Hârûn es-Sehmî, İbn Reşîk el-Kayrevânî anı-



BIBLIYOGRAFYA :



187; İbn Ebû Usaybia,



c



cale'r-Rauzateyn,



a . e . (nşr. A u g u s t Müller), Kahire 1299/1882, II,



etti; burada kadılık görevine tayin edildi



113; İbn Hallikân, Vefeyât, VI, 2 5 8 - 2 6 6 ; el-Meli-



ve hatiplik görevini de yürüttü. Hutbele-



başlayan İbn Matrûh uzun zamandır çek-



kü'l-Eşref er-Resûlî, el-'Ascedü'l-mesbûk



tiği göz rahatsızlığı sonunda gözlerini



Şâkir M a h m û d A b d ü l m ü n ' i m ) , B e y r u t 1 3 9 5 /



(nşr.



rinin çok etkili olduğu belirtilmektedir.



kaybetti. 1 Şâban 649'da (19 Ekim 1251)



1 9 7 5 , s. 585; Yûnînî, Zeylü



Mir'âti'z-zamân,



Bazı müellifler, onun bu yönünü İbn Nü-



Kahire'de öldü ve Karâfe'deki Sâriye mev-



H a y d a r â b â d 1374/1954, I, 1 9 7 - 2 4 0 ; Z e h e b î ,



bâte ile kıyaslayarak hutbelerinin ondan



kiinde defnedildi. Cenazesinde yakın dostu İbn Hallikân da hazır bulundu. Cenaze



el-'İber,



V, 204; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ',



2 7 3 - 2 7 4 ; Makrîzî, es-Sülûk,



291, 293, 302, 308, 316, 326, 332, 345, 363,



törenine katılan Yûnînî onun 650'de öl-



3 8 2 ; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire,



düğünü söyler (Zeylü Mir'âti'z-zamân,



2 4 , 2 7 ; Süyûtî, Hüsnü'l-muhâdara,



1,



1321,1, 271; Keşfü'z-zunûn,



197-201).



VII, Kahire



I, 768; İbnü'l-İmâd,



V, 247; Serkîs, Mu'cem,



Şezerât,



Cömert, müsamahakâr v e ulemânın



XXII,



1/2, s. 284, 2 9 0 ,



I, 2 3 9 - 2 4 0 ;



II, 523; M e h m e d Zihni, Kitâ-



Hediyyetü'l-'ârifîn,



kıymetini takdir eden bir kişi olduğu ifa-



bü 't- Terâcim, İstanbul 1304,s. 135-137; Brockel-



de edilen İbn Matrûh (Sıbt İbnü'l-Cevzî,



m a n n , GAL,



VIII/2, s. 789) devrinin önde gelen âlim ve



La poesie



şairleriyle münasebetlerini sürdürmüş, ünlü şair Bahâ Züheyr yanında İbn Hallikân'la da arkadaşlık ilişkilerini devam et-



I, 2 6 3 ; Suppi,



I, 4 6 5 ; J. Rikabi,



Paşa'nın kaynak göstermeden verdiği 501



EP



( İ n g . ) , III, 8 7 5 - 8 7 6 ; Ziriklî, el-A'lâm,



162; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn, ft'ş-şi'r,



VIII,



XIII, 217; Kahire 1957,



III, 18; Ömer Fer-



III, 5 6 2 - 5 6 4 ; Reşid Yûsuf Aii Ne-



Atâullah, Târîhu'l-âdâbi'l-'Arabiyye(nşr.



c î b Atâvî), Beyrut 1985, I, 3 5 0 - 3 5 2 ; Mehdî Ferhânî M ü n f e r i d , " İ b n M a t r û h " , DMBİ,



IV, 629-



630; Ramazan Şeşen, " E y y û b î l e r " , DİA, XII, 23.



İbn Matrûh, sanatlı nesir ve edebî ri-



H



SÜLEYMAN TÜLÜCÜ



sâleler yazan bir nâsir ve lirik şiirler naz-



genellikle zayıf bulurlar (Ömer Ferruh, III, 563). Büyük ihtimalle resmî v e siyasî görevleri kendini sanata verme konusunda onu olumsuz yönde etkilemiştir. Me-



R



L



r



IBN MÂÜSSEMÂ



N



(bk. UBÂDE b. MÂÜSSEMÂ).



tek eseri divanıdır. İbn Hallikân, divanında bulunan şiirlerinin çoğunu şairin kendisine okuduğunu kaydeder (Vefeyât, VI, 260). 811 beyit ihtiva eden divanda Müstansır-Billâh, el-Melikü'n-Nâsır, el-Melikü'i-Kâmil, el-Melikü'l-Eşref, Mes'ûd b. el-Melikü'l-Kâmil, el-Melikü'l-Mugls Fah-



I, 782) da-



maktadır. İbn Mekkî'nin günümüze ulaşan t e k eseri Teşkifü'l-lisân



ve



telkihu'l-cenân-



dır. Müellifin, eserini hocası İbnü'l-Birr'e takdim ederek onun görüşlerini aldığı (Teşkifü'l-lisân, s. 47) ve İbnü'l-Birr'in460 (1068) yılında Sicilya'dan Endülüs'e göç



IBN MAZI-







J



i



mesi (a.g.e., s. 66, 87, 150) eserini onun v e f a t ı n d a n (456/1064) sonra yazdığını göstermektedir. Elli b ö l ü m d e n oluşan Teşkifü'l-lisân'da



Arapça konuşanların



yapmış oldukları hataların yanı sıra kur-



(bk. SADRÜŞŞEHÎD). L



r



önce Sicilya'da yazılmış olmalıdır. Yine hocası olan İbn Reşîk'ten rahmetle bahset-



J



deler ve kıtalar şeklindedir. İbn Matrûh'un günümüze intikal eden



(1108) yılı (Hediyyetü'l-'ârifîn,



ha sonraki bazı eserlerde de tekrarlan-



ettiği bilindiğine g ö r e eser bu tarihten



dih, aşk, zühd, edep, münâcât vb. temalarda yazdığı şiirler daha çok uzun kasi-



İbn Mekkî'nin vefat tarihi klasik kaynak-



Di-



tüğünü, Tabakütü'l-etıbbâ'adlı



meden bir şair olarak tanınmakla birlik-



şiirlerin-



den bazı örnekler mevcuttur (s. 149-151).



1949, s. 105-120; a.mlf., el-Edebü'l-'Arabî,



ruh, Târîhu'l-edeb,



t e edebiyat eleştirmenleri onun şiirlerini



İbnü'l-Kattâ' es-Sıkıllî tarafından kaleme alınan ed-Dürretü'l-hatire'de



m a ş k 1983, s. 9 6 - 1 0 3 ; a . m l f . , " i b n M a t r û h " ,



M. Kâmil Hüseyin, Dirâsât



ğini belirtir ( c üyûnü'l-enbâ', s. 577).



zîz Matar, s. 7-8). Çağdaşı ve hemşehrisi



larda belirtilmemekte, Bağdatlı İsmâil



s. 177-184; C. Zeydan, Âdâb,



eski ve yeni tabipler hakkında bilgi verdi-



şad üslûbu dikkati çekmektedir (Abdüla-



Paris



bia da onunla Dımaşk'taki evinde görüşnusunda kendisine iltifatta bulunduğunu,



(İbnü'l-Kıftî, II, 329). Aynı zamanda şair olan İbn Mekkî'nin şiirlerinde vaaz ve ir-



sous les ayyübides,



prophane



tirmiştir (Vefeyât, VI, 260). İbn Ebû Usayeseri ko-



daha üstün olduğunu kaydetmektedir



. IBN MEKKI



n



râ, fukaha, müfessirler, tabipler gibi ilim erbabının kendi alanlarıyla ilgili yanlış kullanımlarının düzeltilmesi de amaçlanmıştır. Müellif görüşlerini ispat için âyet



( J ^ O Î ' )



ve hadislerden, ayrıca divanlar, emsal ki-



Ebû Hafs Ömer b. Halef b. Mekkî es-Sıkıllî el-Himyerî (ö. 501/1108 [?]) Fakih, Arap dili ve edebiyatı âlimi.



tapları, lugatlar, nahiv kitapları ve edebiyat ansiklopedilerinden örnekler (şâhid) vermiştir. Çok sayıda kaynaktan istifade ^



edilerek yazılan esere sonraki birçok müellif atıfta bulunmuştur. İbn Hişâm elLahmî, el-Medhal



reddin, el-Melikü's-Sâlih gibi devlet adamları, Bahâ Züheyr ve İbn Hallikân gibi dost-



Kaynaklarda Sicilya'dan (Sıkılliye) Tu-



larına yazdığı methiyeler yanında başta



nus'a hicreti ve orada yaptığı kadılık gö-



Halep olmak üzere bazı beldelerin tasviri,



revi dışında bilgi yoktur. Bazı eserlerde



Haçlılar'a karşı yazılmış bazı hamâsî şiir-



kaydedilen Mâzerî nisbesinden hareketle



ler v e bir kısım hicivlerle zühd, edep ve



Sicilya'da Mâzer (Mazzara) şehrinden oldu-



münâcâta dair kısa parçalar yer almak-



ğu veya bir süre burada yaşadığı söylene-



tadır. İlk olarak Abbas İbnü'l-Ahnef'in di-



bilir. Hocaları arasında, özellikle



vanı ile birlikte yayımlanan eserin (İstan-



lisûn adlı eserinde nakillerde bulunduğu



Teşkifü'l-



ilâ



takvimi'1-lisân'-



da bu eserle Ebû Bekir ez-Zübeydî'nin Lahnü'l-'âmme'sini



tenkit etmekle bir-



likte her iki eserden de faydalanmış ve zaman zaman takdirlerini ifade etmiştir. İbnü'l-Ecdâbî'nin Teşkifü'l-lisân'a



bir



reddiye yazdığı bilinmektedir (Teşkifü'llisân'm tanıtımı ve değerlendirilmesi için bk. Abdülazîz Matar, s. 125-165). Biraraş-



174



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MELEK tırma ile birlikte Umberto Rizzitano ta-



eserlerinde babasının adı Abdülaziz, ba-



Eserleri. İbn Melek değişik alanlarda



rafından yayımlanan eseri (bk. bibi.) da-



zılarında ise Firişte olarak geçmektedir.



çok sayıda eser kaleme almıştır. Özellikle



ha sonra Abdülazîz Matar (Kahire 1386/



İlmiyeye mensup bir aileden geldiği ve



Osmanlı medreselerinde ders kitabı ola-



1966, 1415/1995) ve Mustafa Abdülkâdir



babasından ders aldığı bilinen (Mebâri-



rak okutulan Menârü'i-envâr



Atâ (Beyrut 1410/1990) neşretmiştir.



ku'l-ezhâr, 1, 25) İbn Melek, Aydınoğulla-



riku'l-envâr



BIBLIYOGRAFYA :



rı'nın en güçlü zamanında Ege bölgesinin



reyn şerhinin Türkiye kütüphanelerinde



İbn Mekkî, Teşkifü'l-lisân



telkihıı'l-cenân



Birgi'den sonra ikinci ilim v e kültür mer-



çok sayıda yazma nüshası bulunmakta-



1415/1995,



kezi olan Tire'de yaşadı ve yöneticilerden



dır. Oğlu Muhammed de İbn Melek lakabı



tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 5-25;



büyük saygı gördü. Seyyid Bey, İbn Me-



ile tanındığı için her ikisinin eserleri za-



İbnü'l-Kattâ' es-Sıkıllî, ed-Dürretü'l-hatire



fi şu-



lek'in aslen Türkistanlı ve kendisinin bü-



man zaman birbirine karıştırılmıştır. 1.



(nşr. Beşîrel-Bekkûş), Beyrut 1995,



yük dedelerinden olduğunu, babasının



Şerhu Menâri'l-envâr.



Aydınoğulları'nın daveti üzerine Anado-



Nesefî'nin fıkıh usulüne dair muhtasar



lu'ya geldiğini kaydeder (üsûl-iFıkıh,



ue



(nşr. Abdülazîz Matar), Kahire



carâ'i'l-Cezlre



s. 147-151; İbn Dihye, el-Mutrib



(nşr. İbrâhim el-



Ebyârî v.dğr.), Kahire 1954, s. 88-89; İbnü'I-Kıftî, İnbâhü'r-ruuât,



ve'l-luğauiyyin



eserinin şerhidir. Kitapta Hanefîler'in yanında Şâfiî ve Mâliki usulcülerinin görüş-



(nşr. Abdülmecîd Diyâb),



ruhan Medresesi'nde öğrenim gördüğü-



lerine de yer verilmiş, zaman zaman Ne-



nü v e orada halkın ziyaret ettiği bir hüc-



sefî de tenkit edilmiştir. Defalarca basıl-



resinin bulunduğunu söyler



(Seyahatna-



mış olan şerh üzerine (İstanbul 1292, 1306,



İbn Melek, Aydınoğlu M e h m e d Bey'in



bazı baskılarının kenarında yer alan Şere-



Taşhîhu't-taş-



(nşr. Seyyid eş-Şerkâvî -



Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1407/1987, s. ue'l-luğa



e'imme-



(nşr. Muhammed el-Mısrî),



Küveyt 1407/1987, s. 161-162; Süyûtî, II, 218; Keşfü'z-zunûn,



yetü'l-uu'ât,



993; el-Hulelü 's-sündüsiyye, Hediyyetü



'l-'ârifin,



cenûbi



Buğ-



1, 344; 11,



I, 244, 272, 293;



I, 695, 782; A h m e d Tevfîk



me, IX, 74). Tire'de yaptırdığı medresede uzun yıllar ders verdi ve bu sebeple m e d r e s e onun adıyla meşhur oldu. Ayrıca Mehmed Bey'in



ue



oğulları îsâ Çelebi, Selim Çelebi ve Hızır



İtâliyâ, Cezayir 1365, s. 214; Brockel-



Şah'a hocalık yaptı. Bazı kaynaklar, bizzat



el-Medenî, el-Müslimûn mann, GAL,



fi cezîreti Şıkılliye



I, 375; Suppl.,



Matar, Lahnü'l-'âmme uiyyeti'l-hadîşe,



I, 541; Abdülazîz



fldau'i'd-dirâsâti'l-luğa-



Kahire 1386/1967, s. 7-8, 121-



165; İhsan Abbas, el-'Arab



fi Şıkılliye,



Beyrut



Aydınoğlu M e h m e d Bey'e hocalık ettiğini kaydediyorsa da (Taşköprizâde, s. 45; Sicill-i Osmânî, III, 454) Mehmed Bey'in



Terâcimü'l-mü'elli-



734'te (1334) v e f a t ettiği göz önüne alı-



fin, III, 243-244; D. A. Agius, "Focus of Concern



nırsa bunun mümkün olmadığı anlaşılır.



in ibn Makki's Tatqıf al-lisân: The case of gen-



İbn Melek'in vefat tarihi ihtilaflıdır. Bur-



1975, s. 110-111; Mahfûz,



der in the medieval Arabic of Sicily", ings of the Colloquium



on Arabic



ProceedGrammar



salı Mehmed Tâhir, medresesinin bahçe-



1991) (ed. Kinga De-



sinde kabrini ziyaret ettiğini ve m e z a r



venyi - T a m â s lvânyi), Budapest 1991, s. 1-7; U.



taşında ölüm tarihini 797 (1394) olarak



Rizzitano, "II Tatqîf al-lisân w a talqih al-ğanân



gördüğünü kaydederse de bu kabir Sey-



di Abu Hafş 'Umar b. Makki", SO, XVIII (1956),



yid Nizâmeddin adlı bir âlime aittir (Muh-



(Budapest



1-7 September



s. 192-213; a.mlf., " i b n M a k k i " , EP (İng.), III, 859-860; J. M. Förneas, " A l m e n a r , almenara



tar, s. 16). Ancak burada bulunan v e Tire



(alminara, almanara) y alminar; en torno a un



Belediyesi'nce üstüne türbe yaptırılan di-



pasaje del 'Tatqif de ibn M a k k i " ,



Miscelânea



ğer kabirlerden birinin ona ait olması kuv-



sy. 29-30,



vetle muhtemeldir. Bağdatlı İsmâil Paşa



Granada 1980, s. 177-188; Rahmetpûr Muham-



ölüm tarihini 801 (1399), M e h m e d Sü-



de estudios



ârabes



y Hebraicos,



m e d Şîrcû Peşt, "İbn M e k k î " , DMBİ, IV, 688H



SAFFET KÖSE



reyyâ ise 820 (1417) olarak vermektedir. Tire'de Necip Paşa Kütüphanesi'ndeki (nr. 200) müellif hattı Şerhu M e n â r i ' l - e r ı v û r 821 (1418) yılında yazıldığına g ö r e İbn



R



IBN MELEK



N



Melek'in bu tarihten sonra v e f a t etmiş olduğu anlaşılmaktadır.



(^lU^I)



(ö. 821/1418'den sonra) ^



Ebü'l-Berekât en-



s.



61-62; Fîrûzâbâdî, el-Büiğa fi terâcimi ti'n-nahu



Meşâ-



55). Evliya Çelebi de onun Manisa'da Sa-



fi



Riyad 1406/1986,s. 239; Safedî. hîf ue tahrirü't-tahrîf



ve



Mecmcfu'l-bah-



terâcimi'n-



il, 329; Abdülbâki b. Abdül-



mecîd el-Yemânî, İşâretü't-ta'yln nühât



şerhleriyle



Hanefî fıkıh âlimi ve lügat yazarı.



^



1307, 1308, 1314, 1315, 1316, 1317, 1319), feddin Yahyâ b. Karaca er-Ruhâvî, Azmîzâde Mustafa Hâletî v e Radıyyüddin İbnü'I-Hanbelî haşiyelerinden başka Kasım b. Kutluboğa v e Koca Hüsam Amâsî de birer hâşiye yazmıştır (Keşfü'z-zunûn, II, 1825). 2. Mebâriku'l-ezhâr şârikı'l-erıvâr.



fî şerhi



Me-



Radıyyüddin es-Sâgânî'-



nin Meşâriku'l-envâri'rı-nebeviyye



adlı



eserinin şerhidir. Buhârî ile Müslim'deki hadislerin senedleri v e tekrarları çıkarılmak suretiyle derlenen eser 2250 kadar hadis ihtiva etmektedir. Hadis izahlarının özlü şekilde yapıldığı ve fıkhî hükümlerin açıklanmasına daha çok ağırlık verildiği bu şerh birçok defa basılmıştır (İstanbul 1287, 1303, 1306, 1309, 1311, 1314, 1315, 1328, 1329; nşr. Eşref b. Abdülmaksûd, I-III, Beyrut 1415/1995). Şerh üzerinde Bergamalı İbrâhim'in Envârü'l-bevânk tertibi



Şerhi'l-Meşârık



çalışması vardır (DİA, V, 496). 3. Mecma'i'i-bahreyn.







adıyla bir tertip Şerhu



Hanefî fakihlerin-



den Muzafferüddin İbnü's-Sââtî'nin fıkha dair eserinin şerhidir. Sonraki fıkıh kitaplarında çokça atıfta bulunulan eserin birçok yazma nüshası mevcuttur (meselâ Millet Ktp., Murad Molla, nr. 885, 886, 887, Feyzuilah Efendi, nr. 809-814; Beya-



Özellikle fıkıh, usûl-i fıkıh ve hadis ilim-



zıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 2006, 2097-



lerinde zamanının önde gelen isimlerin-



2099, 2246-2248, 2334-2335, Veliyyüddin



den biri olan İbn Melek, Timur'un Tire'ye



Efendi, nr. 1215-1217; Süleymaniye Ktp.,



gelişi sırasında yanında bulunan meşhur



Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 202, Câruliah



Kaynaklarda İbn Melek (İbn Firişte, Firiş-



âlim Seyyid Şerif el-Cürcânî ile görüşmüş,



Efendi, nr. 805,Damad İbrâhim, nr. 555-



teoğlu) lakabını niçin aldığı konusunda bil-



geniş bilgi v e kültürüyle büyük takdir ve



557, A y a s o f y a , nr. 1254-1258, Fâtih, nr.



gi yoktur. Ancak İbn Battûta'nın 732'de



hayranlık uyandırmıştır. İbn Melek Tire'de



1760-1766, Süleymaniye, nr. 272, 489-492).



(1332) Anadolu'ya yaptığı seyahat sırasın-



bir b e d e s t e n yaptırmış, çeşitli vakıflar



İbn Kutluboğa bu şerh üzerine bir hâşiye



da Birgi'de karşılaştığı Kadı İzzeddin Fi-



kurmuştur. Onun Hurûfîliğe dair eserle-



yazmıştır (Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr.



rişte'nin dindar ve fazilet sahibi olduğu



riyle tanınan bir kardeşiyle (bk. FİRİŞTE-



2492; Millet Ktp., Feyzuilah Efendi, nr. 707-



için "Firişte" lakabıyla tanındığına dair



OĞLU, Abdülmecid) yine İbn Melek laka-



708; Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr.



verdiği mâlumattan (Tuhfetü'n-nüzzâr; 1,



bıyla anılan ve muhtelif eserleri bulunan



750; Râgıb Paşa Ktp., nr. 478). 4.



328) İbn Melek'in bu lakabı babasına nis-



Muhammed adında bir oğlu olduğu bilin-



oğlu Lügati.



betle aldığı anlaşılmaktadır. Nitekim bazı



mektedir.



Firişte-



En eski Arapça-Türkçe söz-



175



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MELEK Muhammed'in de üç aylar, bayramlar, âşûrâ ve cuma gününün faziletine dair adlı bir eseri vardır (Sü-



Zuhrü'l-câbidîn



leymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 537). BİBLİYOGRAFYA : İbn Melek, Mebâriku'l-ezhâr



{nşr. Eşref b. Ab-



dülmaksûd), Beyrut 1415/1995,1, 25;İbn Battûta, Tuhfetü'n-nüzzâr,



s. 328; Sehâvî,



ed-Dau'ü'l-



IV, 329; Taşköprizâde, eş-Şekâ'ik,



lâmi',



4 6 ; M e c d î , Şekâik



mî, et-Tabakâtü's-seniyye,



s. 4 5 -



s. 6 6 - 6 7 ; T e m î -



Tercümesi,



IV, 383;



Keşfü'z-zu-



I, 231, 3 7 4 - 3 7 5 ; II, 1601, 1 6 8 9 , 1 8 2 5 ; İb-



nûn,



nü'l-İmâd, Şezerât,



VII, 3 4 2 ; Evliya Çelebi, S e -



y a h a t n a m e , IX, 74, 166, 172; Şevkânî, I, 374; Leknevî,



rü't-tâlic,



s. 107; Sicill-i



M. Seyyid Bey, Usûl-i 55; Serkîs, Mu'cem,



Hediyyetü'lI, 2 1 9 - 2 2 0 ;



İstanbul 1333, s.



Fıkıh,



I, 252-253;



Brockelmann,



I, 614, 658; II, 263, 315; Uzunçar-



GAL Suppl., şılı. İlmiye



111, 4 5 4 ; Müellifleri,



Osmânİ,



I, 617; Osmanlı



'ârifin,



el-Bed-



el-Fevâ'idü'l-behiyye,



s. 22, 28, 2 2 9 ; H i m m e t



Teşkilâtı,



Akın, Aydınoğulları



Hakkında



Bir



Araştırma,



Ankara 1973, s. 38, 97; Abdullah b. Mustafa elMerâgi, el-Fethu'l-mübîn,



Beyrut 1974, 111, 50;



Cemal Muhtar, Ferişteoğulları çe Lügatleri o'



.ıf



.



.



«



j j ^ î A ^ b o»



Üzerinde



'nın Arapça



1981), A Ö İlâhiyat Fakültesi; a.mlf., İki Sözlüğü:



Lugat-ı



n û n - ı İlâhî, Fıkıh



Kur'ân Kâ-



ue Lugat-ı



İstanbul 1 9 9 3 ; A h m e t Özel,



Âlimleri,



Şeker, "İbn



Ferişteoğlu



Türk-



(doktora tezi,



Araştırma



Hanefi



A n k a r a 1990, s. 88; M e h m e t



Melek'in Hukukî Yönü v e Menâr



Ş e r h i " , Türk Kültüründe



Tire, Ankara 1994, s.



4 3 - 4 7 ; Hüseyin Elmalı, " F e r i ş t e o ğ l u S ö z l ü ğ ü " , a.e., s. 53-61; Mustafa Baktır, " H r e l i İbn M e l e k



ibn Melek'in Şerhu Menâri'l-erıuâr adli eserinin ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 991}



v e İlmî M u h i t i H a k k ı n d a B a z ı Tesbitler",



a.e.,



s. 33-42; a.mlf., " H r e l i İbn M e l e k , H a y a t ı , Eserleri v e M e n â r Şerhi", Atatürk yat Fakültesi



İliklerden biri olup Lugat-ı Lugat-ı



Firiştezâde



Firişteoğlu,



ve Lugat-ı



İbn



Fi-



bazı ilâvelerde bulunmak suretiyle eseri yeniden kaleme almıştır. Bu eserin (Sü-



rişte gibi adlarla da anılır. Müellifin, to-



leymaniye Ktp., Murad Buhârî, nr 118; Ha-



runu Abdurrahman için manzum olarak



san Hüsnü Paşa, nr. 371;Serez, nr. 687;



kaleme aldığı eser yirmi iki kıtadan mey-



Fâtih, nr. 1892, 1893) ve İbn Melek'e ait



dana g e l m e k t e v e büyük bir kısmında



eski şeklin (Süleymaniye Ktp., Turhan Vâ-



Kur'ân-ı Kerîm'de g e ç e n 1528 Arapça



lide Sultan, nr. 139; İsmihan Sultan, nr.



kelimenin Türkçe karşılığı verilmektedir.



151; Şehid Ali Paşa, nr. 866) çeşitli yazma



Subha-i



Sıbyânve



Tuhfe-i



Vehbî



gibi



Arapça-Türkçe sözlüklere öncülük eden



Üniversitesi



lu, " İ b n M e l e k v e S ö z l ü p " , TDİ, s. 8 3 ; Kâmûsü'l-a'lâm,



VII/74 (1957),



IV, 3 1 4 6 ; Ö m e r Faruk



Akün, " F i r i ş h t e - O g h l u " , EP (İng ), II, 9 2 3 - 9 2 4 . S



r



MUSTAFA BAKTIR



IBN MELKA (bk. EBÜ'l-BEREKAT el-BAĞDADI).



eser bazı âlimler tarafından şerhedilmiş



med b. Ebû Bekir er-Râzî'nin ibadetlere dair muhtasar eserinin şerhidir (Süley-



IBN MEMMATI



(Muhtar, İki Kur'ârı Sözlüğü, s. 24-26; El-



maniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 796; İz-



(bk. ES'AD b. MEMMATİ).



malı, s. 56-61). Birçok yazma nüshası bu-



mir, nr. 237; Esad Efendi, nr. 727; Reşid



rişteoğlu



Lügati



(İstanbul 1279, 1284,



Efendi, nr. 201; Serez, nr. 959; Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 339). 7.



Bedrü'l-



1296; İstanbul, ts.), Cemal Muhtar tara-



vâ'i-zîn



fından Firişteoğlu Abdülmecid'in



Lugat-ı



lümden m e y d a n a g e l e n bir eser olup



İlâhî si ile birlikte Latin harfle-



iman, kelime-i tevhid ve ibadetlerle ilgili



rine çevrilerek neşredilmiştir (bk. bibi.).



konuları ihtiva etmektedir. Kâtib Çelebi'-



S. Şerhu'l-Vikâye.



nin İbn Melek'e nisbet ettiği eserin (Keş-



Kânûn-ı



Tâcüşşerîa'nın Hanefî



ve



n



^



Zeynüddin Muham-



veya alfabetik şekilde düzenlenmiştir



lunan, ayrıca çeşitli baskıları yapılan Fi-



İlâhi-



sy. 9, Erzurum 1991, s.



40-66; sy. 10(1991), s. 5 1 - 5 8 ; Hikmet Dizdaroğ-



nüshaları günümüze ulaşmıştır. 6. Şerhu Tuhfeti'l-mülük.



Dergisi,



zuhrü'l-câbidîn.



r



İBN MENCUYE



Yirmi bö-



mezhebinde "mütûn-i erbaa" diye anılan



fü'z-zunün,



dört metinden biri olan eserinin en mute-



meyen çeşitli nüshaları bulunmaktadır



1,231) müellif adı kaydedil-



(4J^ŞUO



n



^



1



^J)



Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Yezdî el-İsfahânî (ö. 428/1036) Hadis hâfızı.



L



J



ber şerhlerindendir. İbn Melek'in hayatı-



(Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efen-



347'de (958) İsfahan'da doğdu. Büyük



nın sonlarına doğru-yazdığı eser onun ölür



di, nr. 2072; Yazma Bağışlar, nr. 474; Re-



mü üzerine kaybolunca oğlu Muhammed



dedesi Mencûye'ye nisbetle İbn Mencûye



şid Efendi, nr. 577; Tekelioğlu, nr. 443; İb-



babasının müsveddelerinden faydalanıp



râhim Efendi, nr. 136). İbn Melek'in oğlu



diye tanındı. Bazı kaynaklarda İbn Fencûye diye de anılmaktadır (Abdülgâfir el-Fâ-



176



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MENDE, E b û A b d u l l a h risî, s. 105). Gençliğinde ticaret maksadıy-



BIBLIYOGRAFYA :



la Nîşâbur'a gitti. Hemşehrilerinin istifa-



İbn Mencûye. Ricâlü Şahîhi Müslim (nşr. Ab-



man, Humus'ta Hasan b. Mansûr, Tinnîs'-



desine sunmak üzere orada bazı muhad-



dullah el-Leysî), Beyrut 1407/1987, neşredenin



t e Osman b. Muhammed es-Semerkandî



dislerden emâlîler yazdı. İsfahan'a dön-



tarî, Trablusşam'da Hayseme b. Süley-



girişi, s. 19-22; Abdülgâfir el-Fârisî, Târîhu sâbûr:



el-Müntehab



Nî-



(nşr. M. Kâ-



mine's-Siyâk



dükten sonra hadise ilgi duydu v e hadis



zım el-Mahmûdî), Kum 1362 hş., s. 105-106;



tahsiline başladı. Daha sonra Buhara, Se-



Sem'ânî. el-Ensâb



merkant, Herat, Rey, Nîşâbur ve Cürcân'a



hâdî. 'Ulemâ'ü'l-hadîş,



seyahatler yaptı; İbn Nüceyd, Ebû Bekir el-İsmâilî, Hâkim el-Kebîr, İbnü'l-Mukrîel-



(Bârûdî), V, 392; İbn Abdül-



man'ın söylediğine göre Ebû Saîd İbnü'l-



A'lâmü'n-nübelâXVII,



A'râbî, Hayseme b. Süleyman, Esam v e



438-440; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz,



III, 1087;



Heysem b. Küleyb'den 1000'er cüz hadis



sene 252, s. 208-210;



yazdı (Safedî, II, 190). 334'te (945-46) Ali



İsfahânî v e Ebû Abdullah İbn Mende gibi



İbn Hacer, Tebşîrü'l-müntebih,



muhaddislerden hadis öğrendi. Tahsilini



fü'z-zunûn,



tamamladıktan sonra Nîşâbur'a yerleşti v e hadis dersleri v e r m e y e başladı. Hâce



Hediyyetü



III, 1085; Keş-



I, 88; İbnü'l-İmâd. Şezerât, III, 233; 'l-'ârifîn,



I, 74; Sezgin, GAS, I, 230;



Cezzâr, Medâhilü'l-müellifîn,



III, 1627-1628;Sî-



mîn Muhakkik, "İbn M e n c û y e " , DMBİ, IV, 696-



Abdullah-ı Herevî, Ebü'l-Kâsım İbn Mende, Târîhu



müellifi Ebû Sâlih el-



Merv



M



MÜJDAT ULUÇAM



Müezzin, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki, Ebû Nasr el-Haddâdî ve Hatîb el-Bağdâ-



r



dî kendisinden hadis rivayet ettiler. Nîşâburlu hadis hâfızı Ebû Hâzim el-Abdû-



JİİI



n



hid Medresesi'nde yıllarca hadis imlâ etti v e muhtelif eserleri okuttu. Güçlü bir hâL



Ekim 1036) Nîşâbur'da v e f a t etti. Eserleri. Ricâlü



Şahîhi



mâ'ü ricâli'l-Müslim,



Müslim



(Es-



öğrenmek için Basra'ya hareket ettiği, fakat yolda Mâderâî'nin öldüğünü duyunca geri döndüğü v e Basra'daki kaybının büyüklüğünü her zaman dile getirdiği kaydedilmektedir (Zehebî, A'lâmü



'n-nübelâ',



XV, 335; XVII, 33). İslâm dünyasının doğusunu ve batısını dolaştığını söyleyen İbn du. Y e t m i ş küsur yaşında tahsilini tam a m l a y ı p m e m l e k e t i n e döndü. Güçlü hâfızası sebebiyle dönemin en çok hadis bilen âlimi diye tanındı. Babasının v e bir-



Hadis hâfızı.



J



çok âlim yetiştiren ailesinin şöhretinden dolayı İbn Ebû Hâtim, İbn Ukde ve Fazl



ğu ve zâhidâne bir hayat yaşadığı belirtilen İbn Mencûye 5 Muharrem 428'de (29



b. İshak el-Mâderâî'den (el-Mâzerâî) hadis



Mende gittiği yerlerde kıraat ilmi de oku-



JJİ)



Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Muhammed el-İsfahânî (ö. 395/1005)



yî'nin ölümünden sonra Ebû Sa'd ez-Zâ-



fızaya sahip, sika v e sadûk bir râvi oldu-



. İ B N M E N D E , Ebû Abdullah (öJİo



âlimlerden faydalandı. Oğlu Abdurrah-



III, 281-282; Safedî, el-



Vâfı, VII, 217; Zehebî, a.mlf., Târîhu'l-lslâm:



gibi âlimlerden hadis tahsilini sürdürdü. Ayrıca Kudüs, Gazze v e Merv'de çeşitli



310 (922) veya31 l ' d e (923) İsfahan'da



b. Hasîb gibi âlimler ona icâzet verdi. İbn



doğdu. Ailesinden yetişen diğer âlimler



Mende'nin her biri hadis hâfızı olan ho-



gibi o da dedesinin dedesi Mende'ye nis-



caları ara'sında Ebü'l-Velîd el-Ümevî, Ebû



betle İbn Mende diye tanınmış, annesinin



İshak b. Hamza el-İsfahânî, en sağlam



Esmâ'ü ricali Şahî-



Abdüyâlîloğulları'ndan olması sebebiyle



hocam dediği Assâl, Ebû Ali en-Nîsâbûrî,



yer alan



Abdî nisbesiyle de anılmıştır. Mecûsî olan



İbn Hibbân v e Taberânî gibi âlimler de



râvilerin alfabetik olarak sıralanıp kısaca



Mende'nin ilk fetihler sırasında İslâmiyet'i



vardır. Kendisinden oğulları Ebü'l-Kâsım



tanıtıldığı v e rivayetlerinin Şahîh-i



Müs-



kabul ederek İbrâhim adını aldığı ve İsfa-



Abdurrahman, Ebû A m r Abdülvehhâb v e



hangi kitabında yer aldığının be-



hi Müslim).



Şahîh-i



Müslim'de



han'ın bazı vilâyetlerinde yöneticilik yap-



Ebü'l-Hasan Ubeydullah ile hocası Ebü'ş-



lirtildiği eser Abdullah el-Leysî'nin tahki-



tığı bilinmektedir. İbn Mende, 318 (930)



Şeyh'ten başka Hâkim en-Nîsâbûrî, Tem-



kiyle yayımlanmıştır



(I-II, Beyrut 1407/



yılında İsfahan'da önce babasından ve ba-



mâm er-Râzî, İbn Mencûye, Ebû Nuaym



1987). İbnü'l-Kayserânî, İbn Mencûye'nin



basının amcası Abdurrahman b. Yahyâ b.



el-İsfahânî, kıraat âlimi v e muhaddis Bâ-



bu kitabı ile Ahmed b. Muhammed el-



Mende ile İbn Ebû Hüreyre gibi âlimler-



Kelâbâzî'nin Ricâlü



di-



den hadis tahsiline başladı. 329'da (940-







41) veya bir yıl sonra ilmî seyahate çıka-



lim'in



Şahîhi'1-Buhârî



ye meşhur olan el-Hidâye ma'rifeti



ehli'ş-şika



ve'l-irşâd



adlı



ve's-sedâd



rak Nîşâbur'a gitti (Zehebî,



A'lâmü'n-nü-



eserinde yer alan râviler hakkındaki bilgi-



belâ\ XVII, 30). Bazı kaynaklarda bu tari-



leri bir araya getirdiği çalışmasına



hin 339 (950-51) olarak kaydedilmesi



Cemc



beyne



kitâbey



Ebî Naşr



ei-



tırkânî gibi şahsiyetler faydalanmıştır. İbn M e n d e 30 Zilkade 3 9 5 ' t e (7 Eylül 1005) İsfahan'da v e f a t e t t i . İbn Kesîr onun aynı yıl safer ayında öldüğünü söylemektedir.



(El2



İbn Mende'nin mütevazı v e sünnete



el-Ke-



|Fr.], III, 887) doğru değildir. Nîşâbur'da



bağlı bir âlim olduğu belirtilmekte, ken-



ricâ-



Ali b. İbrâhim el-Kattân, Ebü'l-Abbas el-



disi de sünnete uygun yaşamayan kimse-



adını vermiştir



Esam, İbnü'l-Ahrem gibi muhaddislerden



lerle görüşmediğini, bid'atçılardantekbir



(I-Iİ, Haydarâbâd 1323; I-II, Beyrut 1405/



faydalandı. Daha sonra kırk yıl boyunca



hadis bile almadığını söylemektedir. Ha-



1985).



yaptığı seyahatlerde Buhara'da



(veya



dis tahsili için seyahat edenlerin sonun-



Semerkant) Heysem b. Küleyb eş-Şâşî,



cusu diye anılan İbn Mende (Zehebî, Tez-



lâbâzî



ve Ebî Bekr el-İşfahânî



li'l-Buhârî



ve Müslim







İbn Mencûye'nin ayrıca Buhârî, Müslim ve Tirmizî'nin



el-Câmicu'ş-şahîh'\er\y\e



Ebû Davud'un es-Sünen'i üzerine müs-



Mekke'de Ebû Saîd İbnü'l-A'râbî, Medi-



kiretü'l-huffâz,



ne'de Ca'fer b. Muhammed b. Mûsâ el-



mamlayıp 375'te (985) İsfahan'a döndük-



III, 1032) seyahatlerini ta-



Alevî, Bağdat'ta Ebû Ali İsmâil b. Muham-



ten sonra evlenmiş, Abdurrahman, Ubey-



tahrec türü eserler telif ettiği kaynaklar-



med es-Saffâr ve İbnü'l-Bahterî diye bili-



dullah, Abdürrahim v e Abdülvehhâb ad-



da zikredilmiş olup Ebû Dâvûd'un ese-



nen Ebû Ca'fer Muhammed b. Amr, yıl-



larında dört oğlu olmuştur. Bunlardan



ri üzerine yaptığı çalışmanın



Kitâbü's-



larca kaldığı Mısır'da Hasan b. Yûsuf b.



Ebü'l-Kâsım Abdurrahman ile Ebû Amr



adını taşıdığı be-



Müleyh et-Tarâifî, A h m e d b. Bühzâd b.



Abdülvehhâb da hadisle meşgul olmuş,



Sünne veya es-Sünen



lirtilmekte, Ebü'l-Kâsım İbn Mende bu



Mihrân, Hamza el-Kinânî, Serahs'ta Ab-



Abdülvehhâb'ın oğlu Ebû Zekeriyyâ Yah-



eseri İbn Mencûye'den okuduğunu söy-



dullah b. Muhammed b. Hanbel, Dımaşk'-



yâ hadis ve tarih sahasında çeşitli eserler



lemektedir.



ta İbrâhim b. Muhammed b. Sâlih el-Kan-



kaleme almıştır. Zehebî, Ebû Abdullah 177



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MENDE, Ebû A b d u l l a h tanınmış



retmiştir (a.g.e., XVII, 41). İbn Mende'nin



şahsiyetlerine dair bir kitap yazdığını, bu



İbn M e n d e ' y e ve ailenin diğer



belli bir m e z h e b e bağlı olduğu bilinme-



162b; nr. 94, vr. 76a- 183a; nr. 104, vr. 219a-



aileye ismini veren ve Halife Mu'tasım-



mekle beraber Ebû Ya'lâ onun biyografi-



228a). 4. Emâlî



Billâh zamanında (833-842) ölen Mende'-



sine Tabakâtü'l-Hanâbile'de



Mecmua, nr. 35/3, üçüncü kısım: vr. 24a-



yer ver-



tübi'z-Zâhiriyye, Mecmua, nr. 17, vr. 157a(Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye,



den başlayıp dört yüzyıl boyunca hadis



miştir (II, 167). İtikadî m e s e l e l e r d e ise



52 b (24-72 [?]); nr. 41/4, vr. 49a-53a; nr. 56/



rivayetini sürdüren başka bir aile daha



Selefiyye'ye bağlı olup bu konuda



8, vr. 177a- 180a). Ayrıca Ebû Hanîfe'nin



bilmediğini söylemektedir (A'lâmü'n-nü-



bü't-Tevhîd



belâ', XVII, 38-39). Ailenin bilinen en son



eser kaleme almıştır.



ve Kitâbü'l-îmân



Kitâ-



adlı iki



İbn Mende tarafından



el-Müsned'inin



nakledilen bir rivayeti günümüze kadar



temsilcisi, Ebû Abdullah İbn Mende'nin



İbn Mende'nin dikkat çeken bazı görüş-



beşinci nesilden torunu olan muhaddis



gelmiş olup baş tarafında İbn Mende'nin



leri şöyledir: Allah'ın varlığı v e birliği kâi-



Ebû Hanîfe hakkında bazı tenkitleri yer



(müsnidü İsfahan: a.g.e., XXII, 382-383)



nattaki bütün varlıklarda gözlenen ince



almıştır (Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Mec-



Ebü'l-Vefâ Mahmûd b. İbrâhim el-İsfahâ-



sanat ve sağlam düzenden açıkça anlaşı-



mua, nr. 62, vr. 144-145). İbn Mende'nin



nî'dir (ö. 632/1234-35). Ebû Mûsâ el-Me-



lır. Bu sebeple peygamber davetine mu-



en-Nâsih



dînîfö. 581/1185), İbn Mende'nin hayatı-



hatap olmayan kimseler de bu düzeni



336), Ğarâ'ibü



nı v e kendisine ulaşan rivayetlerini e z -



görerek fıtrî bir kabiliyetle Allah'ın varlı-



ma'u'l-mü'esses,



Zahîre



Ebî'Ab-



ğına istidlâl etmekle yükümlüdür. İlâhî



Tertîbü Garâ'ibi Şu'be li'bn Mende adıyla



adlı eserinde ele almış-



zâtı bu dünyada g ö r m e k ve mahiyetini



bablara göre düzenlemiştir), 'Avâlî



kavramak mümkün değildir. Allah'ın sı-



'Uyeyne



fatları teşbih, temsil v e kıyas yoluyla bili-



eserleri de bulunmaktadır.



dillâh



ve'l-'udde b. Mende



fî menâkıbi



tır. 1700 hocadan hadis yazdığını söyleyen İbn Mende'nin hadislerinin elli büyük cilt d e m e k olan 50.000 cüzü bazı çağdaşlarının ifadesiyle "kırk yük kitabı" bulduğu belirtilmektedir. Hocası Ebû İshak b. Hamza hayatında İbn Mende gibi güçlü bir hadis hâfızı görmediğini, diğer hocası Ebû Ali en-Nîsâbûrî de onun üstün bir kabiliyete sahip bulunduğunu belirtmiş, Hâce Abdullah-ı Herevî ise kendisini devrindeki muhaddislerin efendisi diye övmüştür. Kur'an tilâvetinin mahlûk olduğu görüşünü savunan Ebû Nuaym el-İsfahânî, er-Red ye ve'l-Hulûliyye



'ale'l-Lafzıy-



adlı eserinde bu fikre



karşı olan İbn Mende'yi eleştirmesine rağm e n (DİA, X, 202) onu "ilim dağı" diye nitelemiş, ancak Zikru



ahbâri



İşbahân'-



nemez. Sıfatlara ilişkin âyetlerin mânası sadece Hz. Peygamber'in açıklaması veya sahâbîlerin rivayet etmesiyle bilinebilir. Sıfatlarla ilgili hadisler Kur'an'a uygun olup hepsi mütevâtirdir. Hz. Peygamber'in varlığından ve getirdiği vahiyden haberdar olan her insan ona iman e t m e k l e mükelleftir, buna Ehl-i kitap da dahildir. İman bilgi ve ikrardan ibarettir. Bildiğini kalbiyle tasdik edip diliyle ifade ettiği halde uygulamayan kimse müslüman olarak nitelendirilse de mümin adını almaya hak kazanamaz. Bundan dolayı ilâhî emirlere uyanlar mümin, kelime-i tevhidi kalben tasdik edip diliyle ifade edenler müslüman diye vasıflandırılır. Mümin imanı kemale eren kişidir, ilâhî emirlere uymayanların imanı ise eksiktir.



aldığı âlimlerden hadis dinlemiş gibi riva-



Şu'be



(İbn Hacer, el-Mec-



II, 426; İbn Hacer eseri İbn



(a.g.e., 11, 153) v e F e v â ' i d adlı



B) Hadis Ricali. 1.



Ma'rifetü'ş-şahâ-



be. Bu konudaki ilk çalışmalardan olan eser İbnü'l-Esîr'in Üsdü'l-ğâbe'deki



(I,



10,11) dört kaynağından biridir. Ebû Mûsâ el-Medînî, günümüze gelip gelmediği bilinmeyen Tetimmetü ti'ş-şahâbe



(Zeylü)



Ma'rife-



adlı çalışmasında bu esere



üçte bir nisbetinde ilâvede bulunmuş (a.g.e., 1,10), Zehebî de İbn Mende'nin eserinden iki cüz hacminde bir müntekâ yapmıştır (İbn Hacer,



el-Mecma'u'l-mü'esses,



III, 66). Tamamının kırk cüzden fazla olduğu belirtilen ve alfabetik olarak düzenlenen Ma'rifetü'ş-şahâbe'nin



sadece otuz



yedinci cüzü ile (Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Hadis, nr. 344) kırk ikinci cüzü (Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Umumi, nr. 4443) zamanımıza intikal etmiş olup sahâbeden Ebû



da (II, 278) hayatının sonlarına doğru hâfızasının karıştığını, kendisinden icâzet



(İbn Kesîr, XI,



ve'l-mensûh



Eserleri. A ) Hadis. 1. Müsnedü



İbrâ-



Hâzır ile başlayan otuz yedinci cüzden an-



ehâ-



laşıldığına göre İbn Mende sahâbîlerin



hîm b. Edhem ez-Zâhid



(Müsnedü



yet ettiğini, hatta bazı kimselerin söyle-



dîşi İbrâhîm b. Edhem).



İbrâhim b. Ed-



nereye yerleştiği, onlardan kimlerin riva-



mediği sözleri onlara nisbet ettiğini ileri



hem'in (ö. 161/777-78) Yahyâ b. Saîd el-



yette bulunduğu konusuna önem vermiş,



sürmüştür. Fakat Zehebî, aralarında iti-



Ensârî, Ebû İshak es-Sebîî, Mansûr b.



her sahâbînin bir rivayetini zikretmeye



kadî konular bakımından görüş farklılığı



M u ' t e m i r , A ' m e ş , Süfyân es-Sevrî, Mâ-



çalışmıştır. Kadın sahâbîlerle başlayan di-



bulunan bu iki âlimin birbiri hakkındaki



lik b. Dînâr, Şu'be b. Haccâc, E v z â î v e



ğer cüzde ise alfabetik sıra gözetilmeksi-



suçlamalarını dikkate almamak gerekti-



Ebû Hanîfe gibi ş a h s i y e t l e r d e n riva-



zin Hz. Peygamber'in kızları, halaları, süt



ğini kaydetmiştir. İbn Mende'yi Dârekut-



y e t ettiği, genellikle t e r g i b v e t e r h î b e



anneleri ve hanımları anlatılmaktadır.



nî, Hâkim en-Nîsâbûrî v e Abdülganî el-



dair merfû ve mevkuf rivayetlerinden elli



Ebü'l-Kâsım İbn Asâkir'e g ö r e



Ezdî ile karşılaştıran bazı âlimler onun



birini ihtiva eden eser Mecdî es-Seyyid



tü'ş-şahâbe'de



daha çok hadis rivayet ettiğini v e hadisi



İbrâhim tarafından yayımlanmıştır (Bu-



tadır (Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',



daha iyi bildiğini söylemişlerdir. Zehebî,



lak 1408/1988). 2. Risâle fî beyâni



2. Fethü'l-bâb



"Şark'ın h â f ı z ı " d e d i ğ i İbn Mende'nin



(nakli)'l-ahbâr



(A'lâmü'n-nübelâ',



XXII, 382) hadisi riva-



li'l-âşâr



ve şerhi



fi'l-künâ



XVII, 33).



ve'l-elkâb.



Sa-



eh-



hâbe ve tabiîn muhaddislerinden 4748



taşhî-



şahsın künye ve lakabının tanıtıldığı eser-



fı'l-kırâ'ati



de her şahsın adı, nisbesi, kimden hadis



mezâhibi



ve hakîkati's-sünen



fazli



Ma'rife-



pek çok yanlış bulunmak-



ve



yet etmekle yetindiği vakit hata etmedi-



hi'r-rivâyât



ğini, ancak hadis hakkında kanaatini be-



ue's-semâc ve'l-münâuele



Sa-



aldığı ve kime rivayet ettiği belirtilmek-



lirttiğinde yanıldığını söylemiş, esasen



hasında ilk çalışma olduğu belirtilen eseri



tedir. Resûl-i Ekrem'in künyesi Ebü'l-Kâsım ile başlayan alfabetik çalışmada Ebû



(Şürütü'l-e'imme



ve'l-icâze).



Ebû Nuaym el-İsfahânî ile onun en önemli



Abdurrahman b. Abdülcebbâr el-Feryevâî



kusurunun hadis diye ileri sürülen uydur-



Şürûtü'l-e'imme



ma haberleri rivayet etmek olduğunu zik-



(Riyad 1416/1995). 3. Hadîs



178



başlığı ile neşretmiştir (Dârü'l-kü-



İbrâhim'den Ebû Abdullah'a kadar olan künyeler sıralanmakta, adı bilinmeyip sa-



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MENDE, Ebû Zekeriyyâ dece künyesiyle tanınanlarla haklarında



132 konu başlığı altında senedleriyle bir-



yeterli bilgi bulunmayanlar da zikredil-



likte zikredilen 914 rivayette genel hatla-



mektedir. Eseri neşreden Ebû Kuteybe



rıyla Allah Teâlâ'nın vahdâniyyeti, ulûhiy-



Nazar Muhammed el-Fâryrâbî (Riyad 1417/



yeti, isimleri ve sıfatları incelenmekte,



BİBLİYOGRAFYA : Ebû Abdullah İbn Mende, Kitâbü'l-îmân



(nşr.



Ali Muhammed b. Nâsır el-Fükayhî), Beyrut 1406/ 1985, neşredenin girişi, 1, 2 2 - 7 8 ; a.mlf.,



Kitâ-



Ali Muhammed b. Nâsır el-Fü-



bü't-Teuhîd(nşr.



1996), daha önce kitap üzerinde Mekke



her konu âyet, hadis ve Selef âlimlerinin



Câmiatü Ümmi'l-kurâ'da Abdülazîz b. Ab-



sözleriyle açıklanmaktadır. Ali Muham-



9-42; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Zikru



dullah b. Ubeydullah er-Rahmânî tarafın-



med b. Nâsır el-Fükayhî, diğer neşirlerde



bahân(nşr.



dan doktora çalışması yapıldığını, ancak



görülmeyen bir usulle her konunun biti-



bu çalışmada 100 kadar biyografiye yer



minde hadislerin muhtevasını bazan ol-



verilmediğini, ayrıca esere Müslim'in Ki-



dukça geniş şekilde açıklayarak ve riva-



700 biyografinin yan-



yetlerin sıhhat derecesini belirterek eseri



huffâz,



lışlıkla eklendiğini ve daha başka hatala-



neşretmiştir (Medine 1988-1989; I-III, Me-



lâ', XV, 335; XVII, 28-43; XXII, 3 8 2 - 3 8 3 ; a.mlf.,



rın da bulunduğunu belirtmiştir. Eserin



dine 1414/1994). 3. er-Red



bir kısmı Seven Dedering tarafından da



miyye.



yayımlanmıştır (Uppsala 1927). 3. Tesmi-



fatları konusunda Cehmiyye'nin düştüğü



yetü'l-meşâyih



tâbü'l-Künâ'sından



el-İmâm



Allah Teâlâ'nın yed, vech gibi sı-



1990, II, 278; İbn Ebû Ya'lâ, bile, II, 167; Hâzimî,



Tabakâtü'l-Hanâ-



(nşr. Zâhid el-Kevserî), Kahire 1991, s. 31; İbnü'lEsîr, Clsdü'i-ğâbe,\,



10,ll;Zehebî,



III, 1031-1036; a.mlf.,



Târîhu'l-İslâm:



sene



s. 3 2 0 - 3 2 4 ;



381-400,



a.mlf., Mîzânü'l-iHidâl,



III, 479-480; Safedî, el-



Vâfî, II, 190-191; İbn Kesîr, el-Bidâye, İbnü'l-Cezerî, Ğâyetü'n-Nihâye,



hataların ele alındığı eseri Ali Muham-



Hacer, Lisânü'l-Mizân,



m e d b. Nâsır el-Fükayhî y a y ı m l a m ı ş t ı r



I, 481; a.mlf., el-Mecma'u'l-mü'esses



(Medine 1401/1981, 1414/1994). İbn Men-



mi'l-müfehres



meşây'ıhi'l-



el-CâmiSı'ş-şahîh'-



de'nin ayrıca Kitâbü'ş-Şıfât,



Kitâbü'r-



rin Dublin'de Chester Beatty Library'de



rûh, Delâ'ilü'n-nübüvve



bulunan tek nüshası (nr. 5165/1, vr. 1-11)



Işâbe, I, 481; Sehâvî, s. 166) adlı eserleri-



Mahtûtât,



nin bulunduğu kaydedilmektedir.



yûn,



Arthur John Arberry tarafından tanıtılmış (/Q,Xl/l-2 11967]) ve Nazar Muhamm e d el-Fâryâbî tarafından neşredilmiştir (Riyad 1412/1991). 4.



el-Esâmîve'l-kü-



nâ (Chester Beatty Library, nr. 5165/2, vr. 12-28). Bu eserin Zehebî'nin



el-Künâ



adıyla kaydettiği kitap (AHâmü'rı-nübelâ\ XVII, 33) veya Fethu'l-bâb ve'l-elkâb



fi'l-künâ



olması muhtemeldir.



C) Akaid. 1. Kitâbü'l-îmân.



sında sayıp çok hacimli olduğunu söylediği et-Târîh



ile (AHâmü'n-nübelâ 3 , XVII,



33) Hediyyetü'l-cârifîn'de



m a n n , GAL



(II, 57)



Târî-



hu İşbahân adıyla zikredilen eser muhte-



şâmil,



Hediyyetü'l-'âri-



s. 119-120; Kays Âl-i Kays,



III, 1628-1629; Sâlihiyye,



el-îrâniy-



Medâhilü'l-müel-Mu'cemü'şEl2



(Fr.), III, 8 8 7 - 8 8 8 ; M u h a m m e d Mehdî Müezzin-i Câmî, " İ b n M e n d e " , DMBİ,



IV, 6 9 7 - 6 9 9 ; M. Ya-



şar Kandemir, " B a k i b. M a h l e d " , DİA, IV, 542; Osman Türer, " E b û N u a y m e l - İ s f a h â n î " , X, 202.



a.e.,



|—| İH



M . YAŞAR KANDEMIR



kütübi'n-nâs



ve'l-müstetraf



min



ahvâli'n-



r



İ B N M E N D E , Ebû Zekeriyyâ



adlı eser oğlu Ebü'l-Kâ-



109 konu başlığı altında senedleriyle bir-



nâs li'l-macrife



likte zikredilen 1089 rivayette imanın ma-



sım Abdurrahman'ın, Sezgin'in Cüz 3 fî-



hiyeti, kısımları, imanla İslâm arasındaki



men



ilgi, imanın altı esası, kelime-i tevhidin



adıyla müellifin kitapları arasında saydığı



câşe



s. 166; Brockel-



I, 281;



V, 170; F. Rosenthal, " i b n M a n d a " ,



melen aynı kitaptır. Brockelmann'ın Ebû min



bi't-teublh,



II/2, s. 464-469; Cezzâr,



Abdullah İbn Mende'ye nisbet ettiği etli't-tezkire



Suppl.,



fin, II, 57; Sezgin, GAS, I, 2 1 4 - 2 1 5 , 415; Elbânî,



5ellifin,



Zehebî'nin İbn Mende'nin kitapları ara-



Târîhu'l-müstahrec Eserde



(İbn Hacer, el-



el-lşâbe, li'l-Mu'ce-



(nşr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar-



66; Sehâvî, el-l'lân



Red Cale'l-Lafzıyye,



ve'r-



V, 70-72; a.mlf.,



'aşlî), Beyrut 1415/1994, II, 153, 4 2 6 - 4 2 7 ; III,



teki 309 hocasının adını ihtiva eden ese-



Kitâb fi'n-nefs



XI, 336;



II, 9 8 - 9 9 ; İbn



Muhammed



(Esâmî



Tezkiretü'l-



AHâmü'n-nübe-



yervî'anhüm



el-Buhârî



Iş-



Şürûtü'l-e'immeti'l-hamse



ellezîne



Buhârî'nin



ahbâri



Seyyid Kisrevî Hasan), Beyrut 1410/



Ebû 'Abdillâh



b. İsmâ'îl Buhârî).



cale'l-Ceh-



kayhî), Medine 1414/1994, neşredenin girişi, I,



mine'ş-şahâbe



mi'e ve



(GAS, I, 215) ve Süleymaniye Kütüphane-



peygamber sevgisinin imanla ilgisi, ves-



si'nde (Lâleli, nr. 3767, vr. 135a-136a) bu-



vese ve iman, Ehl-i kitabın imanı, büyük



lunduğunu söylediği eser ise Süyûtî'nin-



günahları işleyenlerin imanı, Hz. Peygam-



dir ve Rîhu'n-nisrîn



Muhaddis, fakih ve tarihçi.



J



mine'ş-



19 Şevval 434'te (1 Haziran 1043) İsfa-



şahâbe



adını taşımakta-



han'da doğdu. Ailesi hadis ve tarih alan-



ten önce ve sonra meydana geleceğini



dır. Bu konuda İbn Mende'nin torunu



larında yetiştirdiği âlimlerle meşhurdur.



haber verdiği olaylara inanmak gibi konu-



Ebû Zekeriyyâ İbn Mende'nin C ü z 3 fîhi



Dedelerinden İbrâhim b. Velîd'in lakabı



lar yer almaktadır. İbn Mende'nin oğlu



men



Ebû Amr Abdülvehhâb ile talebesi Bâtır-



mine'ş-şahâbe



ve



seneten



Mende olduğu için İbn Mende künyesiyle



adlı bir çalışması bulun-



tanınmıştır (İbn Hallikân, VI, 168). Küçük



kânî tarafından rivayet edilen nüshayı,



maktadır (nşr. Mecdî es-Seyyid İbrâhim,



yaşlarda ilim öğrenmeye başladı v e önce



eser üzerinde Câmiatü Ümmi'l-kurâ'da



Bulak 1409/1989; nşr. Meşhur Hasan es-



babasıyla amcalarından, sonra da diğer



(Külliyyetü'ş-şerîa, 1398/1978)



Selmân, Beyrut 1412/1992). Yine Sezgin'in



meşhur âlimlerden ders aldı. Horasan,



de ve Kitâbü'l-îmân



İbnMen-



adıyla bir doktora



Zikru



câşe



cişrîn



mi'eten



câşe



L



ber'in bildirdiği bazı hususlarla kıyamet-



mfe



fîmen



Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Abdilvehhâb b. Muhammed el-Abdî el-İsfahânî (ö. 512/1119)



cişrîn



önemi, oruç, zekât, hac, cihad, Allah v e



^



( ö ^ i o ^jjl U j T j ^ j i )



cadedi



ve Hşrîne



mâ li-külli



vâhid



mine'ş-



Nîşâbur, Hemedan, Cibâl, Basra ve Bağ-



adıyla Ebû Abdul-



dat gibi ilim merkezlerini dolaştı. 498



çalışması yapan Ali Muhammed b. Nâsır



şahâbe mine'l-hadîş



el-Fükayhî yayımlamıştır (I-III, Medine



lah İbn Mende'ye nisbet ettiği, ancak mü-



(1105) yılında hacca giderken uğradığı



1401/1981; I-II, Beyrut 1406/1985, 1407/



ellifi konusunda bazı tereddütler bulun-



Bağdat'ta bir süre kaldı ve Mansûr Ca-



1987). İbn M e n d e ' n i n



mii'nde hadis yazdırdı. Daha sonra tekrar



Kitâbü'l-îmân



duğunu belirttiği eser ( G A S , I, 215) Baki



(Dârü'l-kütü-



b. Mahled'e ait olup İbn Hazm tarafından



İsfahan'a döndü ve ömrünün geri kalan



bi'z-Zâhiriyye, Hadis, nr. 338, vr. 1-102)



düzenlenmiştir (nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî,



yıllarını burada geçirdi. Babası v e amca-



adıyla anılan eseri de muhtemelen bu ki-



Bak'ı b. Mahled el-Kurtubî ve



ları Ebü'l-Kâsım Abdurrahman b. Muham-



taptır (Sezgin, I, 215). 2.



tü Müsnedihî:



cAdedü



mine'ş-şahâbe



mine'l-hadîş,



cale'l-ittifâk



ve macrifeti



ve't-teterrüd



esmâ'illâhi



ve şıfâtihîcale'l-ittilâk



Kitâbû't-Tevhîd hzze ve



celle



ve't-teîerrüd.



Mukaddime-



mâ li-külli



vâhid



m e d ile Ebü'l-Hasan Ubeydullah b. Mu-



Beyrut 1404/



hammed dışında Ebû Bekir b. Rîze, Ah-



1984, s. 77-168; ayrıca bk. DİA, IV, 542).



med b. Mahmûd es-Sekafî, Muhammed 179



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MENDE, Ebû Zekeriyyâ b. Ali b. Cessâs, Ahmed b. Mansûr b. Hal e f , A h m e d b. M u h a m m e d el-Feddâd, Ebû Tâhir b. Abdürrahîm, Ebü'1-Fazl Abdurrahman b. Ahmed er-Râzî ve ünlü mu-



i •!t)



haddis Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin elBeyhaki hocalarından, Hafız Ebü'I-Kâsım İsmâil b. Muhammed el-Kureşî, Hâfız Ebû Saîd Muhammed b. Abdülvâhid el-İsfahânî, Ebü'l-Hüseyin Mübârek b. Abdülcebbâr el-Bağdâdî, Ebü'l-Berekât Abdülveh-



/. '



"



^



^



• t



t ı.'.



.ı. ,„t. , i.-.



hâb b. Mübârek el-Enmâtî, Ebü'1-Fazl Muhammed b. HibetuIIah b. Alâ el-Burûcirdî, Muhammed b. İsmâil et-Tarsûsî, Ebû Mûsâ el-Medînî v e meşhur mutasavvıf Abdülkâdir-i Geylânî ise talebelerinden ba-



^



ö



^



^



k



k



^



A



j



d



.



zılarıdır; Sem'ânî de icâzet yoluyla onun öğrencisi olmuştur. Muhaddis, hâfız, imam, vâiz, fakih, tarihçi ve çok hadis rivayet eden, kuvvetli hâfızaya sahip bir âlim olarak nitelendirilen İbn Mende güvenilir kişiliğiyle tanınmıştır. O yıllarda senediyle hadis rivayetinden vazgeçilmeye başlandığı halde İbn Mende bu geleneği sürdürmüş, hatta Ahm e d b. Hanbel'in menkıbelerine dair yazdığı eserde onun kendi sözlerini dahi senedli nakletmiştir (İbn Receb, I, 130 vd.).



Ebû Zekeriyyâ ibn Mende'nin Erba'atü mecâlis min emâlî ibn Mende adlı eserinin ilk iki sayfası (Köprülü Ktp., Fâzıl A h m e d Paşa, nr. 2 5 2 / 4 )



Aynı zamanda Hanbelî âlimlerinin önde gelenlerinden olan İbn Mende kıraat âlimleri arasında zikredilmektedir (İbnü'l-Cezerî, II, 374). Kıraat bilgisini Muhammed b. İbrâhim el-Bekâ ve Hüseyin b. Muham-



de, çeşitli yolculuklar sırasında Hz. Pey-



Tesmiyetü



med b. Zencûye'den öğrendi. Ebü'l-Alâ el-



gamber'in terkisine aldığı otuz yedi sa-



hü caleyhi ve sellem,



Hemedânî de kendisinden rivayette bu-



hâbîyi sayarak her biriyle ilgili haberleri



rîhu'l-kebîr



lundu. Taberânî'nin el-Muccemü'l



ke-



kendi isnadıyla nakletmiştir. Kitap Yahyâ



adlı çalışmalarından faydalanmıştır. Eser



Ebû Ya'-



Muhtâr Gazzâvî tarafından yayımlanmış-



Mecdîes-Seyyid İbrâhim (Bulak 1989) v e



bîr'i ve el-Muccemü'ş-şağir'i,



aşhâbi



Resûlillâh



şallallâ-



Buhârî'nin



et-Tâ-



ve Hadramî'ninei-Mefâıîd



lâ'nın M ü s n e d ' i , Ahmed b. Abdullah el-



tır (Beyrut 1410/1990). 2. Cüz'fîhi



zikrü



Meşhûr Hasan Selmân (Beyrut 1992)



Berkî'nin Kitâbü't-Târîh'i,



Ebi'l-Kâsım



et-Ta-



tarafından yayımlanmıştır. 4.



Ahmed b. Mû-



sâ el-Merdûye'nin Kitâbü' Kitâbü'l-cİlm'i, tâbü'r-Rühûn'ü, tâbü'l-Menâhî'sl,



1-Emşâl'i



ve't-tahdîş



berânî



b. Ahmed



(Menâkıbü't-Taberânî).



Ebû Ca'-



mecâlis



Erbacatü Kitabın



min emâlî İbn Mende.



f e r Muhammed b. Ahmed es-Saydalânî'-



iki nüshası Köprülü Kütüphanesi (Fâzıl



Yahyâ b. Osman'ın Ki-



nin rivayetine istinaden Taberânî'nin bi-



Ahmed Paşa, nr. 252/4) ve Dârü'l-kütübi'z-



Sâlih b. Ahmed el-He-



yografisini ve eserlerinin bir listesini içer-



Zâhiriyye'de (Hadis, nr. 118) bulunmakta-



mektedir; Hamdi Abdülmecîd es-Selefî



dır. S. Târîhu



tarafından Taberânî'nin



el-Muccemü'l-



el-HameVî, İbn Hallikân ve Zehebî tarafın-



Ebû Bekir b. Âsım'ın Ki-



medânî'nin Kitâbü't-Tabakât ciim



ve



Süleymân



li-ehli'lYahyâ b.



bi-Hemedân\,



İşbahân.



Sem'ânî, Yâküt



Abdullah b. Bükeyr'in et-Târîh'i,



Dâre-



kebîr'inin



(Kahire, ts.) XXV. cildinin so-



dan kaynak olarak kullanılan eserin günü-



kutnî'nin el-Müctebâ



Ebü'l-



nunda (s. 329-368) yayımlanmıştır. 3.



müze sadece küçük bir bölümü ulaşabil-



Cüz' fîhi men



miştir (Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Hadis,



fi's-sünen'i,



Abbas el-Müstağfırî'nin Kitâbü lif ve'l-mü'telif



'1-Muhte-



i ve Ebû A h m e d el-As-



seneten



'âşe mi'eten



mine'ş-şahâbe.



ve



Hşrîne



Ashaptan 120



gibi kitapları



yıl yaşamış olanların hayatlarını konu alır.



semâ yoluyla elde ettiği söylenir. Bazı kay-



Hz. Peygamber zamanında yaşadığı hal-



sâl'ın Kitâbü'l-cAzame'si



naklarda onun şairliğine temas edilerek



de onu göremeyenlerden



şiirlerinden örnekler verilmiştir. İbn Men-



on dört kişinin de isimleri doğum, ölüm



(muhadramûn)



d e 10 Zilhicce 512'de (24 Mart 1119) İsfa-



v e ihtidâ tarihleriyle birlikte verilmiş,



han'da v e f a t etti (İbn Hallikân, VI, 170);



bazılarının rivayet ettiği hadisler de kay-



12 Zilhicce 511'de (6 Nisan 1118) öldüğü



dedilmiştir. Ayrıca eserin sonunda tâ-



de rivayet edilir (a.g.e„ a y ). Kâtib Çele-



biînden Kâdî Şüreyh ile müşriklerden Ut-



bi'nin, ölümü için kaydettiği 445 (1053)



be b. Rebîa'nın isimleri de kayıtlı bulun-



yılı yanlıştır (Keşfü'z-zunûn, I, 282).



maktadır. Müellif kitabını hazırlarken Ta-



Eserleri. 1. Kitâb mi erdâfi'n-nebî. 180



fîhi ma'rifetü



esâ-



İbn Mende bu eserin-



berânî'nin el-Muccemü'l-kebîr,



Ebû Ya'-



lâ'nın M ü s n e d , Ebû îsâ et-Tirmizî'nin



nr. 119). İbn Mende'nin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: M e n â k ı b ü ' l İmâm



Ahmed



sannef)



b. Hanbel;



Cale'ş-Şahîhayn



Kitâb



(Mu-



(bazı kaynaklar-



da eserin adı Kitâbü'ş-Şahîh



calâ



Kitâbi



Müslim b. el-Haccâc şeklinde kaydedilerek sadece Müslim'in eseri hakkında olduğu söylenmektedir; bk. İbn Receb, I, 129); M e nâkıbü'l-'Abbâs; li'l-cühhâl



et-Tenbîh



ve'l-münâfikîn;



calâ



ahvâ-



Taclîkât



ve



izâfât (DMBİ, IV, 700); Cüz'men



revâ hü-



ve ebûhü



fîhi men



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



ve ceddühû



(Cüz'



İBN MENDE, Ebü'l-Kâsım neşredenin girişi, s. 26-29; Kettânî,



câşe,



s . 90).



Bağdat'a gitti. Burada bazı hocaları henüz hayatta iken 407'de (1016) hadis ri-



BİBLİYOGRAFYA :



vayet e t m e y e başladı (Zehebî,



İbn M e n d e , Cüz 3 fihi men 'âşe mVeten



nübelâ\ XVIII, 354). Vâsıt, Mekke, Nîşâ-



ue 1ş-



Aclâmü'n-



(nşr. M e ş h u r H a s a n



bur, Hemedan, Şîraz ve Dînever'de tah-



S e l m â n ) , Beyrut 1412/1992, n e ş r e d e n i n girişi,



silini devam ettirdi. Zahir b. A h m e d es-



s. 26-29, 38; Sem'ânî, et-Tahbîr,



Serahsî, Abdurrahman b. Ebû Şüreyh, Hâ-



rine şeneten



mine'ş-şahâbe



nü'l-Cevzî, el-Muntazam,



II, 3 7 8 - 3 8 2 ; İb-



IX, 204; İbnü'l-Esîr, el-



X, 192, 5 4 6 ; İbrâhim b. M u h a m m e d



Kâmil,



ne's-Siyâk



disten icâzet aldı. Kendisi de hadisleri bu



( n ş r . M. K â z ı m e l - M a h m û d î ) , K u m



metotla rivayet ettiğini söyler (Zehebî,



Nîsâbûr:



el-Müntehab



1 3 6 2 hş., s. 7 4 7 ; İbn Hallikân, Vefeyât, 1 6 8 - 1 7 1 ; Z e h e b î , el-'lber,



II, 398; a . m l f . ,



XIX, 3 9 5 - 3 9 6 ; a . m l f . .



mü'n-nübelâ', huffâz,



kim en-Nîsâbûrî v e daha birçok muhad-



mi-



es-Sarîfînî, Târîhu



IV, 1 2 5 0 - 1 2 5 2 ; a . m l f . ,



VI, A'lâ-



Tezkiretü'lDüvelü'l-lslâm,



Tezkiretü'l-huffâz,



III, 1165). Ebû Nasr Ah-



med b. Ömer el-Gâzî, Ebû Sa'd el-Bağdâdî, Ebû Abdullah Hüseyin b. Abdülmelik



Beyrut 1405/1985, s. 2 6 5 ; A h m e d b. A y b e k e d -



ei-HalIâl, Ebû Bekir el-Bâğbân, İbnü'l-Hâ-



Dimyâtî, el-Müstefâd



dıbe gibi muhaddisler onun talebeleri ara-



min Zeyli



(nşr. Kayser E b û Ferah, Târîhu



Târihi



Bağdâd XIX için-



Bağdâd,



d e ) , H a y d a r â b â d 1391/1971, s. 2 5 6 - 2 5 7 ; Yâflî, Mir'âtü



'l-cenân,



III, 202-203; İbn Receb,



'alâ Tabakâti'l-Hanâbile,



ez-Zeyl



Kahire 1372/1952 - >



Beyrut, ts. (Dârü'l-ma'rife), I, 1 2 7 - 1 3 7 ; Zeynüd(nşr. M u h a m m e d b. Hü-



din el-Irâki, el-Elfıyye



s e y i n el-Irâki e l - H ü s e y n î ) , Beyrut, ts. (Dârü'l-kütü'n-Mihâye,



en-Nücû-



derlemekten çekinmediğini söylemektedir ( A H â m ü ' n - n ü b e l â X V I I I , 354). Hadis



'ârifın,



Suppl.,



1, 2 8 2 ;



İbn Mende'ye Şu'be b. Haccâc'ın, "Kimden bir hadis yazdımsa onun kölesi olu-



le, Mu 'eemü er-Risâletü



Hediyyetü'l-



rum" dediği nakledilince, kendisi, "Kim



IX, 194; Kehhâ-



benden bir hadis yazarsa ben onun köle-



1, 2 8 9 , 9 4 9 ;



II, 5 2 0 ; Ziriklî, el-A'lâm, 'l-mü'ellifîn,



XIII, 210-211; Kettânî,



'l-müstetrafe,



s. 9 0 - 9 1 , 131, 159; F.



Rosenthal, A History



of Müslim



Historiography,



Leiden 1986, s. 2 8 3 , 4 0 6 , 4 5 9 ; a . m l f . , " i b n M a n d a " , EP (İng.), III, 864; Nuri Topaloğlu, Deuri Muhaddisleri,



si olurum" demiş, Eş'arîler'e muhalif olduğu için onlardan dinlediği hadisleri rivayet etmemiştir. Yeğeni Ebû A m r İbn Mende'nin belirttiğine göre Ebü'l-Kâsım İbn Mende bid-



na kadar meydana gelen olaylarla birlikte



'atçılara karşı acımasız davranan, iyiliği



tanınmış şahsiyetlerin biyografileri bu-



IV, 7 0 0 - 7 0 1 .



j—ı SELMAN BAŞARAN



İ B N M E N D E , Ebü'l-Kâsım (ölAİA JVİ



n



llâJI JJİ )



Ebü'l-Kâsım Abdurrahman b. Muhammed b. İshâk el-Abdî el-İsfahânî (ö. 470/1078) L



Fâzıl A h m e d Paşa, nr. 2 4 2 )



Selçuklu







r



Ebü'l-Kâsım ibn Mende'nin Müstahrec min kütübi'nnâs li't-tezkire ue'l-müstetraf min ahuali'n-nas li'ima'rtfe adlı eserinin III. cildinin ilk sayfası (Köprülü Ktp.,



Ankara 1988, s. 79-80; Mu-



h a m m e d M e h d î Müezzin-i Câmî, " İ b n M e n d e " , DMBİ,



ö ğ r e n m e y e ve ö ğ r e t m e y e ö n e m veren



IV, 32; Brockel-



Beyrut 1997, ili, 6 8 - 7 3 ; Keşfü'z-zunün, m a n n , GAL



el-Men-



A b d ü l k â d i r e l - A r n a û t v.dğr.),



II, 1464; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



Zehebî, İbn Mende'nin hadisleri titizlik-



Tabakâtü'l-huffâz



( L e c n e ) , s. 4 5 4 ; Ebü'l-Yümn el-Uleymî, hecü'l-ahmed(nşr.



487 (1094) olarak da zikredilmiştir.



le seçmediğini, bazı değersiz rivayetleri



II, 374: İbn Tâğrîberdî, V, 214; Süyûtî,



fahan'da vefat etti. Ölüm tarihi 469 ve



Gâye-



t ü b i ' l - i l m i y y e ) , 111, 3 9 - 4 0 ; İbnü'l-Cezerî, mü'z-zâhire,



sında yer alır. İbn Mende 6 (veya 16) Şevval 470'te (22 Nisan veya 2 Mayıs 1078) İs-



Hadis hâfızı ve biyografi âlimi.



J



emredip kötülükten sakındırmaya çalı-



lunmaktadır. Eserin bu cildinin bir nüsha-



şan sabırlı v e ağır başlı bir âlimdi. Bulun-



sı Köprülü Kütüphanesi'nde kayıtlıdır (Fâ-



duğu yerlerde pervasız tavrıyla sünneti



zıl Ahmed Paşa, nr. 242). 2. er-Red



savunduğu için onu Mücessime veya Mü-



men yekül



"elif



calâ



lâm mim " harf ün li-



şebbihe'den, hatta Hâricîler'den olduğu



yenfiye'l-elif



iddiasıyla suçlayanlar olmuşsa da İbn



lâmillâh



Mende Ehl-i sünnet dışı cereyanlardan



Yûsuf el-Cüdey', Riyad 1409/1989). 3. Tah-



uzak durmuştur. İbnü'l-Esîr, İsfahan'da



rîmü ekli't-tîn



İbn Mende'nin itikadî v e amelî görüşleri-



yû ve'l-âhire



ni benimseyen v e kendilerine Abdurrah-



çamur yemenin haram olduğuna dair ri-



maniyye denen bir grubun mevcut oldu-



vayetler bir araya getirilmiş olup Ahmed



ğunu belirtmiştir. İbn Mende'ye su bu-



b. Hüseyin el-Beyhakî eserdeki hadisle-



383'te (993) İsfahan'da dünyaya geldi.



lunduğu halde teyemmümü câiz gördü-



381 (991) veya 388'de (998) doğduğu da



ğü, teravih namazını bid'at kabul ettiği



söylenmiştir. Aynı aileden yetişen diğer



gibi bazı görüşler isnat edilmişse de bun-



âlimler gibi Ebü'l-Kâsım da büyük dedesi



ların doğru olmadığı belirtilmiştir (İbn Re-



İbrâhim'in lakabıyla tanındı. Tahsiline İs-



ceb, i, 30).



fahan'da başladı. Babası Ebû Abdullah b.



mahiyetindeki II. ciltte 198 (813-14) yılı-



Eserleri. 1. (et-Târîhu'l-)Müstahrec



min



ve'l-lâm



cazze



ve'l-mim



ve hâlü âkilih



fi'd-dün-



(Cüz3 fî ekli't-tîn).



Kitapta



rin hiçbirinin sahih olmadığını söylemiştir (Sehâvî, s. 146). Yazma nüshası Kudüs'teki Jevvish National and University Library'de (Yahuda Ar. 409) bulunan eser üzerinde Georges Vajda tarafından bir çalışma yapılmıştır (bk. bibi.). 4.



kütübi'n-nûs



Ebû Ca'fer İbnü'I-Merzübân el-Ebherî,



min ahvâli'n-nâs



İbn Merdûye, İbn Mencûye, Ebü'l-Feth Hi-



nümüze gelip gelmediği bilinmeyen I. cil-



iâl b. Muhammed el-Haffâr, Muhammed



dinde Hz. Peygamber'in hayatı ile aşere-i



b. İbrâhim el-Cürcânî, Ebû Zer İbnü't-Ta-



mübeşşerenin biyografilerinin yer aldığı



diğer eserleri de şunlardır:



berânî diğer hocalarından bazılarıdır. İbn



tahmin edilmektedir (Hamed el-Câsir,



dîn, Şıyâmü



Mende 406 (1015) yılında hadis tahsili için



VII1/1-3 11974), s. 56). Kronolojik bir tarih



hân, Târîhu Mekke,



li'l-macrife.



ve'l-müstetraf Eserin gü-



Kitâbü'l-Kifâ-



ye. Son tarafından önemli bir kısmı ek-



Mende en çok faydalandığı hocası olup



li't-tezkire



'an Ke-



ve celle (nşr. Abdullah b.



sik nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'dedir (Mecmua, nr. 42, vr. 33-35). İbn Mende'nin kaynaklarda adı geçen yevmi'ş-şek,



Hurmetü'dTârîhu



el-Müsned,



İşbeKitâ181



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MENDE, Ebü'l-Kâsım Künâ



mî hayatı ve şöhretine dair klasik kaynak-



el-



larda yer alan nâdir ayrıntılardan birine



İbn Mende ayrıca Ebû A m r İbn



g ö r e Büveyhîler'den A d u d ü d d e v l e ' n i n



(JUE-Oî') Muhammed b. Mahmûd b. Menglî (Mengelî) en-Nâsırî eş-Şemsî (ö. 778/1376 [?])



bü'l-Vefeyât,



Tabakâtü't-tâbfîn,



men yıfrafü Kunût.



bi'l-esâmf,



el-Vaşıyye,



(nşr. Musad



Bağdat'ta kurduğu Bîmâristân-ı Adudî'-



Abdülhamîd es-Sa'dânî, Tanta 1991) tah-



y e d a v e t edilen yirmi dört hekim ara-



rîcini yapmıştır.



sında yer alıyordu. Kâtib Çelebi ölüm yılı-



Mende'ye ait el-Fevâ'id'm



nı 410 (1019), Bağdatlı İsmâil Paşa 440



BIBLIYOGRAFYA : İbn Ebû Ya'lâ, Tabakâtü'l-Hanâbile,



II, 242;



İbnü'l-Esîr, el-KB.mll, X, 108; İbnü'l-Cevzî, elMuntazam,VIII, Ahmed



315; a.mlf.,



b. Hanbel(nşr.



Menakıbü'l-İmâm



Abdullah b. Abdülmuh-



sin et-Türkî), Kahire 1399/1979, s. 630; Ebü'lFidâ, el-Muhtaşar,



İstanbul 1286, II, 203; İbnü'l-



Verdî, Tetimmetü



Muhtasar



(1048) o l a r a k v e r m e k t e , A d u d ü d d e v l e 372'de (983) öldüğü için ilk tarih daha



İBN MENGLÎ



Savaş sanatı ve avcılık konusundaki eserleriyle tanınan Memlûk kumandanı. ^



mâkul görünmektedir. İbn Mendeveyh'in Bîmâristân-ı Adudî'-



700-705 (1301-1306) yılları arasında



deki klinik çalışmalarının yanı sıra gerek



K a h i r e ' d e d o ğ d u . Babası bir Kıpçak'tı.



ahbâri'l-beşer



başlangıç gerekse uzmanlık seviyesinde



Bahriyye Memlükleri'nden olan İbn Meng-



(nşr. Ahmed Rif'at el-Bedrâvî), Beyrut 1970, I,



birçok eser kaleme aldığı görülmektedir.



lî, el-Melikü'n-Nâsır Muhammed'in üçün-



1165-1170;



Dönemin tıp aleyhtarı telakkilerine cevap



349-354; Sa-



cü saltanat döneminde (1309-1341) kü-



vereninden, doğrudan doğruya İsfahan



çükyaşta, emîrlerin çocuklarından oluşan



hastahanesinde hizmet gören meslektaş-



ve "evlâdü'n-nâs" denilen ihtiyat askerleri







571; Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz,\\\, a.mlf., A'lâmü'n-nübelâXVIII,



fedî, el-Vâfî (nşr. Eymen Fuâd Seyyid), Stuttgart 1988, XVIII, 233-234; Kütübî,



Feuâtü'l-Vefeyât,



II, 288-289; İbn Abdülhâdî,



'Ulemâ'ü'l-hadîş,



III, 361-363; İbn Kesîr, el-Bidâye,



XII, 118; İbn



larına karşı yazılmış olanına kadar geniş bir yelpaze teşkil eden eserlerinin o dö-



Ka-



nemde yankılar uyandırdığı anlaşılmakta,



hire 1372/1952 -> Beyrut, ts. (Dârü'l-ma'rife), I,



çoğunun günümüze ulaşmış olması da



26-31; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire,



V,



bunu göstermektedir. Kitap yazdığı başlı-



(nşr. M. Os-



ca alanlar diyabetik, çocuk sağlığı, farma-



Receb, ez-Zeylü



'alâ Tabakâti'l-Hanâbile,



105; Sehâvî, el-Makâşıdü'l-hasene



man el-Hût), Beyrut 1985, s. 146; Süyûtî, elLe'âli'l-maşnû'a



Kahi-



fı'l-ehâdîşi'l-meuzû'a,



re, ts. (el-Mektebetü't-ticâriyyetü'l-kübrâ), 11, 248-253; Keşfü'z-zunûn,



II, 1671-1672; İbnü'l-



İmâd, Şezerât, 111, 337; Nâme-i Dânişuerân-ı



Na-



şiri (nşr. Dârü'l-fikr), Kum 1959, V, 291-292; F. Rosenthal, A History of Müslim



Historiography,



Leiden 1968, s. 475,481, 513; a.mlf., "ibn Man-



koloji ve oftalmolojidir. Genellikle çalışmalarını meslektaşlarına ithaf eden İbn Mendeveyh'in t e m a s kurduğu tıp adamları



sınıfına girdi. Daha sonra Sultan el-Melikü'l-Eşref II. Şa'bân'ın (1363-1377) muhafız kuvvetleri arasında yer aldı ve nakîbülceyş tayin edildi. Askerlik sanatını çok iyi bildiği kaydedilen İbn Menglî 778'de (1376) v e f a t etti. 784'te (1382) öldüğü de rivayet edilir. Eserleri, t . Ünsü'l-melâ



bi-vahşi'l-fe-



arasında Ulusây (Uluçay) adlı bir de Türk



lâ. Avcılığa dairdir. Ebü'r-Rûh îsâ b. Ali el-



hekimi bulunmaktadır.



Bağdâdî'nin (ö. 638/1240)



Eserleri. Fuat Sezgin'in tesbitlerine gö-



culûmi'l-bayzara



el-Cemherefî



adlı ansiklopedik eseri-



Mahtûtât,



re ( G A S , III, 328-329) kaynaklarda elliye



nin (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3813)



er-Risâletü'l-müstetra-



yakını zikredilen kitaplarının on sekizi gü-



muhtasarı olup kitaba bazı ilâveler de ya-



fe (Özbek), s. 31, 32, 47, 121, 131, 139, 211;



nümüze ulaşmıştır; başlıcalan şunlardır:



pılmıştır. İbn Menglî'nin bu eseri yazar-



Genel tıp. Kitâbü'l-Medhal



Ki-



ken Demîrî, Câhiz, İbn Kuteybe, İbn Vah-



cilmi't-tıb,



şiyye, İbn Zühr gibi birçok müellifin bu



(el-Kârıûnü'ş-şa.ğir),



konudaki kitaplarından faydalandığı an-



d a " , E/2 (İng.), III, 863-864; Elbânî, s. 120-121; Kettânî, Nuri Topaloğlu, Selçuklu



Devri



Muhaddisleri,



Ankara 1988, s. 75-76; Hamed el-Câsir, "el-Kitâbü'l-Müstahrec min kütübi'n-nâs li't-tezki-



tâbü'l-Cûmî



el-muhtaşar



re ve'l-müstetraf min ahvâli'r-ricâl li'l-ma c ri-



Kitâbü'l-Kâfî



fi't-tıb



f e " , el-'Arab, VIII/1-3, Riyad 1974, s. 55-72,115-



Kitâbü'l-Makâlât



127; Georges Vajda, "De la condamnation de la



yeti'1-ihtişâr



g e o p h a g i e dans la traditionmusulmane: 'Abd



cesed.



al-Rahmân b. Muhammad ibn Manda, Tahrlm 'akl al-tln w a hâl 'âkilih fi'l-dünyâ wa'l-ahira", RSO,



LV (1981), s. 5-38; M. Mehdî Müezzin-i



Câmî, "İbn M e n d e " , DMBİ, IV, 699-700.



FFL NURİ TOPALOĞLU



İBN MENDEVEYH



n



(4J3Jİ0



Müslüman hekim.



L



fi't-tıb,



Kitûbü



Risâle fî



eşribe, Kitûbü'ş-Şarâb, ta'âm,



fi'n-nebîz



Risâle



ve



Nihatedbîri'lve'l-



Risâle fî



Risâle fî vaşfi



eseri (Paris 1880) Muhammed îsâ Sâlihiy-



menâffih



Risâle



fî uşûli't-tîb



cıtriyye



intişâri'l-cayn, Farmakoloji.



ve'l-mürekkebâti'l-



(nşr. Taki Dânişpejûh, Mecelle-i îrân Zemîn, XV 11968], s. 222fi'l-Kâfûr,



Risâle



fi't-tem-



ri'l-Hindî.



Çocuk sağlığı. Risâle



câ'i'l-etfâl



(Dâvir M. es-Sâmirî tarafın-



fî ev-



dan neşredilmiştir, bk. bibi.).



maktadır. Bazı kaynaklarda onun da babası Abdurrahman b. Mendeveyh gibi edebiyatla ve bilhassa şiirle uğraştığı kaydediliyorsa da bu alanlarda herhangi bir eseri ele geçmemiştir. Döneminin ünlü bir hekimi olarak devlet adamlarından daima saygı gördüğü anlaşılmaktadır. İl-



tâbü't-Tedbîrâti's-sultâniyye



fîsiyâseMüellifin asker-



ti'ş-şmâcati'l-harbiyye.



likle ilgili çalışmalarının bir özeti olan eserin Bağdat (el-Mecmau'1-ilmiyyü'l-Irâki, nr. 646), Kahire (Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye, nr. 1147 B; el-Methafü'l-harbî, nr. 379), İstanbul (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2856), Londra (British Museum, nr. 822) v e Leningrad (Üniversite Ktp., nr. 862) nüshaları Sâdık Mahmûd el-Cümeylî tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır



BIBLIYOGRAFYA :



Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunma-



adıyla Fransızca'ya çev-



ye de yayımlamıştır (Amman 1993). 2. Ki-



bakâti'l-cayn,







Traite de venerie



rilip Arapça metniyle birlikte neşredilen



enne'l-



Oftalmoloji. Risâle fî ta-



Risâle fî "ılâci zacfi'l-başar.



laşılmaktadır. Florian Pharaon tarafından



inhidâmi't-



ve medârrih.



253), Risâle



J



fi't-tıb,



Diyabetik. Kitâbü'l-Efime



Ferherıg-i



Ebû Alî Ahmed b. Abdirrahmân el-İsfahânî (ö. 410/1019 [?])







mâ' lâ yağzû,



Risâle F



fi't-tıb,



İbnü'I-Kıftî, İhbârü 'l-'ulemâ', s. 285; İbn Ebû U s a y b i a , ' ü y û n ü ' l - e n b â s . 459-460; Safedî, elVâfî, I, 53-55; Keşfü'z-zunûn, I, 573; İzâhu'lmeknûn, II, 259; Brockelmann, GAL SuppL, I, 423; Sezgin, GAS, ili, 328-329; Dâvir M. es-Sâmirî, "Risâle fî e v c â T l - e t f â l l i - E b î e A l î A h m e d b. = Abdirrahmânb. Mendeveyh", el-Mü'errihu'l'Arabî, sy. 36, Bağdad 1408/1988, s. 257-265. S



İLHAN KUTLUER



(bk. bibi.). 3.



el-Ahkâmü'l-mülûkiyye



ve'd-davâbitu'n-nâmûsiyye.



778'de



(1376) yazılmış olup savaş usullerinden bahsetmektedir (British Museum, nr. 822; ei-Hizânetü't-Teymûriyye, nr. 23; Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye, nr. 705). Eserin neşre hazırlandığı belirtilmekte, ancak basılıp basılmadığı bilinmemektedir (Avvâd, I, 36).



182



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MERDENÎŞ BIBLIYOGRAFYA :



ye'ye (Murcia) vali olarak tayin edildi. İbn XI, 150;



İyâz'ın 542 (1147) yılında Kastilyalılar'la



I, 50, 133, 136, 8 9 0 ; 11, 1 1 5 2 ,



yaptığı bir savaşta ölmesi üzerine onun



İbn Tağrîberdî, en-Nücûmû'z-zâhire, Keşfü'z-zunûn,



1885; B r o c k e l m a n n , GAL, 167; Hediyyetü'l-'ârifin, duction,



II, 136; Suppi,



II, 172; Sarton,



II, Intro-



III/2, s. 1 6 4 1 - 1 6 4 2 ; Kehhâle, M u ' c e -



mü'l-mü'ellifin,X\l,



5 3 - 5 4 ; C. Avvâd,



Meşâdi-



Bağdad 1401/



rü't-türâşi'l-casken'inde'l-lArab,



1981,1, 3 6 , 4 6 , 104, 159-160, 2 7 1 - 2 7 2 , 354; II,



m



î



m



^



t



^



K ^



-



224, 307, 411; III, 80; C. Zeydân, Âdâb,



III, 269-



2 7 0 ; Sâdık Mahmûd el-Cümeylî, "et-Tedbîrâtü's*



j



T



s u l t â n i y y e f î s i y â s e t i ' ş - ş ı n â ' a t i ' l - h a r b i y y e " , el-



^



Mevrid,



XIl/4, Bağdad 1983, s. 319-324; F. Vire,



" i b n M a n g l î " , E!2 Suppi



(İng ), s. 3 9 2 - 3 9 3 .



yerine geçerek emirliğini ilân etti. Emirliğ e İbn İyâz'ın vasiyetiyle getirildiği de rivayet edilmektedir. İbn Merdenîş'in emirliğini ilân ettiği tarihte Murâbıt hâkimiyetine son veren v e Kuzey Afrika'da onlara ait toprakları ele geçiren Muvahhidler, Endülüs'ün tamamını ele geçirmek üzere hazırlık yapıyorlardı. Fakat henüz Doğu Endülüs'e



ASRI ÇUBUKÇU



yönelmemişlerdi. Bu durum, İbn Merdenîş'in Turtûşe'den Lûrka'ya (Lorca) kadar



r



İ B N MENİ' (bk. AHMED b. MENÎ ).



maniye Ktp., A y a s o f y a , nr. 2 8 5 6 )



Doğu Endülüs'ün tamamına hâkim olmasını kolaylaştırdı. Ancak çok g e ç m e d e n Muvahhid kuvvetleri İbn Merdenîş'in hâ-



L



J



kimiyetine son v e r m e k üzere harekete



r



1



tiklâlini ilân ettikten kısa bir süre sonra



geçtiler. İbn Merdenîş, aynı dönemde isİBN MERDENIŞ (o-ja/1



ibn Menglî'nin Kitâbü't-Tedbırâti's-sultâniyye fî siyâseti'ş-şınâ'ati'l-harbiyye adlı eserinin zahriyesi (Süley-



1



Muvahhidler'e katılan Endülüslü diğer li-



JJ')



derlerin aksine direnmeyi tercih etti. Du-



Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa'd b. Muhammed b. Ahmed b. Merdenîş el-Cüzâmî (ö. 567/1172) Muvahhidler'e karşı direnen ve Doğu Endülüs'ü bir süre hâkimiyeti altında tutan lider.



rumunu güçlendirmek için de komşu hıristiyan krallıklarla siyasî ve askerî ilişkiler kurdu. Katalonya (Catalonia) ve Kastilya (Castilla / Kaştâle) krallarının himayesine girmekten dahi çekinmedi. Berşelûne (Barselona) Kontluğu, Pisa ve Cenova devJ



letleriyle antlaşmalar imzaladı. Bu hıristiyan krallıklardan önemli askerî destek



4. el-Edilletü'r-resmiyye



fi't-te'âbi'l-



Mahmûd Şît Hattâb eserin önce



harbiyye,



518'de (1124) Turtûşe'ye (Tortosa) bağ-



sağladı. İbn Merdenîş, Kastilya kralının



lı Peniscola Kalesi'nde d o ğ d u . Asıl adı



yanında Muvahhidler'e karşı bazı savaş-



bir bölümünü (MMMA, XVII (Kahire 1971],



Martinez'dir (Mardonius). Reinhart Pieter



lara da katıldı; Kastilya ve Katalonya kuv-



s. 173-178), daha sonra da tamamını (Bağ-



Anne Dozy, Merdenîş kelimesinin İspan-



vetleriyle birlikte Gırnata'yı (Granada) yağ-



dad 1409/1989) yayımlamıştır. 5.



el-Hiyel



yolca Martinez'den geldiğini ve İbn Mer-



hıfzi'd-



denîş'in İspanyol asıllı bir hıristiyan aile-



Çeşitli savaş hileleri ve silâhlar-



Kayınpederi İbn Hamuşk gibi Endülüslü



sine mensup bulunduğunu söyler. Fran-



güçlü bir lideri de yanına almayı başaran



ti'1-huıûb durûb.



ve fethi'l-meda'in



ve



maladı.



dan bahseden eseri İbn Menglî Yunanca'-



sisco Codera y Zaidin ise onun İspanya'ya



dan tercüme etmiştir (Süleymaniye Ktp.,



İbn Merdenîş, hıristiyan devletlerden al-



yerleşmiş Mardonius adındaki Bizanslı bir



Ayasofya, nr. 3086, 3087; TSMK, III.Ahmed,



dığı desteğe güvenerek mevcut sınırlarını



kişinin soyundan olduğunu ileri sürmüş-



nr. 3469; diğer yazma nüshaları için bk. Av-



korumakla yetinmeyip topraklarını geniş-



tür. Bu konuda kesin bir sonuca ulaşılma-



vâd, I, 271-272; III, 80).



letme gayreti içine girdi. Besta (Baza) ve



mış olmakla birlikte tarihçilerin çoğu bi-



Vâdîâş'ı (Guadix) z a p t e d e r e k Gırnata'ya



rinci görüşü tercih etmektedir. Buna gö-



ulaştı. Burada karşılaştığı Muvahhid or-



re İbn Merdenîş'in atalarından Martinez



dusunu İbn Hamuşk'un ve hıristiyan kral-



Fen-



müslüman olmuş, böylece müvelledûn



lıklarının desteğiyle ağır bir bozguna uğ-



li-vürûdi



(ispanya'nın yerli halkından İslâm'agiren-



rattı (555/1160). Ancak Muvahhidler bu



İbn Menglî'nin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır:



er-Risâletü'l-



marziyye



fî şmâcati'l-cündiyye,



nü'l-harb,



el-Menhelü'l-cazb



ehli'l-harb,



Akşa'l-emed



münkiri



sırri'l-'aded,



riyye, Risâletü't-tahkik



fi'r-red



calâ



et-Te'âbi'l-kamefî



sürcati't-tev-



ler) zümresine katılmıştır. Hıristiyan ta-



hezimetin intikamını almakta gecikmedi-



rihçileri İbn Merdenîş'in adını Rey Lobo



ler. İki yıl sonra yapılan savaşta İbn Mer-



(Lope) şeklinde kaydetmişlerdir.



denîş mağlûp oldu ve iki taraf arasındaki



İbn Merdenîş'in babası Sa'd, Murâbıt-



mücadele Kurtuba (Cordoba) tarafına kay-



yel-



lar'ın Fraga valisi idi ve S28 (1134) yılında



dı. Ardarda yapılan birkaç savaşı Muvah-



Saîd Abdülfettâh



A r a g o n ' d a n gelen saldırılara karşı koy-



hidler kazandı. Bunun üzerine İbn Merde-



Âşûr, İbn Menglî'nin eserlerinden hare-



muştu. Amcası Abdullah b. Muhammed,



nîş, güneydeki topraklarını terkederek



ketle "Fennü'l-kıtâli'l-bahrî "ınde'l-müsli-



Murâbıt hâkimiyetinin sonlarına doğru



idarî merkezi Mürsiye'ye çekmek zorun-



mîn f l d a ^ i kitâbâti Muhammed b. Meng-



Endülüs'ün doğusunda istiklâlini ilân



da kaldı. 7 Zilhicce 560'ta (15 Ekim 1165)



lî el-Mışrî" (Mecelletü



Külliyyeti'l-âdâb



eden. İbn İyâz'ın önemli kumandanların-



Mürsiye'nin batısındaki Fahsülcellâb'a



ue't-terbiyye, sy. 11 (Kuveyt, Haziran 1977],



dandı. Önceleri İbn İyâz'ın hizmetinde bu-



ulaşan bir Muvahhid ordusuyla giriştiği



s. 35-46) adlı bir çalışma yapmıştır.



lunan İbn Merdenîş daha sonra Mürsi-



savaşı kaybetti. Bu durum, devlet ricâli ve



fîk, ed-Dürrü'ş-şemîn kaddimîn,zemü



fîahvâli'l-müte-



el-cİkdü'l-meslûk



celîse'l-mülûk.



fîmâ



183



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MERDENÎŞ askerler arasındaki bölünme v e itaatsiz-



BIBLIYOGRAFYA :



likleri arttırdı. Ayrıca aralarında İbn Ha-



İbn Sâhibüssalât. el-Men



muşk'un da bulunduğu destekçilerinin bir kısmı onu terkederek Muvahhidler'e



sının yanında başladı. Daha sonra Basra, (nşr. Ab-



Küfe ve Horasan gibi merkezleri dolaştı;



dülhâdîet-Tâzî), Beyrut 1987, s. 65-70, 125-130,



349'da (960) Bağdat'a gitti v e iki yıl ka-



bi'l-imâme



165, 1 9 5 - 2 0 0 , 3 1 8 - 3 2 2 , 3 7 9 - 3 8 1 ; ayrıca bk. İndeks; Dabbî, Buğyetü'l-mültemis



(Ebyârî), 1,



katıldı. Bir süre sonra kardeşi Ebü'l-Hac-



65-66; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,



câc Yûsuf da Muvahhidler'in tarafına geç-



358, 374; Abdülvâhid el-Merrâküşî, el-Mu'cib



ti (İbn Sâhibüssalât, s. 165). İbn Merdenîş,



telhisi



Katalonya-Aragon ve Kastilya krallıkları-



XI, 156, 224, 284,



nî, Ebû A h m e d el-Assâl, Muhammed b.



Kahire 1383/1963, s. 278-279, 321-323; İbnü'l-



Ali b. Duhaym eş-Şeybânî, Ebü'ş-Şeyh el-



Ebbâr, el-Hulletü's-siyerâ'(nşr.



Hüseyin Mûnis),



Kahire 1985; İbn Hallikân, Vefeyât,



meyi kabul etmiş, bu haracı ödemek için



vân b. İdrîs el-Mürsî, Zâdü'l-müsâfir,



Bu yüzden halkın bir kısmı topraklarını terkedip Endülüs'ün diğer kesimlerine göç etti. Onun hıristiyanlara olan meyli giderek müslüman halkın kendisinden soğumasına yol açtı. Muvahhidler, S66 (1171) yılında Doğu Endülüs üzerine yeni bir sefer daha düzenlediler. İbn Merdenîş bütün çabasına



11, 492; SafBeyrut 240-



deşi Ebü'l-Kâsım İbn Mende, Süleyman



131; İbnü'l-Hatîb, el-İhâ-



b. İbrâhim b. Muhammed el-İsfahânî ve



1939, s. 33;Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ\XX, 2 4 2 ; Safedî, el-Vâfî,VII,



ta, I, 218, 298, 3 0 2 - 3 0 3 , 4 8 4 - 4 8 5 ; a . m l f . . A c m â (nşr. E. Levi-Provençal), Beyrut 1956,



lü'l-a'lâm



s. 271; İbn Haldûn, el-'lber,



Beyrut 1959, VI,



den bazılarıdır. İbn Merdûye 24 Ramazan 410'da (23 Ocak 1020) v e f a t etti. Kettânî



sisco Codera y Zaidin, Decadencia ciörı de los Almorauides



y



Desapara-



ölüm tarihini yanlışlıkla 4 1 6 ( 1 0 2 5 ) ola-



en Espaha,



Zaragoza



rak verir. Sika bir râvi olduğu v e râviler



1809, s. 1 2 0 - 1 2 6 ; Reinhart P i e t e r A n n e Dozy, Recherches,



L e i d e n 1881, VI, 365; A. Piles Ib-



ras, Valencia



Arabe,



Valencia 1901, s. 516; M.



1903, s. 166; M. Whishaw, Arabic



Musulmana,



ru gözlerini kaybettiğinde kuvvetli hâfızası sayesinde talebelerine ezberden ha-



Los



Madrid 1948-49, s. 263-267; Mu-



h a m m e d Abdullah İnân, cAşru'l-Murâbıtin



de öldü. Receb ayının son günü (28 Mart



Muvahhidîn



1172) öldüğü de rivayet edilir. Muvahhid



1384/1964,1, 3 0 - 3 1 , 363-372; II, 15-18, 46-57,



fi'l-Mağrib



ue'l-Endelüs,



146-147; ayrıca bk. İndeks; a.mlf., yât,



Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'dedir (Mecmua,



Espaha



Madrid 1986, II, 285-289; Ziriklî,



e M ' / â m ( F e t h u l l a h ) , Beyrut 1989, VI, 137; Bustânî, DM, 1, 685; C. F. Seybold. " İ b n M e r d e n î ş " , İA, V/2, s. 7 6 9 ; E. L e v i - P r o v e n ç a l . " M ü r s i y e " , a.e., VIII, 810-811; J. Bosch-Vılâ, " İ b n M a r d a n i ş h " , EF (Fr.), III, 889; M e r y e m Sâdıki, " İ b n M e r d e n î ş " , DMBİ,



SI



MEHMET ÖZDEMİR



güyle yâdeden Muvahhid tarihçilerine göre İbn Merdenîş en yakınlarını bile öldürt-



b. İbrâhim b. Ca'fer el-Cürcânî'nin Emâii'sinden (Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Mecmua, nr. 74, vr. I05a- 198b) seçilerek meydana getirilen eserin eksik bir nüshası Bir nüshası Âsafiye



(Coğrafya, nr. I), diğer bir nüshası da Tahran Üniversitesi (nr. 3965) kütüphanele-



Endülüs tarihinin ilginç şahsiyetlerinden



zalim bir idarecidir. Selefi İbn İyâz'ı öv-



Muhtârâtmi-



Ebû Abdullah M u h a m m e d



Mu'cemü'l-büldân.



çetin bir mücadele veren İbn Merdenîş



başarılı bir lider, diğer yönüyle sefih ve



nr. 108/8, vr. \82>-\92a). 2. ne'l-Emâlî.



British Museum'dadır(Or., nr. 7724). 3.



IV, 601-603.



altına alan ve bu bölgede yirmi yılı aşkın



biridir. Bir yönüyle mücadeleci bir asker,



notların derlenmesiyle meydana gelen bir



Beyrut 1981, 11, 790-



Musulmana,



Doğu Endülüs'ün tamamını hâkimiyeti



Kattân'ın 300 kadar meclisinde tutulan



K u v e y t 1988, s. 8 4 - 9 2 ; Abdülazîz Sâlim,



Târîhu'l-Mağribi'l-kebîr,



lılığını bildirmesiyle toprakları kısa bir sü-



rafından yeniden sağlanmış oldu.



Eserleri. 1. Emâlî. Ebû Sehl b. Ziyâd el-



Kahire



eser olup üç bölümünü içine alan kısmı



791, 798-799; C. Sanchez - Albornoz, La



Endülüs'ün siyasî birliği Muvahhidler ta-



dis imlâ edebilmiştir.



ue'l-



Endelüsiy-



lu Ebü'l-Kamer Hilâl'in Muvahhidler'e bağ-



Böylece Murâbıtlar'ın çöküşüyle dağılan



len İbn Merdûye, ömrünün sonlarına doğ-



Lon-



Spain,



don 1912, s. 2 6 1 - 2 8 1 ; I. d e Las Cagigas, Mudejares,



hakkında isabetli tenkitler yaptığı belirti-



Zaragoza



sırada 10 Receb 367 (8 Mart 1172) tarihin-



re sonra Muvahhid hâkimiyetine geçti.



Ebû Abdullah es-Sekafî onun talebelerin-



1, 301, 443;



zı şehirlerin onların eline geçmesine engel



hatta kızıyla evlenmiştir. Yerine geçen oğ-



adlı hadis cüzüyle tanınan



es-Sekafiyyât



II, 210, 4 9 2 - 4 9 7 ; IV, 378-379, 456, 4 7 8 ; Fran-



495-500, 560; Makkarî, Nefhu't-tib,



Gaspar Remiro, Murcia



emîri onun çocuklarına iyi d a v r a n m ı ş ,



İsfahânî gibi âlimler vardır. Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ebû A m r İbn Mende ile kar-



rağmen Besta, Lûrka, Cezîre ve diğer baolamadı. Aynı ordu Mürsiye'yi kuşattığı



el-Horasânî, Abdullah b. İshak el-Horasâ-



(nşr. M. Saîd el-Uryân),



ahbâri'l-Mağrib



nın himayesine girerken onlara haraç ödemüslüman halka yeni vergiler yüklemişti.



fi



dar orada kaldı. Hocaları arasında Ebû Sehl b. Zîyâd el-Kattân, Meymûn b. İshak



rinde bulunmaktadır. 4. Cüz 3 fîhi in t ika' İBN MERDÛYE



r



(^iyo



n



O*')



Hadis hâfızı, tefsir, tarih ve coğrafya âlimi.



eğlenceye çok düşkündür. Hıristiyanlarla



ehli'l-Başra.



Taberânî'nin



(Sezgin, I, 196) adlı



Hadîs li-ehli'l-Başra



Ebû Bekr Ahmed b. Mûsâ b. Merdûye b. Fûrek el-İsfahânî (ö. 410/1020)



mekten çekinmeyen bir zalimdir. İçki ve



min hadîsi



eserinde derlediği hadislerden seçmeler yapılarak meydana getirilen risâlenin bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'dedir ^



dostluk kurup Muvahhidler'e karşı onla-



(Mecmua, nr. 85, vr. I10 a -126 b ). S. elMüstahrec



'alâ Şahîhi'l-Buhârî.



Riva-



yetlerinin çoğu âlî isnadlı bir eser olduğu belirtilmiştir (Zehebî,



A'lâmü'n-nübelâ',



rın yanında yer almakla kalmamış, özel



323'te (935) İsfahan'da doğdu. Aynı ad-



hayatında da bir hıristiyan kral gibi yaşa-



la bilinen torunuyla karıştırılmaması için



XVII, 310). 6. Kitâbü't-Tefsîr



mıştır. İbnü'l-Hatîb, İbn Merdenîş'in dinî



kendisine İbn Merdûye (Merdeveyh) el-Ke-



müsned). Yedi cilt olduğu kaydedilen eser



meseleler dışındaki bütün davranışlarının



bîr denir. Babası, kardeşi Ebû Abdullah



daha sonraki birçok müfessire kaynak



bir hıristiyan kontundan farksız olduğu-



Muhammed b. Mûsâ ile torunu Ebû Be-



teşkil etmiştir. 7. Târîhu İşfahân.



nu, hıristiyan gibi giyindiğini, Kastilya di-



kir Ahmed b. Muhammed b. Ahmed de



bî ve İbn Hacer gibi müelliflerin çokça fay-



lini (eski İspanyolca) iyi bildiğini v e gün-



(İbn Merdûye es-Sagir) t a n ı n m ı ş âlim ve



dalandıkları bir eserdir (meselâ bk. Zehe-



lük hayatında bu dili kullandığını söyler.



muhaddislerden olup İbn Merdûye es-



bî, A'lâmü'n-nübelâ',



(et-Tefsîrü'l-



Zehe-



XIV, 463; XV, 553,



554; XVI, 13, 14, 15, 277, 278; a.mlf., Tez-



İbn Merdenîş ordusunu genellikle hıristi-



Sagir Cüz'fîhi



yan asıllı askerlerden oluşturmuş, hıris-



'.Abdillâh



tiyanlar için hanlar ve kiliseler yaptırmış,



Hayyân



Santa Maria'da bir piskoposluk kurmala-



b. Abdullah b. Bedr, Riyad 1414/1993).



İbn Merdûye ayrıca Ebü'ş-Şeyh'in Ehâ-



rına izin vermiştir.



İbn Merdûye tahsiline İsfahan'da baba-



dîşi ile (nüshaları için bk. Sezgin, I, 201)



ehûdîsü Ebî



b. Muhammed



Muhammed b. Ca'fer



b.



adlı eserin müellifidir (nşr. Bedr



kiretü'l-huffâz,



III, 886, 887, 974; İbn Ha-



cer, Lisânü'l-Mîzân,



184



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



I, 117, 266).



İBN MERZÛK el-HAFÎD (nüshaları için



yazmakla meşgul oldu. Eserindeki bazı



bk. a.g.e., 1,197) seçtiği hadisleri aynı adla



kayıtlardan 1014'te (1605) hayatta oldu-



Tföberânî'nin Ehâdîş'inden



ayrı cüzler halinde derlemiş, İbnü'l-Ceze-



ğu anlaşılan İbn Meryem Tilimsân'da ve-



rî'nin el-Aşl'ı



f a t etti.



v e Şevkânî'nin



Tuhfetü'z-



kaynak oluşturduğu söylenen



zâkirîn'me



adlı bir dua mecmuası kaleme



el-Ed'iye



Eserleri. İbn Meryem, el-Bustân



fîzîk-



ve 7-eviiyâ 3 bi-Tilimsân



ri'l-culemâ'



adlı



almıştır (DİA, IX, 538). Kaynaklarda adı



kitabıyla tanınır. Eser Tilimsân ve civarın-



g e ç e n d i ğ e r eserleri de şunlardır: el-



da bulunan Vehrân, Nedrûme (Nedroma),



Müsned,



Cebel Tesâle, Trâra beldelerinde, Fas civa-



el-Ebvâb,



mihı'l-muhtaşar calâ



Müslim,



haddişîn, rukuh



eş-Şüyûh,



el-Câ-



rındaki Sûs vadisinde ve Atlas bölgesinde



14 Rebîülevvel 766 (9 Aralık 1364) tari-



Evlâdü'l-mu-



yaşayan âlimlerle velîler hakkında değerli



hinde Tilimsân'da doğdu. İbn Merzûk el-



el-'İlm,



et-Teşehhüd



ve tu-



Menâkıbü



Alî.



biyografik bilgiler ihtiva eder. İbn Meryem



Hatîb'in torunudur. İlk öğrenimini bura-



yazarken Ahmed Bâbâ et-Tin-



da tamamladı. Başta babası, amcası ve



el-Bustân'ı



büktî'nin Neylü'l-ibtihâc



Ebû Nuaym el-İsfahânî, Zikru



ahbâri



Işba-



Şehrâşûb, Me'âlimü'l-'ulemâ',



mülûkmin



Beyrut, ts. (Dâ-



rü'l-advâ),s. 138; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam,V 2 9 4 ; Z e h e b î , Tezkiretü'l-huffâz,



11,



111, 8 8 6 , 8 8 7 ,



974, 1050-1051; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ',



XIV,



143, 4 6 3 ; XV, 553, 554; XVI, 13, 14, 15, 277, 2 7 8 ; XVII, 3 0 8 - 3 1 1 ; XIX, 2 0 7 ; Safedî, VIII, 201; İbn Kesîr, el-Bidâye,



XII, 8; İbn Hâcer,



117, 266; Süyûtî,



Lisânü'l-Mîzân,\,



el-Vâft,



Tabakâtü'l-



( L e c n e ) , III, 412; a.mlf.. el-ltkân



(Ebü'l-



Fazl), IV, 2 1 3 ; Dâvûdî, Tabakâtü'l-müfessirîn, 9 4 - 9 5 ; Keşfü'z-zunûn,



I,



I, 282, 439; İbnü'l-İmâd,



III, 190; Hediyyetü'l-'ârifîn,



Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn,



I, 71-72;



II, 190; Bilmen,



I, 4 0 5 ; Sezgin, GAS,



I, 196, 223,



2 2 5 ; Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe,



s. 26-27-,



(Fethullah), I, 2 6 1 ; Kays Âl-i



Kays. el-lrâniyyûn,\, Sahth-i



Buhârl



2 1 1 - 2 1 3 ; Kemal Sandıkçı,



Üzerine



Yapılan



Çalışmalar,



A n k a r a 1 9 9 1 , s. 119; Kâmüsü'l-a'lâm, Hasan Ensârî, " İ b n M e r d û y e " , DMBİ,



I, 660; IV, 603-



6 0 5 ; M u s t a f a Çağrıcı, " D u a " , DİA, IX, 5 3 8 ; C. E d m u n d Bosvvorth, " E b n M a r d a w a y h " , VIII, 38.



Elr.,



|—I IMI



ABDÜLKADİR ŞENEL



İBN MERYEM



n



Ebû Abdillâh Muhammed b. Muhammed b. Ahmed eş-Şerîf el-Medyûnî et-Tilimsânî (ö. 1014/1605'ten sonra) Mâlikî fakihi, edip ve tarihçi.



fî zikri



(ahbâri)'1ve Muham-



BenîAbdi'l-vâd



med b. Yûsuf es-Senûsî'nin M



enâkıbü'l-



erba'a, Lisânüddin İbnü'l-Hatîb'in ta ve İbn Haldûn'un el-'İber fade etmiştir. el-Bustân,



da tamamladı. Onun ölümünden sonra



rif et-Tilimsânî gibi âlimlerden ders okudu. Daha sonra Fas v e Tunus'a g e ç e r e k



el-İhâ-



İbn A r a f e , Ebü'l-Abbas el-Kassâr, Ebû



inden de isti-



Zeyd el-Mekkûdî'nin derslerine katıldı. 790 (1388) yılında İbn A r a f e ile birlikte hacca gitti. 819'da (1417) yaptığı ikinci



rilmiş (RAfr., sy. XXVII [ 1883], s. 380-399;



hac yolculuğu esnasında özellikle Kahire'-



sy. XXVIII11884], s. 133-160, 355-371), eser



de birçok âlimle görüştü, onlardan ders



daha sonra Muhammed b. Ebû Şeneb ta-



v e icâzet aldı. Bunlar arasında İbn Haldûn,



rafından el-Bustân



ve'l-



İbn Hacer el-Askalânî, Fîrûzâbâdî, Muhib-



adıyla neşredilmiş-



büddin İbn Hişâm, Sirâcüddin Ömer b.



culemâ3



fî zikri'l-evliyâ'



bi-Tilimsân



tir (Cezayir 1326/1908, 1986).



Raslân el-Bulkinî, Hâfız Zeynüddin el-Irâ-



İbn Meryem'in kaynaklarda adı geçen tü'l-mürîd



li-şerhi



Tuhfetü'l-ebrâr vezâ'if



mesâ'ili



el-Heysemî, Ebû Tâhir İbnü'I-Küveyk, Bed-



Ebi'l-Velîd,



reddin İbnü'd-Demâmînî, Ebû Abdullah



ve şicârü'l-ahyâr



ve'l-ezkâri'l-müstehabbe



leyl ve'n-nehâr, yeti'l-'alîl,



fi'l-



el-Haffâr, Ebû Muhammed İbn Cüzey el-



fi'l-



Kelbî, Ebû Zür'a el-Irâkı, Aynî, İbn Allâk,



edvi-



İbnü'l-Haşşâb gibi o d ö n e m i n m e ş h u r







âlimleri sayılabilir. Dinî v e aklî ilimler ya-



et-Taclîkatü's-se-



nında Arap dili ve edebiyatı alanında yet-



Fethu'l-celîl



Keşfü'l-iebs



W, Sirâcüddin İbnü'l-Mülakkın, Nûreddin



Gunye-



diğer bazı eserleri de şunlardır:







ve't-tackid



cakide



ti ehli't-tevhîd,



niyye



cale'l-ürcûzeti'l-Kurtubiyye,



Fet-



kin bir âlim olarak adını duyuran İbn Mer-



li'l-



zûk'un talebeleri arasında Ebû Zeyd Ab-



li-şerhi'n-nuşhi't-tâm



(muhta-



durrahman es-Seâlibî, Ebü'l-Ferec b. Ebû



şari) Halîl (bk. Âdil Nüveyhiz, s. 293; Ömer



Yahyâ eş-Şerîf et-Tilimsânî, Yahyâ b. İd-



Ferruh, II, 272).



rîs el-Mâzûnî, Ebü'l-Hasan el-Kalasâdî, İbn



hâş



ve'l-câm,



Taclîkcalâ



risâleti



Zekrî et-Tilimsânî, Ebû Abdullah et-Tene-



BIBLIYOGRAFYA : İbn M e r y e m , el-Bustân 'ulemâ'



bi-Tilimsan(nşr.



fi zikri'l-euliyâ'



oe'l-



İbn Ebû Şeneb), C e z a -



sî, Nasr ez-Zevâvî gibi âlimler vardır. Bazı diplomatik görevlerde de bulunan İbn



yir 1986, s. 3, 5 , 9 4 - 9 5 , 1 4 5 , 2 6 0 - 2 6 1 , 264, 269,



Merzûk 14 Şâban 842'de (30 Ocak 1439)



272, 281, 286-287; Serkîs, Mu'cem,



Tilimsân'da v e f a t etti.



bi-ricâli's-selef,



I, 236; HifBeyrut 1402/ 11,



İbn Merzûk el-Hafîd, dedesi İbn Mer-



XI, 189;



zûk el-Hatîb gibi ilmî birikimi, zekâsının



1982,1, 151-152; Brockelmann, GAL SuppL,



mektepte hocalık yapan babasının yanın-



İshak el-Masmûdî, Ebü'l-Hasan Eşheb elGumârî, Ebû Muhammed Abdullah b. Şe-



Adrien Delpech



nâvî. Ta'nfü'l-halef



Tilimsân'da doğdu. İlk öğrenimini ilk



dedesi olmak üzere Saîd el-Ukbânî, Ebû



tarafından özet halinde Fransızca'ya çev-



hu'l-callâm r



bi-tatrîzi'd-



Ebû Zekeriyyâ İbn Haldun'un



Dibâc,



Buğyetü'r-rüvvâd



Ziriklî, el-A'lâm



^



el-Emşâl,



hân (nşr. S. Dedering), Leiden 1931, 1, 168; İbn



Tefsir Tarihi,



Mâlikî fakihi ve edip.



el-Müstahrec



ve elfâzuh,



Şezerât,



Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Hafîd el-Acîsî et-Tilimsânî (ö. 842/1439)



fi't-tıb,



BIBLIYOGRAFYA :



huffâz



İ B N M E R Z Û K el-HAFÎD



6 8 0 ; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn, Ziriklî, el-AHâm,



VII, 291;Âdil Nüveyhiz,



mü a'lâmi'l-Cezâ'ir,



Mu'ce-



Beyrut 1400/1980, s. 292-



293; C. Zeydân, Âdâb,



111, 320; M u h a m m e d el-



kıvraklığı, etkili hitabeti, tefsir ve rivayet ilimlerine vukufu, başta Mâlikî mezhebi



li-târihi'l-Mağ-



olmak üzere fıkıh mezheplerini ihatası,



sân'da Haddû b. Hâc el-Münâvî'den Arap-



rib, Dârülbeyzâ 1404/1983, I, 1 4 2 - 1 4 3 ; Ömer



güç meseleleri çözmedeki başarısı, bid-



ça ve kıraat, Sâlih Ali b. Yahyâ el-Câdirî'-



Ferruh, Me'âlimû'l-edebi'l-'Arabİ



fı'l-'aşri'l-ha-



'atlara karşı mücadelesi ve güzel ahlâkıy-



den fıkıh, matematik, ferâiz okudu. Ayrı-



dîş, Beyrut 1985, II, 2 7 1 - 2 7 6 ; A . Delpech, " R e -



la şöhret bulmuş bir âlim olup "şeyhülis-



aynı okulda ders vermeye başladı. Tilim-



Menûnî, el-Meşâdirü'l-'Arabiyye



s u m e d u B o s t a n e ( L e lardin) au d i c t i o n n a i r e



lâm, allâme, hüccet, hâfız" gibi unvanlar-



ca Muhammed el-Vecdîcî es-Sagîr, Tiiim-



b i o g r a p h i q u e des saints et s a v a n t s de Tilim-



sân Ulucamii müderrislerinden Muham-



s a n e " , RAfr.,



XXVII ( 1 8 8 3 ) , s. 380-399; XXVIII



la anılmıştır. Talebelerine Mâlikî fıkhı ya-



med b. Şarki, yine aynı caminin müder-



( 1 8 8 4 ) , s. 1 3 3 - 1 6 0 , 3 5 5 - 3 7 1 ; J. C. V a d e t , " i b n



nında diğer üç m e z h e b e ait çeşitli fıkıh



rislerinden fakih Ebü's-Sâdât et-Tilimsâ-



M a r y a m " , EP (İng ), III, 865; Ebü'l-Hasan Diyâ-



metinlerini de okutması, mezhep taassu-



net, " İ b n M e r y e m " , DMBİ, IV, 608.



bundan uzak müctehid bir âlim olduğu-



nî gibi âlimlerden faydalandı. Tahsilini tamamladıktan sonra ders vermek ve eser







İBRAHIM HAREKÂT



nu göstermektedir. 185



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MERZÛK el-HAFÎD İbn Merzûk'un kaynaklarda adı geçen



U "



diğer bazı eserleri de şunlardır: fî mükerrerâti'l-Buhârî,



ez-Ze-



hâ'irü



(el-Mefâtîhu)'l-kırtâsiyye



fî şer-



hi'ş-Şukrâtîsiyye, Muknfu'ş-şâfî), fevâ'idiİbn red



""" « " ^ Ö î c ^ Y ^ ' v ^ H î u J J I .cA^ 1 ^It^ıJUifULÜll^ii, U f l • t p l  i J M i I & i f L ^ y / ^ ^ J ^ ' t U i k



I Ö İKİ-—11



îi^^J/l



calâ



nâkış, vechi



Urcûze



fiT-Mîkût



el-Mfrâc



ilâ



fi'r-



rütbeti'l-kâmil



Şerhu't-Teshîl,



(el-



istimtâri



Sirâc, en-Nuşhu'l-hâliş



müdde'î



fî şerhi't-Tehzîb,



1



Envâ'u'z-



zerârî



li'n-



Ravzatü'l-edîb



ei-Âyâtü'l-beyyînât



delâleti'l-muccizât,



vâdıhu'l-maclûm



calâ







ed-Delîlü'l-



tahâreti



varakı'r-



Rûm (eserlerinin bir listesi için bk. Ahmed Bâbâ et-Tinbüktî, s. 506-508; Mak1



karî, V, 429-430).



ÖV"»



^ b J ' ^ f i ^ c ^ ^ 'Jt4•-frjLrffJJj



BIBLIYOGRAFYA : Sehâvî, ed-pao'ü'l-lâmi',



VII, 5 0 - 5 1 ; Bedred-



din el-Karâfî, Teuşîhu'd-Dîbâc



(nşr. A h m e d eş-



Şüteyvî), Beyrut 1403/1983, s. 171-173; A h m e d Bâbâ et-Tinbüktî, Neylü



'l-ibtihâc,



Trablus 1408/



1989, s. 4 9 9 - 5 1 0 ; Makkarî, Nefhu't-ttb, 4 3 3 ; Mahlûf, Şeceretü'n-rıür,



mann, GAL, I, 345; İzâhu'l-meknûn, de. Delîlil



V, 4 2 0 -



s. 4 3 6 ; BrockelI, 7; İbn SûDârülbey-



miFerrihi'l-Mağribi'l-akşâ,



zâ 1960,1, 233; M. Âbid el-Fâsî, Fihnsü



mahtü-



Dârülbeyzâ 1399-



tâti Hizaneti'l-Karaviyyîn,



1 4 0 0 / 1 9 7 9 - 8 0 , I, 2 9 5 - 2 9 7 ; III, 2 0 3 - 2 0 4 , 2 0 6 ; Abdurrahman b. M u h a m m e d el-Cîlâlî,



Tarîhu'l-



Beyrut 1400/1980, II, 2 1 2 - 2 1 6 ;



Cezâ'iri'l-'âm,



Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehârîs,



I, 5 2 3 -



5 2 5 ; Hifnâvî, Ta'rîfü'l-halefbi-ricâli's-selef, ibn Merzûk el-Hafîd'in el-istVâb li-mâ fiKaşîdeti'l-Bürde



mine'l-beyân



ue'l-i'râb adlı eserinin ilk iki sayfası (Süleyma-



niye Ktp., H a m i d i y e , nr. 1 1 5 3 )



Bey-



rut 1402/1982,1, 1 2 8 - 1 4 0 ; Abdülazîz Binabduilah, Ma'lemetü'l-fıkhi'l-Mâlikl,



B e y r u t 1403/



1983, s. 97; M. Hadj-Sadok, " i b n M a r z ü k " , El2 (İng ), III, 866; F e r â m ü r z Hâc Minûçihrî, " İ b n Merzûk", DMBİ,



Eserleri. 1. el-Metcerü'r-rabîh mes'a'r-racîh



ve'l-merhabü'l-faşîh



vechü'ş-şabîh



ve'l-hulku's-semîh



hi'l-Câmici'ş-şahîh. mi\ı'ş-şahîh'inin



Buhârî'nin



ve'l-



maniye Ktp., Yenicami, nr. 964, Serez, nr.



ve'l-



3961, Kadızâde Mehmed, nr. 409; Fas Hi-



fîşer-



zânetü'l-Karaviyyîn'deki yazma nüshaları



el-Câ-



için bk. M. Âbid el-Fâsî, I, 295-297; III, 203-



şerhi olup tamamlana-



204, 206). 5. el-İstî'âb



li-mâ



ellifin aynı kasideye yazdığı diğer bir şerh-



dîd'in Kütüphanesinde mevcut iki cildinin



tir (Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 1153).



duğunu, ancakl. cildin kaybolmasından sonra yerine muhtemelen Seâlibî'nin istinsah ettiği bir nüshanın konulduğunu söylemektedir (Târîhu'l-Cezâ'iri'l-'âm, 215). 2. el-Mefâtîhu'1-merzûkıyye halli'l-akfâl



ve'stihrâci



haberi



II, li(habâ-



6. Nihâyetü'l-emel



ve'l-icrâb.



fî şerhi



şerhidir (Escurial Library, nr. 614, 654). 7.



SAFFET KÖSE



İ B N M E R Z Û K el-HATÎB (^badl



n



ıJsjy> , j j l )



Ebû Abdiilâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Acîsî et-Tilimsânî (ö. 781/1379)



Kitâbi'l-Cü-



Hûnecî'nin mantıkla ilgili eserinin



er-Ravza.



r



Mü-



50). Cîlâlî, eserin Cezayir'de el-Câmiu'l-ce-



mel.



İM



Kaşîde-



madığı ifade edilmektedir (Sehâvî, VII,



(nr. 143, 443) müellif hattıyla yazılmış ol-



mine'l-beyân







ti'l-Bürde



IV, 606-607. r—ı



^



Mâlikî fakihi, muhaddis, hatip ve devlet adamı.



^



İbn Liyûn ve Zeynüddin ei-irâ-



kı'nin el-Elfiyye



adlı hadis ilimlerine dair



710 (1310) veya 711 (1311) yılında Ti-



eserlerinin bir araya getirilmesiyle yazıl-



limsân'da doğdu. İfrîkıye'nin güneyinde



mıştır (Escurial Library, nr. 1517/1) 8. el-



yaşayan Benî Acîs kabilesine mensup olup



Hadîka. Üsteki eserin muhtasarı olup Es-



dedesinin büyük dedesi Merzûk, V. (XI.)



curial Library'de kayıtlı (nr. 1517/2) başlık-



yüzyılın sonlarına doğru Hilâiîler'in böl-



sız yazma muhtemelen bu esere aittir. 9.



geye hâkim olması üzerine buradan göç



İğtinâmü'l-furşa



o* 1 '



M u ' t e z i l e kelâmcısı.



İlmî şahsiyeti bakımından büyük ölçüde hocası Kâdî Abdülcebbâr'ın yolunu ta-



üzere ikiye indiren İbn Metteveyh diğer üç esası adalet prensibi içinde ele almıştır. Bilgi edinme yollarını ise beş duyu, akıl



Ebû Muhammed el-Hasen b. Ahmed b. Metteveyh el-Bahrânî (ö. V. [XI.] yüzyılın ortalan)



Ebû U s a y b i a , ' U y û n ü ' l - e n b â s . 61; Muhammed b. Mahmûd eş-Şehrezûrî, Mûzhetü'l-ervâh



1



(bk. A H M E D b . M U H A M M E D



II, 39-40, 82, 93; İbn Hazm, e/-Faş/(Umeyre), II, 293; IV, 138; V, 65-67; Sâid el-Endelüsî,



IBN MESRUK



ve haber-i sâdıkın yanına ilhamı da ilâve ederek dört grupta incelemiş, bunlardan j



380 (990) veya 38S (995) yılında Necran'da doğdu. Mu'tezile âlimi Kâdî Abdülcebbâr'ın talebesi olması, onun görüşlerini benimseyip eserlerini toplaması dışında hayatı hakkında bilgi yoktur. Talebeliği sırasında çevresinde bulunan diğer Mu'tezile âlimlerinden faydalandıktan başka mezhebin elde mevcut kitaplarını da inceledi. Eserlerinden anlaşıldığına göre İbn Metteveyh, Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf'm el-Hutbetü'l-felekiyye, Ebü'l-Hüseyin el-Hayyât'ın el-İstidlâl bi'ş-şâhid cale'Iğâ'ib, Nakzü'l-bedel ve'l-'askeriyyât, Ebû Hâşim el-Cübbâî'nin el-Cûmi'u'şşağir'i ile Kâdî Abdülcebbâr'ın bütün kitaplarını okudu (Saîd Murâd, s. 33). İbnü'lMurtazâ'nın Mu'tezile'nin on ikinci tabakasına mensup âlimleri arasında gösterdiği müellif (Tabakâtü'l-Mu'tezile, s. 119) Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, Ebû Muhammed Abdullah b. Saîd el-Lebbâd, Şerif el-Murtazâ, Ebü'l-Feth el-İsfahânî ve Ebü'l-Hüseyin el-Basrî gibi âlimlerle birlikte yetişti ve onlarla zaman zaman tartışmalarda bulundu. Siyasî çalkantıların ve mezhep çekişmelerinin yer yer ileri safhalara varmasına rağmen ilmî ve fikrî hayatın verimli ve seviyeli olduğu bir dönemde yaşayan İbn Metteveyh, ömrünü geçirdiği Yemen ve Rey bölgelerinde çeşitli ilmî faaliyetler gerçekleştirdi. Her ne kadar Abdülkerîm Osman (Kâdi'l-kudât'Abdülcebbârb. Ahmed el-Hemedânî, s. 51) v e Abdurrahman Bedevî (Mezâhibü'l-Islâmiyyîn, I, 394) gibi araştırmacılar, herhangi bir kaynağa dayanmadan İbn M e t t e veyh'in vefat tarihini 468 (1075) olarak gösteriyorlarsa da hocası Kâdî Abdülcebbâr'ın 415 (1025) yılında v e f a t ettiğini dikkate alarak müellifin daha erken bir tarihte, yaklaşık V. (XI.) yüzyılın ortalarında vefat ettiğini söylemek daha isabetli görünmektedir.



bilhassa duyuların yanıltıcılığına dikkat çekmiştir. Dolayısıyla onun bilginin konularını maddî âlem ve gaybî âlemle ilgili olmak üzere ikiye ayırdığı görülmektedir (el-Kelâm fi'l-hayât, vr. 135b). Eserlerinde varlık anlayışını ilâhî kudreti ispatlama gayretiyle ele alan İbn Metteveyh hareket ve kütle kanunlarından söz etmiş, hız ile zaman v e mesafe arasındaki ilişkilere değinmiş, özgül ağırlık, suyun kaldırma gücü, yer çekimi ve merkezkaç kuvveti gibi hususlar üzerinde durmuş, devrine göre önemli sayılabilecek yaklaşımlar sergilemiştir. Müellif âlemin hudûsunu, biri cisimleri spekülatif olarak cevher ve araz kısımlarına ayırmak, diğeri hayatın doğrudan Allah tarafından başlatılıp yaratıldığından hareket e t m e k suretiyle iki şekilde ispatlamıştır. Diğer taraftan cevher v e arazların zatları ile kaim varlıklar olduğunu ileri süren Grek filozoflarından ayrılarak cevherlerin arazsız olamayacağını belirten İslâm filozoflarının görüşlerini benimsemiş, ayrıca yer kaplamanın cevherin temel niteliği olduğunu belirtmiştir (et-Tezkire, s. 74). Yokluk konusunu mutlak yokluk (adem-i mahz) ve varlığın bulunmayışı (gıyâb-ı vücûd) şeklinde ikiye ayırarak incelemiştir. Eserlerinden tecrübî ilimlere özel bir ilgi duyduğu anlaşılan İbn Metteveyh, mevcut bilgilerin yanı sıra bizzat gözlem v e basit deneyler yaparak varlıkların özelliklerine dair çeşitli bilgiler aktarmıştır. İbn Metteveyh, başta Allah'ın sıfatları olmak üzere kelâmın temel konularında Mu'tezilî geleneğe uymuştur. Meselâ rü'yetullahı inkâr etmiş, Allah'ın kelâm sıfatının hâdis olduğunu ileri sürmüş, kulun bütün fiillerinin yaratıcısı olduğunu kabul etmiştir. İnsan hürriyetine sık sık vurgu yapan müellif, kulun her çeşit davranışını kendi hürriyeti içinde gerçekleştirdiğini ve hiçbir zorlamanın söz konusu ol193



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN METTEVEYH madiğini belirtmiştir (el-Kelâm fı'l-hayât,



1,627) bugün mevcut olmamakla birlikte



felsefî ilimler alanında birikim sahibi bir



vr. 92 b ). Kulun fiillerine ait eser ve netice-



İbn Ebü'l-Hadîd bu eserden iktibaslarda



kişi olup oğlunun yetişmesinde önemli



lerin o fiili işleyenin icadıyla meydana gel-



bulunmuştur (Şerhu Nehci'l-belâğa,



ölçüde katkısı olduğu b e l i r t i l m e k t e ve



diğini kabul e t m e hususunda Mu'tezilî



376-377; VII, 10; XIII, 3 1 5 - 3 1 6 ) .



geleneğe bağlı kalmıştır. Bunun yanında İbn Metteveyh, bazı ilk dönem Mu'tezilî



VI,



onun hocaları arasında gösterilmekte-



BIBLIYOGFRAFYA :



dir. Kurtuba'da bir yandan yahudi ilâhi-



İbn Metteveyh, et-Tezkire



yatı tahsil ederken bir yandan da Fârâbî,







ahkâmi'l-cevâhir



âlimlerinin Allah'ın şerri yaratmaya ka-



ve'l-a'râz



dir olmadığı yolundaki görüşlerine karşı



Avn), Kahire 1975; a.mlf., el-Kelâm



fı'l-hayât,



man düşünür ve tabiplerin eserlerini



çıkarak O'nun kudretinin her şeyi içine



Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye, nr. B-27984; a.mlf., el-



okuyarak İslâmî kültür içinde formasyon



aldığını, ancak şerri yaratmayışının kud-



Mecmü'



(nşr. Sâmî Nasr Latîf - Faysal Büdeyr



fı'l-Muhît



bi't-teklîf



(nşr. J. J. Houben -



D. Gimaret), I-II, Beyrut 1965-86; Hâkim el-Cü-



retinin sınırlılığından değil bunu murad



ş e m î , Şerhu'l-'uyûn



etmeyişinden kaynaklandığını söylemiş-



i'tizâl



tir.



1393/1974, s. 389; İbn Ebü'l-Hadîd, Şerhu



İbn Metteveyh'in Mu'tezile'den ayrıl-



ci'l-belâğa(nşr.



lâm dünyasında y e t i ş m i ş diğer birçok



i ç i n d e ) , Tunus



benzeri gibi İslâm felsefe geleneği içinde



Meh-



değerlendirilir. Eserlerini İbrânî alfabe-



M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), Beyrut



siyle Arapça yazması da bunun bir delili



1 3 8 5 - 8 7 / 1 9 6 5 - 6 7 , 1, 8; VI, 3 7 6 - 3 7 7 ; VII, 10;



dığı temel nokta imâmettir. Fikrî hayatı-



XIII, 3 1 5 - 3 1 6 ; İbnüT-Murtazâ,



nın ilk dönemlerinde Hz. Ebû Bekir ile Ali'-



tezile, s. 119; Neşriyye-i



nin üstünlüğü konusunda tereddüde dü-



Dânişgâh-i



şen İbn Metteveyh, daha sonra Ali'nin



Tahrân,



vd.; Sezgin, GAS,



Tabakâtü'l-Muc-



Kitâbhâne-i



Merkezî-i



Tahran 1341/1962, II, 156



I, 267; a.e. (Ar.), II, 4 1 6 ; Ab-



filozofu olarak bilinen İbn Meymûn, ilk öğrenimini Kurtuba'da gördükten sonra



H a d î d , 1,8), ardından daha da ileri giderek



51; A b d u r r a h m a n Bedevî,



onun mâsumiyetini ileri sürmüş ve bunu



yîn, Beyrut 1979,1, 394; Saîd Murâd, İbn veyh



Mezâhibü'l-İslâmiy-



ue ârâ'ühü'l-kelâmiyye



Mette-



ue'l-felsefiyye,



Kahire 1991, tür.yer.; VVilferd Madelung,



Ancak mâsumiyetin imam için gerekli bir



M a t t a w a y h " , El2 Suppl.



şart olmadığını söyleyerek ( a . g . e . , VI, 376-



Muvahhid, " İ b n M e t t e v e y h " , DMBİ,



"ibn



(İng.), s. 3 9 3 ; S a m e d







ahkâmi'l-cevâhir



mî Nasr Latîf ve Faysal Büdeyr Avn tarafından neşredilmiştir ( K a h i r e 1 9 7 5 ) . elfi'l-hayât



IBN MEYMÛN



N



L



Y a h u d i din âlimi, filozof ve t a b i p



rü'l-kütübi'l-Mısriyye'de



ettirdi. Ünlü astronomi âlimi İbn Eflah elbulunduğu sırada karşılaştığı gibi filozof rencisinden de ders okudu ( W i l f i n s o n , s. 6 - 7 ; krş. Delâleti!'l-hâ'irîn,



s. 2 9 3 ) .



1160 yılında Meriye Muvahhidler'in eline geçince İbn Meymûn'un ailesi Mağ-



J



adlı ikinci kısmı ise he-



nüz neşredilmemiş olup bir nüshası Dâ-



Meriye'ye yerleşmişti. İbn Meymûn bu



Ebû Bekir İbnü's-Sâiğ'in (İbn Bâcce) bir öğ-



Ebû İ m r â n Mûsâ b. U b e y d i l l â h ( M e y m û n ) el-Kurtubî el-İsrâîlî (ö. 601/1204)



ve'l-



a'râz olarak adlandırılan birinci kısım Sâ-



Kelâm



MURÂD



(Os-(nşr. M. Ebü'1-Fazl İbrâhim). Kahire 1985, s. 210-212; Hilâl b. Muhassin es-Sâbî,



el-Vü-



(nşr. Hasan ez-Zeyn), Beyrut 1990, s. 6,



zerâ'



22, 27, 42, 46, 64, 71-72, 105, 128, 141, 186, 192, 211; Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedânî. Tekmiletü



(Taberî, Târih



Târihi't-Taberî



|Ebü'I-Fazl|, XI içinde), s. 210, 228, 229, 240, 250, 258, 260, 261, 263, 268, 270, 274-275, 276-278, 303, 315; İbnü'l-Cevzî,



el-Muntazam,



VI, 309-311; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', 34; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,



IX, 28-



VIII, 99, 140, 142, 183-



186, 188, 201, 203, 206, 218-219, 245-246, 250-257, 277-279, 282-283, 287-288, 300, 3 0 3 - 3 0 6 , 312-316, 345-347, 365; İbnü't-Tıktakâ, el-Fahrî, s. 270-273; İbn Hallikân, Vefeyât, V, 113-118;Zehebî, A'lamü'n-nübelâ',XV, 231; Kalkaşendî, Şubhu'l-a'şâ,



224-



II, 454, 456,



457-459, 460-468, 475; III, 1 1 , 1 3 , 23-29, 3033, 37-39, 47-48, 94, 145, 151, 472; XI, 306; XIV, 124, 132, 195, 239; İbnüT-lmâd,



Şezerât



(Arnaût), IV, 144-145; A h m e d el-lskenderî Mustafa Inânî, el-Vasît



fl'l-edebi'l-'Arabî



ve tâ-



Kahire 1335/1916, s. 1 9 7 - 2 0 1 ; G. Le



rîhih,



Strange, Baghdad



During



the Abbasld



Cali-



Oxford 1924, s. 220; Muhittin Serin, Hat



phate,



San'atırmz:



Tarihçesi,



Malzeme



ve



Âletler-



İstanbul 1982, s. 43-44; Muammer Ül-



Meşkler,



ker, Başlangıçtan



Günümüze



An-



Türk Sanatı,



kara 1987, s. 17; Ali Alparslan, " İ b n M u k l e ' n i n İslâm Yazısına H i z m e t i " , Tarih Boyunca ografya Mayıs



ve Diplomatik 1986 Bildiriler,



Hilâl Nâcî, İbn Mulfle:



Semineri:



30



PaleNisan-2



İstanbul 1988, s. 11-13; hatfâtan



ve edîben



ve



Bağdad 1989; H. A. Harley, "ibn Muq-



insânen,



la", BSOAS,



111 (1923-25), s. 213-229; Nâfi'Tev-



fîk el-Abbûd, "el-Vezîr Ebû ' A l î M u h a m m e d b. eAlî



b. M u k l e " , e l - M e v r i d , X 1/1, B a ğ d a d 1982,



s. 61-72; Abdüllatîf Hâşim. "el-Vezîrü'l-hattât İbn M u k l e " , el-'Arabî, sy. 298, Küveyt 1983, s. 92-103; Yasser Tabbaa, " T h e Transformation o f Arabic Writing Part I, Qur'anic Calligraphy", Ars Orientalis,



XXI, Washington 1991, s. 121-



130; K. V. Zettersteen, "İbn M u k l e " , İA, V/2, s. 775-776; a.mlf., "İbnülcerrâh", a.e., V/2, s. 847848; a.mlf., "İbnülfurât", a.e., V/2, s. 854-855; D. Sourdel, " i b n M u k l a " , El2 (İng.), 111, 886-887; Nihad M. Çetin, " A k l â m - ı Sitte", DİA, II, 276277; Hakkı Dursun Yıldız, "Beckem", a.e., V, 298; Ali Refîî, "İbn M u k l e " , DMBİ, IV, 683-685. FFL



F



ABDÜLKERİM



ÖZAYDIN



İBN M Û S Â el-MERRÂKÜŞÎ



n



(bk. M E R R Â K Ü Ş Î , İbn M û s â ) . L



212



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



J



İBN MU'TÎ



IBN MU'TÎ



F



Mu'tî'yi Mısır'a götürüp Fustat'taki Amr b. Âs Camii'nde nahiv ve edebiyat dersleri okutmakla görevlendirdi. 30 Zilkade 628 (29 Eylül 1231) tarihinde Kahire'de vefat eden İbn Mu'tî, İmam Şâfıî Türbesi'nin yanına defnedildi. Tabip İbrâhim İbnü's-Süveydî ile Radıyyüddin el-Kusantînî onun öğrencilerindendir.



fiî ve Kahire'de Hanefî mezhebine intisap etmiştir.



İbn Mu'tî, Arap nahvine dair elfiyyesi başta olmak üzere birçok manzum eser telif etmesinin yanı sıra ezberin önemli bir öğretim yöntemi olarak benimsendiği o devirde ezberlenmesini kolaylaştırmak amacıyla birçok eseri nazma çekmiştir. Arap gramerine dair kaleme aldığı eserlerinde genellikle Basra dil mektebinin terimlerini kullanmış ve onların görüşlerine yer vermiş olmakla birlikte Küfe ve Bağdat mektepleriyle hocası Cezûlî'nin görüşlerinden de faydalanmıştır. Didaktik manzumelerinin dışında sanat amaçlı şiirler de yazan İbn Mu'tî'nin bu tür şiirlerinden bazı parçalar Yâküt'un M u ' c e mü'l-üdebâ3 adlı eseriyle (XX, 35-36) İbnü'l-Verdî'nin Tetimmetü'l-Muhtaşar'ı (II, 232) gibi bazı kitaplarda yer almıştır. Endülüs ve Mağrib'den Doğu'ya göç eden birçok âlim gibi İbn Mu'tî de içinde yaşadığı ortama v e şartlara göre mezhep değiştirerek Mağrib'de Mâlikî, Suriye'de Şâ-



tü'l-Elfiyye).



N



( ^ j î l )



Ebü'l-Hüseyn (Ebû Zekeriyyâ) Zeynüddîn Yahyâ b. Abdilmu'tî b. Abdinnûr ez-Zevâvî el-Mağribî (ö. 628/1231) A r a p dili â l i m i , ^



e d i p v e şair.



^



564 (1168-69) yılında Cezayir'de doğdu. Cezayir'in liman şehri Bicâye (Bougie) bölgesinde yaşayan Zevâve kabilesine mensup olduğu için Zevâvî nisbesiyle de anılır. Cezayir'de Ebû Mûsâ îsâ b. Abdülazîz elCezûlî'den nahiv ve fıkıh dersleri aldıktan sonra Doğu'ya gitti. Uzun süre ikamet ettiği Dımaşk'ta dil, kıraat ve hadis âlimi Ebü'l-Yümn el-Kindî ile muhaddis Ebû Muhammed İbn Asâkir'in derslerine devam etti. Cevherî'nin eş-Şıhâh'ı gibi birçok temel eseri ezberleyen İbn Mu'tîdaha sonra Âdiliyye Medresesi'nde nahiv dersleri vermeye başladı. Bu sırada tanıştığı Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'l-Muazzam Şerefeddin îsâ (1218-1227) tarafından camilerin yönetimiyle ilgili resmî bir göreve tayin edildi. el-Melikü'l-Kâmil Nâsırüddin (1218-1238), Dımaşk'ı ziyareti sırasında tanıyarak ilmî seviyesini beğendiği İbn



Eserleri. İbn Mu'tî Arap grameriyle edebiyat, belâgat, şiir, aruz, lügat ve kıraate dair telif v e şerh tarzında birçok eser kaleme almışsa da bunlardan birkaçı günümüze ulaşmıştır. 1. elfiyye



ed-Dürretü'l-



fî 'ilmi'l-'Arabiyye



(el-Urcûze-



Arap gramerini yaklaşık



1000 beyitlik bir manzumede anlatmayı amaçladığı için el-Elfiyye Elfiyyetü



İbn Mu'tî



adını alan eser



olarak meşhur olup



bu konuda aynı adla kaleme alınan eserlerin ilkidir. On beş beyitlik mukaddime ve dört beyitlik hâtimesiyle birlikte tamamı 1021 beyitten oluşan recez bahrindeki manzume otuz iki bölümden meydana gelir. Akıcı bir üslûbu olmakla birlikte anlaşılması güç yerleri de bulunan eserin çok sayıda şerhi yapılmıştır (Keşfü'z-zunûn, i, 155-157; Abdülkerîm Muhammed el-Es'ad, s. 188-196). XIX. yüzyılın sonundan itibaren Batı'da da tanınmaya başlayan eseri Kari VVilhelm Zettersteen Almanca bir mukaddime ve açıklamalarla birlikte neşretmiştir(Leipzig 1900). Eser ayrıca Hasan el-Cebbûrî'nin tahkik (Kahire 1410/1990) ve Ali Mûsâ eş-Şûmelî'nin şerhiyle birlikte yayımlanmıştır (Riyad 1406/1985). Cemâleddin İbn Mâlik et-Tâî el-Elfiyye'sini



bu eserden esinlenerek



nazmettiğini kaydeder. İbn Mu'tî ile İbn Mâlik'in elfiyyelerinin karşılaştırılmasına dair müstakil çalışmalar yapılmıştır (Haibn Mu'tî'nin ed-Dürretü'l-elfıyye 3485)



fi 'ilmi'l-'Arabiyye



san el-Cebbûrî, el-Elfiyye beyne İbn Mu'tî



adlı eserinin ilk ve son sayfaları (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr.



ue İbn Mâlik, Kahire 1412/1991; Abdülkerîm Muhammed el-Es'ad, "Beyne elfıyyeti İbn Muctî ve Elfıyyeti İbn Mâlik", ed-Da-



4*.



,



I



4



ı i



v



WİJJ



- û



' ^ ^ u ^ i y i j



U^



J(



"t M



II



I



re, IX/21Riyad 1404/1983],s. 96-97; a.mlf., "Beyne Elfıyyeti İbn Mu'tî ve Elfıyyeti İbn Mâlik", Makâlât müntehabe, 1415/1994, s. 180-254). Z.



Riyad



el-Fuşûlü'i-



hamsûn. Arap gramerine dair her biri on fasıl ihtiva eden beş bölümden meydana gelen eserin ilk iki bölümünü E. Sjögren (Leipzig 1899), tamamını ise Muhammed et-Tanâhî neşretmiştir (Kahire 1398/ 1977). 3. el-Bedî'fî



'ilmi'l-bedî'



df fı şınâ'ati'ş-şi'r).



297 beyitlik didaktik



(el-Be-



bir manzume olan eserde kırk yedi bedîî sanat örnekleriyle açıklanmıştır (nşr. Mustafa es-Sâvî el-Cüveynî, İskenderiye 1417/1996). İbn Mu'tî'nin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Uşûli İbni's-Serrâc, i V o - ^ ^ ' U ^ JÜ



t



j i



â -r "Ş



vânü Şi'r, Nazmü



Havûşî'alû



Dîvânü hutab,



Dî-



Şıhâhi'l-Cevherî(ta-



mamlanmamıştır), Şerhu ebyâti veyhi, Şerhu ba'zi'l-Cezûliyye,



SîbeŞerhu'l213



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MU'TÎ Cümel fi'n-nahv, el-'Uküd nîn, Kaside fi'1-kırâ'âti's-seb', fi'l-'arûz, Nazmü'l-Cemhere, selles fi'l-luğa.



ve'l-kavâKaside el-Mü-



BİBLİYOGRAFYA : İbn Mu'tî, el-Fuşûlü'l-hamsûn



(nşr. Mah-



mûd M. et-Tanâhî), Kahire 1977, neşredenin girişi, s. 11-139; Yâküt,



Mu'cemü'l-üdebâXX,



35-36; İbnü'l-Kıftî, İnbahü'r-ruvât, Münzirî, et-Tekmile,



İV, 44-45;



III, 292-293; İbn Hallikân,



Vefeyât, VI, 197; Kütübî, Feuâtü'l-Vefeyât, Ebü'l-Fidâ, el-Muhtaşar,



324; İbnü'l-Verdî,



mü'n-nübela',XX.II,



Buğyetü'l-vu'ât,



II, 344; Taşköprizâde, Miftâhu's-sa'âde,



I, 245-246; Brockelmann, GAL, I,



366-367; Suppi,



I, 530-531; Ömer Ferruh, 7a-



V, 663-667; Âdil Nüveyhiz,



mü a'lâmi'l-Cezâlr,



Mu'ce-



Beyrut 1400/1980, s. 167-



168; Abdülkerîm M. el-Es'ad, Makâlât habe,



I, 196;



I, 155-157; II, 1269-1270; Ser-



Keşfü'z-zunûn,



rîhu'l-edeb,



A'lâ-



Tetimme-



Ahmed Rif'at Bedrâvî), Bey-



tü'l-Muhtaşar(nşr.



rut 1389/1970, II, 232;Süyûtî,



kîs. Mu'cem,



i, 48;



III, 151; Zehebî,



münte-



Muhammed el-Cenedî, Muhammed b. Abdullah b. Mübârek ve Abbas b. Muhammed ed-Dûrî gibi isimler yer alır. Kendisinden kıraat konusunda pek çok talebe istifade etmiş olup Ebû Tâhir Abdülvâhid b. Ebû Hâşim, Sâlih b. İdrîs, Ebü'lFerec eş-Şenebûzî, Abdullah b. Hüseyin es-Sâmerrî, Dükkî, Ali b. Hüseyin el-Gadâirî bunlardan bazılarıdır. İbnü'l-Ahrem ed-Dımaşkı, Bağdat'a gittiğinde İbn Mücâhid'in kıraat halkasının 300 kadar talebeden oluştuğunu gördüğünü zikretmiştir. Ömer b. Şâhin, Dârekutnî, Ebû Müslim Ahmed b. Muhammed el-Kâtib gibi şahsiyetler ise ondan hadis rivayet ettiler. Dindarlığı ve güzel ahlâkı ile tanınan İbn Mücâhid 20 Şâban 324'te (13 T e m m u z 936) vefat etti ve evinin bahçesine defnedildi. İbnü'n-Nedîm ölüm tarihini şâban ayının son gecesi olarak zikretmiştir.



Riyad 1415/1994, s. 180-254; Moh. b.



Cheneb, " İ b n M u ' t î " , İA, V/2, s. 776-777; G.



Hatîb el-Bağdâdî ile Zehebî'nin sika di-



Troupeau, " i b n M u ' t ı " , El2 (İng ), III, 893; İnâ-



ye söz ettiği ve Sa'leb Ahmed b. Yahyâ en-



yetullah Fâtihî Nijâd, " İ b n M u ' t î " , DMBİ,



IV,



Nahvî'nin kendi zamanında Allah'ın kita-



NEVZAT H . YANI



kimsenin kalmadığını söyleyerek övdüğü



644-645.



r-ı FFII



bını İbn Mücâhid'den daha iyi bilen bir İbn Mücâhid'in kıraat ilmine yaptığı en



İBN M Ü C Â H İ D



r



n



önemli katkı, meşhur ve mütevâtir kabul edilen kıraatleri konunun otoritelerini ikna edecek kurrâ seçimiyle ( N â f i ' b. A b d u r -



Ebû Bekr A h m e d b. Mûsâ b. el-Abbâs b. Mücâhid e t - T e m î m î (ö. 3 2 4 / 9 3 6 ) K ı r a a t âlimi.



L



r a h m a n , Ebû A m r b . Alâ, A b d u l l a h b . Â m i r , A b d u l l a h b. Kesîr, Â s ı m b . B e h d e l e , H a m za b. H a b î b , A l i b. H a m z a e l - K i s â î ) KitâJ



bü's-Seb'a



fi'i-kırâ'-ât



adlı eserinde bir



araya getirmiş olmasıdır. İbn Mücâhid'Rebîülâhir 245'te (Temmuz 8 5 9 ) Bağ-



den önce, içlerinde bu yedi kurrânın da



dat'ta Sûkulataş mahallesinde doğdu, bu



yer aldığı daha çok sayıda imamın kıraati



mahalleye nisbetle Ataşî diye de anılır. Ha-,



Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm ve İbn Cerîr



yatını Bağdat'ta geçirdiği anlaşılan İbn



et-Taberî gibi müellifler tarafından bir



Mücâhid, Ebü'z-Za'râ Abdurrahman b.



araya getirilmişse de ( İ b n ü ' I - C e z e r î , en-



Abdûs'tan Kur'an ve kıraat dersleri aidi



Neşr, I, 33-34) bunlardan hiçbiri onun ese-



ve bu zattan arz yoluyla Nâfi' b. Abdur-



ri kadar kabul görmemiş, gelecek nesiller-



rahman'ın kıraati için yaklaşık yirmi; Ebû



de yayılma şansı bulamamıştır. Bu ese-



A m r b. Alâ, Hamza b. Habîb ve Ali b.



riyle İbn Mücâhid meşhur yedi kıraati ilk



Hamza el-Kisâî kıraatleri için de birkaç



defa bir araya getirmiş, "Kur'an yedi harf



hatim indirdi (Kitâbü's-Seb'a, s. 8 8 , 9 8 , 9 9 ;



üzere nâzil oldu" meâlindeki hadiste "ye-



Z e h e b î , Ma'rifetü'l-kurrâ',



I, 4 6 8 ) . Ayrıca



di h a r f l e yedi kıraat kavramı arasında



kıraat ilmini Yahyâ b. Mübârek el-Yezîdî'-



karışıklığa yol açtığı ileri sürülerek bazı



nin talebesi Ebû Eyyûb el-Hayyât'tan tah-



âlimler tarafından eleştirilmiş olsa bile



sil, etmiş olan Abdullah b. Kesîr el-Müed-



( İ b n ü ' I - C e z e r î , en-Heşr, I, 36, 39), "yediyi



dib ve Halef b. Hişâm'ın râvisi İdrîs b. Ab-



yedi yapan müellif" olarak literatürde ye-



dülkerîm'den bu alanda istifade etti. 279



rini almıştır. İbn Mücâhid eserine aldığı



( 8 9 3 ) yılında hac maksadıyla gittiği Mek-



yedi kurrâdan bazıları sebebiyle de ten-



ke'de birkaç gün Kunbül'ün evinde kala-



kit edilmiş ve meselâ İbn Âmir'in yerine



rak ondan Ebû Ma'bed İbn Kesîr'in kıraa-



A'meş'i ( E b û Ş â m e , s. 162), Hamza b. Ha-



tini öğrendi (Kitâbü's-Seb'a, s. 92; Z e h e b î ,



bîb yerine Ya'küb el-Hadramî'yi ( İ b n ü ' I -



II, 533-535). İbn Mücâ-



C e z e r î , en-Neşr, 1,39) tercih etmesinin da-



Ma'rifetü'l-kurrâ',



hid'in hadis hocaları arasında Sa'dân b.



ha doğru olacağı ileri sürülmüştür. Ancak



Nasr, Ahmed b. Mansûr er-Remâdî, Mu-



eserin şöhreti günümüze kadar ulaşmış,



hammed b. İshak es-Sâgânî, Mufaddal b.



sahih ve mütevâtir kabul edilen yedi kı-



raatin ilk kaynağı olma vasfını korumuştur. Eserin üne kavuşmasında, hadiste geçen "yedi" sayısı ile İbn Mücâhid'in bu seçimindeki sayının aynı olmasının da tesiri bulunduğunu düşünmek mümkündür ( b k . el-AHRUFÜ's-SEB'A). İbn Mücâhid'in



kitabına aldığı kurrâ sayısını belirlerken muteber kıraatlerin bunlardan ibaret olduğuna inandığı ve hadiste geçen "yedi h a r f l e yedi kıraat arasında aynîlik iddiasında bulunduğu şeklindeki anlayış doğru olmadığı gibi VVatt'ın, "İbn Mücâhid, bir hadise dayanarak her biri aynı derecede muteber yedi kıraatin bulunduğu görüşünü ortaya attı" (İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 3 2 8 ) sözünün de bir mesnedi yoktur. İbn Mücâhid ayrıca şâz sayılan kıraatleri okuyanlarla mücadele ederek onları bu tutumlarından vazgeçirmeye çalışmış, konuyu siyasî otoritenin müdahalesini sağlayacak noktaya kadar taşıyarak İbn Şenebûz ve İbn Miksem el-Attâr gibi Abdullah b. Mes'ûd, Übey b. Kâ'b ve diğer bazı sahâbîlerden rivayet edilen şâz kıraatleri icra eden kurrânın engellenmesini sağlamıştır ( E b û Ş â m e , s. 186 vd.; Zehebî, Ma'rifetü'l-kurrâ', II, 549 vd., 589 v d . ) . Eserleri. 1.Kitâbü s-Sebca*. Kitâbü'sSeb'a fi'1-kırâ'ât adıyla ve Şevki Dayf m tahkikiyle neşredilmiştir ( K a h i r e 1972, 1980). 2. İhtilâfü kurrâ'i'i-emşâr. Bir nüshasının Dublin'de ( C h e s t e r B e a t t y L i brary, nr. 4 9 3 0 ) bulunduğu belirtilmektedir (Sezgin, 1,14). Ahmed Pâketçî, bu eserin bir önceki kitabın bir bölümü olduğunu söylemişse de bu görüşün hemen ardından zikrettiği kaynakta buna dair bir açıklık bulunmamakta, adı geçen kütüphane katalogunda ise eserin başka bir nüshasının mevcut olmadığı kaydedilmektedir ( A r b e r r y , VI, 146). 3. Kitâbü'şŞevâz fi'1-kırâ'ât. İbn Cinnî, el-Muhteseb fî tebyîni vücûhi şevâzzi'l-kırâ'ât ve'1-îz.âhi 'anhâ adlı eserinde (nşr. A l i e n - N e c d î N â s ı f - A b d ü l f e t t â h İsmâil Ş e l e b î , K a h i r e 1386/1966) bu kitaptan alıntılar yapmıştır. İbn Mücâhid'in kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır; el-Kırâ'âtü'lkebîr, el-Kırâ'âtü'ş-şağir, Kitâbü'l-Yâ'ât, Kitâbü'l-Hâ'ât, Kırâ'atü Ebî 'Amr, Kırâ'atü İbn Kesîr, Kırâ'atü 'Aşım, Kırâ'atü Nâfi', Kırâ'atü Hamza, Kırâ'atü'l-Kisâ'î, Kırâ'atü İbn 'Âmir, Kırâ'atü'n-nebî, İnfirâdü'l-kurrâ'i's-seb'a, Kırâ'atü 'Alî b. Ebî Tâlib, İhtilâfü'l-kırâ3ât ve taşrîfü vücûhihâ (İbnü'n-Nedîm, s. 154; İbn Hayr, s. 23-24).



214



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MÜFERRİĞ BİBLİYOGRAFYA : ibn Mücâhid, Kîtabü's-seb'a (nşr. Şevki Dayf), Kahire 1972, s. 16-33, 88, 92, 98, 99; İbnü'nNedîm, el-Fıhrist (Şüveymî), s. 153-154; Hatîb, Târîhu Bağdâd, V, 144-148; Enderâbî, Kırâ'âtü'l-kurrâ'i'l-ma'rûfîn (nşr. Ahmed Nusayyif elCenâbî), Beyrut 1407/1986, s. 29, 31-33; İbn Hayr, Fehrese, s. 23-24; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ'.V, 65-73; Ebû Şâme. el-Mürşidü'l-vecîz, s. 162,187-192;Zehebî, Ma'rifetü'l-kurrâ' (Altıkulaç), i, 468; II, 533-538, 549 vd., 589 vd.; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ',XV, 272-274; İbn Kesîr, el-Bidâye,Xl, 185; İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-Nihâye, I, 139-143, 206-207; 11, 54-56; a.mlf., en-Neşr, 1, 33-35, 36, 39; Keşfü'z-zunûn, I, 1320; îzâhu'lmeknûn, II, 350-351; Hediyyetü'l-'ârifln,], 59; Sezgin. GAS, I, 14; Brockelmann, GAL SuppL, I, 328-329; A. J. Arberry, Arabic Manuscripts, Dublin 1963, VI, 146; W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 3 2 7 - 3 2 8 ; J. Robson, "İbn M u d j a h i d " , EF (İng.), III, 880; A h m e d Pâketçî, "İbn M ü c â h i d " , DMBİ, IV, 582-584.



ÜS



r



TAYYAR A L T I K U L A Ç



İBN MÜFERRİC



M â l i k î fakihi v e m u h a d d i s .



BİBLİYOGRAFYA: İbnü'l-Faradî, Târîhu 'ulemâ'i'l-Endelüs (nşr. Rûhiyye Abdurrahman es-Süveyfî), Beyrut 1417/ 1997, s. 367-368; Humeydî, Cezvetü'l-muktebis (nşr. MuhammedTâvîtet-Tancî), Kahire 1953, s. 38; Kâdî İyâz, Tertîbü'l-medârik, 1, 200, 206; II, 435, 547, 727,749, 787; III, 575; Dabbî, Buğyetü'l-mültemis, Kahire 1967, s. 49-50; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', XV\, 390-391; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, III, 1007-1009; Yâfiî, Mifâtü'l-cenân, II, 409; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb, II, 314; Süyûtî, Tabakâtü'l-huffâz(Lecne), s. 400; Makkarî, Nefhu't-üb, H, 218-219; İbnü'l-İmâd, Şezerât, ili, 97. [T]



n



Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kurtubî (ö. 380/990) ^



Hadis ilminde ve özellikle hadis ricâii konusunda derin bilgi sahibi olan İbn Müferric'in fıkhü'l-hadîse ve Hasan-ı Basrî ile Zührî'nin görüşlerini derlediği kitapları başta olmak üzere tâbiîn fıkhına dair eserler telif ettiği, Kasım b. Asbağ'ın rivayetlerini müsned şeklinde topladığı, ayrıca şiirinin bulunduğu kaydedilmektedir. Kâdî İyâz, Tertîbü'l-medârik'te Endülüs ulemâsıyla ilgili olarak kendisinden birçok nakilde bulunmuştur (III, 575).



IFFL



P



^



3 1 5 ( 9 2 7 ) yılında Kurtuba'da (Cordoba) doğdu. Babasının büyük dedesi Müferric, Abdurrahman b. Hakem veya Abdurrahman b. Muâviye'nin mevlâsı idi ( K â d î İyâz, II, 435). İbn Müferric Kurtuba'da Kâsım b. Asbağ, Muhammed b. Abdullah b. Ebû Düleym, Muhammed b. Muhammed b. Abdüsselâm el-Huşenî, Ahmed b. Ubâde er-Ftuaynî ve akranlarından hadis dinledi. 337'de (949) çıktığı hac ve ilim yolculuğu sırasında Hicaz, Yemen, Şam ve Mısır'a uğradı; aralarında Ebû Saîd İbnü'lA'râbî, Hayseme b. Süleyman, Ebü'l-Hasan İbn Nâfi' el-Huzâî, Ebü'l-Abbas esSükkerî, Ebû Muhammed İbnü'l-Verd, İbnü's-Seken, Ebû Ali Hasan b. Mervân elBezzâz, Ebû Ya'küb İbn Hamdân ve Ebü'lMeymûn Abdurrahman b. Râşid'in de bulunduğu birçok âlimden hadis öğrendi. Endülüs'te ve ziyaret ettiği bölgelerde pek çok kimse kendisinden hadis rivayet etti. Bunlar arasında hocası Ebû Saîd İbn Yûnus, Ebü'l-Velîd İbnü'l-Faradî, İbrâhim b. Şâkir, Ebü'l-Mutarrif Abdurrahman b. Mervân el-Kanaziî ve Ebû Ömer et-Taiemenkî gibi âlimler yer almaktadır. 345 (956) yılında Endülüs'e dönen ve II. Hakem'in yanında saygın bir yeri bulunan İbn Müferric İsticce (Ecija) ve Reyye (Rayyo. Raiyo) şehirlerinde kadılık görevinde bulundu. 11 Receb 380 (4 Ekim 990) tarihinde vefat etti.



KÂMIL



YAŞAROĞLU



İBN MÜFERRİĞ



n



Ebû Osmân Yezîd b. Ziyâd b. Rebîa el-Himyerî (ö. 69/688) Hiciv şairi.



^



Basra'da doğdu ve orada büyüdü. Aslen Yemenli Yahsub kabilesine mensuptur. Farsça şiirler de yazması, soyunun İslâm'dan önce Yemen'e göç etmiş olan İranlılarla ilgisi olabileceğini düşündürmektedir (Şevki Dayf, II, 235). Bu sebeple muhadram şairlerden olması da muhtemeldir (Cezzâr, III, 1584). Dedesi veya babası, tutuştuğu bahiste bir tulum sütü bir defada içip bitirdiği için "Müferriğ" (boşaltan, bitiren) lakabı ile anılmıştır. Nesebi Yezîd b. Ziyâd b. Rebîa b. Müferriğ elHimyerî (İbn Hallikân, VI, 342) ve Yezîd b. Rebîa b. Müferriğ el-Himyerî olmak üzere iki şekilde geçer ( E b ü ' l - F e r e c e l - İ s f a h â n î , X V I I I , 254). Meşhur şair Seyyid el-Himyerî onun torunudur. İbn Müferriğ'in, Sicistan Valisi İbn Ebû Bekre (671-673) ve Horasan Valisi Saîd b. Osman b. Affân'la dostluk kurduğu döneme kadarki hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. İbn Ebû Bekre tarafından Sicistan'a davet edilen İbn Müferriğ onun için bazı kasideler yazmıştır. Saîd b. Osman Horasan valisi olunca ondan kendisiyle beraber gelmesini istemiş, ancak İbn Müferriğ, İbn Ebû Bekre'den sonra Sicistan'a vali tayin edilen Abbâd b. Ziyâd b. Ebîh ile



kalmayı tercih etmişti. İbn Hallikân (VI, 344), Saîd b. Osman'ın İbn Müferriğ'i Abbâd b. Ziyâd konusunda uyardığını ve istediği zaman Horasan'a gelebileceğini söylediğini kaydeder. İbn Müferriğ, Abbâd b. Ziyâd ile beraber Sicistan'a gitmiş, bir süre onunla birlikte kalmış, bu sırada kendisinden pek hoşlanmayan Abbâd'ın kardeşi Ubeydullah ile aralarında bir sürtüşme meydana gelmiştir. Bu olay, daha sonraki yıllarda şairin Ubeydullah'] ağır bir dille hicvetmesine sebep olmuştur. İbn Müferriğ, Abbâd'dan Saîd b. Osman'ın yanına gitmek için izin istemiş, Abbâd'ın izin vermemesi üzerine hicivlerinin dozunu arttırınca Abbâd onu hapsetmiş, köle, câriye, at ve silâhı ile eşyalarını sattırıp parasını alacaklılarına dağıttırmıştır. İbn Müferriğ, çok sevdiği köle ve câriyesinin satılmasından dolayı duyduğu üzüntüyü bir şiirinde dile getirmiştir (Dîuân, s. 95-97). Hapiste iken Abbâd'ı hicvetmenin kendisine yarar sağlamayacağını anlayan İbn Müferriğ onun hakkında iyi şeyler söylemeye başlayınca serbest bırakıldı. Önce Basra'ya, daha sonra Dımaşk'a giden şair, burada da Abbâd'ı ve babası Ziyâd b. Ebîh'i hicvetmeye devam etti ( E b ü ' l - F e r e c e l - İ s f a h â n î , XVIII, 186). Ubeydullah b. Ziyâd, İbn Müferriğ'in kendisi ve ailesi hakkındaki hicivleri Basra'da halkın diline düşünce onu hapsetti. Akrabası Münzir b. Cârûd'un aracılığına rağmen onu öldürmek için Muâviye'den izin istedi ve hicivlerinin Muâviye'ye kadar uzandığını, Muâviye'ye zina isnat edip oğlu Yezîd'e de küfrettiğini (Dîuân, s. 230-232) bildirdi. Ancak İbn Müferriğ'in kabilesi Yezîd taraftarı olduğundan başka bir yolla cezalandırılması istendi. Ubeydullah da onu bir müshil içirdikten sonra eşeğe bindirip Basra sokaklarında dolaştırdı. Şair bu durumda bile onu eleştirmeye devam etti. Söylediği Farsça bir beyitte ( C â h i z , I, 143) Ziyâd'm annesi Sümeyye'ye dil uzatmaktan geri kalmadı. Ubeydullah'a, "Senin bana yaptığını su temizler, fakat benim senin hakkındaki sözlerim çürük kemiklerine kadar işleyecektir" deyince Ubeydullah onu tekrar hapse attırdı ( E b ü ' l - F e r e c e l - İ s f a h â n î , XVIII, 264 ; İ b n Hallikân, V, 392). Şair, Ubeydullah'm kendisine yaptığı kötü muameleleri bir şiirinde dile getirmiştir (Dîuân, s. 53-59). İbn Müferriğ hapiste de Ziyâd ailesini hicvetmeye devam edince Ubeydullah onu Sicistan'da bulunan kardeşi Abbâd'a gönderdi. Abbâd da evlerin ve dükkânların duvarlarına yazdığı hicivleri tırnaklarıyla kazıtıp sildirdikten sonra onu hapsetti. 215



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MÜFERRİĞ İbn Müferriğ'in bir cuma günü Dımaşk'ta mescidin merdivenlerinde bir adamına okuttuğu şiir Yemenliler'in dikkatini çekti. Onlar da Muâviye'ye giderek serbest bırakılmasını sağladılar. Onun, Kureyşliler ve Yemenliler'in Yezîd b. Muâviye nezdindeki girişimleri sonucu hapisten kurtulduğu da rivayet edilir (Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, XVIII, 274-278). İbn Müferriğ hapisten çıkınca Muâviye'den, hakkındaki bazı hicivlerin Abdurrahman b. Hakem tarafından söylenip kendisine nisbet edildiğini belirterek özür diledi. Affedildikten sonra Musul'a yerleşti. Ardından Ahvaz'a gitti. Daha sonra Basra'ya gelerek Ubeydullah'dan özür dileyince Ubeydullah kendisini affetti. İbn Müferriğ bir süre Basra'da kalıp Kirman'a gitti. Ubeydullah, Abdullah b. Zübeyr'e yenilip Basra'dan kaçtıktan sonra tekrar Basra'ya döndü ve Ziyâd ailesini yeniden hicvetmeye başladı (a.g.e., XVIII, 280, 282). Şair, Ubeydullah'm Muhtâr es-Sekafî'nin adamları tarafından öldürülüşünden sonra bile onu hicvetmiştir. İbn Müferriğ hayatının son iki yılını Basra'da geçirdi ve burada öldü. Asmaî, İbn Müferriğ'i Basra'nın Arap olmayan (müvelled) şairlerinden biri olarak tanımlar. İbn Müferriğ'in şiirleri çoğunlukla hiciv olmak üzere gazel, medih ve hamâse türlerinden oluşur. Gazellerinin çoğu, kazandığı bütün malları kendisine verecek kadar âşık olduğu Ahvazlı Enahîd hakkındadır. Ancak onun şöhreti Ziyâd ailesi hakkındaki hicivlerine dayanır. Ubeydullah b. Ziyâd, onun iki beytine işaret ederek kendisinin bundan daha kötü hicvedilmediğini söylemiştir (a.g.e., XVIII, 285). Muâviye'yi hicvettiği şiirinde Hassân b. Sâbit'in Muâviye'nin babası Ebû Süfyân hakkındaki hicvinden iktibas yapmaktadır (İbn Hallikân, VI, 350-351). Hz. Hüseyin, Muâviye ölüp yerine oğlu Yezîd'i halef bıraktığı zaman İbn Müferriğ'in Ubeydullah'ı hicveden bir şiirinin iki beytiyle (İbn Kuteybe, I, 362-363) bu olaya temas etmiştir. Yemen Himyer hükümdarlarından Tübba' b. Hassân'ın sîreti ve şiirlerinin İbn Müferriğ tarafından uydurulduğu Asmaî'den nakledilir (Yâküt, XX, 43; Sezgin, II, 325). İbn Müferriğ'in, "Köle sopa ile dövülür, hür kimseye ise kınama yeter" (Cumahî, II, 679) anlamındaki beyti meşhurdur. İbn Müferriğ'in şiirlerinin ne zaman ve nasıl rivayet edildiği bilinmemektedir. Fuat Sezgin'in verdiği bilgiye göre divanı kaybolmuştur (GAS, II, 325-326). Onun şiirlerinin bir kısmı Charles Pellat tarafından "Le poete ibn Müferriğ et son oeuvre" adıyla yayımlanmıştır (bk. bibi.). Dâvûd Sellûm'un ŞiVu Yezîd b. Müferriğ el-



Himyerl (Bağdad 1968) adlı eserinde de bazı şiirleri yer almaktadır. Abdülkuddûs Ebû Sâlih, İbn Müferriğ'in çeşitli kaynaklardaki şiirlerini bir araya getirerek Dîvânü Yezîd b. Müferriğ el-Himyerî adıyla yayımlamıştır (Beyrut 1395/1975, 1402/ 1982). Bazı Farsça şiirleri ise Charles Rempis ve G. Lazard tarafından incelenmiştir (Sezgin, II, 326). BİBLİYOGRAFYA



:



İbn Müferriğ, Dîvân (nşr. Abdülkuddûs Ebû Sâlih), Beyrut 1402/1982, neşredenin girişi, s. 7-48; Asmaî, Fuhûletü'ş-şu'arâ' (nşr. C. Torrey), Beyrut 1389/1970, s. 17; Cumahî, Fuhûlü'ş-şu'arâ\ II, 679, 686-693; Câhiz, el-Beyân ue't-tebyîn, I, 143; 111, 37; İbn Kuteybe, eş-ŞiV ue'ş-şu'arâ', I, 360-364; Taberî, Târih (Ebü'1-Fazl), V, 317321; VII, 192; Zeccâcî, Emâlî (nşr. Abdüsselâm Hârûn), Kahire 1382, s. 4 1 - 4 3 ; Ebü'l-Ferec elIsfahânî, el-Eğânî, XVIII, 186, 254-298; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâXX, 43-46; İbn Hallikân, Vefeyât, V, 392; VI, 342-367; İbn Manzûr, Muhtaşaru Târîhi Dımaşk, XXVII, 340-351; Zehebî, A'lâmü 'n-nübelâ', III, 522-523; Brockelmann, GAL, I, 57; Suppl., I, 92; Ch. Pellat, " L e Poete i b n M ü f e r r i ğ et s o n o e u v r e " , Melanges Loui Massignon, Damas 1957, III, 195-205; a.mlf., " i b n M ü f e r r i g h " , £/ 2 (İng.), III, 881-882; C. Zeydân, Adâb (Dayf), I, 2 4 3 - 2 4 4 ; S e z g i n , GAS, II, 324-326; Şevki Dayf. Târîhu'l-edeb, II, 235-237; Ömer Ferrûh, Târîhu'l-edeb, I, 427-430; Abbas e l - K u m m î , el-Künâ ue'l-elkâb, Beyrut 1983, s. 4 1 8 - 4 2 1 ; Â z e r t â ş Âzernûş, "İbn M ü f e r r i ğ " , DMBl, IV, 648-654. m L#J



r



KENAN



DEMİRAYAK



İBN MÜFLİH, Burhâneddin (çiius



n



O



Ebû İshâk Burhânüddîn İbrâhîm b. Muhammed b. Abdillâh er-Râmînî ed-Dımaşkı (ö. 884/1479) ^



H a n b e l î fakihi v e b i y o g r a f i yazarı.



^



15 Cemâziyelevvel 816'da (13 Ağustos 1413) Dımaşk'ın Sâlihiye mahallesinde dünyaya geldi. Sehâvî doğum yılını 815, İbn Tolun ise 810 (1407) olarak kaydetmektedir. İlim ehli bir aileye mensuptur. Aile fertleri genelde ataları Şemseddin İbn Müflih'e (ö. 763/1362) nisbetle anılır. Aslen Filistin'de Nablus'a bağlı Vâdişşaîr'in köylerinden Râmînli olan aile muhtemelen VIII. (XIV.) yüzyılın başlarından önce Beytülmakdis'e (Kudüs), daha sonra da Dımaşk'a göç etmiştir. Burhâneddin İbn Müflih, ilk öğrenimini babası ve dedesinden yaptıktan sonra hıfzını tamamladı ve Efrem Camii'nde imamlık görevine getirildi. Fıkıh ve usulüne, hadis usulü ve Arap gramerine dair bazı temel metinleri ezberledi. Hocaları arasında İbn Nâsırüddin ed-Dımaşkı, Kâdi'l-ekâlîm diye tanınan İzzeddin Abdülazîz b. Ali el-Makdisî



el-Bağdâdî, Takıyyüddin İbn Kâdî Şühbe, İbn Hacer el-Askalânî, Muhibbüddin Ahmed b. Nasrullah et-Tüsterî el-Bağdâdî, Şemseddin Muhammed b. Ali b. Ömer esSafedî, Abdurrahman b. Ebû Bekir b. Dâvûd el-Kâdirî, İbn Zeyd el-Âtikî el-Mevsılî ve Kutbüddin İbnü'l-Haydırî sayılabilir. Üstün yeteneği ve kuvvetli hâfızası sayesinde başta fıkıh ve usulü olmak üzere lügat, nahiv, tefsir, hadis, ferâiz ve ma'rifetü'r-ricâl dallarında derin bilgi sahibi olan İbn Müflih Dımaşk'ta Eşrefıyye Dârülhadisi, Mismâriyye, Hanbeliyye, Cevziyye ve Ebû Ömer medreseleriyle Câmiu'lMuzafferî'de ders verdi. Meşhur talebeleri arasında Tfckıyyyüddin el-Cerrâî, Şemseddin ed-Dürûsî, İbnü'l-Müneccâ et-Tenûhî, İbnü'l-Mibred, Bedreddin Hasan b. Ali el-Mâtânî, Nuaymîve kendi oğulları Necmeddin Ömer ile Ali zikredilebilir. 845'te (1441) hocası Kadı İzzeddin Abdülazîz b. Ali el-Makdisî'nin nâibi oldu. 851 Recebinde (Eylül 1447) Dımaşk kadılığına getirildiyse de bir yıl sonra azledildi. Bu arada Mısır'da bulunan babasının yanına gitti. 29 Rebîülâhir 853'te (21 Haziran 1449) tekrar Dımaşk kadılığına döndü ve 857 Cemâziyelevveline (Mayıs 1453) kadar bu görevde kaldı. Daha sonra kendisiyle amcasının oğlu ve Halep Kadısı Alâeddin İbn Müflih arasında birkaç defa el değiştiren Dımaşk kadılığına 863'te (1459) tayin edilen Alâeddin'in azledilmesinin ardından son olarak yine Burhâneddin getirildi ve vefatına kadar bu görevini sürdürdü. 4 Şâban 884'te (21 Ekim 1479) vefat etti ve Kâsiyûn'da babasının mezarının yanına defnedildi. Dımaşk'ta mezhep taassubunun yol açtığı karışıklıkların sona ermesinde büyük rolü bulunan İbn Müflih, başta hocası Takıyyüddin İbn Kâdî Şühbe olmak üzere tabakat âlimleri tarafından takdirkâr sözlerle anılmıştır. Eserleri. 1. el-Mübd? fî şerhi'l-Mukni\ Muvaffakuddin İbn Kudâme'nin eserinin önemli şerhlerinden biri olup Hanbelî fıkhına dair bir ansiklopedi niteliğindedir (bk. el-MUKNİ'). Eser, Muhammed Züheyr eş-Şâvîş(I-X, Beyrut 1399-1402/ 1979-1982) ve Muhammed Hasan Muhammed Hasan İsmâil eş-Şâfiî (I-VIII, Beyrut 1418/1997) tarafından neşredilmiştir. 2. el-Makşadü '1-erşed fî zikri aşhâbi('l-İmâm) Ahmed (nşr. Abdurrahman b. Süleyman el-Useymîn, I-III, Riyad 1410/ 1990). Hanbelî âlimlerinin biyografisine dairdir. Mükerrerleriyle birlikte 1315 biyografinin yer aldığı eserde sayıları onu bulmayan kadın âlimler ilgili harflerin künyesiyle meşhur olan âlimler ise kitabin so-



216



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MÜFLİH, Şemseddin nunda ayrı bir bölümde tanıtılmıştır. Eser, isim zincirindeki ilk iki isme göre alfabetik olarak düzenlenmekle birlikte bazan bu tertibe uyulmamış, ayrıca kitabın başında biyografisi verilen Ahmed b. Hanbel'den sonra Ahmed adlı diğer âlimler zikredilmiştir. İbn Ebû Ya'lâ ve İbn Receb'in tabakalarının telhis ve tekmilesi mahiyetindeki el-Makşadü'l-erşed'in başlıca kaynakları arasında Alemüddin el-Birzâlî, Zehebî, İbn Hacer, Takıyyüddin İbn Kâdî Şühbe ve İbn Habîb el-Halebî gibi âlimlerin çeşitli kitapları yer almaktadır. Eseri Uleymî el-Menhecü'l-ahmed, Nuaymî ed-Dâris fî târihi'l-medâris, İbn Tolun ed-Dımaşki el-Kalâ'idü'l-cevheriyye, İbnü'l-İmâd Şezerâtü'z-zeheb, İbn Humeyd es-Sühubü'l-vâbile'de kaynak olarak kullanmışlardır. 3. el-İsticâze billâh mine'ş-şeytâni'r-racîmve beyânü vesvesetihî ve hudalhî ve keşfi umûrihî (Kahire 1311). Eser Meşâ'ibü'l-insân min mekâyidi'ş-şeytân adıyla da yayımlanmıştır (nşr. Abdullah es-Sıddîk, Kahire 1955; Kahire, ts. (Mektebetü'l-Hancî); Beyrut 1404/1984; Kahire 1990). Müellifin kaynaklarda ayrıca Mirkâtü'l-vüşûl ilâ cilmi'l-uşûl adlı bir eseri zikredilmektedir. Bazı kaynaklarda İbn Müflih'e nisbet edilen el-Âdâbü'ş-şer'iyye li-mesâ'ili'rraHyye (Hediyyetü'l-'ârifîn, I, 2\;îzâhu'lmeknûn, 1,3) ve Kitâbü'l-Fürûc adlı eserler büyük dedesi Şemseddin İbn Müflih'e aittir. B İ B L İ Y O G R A F Y A .-



Burhâneddin İbn Müflih. el-Makşadü



'l-erşed



(nşr. Abdurrahman b. Süleyman el-Useymîn), Riyad 1410/1990, III, 166-167; ayrıca bk. neşredenin girişi, 1, 9-53; a.mlf., el-Mübdi'



fi



şerhi'l-



(nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş), Beyrut 1399/



Mukni'



1979, neşredenin girişi, 1,6-7; Sehâvî,



ed-Dav'ü'l-



lâmi', 1,152-153; Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-Hımsî el-Ensârî, Havâdişü'z-zamân yâtü'ş-şüyûh



oe'l-akrân,



ve vefe-



Millet Ktp., Feyzullah



Efendi, nr. 1438, vr. 73», 76 b ; Nuaymî,



ed-Dâris



Ca'fer el-Hasenî), Kahire



fî târîhi'l-medâris{nşr.



1988, II, 59-61; İbn Tolun,



el-Kalâ'idü'l-cevhe(nşr. M. Ahmed Deh-



riyye fî târihi'ş-Şâlihiyye



mân), Dımaşk 1401/1980, s. 161-163;Keş/u'zzunûn,



II, 1097; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VII, 338-



339; İbn Humeyd, es-Sühubü'l-vâbile râ'ihi't-Hanâbile(nşr.



'alâ da-



Abdurrahman b. Süleyman



el-Useymîn), Beyrut 1416/1996, s. 60-63; Hediyyetü'l-'ârifîrı,



I, 21; Serkîs, Mu'cem,



1774-1775; îzâhu'l-meknûn,



II,



I, 3; II, 548-549;



Tûnekî, Mu'cemû'imuşannifîn{nşr.



Sıddîk Ke-



mâl el-Mekkî), Beyrut 1344/1925, s. 373-374; Selâhaddin el-Müneccid, ne'd-Dımaşkıyyln,



Mu'cemü'l-mü'errihî-



Beyrut 1398/1978, s. 258;



Abdülkâdir Bedrân, Münâdemetü'l-atlâl sâmeretü



'l-hayâl,



ve mü-



Dımaşk 1406/1986, s. 232-



2 3 3 ; M u h a m m e d Hâdî Müezzin-i Câmî, " İ b n



M ü f l i h " , DMBİ, IV, 655.



m İSİ



KASIM



KIRBIYIK



olan Takıyyüddin es-Sübkî bile onu övmektedir (el-Mu'cemü'l-muhtaş, s. 266; el-Bidâye, XIV, 294; Burhâneddin İbn Müflih, II, 519).



İBN MÜFLİH, Şemseddin (çijUl



)



Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Müflih b. Muhammed el-Makdisî er-Râmînî (ö. 763/1362) H a n b e l î fakihi v e m u h a d d i s .



^



Hanbelî fıkhının gelişmesinde önemli katkıları olan, birçok âlim ve kadı yetiştiren İbn Müflih ailesinin bilinen ilk simasıdır. Aile, aslen Filistin'de Nablus'a bağlı Vâdişşaîr'in köylerinden Râmînli olup önce Beytülmakdis'e (Kudüs), daha sonra Dımaşk'a göç etmiş, Şemseddin İbn Müflih de muhtemelen Beytülmakdis'te dünyaya gelmiştir. Doğumu için 706 ile 716 (13061316) arasında çeşitli tarihler zikredilmektedir. Elli yaşlarında öldüğü kaydedildiğine göre 712 (1312) veya 713 yılında doğduğuna dair rivayetlerin daha kuvvetli olduğu söylenebilir. Şemseddin İbn Müflih îsâ el-Muta"im'den hadis; İbn Müsellem'den fıkıh ve nahiv; Kadı Burhâneddin ez-ZürTden usul; Kâdılkudât Cemâleddin el-Merdâvî'den fıkıh; Haccâr, Mizzî ve Zehebî'den hadis, ricâl ve tarih; İbnü'l-Füveyre'den Arap dili ve edebiyatı okudu. Ancak onun fikirlerinin oluşmasında hocası Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin büyük etkisi olmuştur. Tahsilini tamamladıktan sonra kendini öğretim ve telif çalışmalarına veren İbn Müflih yerleştiği Dımaşk'ta Sâhibiyye, Şeyh Ebû Ömer, Selâmiyye, Sadriyye ve Dârü'l-hadîsi'l-âlime gibi medreselerde ders verdi. Bir süre kayınpederi Cemâleddin el-Merdâvî'ye nâiblik yaptı. 2 Receb 763 (27 Nisan 1362) tarihinde Dımaşk'ta vefat etti ve Kâsiyûn tepesindeki mezarlıkta Hanbelî fakihlerinden Muvaffakuddin İbn Kudâme'nin kabri yakınına defnedildi. Geniş ilmi ve ahlâkî meziyetleriyle dikkati çeken İbn Müflih hakkında İbn Teymiyye, "Sen Müflih'in oğlu (İbn Müflih) değil bizzat müflihsin (kurtarıcı)" demiş, İbn Teymiyye'nin öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye de, "Gökkubbenin altında İmam Ahmed'in mezhebini İbn Müflih'ten daha iyi bilen bir kişi yoktur" diyerek mezhebin görüşleriyle İbn Teymiyye'nin fikirlerini öğrenmek için zaman zaman ona başvurmuştur. Hocası Zehebî onun ricâl hakkında bilgi sahibi olduğunu, İbn Kesîr de özellikle fürû konularında ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebini nakletme hususunda derin bilgisi bulunduğunu söylemiştir. İbn Teymiyye'nin katı muhaliflerinden



İbn Müflih'in dört oğlu da Hanbelî mezhebinin önde gelen simalarından olup bunlar Zeynüddin Abdurrahman, Burhâneddin ve Takıyyüddin lakaplarıyla anılan Dımaşk Hanbelî Kadısı Ebû İshak İbrâhim, Şehâbeddin Ahmed ve Şerefeddin Abdullah'tır. İbn Müflih'in torunları arasından da pek çok âlim yetişmiştir. Gazze'deki ilk Hanbelî kadısı Nizâmeddin Ebû Hafs Ömer b. İbrâhim, Ekmeleddin Muhammed b. Abdullah, el-Makşadü'l-erşed'in müellifi Burhâneddin İbrâhim b. Muhammed b. Abdullah ve Dımaşk Kadısı Şerefeddin Abdullah b. Ömer b. İbrâhim bunlardan bazılarıdır. Eserleri. 1. Kitâbü'I-Fürûc. Hanbelî mezhebinin orta hacimdeki temel fürû metinlerinden biridir. Kolay okunup ezberlenebilmesi için çok defa görüşler belirtilmekle yetinilmiş, delillere yer verilmemiştir. Müellif konulan genellikle mezhepte tercih edilen görüşe öncelik vererek ele almış, bu arada diğer üç fıkıh mezhebinin görüşlerine de yer vermiştir. Eserin çeşitli neşirleri vardır (I—III, Kahire 1339/ 1921; nşr. Abdüllatîf Muhammed es-Sübkî, I-VI, Kahire 1341/1922; nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc, I-VI, Beyrut 1415/1985). Kitâbü'l-Fürûc üzerine Alâeddin Ebü'l-Hasan Ali b. Süleyman el-Merdâvî Taşhîhu'lFürûc (nşr. Ali b. AbdullahÂl-i Sânî, Katar 1379/1960; nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc, I-VI, Kahire 1388/1967, Kitâbü'l-Fürüc ile birlikte; Beyrut 1405/1985), Yûsuf elMerdâvî Nihâye t ü '1-hükmi 'l-meşrûc fî taşhîhi'l-Fürûc ve Ahmed b. Ebû Bekir b. Muhammed b. İmâd el-Hamevîei-MaAşadü'l-müncih li-Fürûh İbn Müflih adıyla birer şerh, İbn Nasrullah ve Ebû Bekir İbn Kundüs de birer hâşiye kaleme almışlardır. 2. el-Âdâbü'ş-şerciyye (I-III, Kahire 1348/1929, 1987; Riyad 1391/1971, 1397/ 1977; I-III, nşr. Şuayb el-Arnaût - Ömer elKayyâm, Beyrut 1416/1996). İslâm ahlâkına dair olan eser Haccâvî tarafından Şerhu Manzûmeti'l-âdâb li'bni Müflih adıyla manzum hale getirilmiştir. 3. en-Nüket ve'l-fevâ'idü's-seniyye'alâ müşkili'l-Muharrer li-Mecdiddîn İbn Teymiyye İbn Teymiyye'nin el-Muharrer fi'l-fıkh calâ mezhebi'l-İmâm Ahmed b. Hanbel adlı kitabının şerhidir (I-II, Kahire 1369/1950; Riyad 1984). 4. Uşûlü'lfıkh. Cemâleddin İbnü'l-Hâcib'in Muhtaşarü'l-müntehâ'sı derecesinde bir kitap olduğu, diğer pek çok Hanbelî usul 217



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MÜFLİH, Şemseddin kitabında bulunmayan meseleleri ihtiva



lisans, bir kısmı da doktora tezi olarak iki 1404, C â m i a t ü ' l - İ m â m M u h a m m e d b. Suû d ) . Kaynaklarda İbn Müflih'in ayrıcaŞerşiye



Hâşiyecale'l-Mukni\



adlı eserleri olduğu



belirtilmektedir. BİBLİYOGRAFYA



hata bulduğunu, şiir söylediğini fakat iyi bir şair sayılamayacağını belirtir (Gâyetü'l-ihtişâr, s. 90).



Kendi adıyla d a anılan



Ha-



XIII. yüzyıl ortalarında bütün İlhanlı



sözlüğüyle tanınmış I r a k l ı dil â l i m i v e t a r i h ç i .



L



fi'l-ensâb



adlı eserini gördüğünü, bu eserde pek çok



Ebü'1-Fazl C e m â l ü d d î n A h m e d b. M u h a m m e d b. H a s e n el-Hillî (ö. 6 8 2 / 1 2 8 3 )



cilt halinde neşre hazırlanmıştır (1401,



cale'l-Müntekâ



Hüseynî onun el-Müşeccer



(IİjojjI)



es-Sedhân tarafından bir kısmı yüksek



hu'l-Muknic,



(el-Vâfî, 1,50). Tâceddin b. Muhammed el-



İBN M Ü H E N N Â



ettiği söylenen eser, Fehd b. Muhammed



sahasında olduğu gibi İrak'ta da Farsça,



J



Türkçe ve Moğolca önem kazanarak yaygın şekilde kullanılmıştır. İbn Mühennâ,



:



Ş e m s e d d i n İbn Müflih, Kitâbü'İ-Fürû'



(nşr.



Abdüssettâr A h m e d Ferrâc), Beyrut 1405/1985,



Nisbesinden Bağdat ile Küfe arasındaki



Hilyetü'l-insân



ve halbetü'l-lisân



adlı



Hille şehrinde doğup büyüdüğü anlaşılan



sözlüğünü bu ortamda kaleme almıştır.



el-Mu'cemü'l-



İbn Mühennâ'nın ailesi ve öğrenim du-



Eserin XIII. yüzyılın ikinci yarısında Merâ-



(nşr. M . H a b î b e l -



rumu hakkında kaynaklarda bilgi yoktur.



ga veya Bağdat'ta yazıldığı tahmin edil-



H î l e ) , T â i f 1 4 0 8 / 1 9 8 8 , s. 2 6 5 - 2 6 6 ; İbn Kesîr,



Hayatına dair bilinenler, çağdaşı v e muh-



mektedir. İlhanlı Devleti'nin r e s m î dili



temelen talebesi olan Iraklı tarihçi İbnü'l-



Türkçe olmakla beraber kültür, idare, ti-



rûf), Beyrut 1402/1982, II, 2 5 2 - 2 5 3 ; İbnü'l-lrâ-



Fuvatî'nin ( ö . 723/1323) verdiği sınırlı bil-



caret ve toplum hayatında Arapça, Fars-



W, ez-Zeyl



gilerden ibarettir. İbn Mühennâ'nın kitap-



ça ve Moğolca'nın da kullanıldığını dikka-



larından geniş ölçüde nakillerde bulunan



te alan İbn Mühennâ eseri bu üç dilin belli



İbnü'l-Fuvatî ondan büyük bir saygıyla söz



başlı özelliklerini esas alarak Arapça yaz-



neşredenin girişi, I, 1 - 1 1 ; Zehebî, muhtaş



bi'l-muhaddişîn



XIV, 2 9 4 , 3 0 8 ; İbn Râfi',



el-Bidâye,



el-Vefeyât



(nşr. S â l i h M e h d î A b b a s - B e ş ş â r A v v â d M a ' (nşr. Sâlih M e h d î A b b a s ) ,



'ale'l-'lber



Beyrut 1 4 0 9 / 1 9 8 9 , I, 9 9 ; İbn Hacer, rü'l-kâmine,



ed-Düre-



IV, 2 6 1 - 2 6 2 ; İbn T ^ ğ r î b e r d î ,



Nücûmü'z-zâhire,



en-



XI, 16; Burhâneddin İbn Müf-



lih, el-Makşadü'l-erşed



(nşr. Abdurrahman b. Sü-



leyman el-Useymîn), Riyad 1410/1990,1, 9 - 1 8 ; II, 5 1 7 - 5 2 0 ; Nuaymî, ed-Dâris







eder (TelhistiMecma'i'l-âdâb,



IV/1, s. 100,



256).



mış, böylece devrinde bir ihtiyaca cevap verdiği gibi Farsça, Türkçe ve Moğolca'nın



târîhi'l-medâ-



İbn Mühennâ Abbâsî Devleti'nin Mo-



önemli kaynaklarından sayılan bir eser



el-Menhecü'l-ah-



ğollar t a r a f ı n d a n yıkılışına şahit oldu



ortaya koymuştur. Bir mukaddime ile üç



(nşr. Abdülkâdir el-Arnaût - Hasan İsmâil



( 1 2 5 8 ) . Muhtemelen Bağdat'ta ve İlhanlı



kısımdan meydana gelen sözlüğün İstan-



(nşr.



Devleti'nin merkezi Merâga'daki Dârü'l-



bul nüshasına göre ( A r k e o l o j i M ü z e s i Ktp.,



M. A h m e d Dehmân), Dımaşk 1401/1980,1,243-



ilm ve'l-hikme ve'r-rasâd'da resmî gö-



nr. 1202) 5-111. sayfalan Farsça'ya, 113-



2 4 4 ; Abdullah b. Ali e s - S ü b e y l ,



revlerde bulundu. Zehebî, İbnü'l-Fuvatî'-



310 arası Türkçe'ye, 311-371. sayfaları



ye dayanarak Mühennâ'nın 682 yılı Safer



Moğolca'ya ayrılmıştır. Eserin Farsça'ya



ayında (Mayıs 1 2 8 3 ) B a ğ d a t ' t a öldüğü-



ayrılan kısmı, genel dil bilgisi kurallarının



nü kaydeder (Târîhu'l-İslâm,



X I , vr. 107 a ).



anlatıldığı bir giriş ve yirmi sekiz bölüm-



İbnü'I-Fuvatî'nin eserinden onun İzzed-



den meydana gelir. Birinci bölümde Al-



din Hüseyin adında fakih, edip v e şair bir



lah'ın otuz üç ismiyle on üç terime Farsça



ris(nşr. Ca'fer el-Hasenî), Kahire 1988, II, 43-44, 8 4 - 8 5 ; Ebü'l-Yümn el-Uleymî, med



Merve), Beyrut 1997, V, 1 1 8 - 1 2 0 ; İbn Tolun, elKalâ'idü'l-ceuheriyye



neddad



fî esmâ'i



fî târihi'ş-Şâlihiyye



kütübi



ed-Dürrü'l-mü-



mezhebi'l-İmâm



Ah-



(nşr. Ö m e r b. G a r â m e e l - A m r î ) , B e y r u t



med



1416/1996, s. 2 2 9 - 2 3 2 ; Keşfü'z-zunûn,



I, 4 2 ;



II, 1256; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



VI, 1 9 9 - 2 0 0 ; Mu-



h a m m e d eş-Şattî, Muhtaşaru



Tâbakâti'l-Ha-



nâbile



(nşr. Fevvâz A h m e d ez-Zemerlî), Beyrut



1406/1986, s. 70; Abdülkâdir Bedrân,



el-Medhal



ilâ mezhebi'l-İmâm



nşr. Ab-



kardeşi olduğu, Dımaşk'ta yaşadığı v e



karşılıklar gösterilmiştir. İkinci bölümde



dullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Beyrut 1405/



675'te ( 1 2 7 6 ) vefat ettiği anlaşılmakta-



1985, s. 4 3 7 - 4 3 8 ; B r o c k e l m a n n , GAL



fiil çekimleri verilmiş, diğer bölümlerde



dır (Telhîşu MecmaVl-âdâb,



ise çeşitli alanlardaki 1291 Arapça keli-



Ahmed



II, 129; Izâhu'l-meknûn, Mu'cemü'ş-şâmil,V,



b. Hanbelî



Suppl.,



II, 6 7 8 ; Sâlihiyye, el125-126; G. Makdisi, " i b n



M ü f l i h " , El2 (İng.), III, 882-883; M u h a m m e d Hâdî Müezzin-i Câmî, " İ b n M ü f l i h " , DMBİ, IV, 6 5 4 6 5 6 ; Ferhat Koca, " H a n b e l î M e z h e b i " , DİA, H



FERHAT



XV,



KOCA



İV/1, s. 141-



142).



menin Farsça karşılıkları kaydedilmiştir.



İbn Mühennâ dil, tarih ve ensâb ilimle-



Sözlüğün Türkçe kısmı "nevi" adıyla iki



rinde geniş bilgi sahibiydi. Safedî İbn Mü-



bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde ses,



hennâ'yı devri için önemli bir pâye olan



şekil v e kısa etimoloji bilgilerine yer veril-



"tercümânü'z-zamân" unvanıyla zikreder



miş, ardından yapım ve çekim ekleriyle isim tamlaması, zarflar ve edatlar işlenmiş, daha sonra fiil kip ve çekimleri üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde Allah'ın isimleriyle çeşitli ad grupları yirmi



—ii



dört alt bölümde ele alınmıştır. 1563 ismin sıralandığı bu bölümün dizinini hazırlayan Abdullah Battal Taymas'a g ö r e buradaki toplam kelime sayısı 2191'dir. Eserin Moğolca kısmında fiil v e zamir ko,



1



H S H N



İbn Mühennâ'nın Hilyetü'l-insân ve halbetü'l-lisân adlı eserinin ilk ve son sayfaları (Arkeoloji Müzesi K t p . , nr. 1 2 0 2 )



nusundaki bazı kısa bilgiler dışında dille ilgili herhangi bir açıklama yapılmamış, sadece çeşitli gruplara ait isim, fiil ve edatlar yirmi beş bölüm halinde sıralanmıştır. Bu kısımda 928 Moğolca kelimenin yer aldığı Nicholas N. Poppe neşrinde görülmektedir.



218



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MÜKERREM Halk dilinden alınan malzeme ile maddî ve mânevî kültür unsurlarına geniş yer verilen eser özellikle Türk ve Moğol kültür tarihi açısından önemlidir. Sadece sanat ve ziraata ait Türkçe tabir ve adların sayısı 10O'den fazladır. Eserden, XIII. yüzyılda karışık bir etnik yapıya sahip olan bu bölgede konuşulan Türkçe'nin başka unsurlarla da karıştığı anlaşılmaktadır. Müellifin "Türkistan Türkçesi" diye nitelendirdiği Hâkâniye (Kâşgar) Türkçesi ile "bizim memleket Türkçesi" dediği Azerbaycan edebî Türkçesine de yer verdiği eser, Azerbaycan Türkçesi'nin mevcudiyetini ve karakteristik özelliklerini belirtmesi açısından önemli olduğu kadar ( C a f e r o ğ lu, II, 148) Türkmen lehçesinden bahsetmesiyle de dikkat çeker. İbn Mühennâ sözlüğünü hazırlarken faydalandığı eserleri de belirtmiştir. Bunlar Nâdirü'd-dehr ca!âluğatiMeliki'l-'aşr, Kitâbü Yahya'lmelik, Kitûbü Tuhfeti'l-melik, Muhammed b. Kays'ın adı belli olmayan bir eseri ve Şerefüzzaman Tâhir el-Mervezî'nin 418'de (1027) yazdığı Kitâbü TabâyiH'lhayevân'ıdır. Bunlardan ilk dördünün adı eserin Türkçe bölümünde, Türkler'in özelliklerinden bahseden beşinci eserin adı ise Moğolca bölümünde zikredilmiştir. Türkçe üzerine yazılmış ilk eserlerden biri olan İbn Mühennâ Lügati nın altı nüshası bilinmektedir. Bunlardan biri İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi'nde (nr. 1202), üçü Oxford'daki Bodleian Library'de, biri Berlin Staatsbibliothek'te (nr. 60), biri de Paris Bibliotheque Nationale'dedir ( A n c . f o n d T u r c . , nr. 208). Eser ilim âlemine ilk defa, İstanbul nüshası dışındaki beş nüshayı karşılaştırarak bir doktora tezi hazırlayan Platon M. Melioranskiy tarafından tanıtılmıştır. İncelediği nüshalarda müellif ve kitap adıyla tarih bulunmadığı için çalışmasına "Türk dili hakkında bir Arap filologu" anlamında bir ad veren Melioranskiy eserin Türkçe kısmını bir önsözle birlikte 1900'de, Moğolca kısmını da 1904'te yayımlamıştır (bk. b i b i . ) . Kilisli Rifat (Bilge) sözlüğün İstanbul nüshasını bir önsözle birlikte neşretmiş ( İ s t a n b u l 1340), ayrıca bir makale ile eseri değerlendirmiştir ( " İ b n M ü h e n n â L ü g a t i " , ikdam, nr. 9058, 5 Haziran 1338/1922). İstanbul nüshasının Türkçe bölümünün dizini Abdullah Battal Taymas tarafından hazırlanmıştır (İbnü-Mühennâ Lügati, İstanbul 1934). Sergey Efimoviç Malov İstanbul nüshasını Türk dili yönün-



den değerlendirmiştir. Abdullah Battal



b. Muhammed ei-Cebrînî el-Halebî eş-Şâ-



Taymas ile Hasan Eren, müşterek olarak



fiî (ö. 1178/1764).



yazdıkları bir makalede yazma nüsha ile



BİBLİYOGRAFYA :



Kilisli Rifat neşrindeki bazı kelime farklı-



İbn Mühennâ, Hilyetü'l-insân



ue



halbetü't-



lıkları ve açıklanması zor kelimeleri ele al-



lisân (nşr. Kilisli Rifat j B i l g e ] ) . İstanbul 1338-



mışlardır. İstanbul nüshasının Moğolca



40, s. 1-8; mukaddime, h [ a ] , lâhika h [ ç ] ; Ze-



bölümü Nicholas N. Poppe tarafından



hebî, Târ'ıhu'l-lslâm



ue tabakâtü'l-meşâhir



ve'l-



Süleymaniye Ktp., A y a s o f y a , nr. 3014,



a'tâm,



yayımlanmış, Louis Ligeti İstanbul nüsha-



XI, vr. 107 a ; Safedî, el-Vâfî, I, 50; VIII, 197-198;



sındaki Moğolca kelimeleri inceleyen iki



Tâceddin b. Muhammed el-Hüseynî,



makale kaleme almıştır (bk. b i b i . ) ; Hü-



ihtişâr, Bulak 1310, s. 90; İbn İnebe,



seyin Namık Orkun da Kilisli Rıfat neşrini tanıtan yazısında eserle ilgili bazı



Gâyetü'lcümdetü't-



tâlib fî ensâbi âli Ebî Tâlib, Bombay 1318, s. 1, 195; İbnü'l-Fuvatî, Telhîşu Mecma'i'l-âdâb



(nşr.



Mustafa Cevâd), Dımaşk 1962-65, IV/1, s. 100,



problemler üzerinde durmuştur ( S z e g e d



102-104, 141-142, 256, 291, 323, 330, 355,



Jözsef A t t i l a T u d o m â n y e g y e t e m , A l t a i s z -



385, 533, 577, 943, 948, 1103, 1179-1180; IV/



tikai T a n s z e k N e m e t h G y u l a K ö y n v t â r a , nr. 73). İbn Mühennâ'nın kaynaklarda adı



2, s. 689, 724; IV/3, s. 104, 184, 260, 304, 568, 671; IV/4, s. 671, 673, 699;Yâküt, II, 294; W. Pertsch, Die



büldân,



geçen diğer eserleri de şunlardır: Vüze-



Verzeichnisse



râ'ü'z-zevrâ' (İbnü'l-Fuvatî, N/2, s. 724),



Berlin.



Letâ'ifü'l-me'ânî



fî şu^arâ^i



zamânî



(a.g.e., IV/3,s. 104, 304), el-Müşeccer



fi'l-



der Königlichen



Türkischen



Mu'cemü'l-



HandschriftenBibliothek



Handschriften,



zu



Berlin 1889,



VI, 100-101, nr. 60; Ethe, Catalogue.l, Platon M. Melioranskiy, Arap filolog o



1022; Turetskom



St. Petersburg 1900; a.mlf., " A r a p filo-



yazıke,



ensâb (a.g.e., IV/1, s. 100, 104). İbnü'l-



log o Mongol'skom y a z ı k e " , ZVO, sy. 15 (1904),



Fuvatî bu son eseri 681 (1282-83) yılında



s. 75-172; E. Blochet, Bibliotheque



okuduğunu belirtmektedir (a.g.e., IV/1, s. 141). İbn Mühennâ adıyla tanınan başka kişiler de mevcut olup İbnü'l-Fuvatî bunların bir kısmını kaydetmiştir (a.g.e., IV/1, s. 256,291). İbn Mühennâ bu şahıslardan bazılarıyla karıştırılmıştır. Onun en çok karıştırıldığı kişi, cUmdetü't-tâlib fî ensâbi âli Ebî Tâlib adlı eserin müellifi, Cemâleddin Ahmed b. Ali b. Mühennâ el-Asgar ed-Dâvûdî el-Hasenî'dir ( ö . 828/ 1424) ( D i h h u d â , X, 94). Ali Emîrîile Kilisli Rifat Bilge (Hilyetü'l-insârı, s. lâhika, h İ t i ) sözlüğün, kaynaklarda İbn İnebe olarak anılan Cemâleddin Ahmed'e ait olduğunu ileri sürmüş, Cemal Muhtar da (bk. b i b i . ) bu görüşe katılmıştır. İbn Mühennâ'yı Cemâleddin Ahmed ile karıştıranlardan biri de Muhammed Rızâ eş-Şebîbî'dir (Risâletü'l-Islâmiyye, XI/1, s. 18). Ancak Hüseyin Namık Orkun, eserin ! ü m detü't-tâlib müellifi Cemâleddin Ahmed tarafından yazılma ihtimalinin bulunmadığını belirtmiştir. İbn Mühennâ ile karıştırılan diğer bir kişi de Ahmed b. Mühennâ b. îsâ el-Emîr'dir (ö. 749/1348) (Safedî, VIII, 197). Kilisli Rifat'ın sözlük yazarı olma ihtimali üzerinde durduğu (Hilyetü'lirısân, m u k a d d i m e , h ( a ) ) bu şahıs bir bedevî emîridir. İbn Mühennâ adıyla şöhret bulan diğer bazı kişiler şunlardır: Tarihçi Abdülcebbâr b. Abdullah b. Muhammed el-Havlânî ed-Dârinî (ö. 365/975'ten s o n ra), şair Ebû Abdullah Muhammed b. Mühennâ b. Muhammed (ö. 600/1204), Tâhâ



catalogue



des manuscrits



Nationale



persans, Paris 1934,



IV, 50-51, nr. 2080; Abdullah Battal (Taymas], İbnü-Mühennâ



İstanbul 1934; a.mlf. -



Lügati,



Hasan Eren, "İbn Mühennâ Lügati Hakkında", Türk



Dili



ue Tarihi



Hakkında



Araştırmalar,



Ankara 1950,1, 127-158; N. N. Poppe, skiy Slovar



Mukaddimat



al-Adab,



Mongol-



Leningrad



1938, s. 432-451; Abdülkadir İnan, " M ı s ı r ' d a O ğ u z - T ü r k m e n v e Kıpçak Lehçeleri",



TDAY



(1953), s. 56-57, 61; Muhammed Rızâ



Belleten



eş-Şebîbî, Mü'errihu'l-'Irâk:



İbnü'l-Fuuatî,Bağ-



dad 1958, II, 196-200; a.mlf., "Şekâfetüne'l-luğ a v i y y e fî c aşri'l-Moğol",



Risâletü'l-İslâmiyye,



XI/1, Kahire 1959, s. 17-22; Kehhâle, M u ' c e II, 6; Â g â Büzürg-i Tahrânî, ez-



mü'l-mü'ellifîn, Zeri'a



ilâ teşânîfı'ş-ŞVa,



Beyrut 1972, VII, 81;



Hüseyin Ali el-Mahfûz, "İbni M ü h e n n â " , I. Milletlerarası Ekim



Türkoloji



1973) Bildiri



Kongresi Özetleri,



(İstanbul



15-20



İstanbul 1973, s.



70; A h m e t Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, İstanbul 1974, II, 144-149, 190; S. E. Malov, "İbn Muxanna o turetskom y a z ı k e " , ZKV, III (1928), s. 221 248; V (1930), s. 507-525; Hasan Eren, "Beitrâge zur türkischen w o r t f o r s c h u n g " , KCs.A,



1II/2



(1940), s. 2-5; Louis Ligeti, " U n v o c a b u l a i r e mongol d'Istanboul", AOH,XIV



(1962), s. 3-99;



a.mlf., " N o t e s sur le vocabulaire m o n g o l d'Ist a n b o u l " , a.e., XVI (1963), s. 103-174; Cemal Muhtar, "İslâm'da Sözlük Çalışmaları",



MÜİFD,



IV (1986), s. 350; Süleyman Tülücü, "İbn Mühennâ Sözlüğü v e Bu Sözlükte Kadın ve Kadın A k rabalık A d l a n İçin Kullanılan S ö z l e r " , Üniversitesi Dergisi,



Türkiyat



Araştırmaları



Atatürk Enstitüsü



sy. 2, Erzurum 1995, s. 155-165; Dih-



hudâ, Luğatnâme,



X, 94; "Cemâlüddin, A h m e d



İbni A l i " , TA, X, 146; "İbni M ü h e n n â L ü g a t i " , TDEA,



IV, 320.



m ini



r



MUSTAFA



İBN MÜKERREM



ERKAN



n



(bk. İ B N M A N Z Û R ) . L



J



219



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MÜLCEM İBN MÜLCEM ( f ^ C * ' )



Abdurrahman b. Amr b. Mülcem el-Murâdî el-Himyerî el-Kindî (ö. 40/661) H z . A l i ' n i n katili.



^



Hayatının ilk dönemi hakkında fazla bilgi yoktur. Himyerî asıllı olduğu ve Hz. Ömer zamanında Medine'ye gelerek Muâz b. Cebel'den Kur'an öğrendiği bilinmektedir. Mısır'ın fethine katılıp orada yerleşen İbn Mülcem Sıffîn'de Hz. Ali'nin saflarında savaştı, fakat Hakem Vak'ası'ndan sonra diğer Hâricîler'le birlikte ona karşı cephe aldı. İbn Mülcem, Nehrevan Savaşı'nda (38/ 658) canını kurtaran Hâricîler'den Bûrek es-Sarîmî ve Amr b. Bekir (Bükeyr) etTemîmî (Zâzeveyh), Mekke'ye giderek 39 (660) yılında hac yaptıktan sonra ümmetin içine düştüğü durumu tartışırlar ve yeryüzünde fesat çıkaran kişiler olarak gördükleri Ali, Muâviye ve Amr b. Âs'ın ortadan kaldırılmalarının gerektiğine karar verip bu kararı üçünü birden aynı zamanda öldürmek suretiyle uygulayacaklarına dair yemin ederler. Planlarını 17 Ramazan 40'ta (24 Ocak 661) gerçekleştirmeyi tasarlayan suikastçılardan İbn Mülcem Hz. Ali'yi öldürmek üzere Kûfe'ye gider ve orada Kindeli yakınlarıyla bir araya gelir, ancak niyetini açıklamaz. Bir gün, Nehrevan'da öldürülen arkadaşları için ağıt yakan Teymü'r-Ribâb kabilesi mensupları ve bu arada onlardan çok güzel bir kadın olan Katâmi bint Şicne (Şihne) ile karşılaşır. Kadının güzelliğine hayran kalan İbn Mülcem ona evlenme teklifinde bulunur. Katâmi bu teklifi mehir olarak kendisine 3000 dirhem, bir köle, bir kadın hizmetçi vermesi ve Ali b. Ebû Tâlib'i öldürmesi şartıyla kabul edeceğini, çünkü Nehrevan'da babasıyla kardeşini kaybettiğini ve intikam almak istediğini bildirir; İbn Mülcem de esasen bu amaçla Kûfe'ye geldiğini söyler ve böylece anlaşırlar. Daha sonra Katâmi, İbn Mülcem'e yardım etmesi için kabilesinden Verdân b. Mücâlid ( M e s ' û d î ' y e g ö r e |Mürûcü'z-zeheb, II, 424) M ü c â ş i ' b. Verd â n ) adında birini bulur; İbn Mülcem de Benî Eşca'dan Şebîb b. Becere(Mes'ûdî'y e g ö r e [a.g.e., II, 424], Ş e b î b b . N e c d e ) adlı bir Hâricî'nin kendilerine katılmasını sağlar. Olaydan önceki gece İbn Mülcem ve yardımcıları, Kûfe'deki el-Mescidü'l-



a'zam'da itikâfa çekilmiş bulunan Katâmi'yi ziyaret ederler. Daha sonra da zehirli kılıçlarını kuşanarak Hz. Ali'nin sabah namazını kıldırmak için çıkacağı evinin kapısının karşısına yerleşirler. Halife görünür görünmez Şebîb ona saldırır. Fakat kılıcı kapının pervazına çarpar ve hedefini bulamaz; o da kaçarak kalabalığa karışır. Aynı şekilde Verdân da kaçar ve eve döner; ancak orada durumundan şüphe eden bir yeğeni tarafından öldürülür. Tek başına kalan İbn Mülcem, "Hüküm ancak Allah'a aittir ey Ali, ne sana ne senin adamlarına!" diyerek Hz. Ali'yi başından yaralar. Kaçmaya teşebbüs ederse de Ebû Edmâ el-Hemdânî tarafından yere düşürülür. Daha sonra da evine götürülmüş olan Hz. Ali'nin huzuruna çıkarılır. İbn Mülcem Hz. Ali'ye, kılıcını kırk gün süreyle bilediğini ve Allah'tan kendisine insanların en şeririni öldürmeyi nasip etmesini dilediğini söyleyince Hz. Ali de -eğer kısas gerekirse- onun bu kılıçla öldürülmesi emrini verir ve böylece onu insanların en şeriri olarak gördüğünü ima etmiş olur. Hz. Ali'nin şehid edilmesi ve İbn Mülcem'Ie ilgili olarak Taberî'den özetlenen yukarıdaki bilgiler dışında olayın kahramanları, cereyan tarihi ve akisleri hakkında çok farklı rivayetler mevcuttur. Bunların içinde en fazla dikkat çekeni Eş'as b. Kays ile ilgili olandır. Rivayete göre aslında Eş'as, İbn Mülcem'in niyetini bilmektedir; hatta o gece İbn Mülcem ile beraber olmuş ve şafak sökerken ona, "Şafak senin için söktü" şeklinde bir söz söylemiştir ( İ b n S a ' d , III, 36). Bu sözü duyan Hucr b. Adî suikastla ilgili olduğunu sezmiş ve halifeyi ikaz etmek istemişse de geç kalmıştır. Daha sonra da Hucr'ün Eş'as'a, "Onu öldürdün ey tek gözlü!" dediği rivayet edilir ( M ü b e r r e d , III, 1169; M e s ' û dî, II, 424; E b ü ' l - F e r e c e l - İ s f a h â n î , s. 33). Müberred, Eş'as b. Kays'ın İbn Mülcem'in niyetini sezdikten sonra ve olaydan önce Hz. Ali'ye durumu bildirdiğini yazmaktadır (el-Kâmil, III, 1117). Şiî kaynaklarının hemen hemen tamamı Hz. Ali'nin kaderini önceden bildiğini, Kûfe'ye gelip yerleşen İbn Mülcem'in niyetini ve onun kendisini öldüreceğini sezdiğini, fakat ölümden korkmayıp Allah'ın kaderine teslim olduğunu rivayet eder.



aldığı yaranın tesiriyle iki gün sonra vefat etmiştir; ancak her iki tarih de cumaya rastlamamaktadır. Genellikle kaynaklar, İbn Mülcem'e verilecek ceza hakkında Hz. Ali'nin her zaman olduğu gibi titiz davrandığını, eğer yaşarsa cezasını kendisinin takdir edeceğini, ölmesi halinde ona kısastan başka bir şey ululanmamasını, hatta affını istediğini belirtirler. Sonuçta İbn Mülcem Hz. Ali'nin vefatının ardından öldürülmüş ve cesedi yakılmıştır (Taberî, I, 3464). Hâricîler'den İbâzıyye'nin Hafsıyye kolu, "İnsanlar arasında Allah'ın rızâsını kazanmak için canını verenler vardır" ( e l Bakara 2/204) âyetinin İbn Mülcem hakkında indirildiğine inanır. Ayrıca onun için Hâricî şairleri tarafından birçok şiir yazılmış ve Hz. Ali'yi sevenler de bunlara cevap vermişlerdir. Bu şiirlerin en meşhurları İmrân b. Hıttân'ın, "Ey bir dindar adamın' vuruşu! O bu vuruşla arşın sahibinin rızâsını kazanmaktan başka bir şey istememişti. Onu bugün anıyorum ve Allah katında amelleri bakımından yaratılmışların en zengini sayıyorum" beytiyle Şâfiî kelâm âlimi Abdülkâhir b. Tâhir el-Bağdâdî'nin şair olmadığı halde ona karşı söylediği, "Ey bir kâfirin vuruşu! O bu vuruşla kendini cehennem ateşine atacak cezadan başka bir fayda elde etmemiştir. Ben onu din yönünden lânetliyorum; aynı zamanda onun için ebedî af ve bağışlanma dileyeni de lânetliyorum. Bu şakî insanların en şakîsidir; o insanların rabbi katında en hafifi, en değersizidir" mısralarıdır. BİBLİYOGRAFYA : İbn Sa'd, et-Tabakât,



III, 33-37; el-İmâme



Dîneverî, el-Ahbârü't-tıvâl, red, el-Kâmil(nşr.



s. 218 vd.; Müber-



Muhammed Ahmed ed-Dâlî),



Beyrut 1406/1986,111, 1115-1121, 1168-1169; Ya'kübî, Târih, s. 202; "teberi. Târih (de Goeje), I, 3456-3461, 3464 vd., 3469; İbn Abdürabbih, el-Hkdü'l-ferîd,



IV, 359; Mes'ûdî,



Mürûcü'z-ze-



heb, II, 423-426; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, Makâtilü't-Tâlibiyyîn



(nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire



1949, s. 29 vd., 33, 38 vd., 41; Şeyh Müfîd, ellrşâd{trc. 1. K. A. Howard), London 1981, s. 5-14; Bağdâdî, Mezhepler



Arasındaki



Farklar



(trc.



Ethem Ruhi Fığlalı), İstanbul 1979, s. 81, 91; İbn Abdülber, el-lstfâb,



Haydarâbâd 1318-19, s.



481-484; İbn Şehrâşûb, Menâkıbü



âli Ebî Tâ-



lib, N e c e f 1375/1956, III, 9 2 - 1 0 0 ; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,



III, 387 vd.; a.mlf.,



Üsdü'l-ğâbe,\V,



116-121; Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, 282; Ziriklî, el-A'lâm,



Kaynaklar, olayın bir cuma sabahı namaz vaktinde vuku bulduğunu büyük bir çoğunlukla bildirmelerine rağmen günün tarihini 17 veya 19 Ramazan 40 (24 veya 26 Ocak 661) olarak farklı verirler. Hz. Ali,



ue's-



siyâse, I, 137-138; Belâzürî, Ensâb, II, 487-509;



hammed Talî", Aşlü'l-Muvahhidîne'd-Dürûz uşûlühüm,



II, 280-



IV, 114-115; Emîn Mu-



Beyrut 1961, s. 24;



ue



A'yânü'ş-ŞFa,



I, 534 vd.; L. Veccia Vaglieri, "ibn Muldjam", El2 (İng.), III, 887-890; Ethem Ruhi Fığlalı, " A l i " , DlA, II, 374.



220



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



m Bal



ETHEM RUHİ FIĞLALI



İBN MÜNKIZ yük kahramanlık v e yararlıklar gösterdi.



İBN MÜNÂZİL (bk. ABDULLAH b. MUHAMMED b. MÜNÂZİL). L



r



J



İBN M Ü N C İ B es-SAYRAFÎ



n



(bk. İBNÜ's-SAYRAFÎ, Ebü'l-Kâsım). L



r



_l



İBN MÜNKIZ



n



(jâio



Ebü'l-Hâris (Ebü'l-Muzaffer) Müeyyidüddevle Necmüddîn Üsâme b. Mürşid b. Alî b. Mukalled b. Nasr b. Münkız eş-Şeyzerî el-Kinânî el-Kelbî (ö. 584/1188)



termesi bakımından dikkat çekicidir. Ay-



den 539 (1144-45) yılında Fâtımîler'in baş-



rıca bölgenin o dönemdeki kültürel, siya-



şehri Kahire'ye gitti v e burada hem hali-



sî, içtimaî v e iktisadî hayatı, Haçlılar v e



f e hem de vezirler nezdinde büyük itibar



müslümanlarla aralarındaki ilişkiler, ah-



gördü. Mısır'da on yıl kalan İbn Münkız,



lâk v e namus anlayışı, avlanma usulleri,



siyasî mücadeleler ve saray entrikaları se-



tedavi yöntemleri, savaşlar, savaşlarda



bebiyle tekrar Dımaşk'a dönüp Nureddin



kullanılan araç gereçler gibi konularda



Mahmûd Zengî'nin hizmetine girdi ( 5 4 9 /



önemli bilgiler verir. İbn Münkız anlattık-



1 1 5 4 ) . Bu sırada 4000 cilt tüttüğü söy-



larının birçoğuna şahit olmuş veya bizzat



lenen kitapları zayi oldu. 552'de (1157)



olayların içinde yaşamıştır. Ancak zaman



meydana gelen deprem sırasında Mün-



zaman hâfıza yanılması sebebiyle olaylar-



kızoğulları'nın İbn Münkız dışındaki bü-



da v e kronolojide hatalara düştüğü gö-



tün fertleri öldü. Şeyzer'in sahipsiz kaldı-



rülmektedir. Kitâbü'l-İctibâr'ı



ğını gören Nûreddin'in şehri ele geçirme-



v e edebiyatı açısından inceleyen Darko



oranın emirliğinde hak iddia etmesinden dolayı onunla ihtilâfa düştü v e Dımaşk'tan ayrılarak Hısnıkeyfâ (Hasankeyf) Ar-



emîr, tarihçi v e e d i p .



L



bir asilzadenin nasıl yetiştirildiğini gös-



birliği yapmaya teşebbüs etmesi yüzün-



sinden sonra İbn Münkız, muhtemelen



Münkızoğulları hânedanına m e n s u p



J



dönemindeki hâtıralarını ihtiva eder ki



Fakat Üner'in Zengî aleyhine Haçlılar'la iş



tuklu Emîri Fahreddin Karaarslan'm yanma gitti. Burada 570 ( 1 1 7 4 - 7 5 ) yılına ka-



Arap dili



Tanaskovic, İbn Münkız'ın edebî dille halk dili arasında başarılı bir irtibat kurduğun u kaydeder ve eserin bu yönüyle dilciler için taşıdığı öneme dikkat çeker (bk. b i b i . ) . neşirleri Hartvvig De-



Kitâbü'l-İHibâfm



renbourg ( P a r i s 1886-1893; Frankfurt 1994), Philip Khuri Hitti ( P r i n c e t o n 1930; B a ğ -



27 C e m â z i y e l â h i r 4 8 8 ' d e (4 Temmuz



dar Artuklular'ın hizmetinde huzurlu bir



1095) babası Mürşid'in emîri bulunduğu



hayat yaşayan İbn Münkız edebiyat ve ta-



Şeyzer'de doğdu. Babası ve daha sonra



rihe dair bazı eserlerini yazma fırsatı bul-



onun inzivaya çekilmesi üzerine yerini alan



du. Nûreddin Mahmud'un ölümünden



amcası EbüT-Asâkir Sultan tarafından,



sonra Münkızî ailesiyle dost olan Selâhad-



kendilerinin ardından emirlik makamına



dîn-i Eyyûbî'nin Suriye'ye gelmesi üzerine



geçeceği düşüncesiyle iyi bir asker, idare-



Hısnıkeyfâ'dan Dımaşk'a döndü. İbn Mün-



ci ve edip olarak yetiştirildi. Hocaları ara-



kız'a büyük saygı gösteren Selâhaddin



sında Trablus Dârülilmi'nin başkanı Ebû



kendisine maaş bağladığı gibi ev ve arazi



Abdullah et-Hıleytılî, Ebü'l-Kâsım İbn Asâ-



verdi. Böylece çok maceralı geçen uzun



kir, Abdülkerîm b. Muhammed es-Sem-



yıllardan sonra sakin v e huzurlu bir haya-



'ânî, Ebü'l-Hasan Ali es-Sinbisî gibi âlim-



ta kavuşan İbn Münkız 23 Ramazan 584'-



ler bulunmaktadır; İbn Habbûs ve İbnü'l-



t e (15 Kasım 1188) Dımaşk'ta vefat etti ve



Hayyât et-Tağlibî gibi şairlerle de yakın



Andre Miquel, Des enseignements



Cebelikâsiyûn Mezarlığı'na gömüldü. İbn



ilişkileri vardı. Doğumundan dört yıl son-



la vie:



Souvenirs



Hallikân onun Yezîd nehri kıyısındaki kab-



ra Kudüs Haçlı istilâsına uğradı. Bu se-



syrien



du temps



rini z i y a r e t e gittiğini söyler ( V e f e y â t , I,



1983). Almanca: Georg Schumann, Usâ-



d a d 1965; K a h i r e , ts.; B e y r u t 1981), Abdülkerîm el-Eşkar ( D ı m a ş k 1980) ve Kasım es-Sâmerrâî ( R i y a d 1407/1987) tarafından yapılmıştır. Rubin Mass, eserden seçtiği bazı kısımları Muntahabât al-lHibâr



li-Usâma



min



Kitâb adı al-



ibn Munqid



tında İbrânîce çevirisiyle birlikte yayımlamıştır ( j e r u s a l e m 1943). Kitabın bu neşirlerden başka çeşitli dillere yapılmış tercümeleri de bulunmaktadır. Fransızca; Hartvvig D e r e n b o u r g , Souvenirs



his-



et recits de chesse ( P a r i s 1895);



toriques



d'un



de



gentilhomme (Paris



des Croisades



beple çocukluğundan itibaren Haçlılar'la



199) . Cesaret ve cömertliğiyle tanınan İbn



ma ibn



yapılan savaşları yakından takip e t m e v e



Münkız, asker v e devlet adamlığının ya-



syrischen



onları tanıma imkânı buldu. Amcası Ebü'l-



nında çok verimli bir müellif olarak da



Kreuzzüge



Asâkir Sultan'ın bir oğlunun olması üze-



şöhrete sahipti; şiirleriyle meşhur edip



PreiBler, Die Erlebnisse



rine veliahtlığını iptal etmesine son de-



v e şairlerin takdirini kazanmıştı. Divanı-



Ritters



recede üzülen İbn Münkız 524'te (1130)



nın bir kısmını kendisinden okuyan İmâ-



1981; M ü n i h 1985). İngilizce: Philip Khuri



Şeyzer'den ayrılıp Dımaşk'a gitti v e Haç-



düddin el-İsfahânî ondan ö v g ü y l e söz



Hitti, An Arab-Syrian



lılar'a karşı savaştı; daha sonra da Mu-



eder. Selâhaddîn-i Eyyûbî de devrin emîr-



Warrior



sul A t a b e ğ i İmâdüddin Zengî'nin hiz-



lerinin edibi ve ediplerinin emîri denilen



Memoirs



metine girdi. Haçlı v e Bizans kuvvetleri-



İbn Münkız'ın siyasî ve askerî tecrübele-



( N e w Y o r k 1929; B e y r u t 1964; P r i n c e t o n



nin 533'te (1138-39) Şeyzer'i kuşatma-



rinden faydalanmak için seferleri ve ic-



1987; L o n d o n 1 9 8 7 ) ; George R. Potter,



ları üzerine onlara karşı düzenlenen as-



raatıyla ilgili konularda fikrini alırdı.



The Autobiography



kerî harekâta katıldı. Tehlikenin bertaraf edilmesinden sonra şehre giren İbn Münkız, amcası EbüT-Asâkir Sultan'ın kendisini rakip gördüğünü anlayınca Dımaşk'a döndü v e Emîr Üner'in hizmetine girip oraya yerleşti. Daha sonra Dımaşklılar'la Haçlılar arasında yapılan savaşlara ve barış görüşmelerine katılarak bü-



Eserleri. 1. Kitâbü'1-İHibâr.



Günümü-



ze ulaşan en ünlü eseridir. İbn Münkız bu kitabıyla Arap edebiyatında yeni bir çığır açmıştır. 0 güne kadar İslâm dünyasında ediplerin kendi biyografilerini yazma geleneği mevcut olmadığı halde edebî nesrin en güzel örneklerinden biri olan Kitâbü'l-İctibâr



müellifin gençlik v e olgunluk



Munkidh. Emirs



Memoiren aus



der



eines Zeit



der



( I n n s b r u c k 1 9 0 5 ) ; Holger



Usâma



des



syrischen



ibn Munqidh



(Leipzig



in the Period



Gentleman of the



of Usâmah



and



Crusades, Ibn-Munqidh



of Ousama



(Lon-



d o n 1929). Türkçe: Yusuf Ziya Cömert, İbretler



Kitabı



( İ s t a n b u l 1992). Rusça: M.



Salier, Usâma b. Munqid,



Kniga



nazida-



nia ( P e t e r s b u r g 1922; M o s k o v a 1958). Eser ayrıca Darko Tanaskovic tarafından Sırpça'ya da tercüme edilmiştir ( B e l g r a d 1984). 2. Dîvânü'ş-şi'r



(Dîuânü Üsâme b. Mün-



kız). Altı bölüm halinde ( g a z e l , v a s f , m ü -



221



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN MÜNKIZ leh, m e d i h , e d e p , risâ) düzenlenen eser yaşanan gerçek hayatla ilgili şiirlerden oluşur. Sadece bir bölümü günümüze ulaşmış olan eser Hartvvig Derenbourg (Ousâma b. Murıkidh, I. La uie d'Ousama, P a r i s 1 8 8 9 - 1 8 9 3 ) ve Ahmed Ahmed Bedevî- Hâmid Abdülmecîd ( K a h i r e 1953; Beyrut 1403/1983) tarafından neşredilmiştir. 3. el-Bedf fînakdi'ş-şi'r(nşr. A h m e d A h m e d B e d e v î - H â m i d A b d ü l m e c î d , Kahire 1380/1960; Beyrut 1407/1987). 4. Kitâbü'l-cAşâ. Başta Hz. Müsâ'nınki olmak üzere meşhur kişilerin asâlarına dair hikâye ve şiirleri, sâlih -âbid kişilerin menkıbelerini ve kendi hayatıyla ilgili bazı olayları ihtiva eder (nşr. M . l e M a r q u i s , Paris 1893; nşr. A b d ü s s e l â m M u h a m m e d Hârûn, K a h i r e 1370/1951, 1392/1973; nşr. H a s a n A b b a s , İ s k e n d e r i y e 1978; K a h i r e 1981). S. Kitâbü'l-Menâzil ve'd-diyâr. 568'de (1172) Hısnıkeyfâ'da tamamlanan eser, Şeyzer ve diğer bazı şehirlerde meydana gelen depremlerle diğer bazı konular hakkında olup eserde şiirlere de yer verilmiştir (nşr. E n e s H a l i d o v , M o s k o v a 1961 ( t ı p k ı b a s ı m | ; nşr. Ş u a y b e l - A r n a û t , D ı m a ş k 1385/1965; Kahire 1992; nşr. Must a f a H i c â z î , K a h i r e 1968). 6. Kitâbü Lübâbi'l-âdâb (Kitâbü Lâmiyyeti'l-âdâb). Siyaset, cömertlik, cesaret, edebiyat, belâgat, hikmet, gençlik ve ihtiyarlık gibi birçok konuyu ele alan edebî bir eserdir. İlk defa bir bölümü el-Muktetaf dergisinde yayımlanmış ( K a h i r e 1908) daha sonra Ahmed Muhammed Şâkir tarafından tam neşri yapılmıştır ( K a h i r e 1354/ 1935). 7. Telhîşu Menâkıbi'l-'Ömereyn li'bni'l-Cevzî. İbnü'l-Cevzî'nin, Hz. Ömer ve Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz hakkındaki Menâkıbü cÖmer b. el-Hattâb ve Sîretü ve menâkıbü cÖmer b. cAbdil'azîz adlı iki eserinin senetlerini kısmen hazfederek ortaya koyduğu çalışmadır. Her iki eser müstakil olarak yayımlanmıştır (nşr. Z e y n e b İbrâhim el-KSrût, Menâkıbü Emîri'l-mü'minîn cÖmer b. el-Hattâb, Beyrut 1407/1987; nşr. N a î m Zerzûr, Sîretü ve menâkıbü cÖmer b. 'Abdil'azîz, Beyrut 1404/1984). İbn Münkız'm kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: et-Târîhu'lBedrî, Fezâ'ilü'l-hulefâ'i'r-râşidîn, Kitâbü Târihi Âli Münkız, Târîhu'l-İslâm, Ahbârü'n-nîsâ5, Kîtâbü't-Te'essî ve'ttesellî, Kitâbü'ş-Şeyb ve'ş-şebâb, Ahbârü'l-büldân, Târîhu'l-kılâc ve'l-huşûn, Ezhârü'l-enhâr, en-Nevm ve'l-ahlâm, Resâ'ilü's-sâ'il, Zeylü Yetîmeti'ddehr, Mekârimü'l-ahlâk, Kitâbü'l-Kazâ.



BİBLİYOGRAFYA : İbn Münkız, An Arab-Syrian Warrior



in the Period



ofUsâmah



Gentleman



of the Crusades:



and



Memoirs



(trc. P h i l i p K. Hitti),



lbn-Munqidh



Princeton 1987, t e r c ü m e edenin önsözü, s. 32 1 ; İmâdüddin el-İsfahânî,



Harîdetü'l-kaşr(nşr.



Şükrî Faysal), D ı m a ş k 1 3 7 5 / 1 9 5 5 , i, 4 9 8 - 5 4 7 ; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâV,



208; İbnü'l-Adîm,



(Zekkâr), bk. İndeks; İbn Halli-



Buğyetü't-taleb kân, Vefeyât,



I, 1 9 5 - 1 9 9 ; Zehebî,



A'lâmü'n-nü-



XXI, 1 6 5 - 1 6 7 ; S a f e d î , el-Vâfî,



belâ',



3 8 2 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,X11,



VIII, 3 7 8 -



331-332; M. Şem-



seddin [Günaltay], Islâmda



Târih



ue



Müuerrih-



/er, İstanbul 1 3 3 9 - 4 2 , s. 1 3 0 - 1 3 8 ; Cl. C a h e n . L a Syrie



du nord



principaute



â l'epoque



Franque



des croisades



et la



Paris 1940,



d'Antioche,



s. 44-46; Brockelmann, GAL, I, 389-391; I, 5 5 2 - 5 5 3 ; N. E l i s s e e f f , Nur



SuppL, Damas



ad-Din,



1967, 1, 20-22; Coşkun Alptekin, The Reign Zangi, begliği,



Erzurum 1978, s. 4 ; a . m l f . , Dimaşk



of Ata-



İstanbul 1 9 8 5 , s. XIX; Baron Carra d e



Vaux, Müfekkirü'l-lslâm



(trc. Âdil Züaytir), K a -



hire 1979, s. 129-141; A h m e d Ramazan A h m e d , er-Rihle



Cidde, ts.,



oe'r-rahhâletü'l-müslimCın,



s. 2 5 1 - 2 6 5 ; Şâkir M u s t a f a , ue'l-mü'errihûn,



Beyrut 1980, II, 2 4 3 - 2 4 5 ; A b -



durrahman Hamîde, 'Arab



et-Târîhu'l-'Arabi



ue muktetafât



A'lâmü'l-coğrâfıyyîne'lmin



Dımaşk



âşârihim,



1416/1995, s. 3 7 8 - 3 8 7 ; Tâhir en-Na'sanî el-Ham e n î , Üsâme



b. Münkız,



Şeşen, Müslümanlarda



H a m a , ts.; R a m a z a n Tarih-Coğrafya



Yaz ıcı-



lığı, İstanbul 1998, s. 119-120; a.mlf., " Ü s â m e " , İA, XIII, 1 1 9 - 1 2 1 ; I. Schen, " U s a m a i b n M u n qidh's M e m o i r s : S o m e Forther Light on M ü s lim Middle A r a b i c " , JSS, XVI (1972), s. 218-224; Darko Tanaskovic, " A u t o b i o g r a f ı j a U s a m e i b n M u n k ı z a - J e d i n s t v e n ı Jezicki S p o m e n i k " ,



POF,



XXVI ( 1 9 7 6 ) , s. 2 3 3 - 2 6 9 ; Ign. Kratschkovsky, " U s a m a b. M u r ş h i d " , E/(İng ), VIII, 1 0 4 7 - 1 0 4 8 .



H



r



ALI



SEVIM



İBN M Ü S D Î



n



Ebû Bekr Cemâlüddîn Muhammed b. Yûsuf b. Mûsâ el-Ezdî el-Gırnâtî (ö. 663/1265) L



H a d i s hafızı v e kıraat âlimi.



J



598 (1202) veya 599'da Endülüs'te Gırnata (Granada) civarında Vâdîâş'ta (Guadix) doğdu. Büyük dedesine nisbetle İbn Müsdî (Mesdî) diye meşhur oldu. Endelüsî ve Mühellebî nisbeleriyle de anılır. Yirmi yaşına kadar memleketindeki birçok âlimden ilim tahsil etti. 620'den (1223) sonra Tilimsân, Tunus, Halep, Dımaşk gibi yerleri dolaşarak Mısır'a geçti. Mısır'da bir müddet oturduktan sonra Mekke'ye göç edip vefatına kadar burada yaşadı. Seyahatleri sırasında birçok âlimden faydalandı, bazılarından icâzet aldı. Abdüssamed b. Ebû Recâ el-Belevî, Ebü'lKâsım îsâ b. Abdülazîz el-Lahmî ve Mu-



hammed b. Ali el-Esedî es-Sebtî'den kıraat tahsil etti. İbn Müsdî'nin diğer hocaları arasında Ebû Muhammed İbn Ulvân, Ebü'l-Kâsım İbn Sasrâ, Fahre'l-Fârisî, İbn Halfûn ve Muhammed b. Abbâd el-Hılâtî gibi âlimler yer almakta olup Alemüddin ed-Devâdârî, seyahatnâmesiyle ünlü Ebû Muhammed el-Abderî, Mecdüddin Abdullah b. Muhammed et-Taberî, Abdülmü'min ed-Dimyâtî ve Ebü'l-Yümn İbn Asâkir de onun talebelerinden bazılarıdır. İbn Müsdî 10 Şevval 663'te (26 Temmuz 1265) Mekke'de meydana gelen bir baskın sırasında öldürüldü; bir rivayete göre ise veba salgınında öldü ve Cennetü'l-Muallâ'ya defnedildi. Geniş ilmî birikiminden söz edilen İbn Müsdî'nin hadisin yanı sıra fıkıh, kıraat, edebiyat ve şiirle de uğraştığı, nazım ve nesir alanında dili çok iyi kullandığı, ifadelerinin son derece düzgün, fesahat ve belâgat açısından kusursuz olduğu, hem Mağrib hattını hem de diğer İslâm ülkelerinde kullanılan yazıyı çok güzel yazdığı belirtilmektedir. Dedesinden Kadiri tarikatı hırkası giydiği rivayet edildiğine göre (Safedî, V, 254) onun tasavvufla da ilgilendiği anlaşılmaktadır. Tenkitlerinden çok az kimsenin kurtulduğu belirtilen İbn Müsdî Mekke'ye yerleştikten sonra Zeydiyye mezhebine ilgi duyarak aralarına katılmış, onlar da kendisini 661'de (1263) Mescid-i Harâm'a hatip tayin etmiştir. Kitaplarında genellikle Zeydîlik'le ilgili bilgiler verdiği zikredilmekte, Hz. Âişe hakkında ileri geri konuştuğu ve Şîa yanlısı bid'atçı bir kimse olduğu belirtilmektedir. İbn Müsdî, Endülüslü bir hocasının bir araya getirdiği Erba'în'ini ondan alıp daha sonra bu hadislerin başka senedlerini bularak onları rivayet etmesi sebebiyle eleştirilmiştir. Eleştiriyi değerlendiren İbn Hacer, bu durumun semâ iddiasında bulunulmaksızın yapılmış bir nevi tahrîc faaliyeti olarak görülmesi gerektiğini, bunun da râvinin kizbine değil vehmine delâlet edeceğini ileri sürmüş ve İbn Müsdî'yi savunmuştur (Lisânü'l-Mîzân, V, 438). Zehebî de İbn Müsdî'yi zayıf sayanların bulunduğunu belirterek kendisinin de Mu'cem'ini incelerken bazı vehimlerini tesbit ettiğini söylemektedir (Tezkiretü 7huffâz, IV, 1449). İbn Müsdî'yi para karşılığında hadis rivayet ettiği için tenkit edenler de vardır (Fâsî, II, 407-408). Eserleri. 1. Mu'cemü'ş-şüyüh.



İbn



Müsdî'nin şeyhleri hakkında bilgi verdiği



222



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN N Â C Î üç cilt hacminde bir eser olup vezinsiz fa-



r



T



IBN MÜYESSER



kat kafiyeli bir anlatımla kaleme alınmış-



tadır. Makrîzî, İbn Tağrîberdî, İbn Hacer el-Askalânî ve Nüveyrî ise ondan fayda-



tır. Zehebî bu eserden istifade ettiğini IV, 7 3 ) , Safedî de müel-



(Mizânü'l-i'tidâl,



lif hattı nüshasını görüp ondan faydalandığını (el-Vâft, V, 2 5 5 ) bildirmektedir. İbn Müsdî'nin devrinin diğer tanınmış âlimleri için de mu'cemler kaleme aldığı belirtilmektedir. 2.



Ebû A b d i l l â h T â c ü d d î n M u h a m m e d b. A l î b. Y û s u f b. M ü y e s s e r el-Mısrî (ö. 6 7 7 / 1 2 7 8 )



Ali b. Zâfir el-Ezdî'nin verdikleri bilgiler



Mısırlı tarihçi.



bebi genelde aynı kaynaklan, özellikle İb-



L



lanmışlardır. Öte yandan İbn Müyesser ile arasında da büyük benzerlikler bulunması dikkat çekmektedir. Ancak bunun senü'l-Esîr'in el-Kâmil'ini kullanmış olma-



el-Müsnedü'l-ğarîb.



Müellifin yaşadığı d ö n e m d e k i ve daha



628 (1231) yılında Kahire'de doğdu. Ha-



önceki hadis âlimlerinin görüşlerini top-



yatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Nese-



ladığı bir eserdir. 3.



el-Müselselât.



bi, Fâtımî Halifesi Hâfız - Lidîniilâh döne-



Eserden seçilmiş hadisleri ihtiva eden



minin ( 1 1 3 2 - 1 1 4 9 ) önemli şahsiyetlerin-



bir cüz günümüze ulaşmıştır ( D â r ü ' l - k ü -



den el-Emîrü'l-Muazzam Celâleddin Mu-



t ü b i ' z - Z â h i r i y y e , M e c m u a , nr. 103, vr. 172-



hammed Celeb Râgıb tarafından Tunus'-



177). 4. İ'lâmü'n-nâsik



bi-cflâmi'l-me-



tan Mısır'a getirilen bir şahsa dayanır. İbn



nâsik. Mezheplerin hacla ilgili görüşleri-



Müyesser adını yine Fâtımî emirlerinden



nin v e dayandıkları delillerin toplandığı



olduğu sanılan büyük dedesinden alır. Ey-



hacimli bir kitaptır (a.g.e., a . y ). 5. el-Er-



yûbîler'in yıkılışı ve Memlûk Devleti'nin



bdûne'l-muhtûre



kuruluşu sırasında yaşanan buhrana v e



fî fazli'l-hac



ve'z-zi-



yâre. Brockelmann, eserin Ebû Bekir Ce-



I. Baybars'ın parlak devrine (1260-1277)



mâleddin M u h a m m e d b. Yûsuf b. Mu-



şahit olduktan sonra 18 Muharrem 677



gire'ye de nisbet edildiğini söylemekte



(11 Haziran 1278) tarihinde Kahire'de ve-



(GAL ( A r . ) , V I , 2 8 1 - 2 8 2 ) , İbn Rüşeyd bu



f a t etti ve Mukattam'da toprağa verildi.



eserden çeşitli hadisler nakletmektedir



Eserleri. İbn Müyesser'in günümüze



V, 133, 140).



(Mil'ü'l-'aybe,



kadar geldiği bilinen t e k eseri



İbn Müsdî'nin bunlardan başka



Menâ-



ile kendisine tarikat hır-



kıbü'ş-Şıddîk'ı



kası giydiren şeyhlerinin Hz. P e y g a m ber'e ulaşan silsilesini kaydettiği bir cüzünden bahsedilmekte ( A b d ü l h a y e l - K e t t â n î , II, 5 8 0 ) , Keşfü'z-zunûn



da onun



"delâilü'n-nübüvve" konusunda eser yazanlardan olduğu belirtilmekte (I, 706; a y rıca bk. DlA, XVI, 2 7 6 ) , ayrıca Muâviye v e yakınları aleyhinde 600 beyitlik bir kasidesi bulunduğu kaydedilmektedir. Onun Esne'l-menû'ih



adlı



fî esme'l-medâ'ih



na'tı da meşhurdur.



Mışr



Ahbâru



(Târîhu Mışr) olup M u h a m m e d b.



Ubeydullah el-Müsebbihî'nin (ö. 420/1029) tarihine zeyil olarak yazılmıştır; bu sebeple Tekmiletü



Tûrîhi'l-Müsebbihî



rîhu'l-kebîr



cale's-sinîn



ve Tâ-



zeyyele



bihî



adlarıyla da bi-



'alâ Kitâbi'l-Müsebbihî



men Fuâd Seyyid ( K a h i r e 1 9 8 1 ) tarafından neşredilmiştir. Müellifin Kitâbü



mi ve Haçlı seferleri hakkında önemli bil-



g ü n ü m ü z e intikal etmemiştir. İbn Hâcer'in Refu'l-işr'i



a y r ı c a bk. İndeks; Z e h e b î ,



cümi'a



Tezkiretü'l-huffâz,



IV, 1 4 4 8 - 1 4 5 0 ; a . m l f . . Mîzânü'l-i'tidâl,



IV, 73;



(Altıkulaç), III, 1312-



dan 814(1411) yılında el-Müntekâ ahbâri



Mışr



li'bn



BİBLİYOGRAFYA : S a f e d î , el-Vâfî,



I, 5 7 4 ; N. Elisseeff, Mürad-Dln,



1967,1, 56-57; Şâkir Mustafa, ue'l-mû'errihûn,



IV, 162; İbn Ferhûn,



4 0 3 - 4 1 0 ; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, İbn Tâğrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhlre,



ları arası kayıptır. Bu eksiklik, Fâtımîler'in



İbn Müyesser'den aldığı anlaşılan Nüvey-



V, 437-438; VI, 2 2 8 ;



et-Târîhu'l-'Arabî Tarih-Coğraf-



İstanbul 1998, s. 1 5 0 - 1 5 1 ; Claude



Cahen, " Q u e l q u e s c h r o n i q u e s a n c i e n n e s r e l a t i v e s a u x derniers F a t i m i d e s " , BIFAO,



JRAS,



51



r L



(bk. YAHYÂ b. İBRÂHÎM).



r



IBN NÂCÎ



rî'nin Nihâyetü'l-ereb'inden nabilmektedir. Ahbâru



tamamla-



Mışr'm



esasını



M â l i k i fıkıh âlimi



er-Risâletü'l-müstet-



rafe, s. 83; a.e. (Özbek), s. 123, 203, 287; îzâ-



Murtazâ Muhammed b. Hasan et-Trab-



V, 313; Kettânî,



hu'l-meknûn,



XII, 140; Abdülhay el-Kettânî, II, 5 8 0 ; Ziriklî, el-A'lâm bi-Mekke,



L



J



lusî, Reşîd b. Zübeyr, Ebû Zekeriyyâ Ze-



760 (1359) yılında Kayrevan'da doğdu.



kiyyüddin Yahyâ b. Ali ed-Dımaşkî, İz-



Bazı kaynaklarda adı Kasım, künyesi de



Fihrisü'l-fehâris, ve'l-mü'errihûn



London 1994, s. 4 3 - 4 5 ; Yusuf Şevki



Yavuz, " e l - H a s â i s ü ' l - k ü b r â " , DlA, XVI, 2 7 6 . I S



1



(Ar.),



( F e t h u l i a h ) , VII, 150-



151; M. Habîb el-Hîle, et-Târîh



J



Mu'cemü'l-mü'ellifîn,



II, 508; Brockelmann, GAL



VI, 2 8 1 - 2 8 2 ; K e h h â l e ,



H



(lt!* Ji')



v e biyografi yazarı.



Şezerât,



IV, 7 1 7 -



E b ü ' l - K â s ı m b . î s â b. N â c î et-Tenûhî el-Kayrevânî (ö. 8 3 9 / 1 4 3 5 )



arası dönemi daha çok Ebû Abdullah el-



I, 58, 706; II, 1735; İbnü'l-İmâd,



El2



A L İ SEVİM



IBN MUZEYN



teşkil eden Fâtımîler'in XI ve XII. yüzyıllar



Keşfü'z-zunûn,



XXXVII



I (1952), s. 2 9 3 - 2 9 5 ; M u h a m m e d Mehdî



Müezzin-i Câmî, " İ b n M ü y e s s e r " , DMBİ,



son asrıyla ilgili bilgileri -İzzeddin İbnü'l-



ed-Dîbâcû'lII,



GAL



Damas



Beyrut 1983, III, 111-112; Ra-



m a z a n Şeşen, Müslümanlarda ya Yazıcılığı,



II,



Mu'ce-



XI, 7 3 ; B r o c k e l m a n n ,



mü'l-mü'ellifîn, Suppi,



3 0 4 ; Kehhâle,



min



Esîr'den yaptığı iktibaslar hariç- tamamen



II, 3 3 3 - 3 3 4 ; Fâsî, el-'İkdü'ş-şemîn,



IV, 188; Makrîzî, el-Hıtat,



17, 19; Keşfü'z-zunûn,],



adıyla ka-



Müyesser



Mir'â-



V, 2 5 4 - 2 5 5 ; Yâfıî,



yazarken ondan fay-



dalandığı bilinmektedir.



giler ihtiva eder. Eserin, Makrîzî tarafın-



nin (1101-1130) 502-514 (1108-1120) yıl-



bi-mâ



Tâ-



adlı eseri ise ( S a f e d î , IV, 188)



rîhi'l-kudât



es de la chronique d ' E g y p t e d'Ibn M u y a s s a r . . . " ,



Beyrut 1408/1988, V, 133, 140, 143, 1 4 4 , 2 3 1 ,



tü'l-cenân,



re 1 9 1 9 ) , VVilliam Mylord ( K a h i r e 1 9 8 0 ) , bir mukaddime ve bir fihrist ilâvesiyle Ey-



len eser, Nûreddin Mahmud Zengî döne-



1688). Ancak Âmir-Biahkâmillâh dönemi-



müzheb,



I I I 1 1 8 8 4 ] , s. 4 5 7 - 4 7 3 ) gibi Fran-



(RHCOr.,



sızca özetiyle birlikte Henri Masse ( K a h i -



(İng.), III, 8 9 4 ; Michael Brett, " C h o i x de p a s s a g -



ulaşmıştır ( B i b l i o t h e q u e N a t i o n a l e , nr.



1313; Safedî, el-Vâfı,



ayrı bir bölüm halinde yayımlandığı gibi



başlayarak müellifin zamanına kadar ge-



bi-tû-



a . m l f . , Ma'rifetü'l-kurrâ'



tarafından Fransızca tercümesiyle birlikte



arasını içeren bir muhtasarı günümüze



'l-'aybe



Haçlı seferleriyle



ilgili kısmı Baron Mac-Guckin de Slane



( 1 9 3 7 - 3 8 ) , s. 1 - 2 7 ; a.mlf., " i b n M u y a s s a r " ,



M u h a m m e d Habîb İbnü'l-Hoca),



İbn Rüşeyd, Mil'ü



larıdır. el-Müntekâ'nm



linir ( S a f e d î , IV, 188). Tolunoğullan'ndan



leme alınmış 439-553 (1047-1158) yılları



BİBLİYOGRAFYA :



li'l-ğaybe(nşr.



v e eser bu yönüyle özel bir önem taşımak-



ABDÜLKADİR



ŞENEL



zeddin İbnü'l-Esîr, Habbâl, Ebü'l-Fevâris



Ebü'1-Fazl ve Ebü'l-Kâsım olarak kaydedi-



Hamdân b. Abdürrahîm el-Esâribî, İbnü'i-



lir ( H i f n â v î , s. 92; A h m e d B â b â e t - T i n b ü k -



Me'mûn el-Batâihî ve Cevvânî gibi tarih-



tî, s. 364). Ancak kaynakların çoğunda adı



çilerin bir kısmı bugün mevcut olmayan



Ebü'l-Kâsım diye belirtildiği gibi Muham-



kitaplarından faydalanılarak yazılmıştır



med Mahfûz da bir belgeye dayanarak bu223



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÂCÎ nu teyit e t m e k t e ve künyesini Ebü'l-Fazl



üzerine tertip edilmiş olup dört cilttir (iki



Ramazan 301'de (31 Mart 914) Bağdatta



şeklinde vermektedir (Terâcimü'l-mü'elli-



c i l d i T u n u s e l - M e k t e b e t ü ' l - v a t a n i y y e , nr.



v e f a t etti.



fîn, V, 8 ) . İbn Nâcî babasının ölümünden



5 8 0 8 ' d e kayıtlıdır; a y r ı c a bk. S e z g i n , 1,471).



İbn Abdülber en-Nemerî, İbn Nâciye'-



sonra amcasının himayesinde büyüdü.



eş-Şayiî



olarak bilinen küçük şerh ise



Kayrevan'da Ebû Muhammed Abdüsse-



hacimli iki cilt halinde basılmıştır ( K a h i r e



nin 132 cüzden meydana gelen el-Müsned adlı eserini İbn Nemerî'nin gördüğü-



lâm es-Sefâkusî, amcası Halîfe b. Nâcî,



1325). 4. Şerhu't-Tefrf.



İbnü'l-Cellâb el-



Muhammed b. Kalîlülhem, Ebû Abdullah



Basrî'nin Kitâbü't-Tefrf



adlı eserinin şer-



Muhammed b. Bündâr el-Murâdî, Ahmed



hidir ( Z e y t û n e C a m i i K t p . , nr. 2 5 3 4 ) .



b. Seiâme el-Mûsâvî, İbn Kîrât diye tanı-



BİBLİYOGRAFYA :



nan Ali b. Hasan ez-Zeyyâtî'den ders aldı.



BİBLİYOGRAFYA :



Yirmi bir yaşında iken Zeytûne Camii'nin



Sehâvî, ed-Dau'ü'l-lâmi',



XI, 137; Bedreddin



el-Karâfî, Tevşîhu'd-Dîbâc



(nşr. Ahmed eş-Şü-



imam-hatipliğine getirildi. Daha sonra



teyvî), Tunus 1403/1983, s. 2 6 6 - 2 6 7 ;



Tunus'a gitti v e burada kaldığı on dört



lü's-sündüsiyye,



yıl boyunca İbn Arafe, Ebû Mehdî îsâ el-



bi-ricâli's-selef,



Gubrînî, Übbî, Ya'küb ez-Ziğbî, Ebü'l-Kâsım el-Kosantînî, Ebü'l-Kâsım es-Selâvî, Ebû M u h a m m e d Abdullah b. Muham-



I, 691; Hifnâvî,



Tunus 1402/1982, s. 92-93; İb-



1976, s. 247; a.mlf.. Dürretü'l-hicât,



III, 282; Ah-



m e d Bâbâ et-Unbüktî, Heylü'l-ibtihâc, 1 4 0 8 / 1 9 8 9 , s. 3 6 4 ; Mahlûf,



Trablus



c e m , I, 2 6 1 , 6 4 4 , 8 6 4 ; İzâhu'l-meknûn,



I, 300; II, 337; a.e. (Ar.), III, 283, 286, 287, 290;



1400/1980, I, 325-326, 327, 396; Muhammed



lerin en meşhuru Ebü'l-Abbas Halûlû el-



Mahfuz, Terâcimü'l-mü'ellifîn



838 (1434) olarak zikredilmektedir.



îmân. Abdurrahman b. Muhammed ed-



Dârülbeyzâ



Hizâneti'l-Karaviyyîn,



et-Tûnisiyytn,



Beyrut 1406/1986, V, 8-14; Cezzâr,



Medâhilü'l-



Hizâneti İbn Yûsuf



I S



r



SAKLAN



IBN NAFı' (bk. ABDULLAH b. NÂFİ').



L



r



İBN NAKIYA



1



J 1



Ebü'l-Kâsım Abdullah (Abdülbâki) b. M u h a m m e d b. e l - H ü s e y n b . N â k ı y â b. D â v û d e l - B ü n d â r e l - B a ğ d â d î (ö. 4 8 5 / 1 0 9 2 )



el-Fikrü's-



Eymen Sâlih Şa'bân), Beyrut 1416/



1995, II/3-4, s. 301; " i b n N â d j i " , El2



Suppl.



(İng.), s. 394-395; Kahhâr Mukîmî, "İbn Nâcî", DMBİ,\,



BILAL



bi-Merrâküş,



Beyrut 1414/1994, s. 221-245; Hacvî,



14-15.



m IM



Debbâğ'ın ( ö . 699/1300), Kayrevan şehrin-



II,



142.



IV, 1713-1714;Sıddîkb. el-Arabî. Fih-



risü mahtûtati sâmî(nşr.



Eserleri. 1. Z l y â d â t ' a l â M e ' â l i m i ' l -



el-Vâfi, XVII, 474-475; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



Sezgin, GAS, 1,471-477; M. Âbid el-Fâsî, Fihrisü mahtûtâti



kaynaklarda 830 (1427), 837 (1433) v e



taba-



II,



504; Brockelmann, GAL, I, 187; II, 311 \Suppl.,



mü'ellifin,



A'lâmü'n-



Kahire 1987, s. 159; Safedî.



235; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifin.V1,



Mu'-



hı iyi bilen İbn Nâcî'nin yetiştirdiği talebe-



v e f a t eden İbn Nâcî'nin ölüm tarihi bazı



XIV, 164-166; a.mlf., el-Mu'înfî



Şeceretü'n-nûr,



1, 873; SerMs,



da bulundu. Ahkâm, nevazil ve fürû-i fık-



Kayrevânî'dir. 839'da (1435) Kayrevan'da



\1,125; İbn Ab-



II, 417; Zehebî, Tez-



II, 696-697;a.mlf.,



kiretü'l-huffâz, kâti'l-muhaddişîn,



içinde), Rabat 1396/



X, 104-105; İbn Mâ-



125; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, dülhâdî, 'Ulemâ'ü'l-hadîş,



cî, Elfü sene mine'l-uefeyât



s. 244-245; Keşfü'z-zunûn,



Süse, Tebisse v e Kayrevan kadılıklarında



Bağdâd,



I, 501; Sem'ânî, el-Ensâb, II, 124-



nübelâ',



etti. Cerbe'de üç yıldan fazla kadılık ve Kayrevan'a döndü. Kâbis, Bâce, Ürbüs,



el-Hute-



Ta'rîfü'l-halef



Hatîb, Târîhu kûlâ, el-İkmâl,



nö'I-Kâdî, La/cfü7-/erâ'/d(nşr. Muhammed Hac-



m e d eş-Şebîbî gibi âlimlerden istifade hatiplik yaptıktan sonra istifa e d e r e k



nü belirtmekte, ancak eserin günümüze ulaşıp ulaşmadığına dair bilgi bulunmamaktadır.



KASIM



KIRBIYIK



Dil âlimi, e d i p v e şair. L



J



den v e burada yetişen yahut burayı ziyar e t eden âlimlerden bahseden M e ' â i i mü'l-îmârı



fîma'rifeti



r



ehli'1-Kay revân



~1



17 Zilkade 410'da (15 Mart 1020) Bağdat'ta doğdu. Çocukluk dönemini bura-



adlı eserini, rivayet senedlerini çıkararak



da geçirdi. Şiir v e ahbâr râvisi olan baba-



Ebû M u h a m m e d Abdullah b. M u h a m m e d b. N â c i y e el-Berberî el-Bağdâdî (ö. 3 0 1 / 9 1 4 )



ihtisar e t t i ğ i v e Debbâğ'ın ölümünden sonraki dönemlere ait bazı kişilerin biyografilerini IV. ciltte bir araya getirerek tamamladığı bir çalışma olup aynı eserle birlikte dört cilt halinde neşredilmiştir



İBN NACİYE



L



H a d i s hâfızı.



sı ile Ebü'l-Kâsım Ali b. Muhammed et Tenûhî, Ebü'l-Hüseyin b. Ahmed en-Nekür, Abdurrahman b. Ubeydullah el-Muharrimî, Abdülvâhid b. M u h a m m e d elJ



(TUnus 1320/1902). Ayrıca eserin I. cildi İb-



Mutarrız v e Ebü'l-Hasan Muhammed b. Muhammed el-Basrî gibi edip v e âlimler-



râhim Şebbûh ( K a h i r e 1388/1968), II. cil-



210'da (825) doğdu ( K e h h â l e , VI, 142).



den ders alarak yetişti. Ayrıca Şâfiî fakihi



di Muhammed ei-Ahmedî Ebü'n-Nûr v e



A s l e n M a ğ r i b ' d e Berber (Bilâdülberber)



v e mutasavvıf Ebû İshak eş-Şîrâzî'nin de



Muhammed Mâdûr ( K a h i r e 1972), III ve IV.



bölgesinden olup daha sonra Bağdat'a



derslerine devam eden İbn Nâkıyâ'nın en



ciltleri Muhammed Mâdûr ( T u n u s 1 9 7 8 )



yerleştiği anlaşılmaktadır. Ebû Bekir b.



çok Ebû İshak'tan etkilendiği v e onun için



tarafından yayımlanmıştır. 2. Şerh



calâ



Ebû Şeybe, Süveyd b. Saîd, İsmâil b. Mû-



bir mersiye kaleme aldığı kaydedilmek-



el-Kayrevânî.



sâ el-Fezârî, Abdüla'lâ b. Hammâd en-



tedir (İbn Hallikân, 1,30). Hayatının daha



İbn Ebû Zeyd'in Mâlikî fıkhına dair eseri-



Nersî, Abdullah b. Muâviye el-Cumahî v e



sonraki dönemleriyle ilgili yeterli bilgi bu-



nin şerhidir. Zerrûk diye bilinen Ahmed b.



Bündâr diye tanınan Muhammed b. Beş-



lunmayan İbn Nâkıyâ 4 Muharrem 485



Ahmed el-Burnusî'nin aynı risâleye yazdı-



şâr'dan hadis rivayet etti. Kendisinden



(15 Şubat 1092) tarihinde Bağdat'ta ve-



ğı şerh ile beraber Kahire'de iki defa ba-



kıraat âlimi Ebü'l-Kâsım İbnu n-Nehhâs,



f a t etti v e Bâbüşşam Mezarlığı'na defne-



sılmıştır (1330,1-ll, 1332). İki şerhin bir



Taberânî, Ebû Bekir İbnü'l-Enbârî, Ebû



dildi.



arada bulunduğu bu nüsha müelliflerinin



Bekir eş-Şâfiî, İbnü'l-Ciâbîve Ebû H a f s



İbn Nâkıyâ'nın pek dindar olmadığı, Al-



adıyla "İbn Nâcî v e Zerrûk" diye bilinir. 3.



İbnü'z-Zeyyât gibi âlimler rivayette bu-



lah'ın sıfatlarını inkâra meylettiği v e bu



İbn Nâcî,



lundular. Hatîb el-Bağdâdî, İbn Nâciye'yi



konuda bir risâle yazdığı rivayet edilmek-



el-Müdevvene-



"sika" v e "sebt" terimleriyle değerlendir-



tedir (Dâvûdî, I, 261). Gökyüzünde şarap,



Risâleti



Şerhu



İbn Ebî Zeyd



Tehzlbi'l-Müdevvene.



Berâziî'nin Sahnûn'a ait



adlı ihti-



miş, Zehebî de onun için "hüccet" terimi-



bal v e süt nehirleri bulunduğunu, fakat



sar üzerine iki şerh kaleme almıştır. Bun-



ni kullanmıştır. Çok hadis rivayet eden



bunlardan yeryüzüne bir damla bile düş-



lardan eş-Şitevî



âlimlerden olduğu belirtilen İbn Nâciye 1



mediğini, gökten sadece evleri yıkıp ha-



tü'l-kübrâ'ya



yazdığı et-Tehzîb



diye tanınanı on beş cüz



224



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÂSIR es-SELÂMÎ rap eden yağmurlar yağdığını söylemesi de onun bu temayülüyle ilgili görülmüştür (İbnü'l-Cevzî, IX, 68-69; İbn Hallikân, 1, 29-30; II, 385). Ancak İbn Hailikân'ın naklettiğine göre cenazesini yıkayan kişi, onun kapalı olan sol avucunu açtığında içinde cehennem azabından kurtulmayı ümit ettiğini, Allah'tan korktuğunu, O'nun merhametine güvendiğini ifade eden bir beyit gördüğünü söylemiştir (Vefeyât, III, 99). Akıcı ve güçlü üslûbuyla çok sayıda şiir yazan İbn Nâkıyâ'nın şiirleri çağdaşlarının ve daha sonraki edip ve âlimlerin takdirini kazanmıştır. Makâmât'ı ve diğer eserleri onun kabiliyetini, geniş bilgi ve kültür birikimini göstermektedir. Müstehcen ve hezl (hezel) türünde şiir yazmaktan, mizah ve hicivden hoşlanan bir tabiata sa.hip olan İbn Nâkıyâ'ya göre şaka, mizah ve hicivle zâhidlik arasında bir çelişki yoktur. İbn Şibl'in bir fahriyesine cevap olarak irticâlen söylediği şiir onun en güzel hicivlerindendir. Bu şiirinde, soyundan İbn Şibl gibi bir kimse geldiği için Hz. Âdem'in cennetten kovulduğunu söylemiş ve, "Eğer Âdem kendi soyundan senin gibi birinin geleceğini bilseydi zürriyetini keserdi" demiştir. İbn Nâkıyâ'nın talebeleri arasında Abdullah el-Enmâtî, İbn Nâsır es-Selâmî, Şücâ' b. Fâris ez-Zühlî, Ebû Gâlib ed-Deylemî ve Ebû Ali b. Mühtedî gibi şahsiyetler bulunmaktadır. Eserleri, t. el-Cümân fî teşbîhâti'lKur'ân. Mecâzü'l-Kur'ân ve i'câzü'l-Kur'ân türü kitaplar arasında da sayılan elCümân sûrelere göre düzenlenmiştir. Ancak her sûreden örnek alınmamış, Bakara süresiyle Fîl sûresi arasındaki otuz altı sûreden seçilmiş 226 âyette görülen teşbihler üzerinde durulmuştur. İbn Nâkıyâ eserinde Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ ve Müberred gibi âlimlerden nakiller yapmış, eski şairlerin şiirlerini şâhid olarak kullanmıştır. el-Cümân Adnân Zerzûr ile Muhammed Rıdvân ed-Dâye ( K ü v e y t 1387/1968), Ahmed Matlûb ve Hadîce elHadîsî tarafından neşredilmiş ( B a ğ d a d 1968), ikinci neşri Seyyid Ali Mîrlevhî Farsça'ya tercüme etmiştir ( M e ş h e d 1374/ 1995). Eseri ayrıca Mustafa es-Sâvî elCüveynî(İskenderiye 1974-1978) ve Mahmûd Hasan Ebû Nâcî eş-Şeybânî de ( R i y a d 1987) yayımlamıştır. 2. Makâmât. İbn Nâkıyâ, on makâmeden meydana gelen bu tanınmış eserinde konuları yer yer nüktelerle süsleyerek açıklamış, ayrıca edebiyatta mizahın önemine de işaret etmiş ve hemen her makâmenin sonunda bazı kelimeler hakkında bilgi vermiş-



tir. Eserin birinci makâmesi ve İbn Nâkıyâ'nın bazı şiirleri Fransızca tercümeleriyle birlikte Clement Huart tarafından yayımlanmıştır. Makâmât, ilk defa üç ayrı müellifin mekâmelerinin yer aldığı bir mecmua içinde üç makâmesi (1, 7 v e 10) eksik olarak basılmış ( İ s t a n b u l 1330, s. 123-153), Osman Reşer Almanca bir giriş ilâve ederek bu baskıyı aynen tekrarlamıştır ( O s n a b r ü c k 1980). Eserin ilmî neşri, Süleymaniye Kütüphanesi nüshası (Fâtih, nr. 4097) esas alınarak Hasan Abbas tarafından yapılmıştır (İskenderiye 1988). 3. Şerhu'l-Faşîh. Sa'leb'in lugata dair Kitâbü'l-Faşîh'mm şerhi olup öğrencilerinin derlediği notlarından meydana gelmiştir. Bu şerhle ilgili olarak Abdülvehhâb Muhammed Ali el-Udvânî bir yüksek lisans çalışması yapmıştır (1973, Kahire Ü n i v e r s i t e s i E d e b i y a t F a k ü l t e s i ) . Eserin Musul Mektebetü'l-evkâfta (nr. 22) bir nüshasının bulunduğu kaydedilmektedir ( S e z g i n , VIII, 143-, DMBl, V, 21). İbn Nâkıyâ'nın kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Dîvân, Muhtaşarü'lEğânî, Dîvânü resâ'il ve Mülehu'l-mümâleha (Süyûtî, II, 67; K e h h â l e , V, 75; VI, 116). BİBLİYOGRAFYA



:



İbn Nâkıyâ, el-Cümân







teşbihâti'l-Kur'ân



(nşr. A h m e d Matlûb, trc. Seyyid Ali Mîrlevhî), Meşhed 1374 hş./1995, neşredenin girişi, s. 15-45; İbnü'l-Kıftî, Inbâhü'r-ruvât, nü'l-Cevzî, el-Muntazam,



II, 133; İb-



IX, 68-69; İbn Halli-



kân, Vefeyât, I, 29-30; II, 385; III, 98-99; Safedî, el-Vâfî, XVII, 472; Kureşî,



el-Ceuâhirü'l-mudıy-



ye, II, 329-332; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, 384-385; Süyûtî, Buğyetü'l-vu'ât, dî, Tabakâtü'l-müfessirîn, zunûn,



I, 261-262;



Keşfü'z-



I, 129, 594, 769, 799; II, 1273, 1817;



Brockelmann, GAL Suppl., cârifin,



III,



II, 67; Dâvû-



I, 453; Kehhâle,



1,486;



Hediyyetü'l-



Mu'cemü'l-mü'ellifin,



V, 75; VI, 116; Sezgin, GAS, VIII, 143; Muhyî Hilâl es-Serhân, Fihrisü



Matbû'atl



uizâreti'l-ev-



kâf, B a ğ d a d 1986, s. 72; Stefan Vıld, " H a s a n Abbâs (ed.) Maqâmât ibn N â q i y â " ,



JAL,XXIII/



1 (1992), s. 76-78; J . - C . V a d e t , " i b n N â k ı y â " , El2 (İng ), III, 899; M. Ali Lisânî Fişârekî, "İbn Nâk ı y â " , DMBl, V, 20-22. m m



F



ZÜLFÎKAR TÜCCAR



İBN NÂSIR es-SELÂMÎ



n



( ^ İ C J I yO^İ jjJİ )



Ebü'1-Fazl M u h a m m e d b. Nâsır (Tekin) b. M u h a m m e d el-Fârisî es-Selâmî el-Bağdâdî (ö. 5 5 0 / 1 1 5 5 ) H a d i s hâfızı.



^



15 Şâban 467'de (5 Nisan 1075) Bağdat'ta dünyaya geldi. 490'da (1097) doğduğuna dair kayıt (Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 92) yanlıştır. Farslı olduğu için Fârisî, Me-



dînetüsselâm da denilen Bağdat'a nisbetle Selâmî nisbesiyle anıldı. Bir Türk muhaddisi olan babası genç yaşta vefat edince anne tarafından dedesi fakih Ebû Hâkim el-Habrî'nin himayesinde yetişti. İlk hadis dersini 473'te (1080) Ebü'I-Kâsım Ali b. Ahmed İbnü'l-Büsrî'den ve Ebû Tâhir İbn Ebü's-Sakr el-Enbârî'den aldı. Önce Şâfiî fıkhını öğrendi. Hatîb et-Tebrîzî'den lügat ve edebiyat dersleri aldı. Çeşitli ilim merkezlerinde Muhammed b. Abdüsselâm b. Şândüh, Ebû Abdullah Hüseyin b. Ahmed en-Niâlî, Ebü'l-Ganâim b. Ebû Osman, Ebü'l-Vefâ İbn Akil, Rızkullah b. Abdülvehhâb et-Temîmî, Ebû Abdullah Mâlik b. Ahmed el-Bâniyâsî ve Âsim b. Hasan el-Âsımî gibi hocalardan hadis ve diğer ilimleri tahsil etti. Ricâl ve ilelü'l-hadîs alanlarında üstün bir seviyeye ulaştı. Âlî isnadlarıyla tanınan âlimlerden rivayetlerinin icâzetini aldı. Kendisinden Abdülkerîm b. Muhammed es-Sem'ânî, Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî, Ebü'I-Kâsım İbn Asâkir, Ebû Tâhir es-Silefî, Ebû Mûsâ elMedînî, İbn Sükeyne, Ebü'l-Yümn el-Kindî ve İbnü'I-Ahdar gibi âlimler hadis okudu. İlmî seyahatlerinden sonra Bağdat'a yerleşen İbn Nâsır güzel Kur'an okuyan, fasih konuşan, Arapça'yı iyi bilen, fıkıh, hadis, nahiv ve lügat ilimlerinde otorite kabul edilen bir âlimdi. Onun önceleri Şâfiî mezhebine mensup olduğu, 493'te (1100) gördüğü bir rüya üzerine Hanbelî mezhebini seçtiği kaydedilmektedir. İbn Nâsır 12 veya 18 Şâban 550'de (11 veya 17 Ekim 1155) Bağdat'ta vefat etti. Üç camide ayrı ayrı kılınan cenaze namazından sonra Bâbü Harb Kabristanı'nda Ebû Mansûr İbnü'I-Enbârî'nin (veya Ahmed b. Hanbel'in) yanına defnedildi. Sem'ânî'nin güvenilir bir muhaddis, güçlü bir âlim ve dindar bir kimse olarak nitelediği İbn Nâsır'ı insanların aleyhine konuşmakla itham ettiği belirtilmekteyse de İbnü'l-Cevzî bu iddiayı reddetmekte ve hocasının sika, hâfızası sağlam ve Ehl-i sünnet mezhebine bağlı bir âlim olduğunu, birini cerhetmekle gıybet etmek arasında fark bulunduğunu, hadisçinin hem cerh hem ta'dîl yapabileceğini söyleyerek Sem'ânî'nin bu sözlerini Hanbelî mezhebi mensuplarına karşı duyduğu taassuba bağlamaktadır (el-Muntazam, X, 163). İbnü'l-Cevzî'nin Sem'ânî hakkındaki sözlerini aşırı bulan Zehebî ise İbn Nâsır'ın bazı kimselere karşı katı davrandığını söylemiş, ayrıca Sem'ânî'nin tarihi ve diğer bazı ilimleri İbnü'l-Cevzî'den ve İbn Nâsır'dan daha iyi bildiğini kaydederek onu savunmuştur (Tezkiretü'l-huffâz, IV, 1289). 225



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÂSIR es-SELÂMÎ cale'l-elfâzi'lletî Eserleri. et-Tenbîh vaka'a hata5 fî naklihâ ev zabtıhâ ev tefsîrihâ fî Kitâbi'l-Ğarîbeyn (Sezgin, V I I I , 226). Kaynaklarda el-Me'haz (Me5âhiz) caîâ Ebî Vbeyd el-Herevî fî Kitâbi'l-Ğarîbeyn ( S a f e d î , V, 105), Me'haz Cale'l-Garîbeyn (Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 92), et-Tenbîh Calâelfâzi'l-Garîbeyn ve calâ hataH'l-Garîbeyn et-Tenbîh gibi adlarla da zikredilen eser, Ahmed b. Muhammed el-Herevî'nin Kitâbü'l-Garîbeyn fî'l-Kur'ân ve'l-hadîs adlı kitabındaki hatalara dairdir. Bir cilt hacmindeki eserin yazma nüshaları Dârü'l-kütübi'lMısriyye'de ( T e y m û r i y y e , L ü g a t , nr. 76) ve Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de(nr. 1589) bulunmaktadır. İbn Nâsır'ın ayrıca Menâkıbü'l-İmâm Ahmed b. Hanbel (İbn Receb, I, 228; HediyyetüVârifin, II, 92), elEmâlî fi'l-hadîş (Keşfü'z-zunûn, I, 163; HediyyetüV arifin, II, 92) ve Cüz' fi'r-red calâ men yekülü inne şavte'l-cabd bi'lKur'ân ğayru mahlûk (İbn R e c e b , I, 228) adlı eserlerinin bulunduğu zikredilmiştir.



BIBLIYOGRAFYA : Sem'ânî, el-Ensâb, Muntazam,



VII, 209; İbnü'l-Cevzî, el-



X, 162-163; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, XI,



2 0 2 ; a.mlf., el-Lübâb,



U, 161; İbn Hallikân, Vefe-



yât, IV, 293-294;Zehebî,



A'lâmü'n-nübelâ',XX,



265-271; a.mlf., el-'İber, Kuveyt 1960, IV, 140; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz,



IV, 1289-1293; Ah-



m e d b. Aybek ed-Dimyâtî, el-Müstefâd li Târihi Bağdâd(nşr.



min



Zey-



M. Mevlûd Halef), Beyrut



1406/1986, s. 129-131; Safedî, el-Vâfî, V, 104106; İbn Kesîr, el-Bidâye,



XII, 233; İbn Receb, Kahire 1372/



ez-Zeyl'alâ



Tabakâti'l-Hanâbile,



1952-53



Beyrut, ts. (Dârü'l-ma'rife), I, 225-



229; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire, 320; Keşfü'z-zunûn,



rât, IV, 155-156; fzâhu'l-meknûn, müstetrafe,



er-Risâletü'l-



s. 160; Brockelmann, GAL



I, 2 0 0 ; Sezgin, GAS, Selçuklu



II, 560; He-



II, 92; Kettânî,



diyyetü'l-'ârifîn,



V,



I, 163; İbnü'i-İmâd, Şeze-



SuppL,



VIII, 226; Nuri Topaloğlu,



Devri Muhaddisleri,



Ankara 1988, s.



108; Mahmûd Muhammed et-Tanâhî, " e t - T e n bîh c a l â h a t a T l - G a r î b e y n " , 'ilmî ve't-türâşi'l-lslâmî,



Mecelletü'l-Bahşi'l-



III, Mekke 1400/1980,



s. 419-427; Velîd Muhammed es-Serâkıbî, "elHâfiz M u h a m m e d b . Nâşır es-Selâmî", şekâfe



ve't-türâş,



93-100.



m M



r



Âfâku'ş-



I I I / l l , Dubai 1416/1995, s. ALÎ OSMAN



ATEŞ



İBN NÂSIRÜDDİN (^.ajı^u



^



^ i )



Ebû B e k r Ş e m s ü d d î n M u h a m m e d b. Abdillâh b. M u h a m m e d el-Kaysî (ö. 8 4 2 / 1 4 3 8 ) H a d i s hafızı v e tarihçi.



^



M u h a r r e m 777'de (Haziran 1375) Dımaşk'ta doğdu. Aslen Hamalı olduğu için Hamevî nisbesiyle de anılır. Küçük yaşta Kur'an'ı ve bazı ilimlere dair kitapları ez-



berledi. Hadise ilgi duyarak Dımaşklı hocalardan ve Dımaşk'a gelen bazı muhaddislerden hadis dersi almaya başladı. Arapça'yı Ahmed b. Yûsuf el-Banyâsî'den, fıkhı İbn Hatîbüddehşe ve Ömer b. Raslân el-Bulkinî'den okudu. Ba'lebek, Mekke, Medine ve Halep'e seyahat etti. Halep'te Sıbt İbnü'l-Acemî ve İbn Hatîb enNâsıriyye, Mekke'de Cemâleddin İbn Zahîre gibi âlimlerden faydalandı. Kahire'de Zeynüddin el-Irâkl, İbnü'l-Mülakkın, Meryem bint Ahmed el-Ezraî gibi hadis âlimlerinden icâzet aldı. İbn Hacer el-Askalânî kendisine, kendisi de İbn Hacer'e çeşitli eserleri okudu. Ebû Hüreyre b. Zehebî ve Muhammed b. İbrâhim el-Münâvîde onun hocalarındandır. İbn Nâsırüddin, Dımaşk'ta âlî ve nâzil rivayetleri bilecek ölçüde devrinin en meşhur muhaddisi (hâfızü'şŞâm) oldu. Nâsıriyye Camii'nin yapıldığı tarihten vefatına kadar burada imam-hatiplik ve Dımaşk Eşrefiyye Dârülhadisi'nde837'den (1433-34) itibaren hocalık yapan İbn Nâsırüddin'in tasavvufa meyli olduğu ve sünnete uygun bir zühd hayatı yaşadığı belirtilmektedir. Sehâvî'nin kaydettiğine göre (ed-Dav'ü'l-lâmf, VIII, 106) İbn Nâsırüddin, 16 veya 27 yahut 28 Rebîülâhir 842'de ( 6 veya 17 yahut 18 Ekim 1438) bir arazi taksimi için Dımaşk köylerinden birine gittiğinde köylüler tarafından zehirlenerek öldürülmüş, günümüzde Makberetüddahdâh diye anılan Bâbülferâdis (Bâbül'ukaybe) Kabristanı'na defnedilmiştir. Vefatının cemâziyelevvel (kasım) ayında olduğu da zikredilmiştir. Selef akidesine ve Şâfiî mezhebine bağlılığı ile bilinen ve aynı zamanda orta derecede bir şair sayılan İbn Nâsırüddin'in Hanbelî olduğu da ileri sürülmüştür ( İ b n ü ' l - İ m â d , VII, 2 4 3 ) . Yazısı Zehebî'nin hattına çok benzediğinden yazdığı bazı kitapların Zehebî tarafından kaleme alındığı zannedilerek yüksek fiyata satıldığı belirtilmiştir. E s e r l e r i . A ) H a d i s . 1. İthûfü's-sâlik



bi-



can Mâlik. ruvâti'l-Muvatta' İmam Mâlikten el-Muvatta'ı rivayet eden seksen üç kişinin adının tesbit edildiği on "kürrâse" hacmindeki eserin müellif hattıyla olan nüshasının bir bölümü Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de ( U m u m i , nr. 6181, vr. I 10), bir nüshası da el-Mektebetü'i-Ezheriyye'de ( M e c m u a , nr. 1003, vr. 8 1 - 1 5 8 ) bulunmaktadır. 2. İthâfü's-sâmic bi'ftitâhi'l-câmf fî fazli'l-hadîş ve ehlih. Hadisin, muhaddislerin, Şahîhayn ile onları okutmanın fazileti konusunun ele alındığı eserin bir nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndedir (nr. 278). 3. el-İthâf bi-hadîşi fazli'l-inşâf. Ammâr b. Yâsir'in insa-



fa dair sözünün ve bu sözü Hz. Peygamber'e nisbet eden hadisin farklı rivayetlerinin ele alındığı bir risâle olup Ebû Abdullah Mahmûd b. Muhammed el-Haddâd tarafından yayımlanmıştır ( R i y a d 1407). Nâşir hadisin râvileri, şâhidleri ve şerhiyle ilgili çalışmasını da kitapla birlikte elİşrâf Cale'l-İthâf adıyla neşretmiştir. 4. Ehâdîşü sitte fî me'ân sitte min turukı ruvât sitte can huffâz sitte min meşâyihi'l-e'immeti's-sitte beyne muharricîhâ ve beyne ruvâtihâ sitte (Dârü'l-kütüb i ' z - Z â h i r i y y e , H a d i s , nr. 307, vr. 1-3; nr. 284, vr. 26-34). 5. el-Erbacûne'l-mütebâyinâtü'l-mütûn ve'l-esânîd. Mektebetü'l-Haremi'l-Mekkî'de ( M e c m u a , nr. 106) ve el-Ehâdîşü 'l-erbacûne'l-mütebâyinetü'l-esânid ve'l-mütûn adıyla Berlin Staatsbibliothek'te ( A h l w a r d t , II, 2 3 1 ) birer nüshası mevcuttur. 6. Esânîdü'lKütübi's-Sitte ve ğayrihâ. Müellif hattıyla bir nüshası Dârü'I-kütübi'z-Zâhiriyye'de olup ( H a d i s , nr. 284, vr. 1-9) sonunda müellifin, Tirmizî'nin eş-Şema'ii'i ile Dârimî'nin e s - S ü n e n ' i n i rivayetine dair isnadları yer almaktadır. 7. el-İntişâr lisemâci'l-haccâr. Hadis hâfızı Ebü'l-Abbas Ahmed b. Şıhne el-Haccâr'ın hocaları ve ona icâzet verenler zikredilerek bazı iddiaların aksine onun Şahîh-i Buhârî'yi hocası Hüseyin b. Zebîdî'den 630'da (1233) tam olarak rivayet ettiğinin ortaya konulduğu eserin ( g e n i ş b i l g i için bk. 'fökıyyüdd i n İbn Fehd, s. 322-324) bir nüshası Mektebetü'l-Haremi'l-Mekkî'dedir ( M e c m u a , nr. 106,6 varak). 8. et-Tercîh lî-hadîşi şalâti't-tesbîh (nşr. M a h m û d S a î d M e m d û h , B e y r u t 1405). 9. Tenvîrü'l-fikre fî hadîsi Behz b. Hakîm fîhüsni'l-lşre (Mektebet ü ' l - H a r e m i ' l - M e k k î , M e c m u a , nr. 106, 8 varak). 10. er-Redcalâ men enkere refa'lyedeyn fi'd-du'â\ 817'de (1414) kaleme alınan eserin müellif hattıyla yazılmış bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'dedir ( U m u m i , nr. 6181, vr. 2-13). 11. Risâle fi'lkelâm *alâ hadîşeyn ehadühümâ fî Kitâbî Mücâbi'd-da've li'bn Ebi'd-Dünyâ ve'l-âhar hadîşü Enes fî du'â'i'r-racül bi'l-hannâni'l-mennân. Müellif hattıyla bir nüshası Dârü'I-kütübi'z-Zâhiriyye'dedir ( M . N â s ı r ü d d i n e l - E l b â n î , s. 124). 12. Rey'u'l-fer' fî şerhi hadîsi Ümmi Zerc. Eserin Rabat el-Hizânetü'l-âmme'de ( K e t t â n î , nr. 2124), Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de ve Milano Ambrosiana Kütüphanesi'nde nüshaları bulunmaktadır (Ziriklî, VI, 237; el-F'ıhrisü'ş-şâmil, II, 8 7 0 ) . 13. et-Tılbetü (et-TaHîkatü)'l-latîfe bi-hadîşi'l-bedcati'ş-şerîfe. Eserin sonundan iki varak Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de mevcuttur (elFihrisü'ş-şâmil, III, 1746). 14. el-Lafzü'l-



226



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÂSIRÜDDİN câşûrâ'i'l-muharrem mükerrem bi-fazli (Cüz' fî fazli caşûrâ') ( M e k t e b e t ü ' l - H a r e m i ' l - M e k k î , M e c m u a , nr. 106, 15 varak). 15. et-Tenkih fî hadîşi't-tesbîh: Şerhu hadîsi kelimetâni habîbetâni ile'r-rahmân. Şahîh-i Buhârî'nin son hadisinin şerhi olması bakımından Hatmü'l-Buhârî diye de adlandırılabilecek olan eser Muhammed Nâsır el-Acmî tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1413/1993). 16. Meclis latîf yetecalleku bi-hatmi'l-Buhâriyyi'ş-şerîf (Meclis fî hatmi Sahihi'l-Buhârî). Kelime-i tevhîd, Hz. Peygamber'e salât, Allah'ın rahmetinin genişliği ve ölümle ilgili meselelerin ele alındığı eserin bir nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'nde kayıtlıdır ( A z i z M a h m û d H ü d â y î , nr. 157). 17. Meclis fî fazli yevmi carefe. Mektebetü'l-Haremi'l-Mekkî'de ( M e c m u a , nr. 106, 15 varak), Meclis fî fazli yevmicaıefe ve mâ yetecalleku bih adıyla ve müellif hattıyla Câmiatü Ümmil-kurâ'da (nr. 2 0 1 4 ) birer nüshası mevcuttur. 18. elMeclisü'l-evvel min emâlî İbn Nâşıriddîn ve hüve fî hadîsi "er-râhimûne yerhamühüm er-rahmân". Ebû Abdullah Mahmûd b. Muhammed el-Haddâd'ın elÜmniyye fî tahrîci'l-müselsel bi'l-evveliyye'siyle birlikte yayımlanmıştır ( R i y a d 1400). 19. Meclis fî hadîsi Câbir ellezî rahale fîhi mesîrete şehr ilâ Abdillâh b. Üneys el-Cühenî radıyallâhü canhümâ (nşr. M e ş ' a l b. B â n î e l - C i b r î n e l M u t a y r î , Beyrut 1415/1995). 20. Min cüz'i Bekir b. Bekkâr. Müellif hattıyla yazılmış bir sayfalık bir kısmı Dârü'l-kütübi'zZâhiriyye'de bulunmaktadır ( M . N â s ı r ü d d i n e l - E l b â n î , s. 125). 21. M e c â l i s min tedrîsihî fî âyeti "lekad menne'Uâhü cale'l-mü'minîn". Varakları karışık şekilde sıralanmış bir nüshası Dârü'l-kütübi'zZâhiriyye'de kayıtlıdır ( H a d i s , nr. 284, vr. cale'l43-92). 22. en-Nüketü'1-eşeriyye ehâdîsi'l-cezeriyye (Mektebetü'l-Haremi'l-Mekkî, M e c m u a , n r 106, 8 varak). 23. İsnâdü Şahîhi'l-Buhârî. Princeton Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki nüshasından (nr. 4 0 9 8 ) alınmış bir fotokopisi Merkezü'l-bahsi'l-ilmî Kütüphanesi'nde bulunmaktadır ( M e c m u a , nr. 1408). 24. İftitâhu'l-kârî fî şerhi'l-Câmil'ş-şahîh li'lBuhârî (İftitâhu'l-kârîli-Şahîhi'l-Buhârî). 25. er-Ravzü'n-nedîfi'l-havzi'l-Muhammedî(Dârü'l-kütübi'i-Mısriyye, Mecmua, nr. 25929 B., vr. 1-12). 26. Minhâcü's-selâme fîmîzâni'l-kıyâme (ilâ mîzâniyevmi'l-kıyâme) (nşr. M e ş ' a l b. B â n î e l - C i b r î n e l - M u t a y r î , Beyrut 1416/1996).



İbn Nâsırüddin'in hadis alanında bunlardan başka Meclis



fî hatmi



Şahîhi



Müslim, Meclis fî hatmi'ş-Şifâ', Muhtaşaru Hatmi'l-Buhârî, Müsnedü Temim ed-Dârî, Nefehâtü'l-ahyâr min müselselâti'l-ahbâr, Refu'd-desîse bivazci hadîsi'1-herîse, Şennü'l-ğâre fî fazli ziyâreti'l-meğâre (eserin M u h a m m e d b. N â s ı r ü d d i n e s - S ü v â î ' y e ait o l d u ğ u da s ö y l e n m e k t e d i r [İbn N â s ı r ü d d i n , et-Terıkih, n e ş r e d e n i n g i r i ş i , s. 3 6 ] ) , et-Telhîş li-hadîşi rabvi'l-kamîş, Zevâlü'l-büsâ cammen eşkelecaleyhi hadîşü tehâcci Âdem ve Mûsâ adlı çalışmaları bulunmaktadır. B ) H a d i s U s u l ü . cUküdü'd-dürer







Sehâvî'nin manzum olduğunu söylediği (ed-Dau'ü'l-lâmic, VIII, 104) eserin adını İbn Hacer Urcûze fî llmi'lhadîş olarak kaydetmekte (el-Mecma'u 'lmü'esses, III, 2 8 7 ) , müellifin daha sonra eserini biri geniş, diğeri kısa olmak üzere iki defa şerhettiği belirtilmekte, Abdülhay el-Kettânî de bu şerhlerden geniş olanının kendi kütüphanesinde bulunduğunu zikretmektedir (Fihrisü'l-fehâris, II, 676). el-Muhtaşar fî halli cUküdi'd-dürer fî culûmi'l-eşer adlı diğer şerhi ise Berlin Staatsbibliothek'te (nr. 1070, vr. 6 4 - 1 2 9 ) bulunmakta olup Ahlvvardt bu şerhin müellifinin bilinmediğini kaydetmektedir (Verzeichrıls, II, 18). culûmi'l-eşer.



C ) H a d i s R i c a l i . 1.



Tavzîhu'l-Müşte-



bih fî zabtı esmâ'i'r-ruvât ve ensâbihim ve elkâbihim ve künâhüm. Zehebî'nin el-Müştebih fi'r-ricâl'i üzerinde müellifin yaptığı iki çalışmadan biri olup eserde Zehebî'nin sadece künyesiyle veya lakabıyla zikrettiği yahut babalarının adını vermeyip dedelerine nisbet ettiği şahısların tam adları tesbit edilmeye çalışılmış, söz konusu kişinin bazan hocaları ve talebeleri, bazan rivayet ettiği bir hadis, vefat tarihi ve bir kısım eserleri zikredilmiştir. Eser Şuayb el-Arnaût (I-VI, Beyrut 1403/1982) ve Muhammed Nuaym el-Araksûsî (I-X, B e y r u t 1414/1993) tarafından yayımlanmıştır. Son neşrin X. cildi fihristtir. 2. el-İclâm bimâ vaka'a fî Müştebihi'z-Zehebîmine'l-evhâm. Zehebî'nin el-Müşteblh'teYi kaynaklarının önemli bir kısmının müellif nüshalarına sahip olduğu için onun bazı hatalarının nereden kaynaklandığını görebilen İbn Nâsırüddin bunları Tavzîhu'l-Müştebih'te göstermiş, daha sonra hocası Abdurrahman b. Ömer el-Bulkinî'nin tavsiyesi üzerine bu hataları oradan ihtisar ederek bu eserini meydana getirmiştir. el-İclâm, üzerinde yüksek lisans tezi yapan (1405/ 1984, C â m i a t ü Ü m m i ' l - k u r â ) Abdürabbinnebî Muhammed tarafından neşredilmiş-



tir ( M e d i n e 1407/1987). 3. Bedfatü'l-beyâncan mevti'l-a'yâncale'z-zamân (Urcûze fı'l-huffâz ue şerhihâ). Hadis hâfızlarını yirmi beş tabaka halinde 1000 beyitte toplayan bu manzumeyi Ekrem elBûşîyayımlamıştır ( K ü v e y t 1418/1997). 4. et-Tibyân fî şerhi Bedfati'l-beyân. Nüshaları British Museum (nr. A d d . 7350), et-Tibyân li-Bedîcati'l-beyân adıyla Topkapı Sarayı Müzesi (nr. 6457, E m a n e t H a z i n e s i , nr. 1234), Millet ( F e y z u l l a h E f e n d i , nr. 1412), Süleymaniye ( L â l e l i , nr. 2067, m ü e l l i f hattı nüsha i l e m u k a b e l e e d i l d i ğ i b e l i r t i l m e k t e d i r ) ve Ârif Hikmet(Tarih, nr. 140) kütüphanelerinde bulunmaktadır. İbn Hacer, esere yirmi sekiz hâfızın biyografisini ilâve ederek çalışmasına Zeylü'tTibyân li-manzûmeti'l-huffâz Bedfati'l-beyân adını vermiştir. 5. er-Reddü'lvâfir calâ men zecame bi-enne men semmâ İbn Teymiyye "şeyha'l-İslâm" kâfir. İbn Teymiyye'ye muhalif olan ve onu "şeyhülislâm" unvanı ile ananları küfürle itham eden Hanefî fakihi Alâeddin el-Buhârî'ye reddiye mahiyetinde kaleme alınmış, ancak kimin hedef alındığı açıkça belirtilmemiştir. Eserde önce İbn Teymiyye'ye yöneltilen iddiaların doğru olup olmadığı araştırılmış, mezhep farklılığı yüzünden kimseyi itham e t m e m e k gerektiği gibi konular ele alınmıştır. Daha sonra İbn Teymiyye'yi şeyhülislâm diye anan Takıyyüddin İbn Dakikul'îd, İbn Seyyidünnâs, İbn Abdülhâdî, Zehebî, İbn Berdîs, İbn Râfi', İbn Hamza el-Hüseynî, Ebû Hayyân el-Endelüsî, Zeynüddin elIrâki gibi âlimlerden seksen yedisi kısa biyografileriyle tanıtılmış ve onların hangi eserlerinde İbn Teymiyye'yi şeyhülislâm diye andıkları gösterilmiştir. İbn Hacer elAskalânî ve Bedreddin el-Aynî'nin takdirini kazandığı belirtilen eseri Züheyr Şâvîş yayımlamıştır (Beyrut 1393/1973, 1400/ 1980). 6. Tuhfetü'l-ihbâri bî-tercemeti'l-Buhârî. Muhammed Nâsırüddin elAcmî tarafından et-Tenkih fî hadîşi'ttesbîh ile birlikte (s. 165-227) neşredilcammen miştir. 7. Ref'u'l-melâm haffefe (hakkaka) vâlide şeyhi'1-Buhârî Muhammed b. Selâm ( M e k t e b e t ü ' l - H a r e m i ' l - M e k k î , M e c m u a , nr. 106, 6 v a r a k ) . 8. es-Sürrâk ve'l-mütekellem fîhim mine'r-ruvât (es-Sürrâk mine'd-du'afâ'). Abdülhay el-Kettânî, 80S'te (1402-1403) kaleme alınan bu eserin müellif hattıyla yazılmış bir nüshasının kendi kütüphanesinde bulunduğunu belirtmektedir (Fihrisü'l-fehâris, II, 676). 9. Silsiletü'l-hulefâ'i'l-'Abbâsiyyîn (British M u s e u m , Supp l e m e n t , nr. 487/3). 10. Keşfü'l-kmâ"an



227



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÂSIRÜDDİN it-



eserin Hz. Peygamber'in doğumuyla de-



Haremi'l-Mekkî'dedir ( M e c m u a , nr. 106,8



tibâ'\ Abdülhay el-Kettânî müellif hattıy-



ğil sîretiyle ilgili olduğunu belirtmektedir



varak).



hâli men idde'a'ş-şuhbete



ev lehû



la yazılmış bir nüshasının özel kütüphane-



(Fihrisü



sinde bulunduğunu söylemektedir (Fih-



4. BevâHşü'l-fikre



risü'l-fehâris, II, 676). İbn Nâsırüddin'in bu



re. Hicretten Hz. Fâtıma'nm vefatına ka-



konuda ayrıca Tabakatü'ş-şüyûh



(hoca-



dar ilk on yılda meydana gelen belli başlı



larının sekiz t a b a k a h a l i n d e e l e a l ı n d ı ğ ı b i r



olayların zikredildiği yirmi sekiz beyitten



e s e r d i r ) , Tercemetü



meydana gelen bir manzume olup Ah-



Tercemetü



Hucr



Ahmed b. 'Adî



er-Rifâ'î,



adlı kitapları



bulunduğu belirtilmektedir. D) Sîret. 1. el-İhbâr



târ. Hz. Peygamber'in vefatına dair olan eserin Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de ( U m u m i , nr. 5567, vr. 61-66), Mektebetü'l-Haremi'l-Mekkî'de ( M e c m u a , nr. 106), Millet Kütüphanesi'nde ( F e y z u l l a h E f e n d i , M e c m u a , nr. 2137/3, vr. 5 5 a - 7 0 b ) ve Chester Beatty Library'de ( M e c m u a , nr. 3 2 9 6 , vr. 1 7 - 2 4 ) nüshaları mevcuttur. 2.



Selvetü'l-ke'îb



Eserin nüshaları Dârü'l-



bi-vefâti'l-habîb.



kütübi'z-Zâhiriyye'de ( U m u m i , nr. 5567, vr. 3 5 - 6 0 ) ve Rabat el-Hizânetü'l-âmme'de ( K e t t â n î , nr. 2 6 9 4 ) bulunmaktadır ( Z i riklî, VI, 2 3 7 ) . Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî, Hüccetullâh



cale'l-câlemîn



adlı ese-



rinin dördüncü bölümünün birinci babındaki konuları bu eserden özetlemiştir. 3. Câmi'u'l-âşâr



fî mevlidi'l-muhtâr.



Hâ-



lid Reyyân, Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bir nüshası bulunan (nr. 1894, 3 1 0 v a r a k )



ilâ ( f î )



havâdisi'l-hic-



med Ali Muhammed tarafından mahtûtât



bi-vefâti'l-muh-



II, 639).



mahtûtâti'z-Zâhiriyye,



cÂlemü



dergisinde ya-



ve'n-nevâdir



yımlanmıştır (i/2 ( R i y a d 1417/1997], s. 380381). S. es-Sirâcü'l-vehhâc mi'râc.



fi'zdivâci'l-



Mi'raca dair muhtelif eserler ka-



leme aldığı belirtilen müellifin bu eserinin bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'dedir ( T a r i h , nr. 10599, 25 v a r a k ) . Onun Minhâcü'l-uşûl



adlı



fî mfrâci'r-resûl



çalışmasının günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. 6. Mevridü'ş-şâdî







Eserin Mektebetü'l-Ha-



mevlidi'l-hâdî.



remi'l-Mekkî'de iki ( S î r e , nr. 38/2, 52/2), Chester Beatty Library'de (nr. 4658, 9 v a rak, m ü e l l i f e o k u n a n bir n ü s h a ) ve Brockelmann'ın belirttiğine göre (GAL Suppl., II, 83) Bankipûr'da birer nüshası bulunmaktadır. Müellif bu eserini



el-Lafzü'r-râ'ik



fî mevlidi



adıyla ihtisar



hayri'l-halâ'ik



etmiş olup buna ait nüshalar da Millet Kütüphanesi'nde ( F e y z u l l a h E f e n d i , M e c m u a , nr. 2137/1, vr. 2a- 23a) ve Mektebetü'l-



E) D i ğ e r Eserleri.



bi'l-Kur'ân



1. M u h t a ş a r u



i'râ-



Eserin ikinci



li's-Sefâkusî.



yarısının Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bulunduğu belirtilmiştir ( Z i r i k l î , VI, 237). 2. Berdü'l-ekbâd



can



Cinde)



fakdi'l-evlâd.



Kahire (1304) ve Lahor'da (131 î/1893) basılan eser daha sonra Abdülkâdir b. Şeybe el-Hamed ( R i y a d 1400/1980), Hâlid Abdülkerîm Cum'a ve Abdülkâdir Ahmed Ab'dülkâdir ( K ü v e y t 1406/1986), Ebû Abdullah Âdil b. Abdullah es-Saîdân ( D a m â m 1409/1989), Abdülcelîl Atâ el-Bekrî(Dım a ş k 1413/1992) ve Ebû Ubeyde Meşhûr b. Hasan ( H u b e r 1418/1997) tarafından yayımlanmıştır. Kitap, Berdü'l-ekbâd şabricalâ



fakdi'l-evlâd



fi'ş-



adıyla Süyûtî'-



ye nisbet edilerek basılmışsa da ( K a h i r e 1332) Süyûtî'nin eserlerini inceleyen Ahm e d eş-Şerkâvî İkbâl onun böyle bir kitabının bulunmadığını belirtmektedir (Mekes-Süyûtî, s. 103). 3.



tebetü'l-Celâl lâ'ü'l-enfes



fî tercemeti



el-İm-



'As'as. As'as b.



Selâme'nin sahâbî olup olmadığına dair bir eserdir ( M e k t e b e t ü ' I - H a r e m i ' l - M e k k î , T e r â c i m , D i h l e v î , nr. 106/1, 6 v a î a k ) . 4.'Arfü'l-'anber



İbn Hatîb



fî vaşfi'l-minber.



en-Nâsıriyye'nin hac yolculuğu vesilesiyle kaleme alınan bir kaside olup son kısmı eksik bir nüshasının el-Hizânetü't-Teymûriyye'de bulunduğu (nr. 398) belirtilmektedir (el-Fihrisü'ş-şâmil, II, 1082). S. Kerârîs min tedrîsih.



Müellifin talebelerine



okuttuğu hadisleri ihtiva eden eserin bir İbn Nâsırüddin'in et-Tibyarı ft şerhi Bedfati'l-beyin



adlı eserinin ilk iki savfası (Soleumanive Ktp., Lâleli, nr. 2067).



nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'dedir ( H a d i s , nr. 351, vr. 1 -170). 6. Cüz3 vâbü



tftfufjjli/ ğjpii



su'âl min Mârdîn



j — j r



• • "" :



f. ı.,ı







Mekkî'de ( M e c m u a , nr. 106, 3 v a r a k ) , Mek-



— —-İ.S "-i ;



. "... . .'V,'...



şi'ri



Mektebetü'l-Haremi'l-



medhi'n-nebî. .-



fîhice-



'an beyti



•Js-'1



tebetü'l-mevsûati'l-fıkhiyye (nr. 286/7) v e el-Mektebetü'l-merkeziyye'de ( n r . 2992) nüshaları mevcuttur. 7. Zikru men miye Muhammed dinâ Resûlillâh



" ^VJ^'iJcaıjJ^



feta^^iJUİAiiy



« k J l fc^l?



L



,.ıl.t ,if*' I •• il, I -İt



sellem.



kable milâdi şallallahü



sümseyyi-



'aleyhi



ve



Bir varaktan ibaret olan risâle Ah-



med Ali Muhammed tarafından ' Â l e m ü •o.



:m



mahtûtât



ve'n-nevâdir



dergisinde ya-



y ı m l a n m ı ş t ı r (1/2 ( R i y a d 1417/1997], s. 379-380). Kaynaklarda İbn Nâsırüddin'in ayrıca A'lâmü'l-vâzıha



ti



ha, İ'lâmü'r-ruvât ' -



.



.. r •



w







. ' >!• *.



. 1 . . ' , . "..



kudât, Muhtasar



/.ı



hu'l-imâm



bi-ilbâsi



be, Hutab, Neşrü'n-nfme



? "



•• •



me, Neylü'l-ümniyye nebeviyye



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



Şerİtfâ'ü



hirkati't-tevbi-zikri'r-rahbi-zikri'l-hayli'n-



adil çalışmalarının bulundu-



ğu zikredilmiştir.



228



hadîşi'l-



fî menâsiki'l-hac,



fî ehâdîşi'l-ahkâm,



hurkati'l-havbe



u y — y r v ^ J j y ^ ^ J



ahkâmi'l-muşâfabi-ahkâmi



İBN NÂZIRÜ'I-CEYS BİBLİYOGRAFYA



:



İbn Nâsırüddin, el-İ'lâm tebehi'z-Zehebî



bi-mâ vaka'a



fîMüş-



Abdürabbin-



mine'l-evhâm[nşr.



nebî Muhammed), Medine 1407/1987, neşredenin girişi, s. 21-73; a.mlf.,



Tauzîhu'l-Müştebih



(nşr. Muhammed Nuaym el-Araksûsî), Beyrut 1414/1993, neşredenin girişi, 1, 50-90; a.mlf., (nşr. Muhammed b.



et-Tenk'ıh fi hadisi't-tesbîh



Nâsır el-Acmî), Beyrut 1413/1993, neşredenin girişi, s. 7-40; İbn Hacer,



el-Mecma\ı'l-mü'es(nşr. Yûsuf Abdur-



ses li'l-Mu'cemi'l-mü'esses



rahman el-Mar'aşlî), Beyrut 1415/1994,111, 285289; Takıyyüddin İbn Fehd, Lahzü'l-elhâz lü Tezkireti'l-huffâz



(Zey-



içinde, nşr. Zâ-



li'z-Zehebî



hid ei-Kevserî), Dımaşk 1347, s. 317-324; Necmeddin İbn Fehd, Mu'cemü'ş-şüyûh



(nşr. Mu-



hammed ez-Zâhî), Riyad, ts. (Dârü'i-Yemâme), s. 238-239; Sehâvî. ed-Dau'ü'l-lâmi^Vm,



103-



106; Nuaymî, ed-Dâris



(nşr.



fi târîhi'l-medâris



Ca'fer el-Hasenî), Kahire 1988, s. 41-43; Şevkânî, el-Bedrü't-tâlF,



II, 198-199; İbnü'l-İmâd, Şeze-



rât, VII, 243-245; Keşfü'z-zunûn,



I, 6, 158, 238;



II, 838, 984, 1559, 1901; Hediyyetü'l-'ârifın, 193; îzâhu'l-meknûn,



II,



I, 29, 95, 108, 126, 198,



318, 334, 533, 579; II, 58, 79, 87, 99, 407, 431, 585, 586, 614; Abdülhay el-Kettânî, FihriII, 675-677; Kettânî,



sü'l-fehâris,



Serkîs, Mu'cem,



er-Risâletü'l-



s. 148, 204, 241, 294,442;



müstetrafe(Özbek),



II, 1625-1626; Ahlvvardt, Verze-



ichnis,



II, 18, 231; Brockelmann, GAL,



Suppi,



II, 83; Ziriklî, el-A'lâm



237; Elbânî, Mahtûtât,



II, 92;



(Fethullah), VI,



s. 123-125; Ahmed eş-



Şerkâvî İkbâl, Mektebetü'l-Celâl



es-Süyûtî,



Ra-



bat 1397/1977, s. 103; Selâhaddin el-Müneccid, Beyrut



Mu'cemü'l-mü*ellifine'd-Dımaşkıyyîn,



1398/1978, s. 234-236; M. İsâm Arrâr el-Hüseynî, İthâfü 'l-kârî bi-ma'rifeti li'l-'ulemâ''âlâ



cühûd



ue



a'mâ-



Dımaşk-Bey-



Şahîhi'l-Buhârî,



rut 1407/1987, s. 284-285; Hâlid Reyyân, Fihrisü mahtûtâti'z-Zâhiriyye:



et-Târîh ve



mülhakâ-



tüh, Dımaşk 1393/1973, II, 32-33, 302, 639; elFihrisü'ş-Şâmil:



ei-hadîş



(nşr. el-Mecmau'l-me-



lekî), A m m a n 1991,1, 1 8 - 1 9 , 3 2 , 9 0 , 134, 174, 248, 293, 294, 368, 424, 622; II, 805, 843, 870, 1082; 111, 1362, 1369, 1564, 1703, 1746;Cezzâr, IV, 1718-1719; A h m e d



Medâhilü'l-mü'ellifîn,



Ali Muhammed, "Risâle fî zikri m e n s ü m m i y e M u h a m m e d kable mîlâdi seyyidinâ Resûlillâh şallallâhü c aleyhi v e sellem v e ma'ahâ kaşîdetü Bevâ'işi'l-fikre ilâ h a v â d i ş i ' l - h i c r e " , ' Â l e m ü mahtûtât



ve'n-nevâdir,



s. 377-383.



rn m



F



1/2, Riyad 1417/1997,



M . YAŞAR



KANDEMİR



İBN NASRULLAH (4jjlj.su



^



)



Ebü'1-Fazl Muhibbüddin A h m e d b. Nasrillâh b. A h m e d et-Tüsterî el-Bağdâdî (ö. 8 4 4 / 1 4 4 0 ) L



H a n b e l î fakihi ve M ı s ı r kâdılkudâtı.



J



17 Receb 765 (20 Nisan 1364) tarihinde Bağdat'ta dünyaya geldi. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 14 Receb, künye ve lakabı Ebû Yûsuf Şehâbeddin olarak kaydedilir. İlk tahsilini, Müstansıriyye Medresesi'nde müderris olan babasının ve Bağ-



dat'ın önde gelen âlimlerinin yanında tamamladı. Bunlar arasında Ebü'l-Hasan Ali b. Ahmed el-FüWî, Ebû Bekir Necmeddin es-Sincârî, Şerefüddin Hüseyin b. Sâlâr el-Gaznevî ve Fîrûzûbâdî gibi âlimler sayılabilir. Daha on yedi yaşlarında iken kabiliyeti, zekâsı ve ilme olan merakı sebebiyle hocası Şemseddin el-Kirmânî'nin takdirini kazandı. Kirmânî'den Buhârî'nin el-Câmicu'ş-şahih'ine yazmış olduğu elKevâkibü'd-derârî adlı şerhi okuyarak icâzet aldı (782/1380). On sekiz yaşında Bağdat'ta ders ve fetva vermesi için kendisine icâzet verildi ve Müstansıriyye'de muîd oldu. Daha sonra ailesiyle birlikte Halep'e göç etti (786/1384); burada Şehâbeddin İbnü'l-Murahhil ve Ebû Bekir Şerefeddin el-Harrânî'den hadis dersi aldı. Ardından Ba'lebek'te Şemseddin İbnü'lYûnâniyye'den, Dımaşk'ta Zeynüddin İbn Receb'den fıkıh ve hadis okudu. 787 (1385) yılında Kudüs'ü ziyaret etti ve buradan Kahire'ye geçti. Kahire'de Ebü'lYümn İbnü'l-Küveyk, Necmeddin İbn Rezîn„ Mutarriz, Zeynüddin İbnü'ş-Şeyha, Sirâcüddin Ömer b. Raslân el-Bulkînî, Sirâcüddin İbnü'l-Mulakkın, Şehâbeddin elCevherî, Şemseddin el-Ferîsî ve Takıyyüddin ed-Dicvî gibi âlimlerin derslerine katıldı. Kaynaklarda Zeynüddin el-Irâkı'den hadis okuyup okumadığı hususunda çelişkili bilgiler vardır (Burhâneddîn İbn Müflih, I, 203; S e h â v î , ez-Zeyl, s. 114; İbnü'l-İmâd, VII, 250). Bir ara İskenderiye'ye geçerek Bahâeddin ed-Demâmînî'den ders aldı, daha sonra hacca gitti ve ardından Kahire'ye döndü. Memlûk Sultanı Berkuk'u öven bir kaside ile Berkukıyye Medresesi'nin methini konu alan bir risâle kaleme alan İbn Nasrullah, Mevlânâzâde Şehâbeddin Ahmed'in ölümünden sonra bu medresenin hadis hocalığına tayin edildi (791/1389). Selâhaddin İbnü'l-A'mâ'nın vefatıyla da aynı medresenin fıkıh hocalığına getirildi (795/1393). Bu görevleri babasının ölümüne kadar onunla birlikte, onun vefatından (812/1409) sonra da tek başına yürüttü. Ayrıca Müeyyediyye, Mansûriyye ve Şeyhûniyye medreselerinde Hanbelî fıkhı okuttu. Bir müddet Kâdılkudât Mecdüddin Sâlim b. Sâlim'e ve ardından İbnü'lMuğlî'ye niyabette bulunduktan sonra 828 yılı Safer (Ocak 1425) ayında Hanbelî kâdılkudâtlığına tayin edildi. Hanbelî mezhebini ön plana çıkarması sebebiyle 13 Cemâziyelâhir 829'da (22 Nisan 1426) görevinden alındıysa da 12 Safer 831'de (2 Aralık 1427) görevine iade edildi ve ölünceye kadar on dört yılı aşkın bir süre bu vazife-



de kaldı. Başta oğlu Yûsuf olmak üzere birçok talebe yetiştirdi. Kaynaklarda kendi döneminde Hanbelî fıkhını en iyi bilen, fıkıh usulünde de derin bilgisi bulunan kişilerden biri olarak zikredilmektedir. İbn Nasrullah 15 Cemâziyelevvel 844 (12 Ekim 1440) tarihinde Kahire'de vefat etti. Kaynaklarda adı geçen eserleri şunlardır; Haşiye (erı-Nüket) Cale't-Tenkih (Zerkeşî'nin Şahîh-i BuhârTye y a p t ı ğ ı şerhin hâşiyesidir), Haşiye cale'l-Fürûc (İbn Müflih'in eseri üzerine y a z ı l m ı ş birhâşiyedir), Muhtaşaru Târîhi'l-Harıâbile (İbn R e c e b ' i n ez-Zeylcalâ Tabakâti'l-Hanâbile'sini ihtisar e t m i ş t i r ) , Hûşiye'ale'l-Veciz, Haşiye Caie'l-Muharrer, Haşiyecale'rRi'âye. BİBLİYOGRAFYA



:



İbn Hacer, lnbâ'ü'1-ğumr,



IX, 139-141; İbn



Tağrîberdî, ed-Delîlü'ş-Şâfî



(nşr. Fehîm M. Şei-



tût), Kahire 1399/1979,1, 93-94; a.mlf.,



el-Men-



II, 244-249; Burhâneddin İbn Müflih,



helü'ş-şâfî,



el-Makşadü'l-erşed



(nşr. Abdurrahman b. Süley-



man el-Useymîn), Riyad 1410/1990,1, 202-204; Bikâî, 'Unvânü'z-zamân



fi



terâcimi'ş-şüyûh



Köprülü Ktp., nr. 1119, vr. 55 b -56";



ve'l-akrân,



Sehâvî, ed-Dav'ü'l-lâmi\



II, 233-239; a.mlf., ez-



fie/Y/-/şr(nşr.



Cûde Hilâl - M. Mahmûd



Zeyl'alâ



Subh), Kahire 1966, s. 109-122; Ebü'l-Yümn elUleymî, el-Menhecü'l-ahmed



(nşr. Abdülkâdir el-



Arnaût v.dğr.), Beyrut 1997, V, 222-228; İbn Tolun, el-Kalâ'idü'l-cevheriyye



fi



târîhi'ş-Şâlihiy-



ye(nşr. M. Ahmed Dehmân), Dımaşk 1401/1980, II, 505-507; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VII, 250-251; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn, Ma'rûf, Târîhu



II, 195; Nâcî



Culemâ,i'l-Müstanşıriyye,



Kahi-



re 1976, I, 33, 35, 38, 144, 155-156, 256-257; Nüveyhiz, Mu'cemü'l-müfessirîn, el-A'lâm



I, 577; Ziriklî.



(Fethullah), I, 264. r j ı IFFL



r



SAFFET K Ö S E



İBN NÂZIRÜ'1-CEYŞ



n



Takıyyüddîn Abdurrahmân b. M u h a m m e d b. Yûsuf b. A h m e d b. Abdiddâim e t - T e y m î (ö. 7 8 6 / 1 3 8 4 ) M e m l ü k l ü devlet a d a m ı .



^



Muhtemelen 726 (1326) yılında Kahire'de doğdu. Lakabını babasının görev unvanından alır. Dinî ilimler tahsil ettikten sonra kadı ve nâzırü'1-ceyş olan babasının sağlığında Dîvân-ı İnşâ'da kâtibü'd-destliğe girerek devlet hizmetine başladı ve bu görevini Bahrî Memlûk sultanları el-Melikü'l-Mansûr Selâhaddin Muhammed (1361-1363) ve el-Melikü'l-Eşref Şa'bân (1363-1376) dönemlerinde de sürdürdü. el-Melikü'l-Mansûr Alâeddin Ali tarafından 778 (1376) yılında babasının yerine nâzırü'1-ceyş tayin edildi ve ömrünün sonuna kadar bu görevde kaldı. Sultan Ber229



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÂZIRÜ'İ-CEYŞ kuk'un birinci saltanatı sırasında öldü. Dîvân-ı İnşâ'daki yazışmalarda, müslüman ve yabancı hükümdarlara gönderilen mektuplarda onun tarafından hazırlananlar örnek alınmıştır. İbn Nâzırü'l-Ceyş'in kaleme aldığı Kitâbü Teşkifi't-Tcfrif bi'l-muştalahi'ş-şerîf, divan kâtipleri için devletin divan ve resmî yazışma geleneğini açıklayan rehber mahiyetinde bir kitaptır ve müellifin kâtipliği sırasında yazılıp nâzırü'l-ceyşliğe getirildiği yıl tamamlanmıştır. Eser, İbn Fazlullah el-Ömerî'nin et-Ta'rîf bi'I-muştalahi'ş-şerîf'ini örnek alan ve bir bakıma onun zeyli gibi olan bir çalışmadır. Özellikle yedinci bölümü Memlükler'de büyük hükümdarlara hangi lakaplarla hitap edildiğini göstermesi açısından önemlidir. İbn Nâzırül-Ceyş kitabına kendi dönemiyle ilgili şahsî tecrübelerini de aktarmıştır. Kalkaşendî'nin çokça faydalandığı ve kaynakları arasında adını verdiği eser Rudolf Vesely tarafından yayımlanmıştır ( K a h i r e 1987). BİBLİYOGRAFYA



:



Kalkaşendî, Şubhu'l-a'-şâ, 1, 7; IV, 107, 116, 208, 210, 212; VI, 85; VII, 260, 267; IX, 320; X, 183; XIII, 315; İbn Hacer, İnbâ'ü'l-ğumr, II, 158171; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire, XI, 152, 227, 238, 239, 301; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VI, 291; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn.V, 193; P. M. Holt, " R u d o l f Vesely (ed.): ibn Nazir alĞ a y s : Kitâb Tatqif al-ta'rif bi'l-muştalah al-sarif", BSOAS, LII/3 (1989), s. 623; H. Eisenstein, "Kitâb tatqlf al-ta'rıf bi'l-muştalah al-sarîf par Tâqı al-Dın e Abd al-Rahmân b. Muhibb al-Dîn Muhammad al-T&ymi al-Halabı, appele ibn Nâzir a l - ğ a y s " , WZKM, LXXIX (1989), s. 286-287; C. E. Bosvvorth, "ibn Nazır al-Djaysh", El2 Suppl. (ing.), s. 395; Nâhid Zaferi, "İbn Nâzırü'1-Ceyş", DMBl, V, 19. r—i l#J



ASRİ



ÇUBUKÇU



İBN NAZÎF



r



(v.aJsü



n



^1)



Ebü'l-Fezâil M u h a m m e d b. A l î b. Abdilazîz b. Nazîf el-Gassânî el-Hamevî (ö. 6 5 1 / 1 2 5 3 ' t e n sonra) Eyyûbî veziri, tarihçi ve şair.



^



Hama'nın saygın ailelerinden olan ve şehrin o dönemdeki en güzel camilerinden birine adını veren Benî Nazîfe mensuptur. Suriye'de Eyyûbîler'in hizmetinde kâtiplik ve vezirlik görevlerinde bulundu. Muhtemelen kadılık da yapmıştır; zira Bağdatlı tarihçi Nâsırüddin İbnü'l-Furât ondan bu unvanla bahsetmektedir (Târîhu'd-düvel



ve'l-mülûk,



IV/1, s . 6 ) . E y y û b î -



ler'in iç politikasında oynadığı rol ve kaleme aldığı tarih kitaplarının dışında haya-



tına dair bilinenler oldukça sınırlıdır. Çağdaşı tarihçiler ondan söz etmezler; dolayısıyla hakkındaki bilgiler hemen hemen tamamen kendi kitabında verdiklerinden ibarettir. Gençliğinde, günümüze ulaşmamış bir eserini ithaf ettiği Eyyûbî Veziri Seyfeddin Ali b. Ebû Ali el-Hezbânî ile arkadaş olduğu sanılmaktadır ( G o t t s c h a l k , s. 11). İbn Nazîf, et-Târîhu'l-Manşûrî adlı eserinde hayatında yer alan bazı önemli olaylardan bahsetmektedir. Bunlardan, onun önceleri Fırat kenarındaki Ca'ber Kalesi'nde Eyyûbî Emîri el-Melikü'l-Hâfız b. el-Melikü'l-Âdil'in kâtip ve veziri olduğu anlaşılmaktadır. 626 ( 1 2 2 9 ) yılında, siyasî bakımdan büyük önem taşıyan, Mardin emîrinden Dımaşk Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'l-Eşref Muzafferüddin Mûsâ için vasallık yemini alma görevini yerine getirmiştir. Yine bizzat anlattığına göre 627'de ( 1 2 3 0 ) Celâleddin Hârizmşah'a karşı Doğu Anadolu'ya sefere çıkan Sultan el-Melikü'l-Eşref'in kumandasındaki orduda bulunurken Erciş'te bayram günü sarhoş yakalanarak mevkii ve malları elinden alınıp Ca'ber Kalesi'nde zindana atılmıştır. Böylece el-Melikü'lHâfız'ın sarayındaki hayatı sona ermişse de ertesi yıl hâmisi konumunda olan elMelikü'l-Eşref'in aracılık etmesiyle serbest bırakılmış ve zindanda bozulan sağlığının tedavisi yoluna gidilmiştir. Ancak kendisi bir komplo endişesiyle buradan kaçarak Rahbe'de el-Melikü'l-Mansûr Nasreddin İbrâhim'in hizmetine girmiş, 637'de ( 1 2 3 9 ) el-Melikü'l-Mansûr babası elMelikü'l-Mücâhid'in yerine Humus (Hıms) emîri olduğunda da son eserini et-Târîhu'l-Manşûrî adıyla ona sunmuştur. İbn Nazif'in ölüm tarihi hakkında bilgi yoktur. Ancak babası Şemseddin'den sonra elCezîre'yi idare etmekle görevlendirilen Sâhib Muhyiddin b. Nedî el-Cezerî'nin ölümünde onu öven şairler arasında adına rastlanması (Safedî, I, 173) 651 ( 1 2 5 3 ) yılında hayatta bulunduğunu göstermektedir. Eserleri. 1. Muhtaşaru siyeri'l-evâ'il ve'l-mülûk ve vesîletü'l-cabdi'l-memlûk. Câhiliye döneminden başlayarak Abbâsî Halifesi Mühtedî-Billâh zamanına (869-870) kadar olan İslâm tarihini ele alır; Vezir Seyfeddin Ali b. Ebû Ali el-Hezbânî'ye ithaf edilmiştir ( B i b l i o t h e q u e N a t i o n ale, Ar., nr. 1507). 2. el-Keşf ve'l-beyân fî havâdişi'z-zamân. Büyük bir ihtimalle müellif bu eserini Ca'ber Kalesi'nde hapiste iken yazmaya başlamış ve Rahbe'de tamamlamıştır. Günümüze ulaşmayan eserin muhtevasının çok geniş olduğu et-



Târîhu'l-Manşûride ondan sık sık yapılan alıntılardan anlaşılmaktadır. 3. et-Târîhu'l-Manşûrî: Telhîşü'1-Keşf ve'l-beyân fî havâdişi'z-zamân. Yazımı 631'de (1234) tamamlanan kitabın St. Petersburg'daki Asya Müzesi'nde (nr. 521) bir yazma nüshası mevcuttur ( R o s e n , s. 9598). İbn Nazîf, başlıkta da belirttiği gibi burada el-Keşf ve'l-beyân'm bir hulâsasını yapmak istemiş, onda olduğu gibi yaratılıştan kendi zamanına kadarki olayları ayrıntılı bir şekilde ele almayı hedeflememiştir. Bundan dolayı ayrıntılarda birçok defa "et-Târîhu'l-kebîr" veya "et-Târîhu't-tavîl" dediği el-Keşf ve'l-beyân'a başvurmaktadır. et-Târîhu'l-Manşûrî, Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin ölümünden (589/ 1193) sonra gelişen olaylar ve onun 631 'e (1234) kadar hüküm süren haleflerinin icraatı için ilk elden bir kaynak niteliğindedir. Eser İbnü'l-Esîr, Sıbt İbnü'l-Cevzî ve İbn Vâsıl gibi Arapça yazan tarihçilerin çalışmalarından bağımsızdır; buna karşılık Farsça yazan İbn Bîbî ve Nesevî'nin haberleriyle ortak noktaları bulunmaktadır. İbn Nazif'in, özellikle el-Melikü'l-Eşref'in siyasetini ortaya koyarken hissettirdiği Eyyûbî taraftarı tavrına karşılık olayları anlatırken sergilediği objektif tutum çok şaşırtıcıdır. et-Târîhu'l-Manşûrî, VII. (XIII.) yüzyılın ilk yıllarına kadar belgelere ve görgü şahitlerine dayanır. Şüphesiz bunda, müellifin kâtiplik ve vezirlik yaptığı sırada başka kaynaklarda yer almayan belgelere ve ilk elden bilgilere ulaşma imkânına sahip olmasının büyük etkisi vardır. Bunun için Suriye, Anadolu (özellikle D o ğ u A n a d o l u ) , Sicilya ve Güney İtalya'daki siyasî gelişmeleri ele alır. Meselâ Alman İmparatoru II. Friedrich'in kutsal topraklarda bulunuşundan bahseder. İmparatorun Kudüs, Beytülahm ve Nâsıra'nın Haçlılar'a iade edilmesinden ve kendisinin 627'de (1230) İtalya'ya dönmesinden sonra Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'l-Kâmil Nâsırüddin ile veziri Fahreddin İbn Hameveyh'e yazdığı iki Arapça mektubun metinlerini verir. Eser aynı zamanda Sicilya'daki müslümanların âkıbeti, özellikle de adadan kaçan Araplar'la orada kalanlar hakkında ayrıntılı bilgiler içerir. İbn Nazif'in eseri Eyyûbîler, Hârizmşah Alâeddin Muhammed b. Tekiş'in Muizzüddin Muhammed b. Sâm'a karşı yaptığı seferlerin stratejisi ve Moğollar'ın 616-617 (1219-1220) yıllarında Bağdat yakınlarına ulaşan baskınları hakkında orijinal bilgiler vermektedir. et-Târîhu'lManşûrî'nin önemini daha sonraki Arap tarihçileri arasından sadece Bağdatlı Nâsırüddin İbnü'l-Furât farketmiş ve onu



230



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NECCÂR CAMİİ 592 (1196) yılından itibaren meydana gelen olaylar için sık sık kullanmıştır. İbnü'lFurât'ın el-Keşf



da ha-



ve'l-beyân'dan



berdar olduğu anlaşılmaktadır. Makrîzî ve



ve 9,50 m. yüksekliğindedir. Kubbeye ge-



İBN N E C C Â R CAMİİ



çiş süslemesiz basit tromplarla sağlan-



Kastamonu'da C a n d a r o ğ u l l a r ı d ö n e m i n e ait c a m i .



^



Aynî'nin İbn Nazîf in eserlerini tanıyıp ta-



mıştır. Minberi ahşaptan, mihrabı alçıdan yapılmış olup her ikisi de çok basittir. Kubbe eteğinde ve pencere kenarlarında ye-



nımadıkları ise şüphelidir. Kitabın tarih



Adını taşıyan mahallede kalenin hemen



açısından taşıdığı değerin dışında dili de



altında olup 754 (1353) yılında Candaroğ-



benin ortasındaki madalyona İhlâs sûresi



Arapça üzerine yapılan araştırmalar ba-



lu Âdil Bey zamanında yapılmıştır. Girişe



yazılmıştır. Girişte kuzey duvarı içinden



kımından önemlidir. Çünkü İbn Nazîf ese-



göre sol taraftaki duvarın ortasında yer



merdivenle çıkılan bir mahfil bulunmak-



rinde Suriye lehçesinin kendi döneminde-



alan üç satırlık Selçuklu tarzı nesih kita-



tadır. Sivri kemerli açıklıklara sahip üç bö-



ki halk ağzını kullanmıştır. Michele Amari,



beye göre adı İbn Neccâr Hacı Nusret b.



lümlü son cemaat yeri basık kasnaklı kub-



eserin özellikle İtalya'yı ilgilendiren kısım-



Murâd olan bânisinin kimliği hakkında



belerle örtülüdür.



larını, yazma nüshanın Rus şarkiyatçısı Vıctor Rosen tarafından ilim âlemine tanıtılmasından (ISotices sommaires des manuscrits arabes, s. 95-98) sonra yayımladı (Estratti del Tarih Marısuri, Palermo 1884). Buna rağmen kitap ilim dünyası tarafından uzun süre ihmal edildi. Nihayet Claude Cahen 1937'de eserin VI.



(XII.)



yüzyılı ele



alan kısmını yayımladı (BEO, sy. 7-8, s . 113-158). P. A. Gryaznevitch'in, St. Peters-



bilgi yoktur. Camiye bir zamanlar Kırım'-



Caminin dikkati çeken en önemli kısmı



dan vâridât geldiği, dolayısıyla İbn Nec-



2,10 x 0,70 m. ölçüsündeki ahşap kapı



câr'ın Kırımlı olabileceği ileri sürülmüşse



kanatlarıdır. Yuvarlak kemerli kapı açıklığı



de bu görüş ilmî bir zemine oturmamak-



formuna göre süslenmiş olan bu kapı ka-



tadır. Camiye, yanındaki evin 200 yıl önce



natları ağaç oyma sanatının bir şaheseri



yaşamış Eligüzel lakabıyla ünlü zengin bir



durumundadır. Hint meşesinden yapıldığı



zata ait olması ve bulunduğu sokağın bu



sanılan v e bugün iyice kararmış durumda



adı taşıması sebebiyle Eligüzel Camii de



bulunan kapı kanatları rûmî motifli bor-



denilmektedir.



dürlerle panolara ayrılmış, ortada kalan



burg'daki yazma nüshanın tıpkıbasımını



Estetik görünüşü Beylikler dönemi v e



yapmasından sonra ise (at-Târih al-Manşü-



erken Osmanlı camileriyle özdeşleşen ya-



r'ı, edition de l'unicum de Leningrad, M o s -



pının gerek bütününde gerekse ayrıntı-



c o u 1960) ilgi arttı. Hans Ludvvig Gottschalk,



larında büyük bir sadelik hâkimdir. Tama-



eserin 627'de (1230) vuku bulan Yassıçi-



men kesme taştan yapılmış olan dış du-



men Savaşı'nı anlatan kısmının açıklamalı



varlarının itinalı bir işçiliği vardır. Yüksek



tercümesini yaptı ( W Z K M , LVI [1960], s.



kubbeli ve kusursuz orantılı iç hacmiyle



55-67). Ebü'l-îd Dûdû 1961 'de kitap üzeri-



Anadolu mimari tarihinde t e k kubbeli



ne bir doktora tezi hazırladı v e daha son-



camilerin ilk örneklerinden biri olarak



ra metnin tamamını yayımladı (Dımaşk



önemli bir yer işgal e t m e k t e d i r . Kare



1401 /1981). Claude Cahen, dil ve hat ba-



planlı yapı 9,50 x 9,50 m. ebadında, se-



kımından zor olan m e t n i n tahkikli ne-



kizgen kasnaklı kubbesi 5,50 m. çapında



şir ve t e r c ü m e s i için bir p r o j e hazırla-



büyük boşluklara da Beylikler ve erken Osmanlı sanatında sıkça rastlanan sa'lbekli şemse motifleri yerleştirilmiştir. Yuvarlak sırtlı oyma tekniğindeki bu süslemelerde yine rûmîler hâkimdir. Şemselerin üstlerinde kitâbe haline getirilmiş kartuşlar bulunmakta, içlerinde cami kitabesinde de görülen Cin sûresinin 18. âyeti yer almaktadır. Devrinin en mükemmel örneklerinden birini teşkil eden kapının, binişi üzerindeki yazılardan her yönüyle büyük benzerlikler gösterdiği Kastamonu Kasaba köyü Mahmûd Bey Camii'nin kapısı gibi Ankaralı Nakkaş Mahmûd oğ-



dı. Onun ölümünden (1991) sonra bu pro-



lu Abdullah tarafından yapıldığı ve yapı-



j e A c a d e m i e des İnscriptions e t Belles-



mının caminin inşaatından dört yıl son-



Lettres'in uhdesine g e ç m i ş bulunmak-



ra, 9 Zilhicce 758'de (23 Kasım 1357) biti-



tadır.



rildiği öğrenilmektedir. 1943 yılındaki bir



BİBLİYOGRAFYA :



ibn Neccâr Camii - Kastamonu



İbn Nazîf, et-Târîhu'l-Manşürî, ve'l-beyanfi



nilenmiş kalem işi süslemeler vardır. Kub-



Telhîşü'l-Keşf Ebü'l-îd Dû-



havâdişi'z-zamân(nşr.



d e p r e m l e son cemaat yeri ve minaresi yıkılan cami 1968'de yapılan bir onarımla



dû), Dımaşk 1401/1981, neşredenin girişi, s. 5 -



eski haline kavuşturulmuştur. Caminin



26; a.e. (nşr. P. A. Gryaznevitch), M o s c o u 1.960,



kuzeyinde duvarları yenilenmiş bir avlu



neşredenin girişi, s. 5; Safedî, el-Vâfı,



mevcut olup kuzeybatı köşesinde Osman-



nü'l-Furât, Târîhu'd-düvel



1, 173; İbHa-



ve'l-mülûk(nşr.



san M u h a m m e d eş-Şemmâk), Basra 1386/1967, IV/1, s. 6; V. R o s e n , Notices manuscrits



arabes



sommaires



du Musee



des St.



asiatique,



Petersbourg 1881, s. 95-98; Brockelmann, I, 4 2 8 ; SuppL, a l'epoque



paute



franque



des croisades d'Antioche,



et la



du



princi-



Paris 1940, s. 55,



57-58; H. L. Gottschalk, a l - M a l i k al-Kâmil Egypten



GAL,



I, 5 9 1 ; Cl. Cahen, L a Syrie



nord



lı devrinde yapılmış çift cepheli bir çeşme bulunmaktadır.



von



und seirıe Zeit, Wiesbaden 1958, s. 11;



BİBLİYOGRAFYA :



M e h m e d Behçet, Kastamonu



Âsâr-ı



Kadîme-



si, İstanbul 1 3 4 1 , s. 6 2 - 6 5 ; Talat M ü m t a z Yaman, Kastamonu



Tarihi:



XV. Asrın



Sonlarına



Kadar, K a s t a m o n u 1935,1, 111-113; A h m e t Gökoğlu, Paphlagonia,



K a s t a m o n u 1952, s. 195,



N. Elisseef, Nürad-Din,



Damas 1967,1, 42-43;



196, 2 5 9 ; Kastamonu



F. Gabrieli, Die Kreuzzüge



aus Arabischer



1973, s. 159-160; Yıldız Demiriz, "XIV. Y ü z y ı l d a



Sicht,



München 1973, s. 3 3 9 - 3 4 2 ; Şâkir Mustafa, etTârîhu'l-'Arabî



ue'l-mü'errihûn,



Beyrut 1980,



II, 2 5 5 - 2 5 6 ; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn rinde



Eyyûbîler



Devleti,



24, 111; a.mlf., Müslümanlarda ya Yazıcılığı,



Dev-



İstanbul 1983, s. 22Tarih-Coğraf-



İstanbul 1998, s. 140-141. H



ANGELIKA



A ğ a ç İşleri", Yüzyıllar



1973 İl Yıllığı, Boyunca



Ankara



Türk



Sanatı



(14. Y ü z y ı l j , İstanbul 1977, s. 6 1 - 7 1 ; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, Çifçi, Kastamonu Tarihî



Eserler,



Ansiklopedisi,



HAETMANN



İstanbul 1984, s. 207; Fazıl



Camileri-Türbeleri



ve



A n k a r a 1 9 9 5 , s. 1 0 0 - 1 0 3 ;



Diğer Yurt



İstanbul 1982-83, VII, 4 6 5 6 . IS



D O Ğ A N YAVAŞ



231



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NUKTA İBN NUKTA (ihü



JJI)



Ebû Bekr Muînüddîn (Muhibbüddîn) M u h a m m e d b. Abdilganî b. Ebî Bekr b. Şücâ' el-Bağdâdî (ö. 6 2 9 / 1 2 3 1 ) L



H a d i s v e ricâl âlimi.



J



10 Receb 579'da (29 Ekim 1183) Bağdat'ta doğdu. Dedelerinden Şücâ'ın veya babaannesinin (İbn Receb, II, 184) bakıcılığını yapan Nukta adlı bir câriyeden dolayı soyu İbn Nukta diye tanındı. Bağdat'taki âlimlerden hadis öğrendikten sonra ilmî seyahatlere çıkarak Mekke, Kahire, İskenderiye, Dımaşk, Halep, Harran, Vâsıt, Erdebil, Musul, Sağr, Demenhür, Düneysir, İsfahan ve Nîşâbur'a gitti. Abdürrezzâk el-Cîlî, İsfahan'da Afîfe bint Ahmed elFârfâniyye, İbn Ravh diye bilinen Es'ad b. Saîd ve Âişe bint Ma'mer, Nîşâbur'da Müeyyed et-Tûsî ve Zeyneb bint Abdurrahman eş-Şa'riyye, Harran'da Ruhâvî, Dımaşk'ta Ebü'l-Yümn el-Kindî, Mısır'da Hüseyin b. Ebü'l-Fahr b. Ebü'r-Reddâd ve İbnü'l-Cebbâb olarak tanınan Abdülkavî etTemîmî, Sağr'da Muhammed b. İmâd gibi âlimlerden hadis öğrendi. Halep'te Hanefî fakihi İftihârüddin Ebû Hâşim Abdülmuttalib el-Kureşî'nin fıkıh derslerine katıldı. Bu arada birçok hadis yazdı ve hadis kitaplarının asıl nüshalarını elde etti. Daha sonra Bağdat'a dönerek ölünceye kadar burada hadis okuttu. Kendisinden oğlu Abdurrahman ile Seyf Ahmed b. Mecd, Münzirî, Abdülkerîm b. Mansûr el-Eserî, Cemâleddin İbnü'l-Hâcib gibi kimseler rivayette bulundular. Aralarında Zehebî'nin hocalarından Fâtıma bint Süleyman'ın da yer aldığı bazı kişilere icâzet verdi. Güvenilir bir âlim ve hadis ilminde, özellikle de ricâlü'l-hadîs sahasında tanınmış bir şahsiyet olan İbn Nukta güzel yazı yazan, iyilik sever, vakar ve kanaat sahibi, zâhid bir kimseydi. 22 Safer 629'da (19 Aralık 1231) Bağdat'ta vefat etti. İbn Receb elHanbelî ölüm tarihini 12 Safer (9 Aralık) olarak kaydetmektedir. Eserleri. 1. et-Takyîd li-ma'rifeti ruvâti's-sünen (ricâli's-sünen) ve'l-mesûrıîd (et-Takyîd fîma'rifeti ruuâti'l-kütübi ve'l-mesânîd). Kütüb-i Sitte başta olmak üzere önemli hadis kitaplarından 689 râviyi hoca ve talebeleri, güvenilirlik durumları gibi özellikleriyle tanıtmaktadır. Kemâl Yûsuf el-Hût tarafından yayımlanan esere (Beyrut 1408/1988) Kadı Takıyyüddin



el-Fâsî Zeylü't-Takyîd fî ruvâti's-sünen ve'l-mesânîd adıyla bir zeyil yazmış, V. (XI.) yüzyılın sonundan başlayarak yaklaşık IX. (XV.) yüzyılın ortalarına kadar otuzdan fazla eserin râvilerinden 1 9 0 6 kişi hakkında bilgi vermiştir. et-Takyîd gibi alfabetik olan bu eseri de Kemâl Yûsuf el-Hût iki cilt halinde neşretmiştir (Beyrut 1410/1990). 2. Tekmiletü'l-İkmâl (el-İstidrâk'ale'l-İkmâl). İbn Mâkûlâ'nıneJ-İifmâJ'inin zeyli olup Abdülkayyûm Abdürabbinnebî ve Muhammed Sâlih tarafından yayımlanmıştır (I-IV, M e k k e 1410/ 1989). İbnü's-Sâbûnî ile Ebü'l-Muzaffer Mansûr b. Selîm el-Hemedânî esere birer zeyil yazmışlardır. 3. el-İstidrûk'ale'l-ensâbî'l-müteşâbihe fî kitabî 'Abdilganî b. Sa'îd ve'd-Dârekutnî ve Ahmed b. '.Alî el-Hatîb ve'bn Mâkûlâ (Dârü'l-küt ü b i ' z - Z â h i r i y y e , nr. 1214). İbn Nukta'nın kaynaklarda ayrıca Zeylü Zeyli Ensâbi'l-muhaddişîn (İbnü'lKaysemm'nmKitâbü'l-Ensâbi'l-müttefıka'sına t a l e b e s i Ebû M û s â e l - M e d î n î ' n i n Z i yâdât'ala Kitâbi'l-Ensâb a d ı y l a y a z d ı ğ ı z e y l i n zeylidir), el-Mültekat fîmâ fîkütübi'l-Hatîb ve ğayrihî mine'l-vehm ve'l-ğalat ve ei-Müntehab adlı eserleri kaydedilmektedir. BİBLİYOGRAFYA



:



İbn Nukta, et-Takyîd



li-ma'rifeti



ruvati's-sü-



(nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Bey-



nen ve'l-mesânîd



rut 1408/1988, neşredenin girişi, s. 5-7; Münzirî, et-Tekmile,



III, 300-301; İbn Hallikân, Vefeyât,



IV, 26; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz,



XXII, 347;



IV, 1412; Safedî, el-



Vâfı, III, 267; İbn Kesîr, el-Bidâye, Receb, ez-Zeyl'alâ



XIII, 133; İbn Kahire



Tabakâti'l-Hanâbile,



1372/1952, II, 182-184; İbn Tağrîberdî, cümü'z-zâhire,



VI, 279; Keşfü'z-zunûn,



470; II, 1637; Hediyyetü'l-'ârifin, nî, er-Risâletü'l-müstetrafe,



II, 112;Kettâ-



s. 117, 126; Brockel-



mann, GAL, I, 355, 358; Kehhâle, mü'ellifîn,X, tûtâti



mah-



et-Târîh



ve



Dımaşk 1973, II, 69. S



r



Mu'cemü'l-



179; Hâlid er-Reyyân, Fihrisü



Dâri'l-kütübi'z-Zâhiriyye:



mülhakâtüh,



en-NüI, 180,



ABDULLAH



AYDINLI



İBN NÜBÂTE el-HATÎB



n



( t - ^ k s d l İSLİ ^ 1 )



Ebû Y a h y â Abdürrahîm b. M u h a m m e d b. İsmâîl b. Nübâte el-Fârikı (ö. 3 7 4 / 9 8 4 ) L



H a m d â n î l e r d ö n e m i n i n ünlü hatibi.



J



Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. 335 ( 9 4 6 ) yılında Meyyâfârikîn'de ( b u g ü n k ü Silvan) doğdu; bu sebeple Fârikl nisbesiyle anıldı. Soyu Kudâa kabilesinin Huzâka ko-



lundan geldiği için bazı kaynaklarda buna Huzâki (İbn Hallikân, III, 156, 158; S a f e d î , XVIII, 388), bazılarında ise farklı olarakTemîmî(İbn F a z l u i l a h e l - Ö m e r î , XIII, 265) nisbesi de eklenmektedir. Öte yandan İbnü'l-İmâd onun Benî Lahm'den olduğunu, Askalân'da doğduğunu ve Mısır'da yaşadığını ileri sürerek nisbesini Lahmî, Askalânî ve Mısrî şeklinde veriyorsa da (Şezerât, IV, 397) bu iddia doğru değildir. Zira kaynakların tamamına yakını, İbn Nübâte'nin doğum ve ölüm yerinin Meyyâfârikın olduğunu ve Halep'te hatip olarak şöhrete kavuştuğunu bildirmektedir. Soyundan gelenler de VII. (XIII.) yüzyılın başlarına kadar bu şehirde oturmadaydı (İbnü'l-Esîr, III, 294). 630 (1232) yılında Eyyûbî hânedanından el-Melikü'l-Kâmil, Meyyâfârikîn'de yaşamakta olan Celâleddin İbn Nübâte'yi Mısır'a davet ederek onu kendisine divan kâtibi yapmıştı. Serhu'lcuyûn fî şerhi Risâleti İbn Z e y d û n müellifi Mısırlı şair Cemâleddin İbn Nübâte de (ö. 768/1366) İbn Nübâte'nin soyundan gelmektedir (Şevki Dayf, VII, 210). İbn Nübâte'nin Halep'e gittiğinde Hamdânî Emîri Seyfüddevle'nin kendisini himayesine alması ve hatip olarak görevlendirmesi onun çok iyi bir eğitim almış olduğunu göstermektedir. Nitekim Bizans'a karşı yapılan savaşlar esnasında halkı cihada teşvik eden son derece veciz hutbeler okumak suretiyle emîre destek olmuş ve kazanılan zaferlere mânevî açıdan önemli katkıda bulunmuştur. İbn Nübâte'nin hatiplik görevine Seyfüddevle'nin vefatından (356/967) sonra getirildiği ileri sürülmüşsede hutbelerini 351 (962) yılında kaleme almaya başladığına göre ( Z e h e b î , XVI, 322) bu bilgi doğru değildir. Seyfüddevle'nin sarayında düzenlenen ilmî ve edebî sohbetlere katılma imkânı bulan İbn Nübâte burada devrin ünlü şairi Mütenebbî ile tanışmış ve onunla dost olmuştu. Rivayete göre Mütenebbî divanının yarısından çoğunu kendisine okumuştu. İbn Nübâte, emîrin ölümünden sonra da uzunca bir süre hatiplik görevine devam etti ve Meyyâfârikin'da vefat etti. Seçili nesrin en olgun örneğini teşkil eden İbn Nübâte'nin hutbeleri Dîvânü'lhutab adıyla bir araya getirilmiştir; fakat hutbelerin kendisi mi yoksa oğlu tarafından mı toplandığına dair herhangi bir bilgi yoktur. Bir edebiyat ve belâgat şaheseri sayılan hutbelerinin sayısı 12 7'dir. Bunlar arasında Allah korkusu, ölüme hazır-



232



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÜBÂTE el-MISRÎ lıklı olmanın lüzumu ve âhiret ahvâline dair otuz sekiz; mübarek ay, gün ve gecelerin fazileti hakkında on beş; İslâm'da cihadın önemiyle ilgili on sekiz; kuraklık, yağmur duası, ay ve güneş tutulması, yeryüzünün küre şeklinde oluşu gibi çeşitli konulara dair on altı; devlet büyükleri ve bazı olaylarla ilgili yedi; "es-sevânî" ve "levâhık" başlığı altında tekrar edilen hususlara dair otuz üç hutbe vardır.



BİBLİYOGRAFYA



:



Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', XIII, 53; İbnü'lEsîr, el-Meşelü's-sâ'ir (nşr. Ahmed el-Hûfî - Bedevî Tabâne), Kahire 1939,1, 363-364; III, 204205, 294; İbn Ebü'l-Hadîd, Şerhu Nehci'l-belâğa(nşr. Muhammed Ebü'1-Fazl), Kahire 138587/1965-67, 1, 24; II, 93; V, 151-152; VII, 211216; XI, 162; XIII, 114; İbn Hallikân, Vefeyât, 111, 156-158; Ebü'l-Fidâ, el-Muhtaşar, II, 142; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ\ XVI, 321-322; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, XIII, 265-269; Safedî, elVâfi, XVIII, 388-390; İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 303; Keşfü'z-zunûn, I, 714; İbnü'l-İmâd, Şezerât(Arnaût), IV, 397-398; Hediyyetü'l-'ârifln.l, 559; Serkîs, Mu'cem, I, 262; Zekî Mübârek, enNeşrü'l-fennî fi'l-karni'r-râbi', Beyrut 1934, II, 192-199; Mez, el-Hadâretü'l-İslâmiyye, II, 100106; Brockelmann, GAL, I, 92; Suppl., 1, 149150; a.mlf., "İbn Nübâte", İA, V/2, s. 777;Şevket Beysanoğlu, Diyarbakırlı Fikir ue Sanat Adamları, İstanbul 1957, I, 9; Ömer Ferruh, Târîhu'ledeb, II, 527-531;Şevki Dayf, Târîhu'l-edeb, VI, 811-812; VII, 210; Ziriklî, el-Aclâm (Fethullah), 111, 347-348; M. Canard, "ibn Nubâta", El2 (İng.), III, 900; M. Rızâ Nâcî. " İ b n N ü b â t e " , DMBl, V,



İbn Nübâte, güzel konuşmanın insan üzerindeki etkisinden dolayı hutbelerinde muhtevadan çok üslûba önem vermiştir. Bunda, derin düşünceyi ve yüksek dinî gerçekleri halka anlatmanın güçlüğünün de önemli payı vardır. Onun parlak bir üslûba sahip oluşunda, Hz. Ali'nin Nehcü'l-belâğa da derlenen hutbelerini ezberleyecek derecede çok okumasının tesiri olmuştur (DMBİ,V, 31). Derin bir inanç ve aşk ürünü olan hutbeler sonraki H H U L Û S İ KILIÇ nesiller için iyi bir örnek teşkil etmiştir. Nitekim CürcânîEsrârü'l-belâğa'da onr n dan birçok alıntı yapmış ( B r o c k e l m a n n , İBN NÜBÂTE el-MISRÎ (i_Sj«aoJI Silo GAL Suppl., I, 150), İbnü'l-Hadîd Şerhu Nehci'l-belâğa'üa (I, 24; II, 93; V, 151Ebû Bekr Cemâlüddîn 152; VII, 211-216; XI, 162; XIII, 114), İbnü'lM u h a m m e d b. Şemsiddîn M u h a m m e d Esîr el-Meşelü's-sû'ir'de (I, 363-364; III, b. Nübâte el-Fârikî el-Mısrî (ö. 7 6 8 / 1 3 6 6 ) 204-205) ve Yâküt Mu'cemü'l-üdebâ'da (XIII, 53) ona atıfta bulunmuşlardır. Ge^ Ş a i r v e edip. ^ rek veciz hutbeleriyle gerekse zühd ve takvâsıyla halkın sevgi ve saygısını kazaRebîülevvel 686'da (Mayıs 1287) Kahinan İbn Nübâte çeşitli menkıbelere de re'de doğdu. Aslen Meyyâfârikinli olup konu olmuştur ( M e s e l â bk. S a f e d î , XVIII, Seyfüddevle'nin saray hatibi İbn Nübâte 388-389). el-Hatîb'in ( ö . 374/984) soyundandır. Çocukluk ve gençlik yıllarını Kahire'de geçirDîvânü'l-hutab'ın Süleymaniye Kütüpdi. Babası Şemseddin Muhammed hadis hanesi ile (Turhan V a l i d e Sultan, nr. 272) âlimi olduğundan ilmî bir çevrede yetişti. Berlin Staatsbibliothek'teki (nr. 3944) Takıyyüddin İbn Dakikund, Bahâeddin İbnüshalarında müellifin hutbelerinin yanı nü'n-Nehhâs en-Nahvî, Alemüddin Kays sıra 390 ( 1 0 0 0 ) yılına kadar yaşadığı bilib. Sultân ed-Darîr gibi âlimlerden başta nen oğlu Ebû Tâhir Muhammed'e ait on hadis, fıkıh ve edebiyat olmak üzere çebeş; 420'de ( 1 0 2 9 ) hayatta olan torunu şitli ilimler tahsil etti ve onlardan icâzet Ebü'l-Ferec Tâhir'e ait iki kısa hutbe daaldı. ha yer almaktadır. Tâhir Efendi el-Cezâirî İbn Nübâte, öğrenimini tamamladıktan bu esere yazmış olduğu şerhte ( B e y r u t sonra Eyyûbîler'in Mısır'daki ileri gelen 1311/1893) esas aldığı metin yukarıda zikdevlet adamlarına birçok methiye yazdı. redilen nüshalarla tam bir uygunluk gösAncak beklediği ilgi ve itibarı göremeyintermektedir. 1864-1955 yılları arasında ce 716 (1316) yılı başlarında Suriye'ye gibirçok defa basılan ve İbn Nübâte'ye nisderek Dımaşk'a yerleşti. Buradaki ikameti bet edilen Dîvânü'l-hutab'm ise onunesnasında sık sık Hama'ya gidip Eyyûbî la bir ilgisi yoktur; bu eser X. (XVI.) yüzEmîri el-Melikü'l-Müeyyed Ebü'l-Fidâ'yı yılda yaşamış bir müellife aittir. Dîvâziyaret etti; Emîr ile aralarında bir dostnü'l-hutab Ebü'l-Yümn el-Kindî, Ebü'lluk kuruldu. Onun için methiyeler yazdı Bekâ Abdullah b. Hüseyin el-Ukberî, Abve adına çeşitli eserler kaleme aldı. Bundüllatîf el-Bağdâdî, Osman b. Yûsuf elların karşılığında kendisinden büyük madKuleybî, Abdurrahman b. İbrâhim el-Bâdî yardım ve destek gördü. Ayrıca Suririzî ve Tâhir Efendi el-Cezâirî tarafından ye'nin diğer şehirlerini de ziyaret ederek şerhedilmiştir.



buralardaki devlet adamlarına methiyeler yazdı ve ihsanlara nâil oldu. 735'te (1335) Vezir Emînüddevle Abdullah elEmînî tarafından, Kudüs'ün temizlik işlerine ve hıristiyanlarca mukaddes sayılan Kıyamet Kilisesi'ne nâzır tayin edildi. 743 (1342) yılına kadar her yıl ziyaret mevsiminde Kudüs'e giderek bu görevini yürüttü. Aynı yılın başlarında divan kâtipliğine getirildi; iki yıl sonra azledildiyse de 748'de (1347) görevine iade edildi. 761'de (1360); Memlüklü Sultanı elMelikü'n-Nâsır Hasan b. Muhammed'in daveti üzerine elli yıllık bir aradan sonra Kahire'ye dönen İbn Nübâte'ye sultan büyük ilgi göstererek divanda sır kâtipliği görevi verdi. İbn Nübâte, yaşının hayli ilerlemiş olması sebebiyle bu göreve devamdan muaf tutulmuş, ancak kendisine maaşı ödenmeye devam edilmiştir. Sultana birçok methiye yazan İbn Nübâte, ayrıca onun adına hatiplerin cuma hutbelerinde okumaları için bir kitap telif etti. Fakat 762'de (1361) Sultan el-Melikü'n-Nâsır'ın öldürülmesi üzerine İbn Nübâte'nin hayatının seyri değişti ve 768 (1366) sonbaharında Kahire'de vefat edinceye kadar sıkıntı içinde yaşadı. Küçüklüğünden itibaren edebiyata yönelen İbn Nübâte nazım, nesir ve kitâbette meşhur olmuştur. İbn Hacer, onun bu sahalarda hem akranlarını hem de önceki edipleri geride bıraktığını kaydeder (edDürerü'l-kâmirıe,



IV, 3 4 0 ) . T â c e d d i n e s -



Sübkî de İbn Nübâte'nin edebî kişiliğinden bahsederken zamanında şairlerin bayraktarlığını yaptığını, şiirde, nesirde, hat sanatında ve kitâbette ondan daha üstün olan bir kimseyi tanımadığını söyler (Tabakât, IX, 273). İbn Nübâte'nin talebeleri arasından tanınmış edip ve şairler yetişmiştir. Selâhaddin es-Safedî, Zeynüddin İbnü'l-Verdî, Burhâneddin el-Kîrâtî, İbnü's-Sâiğ ez-Zümürrüdî, İbn Habîb el-Halebî, Bedreddin İbnü's-Sâhib, Yahyâ el-Habbâz el-Hamevî, Şehâbeddin el-Hâcib ve Fîrûzâbâdî bunlar arasında sayılabilir. Şiirlerinde genellikle övgü ve mersiyeye yönelen şarap, aşk, gazel ve tabiat tasviri gibi temaları işleyen İbn Nübâte şairliğiyle meşhur olmakla birlikte nesirleri, özellikle mektup tarzındaki edebî yazılarıyla da temayüz etmiştir. Eserlerinde edebî sanatlara ve bilhassa tevriye, cinas, teşbih ve istiareye oldukça fazla yer vermiş, Kur'an âyetlerinden ve hadislerden bol miktarda iktibaslar yapmıştır. Eserleri. 1. Dîvânü Mışrî



İbn Nübâte



el-



( K a h i r e 1288, 1289, 1323; B e y r u t 233



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÜBÂTE el-MISRÎ 1304). İbn Hacer'in hocası Muhammed b. İbrâhim el-Beştekî'nin İbn Nübâte'nin şiirlerinden derlediği bu esere İbn Hacer ez-Zeyl 'alâ mâ ceme'ahû el-Beştekî min nazmi İbn Nübâte (el-I'tirâfve'l-istidrâk1a/â men cema'a Dîvâne ibn Nübâte el-Mışri) adıyla bir zeyil yazmıştır. 2. Hazîretü'l-üns ilâ hazreti'I-Kuds. Müellifin Kudüs şehrine yaptığı seyahati anlatan bir risâle olup İbn Hicce'ninŞemerâtü'l-evrâk'ı içinde yayımlanmıştır (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl İ b r â h i m , s. 358370; nşr. M ü f î d K u m e y h a , s. 2 3 5 - 2 4 4 ) . 3. Hubzü'ş-şa'îr. Arapça'da mevcut, "Arpa ekmeği hem yenir hem de yerilir" anlamındaki atasözünün açıklanmasına dair bir risâle olup İbn Hicce bunu eserinde iktibas etmiştir (bk. Hizânetü'l-edeb, s. 14-15, 2 8 4 - 2 8 9 ) . 4. Dîvânü'l-hutabi'lminberiyye. Memlûk Sultanı el-Melikü'nNâsır Hasan b. Muhammed adına yazılmış elli iki hutbeyi ihtiva etmektedir ( K a h i r e 1302, 1304). 5. Serhu'l-'uyûn fi şerhi Risâleti İbn Zeydûn. İbn Zeydûn'un, sevgilisi ve Endülüs Emevî Halifesi Müstekfî- Billâh'ın kızı Vellâde'nin ağzından Vezir İbn Abdûs'e yazdığı alaylı risâlenin şerhidir. Defalarca basılan eseri (İstanbul 1275; Kahire 1278, 1290, 1305, 1321, 1348, 1377) Muhammed Ebü'1-Fazl İbrâhim tahkik ederek yayımlamıştır ( K a h i r e 1383/1964). Serhu'l-'uyûn, KarahalilzâdeMehmed Saîd ( ö . 1168/1754) tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir (İstanbul 1257). 6. Ferâ'idü's-sülûk fî meşâ'idi'l-mülûk. Şair, 167 beyitten oluşan bu manzumesinde el-Melikü'l-Efdal'le beraber çıktıkları bir avı tasvir etmektedir. Kaside divanın içinde yer aldığı gibi (s. 585-592) Muhammed Es'ad Tales tarafından müstakil olarak da neşredilmiştir (MMİlr., II, 302310). 7. Matla'u'l-fevâ'id ve mecmahı'lferâ'id. Üç bölümden meydana gelen eserin birinci bölümünde bazı hadislerdeki garîb kelimeler açıklanmış, ikinci ve üçüncü bölümlerde şair ve ediplerin ye-



nilik ve buluşlarından söz edilmiştir (nşr. Ö m e r M û s â Bâşâ, D ı m a ş k 1392/1972). 8. el-Müfâhare beyne's-seyf ve'l-kalem. İbn Hicce, ihtiva ettiği edebî sanatlar dolayısıyla risâleyi Hizânetü'l-edeb'de (s. 104-109) iktibas etmiş, eser ayrıca Beyrut ( 1 3 1 2 ) ve Kahire'de (1934) yayımlanmıştır. 9. MüntehabüT-hediyye mine'l-medâ'ihi'1-Mü'eyyediyye (el-Mü'eyyediyyât). Müellifin el-Melikü'l-Müeyyed Ebü'lFidâ hakkında yazdığı methiyeleri ihtiva etmektedir ( K a h i r e 1289, 1323; Beyrut 1304). 10. Muhtâru Dîvâni İbn Kalâkıs (nşr. Halîl M u t r â n , K a h i r e 1323). İbn Nübâte'nin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: el-Katrü'nNübâtî, Sûku'r-rakik, Muhtâru Dîvâni İbni'r-Rûml, es-Sec'u'l-mutavvak, elFâzıl min inşâ'i'l-Fâzıl, el-Ecvibetü'lmu'tebere 'ani'l-fütye'l-mübtekere, Ta lîku'd-dîvân, Taltîfü'l-mizâc min şi'ri İbnü'l-Haccâc, Hutbe fî ta'zîmi şehri Receb, ez-Zehrü'l-menşûr, Sülûkü düveli'l-mülük, Mürâselâtü İbn Nübâte, İbrâzü'l-ahbâr, Celâsetü'l-katr, es-Seb'atü's-seyyâre, Şe'â'iru beyti't-takvâ, Zarâ'ifü'z-ziyâde, Muhtâru Dîvâni İbn Senâ'ilmülk, Muhtâru Dîvâni Şerefiddîn el-Enşârî, el-Metâlfu's-sitte, el-Müfahare beyne'l-verd ve'n-nercîs, elMüntehabü'l-Manşûrî, en-Nihletü (etTuhfetü) '1-ünsiyye fi 'r-rihle ti '1-Ku dsiyye. BİBLİYOGRAFYA : İbn N ü b â t e el-Mısrî, Matla'u'l-fevâ'id ma'u'l-ferâ'id



ue



mec-



(nşr. Ö m e r Mûsâ Bâşâ), D ı m a ş k



1 3 9 2 / 1 9 7 2 , n e ş r e d e n i n girişi, s. 5 - 2 4 ; Safedî, s. 311-331;Sübkî, 7a£>afcât(Tanâhî), IX,



el-Vâfı,



273; İbn Kesîr, el-Bidâye,



XIV, 322; İbn Hicce,



(nşr. M. Ebü'1-Fazl), Kahire



Semerâtü'l-eurâk



1971, s. 358-370; a.mlf., Hizânetü'l-edeb,



Kahi-



re 1304, s. 14-15, 104-109, 284-289; İbn Hacer, Seyyid Câdelhak), Ka-



ed-Dürerü'l-kâmine(nşr.



hire 1966, IV, 3 3 9 - 3 4 0 ; İbn "teğriberdî, cûmü'z-zâhire, hâdara,



XI, 9 5 - 9 7 ; Süyûtî,



I, 571; Keşfü'z-zunûn,



en-Nü-



Hüsnü'l-mu-



1, 3, 480, 841; II,



961, 979, 1009, 1047, 1243, 1351, 1720, 1850; İbnü'l-İmâd, Şezerât



(Arnaût), VIII, 364; Şevkâ-



nî, el-Bedrü't-tâliII,



252-254; Serkîs,



I, 262-264; Brockelmann, GAL, II, 11-12;



Mu'cem, Suppi,



II, 47; a.mlf., " İ b n N ü b â t e " , İA, V/2, s. 777; He1^ ^ i ^ M M i f j (



%



1



II, 164; M. Zağlûl Seliâm, el-



diyyetü'l-'ârifîn, Edeb



ı.J'hfiAis/^t»



Kahire 1971, II, 221-



fı 'l-'aşri'l-Memlûkî,



2 3 3 ; C. Zeydân, Adâb Ferruh, Târîhu'l-edeb,



(Dayf), III, 132-133; Ömer III, 7 9 4 - 8 0 0 ; C e v d e t er-



Rikâbî, el-Edebü'l-'Arabî t



H^



ı^jt^jC^^iiiji^^



c



•C &L ^S-^&djUtİjâa&îitr!' i



dihâr, ibn Nübâte el-Mısri'nin divanından



SP!>H t.



bir sayfa (Chester Beatty



j



i ü i ı te V ı



Library, M S , nr. 3 8 1 3 , vr. 6 5 " )



mine'l-inhidâr



ile'l-iz-



D ı m a ş k 1403/1983, s. 185-193; a.mlf.,



" i b n N u b â t a " , El2 (İng.). III, 900-901; Ö m e r Mûsâ Bâşâ. Târîhu'l-edebi'l-'Arabî: lûkî,



el-'aşrü'l-Mem-



D ı m a ş k - B e y r u t 1409/1989, s. 3 4 2 - 3 9 0 ;



a . m l f . , ibn Nübâte



el-Mışrî:



emîru



şark, Kahire 1992; Sâlihiyye, mil,



şu'arâ'i'ş-



el-Mu'cemü'ş-şâ-



V, 2 1 7 - 2 1 9 ; M u h a m m e d Rızâ Nâcî, " İ b n



N ü b â t e " , DMBİ,



V, 22-29.



m İM



HÜSEYİN TURAL



İBN N Ü C E Y D (



^ j i O



Ebû A m r İsmâîl b. Nüceyd b. A h m e d es-Sülemî en-Nîsâbûrî (ö. 3 6 6 / 9 7 6 ) ^



Nîşâburlu sûfî.



^



272'de (886) Nîşâbur'da doğdu. Süleym kabilesine mensuptur. Tabakâtü'ş-şûfiyye müellifi Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî'nin anne tarafından dedesi, hadis hâfızı Hamdân es-Sülemî'nin de torunudur. İlk öğrenimini muhtemelen Nîşâbur'da yaptı. Horasan'da Muhammed b. İbrâhim el-Bûşencî ve İbrâhim b. Ebû Tâlib'den, Rey'de Muhammed b. Eyyûb elBecelî ve Ali b. Cüneyd er-Râzî'den hadis okudu. Daha sonra tanınmış muhaddislerin meclislerine katılmak için Bağdat'a gitti. Burada Abdullah b. Ahmed b. Hanbel ve Ebû Müslim el-Keccî'nin derslerine devam etti. Bunlardan ve diğer hadis âlimlerinden hadis rivayet etti; kendisinden de Ebû Sa'd Abdülmelik el-Hargûşî, İbn Mencûye, Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Nasr Ahmed b. Abdurrahman es-Saffâr ve Zâhid Ömer b. Mesrûr gibi âlimler rivayette bulundular. İbn Nüceyd'in rivayetleri hadisçiler tarafından makbul sayılmış ve kendisine "muhaddis-i rabbânî" unvanı verilmiştir ( İ b n ü ' l - C e v z î , VII, 84; Z e h e b î , A'lâmü'n-nübelâ',XVI, 146). Bununla birlikte onun asıl şöhreti tasavvuf sahasındadır. Nitekim Hâkim en-Nîsâbûrî kendisini zamanın tasavvuf lideri olarak tanıtır. Gençliğinde Nîşâbur melâmetîlerinden Ebû Osman el-Hîrî'nin sohbetlerine devam eden İbn Nüceyd onun meşhur müridi oldu. Hücvîrî, İbn Nüceyd'in bir ara müridlik edebine uymayan davranışlarda bulunması üzerine şeyhi tarafından uyarıldığını, bu olaydan sonra ciddi bir şekilde melâmet yolunu tuttuğunu kaydeder (Keşfü'l-mahcûb, s. 382). İbn Nüceyd, Ebû Osman el-Hîrî'nin yanı sıra Cüneyd-i Bağdâdî, İbnü'l-Cellâ gibi tanınmış şeyhlerle de görüşüp kendilerinden istifade etti. Cüneyd-i Bağdâdî'nin kaynaklarda yer alan bazı sözleri onun tarafından nakledilmiştir. Öğrencilerinden Hâkim en-Nîsâbûrî ve bazı müellifler onun Rebîülevvel 365'te (Kasım 975) vefat ettiğini söylerse de ( S e m ' â n î , III, 279; Z e h e b î , A'lâmü'n-nübelâ', XVI, 148) torunu Sülemî ve diğer kaynaklar ölüm tarihini 366 (976) yılı olarak kaydeder. Nîşâbur yakınlarında Şâhinber denilen yer-



234



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÜCEYM, Sirâceddin de vefat eden İbn Nüceyd'in mezarının VII. (XIII.) yüzyıla kadar mevcut olduğu bilinmektedir. Kuşeyrî'nin onun Mekke'de öldüğünü söylemesi doğru değildir.



den daha sakıncalı olduğunu söyleyen İbn Nüceyd (Kuşeyrî, s. 657), diğer melâmetîler gibi tasavvuftaki semâ uygulamasına itibar etmemiştir.



Sülemî, zamanının en büyük şeyhlerinden olduğunu söylediği dedesi İbn Nüceyd'den bahsederken, "Kendine has bir yolu vardı" (Tabakât, s. 4 5 4 ) demek suretiyle onun melâmet ehli arasında farklı bir yeri olduğuna işaret etmiştir. İbn Nüceyd'e göre kendisinde bir varlık görmediği için melâmet ehlinin maddî ve mânevî hiçbir konuda benlik iddiası olamaz (a.g.e, s. 455, 456; a.mlf., üşûlü'lMelâmetiyye, s. 152). Diğer melâmetîler gibi İbn Nüceyd de nefsi sâlik için en büyük tehlike olarak görür ve, "Nefsinden razı olması kul için felâkettir" der. Nefsini yüksek gören kişinin din bakımından değersiz olacağını söyleyen İbn Nüceyd'e göre ( S ü l e m î , Tabakât, s. 455) insan, bütün davranışlarına ve hallerine riya karışabileceği kaygısı taşımadıkça halis kulluk sahasına ayak basamaz ( K u ş e y r î , s. 430). Bunun için de itibar düşkünü olmaması ve toplumda tanınmaması lâzımdır. Şöhret tutkusundan kurtulmayı başarabilen kişi için artık dünyadan da insanlardan da uzak durmak zor olmaz. Tevekkül Allah'ın hükmünü gönül rahatlığı ile karşılamaktır. Sûfînin Allah hakkındaki mârifeti, O'na duyduğu saygının ve O'na hizmet için ayırdığı vaktin miktarından belli olur (Sülemî, Tabakât, s. 455456). Sâlikin, kendisinde bulunmayan mânevî bir hali semâ esnasında varmış gibi göstermesinin otuz yıl gıybet etmesin-



İbn Nüceyd şer"î ilimlere de son derece önem vermiş, dinî bilgiye dayanmayan her mânevî halin zararının faydasından daha çok olduğunu ifade etmiştir. Dinî emirlere aldırış etmemeyi emir sahibi (Allah) hakkındaki bilginin yetersizliğine bağlamış, bu anlayışla tasavvufu, "Dinin emir ve yasakları altında yaşamaya sabretmektir" şeklinde tanımlamıştır (Sülemî, Tabakât, s. 454-456). Rivayet ettiği âlî isnadlı hadisleri ihtiva eden elCü z ' a d l ı risâlesinin ( Z e h e b î , A'lâmü'rınübelâXVI, 146) bir nüshası İstanbul'da Köprülü Kütüphanesi'ndedir ( M e c m u a , nr. 1584/3).



Aj



.^ini^1



L ü jj



BİBLİYOGRAFYA :



Sülemî, Tabakât, Melâmetiyye, Risâle,



s. 454-457; a.mlf.,



s. 171, 4 3 0 , 657; Hücvîrî,



Keşfü'l-mah-



cûb, s. 3 8 2 ; Halîfe Nîsâbûrî, Tercüme Târth-i



üşülü'l-



Kahire 1969, s. 152; Kuşeyrî. er-



riîşâbûr(nşr.



ue



Telhîş-i



Behmen Kerîrmî), Tahran, ts.



(Kitâbhâne-i ibn Sînâ), s. 83; Sem'ânî,



el-Erısâb



(Bârûdî), III, 2 7 9 ; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, 8 4 - 8 5 ; Attâr, Tezkiretü'l-euliyâ'(nşr.



VII,



R. Nichol-



s o n } , L e i d e n 1 9 0 7 , s. 2 6 2 - 2 6 4 ; Z e h e b î ,



A'lâ-



mü'n-nûbelâXVI,



146-148; a.mlf., el-'lber,



II,



120; Safedî. el-Vâfî,



IX, 2 3 1 ; Sübkî, Tabakât,



II,



2 6 1 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,



Beyrut 1977, XI, 2 8 8 ;



İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire, Câmî, Nefehât,



120; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



I,



III, 50; Sezgin, G A S ,



I, 662; Kays Âl-i Kays, ei-Irâniyyûrt, Ramazan Şeşen v.dğr.. Fihristi tebeti Köprülü,



IV, 127;



s. 227; Şa'rânî, et-Tabakât,



II, 328 vd.;



mah.tûtâti



mek-



İstanbul 1406/1986, II, 240; Ne-



cîb Mâyil-i Herevî, " E b û ' A m r b . N ü c e y d " , VI, 6 7 - 6 8 .



DMBİ,



m Mü]



E R H A N YETIK



'11'/. - 1 ' ir ' * '„U) AÜ fiil* JjVi> US-r.



«jUSJliijJI * j f â j l ^ U ! \ ' < ' / A ' V ' ı - V ' V i jMiV 1



f



m



c



^



u



^



f



ğ



'



m



Sirâceddin ibn Nüceym'in el-'İkdü'l-ceuher İVikelâm 'a/â Sûreti'l-Keuşer adlı eserinin ilk iki sayfası (Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1582/3)



İBN NÜCEYM, Sirâceddin ( ı w »



o*'



oi^'e'-rO



Sirâcüddîn Ö m e r b. İbrâhîm b. M u h a m m e d el-Mısrî (ö. 1 0 0 5 / 1 5 9 6 ) L



H a n e f î fıkıh âlimi.



J



Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Büyük dedesi Nüceym'e nisbetle İbn Nüceym lakabıyla anılır. Kaynaklar, hocalarından sadece ağabeyi Zeynüddin İbn Nüceym'in adını zikretmektedir. İbn Nüceym ilmî birikimi, titizliği, sade ve akıcı üslûbu sayesinde karmaşık meselelerle ağdalı fıkhî metinleri anlaşılır hale getirmekte maharet sahibiydi. Yaşadığı devirde devlet adamları, ulemâ ve halkın sevgisini kazandı. Cemâziyelevvel 993'te (Mayıs 1585) tamamladığı el-cİkdü'l-cevher adlı risâlesinin başındaki bir ifadesinden o tarihlerde Şeyhûniyye Medresesi'nde ders verdiği anlaşılmaktadır (Şeşen, II, 230). 6 Rebîülevvel 1005 (28 Ekim 1596) tarihinde Kahire'de vefat etti ve ağabeyinin Seyyide Sekîne hazîresindeki kabrinin yanına defnedildi. Eserleri. 1. en-Nehrü'l-fâ'ik. Hanefî mezhebinin temel fıkıh kitaplarından olan Ebü'l-Berekât en-Nesefî'ye ait Kenzü'ddekâ'ik'in en önemli şerhlerinden biri olup birçok yazma nüshası günümüze ulaşmıştır ( b k . KENZÜ'd-DEKÂİK). 2. İcâ-



betü's-sâ'il. Tarsûsî Necmeddin Efendi'nin yargı hukukuna dair Enfcfu'l-vestfil adlı eserinin muhtasarı olan kitap Brockelmann tarafından ağabeyi Zeynüddin İbn Nüceym'e nisbet edilmiştir (GAL SuppL, II, 87, 427). 3. Tetimme fi'l-furûk mine'lEşbâh ve'rı-nezâ'ir. Zeynüddin İbn Nüceym'in meşhur eserinin altıncı bölümünü oluşturan "el-Furûk"u tamamlayan bir çalışmadır. Ahmed b. Muhammed el-Hamevî'nin el-Eşbâh ve'n-nezâ'ir şerhi Gamzü *uyûni'l-beşâ'iri\e birlikte yapılan baskılarında (İstanbul 1290; Beyrut 1405/1985) nâşir tarafından Sirâceddin İbn Nüceym'e atfedilmiştir. el-Eşbâh v e ' n - n e z d ' i r ' i n Dımaşk baskısının (1403/ 1983) nâşiri Muhammed Mutî' el-Hâfız da esere yazdığı mukaddimede (s. 10) Sirâceddin İbn Nüceym'e nisbet ettiği T e timme'yi altıncı bölümün sonuna eklemiş, baş tarafına koyduğu açıklamada ise İbn Âbidîn'in bu kısmın Zeynüddin İbn Nüceym'e ait olduğu yönündeki iddiasına dikkat çekmiştir (s. 4 9 3 ) . Brockelmann ise eseri Zeynüddin İbn Nüceym'e nisbet 235



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN NÜCEYM, Sirâceddin etmektedir ( G A L , II, 401 ; a y r ı c a bk. el-EŞ-



nı ve kendisinin ona tahsilden sonra tari-



BÂH ve'n-NEZÂİR). 4.



el-cİkdü'l-cevher



kata intisap etmesi tavsiyesinde bulun-



Bahrü'r-râ'ik,



(Köprü-



duğunu kaydeder. Şa'rânî ayrıca İbn Nü-



Minhatü'l-hâlik



lü Ktp., Fâzıl A h m e d P a ş a , nr. 1582/3, vr. 73-



ceym'in, etrafında geniş bir ders halkası



sılmıştır (I-VIII, K a h i r e 131 1, 1323, 1334;



9 4 ) ( b u e s e r l e r i n y a z m a n ü s h a l a r ı i ç i n bk.



teşekkül eden faziletli bir zat olduğunu,



s o n cilt t e k m i l e d i r ) . 2. el-Eşbâh



B r o c k e l m a n n , GAL, il, 2 5 2 , 4 0 1 ;



onunla on yıl arkadaşlık yaptığını ve 953



zâ'ir*.



II, 87, 266, 4 2 7 ; Ş e ş e n , I, 2 6 6 , 2 8 7 - 2 8 8 ; II,



(1547) yılında hacca birlikte gittiklerini



den olup Mecelle'nm



230).



belirtir ( G a z z î , III, 1 5 4 ; , L e k n e v î , s . 1 1 3 ) .



sında eserden önemli ölçüde faydalanıl-



Kaynaklarda İbn Nüceym'in yetiştirdiği



mıştır. Çeşitli neşirleri yapılan ( K a l k ü t a



fi'l-kelâm



calâ



Sûreti'l-Kevşer



Suppl.,



BİBLİYOGRAFYA :



Hüseyin et-Tûrî bir tekmile yazmıştır, elkenarında İbn Âbidîn'in adlı hâşiyesi olarak bave'n-ne-



Bu tür eserlerin en önemlilerinhazırlanması sıra-



birçok talebe arasında kardeşi Sirâceddin



1241; K a h i r e 1290, 1298, 1322 ; nşr. M . A b -



(nşr. M. M u t î ' e l - H â f ı z ) , D ı m a ş k 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , s.



İbn Nüceym, Şemseddin Muhammed b.



d ü l a z î z e l - V e k î l , K a h i r e 1387/1968 ; nşr. M .



4 9 3 ; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 10, 28; Keş-



Abdullah et-Timurtaşî, Kemâleddin İbn



M u t î ' e l - H â f ı z , D ı m a ş k 1403/1983)



Ebû Şerif el-Makdisî'nin torunu Muham-



bâh üzerine birçok şerh ve hâşiye yazıl-



med b. Ali el-Alemî anılmaktadır.



mış, bunların önemli bir kısmı basılmıştır.



Zeynüddin İbn Nüceym, el-Eşbâh



fü'z-zunûn, lâşatü'l-eşer, lslâm(nşr.



ue'n-nezâ'ir



II, 1151, 1 5 1 6 - 1 5 1 7 ; Muhibbi, III, 206-207; İbnü'l-Gazzî.



Dîuânü'l-



Seyyid Kisrevî Hasan), Beyrut 1411/ s.



İbn Nüceym 8 Receb 970 (3 Mart 1 5 6 3 )



IV, 2544; Brockelmann,



tarihinde Kahire'de vefat etti ve Sükeyne



1990, IV, 339;Leknevî, el-Feoâ'idü'l-behiyye, 135; Kâmûsü'l-a'lâm, GAL,



II, 252, 4 0 1 ; Suppl.,



II, 87, 2 6 6 , 4 2 7 ; İzâ-



I, 25; Hediyyetü'l-'ârifîn,



hu'l-meknûn, Ziriklî, el-A'lâm, mü'ellifin,



V, 196; K e h h â l e ,



I, 796; Mu'cemü'l-



1406/1985, s. 522;



Takıyyüddin et-Temîmî tarafından kay-



Ramazan Şeşen v.dğr., Fihrisü Köprülü,



mahtûtâti



mek-



İstanbul 1406/1986,1, 266, 287-



288; II, 230; A h m e t Özel, Hanefi



Fıkıh



Âlimleri,



Ankara 1990, s. 125.



dedildiği gibi (et-Tabakâtü's-seniyye, 2 7 5 ) , oğlu Ahmed'in derlediği



r



AHMET NEDIM



SERİNSU



İ B N N U C E Y M , Zeynüddin O*'



~l



L



ri ve istisnalarını ihtiva etmektedir ( K a l -



Resâ'ilü



küta 1244; bk. B r o c k e l m a n n , GAL



926 (1520) yılında Kahire'de doğdu. Adı



Suppl.,



II, 426; nşr. E b û U b e y d e M e ş h û r b. H a s a n  l ü S ü l e y m a n , D e m m â m 1414/1994). İbn



sinde de g e ç m e k t e d i r ( L e k n e v î , s. 134).



Nüceym, el-Eşbâh



Ancak Temîmî v e f a t gününü 7 Receb,



ön-



ve'n-nezâ'ir'm



sözünde (nşr. M . M u t î ' e l - H â f ı z , s. 10) bu



Gazzî ise talebesi M u h a m m e d el-Ale-



eserde 500 kadar kaideyi, oğlu Ahmed ise Resâ'ilü



İbn



Nüceym'in



mukaddime-



• sinde (s. 7 ) babasının 1000'i aşkın kaideyi



154).



J



Mü-



önce kaleme aldığı



eser çeşitli konularla ilgili umumi kaidele-



III,



olarak kaydeder (el-Keuâkibü's-sâ'ire, III,



Z e y n ü d d î n b. İ b r â h î m b. M u h a m m e d el-Mısrî (ö. 9 7 0 / 1 5 6 3 )



el-Fevâ'idü'z-Zeyniy-



(fıkhi)'l-Hanefiyye.



ellifin el-Eşbâh'tan



mî'den naklen ölüm tarihini 969 (1562)



O ^ ' l A j )



H a n e f î fıkıh âlimi.



Ktp., nr. 3 7 6 1 ) . 3. ye fî mezhebi



hâşiye-



ve'n-nezâ'ir



Müfâdü'l-Eş-



bâh adıyla yeniden düzenlemiştir ( D İ B



İbn N ü c e y m ' i n önsözünde (s. 7 ) ve Hamevî'nin el-Eşbâh



S



çıkarmalar yaparak eseri



nedildi. Bu tarih, onunla ilgili bazı bilgileri



'alâ



el-Eş-



Gedizli Mehmed Efendi, bazı ekleme ve



bint Hüseyin b. Ali'nin kabri yakınında defkardeşi Sirâceddin İbn Nüceym'den alan



VII, 2 7 1 ; a . m l f . , el-Müstedrek



Mu'cemi'l-mü'ellifîn,Beyrut tebeti



Hu-



tesbit ettiğini belirtirse de Ebû Ubeyde



Eserleri. 1. el-Bahrü'r-râ'ik. Ebü'l-Berekât en-Nesefî'ye ait Kenzü'd-dekâ'ik adlı eserin önemli şerhlerinden biridir. İbn Nüceym'in "el-İcâretü'l-fâside" bahsine kadar getirdiği esere Muhammed b.



neşrinde eserde 225 kaide yer almaktadır. 4. el-Fetâva'z-Zeyniyye Nüceym).



(Fetâuâ İbn



Müellifin oğlu Ahmed, yine Re-



sâ'U'in mukaddimesinde (s. 7), daha son-



kaynaklarda Zeynelâbidîn veya kısaca Zeyn olarak da geçmekte, dedelerinden Nüceym adlı birine nisbetle İbn Nüceym olarak anılmaktadır. Şerefeddin el-Bulkınî, İbnü'ş-Şelebîdiye tanınan Şehâbeddin Ahmed b. Yûnus el-Mısrî, Emînüddin Muh a m m e d b. Abdülâl ed-Dımaşki, Ebü'l-



1 -i



Feyz es-Sülemî, İbnü'l-Halebî, Nûreddin



i * iv.-



ed-Deylemî el-Mâlikî ve Şukayr el-Mağribî gibi âlimlerden ders aldı; erken yaşta



••



~



w ••



iv,



i ,j



fetva ve ders vermeye başladı. İbn Kutluboğa ile ( ö . 8 7 9 / 1 4 7 4 ) Burhâneddin İbnü'l-Kerekî ( ö . 9 2 2 / 1 5 1 6 ) İbnü'l-İmâd tarafından onun hocaları arasında zikredil-



1



mekte, İbn Nüceym'in eserlerini neşreden



/ •. • ' '. 11--.—•••. 'y »- - V- * v •ı' ' "— --



î



,/j







w



. ^



-^-V— ,. ,-j. •



i-



Abdülazîz el-Vekîl, Halîl el-Meys v e Mu-



'



~



'



S



. '



hammed Mutr el-Hâfız gibi çağdaş araştırmacılar da bu hatayı tekrarlamakta-



I



.



dırlar ( a y r ı c a bk. DMBİ, V, 38). Dönemin-



!



• •• - - t — V ' - -



de Mısır'ın önde gelen Hanefî âlimlerinden biri olan İbn Nüceym tasavvufa da yönelip Şeyh Süleyman el-Hudayrî vasıtasıyla tarikata intisap etti. Abdülvehhâb eş-Şa'rânî, İbn Nüceym'in öğrenimi bırakma konusunda kendisine danıştığı-



Zeynüddin ibn Nüceym'in el-Eşbâh ue'n-nezâ'ir adlı eserinin ilk ve son sayfaları (Nuruosmaniye Ktp., nr. 1 3 9 3 )



J |



{-MS



ı I



i



236



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



I ' -



~ 'I-L-



— .'T-



-J'-.



U.



İBN OSMAN el-MİKNÂSÎ ra babasının verdiği lOOO'i aşkın fetvayı el-Fetâva'z-Zeyniyye fî fıkhi'l-Hanefiyye adıyla fıkıh bablarına göre düzenlediğini söylerse de eserin önsözünde, elFetâva'l-Gıyâsiyye ile birlikte ( B u l a k 1322) talebesi Şemseddin Muhammed b. Abdullah b. Ahmed el-Hatîb (Timurtaşî) tarafından derlendiği kaydedilmiştir. Yazma nüshalarından da eserin iki tertibi olduğu anlaşılmaktadır ( B r o c k e l m a n n , GAL, II, 401: Suppl., II, 426). Haskefî bu iki tertibi e J - C e m 1 beyne fetâvâ İbn Nüceym adıyla birleştirmiştir. Eser, Hasan Re'fet b. İbrâhim Rüşdî el-İstanbûlî tarafından her fetvanın tercümesinden sonra asıl ibaresi de verilerek Fetâvâ-yı İbn Nüceym (Hulâsa-i İbn Nüceym) adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir (İstanbul 1289). Çeşmîzâde Hâlis de Netîcetü'l-Fetûvâ, Fetâvâ-yı Ali Efendi, Behcetü'l-fetâvâ, Fetâvâ-yı Abdürrahîm, Fetâvâ-yı Feyziyye ile birlikte Fetâvâ İbn Nüceym'deki fetvaları tekrarları çıkarmak suretiyle Hulâsatü'l-ecvibe (İstanbul 1289) adlı eserinde toplamıştır. 5. er-Resâ'ilii'zZeyniyye. Müellifin, çeşitli zamanlarda kendisine sorulan sorularla ilgili olarak kaleme aldığı kırk bir risâle, vefatından sonra oğlu Ahmed tarafından derlenerek kitap haline getirilmiştir. Eser, müellifin haraca dair bir risâlesi de eklenerek önce el-Eşbâh ve'n-nezâ'ir'in Ahmed b. Muhammed el-Hamevî'ye ait Gam/.ü cuyiıni'l-beşâ'ir adlı şerhinin sonunda basılmış (İstanbul 1290), daha sonra buna iki risâle ilâvesiyle Halîl el-Meys tarafından Resâ'ilü İbn Nüceym adıyla neşredilmiştir ( B e y r u t 1400/1980, sayıları y e t m i şi a ş a n r i s a l e l e r i n i n b i r l i s t e s i i ç i n bk. B r o c k e l m a n n , GAL, II, 401-403; Suppl., II, 426-427). Bunlardan Risâle fî nikâhi'lfuzûlî müstakil olarak ( İ s t a n b u l 1306), büyük ve küçükgünahlar (İsmâil b. Sinân e s - S i v â s î ' n i n ş e r h i y l e ) , besmele çekilmeden kesilen hayvan, adak ve dört mezhebe göre namazın esaslarına dair dört risâle, Kemalpaşazâde'nin Eş'arî ve Mâtürîdîler arasındaki ihtilâflara dair bir risâlesiyle birlikte ayrıca basılmıştır (Hams Resâ'il, İstanbul 1304). 6. Fethu'l-ğaffâr fîşerhl'l-Menâr(i-ii, Kahire 1355). Ebü'lBerekât en-Nesefî'nin fıkıh usulüne dair Menârü'l-envâr adlı eserinin şerhidir. İbn Nüceym'in bunlardan başka Hâşiyetü Câmfi'l-fuşüleyn, Lübbü'l-uşül fî tatari'J-uşûifİbnü'l-Hümâm'ın et- Tahrifinin muhtasarıdır) adlı eserleriyle (Brockelm a n n , GAL, II, 9 9 , 4 0 2 ; Suppl., II, 426; DMBİ, V, 38) el-Hidâye üzerine bir talikası vardır (Resâ'ilü İbn Nüceym, s. 7; İb-



nü'l-İmâd, VIII, 358). Brockelmann, Sirâceddin İbn Nüceym'in İcâbetü's-sâ'il ve Tetimme fi'l-furük mine'l-Eşbâh adlı eserlerini Zeynüddin İbn Nüceym'e nisbet etmiştir (GAL, II, 401; Suppl., II, 87, 427). BİBLİYOGRAFYA



:



İbn Nüceym, el-Eşbâh



Abdü-



ue'n-nezâ'ir(nşr.



lazîz el-Vekîl), Kahire 1387/1968, neşredenin girişi, s. 3-5; a.e. (nşr. M. Mutî' el-Hâfız), Dımaşk 1403/1983, neşredenin girişi, s. 5-17; a.mlf., Resâ'ilü



(nşr. Halîl el-Meys), Beyrut



İbn Nüceym



1400/1980, neşredenin girişi, s. c-d, 1-4, 7; a.mlf., el-Feuâ'idü'z-Zeyniyye(nşr.



Ebû Ubeyde



Meşhûr b. Hasan), Demmân 1414/1994, neşredenin girişi, s. 29-34; Temîmî, niyye,



III, 275-276; Gazzî,



III, 154; Keşfü'z-zunûn,



et-Tabakâtü's-seel-Keuâkibü's-sâ'ire,



I, 98-100, 356, 358,



374, 566, 728, 847, 910, 965; II, 1515, 1661, 1823; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VIII, 358; Atâî, Zeyl-i Şekâik,



I, 34; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr,



Bu-



lak 1272,1, 4, 14; Leknevî,



el-Feuâ'ldü'l-behly-



ye, s. 113, 134-135; Mecelle,



İstanbul 1305, s.



6; Hediyyetü'l-'ârifîn,



I, 378; Serkîs,



Mu'cem,



I, 265-266, 375, 828; C. Zeydân. Âdâb, III, 358; Ali Paşa Mübârek, el-Hıtatü't-Tevfîkıyye,



Kahi-



re 1305, V, 45-46; Brockelmann, GAL, 11, 87, 99, 401-403; Suppl., riklî, el-A'lâm, mü'ellifîn,N,



II, 87, 250, 252, 425-427; Zi111, 104; Kehhâle,



Mu'cemü'l-



192; Âyide İbrâhim Nusayr, el-Kü-



tübü'l-'Arabiyyetü'lletî



nüşiret



'âmey



1983, s. 98-99;a.mlf„



1900-1925,Kahire



el-Kütübü'l-'Arabiyyetü



fî Mışr



beyne



'lletî nüşiret fî Mışr fı'l-



karni't-tâsi''aşer;



Kahire 1990, s. 77; A h m e t



Özel, Hanefi



Âlimleri,



Fıkıh



Üniversitesi



İslâmî İlimler



Fakül-



tesi Dergisi, 111/1-2, Erzurum 1979, s. 361-378; Muhammed er-Rahîl Garâyibe, "Dirâse tahlîliyy e v e n a k ü i y y e li-Kitâbi'l-Eşbâh fi'l-fikhi'l-Hanefî",



Mü'te



ve'n-nezâ5ir



li'l-buhûş



ue't-dirâsât,



XI/6, Mü'te 1417/1996, s. 433-472; a'lâm,



Kâmûsü'l-



IV, 2445; Th. W. Juynboll, "İbn N ü c e y m " ,



İA, V/2, s. 777; J. Schacht, "ibn N u d j a y m " , El2 (İng ), III, 901; Mehdî Selmâsî, " İ b n N ü c e y m " , DMBİ, V, 38-39.



Ebû Hâtim er-Râzî, Ebü'l-Hasan el-İclî, Ebû Dâvûd ve Nesâî gibi hadis münekkitlerinin sika olarak nitelendirdiği ve hadislerinin delil olarak kullanılabileceğini belirttiği İbn Nümeyr'i İbn Ebû Hâtim cerh ve ta'dîl konusunda otorite kabul etmiş, cerh ve ta'dîl ile ilelü'l-hadîse dair bazı görüşlerine el-Cerh ve't-tacdîl adlı eserinde yer vermiştir. Ahmed b. Hanbel de İbn Nümeyr'den övgüyle bahsetmiş, Yahyâ b. Maîn ve Ahmed b. Hanbel Kûfeli râvilerle ilgili değerlendirmelerde onun görüşlerini esas almışlardır. İbn Nümeyr Şâban veya Ramazan 234'te (Mart veya Nisan 849) Kûfe'de vefat etti. BİBLİYOGRAFYA



Ankara 1990, s.



116-117; a.mlf., "İbn N ü c e y m (Hayatı ve Eserleri)", Atatürk



Fudayl, Mervân b. Muâviye gibi şahsiyetlerden hadis öğrendi. Muhammed b. Yahyâ ez-Zühlî, Ebû Hâtim er-Râzî, Ebû Zür'a er-Râzî, Ya'küb b. Şeybe, Ya'küb el-Fesevî, Baki' b. Mahled, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel ve Ebû Ya'lâ el-Mevsılî kendisinden hadis konusunda faydalanan belli başlı talebeleridir. Buhârî ve Müslim Sahihlerinde, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce Sünen'lerinde doğrudan, Tirmizî ve Nesâî ise Buhârî aracılığıyla ondan rivayette bulundular. Şahîh-i Buhârî'de yirmi iki, Şahîh-i Müslim'de 573 rivayeti yer alır.



r-ı İSİ



ÖZEL



364; İclî, eş-Şikât,



İ£5N NÜMEYR



târîh, I, 209; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh



285; Dârekutnî, el-'İlel (nşr. Mahfûzürrahman Selefî), Riyad 1985, II, 141; Kelâbâzî, R/câ/ü ŞahfII, 658; İbn Mencûye, Ricâlü



hi'l-Buhârî,



II, 184; İbn Mâkûlâ, el-İkmâl,



hi Müslim,



2 3 6 ; İbnü'l-Kayserânî, el-Cem' el-Ensâb



SahiIII, 235-



beyne



ricâli'ş-



Beyrut 1405/1985,11, 442;Sem'ânî, (Bârûdî), II, 305; V, 647; Mizzî, TehzîXXV, 566-570; İbn Abdüihâdî, 'UleII, 93-94; Zehebî.



A'lâmü'n-nübe-



lâ', IX, 244-245; XI, 455-457; a.mlf., Kesîr, el-Bidâye,



Ebû Abdirrahmân M u h a m m e d b. Abdillâh b. N ü m e y r el-Hemdânî el-Kûfî (ö. 2 3 4 / 8 4 9 ) H a d i s hâfızı.



ue't-ta'dîl,



esmâ'i'ş-şikât(nşr.



Tezkiretü'l-



huffâz, II, 439-440; Safedî, el-Vâfî, III, 304; İbn



( o * ' )



^



II, ue't-



Abdülmu'tî Emîn Kal'acî). Beyrut 1406/1986, s.



mâ'ü'l-hadîş, n



s. 406;Fesevî, el-Ma'rife



1,320-328; İbn Şâhîn, Târîhu



bü'l-Kemâl, r



VI, 413; Buhârî. et-Târî-



I, 144; a.mlf., et-Târîhu'ş-şağir,



hu'l-kebîr,



Şahîhayn, AHMET



:



İbn Sa'd, et-Tabakât,



X, 312; İbn Hacer,



Tehzîbü't-



Tehzîb, IX, 282-283; İbnü'l-İmâd, Şezerât, II, 81; Ziriklî, el-A'lâm,



VII, 92.



i—ı ALI



m



^



r



.



^ .



1



İBN O S M A N el-MIKNASI (^UCoJI o U k



160 (777) yılı civarında Kûfe'de doğdu. Aslen Yemenli olup Kûfe'ye yerleşen Hemdân kabilesinin Hârif koluna mensuptur. Babası Abdullah b. Nümeyr, çoğu Şahîh-i Müslim'de olmak üzere S78 rivayeti Kütüb-i Sitte de yer alan tanınmış bir hadis hâfızıdır. İbn Nümeyr ilim tahsiline babasından hadis öğrenerek başladı; Muhammed b. Bişr, Süfyân b. Uyeyne, İsmâil b. Uleyye, Vekî' b. Cerrâh, Muhammed b.



TOKSARI



jjl)



Ebû Abdillâh M u h a m m e d b. Abdilvehhâb b. O s m â n el-Miknâsî (ö. 1 2 1 3 / 1 7 9 9 ) ^



Faslı vezir v e d i p l o m a t .



^



Fas'ın Miknâs (Meknes) şehrinde doğdu. Babası vâizlik de yapan bir sahaftı. Burada başladığı öğrenimini Fas şehrinde devam ettirdi. Çalışma hayatına vâizlik ya237



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN OSMAN el-MİKNÂSÎ parak başladı. Bir müddet sonra Mevlây 111. Muhammed zamanında (1757-1790) saraya alındı ve önce kütüphane memurluğuna, ardından kâtipliğe tayin edildi. Kâtipliği sırasında idarî işler ve resmî yazışmalar konusunda tecrübe kazandı. Daha sonra Tıtvân (Tetuan, Tîttâvîn) kadılığına getirildi ve başarılı olduğu görülünce diplomasi alanına kaydırıldı. Hayatının son yirmi yılı çok yoğun geçti. Bu dönemde peşpeşe gelen üç sultanın güvenine mazhar olarak çeşitli yabancı ülkelere elçi gönderildi. Resmî işini başarıyla yürütmesinin yanında elçi olarak gittiği ülkeler hakkında seyahatnâme.türünden eserler yazarak ayrıca ilim ve kültür hayatına katkıda bulundu. İbn Osman, 1779 yılında III. Muhammed tarafından bir heyetin başında İspanya Kralı III. Carlos'a gönderildi; görevi iki ülke arasında antlaşma yapmak, karşılıklı olarak esir değişimini, bu arada Cezayirli esirlerin serbest bırakılmasını sağlamak ve İspanyol korsanlarının ele geçirdiği Sa'dî Sultanı Zeydân'a ait 3000 ciltten oluşan ( S e l â v î , VI, 70) ve Escurial Library'de muhafaza edilen Arapça kitap koleksiyonunu geri almaktı. Bu görevi sırasında İbn Osman yaşadıklarını el-İksîr fî fekâki'I-esîr adlı seyahatnamesinde anlatmıştır. Muhammed el-Fâsî tarafından geniş bir mukaddime ile yayımlanan ( R a b a t 1965, 1967) bu kitabında müslüman esirleri kurtarmak için nasıl çaba harcadığını, çeşitli fabrikalara, eğitim ve kültür müesseselerine, kiliselere yapmış olduğu ziyaretleri ve halkın sosyal yapısı, dinî durumu, örf ve âdetleriyle ilgili değerlendirmelerini açıklamıştır. XVIII. yüzyıl, İspanya'da ekonomi ve medeniyet alanlarında çok büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemdi. Bu asrın sonlarında kapitalist sistem gelişme kaydetmiş, ticaret ve sanayide önemli ilerlemeler sağlanmıştı. İbn Osman, ülkesinin bu ilerlemeye ayak uyduramaması yüzünden duyduğu üzüntüyü eserinde dile getirmiştir. Bir yıl sonra Sultan Zeydân'ın kitaplarını geri alamamakla birlikte bu ilk elçilik görevinden başarıyla döndü ve III. Muhammed tarafından vezirlik pâyesiyle taltif edildi. Daha sonra Napoli Krallığı nezdinde elçi olarak görevlendirildi ve 1782 yazında Napoli'ye ulaştı. Sultan III. Muhammed tarafından Trablusgarp'a gönderildiği sırada Napoli korsanlarmca ele geçirilen bir gemiye karşılık ödenen tazminatı teslim aldı ve çeşitli konuları kapsayan bir antlaşmanın metnini sultan adına im-



zaladı. Daha sonra oradan bir grup esirin bulunduğu Malta adasına geçti ve esirlerin kurtarılması için büyük çaba sarfetti. İbn Osman, söz konusu sefirliğiyle ilgili hâtıralarını el-Bedrü 's-sâfir fî iftikâki'lüsârû min yedi'l-'adüvvi'l-kâfir adını verdiği seyahatnâmesinde anlatmıştır. Bu eserin bir nüshası Rabat'taki el-Mektebetü'l-Haseniyye'dedir (nr. 12523). İbn Zeydân, Târîhu Miknâs adlı kitabında bu eserin bir özetini vermiştir (bk. III, 320329). 1785 yılının başlarında İbn Osman, FasCezayir sınır ihlâlleri meselesinin halli için sultanın damadının başkanlığındaki bir heyetin en aktif üyesi olarak İstanbul'a gitti. Heyet bir yıla yakın bir süre İstanbul'da kaldı ve İbn Osman, I. Abdülhamid ve devlet adamlarından büyük ilgi gördü; bu arada İstanbul'u, tarihî eserlerini ve halkını tanıma imkânı buldu. Dönüş yolculuğunda surre alayına katıldı ve Dımaşk'ı ziyaret ettikten sonra Hicaz'a giderek hac ibadetini eda etti; arkasından sırasıyla Kudüs. Kıbrıs, Tunus ve Cezayir'i dolaşarak toplam iki yıl yedi aylık bir seyahatin ardından 1788 Haziranında Fas'a ulaştı; gördüklerini İhrâzü'l-mucallâ ve'rrakib fî haccî Beytillâhi'l-harâm ve ziyâreti'l-Kudsi'ş-şerîf ve'l-Halîl ve't-teberrük bi-kabri'l-Habîb adını verdiği bir kitapta topladı. İslâm kültürü ve Osmanlı tarihi hakkında önemli bilgiler içeren ve özellikle İstanbul'dan, oradaki tarihî eserlerden, dinî müesseselerden hayranlıkla söz eden bu eserin bir nüshası Rabat'taki el-Mektebetü'l-Haseniyye'de bulunmaktadır ( M u h a m m e d A b d u l l a h İnân, I,



dan bir yıl sonra dışişleri bakanı ve Tıtvân'a vali tayin edildi; Avrupa devletleri konsoloslarının bir bölümü Tanca'da ikamet ettiğinden onlara yakın olması için Tıtvân vilâyetinin merkezinde görev yapması uygun görülmüştü. Buradaki mesaisi çok yoğundu; zira devletin dış politikasını düzenlediği gibi dışarıdan gelen heyet ve elçileri de karşılıyor, ayrıca vali sıfatıyla vilâyetinin işlerini yürütüyordu. Yaklaşık bir yıl sonra Tıtvân'dan Fas şehrine döndü ve sarayın en önde gelen siması oldu. İbn Osman, saltanatı sırasında ülke içinde pek istikrar görülmeyen Mevlây Süleyman'a samimiyetle hizmet etti. Özellikle 1797yılında Âsfâ (Safî) şehrinde ayaklanan Abdurrahman b. Nâsır'ı isyandan vazgeçirip sultana biata ikna etmekle, hükümdara büyük bir yardımda bulundu. 1799 yılında İspanya ile Fas arasında bir barış antlaşmasının hazırlık çalışmalarını yapmakla görevlendirildi ve sonuçta otuz sekiz maddelik metni Fas adına imzaladı. Bir müddet sonra da Merâkeş'te vebadan öldü. BİBLİYOGRAFYA



:



İbn Osman el-Miknâsî, el-İksîr fî



fekâki'I-esîr



(nşr. Muhammed el-Fâsî), Rabat 1965, neşredenin girişi, s. y-t; Selâvî, el-istikşâ, Zeydân, Târîhu



VI, 70; İbn



Rabat 1931, III, 301-



Miknâs,



305, 318-330; IV, 159-168; Abbas b. İbrâhim, elVI, 145-146; Muhammed Abdullah İnân,



İ'lâm,



Rabat 1980,1,



Fehârisü'l-Hizâneti'l-Melikiyye, 22, 72, 193; İbrâhim Harekât, yâsiyye



ue'l-fıkriyye



et-Teyyârâtü's-si-



bi'l-Mağrib



kable'l-himâ-



ye, Dârülbeyzâ 1405/1985, s. 57-90, 193-194, 217; Abdülhâdîet-Tâzî, li'l-Mağrib, l'Espagne



et-Târîhu't-dîblûmâsî



Rabat 1988, s. 9, 278-282; H. Peres, uue par /es uoyageurs



musulmanes,



22).



Frankfurt 1994, s. 17-29; M u h a m m e d el-Fâsî,



İbn Osman, ülkesine döndükten sonra diplomatik görevine devam ederek sultanı temsilen Cezayir'deki Türk idarecileriyle görüşmeler yaptı. III. Muhammed'in ardından tahta çıkan Mevlây Yezîd de (1790-1792) onu elçi olarak İspanya Kralı IV. Carlos'a gönderdi. İbn Osman, bu görevi sırasında bazı konuları çözüme kavuşturduysa da asıl meseleyi oluşturan Fas-İspanya barış anlaşmasını gerçekleştiremedi. Onun Madrid'de iken hükümet ricâliyle yaptığı yazışmalar, iki hükümdar arasında gidip gelen mektuplarla birlikte Arribas Palau tarafından doktora tezi olarak işlenmiş ve La estancia en Espana de Muhammad ibn 'Utman (17911792) adıyla yayımlanmıştır (Tetuan 1961; ayrıca bk. b i b i . ) .



" e l - K â t i b ü ' l - v e z î r M u h a m m e d b. ' O s m a n el-



Mevlây Yezîd'in vefat haberini aldıktan sonra İspanya'dan ülkesine dönen İbn Osman, Mevlây Süleyman'ın tahta çıkmasın-



Miknâsî", Mecelletü



Tıtvân, sy. 5, Rabat 1960,



s. 7-34; M. Arribas Palau, " M u h a m m a d i b n ' U t man designado gobernador de Tetuan a fınales de 1 7 9 2 " , Hesperis



Tamuda,



II/l, Rabat 1961,



s. 113-127; a.mlf., " L a estancia en Espana de M u h a m m a d i b n ' U t m a n (1791-1792)", a.e.,IV/ 1 - 2 (1963), s. 119-192; a.mlf., "Datos relativos a la actuacion de M u h a m m a d ibn ' U t m a n en 1 7 9 0 " , a.e., VI (1965), s. 133-158; a.mlf., " R e s cate de cautivos musulmanes en Malta por Muh a m m a d ibn ' U t m a n " , a.e., X/3 (1969), s. 2733 2 9 ; " I b n ' U t h m â n a l - M i k n a s î " , El2 (İng.), 401-402.



Suppl.



m M



İBRAHIM



HAREKÂT



İBN ÖMER



r



n



(bk. A B D U L L A H b. Ö M E R b. H A T T Â B ) . L



J



İBN RABBEN et-TABERÎ L



(bk. ALİ b. R A B B E N et-TABERÎ).



238



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



J



İBN RÂFİ İBN RÂFİ'



(ÖMjojD Ebül-Meâlî Takıyyüddîn M u h a m m e d b. R â f i ' b. Hicris es-Sellâmî (ö. 7 7 4 / 1 3 7 2 ) ^



H a d i s hâfızı, f a k i h v e tarihçi.



^



Zilkade veya Zilhicce 704'te (Haziran veya Temmuz 1305) Kahire'de doğdu. Suriye'nin güneyindeki Havran bölgesine ve orada bulunan köylerden Sumeyd'e nisbetle Havrânî ve Sumeydî nisbeleriyle de anılır. Babası hadis ve kıraat âlimi, annesi Hatice bint Ali b. Abdullah el-Halebiyye de Kahire ve Dımaşk'ta hadis rivayet etmiş bir hanımdı (İbn Râfi', II, 133). Amcası Nâsırüddin Nasrullah b. Hicris ile oğlu ve kızı da muhaddisti. Babasıyla birlikte Ebü'lHasan Ali b. îsâ b. Süleyman İbnü'l-Kayyim es-Sa'lebî, Ebü'l-Hasan Ali b. Nasrullah b. Ömer İbnü's-Savvâf gibi muhaddislerin derslerine katıldı. Babası onun için Abdülmü'min b. Halef ed-Dimyâtî'den icâzet aldı ve 714'te ( 1 3 1 4 ) Suriye'ye götürerek kendisi Yûsuf b. Abdurrahman elMizzî'ye Tehzîbü'l-Kemâl fî esmâ'i'rricâl'ini okurken oğlunun da dinlemesini sağladı. Onu ayrıca İbnü'l-Muallim diye bilinen İsmâil b. Osman el-Hanefî, Sittülvüzerâ, kıraat âlimi ve muhaddis İsmâil b. Yûsuf b. Mektûm gibi kimselerin derslerine götürdü. İbn Râfi', babasının vefatından sonra hadis tahsiline devam ederek Mısır'da Kutbüddin el-Halebî ve İbn Seyyidünnâs'ın derslerine katıldı. Tahsilini ilerletmek üzere seyahate çıkarak haccını eda ettikten sonra Mekke ve Medine'deki âlimlerden faydalandı. 723'te ( 1 3 2 3 ) ikinci, bir yıl sonra üçüncü defa Dımaşk'a giderek Alemüddin el-Birzâlî, Zehebî ve Mizzî gibi âlimlerden istifade etti. Dımaşk'a 729 ( 1 3 2 9 ) ve 739'da ( 1 3 3 8 - 3 9 ) gitti, bu arada Halep ve Hama'ya uğradı, Kâdılkudât Takıyyüddin esSübkî'den faydalandı. 752 ( 1 3 5 1 ) ve 763 ( 1 3 6 2 ) yıllarında yaptığı görevleri vesilesiyle Mekke'de rivayette bulundu; çeşitli âlimlerle görüşüp onlardan istifade etti. Dımaşk'a yerleşen İbn Râfi', Mizzî'nin vefatından sonra(742/1341) DımaşkNûriyye Dârülhadisi'nde, Zehebî'nin vefatından sonra Fâzıliyye Dârülhadisi'nde, ayrıca Küsiyye Dârülhadisi ile Azîziyye ve İzziyye medreselerinde hocalık yaptı. Zehebî İbn Râfı'in müfîd* ve mütkın* olduğunu, Takıyyüddin es-Sübkî onun muhaddislerin terimlerini İbn Kesîr'den daha iyi bildiğini, talebesi İbnü'I-Cezerî de âlî ve nâzil rivayetlerle müteahhir hadis âlimlerini, özellikle mü'telif v e muhtelif* olan-



ları iyi bildiğini, Muhibbüddin İbn Fehd ise büyük bir fakih olduğunu söylemektedir. Tanınmış talebeleri arasında Ebü'l-Mehâsin el-Hüseynî, Tâceddin es-Sübkî, Zeynüddin el-Irâki, Nûreddin el-Heysemî, İbn Hiccî, İbnü'I-Cezerî yer almakta, daha küçük yaşta olan İbn Hacer el-Askalânî'ye icâzet verdiği bilinmektedir. İbn Râfi'den hocası Zehebî de hadis rivayet ettiği gibi kendi âlî rivayetlerini onun için bir cüzde toplamış, ayrıca el-Mu'cemü'l-muhtaş bi'l-muhaddişîn adlı kitabında biyografisine yer vermiştir. İbn Râfi', oğulları Ahmed ve Ebû Bekir ile İbn Hacer el-Askalânî'ye icâzet veren kızı Külsûm'ün tahsiliyle yakından ilgilendi, onların muhaddis olarak yetişmelerini sağladı. Hem talebelik yıllarındaki arkadaşı hem de kendisinden faydalanmış olan Safedî'nin belirttiğine göre İbn Râfi' iyi bir dost ve güvenilir bir arkadaş, bilgisi sağlam bir âlimdi. Dünyevî zevklere önem vermez, devlet adamlarından, hatta bir ölçüde halktan uzak durmaya çalışırdı. 18 Cemâziyelevvel 774'te (15 Kasım 1372) Dımaşk'ın dışındaki el-Medresetü'ş-Şâmiyye'de vefat eden İbn Râfi', Sûfiye ( b a zı kaynaklara g ö r e Ferâdîs v e y a B â b ü s s a gir) Kabristanı'nda İbnü's-Salâh eş-Şehrezûrî'nin yakınına defnedildi. Eserleri. 1. el-Vefeyât. Birzâlî'nin elMuktefâ li-Târîhi Ebî Şâme adlı zeylinin zeyli olup 737-774 (1336-1372) yıllarını kapsamaktadır. Eserde çeşitli İslâm ülkelerinde, özellikle Suriye'de vefat eden muhaddis, müfessir, kurrâ, fakih, kadı, tarihçi, edebiyatçı, şair, zâhid, halife, sultan, müezzin, hatip, tabip, tüccar ve zenaatkâr gibi çeşitli sınıflara mensup 953 şahsın vefat tarihi tesbit edilerek biyografileri ele alınmakta olup en geniş yer muhaddislere ayrılmıştır. Birçok biyografi kitabına kaynak teşkil eden eser Sâlih Mehdî Abbas ve Beşşâr Avvâd Ma'rûf tarafından yayımlanmıştır (I-II, Beyrut 1402/ 1982). İbn Râfi'in talebesi İbn Hiccî esere bir zeyil yazmıştır. Sâlih Mehdî Abbas, elVefeyât üzerine İbıı Râfi' es-Sellâmî ve kitâbühü'l-Vefeyât ( B a ğ d a t 1404/1984) adıyla bir çalışma yapmış, müellifin 211 hocasını sıralamış ve el-Vefeyât'ta biyografileri verilen kişilerin alfabetik fihristini hazırlamıştır. 2. Mu'cemü'ş-şüyûh. Müellifin 1000'den veya 2000'den ( İ b n H a cer, İnbâ'ü'l-ğumr, 1,60) fazla hocasının ve onlardan okuduğu kitapların adlarını ihtiva eden ve dört cilt hacminde olduğu belirtilen eserden İbn Hacer'in ed-Dürerü'lkâmine'de 160'tan fazla nakil yaptığı belirtilmektedir (İbn Râfi', neşredenlerin girişi, I, 44). 3. ez-Zeyl'alâ Târîhi Bağdâd.



İbnü'n-Neccâr el-Bağdâdî'nin eseri üzerine yapılmış bir çalışmadır. İbn Hacer elAskalânî eserin müellif hattıyla olan nüshasının bir bölümünü gördüğünü, onun üç veya dört cilt olduğunu söylemektedir (ed-Dürerü'l-kâmine, III, 439). Takıyyüddin el-Fâsî el-'İkdü'ş-şemîn'i yazarken müellifin bu eserinden ve diğer kitaplarından faydalanmış, bu zeyilden seçtiği 210 biyografiyi el-Müntehabü'l-muhtûr elmüzeyyel bihî'alâ Târîhi İbni'n-Neccâr (Târîhu 'ulemâ'i Bağdâd) adıyla bir araya getirmiştir (nşr. A b b a s el-Azzâvî, B a ğ d a t 1357/1938). 4. Zeylü Müştebihi'n-nisbe. Zehebî'nin el-Müştebih fi'r-ricâl esmâ'ühüm ve ensâbühüm (nşr. P. d e Jong, L e i d e n 1881; nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî, Kahire 1962) adli eserinin küçük bir zeyli olup Selâhaddin el-Müneccid tarafından yayımlanmıştır ( B e y r u t 1394/1974, 1396/ 1976). S. Kitâbü Tercemeti'l-imâm imâmi'd-dîn Ebi'l-Kasım er-Râfi'î. Bir nüshası Berlin Staatsbibliothek'te bulunmaktadır ( A h l w a r d t , IX, 495, nr. 10124). 6. Cüz3 fîhi meşyehatü'ş-şeyhi'l-celîli'ş-şâlihi'n-nebîl Necmiddîn Ebi'l-'İz 'Abdirazîz Muhammed b. Yûsuf b. İlyâs b. 'Abbâs ed-Dekükiyyi'1-aşl e 1Bağdâdî (Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, H a dis, nr. 378, vr. i 77-193). İbn Râfi'in ayrıca on hocasının meşyehasmı yazdığı (el-Vefeyât, n e ş r e d e n l e r i n girişi, 1,49-51) ve onun bir deel-İcâzetü'l-'âmme'si bulunduğu (Keşfü'z-zunûn, I, 10) belirtilmektedir. BİBLİYOGRAFYA



:



İbn Râfi', el-Vefeyât



(nşr. Sâlih Mehdî Abbas -



Beşşâr Avvâd Ma'rûf), Beyrut 1402/1982, neşredenlerin girişi, I, 13-51; II, 133; Zehebî, cemü'l-muhtaş



el-Mu'-



(nşr. M. Habîb



bi'l-muhaddişîn



ei-Hîle), Tâif 1408/1988, s. 229-230; Safedî, elVâfı, III, 68-69; Ebü'l-Mehâsin el-Hüseynî, Zeylü Tezkireti'l-huffâz



(nşr. M. Zâhid



li'z-Zehebî



el-Kevserî), Dımaşk 1347, s. 52-54; İbnü'l-lrâki, Sâlih Mehdî Abbas), Bey-



ez-Zeyl'ale'l-'Iber(nşT.



rut 1409/1989,11, 352-355; İbnü'I-Cezerî, Oâyetü'n-Nihâye,\\,



139-140; İbn KâdîŞühbe, Târîh



(nşr. Adnân Dervîş), Dımaşk 1994,111, 421-423; İbn Hacer, Inbâ' ü'l-ğumr(n%x.



Hasan Habeşî),



Kahire 1392/1972,1, 59-62;a.mlf.,



ed-Dürerü'l-



111,439-440;Sehâvî, el-l'lân



bi't-tevblh,



kâmine,



s. 223-224, 254; ayrıca bk. İndeks; Nuaymî, edDâris fî târîhi'l-medâris



(nşr. Ca'fer el-Hasenî),



Kahire 1988,1,94-95, 98,113; Keşfü'z-zıınûn,



1,



10, 288; II, 1696; lbnü'1-lmâd, Şezerât, VI, 234235; Ahlvvardt, Verzeichnis,



IX, 495, nr. 10124;



Brockelmann, GAL, II, 33; Suppi, Mahtûtât,



II, 30; Elbânî,



s. 53; Selâhaddin el-Müneccid,



mü'l-mü'errihîne'd-Dımaşktyyîn,



Mu'ce-



Beyrut 1398/



1978, s. 208-209,449; Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris,



I, 73,440; Ziriklî, el-A'lâm



(Fethul-



lah), VI, 124; Sâlih Mehdî Abbas, " M u h a m m e d b . R â f i ' es-Sellâmî(704-774 h.) : sîretühû v e mü'ell e f â t ü h " , el-Mü'errihu'l-'Arabî, 1986, s. 164-179.



XXVII, Bağdad



r-ı m



M . YAŞAR



KANDEMIR



239



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN RÂHEVEYH İBN RÂHEVEYH (bk. İ B N R Â H Û Y E ) .



L



J İBN RAHHÂL



r



^



(J^joîO Ebû Alî el-Hasen b. Rahhât b. Ahmed b. Alî et-Tedlâvî el-Ma'dânî (ö. 1140/1728) L



M â l i k î fakihi.



J



Fas'ın orta bölgesinde, Fas-Merakeş şehirlerini birbirine bağlayan vadi üzerindeki Tâdilâ'dan (Tâdile) olup bu bölgede doğup büyüdüğü, daha sonra dönemin önemli ilim merkezlerinden Fas'a giderek dinî eğitimini tamamladığı anlaşılmaktadır. Hocaları arasında Ebû Ali Nûreddin Hasan b. Mes'ûd el-Yûsî, Ebû Muhammed Abdüsselâm b. Tayyib b. Muhammed el-Kâdirî el-Hasenî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdülkâdir el-Fâsî, Ebû Abdullah Muhammed b. Hasan elMiknâsî, Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Ebü'I-Kâsım b. Sûde gibi âlimler yer alır. İbn Rahhâl öğrenimini tamamladıktan sonra, Sultan Ebû İnân el-Merînî tarafından inşa ettirilen ve Fas'ın en büyük medreselerinden biri olan Mütevekkiliyye'de ders vermeye başladı. Halîl b. İshak elCündî'nin Mâlikî fıkhına dair el-Muhtaşar adlı kitabını okutmakla meşhur oldu, dersleri büyük rağbet gördü. Öğrencileri arasında Ebü'I-Kâsım İbn Saîd el-Amîrî elMiknâsî, Ebû Zeyd Abdurrahman b. Muhammed el-Fâsî, Ebü'l-Bekâ Muhammed b. Yaîş eş-Şâvî, Ahmed b. Mübârek esSicilmâsî, Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed el-Bekrî eş-Şâzelî, Ebü'l-Haccâc Yûsuf el-Müceylidî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdüssâdık ed-Dükkâlî gibi şahsiyetler vardır. Sultan Mevlây İsmâil zamanında (1672-1727) iki defa kadılık görevini üstlenen İbn Rahhâl önce Fas'ta, ardından Miknâs'ta (Meknes) kadılık yaptı. Fas kadılığından alındığı zaman yeniden eğitim ve öğretim hayatına döndü. Bir süre sonra tekrar Miknâs kadılığına getirildi ve 3 Receb 1140 (14 Şubat 1728) tarihinde vefatına kadar bu görevde kaldı. Kaynaklar İbn Rahhâl'i, Mâlikî mezhebine olan derin vukufu ve bu mezhebin klasik metinlerinden birçoğunu ezbere bilmesi sebebiyle zamanında Mâlikî mezhebinin hâfızı, fetva ve nevâzil konusunda üstün yetenekli, güzel ahlâklı ve cömert



bir kimse olarak anar, kadılık görevinde çok başarılı olduğunu ifade eder. Esasen kendisi de eserlerinde kadıların dirayet ve ferâset sahibi olması, şer'î hükümler kadar halkın örf ve âdetini, tarafların ahlâkını ve ruh halini de iyi bilmesinin lüzumunu vurgulamıştır. İbn Rahhâl, fıkhı toplumun gelişim ve ıslahının hizmetinde kullanmanın gereğini savunuyor, bu sebeple meydana gelen olaylarda taklit yerine içtihadı ön planda tutarak fıkhî konular etrafında derinlemesine araştırma ve tartışma yapılmasını arzu ediyordu. Olaya ve dinin genel amaçlarına uygun düşmeyen ahkâmla hüküm veren kadıları eleştirir, onları daha fazla düşünmeye ve araştırmaya çağırırdı. Tbplumda yerleşmiş bir kısım bâtıl inançları tenkit etmekten geri durmayan ve yaşadığı bölgenin şartlarını dikkate alarak ictihad yapan İbn Rahhâl, önceki bazı hükümlere muhalefet etmekten çekinmeyip görüşler arasında tercihte bulunmuş ve bazan farklı sonuçlara varmıştır. Meselâ davaların mescid içinde görülüp karara bağlanmasına karşı çıkmış, hâkimin âdil olduğunu bildiği şahitleri tâdile ihtiyaç duymadan hüküm verebileceği görüşüne muhalefet etmiştir. Eserleri. 1. Şerhu Muhtasarı Halîl (Fethu'l-Fettâh). Halîl b. İshak el-Cündî'nin Mâlikî fıkhına dair meşhur eserine" yazdiğı bu şerh müellifin en önemli kitabı olup kendi görüş ve ictihadlarını da ihtiva eder. Talebesi Amîrî, eserin hemen hemen Mâlikî mezhebinin bütün metinlerini ihtiva edecek kadar kapsamlı olduğunu söylemiş, İbn Zeydân, el-Hizânetü'sSultâniyye'de on beş ciltlik bir yazma nüshasının bulunduğunu belirtmiştir (Târîhu Miknâs, III, 8). Şerhin Rabat el-Hizânetü'l-melekiyye'de bazı ciltleri, Tıtvân'da el-Câmiu'l-kebîr Kütüphanesi'nde on beş ciltlik bir nüshası ve yine Tıtvân elMektebetü'l-âmme'de diğer bir nüshası (Keşfü'l-kınâ', n e ş r e d e n i n g i r i ş i , s. 29), Fas'ta Hizânetü'l-Karaviyyîn'de bazı ciltleri (M. Â b i d el-Fâsî, I, 427; II, 531-532) ve Temgrût Dârü'l-kütübi'n-Nâsıriyye'de(nr. 6 2 4 ) bir cildi mevcuttur ( M u h a m m e d e l Menûnî, s. 72; mikrofilm halinde nikâhla ilgili b i r nüsha için bk. Fihrisü'l-muşavuerât, III, 221). 2. İhtişûru Şerhi Muhtaşari Halîl. Halîl b. İshak'ın adı geçen eserine Muhammed b. Abdullah el-Haraşî tarafından yazılan şerhin muhtasarıdır. İbn Zeydân, bunun da çok önemli bir eser olduğunu belirterek el-Hizânetü's-Sultâniyye'de dört ciltlik yazma nüshasının bulunduğunu belirtir (Târîhu Miknâs, III, 8). 3.



Hâşiye calâ Şerhi Meyyâre calâ Tuhfeti'l-hükkâm li'bni cÂşım. Ebû Bekir İbn Âsım'ın eserine Meyyâre'nin yazdığı şerhin hâşiyesi olup bu,şerhin kenarında basılmıştır ( I - I I , Fas 1299; I - I I , Kahire 1315). 4. el-lrtifâk fî mesâ'ilı'l-istihkâk. Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları mevcut olan eseri (Tunus, Dârü'l-kütübi'l-vataniyye, nr. 1694, 12301; Rabat, el-Hizânetü'lâ m m e , nr. 487, 1079, 1418, 1649, 1862) Muhammed b. Süleyman el-Meniî 1'986'da Mekke Câmiatü Ümmi'l-kurâ'da yüksek lisans tezi olarak neşre hazırlamıştır. 5. can şirketi'l-hammâs. ZiRefu'l-iltibâs raî ortakçılık hakkındaki bu eserin Fas'ta taş baskısı yapılmış ve kitap Jacques Berque tarafından Fransızca'ya çevrilmiştir (Keşfü'l-kınâ', n e ş r e d e n i n girişi, s. 31). 6. Keşfü'l-kmâc can tazmîni'ş-şunnâc. İşçi ve esnafın tazmin sorumluluğuyla ilgili olan eserin Fas'ta taş baskısı yapılmış ve önce Jacques Berque tarafından Fransızca tercümesiyle birlikte (Cezayir 1949), ardından Muhammed el-Hâdî Ebü'l-Ecfân tarafından neşredilmiştir ( T u n u s 1986; Beyrut 1996). Müellifin kaynaklarda ayrıca Yetîmetü'l-'akdeyn fî menâfiH'l-yedeyn ve el-Ed'iyye adlı eserlerinden de söz edilir ( e s e r l e r i n y a z m a nüshaları için bk. Keşfü'l-kınâ', n e ş r e d e n i n girişi, s. 2832; A b d ü l a z î z b. A b d u l l a h , Ma'lemetü'lfıkhi'l-Mâlikî.s. 71). BİBLİYOGRAFYA : İbn Rahhâl, Keşfü'l-kınâ'



'an



tazmini'ş-şun-



nâ' (nşr. Muhammed el-Hâdî Ebü'l-Ecfân), Tunus 1986, neşredenin girişi, s. 17-37; Ebü'l-Kâsım İbn Saîd el-Âmirî, Fehresetü'ş-şüyûh,



Ra-



bat el-Hizânetü'l-Haseniyye, nr. 905, vr. 89; Kadiri, Neşrü'l-meşânî, Sûde, Kudâtü



II, 132; Abdüsselâm İbn



Fâs, Rabat el-Hizânetü'l-Hase-



niyye, nr. 1140; a.mlf., Delilû.



mü'errihi'l-Mağ-



Ibaskı yeri yok] 1960, I, 189; İbn



ribi'l-Aksâ,



Zeydân, Târîhu



Rabat 1931, 111, 7-9;



Miknâs,



1, 298; Mahlûf,



Hediyyetü'l-'ârifîn,



nür, s. 334; B r o c k e l m a n n , GAL 696; Ziriklî, el-A'lâm, mü'l-mü'ellifîn,



Şeceretü'nSuppl,



I, 204; Kehhâle,



11, Mu'ce-



IH, 224; Abdülhâdî et-Tâzî, CâBeyrut 1972, III, 69; Abdul-



mi'u'l-Karauiyyîn,



lah Kennûn, en-Mübûğu'l-Mağribî,



Beyrut 1975,



I, 297; Hacvî, el-Fikrü's-sâml,]],



276; E. Levi-



Provençal, Mü'errihu'ş-şürefâ'



(trc. Abdülkâdir



el-Hallâdî), Rabat 1397/1977, s. 212; M. Âbid el-Fâsî, Fihrisü



mahtûtâti



Hizâneti'l-Karauiy-



yîn, Dârülbeyzâ 1400/1980,1, 427; II, 531-532, 537; Abdülazîz b. Abdullah, Mâlikî,



Ma'lemetü'l-fıkhi'l-



Beyrut 1983, s. 71; a.mlf., Mu.M, I, 103;



Muhammed el-Menûnî, Delîlü ri'l-kütübi'n-Nâşıriyye



mahtûtâti



diye 1985, s. 72 (nr. 624);



Fihrisü'l-muşavuerâMer-



ti'l-mikrofılmiyyebi-kışmi'l-mahtûtât(nşı kezü'l-Melik Faysal), Riyad 1993, III, 221; resâ'ili Câmi'ati 1415 hicriyye, S İ



240



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



Ümmi'l-kurâ'



Dâ-



Muhamme-



bi-Temğrût,



ilâ nihâyeti



Delîlü 'âm



Mekke 1996, s. 24.



MUHAMMED EL-HÂDÎ



EBÜ'L-ECFÂN



İBN RÂHÛYE



İBN RÂHÛYE



( «üjaIj



M ü s n e d adlı eserinde toplayan İbn Râ-



ması yapmıştır. 2. Kitâbü'1-Mesffil.



hûye cerh v e ta'dîl ile ilelü'l-hadîs konu-



m e d b. Hanbel ve İbn Râhûye'nin fıkha



Ah-



larında otorite kabul edilmiş, başlangıç-



dair sorulara verdikleri cevapların İshak



Ebû Ya'küb İshâk b. İbrâhîm b. Mahled et-Temîmî el-Hanzalî el-Mervezî (ö. 238/853)



ta ehl-i re'yden iken İmam Şâfiî ile ilmî



b. Mansûr el-Kevsec tarafından bir araya



H a d i s , fıkıh v e tefsir âlimi.



^



tartışmalarda bulunduktan sonra onun



getirilmesiyle oluşan eser Muhammed b.



usulünü benimsemiştir. Bazı ictihadları



Abdullah ez-Zâhim'in tahkikiyle yayımlan-



Hanefî m e z h e b i n e uygun düştüğü için



mıştır (Kahire 1412/1992).



Hanefî, İmam Şâfıî'nin usulünü benimse-



İbn Râhûye'nin kaynaklarda ayrıca et-



161 (778) yılında Merv'de dünyaya gel-



diği için Şâfiî, A h m e d b. Hanbel ile olan



Tefsîr, es-Sünen,



di. 163 (780) ve 166'da (783) doğduğu da



yakınlığı sebebiyle Hanbelî sayılmışsa da



Câmicu'ş-şağir,



söylenir. Temîm kabilesinin Hanzale ko-



herhangi bir mezhebe bağlı bulunmayan



cİlm



luna mensup olan babası Mekke yolunda



mutlakjııüctehid olduğu anlaşılmakta-



dülgafûr Abdülhak Hüseyin el-Belûşî el-



el-Câmi'u



'1-kebîr,



el-Muşannef,



el-



Kitâbü'I-



adlı eserleri zikredilmektedir. Ab-



doğduğu için Râhûye ( R â h e v e y h = y o l d a



dır. İbn Râhûye'nin bazı fıkhî görüşlerini



İmâm



b u l u n a n ) lakabı ile anılmıştır. İlköğreni-



talebelerinden İshak b. Mansûr el-Kev-



hü'l-Müsned



mini Merv'de yapan İbn Râhûye yirmi üç



sec Kitâbü'l-Mesâ'iYde



yaşında iken tahsil amacıyla seyahate çık-



l e n m e v e boşanmayla ilgili görüşlerini



Sultan Fıkhu



tı. Irak, Şam, Hicaz, Yemen gibi ilim mer-



Susan A. Spectorsky Chapters



doktora tezi hazırlamış ( 1 4 0 5 , C â m i a t ü



kezlerinde Abdullah b. Mübârek, Vekî* b.



riage



Cerrâh, Abdurrahman b. Mehdî, Süfyân b. Uyeyne, Şâfiî, İbn Uleyye, Gunder, Yezîd b. Hârûn gibi âlimlerden hadis rivayet etti. Kendisinden de başta hocaları Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Bakıyye b. Velîd, Yahyâ b. Âdem, Abdürrezzâk b. Hemmâm olmak üzere Yahyâ b. Maîn, Ahmed b. Hanbel, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Hrmizî, Nesâî, Hasan b. Süfyân ve Osman b. Saîd ed-Dârimî rivayette bulundular. Dâvûd ez-Zâhirî ve İbn Kuteybe de ondan ders almışlardır. İbn Râhûye tahsilini tamamladıktan sonra Nîşâbur'a yerleşti ve ömrünün sonuna kadar öğretimle meşgul oldu. Buhârî v e Müslim hîh'lerinde,



el-Câmihı'ş-şa-



Ebû Dâvûd, Tirmizîve Nesâî



es-Sü/ıen'lerinde ondan hadis rivayet ettiler. Güçlü bir hâfızaya sahip olan İbn Râhûye'nin güvenilirliği hususunda hadis münekkitleri ittifak e t m i ş olup ölümünden beş ay önce hâfıza kaybına uğradığına dair rivayet zayıf kabul edilmiştir ( Z e h e b î , AHâmü'n-nübelâXI,



377-378).



Onun 100.000 hadis bildiği v e 7 0 . 0 0 0 hadisi talebelerine ezbere yazdırdığı rivayet edilmektedir. İbn R â h û y e 14 Şâban 2 3 8 ' de ( 2 9 Ocak 853) v e f a t etti: 2 4 3 (857) yılında öldüğüne dair rivayet sağlam değildir.



and Divorce



Hanbel



and ibn



( b k . b i b i . ) , evon



Responses



Maı-



of



ibn



adlı çalış-



Râhwayh



masında ( A u s t i n 1 9 9 3 ) bir araya getir-



İshâk



b. Râheveyh



ve



Kitâbü-



ismiyle bir araştırma yap-



mış ( M e d i n e 1411/1990), Tallâi Mahmûd adlı bir



İshâk b. Râhûye



0 m m i' 1-ku râ | M e k k e ]), Özdemir Yücel de İshak b. Râhûye



Hayatı



ve



Şahsiyeti



adıyla bir yüksek lisans çalışması yap-



miştir. İbn Râhûye Allah'ın sıfatları, rü'-



mıştır ( 1 9 8 2 . M Ü S o s y a l B i l i m l e r E n s t i -



yetullah, kader, halku'l-Kur'ân gibi ke-



tüsü).



lâmî meselelerde Mu'tezile başta olmak üzere Cehmiyye, Muattala, Mürcie gibi fırkalarla tartışmış v e Horasan bölgesinde Ehl-i sünnet'in temsilcisi olmuştur.



BİBLİYOGRAFYA



:



İbn Râhûye, Kîtâbü'l-Mesâ'll



(haz. İshak b.



Mansûr el-Kevsec, nşr. Muhammed.b. Abdullah ez-Zâhlm), Kahire 1412/1992, neşredenin girişi 1, 45-56; Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr,



Eserleri. 1. Müsned.



Altı cilt olduğu



a.mlf., et-Târîhu'ş-şağîr,



kaydedilen eserin 2648 hadis ihtiva eden



l i m . el-Cerh



IV. cildi günümüze ulaşmıştır ( y a z m a nüs-



bân, eş-Şikât,



h a l a r ı için b k . Kitâbü'l-Mesâ'il,



neşrede-



I, 379-380;



II, 368; İbn Ebû HâII, 209-210; İbn Hib-



ve't-ta'dîl,



VIII, 1 15-116; İ b n ü ' n - N e d î m ,



eZ-F/hr/sf ( T e c e d d ü d ) , s. 2 8 6 ; Lâlikâî, uşûli



i'tikâdi



Şerhu



(nşr. A h m e d Sa'd



Ehli's-sünne



nin girişi, s. 5 3 ; S e z g i n , I, 110; E b û U b e y d e



Hamdân), Riyad 1402, I, 47; Ebû Nuaym, Hil-



M e ş h û r b . H a s a n b . S e l m â n - E b û Huzey-



ye, IX, 1 0 2 - 1 0 3 ; Hatîb, Târîhu



f e R â i d b . S a b r î , s. 3 7 3 ) . İlk hadis kitapla-



345-355; İbn Ebû Ya'Iâ,



rından olduğu için ö n e m taşıyan M ü s ned'in Kütiib-i



Sitte'de



bulunmayan ri-



vayetleri büyük ölçüde Bûsîrî'nin fii'l-hıyere caşere,



İthâ-



bi-zevâ'idi'l-mesânîdi'l-



İbn Hacer el-Askalânî'nin



tâlibü'l-câliye







el-Me-



zevâ'idi'l-mesânîdi'ş-



gibi kitapları yoluyla bugüne



şemâniye



I, 109; İbn Asâkir, Târîhu



(Amrî), VIII,



Dımaşk



119-142; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl, Zehebî. A'lâmü'n-nübelâ',



II, 373-388;



XI, 358-383; a.mlf..



I, 182-183; a.mlf..



Tezkiretü'l-



II, 433-435; Safedî, el-Vâfl,



VIII, 386-



Mîzânü'l-i'tidâl, huffâz,



VI,



Bağdâd,



Tabakâtü'l-Hanâblle,



388; Sübkî. Tabakât(Tanâhî), cer. Tehzîbü't-Tehzîb, Mu'cemü'l-müfehres



II, 83-93; İbn Ha-



I, 2 1 6 - 2 1 8 ; a . m l f . , el(nşr. Muhammed Şekkûr



M a h m û d e l - H â c î Emrîr e l - M e y â d î n î ) , Beyrut



kadar gelmiştir ( A b d ü l g a f û r A b d ü l h a k H ü -



1418/1998, s. 58, 109, 131-132; Sehâvî, el-



s e y i n e l - B e l û ş î , s . 2 3 6 - 2 4 2 ) . İbn Râhûye,



İ'lânbi't-tevbîh,s.



sahâbî râvilerin mensup ol-



Müsned'ini



duğu şehirleri esas alarak düzenlemiş,



4 4 2 ; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, GAS,



Tabakâtü'l-müI,



VIII, 261; Sezgin.



1, 110; Abdülgafûr Abdülhak Hüseyin el-



öncelikle sahih hadisleri aldığı eserinde



Belûşî, el-İmâm



râvilerin güvenilirliği ve hadislerin sıhha-



hü'l-Müsned,



ti konusunda bilgi vermiş, garîb kelime-



190; Dâvûdî,



(Lecne), 1,103-105; Keşfü'z-zunûn,



fessirîn



İshâk b. Râheveyh



ve



kitâbü-



M e d i n e 1 4 1 1 / 1 9 9 0 , s. 50-90,



104-108, 168-197, 235-256; Ebû Ubeyde Meşhûr b. Hasan b. Selmân - Ebû Huzeyfe Râid b.



Hâfız, emîrü'l-mü'minîn fı'l-hadîs, Ho-



leri açıklamış, bazı hadislerin yorumunu



rasan'ın fakih v e muhaddisi gibi unvan-



yapmıştır ( a . g . e . , s . 2 5 1 - 2 5 3 ) . Eserdeki



hî'l-bârî,



larla anılan İbn Râhûye t e f s i r v e akaid



1273 hadis ihtiva eden Hz. Âişe'nin müs-



g a f f â r Süleyman el-Bündârî v.dğr.,



ilimlerinde de söz sahibi olmakla birlikte



nedini Abdülgafûr Abdülhak Hüseyin el-



ricâli'l-kütübi't-tis'a,



onun ilmî şahsiyetinde hadis v e fıkıh ön



Belûşî yayımlamış ( M e d i n e 1410), Cemîle



plandadır. III. ( I X . ) yüzyıla kadar meyda-



Şevket (Jamila Shaukat), bu müsned hak-



letü Külliyyeti



na getirilen hadis külliyatı sahih hadis-



kında Cambridge Üniversitesi'nde ( 1 9 8 4 )



hire 1405/1985, s. 49-57; J. Schact. "ibn R â h -



lerin yanı sıra hasen v e zayıf hadisleri de



A critical



w a y h " , EF (İng.), III, 902; Ali Refîî, " İ b n R â h -



ihtiva ettiğinden Buhârî onun teşvikiyle



of Tradition



el-Câmihı'ş-şahîh'ine



sadece sahih ha-



disleri almıştır. Rivayet ettiği hadisleri



Extracted



Edition,



Recounted



from



b. Râhawayh



with



Introduction by



the Musnad



ÂHshah, of



Ishaq



Sabrî. Mu'cemü'l-muşannefâti'l-vâride



fî Fet-



Riyad 1412/1991, s. 124, 373; AbdülMevsû'âtü



Beyrut 1413/1993, I, 92;



Ahmed Ömer Hâşim, "el-İmâmü'l-muhaddiş İshâk b. R â h û y e v e eşeruhû f ı ' s - s ü n n e " , uşûli'd-dîn



bi'l-Kâhire,



MecelIII, Ka-



v e y h " , DMBİ, III, 540-541; M. Yaşar Kandemir. "el-Câmiu's-sahîh", DİA, VII, 114.



adıyla bir doktora çalış-



H



ABDULLAH



AYDINLI



241



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN RÂİK askerleri yanında tutmakta ısrar edince



İBN RÂİK



İbn Râik kumandan Beckem'i Ahvaz üzerine gönderdi. Ebû Abdullah Basra'ya, da-



( Ebû Bekr Muhammed b. Râik el-Hazerî (ö. 330/942) ^ A b b â s î D e v l e t i ' n i n ilk e m i r ü T - i i m e r â s ı . ^



Hazar Türkleri'nden olup babası Abbâsî kumandanlarındandı. Kendisi Halife Muktedir-Billâh tarafından 317 (929) yılında kardeşi İbrâhim ile birlikte Bağdat şurta teşkilâtının başına getirildi. İki kardeş bir yıl sonra görevden alındıysa da ertesi yıl iade edildi. Muktedir-Billâh'ın öldürülmesinden (320/932) sonra birçokları gibi onlar da Bağdat'tan ayrıldılar ve önce Medâin'e, ardından Vâsıt'a gittiler. Râzî-Billâh halife olunca İbn Râik'i hâcib y a p m a k istedi; ancak daha sonra bundan vazgeçti v e onu Basra ile birlikte Vâsıt valiliğine getirdi (322/934). Burada gittikçe güçlenen ve emrindeki Türk askerleriyle isyan ederek Ziyârî Emîri Merdâvic b. Ziyâr'ı öldüren ( 3 2 3 / 9 3 5 ) v e yanına gelen Beckem'den de destek alan İbn Râik Bağdat'a yükümlü olduğu yıllık vergiyi göndermedi. Devlet erkânı arasındaki nüf u z mücadeleleri karşısında zor durumda kalan Râzî- Billâh, bir süre sonra onu Bağdat'a davet ederek geniş yetkilerle donattı v e kendisine emîrü'l-ümerâ unvanını verdi ( Z i l h i c c e 3 2 4 / K a s ı m 9 3 6 ) . Başkumandanlık, Dîvânü'l-harâc, Dîvânü'd-dıyâ', Dîvânü'l-meâvin'in reisliği ve berîd teşkilâtının yönetimi yanında valilerin ve yüksek dereceli memurların, hatta vezirin tayini dahi onun yetki sınırları içine girdi. Devletin idarî, askerî ve malî işlerinde halifeye danışmadan karar alma ve uygulama yetkisine sahip olan İbn Râik'in protokoldeki yeri halifeden sonra geliyordu. Hutbelerde kendi adından sonra onun adının okunması bizzat halife tarafından bütün eyalet valilerine bildirilmişti. Böylece yönetim tamamen İbn Râik'in eline geçti v e halifenin ciddi bir fonksiyonu kalmadı. Daha önce de halifelerle kumandanlar arasındaki nüfuz mücadeleleri sonucu geniş yetkiler elde eden veya emîrü'l-ümerâ unvanını kullanan bazı kumandanlar bulunmakla birlikte kendisine resmen bu unvan verilen v e bu derece geniş salâhiyetlerle donatılan ilk kişi İbn Râik olmuştur. İbn Râik 325 (937) yılında Halife RâzîBiilâh'ı, Ahvaz Valisi Ebû Abdullah el-Berîdî ile savaşa teşvik etti. Ebû Abdullah halife ile yaptığı anlaşmada vaad ettiği yıllık 360.000 dinar vergiyi Bağdat'a göndermediği gibi İbn Râik'ten ayrılıp kendisine katılan Huceriyye grubuna mensup



ha sonra da Fars'a Büveyhî Meliki İmâdüddevle'nin yanma kaçarak onu Irak'ı ele geçirmesi için kışkırtmaya başladı. Bu sırada Beckem'in Vâsıt'a yerleşerek bütün Irak'ı istilâ etmesinden endişelenen İbn Râik, Ebû Abdullah'a Beckem'i yendiği takdirde yıilık 600.000 dinar vergi karşılığında Vâsıt'a hâkim olabileceğini bildirdi. Ancak bunu haber alan Beckem, Ebû Abdullah'la mücadeleye girdi ve üstün gelmeyi başardı. Arkasından da İbn Râik'in makamını ele geçirmek amacıyla, mallarına el koyduğu için onunla arası açılan eski vezir İbn Mukie'nin de desteğini sağlayarak Halife Râzî-Billâh'ı kendi lehine çevirdi. Bunun üzerine İbn Mukie'nin sağ elini kestiren İbn Râik Zilkade 326'da (Eylül 938) Bağdat'a gelen Beckem'le çatışmaya girdi; fakat mağlûp olarak kaçtı. Bu gelişmeler üzerine Râzî-Billâh Beckem'i emîrü'l-ümerâlığa getirdi. Fakat 327 yılı başlarında (Kasım 938), Beckem'in halife ile birlikte Hamdânîler'in Musul emîri Nâsırüddevle Hasan üzerine gitmesini fırsat bilen İbn Râik Bağdat'ı tekrar ele geçirdi. Bu durum Beckem'i ve halifeyi telâşlandırınca da onlara mektup yazıp özür dileyerek kendileriyle barış yapmak istediğini bildirdi. Halife ile Beckem bu isteği olumlu karşıladılar v e mektubuna Tarîkulfurât, Diyârımudar, Kınnesrîn ve Avâsım valiliği teklifiyle cevap verdiler; İbn Râik de bu teklifi kabul ederek Bağdat'tan ayrıldı ( 3 2 7 / 9 3 9 ) . Ertesi yıl Suriye'ye giren İbn Râik, Humus, Dımaşk v e Remle'yi ele geçirdi; daha sonra da Mısır'ı almayı planlayarak Arîş'e hareket etti. Ancak Muhammed b. Tuğç el-İhşîdî ile yaptığı savaşta başlangıçta galip gelmesine rağmen yenildi ve sadece y e t m i ş adamı ile Dımaşk'a dönmek zorunda kaldı. Bir müddet sonra Lü-



cekti. Bu arada Beckem avlanırken bir eşkıya grubu tarafından öldürülünce emrindeki Türkler İbn Râik'in yanına gelerek onu Irak üzerine yürümeye teşvik ettiler. İbn Râik, Irak'a gitmeye hazırlandığı sırada Halife Müttakî-Lillâh'tan kendisini Bağdat'a davet eden bir mektup aldı v e bu davete uyarak 20 Ramazan 329'da (18 Haziran 941) yola çıktı; Emîrü'l-ümerâ Kür Tegin ed-Deylemî'nin yolunu kesmesine rağmen onu mağlûp edip şehre girdi. Halife Müttaki-Lillâh tarafından kendisine hil'at giydirildi ve 26 Zilhicce 329 (21 Eylül 941) tarihinde yeniden emîrü'l-ümerâ tayin edildi. Ancak kısa bir müddet sonra tekrar Ebû Abdullah el-Berîdî ile mücadele e t m e k zorunda kaldı v e Ebû Abdullah'ın birlikleri Bağdat'ı basıp yağmaladılar ( C e m â z i y e l â h i r 330 / M a r t 9 4 2 ) . Bunun üzerine İbn Râik'le birlikte şehirden kaçan Halife Müttaki-Lillâh, Hamdân oğlu Nâsırüddevle'den yardım istedi; o da kardeşi Seyfüddevle'yi gönderdi. Müttaki-Lillâh'ı Tikrît'te karşılayan Seyfüddevle ona büyük saygı gösterdi ve beraberinde Musul'a götürdü. Nâsırüddevle onlara gerekli yardımı yapmakla birlikte İbn Râik'e güvenmiyordu; bir müddet sonra hazırlattığı bir komployla onu öldürttü (21 R e c e b 330/11 N i s a n 9 4 2 ) . BİBLİYOGRAFYA



:



Ebû Bekir es-Sûlî, Ahbârü'r-RâS-Billâh



ue'l-



(nşr. J. H. Dunne). Beyrut 1403/



Müttaki-Lillâh



1983, s. 41, 62, 76, 85-90, 99, 101, 106, 119, 121, 143, 213,219, 223-224, 226; Arîb b. Sa'd, Şılatü Târîhi't-Taberî



(Taberî, Târih |Ebüİ-FazIj,



IX içinde), s. 55, 125, 128, 136, 138, 142; İbn Zûlâk, Siretü Muhammed



b. Tuğc el-lhşîd (nşr.



İhsan Abbas, Şezerât min kütübin



mefküde



fı't-



târîh içinde), Beyrut 1988, s. 252-259, 262,264, 268, 269, 272;İbn Miskeveyh,



Tecâribü'l-ümem,



I, 202, 237, 332, 335, 351-352, 356-360, 365, 367, 374, 378-379, 386, 393, 405, 408; II, 1920, 22-23, 25, 28; İbn Asâkir, Târîhu XV, 324; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,



Dımaşk,



VIII, 92, 213, 225,



243, 283-284, 303, 322-323, 329, 333-337, 343-344, 346-348, 353-354, 363-364, 375377, 380-383; İbnü't-Tıktakâ, el-Fahrî,



s. 282;



cûn denilen y e r d e 4 Zilhicce 328'de (10 Eylül 940) Muhammed b. Tuğç'un kardeşi



İbn Hallikân, Vefeyât, V, 114-115, 118; Safedî,



Nasr b. TUğç'u mağlûp etti; öldürülenler arasında Nasr da vardı. Arkasından Nasr b. Tuğç'un savaşta ölümünden üzüntü



188, 189, 192,199, 201-202; İbn T^ğriberdî, en-



duyduğunu Muhammed b. Tuğç'a bildirerek özür diledi ve oğlu Müzâhim'i rehin olarak gönderdi. Muhammed b. Tuğç Müzâhim'i iyi karşıladı v e ona hil'at giydirdi. Bu gelişmeler üzerine İbn Râik ile İhşîdîler arasında Remle sınır kabul edilerek bir antlaşma yapıldı ve hâkimiyet bölgeleri belirlendi. Buna g ö r e Remle dahil olmak üzere Mısır İhşîdoğullan'nda kalıyor, Suriye de İbn Râik'e bırakılıyordu; ayrıca her yıl ona 140.000 dinar ödene-



el-Vâfı, III, 69; İbn Kesîr, el-Bidâye, Mücûmü'z-zâhire,



XI, 184,187,



Kahire 1932, III, 258, 260,



262, 263, 266, 272, 275; İbnü'l-İmâd,



Şezerât



(Arnaût), IV, 167-168; E. Tyan, Institutions dro'ıt public



du



Paris 1954, I, 531-



musulman,



(Fethullah), VI, 123; M.



537; Ziriklî, el-A'lâm



Defremery, " M e m o i r e sur les emirs al-omera", Memoires



presentes



par diuers savants



ademie des Irıscriptions



â l'Ac-



et Belles Lettres, II, Pa-



ris 1852, s. 105-196; Hakkı Dursun Yıldız, " A b bâsîlerde Emîrülümeralığın Ortaya Çıkışı", TED, sy. 10-11 (1981) s. 97-108; a.mlf., " B e c k e m " , DlA, V, 287; a.mlf., " E m î r ü ' l - ü m e r â " , a . e . , X I , 158-159; D. Sourdel, " i b n Râ=ik", Et2 (İng.), III, 902; K. V. Zettersteen, "İbn R â ' i k " , İA, V/2, s. 777-778.



242



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



m IFFL



A H M E T AĞIRAKÇA



İBN RECEB İBN RASLÂN L R



(bk. BULKÎNÎ, Sâlih b. Ö m e r ) .



IBN RÂŞID ( j j l j JJİ)



J N



Ebû Abdiilâh M u h a m m e d b. Abdiilâh b. Râşid el-Bekrî el-Kafsî (ö. 7 3 6 / 1 3 3 6 ) L



Mâlikî fakihi.



J



Tunus yakınlarındaki Kafsa'da doğdu. İlk eğitimini burada aldıktan sonra Tunus'a gitti ve İbnü'l-Gammâz ile Hâzim elKartâcenî'nin derslerine katıldı. Ardından Mısır'a geçti. Önce İskenderiye'de aralarında Cemâleddin İbnü'l-Hâcib'in öğrencisi Nâsırüddin el-Ebyârî, Nâsırüddin İbnü'l-Müneyyir, Ziyâeddin İbnü'l-Allâf ve Muhyiddin el-Mâzûnî'nin de bulunduğu âlimlerden ders aldı. Daha sonra Kahire'de Şehâbeddin el-Karâfî'den Fahreddin er-Râzî'nin el-Mahşûlfî uşûli'l-fıkh'ı ile bu eserin Tâceddin el-Urmevî'ye ait muhtasarı el-Hâşıl'\, Kemâleddin İbnü't-Tenesî'den Berâziî'nin et-Tehzîb fi'htişâri'l-Müdevvene'sini ve Takıyyüddin İbn Dakikul"îd'den İbnü'l-Hâcib'in el-Muhtaşar'mı okudu. Karâfî'nin önde gelen talebelerinden oldu ve usul ilminde ondan icâzet aldı. 680 (1282) yılında hacca giden İbn Râşid dönüşünde Kafsa'da bir süre ders verdi ve kadılık görevinde bulundu. Bu görevden azledildikten sonra Tunus'a yerleşti, telif ve tedrîs faaliyetini sürdürdü. Kendisinden ders alanlar arasında İbn Merzûk el-Hatîb ve Afîfüddin el-Mısrî gibi âlimler bulunmaktadır. Mâlikî fıkhının ve fıkıh usulünde olgunluk dönemini yaşayan mütekellimîn ekolünün Tunus muhitinde tanınmasında ve sonraki nesillere aktarılmasında büyük emeği geçen ve eserlerinde hocası Karâfî'nin yolunu takip eden İbn Râşid 20 Cemâziyelevvel 736'da (5 Ocak 1336) Tunus'ta vefat etti. Eserleri. 1. el-Müzheb fî zabtı (mesâ"ıll)'l-mezheb. Sagir b. Abdüsselâm elVekîlî, eserin ilk bölümünün Fas'ta Hamziyye Zâviyesi'nde bulunduğunu bildirerek bu nüshadan bazı alıntılar yapmıştır (ellmâm Şlhâbüddîn el-Karâfî, II, 397-400). Eser Muhammed Ebü'I-Efcân tarafından neşre hazırlanmaktadır. 2. Lübâbü'l-lübâb fî beyâni mâ tezammenehû ebvâ-



bü'l-kitâb mine'l-erkân ve'ş-şürûl ve'lmevâni' ve'l-esbâb (Tunus 1346/1927). Bu iki eserde İbn Râşid, hocası Karâfî'nin izinden yürüyerek Mâlikî fıkhının kendisine kadar ulaşan birikiminden hareketle ve tümevarım metoduyla bazı mücerret ve kapsamlı önermeler tesbit etmeye çalışmaktadır. Tahrîc usulüyle elde edilen bu hükümler, aynı zamanda hakkında hüküm bulunmayan meseleler için de belirleyici olmaktadır. el-Müzheb'öe, Karâfî'nin gerek üslûbunun gerekse başta e i Furûk olmak üzere bu sahada kaleme aldığı eserlerindeki görüşlerinin etkileri açık bir şekilde görülmektedir. el-Müzheb'den daha sonra kaleme alındığı anlaşılan el-Lübâb'da ise fürû-i fıkhı kurallara indirgeme anlayışının yoğunluk kazandığı görülür (a.g.e., II, 398-400). 3. el-Fâ'ik fî (ma'rifeti)'l-ahkâm ve'l-veşâ'ik. Noterlikle ilgilidir. Yukarıda zikredilen kitaplardan önce telif edildiği belirtilen el-Fâ'ik'in de yine bu eserlere hâkim anlayışla kaleme alındığı kaydedilmektedir. Eserin Tunus el-Mektebetü'lvataniyye'de çeşitli yazmaları bulunmaktadır (Mahfûz, II, 333). 4. en-Nazmü'l-bedf fi'htişâri't-Tefrî'. İbnü'l-Cellâb'ın mezhepte çok tutulan ve üzerinde yirmiden fazla şerh, ihtisar çalışması yapılan etTefrîc adlı eserinin manzum ihtisarıdır. 5. el-Mertebetü (meühebetü)'s-seniyye fî'ilmi'l-'Arabiyye. Abdullah İbrâhim Salâh, son üç eserin British Museum'da 125 numaralı nüshada bir arada bulunduğunu kaydetmektedir (el-lmâm Şihâbüddîn el-Karâfî, s. 119). 6. el-Mertebetü'l-'ulyâ fî tefsîri'r-rii'yâ. Chester Beatty Library'de (nr. 4608), ayrıca Tunus el-Mektebetü'lvataniyye'de yazmasının bulunduğu belirtilmektedir ( M a h f û z , II, 334). Eserin adı çeşitli kaynaklarda el-Merkabetü'l-'ulyâ olarak da kaydedilmektedir ( A h m e d B â b â et-Tinbüktî, s. 394; Ahhvardt, III, 578; M a h f û z , II, 334). 7. eş-Şihâbü'ş-şâkıb fî şerhi Muhtaşari îbni'l-Hâcib. İbnü'lHâcib'in el-Muhtaşarü'l-fer'î (Câmi'u'lümmehât) adlı eseri üzerine yazılan ilk şerh olduğu belirtilmektedir. Müellif İbnü'l-Hâcib'in eserindeki rumuz ve işaretleri açıklamış, meselelerin dayandığı delilleri ortaya koymuştur. Kaynaklarda İbn Râşid'in Telhîşü'l-Mahşûl fî cilmi'l-uşûl Nuhbetü'l-vâşıl fî şerhi'l-Hâşıl ve Tuhfetü'l-lebîb fi'htişâri kitâbi tbni'l-Hatîb adlı eserleri de kaydedilmiş olup bu sonuncusu Fahreddin er-Râzî'nin tefsirinin muhtasarıdır ( M a h f û z , II, 334).



BİBLİYOGRAFYA



:



İbnü'l-Cellâb, et-Tefri'



(nşr. Hüseyin b. Sâlim



ed-Dehmânî), Beyrut 1408/1987, neşredenin girişi, I, 155; İbn Ferhûn.



ed-Dîbâcü'l-müzheb,



II, 328-329; İbn Kunfüz, Vefeyât (nşr. Âdil Nüveyhiz), Beyrut 1981, s. 346-347; Ahmed Bâbâ et-Tinbüktî, fieyla't-ibtihâc,



Trablus 1408/1989,



s. 392-395; W. Ahlwardt, Verzeichnis, Hildesheim 1980,111, 578; Mahlûf, Şeceretû'n-nûr, 208; Brockelmann, GAL Suppl.,



I, 207-



II, 345-346; He-



II, 134-135;



îzâhu'l-meknûn,



II, 3 9 9 , 4 6 4 ; Ziriklî, el-A'lâm,



VII, 1 1 1 - 1 1 2 ;



diyyetü'l-'ârifîn,



M a h f û z , Terâcimü'l-mü'ellifîn,



II, 331-334;



Abdullah İbrâhim Salâh, el-lmâm dîn el-Karâfî



ue eşeruhû



Şihâbüd-



fı'l-fıkhi'l-lslâmî,



ta 1991, s. 117-120;Sâlihiyye,



mil, III, 26; A. J. Arberry, The Chester Library,



A Handlist



Mal-



el-Mu'cemü'ş-şâ-



of the Arabic



Beatty



Manuscripts,



Dublin 1963, IV, 33; Sagir b. Abdüsselâm el-Vekîlî, el-lmâm



Şihâbüddîn



Fas 1996,



el-Karâfî,



I, 241; II, 397-400; S. A. Jackson, Islamic and the State: ce ofShihâb



The Constitutional al-Din



al-Qarâfı,



fi



Law



JurisprudenLeiden 1996, s.



KÂMIL



YAŞAROĞLU



İBN RECEB



r



n



Ebü'l-Ferec Zeynüddîn Abdurrahmân b. A h m e d b. Abdirrahmân R e c e b el-Bağdâdî ed-Dımaşkî (ö. 7 9 5 / 1 3 9 3 )



L



Hanbelî fakihi, muhaddis ve müfessır.



J



Rebîülevvel 736'da (Kasım 1335) Bağdat'ta dünyaya geldi. Babasının doğduğu 706 (1306-1307) yılı bazı kaynaklarda İbn Receb'in doğum tarihi olarak kaydedilmektedir. Doğduğu ay sebebiyle kendisine Receb lakabı verilen dedesine nisbetle İbn Receb diye tanındı. İlk öğrenimini muhaddis olan babası ve dedesinden gördü. Kendi ifadesine gör e (ez-Zeyl ca la Jabakâti'l-Hanâbile, II, 436) henüz küçük yaşta olduğu için ilmî kıymetini takdir edemediği Abdürrahîm b. Abdullah ez-Zerîrânî'nin Bağdat Mücâhidiyye Medresesi'ndeki derslerini takip etti. Babasının teşvikiyle yine küçük yaşta iken Bağdat'ta Safiyyüddin İbn Abdülhak el-Bağdâdî, Alemüddin el-Birzâlî ve Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed et-Telî ed-Dımaşki gibi âlimlerin ilim meclislerinde bulundu, onlardan icâzet aldı. 744 (1343) yılında babasıyla birlikte Dımaşk'a gitti. Orada muhaddis İbnü'n-Nakib el-Mısrî ve Alâeddin Ahmed b. Abdülmü'min es-Sübkî'den icâzet aldı. Muhammed b. İsmâil elHabbâz ve İbrâhim b. Dâvûd el-Attâr gibi muhaddislerden hadis dinledi. Nablus'a geçerek Hâfız İbn Bedrân'ın talebelerin243



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN RECEB den ders gördü. Ardından gittiği Kudüs'te Alâî'den hadis dinledi. 748'de (1347) babasıyla beraber Bağdat'a döndü. Bu arada Ebü'l-Meâlî Muhammed b. Abdürrezzâkeş-Şeybânî'den hadis okudu. Ertesi yıl babasıyla birlikte hacca gitti. Mekke'de Ebû Hafs Ömer'den Buhârî'nin Şülâşiyyâi'ını dinledi. Geri döndüğü Dımaşk'ta İbn Kayyim el-Cevziyye'nin talebesi oldu ve ölümüne kadar ondan ayrılmadı. Daha sonra Kahire'ye geçip İbnü'l-Mülûk ve Muhammed b. Muhammed b. Ebü'lHarem el-Kalânisî'nin hadis halkasına katıldı. 763'te (1362) tekrar hacca gitti. Hocaları arasında Zeynüddin el-lrâki. İbn Abdülhâdî, Fahreddin Osman b. Yûsuf en-Nûrî. Ebû Abdullah Muhammed b. Abdülazîz el-Verrâk. Alâeddin Ali b. Zeynüddin el-Müneccâ gibi âlimler de vardır. Nihayet Dımaşk'a yerleşen İbn Receb. hocası İbn Kâdi'l-Cebel'in vefatından (ö. 7 7 1 / 1 3 7 0 ) sonra onun sohbetlerini devraldı ve İbnü't-Taki'nin ölümünün (ö. 788/ 1386) ardından Hanbeliyye Medresesi'nde ders vermeye başladı. Ayrıca Ömeriyyetü'ş-Şeyhiyye ve Türbetü'l-İzziyye medreselerinde vâizlikyaptı. İbn Receb âbid ve zâhid kişiliği, hadislere, sahâbe ve selefin menkıbelerine v â k ı f olması yanında güçlü üslûbu sayesinde etkili vaazlar veriyordu. Dünya işlerini pek önemsemeyen ve idarecilerle de görüşmeyen İbn Receb, Kassâîn'deki Sükkeriyye Medresesi'nde öğretim ve telif faaliyetleriyle meşgul oldu. Aralarında Muhammed b. Ahmed elMakdisî, İbnu 1-Lahhâm. İbnü'r-Ressâm, Abdurrahman b. Ahmed b . Ayyâş, Kâdılkudât Ebü'l-Fazl Muhibbüddin Ahmed b. Nasrullah el-Bağdâdî ve Ebû Zer Abdurrahman b. Muhammed el-Mısrî gibi âlimlerin de bulunduğu birçok talebe yetiştirdi. 4 Ramazan 795'te (14 Temmuz 1 3 9 3 ) Dımaşkta vefat etti ve Bâbüssaçpr Kabr i s t a n ı ' n a defnedildi. Kabri Şam'daki ziyaretgâhiar arasındadır. Bazı kaynaklarda vefat ayı receb olarak kaydedilmiştir. Hadis alanında zamanının otoritesi olan İbn Receb fıkıh, usul. tefsir, kelâm, ahlâk ve tarih sahalarında eser vermiş, bilhassa Dımaşk ve Kudüs'te Hanbelî mezhebinin bayraktarlığını yapmıştır. Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin görüşleri doğrultusunda fetva verdiği için baskılara mâruz kalınca bundan vazgeçmiş, ancak bu defa da İbn Teymiyye taraftarlarınca eleştirilmiş, nihayet ömrünün sonuna doğru fetva vermeyi terketmiştir. el-KavâHd fi'lfıkhi'l-İslâmî adlı eserinde İbn Teymiyye'nin görüşlerini Ahmed b. Hanbel'in-



kilere tercih ettiğini gösteren örneklere rastlanmakla birlikte ( m e s e l â bk. K a i d e 17) hem İbn Teymiyye'nin hem İbn Kayyim'in görüşlerini reddettiği de olmuştur. Meselâ bir defada verilen üç talâkın ric*î talâk sayılması gerektiği yönündeki kanaatlerini benimsememiştir ( M . Z â h i d K e v serî, s. 35-36). Ayrıca eserlerinde diğer üç mezhebin görüşlerine de yer vermesinden mutaassıp bir Hanbelî olmadığı anlaşılmaktadır. İbn Receb, akaide ve genel İslâmî konulara dair eserlerinde itikadî meseleleri Selef çizgisinde ele alan bir âlimdir. O zamana kadar İslâm dünyasında felsefe, kelâm ve tasavvuf alanında meydana gelen fikrî gelişmelere olumlu yaklaşmamış, hatta fıkıh ve ahlâk da dahil olmak üzere din adına geliştirilen bütün fikirleri Hz. Peygamber tarafından yasaklanan bid'at kapsamı içinde mütalaa etmiştir. Onun kanaatine göre sünnete uyduklarını iddia eden. fakat nasları müctehid âlimlerden farklı bir şekilde yorumlayan Zâhirîler, cedel yöntemini benimseyen ve naslar arasında çelişki bulunduğunu ileri sürüp onları kendi anlayışlarına göre te'vile tâbi tutan İslâm filozofları ile kelâmcılar da bid'atçı zümreler içinde yer alır. Sûfîlere gelince, onlar da bâtınî ilimler ve kalbî faaliyetler konusunda zevk veya keşif diye adlandırdıkları kendi görüşlerine dayana-



ibn Receb'in risalelerinin toplandığı mecmuanın unvan sayfası (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5318).



rak din adına tehlikeli bid'atlar çıkarmışlardır. Sûfîlerce açılan keşif kapısından girilerek zındıklara ait pek çok görüş İslâm'a mal edilmeye çalışılmış, bu arada velîlerin nebîlerden üstün olduğuna veya nebîlere ihtiyaç bulunmadığına inanılmış, hulûl ve ittihad görüşleri benimsenmiş, vahdet-i vücûd nazariyeleri ortaya atılmış, dinin haram kıldığı hususlar mubah sayılmış, insanı Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoyan fiiller teşvik edilmiştir (Fazlü Hlmi's-Selef'alâ cilmi'l-halef, s. 2427, 44-46, 64; CâmhıVulûm, s. 252; etTahuıf mine'n-nâr, s. 20). İbn Receb'in benimsediği itikadî görüşler genellikle Selefiyye'ye uymakla birlikte bilhassa kabir hayatıyla ilgili olarak ileri sürdüğü fikirler naslarda yer almayıp bazı âlimlerin telakkilerinden ibarettir (Ehuâlü'l-kubûr, s. 1 5 - 2 2 , 36-41, 48, 58, 73-85, 9 5 - 1 1 6 , 1 2 5 ) . Bir kısım hadis rivayetlerine dayanarak namaz kılmayanı kâfir kabul etmesi genel çerçevede Ehl-i sünnet ekolüne aykırı görünmektedir. İtikadî konularda gerektiğinde aklî delillere başvurmayı bir ilke olarak benimsediklerinden dolayı kelâmcıları bid'atçılıkla suçlaması da isabetli değildir. Zira başta Kur'an olmak üzere naslar. vahyin insana sunduğu bilgilerin anlaşılabilmesi için akıl yürütmeyi emrettiği gibi İbn Receb'in kendisi de âriflerin cehennem azabından korkmadıklarına dair iddiaların akla ve fıtrî bilgilere aykırı olduğunu söylemiştir (etTahuîf mıne'rı-nâr, s. 19-20). Eserleri. A) Fıkıh. 1. ei-KavûHd (Takrîrü'l-kaüâ'id ue tahrîrü'l-feuâ'id). Hanbelî mezhebinde VIII. (XIV.) yüzyılda ortaya çıkmaya başlayan kavâid literatürünün ilk örneklerinden biri sayılan eserde 160 kaideye, ardından "fâide" adıyla yirmi bir kurala yer verilir; her kaide ve kura! mezhep fürûundan çeşitli örneklerle açıklanır. Hanbelî mezhebinin doktriner gelişimini büyük ölçüde tamamladığı bir dönemde kaleme alınan eserde İbn Receb, dönemine kadar oluşan Hanbelî fıkhını ve mezhep içi görüş farklılıklarını açıklamaya yönelik bazı kaideler ve hareket noktaları belirlemeye, bu arada fakihlerin tercih ve çözüm önerilerinin arkasında yatan hukuk mantığını ortaya koymaya çalışmıştır. Bunda, mezhebin çeşitli konulardaki temel görüşleri arasında mantıkî bütünlük kurarak ve muhtemel boşlukları bu şekilde doldurarak mezhep müdafaasını yapma gayretinin de önemli payı olmalıdır. Müellif de eserin girişinde mezhebin usulünü tesbit ve derleme, fıkhın kaynaklarını ortaya çıkarma, dağınık fıkhî mese-



244 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN RECEB leleri bir araya getirme, aykırı v e aşırı gö-



kinin dinî hükmüyle ilgilidir (nşr. V e l î d A b -



1396/1976; nşr. N û r e d d i n Itr, I-II,



rüşlere bu çerçevede anlam kazandırma



d u r r a h m a n e l - F i r y â n , R i y a d 1407/1986;



D ı m a ş k 1398/1978; Z e r k â 1407/1987; nşr.



bakımından bu kaidelerin fakih için son



nşr. Ü m m ü A b d u l l a h b i n t M a h r û s , R i y a d



S u b h î e s - S â m e r r â î , Beyrut 1405/1985). İ b n



derece önemli olduğunu ifade eder. Kai-



1407; T a n t a 1408; K a h i r e 1992). 9. Letâ'l-



Receb, Tirmizî'nin



deler, genellikle birkaç cümleden meyda-



fü'l-ma',ârif



na gelen uzun fıkhî açıklamalar v e tas-



ne'l-vezâ'if.



fîmâ li-mevâsimi'l-'âm



mi-



Muharremden başlamak



ne Şerhu



el-Câmicu'ş-şahîh'i-



CâmiH't-Tirmizî



adıyla yirmi



ciltlik bir şerh yazmışsa d a bundan gü-



nifler şeklinde olup kavâid literatüründe



üzere her ayın önemli günlerinde yapıl-



nümüze sadece



yaygın olan kısa ve özlü anlatımlar nisbe-



ması farz veya müstehap olan ibadetler-



elli birinci kitabı mahiyetindeki e i - ' / i e -



ten azdır. Bu üslûp farklılığına rağmen



le zikirleri ihtiva eden bir eser olup vaaz



lü'ş-şağir



eserin telifinde, hatta kaidelerin alt ayı-



üslûbu ile yazılmıştır ( K a h i r e 1342, 1343;



(Şerhucİleli't-Tirmizî)



rım ve örneklendirmesinde konuya ilişkin



B e y r u t 1975,1414/1993). Eserin ramazan



tan on varaklık bir kısım ulaşmıştır, el-



toparlayıcı v e ortak açıklama g e t i r m e



ayına dair kısmı Buğyetü'l-insân



amacı ön planda olup eser bu türün ileri



zâ'ifi ramazân



iî ve-



(nşr. M . Z ü h e y r e ş - Ş â v î ş ,



adlı son bölümünün şerhi ve "Kitâbü'l-Libâs"-



aynı müellifin



cİlelü'ş-şağir,



el-'İlelü'l-



kebîr adlı müstakil eseriyie karıştırılma-



dönem literatürü için de önemli bir kay-



D ı m a ş k 1963) ve Vezâ'ifü



nak teşkil etmiştir. el-Kavâ'id



önce Mu-



A b d u r r a h m a n b. M u h a m m e d b. K a s ı m , Ri-



hu 'İleli't-Tirmizî



hammed Emîn ( K a h i r e 1352/1933), daha



y a d 1409/1989), zilhicce ile ilgili bölümü



dîş adıyla bir doktora çalışması yapmış



sonra kaidelerin fürû-ı fıkhın sistematiği-



ise Beyânü'l-hücce



ne göre tasnifini içeren bir fihrist ile bir-



hicce



ramazân



fî vezâ'ifi



şehri



(nşr.



el-Câmi'u'ş-şahîh"m



malıdır. Hemmâm Abdürrahîm Saîd, Şerüzerine el-'İlel



fi'l-ha-



zil-



(bk. b i b i . ) , burada İbn Receb'in hayatı v e



(nşr. Ü m m ü A m r b i n t İ b r â h i m e l -



hadisle ilgili çalışmalarını geniş bir şekil-



likte Tâhâ Abdürraüf Sa'd tarafından neş-



E t r â b î , K a h i r e 1413/1993) adıyla müstakil



de incelemiştir. 3. Câmi'u'l-hılûm



ve'l-



redilmiş ( K a h i r e 1 3 9 2 / 1 9 7 2 ) , Ahmed b.



olarak da yayımlanmıştır. 10.



hikem



min



Abdullah el-Kârî el-Hanefi, eserdeki 160



fi'ş-şalât



(ez-Zül ve'l-inkisâr



el-Huşûc li'l-'Azîzi'l-



cevâmfi'l-kilem.



hadisen



Nevevî'nin kırk iki ha-



kaideyi ihtisar e d e r e k M e c e l l e t ü ' l - a h -



Cebbâr){Mültan



kâmi'ş-şerHyye



mezhebi'l-İmâm



nşr. Â d i l E b ü ' l - M u â t î , K a h i r e 1408/1988;



sının elliye tamamlanarak yapılmış şerhi-



calâ



1341; K a h i r e 1341, 1983;



fî şerhi hamsine



dis ihtiva eden el-Erbacîn



adlı mecmua-



b. Hanbel adlı eserinin (nşr. A b -



nşr. M . A m r A b d ü l l a t î f - H ü s e y i n b. İsmâil



dir. Eserde hadislerin sıhhat derecesi v e



d ü l v e h h â b İbrâhim Ebû Süleyman - Mu-



e l - C e m e l , K a h i r e 1409/1989; nşr. Y ü s r î A b -



aynı meâldeki benzer rivayetler yanında



h a m m e d İ b r â h i m A h m e d , T i h â m e 1401/



d ü l g a n î e l - B i ş r î , B u l a k 1409/1989; nşr. A l i



ilgili fıkhî hükümler de zikredilmektedir.



1 9 8 1 ) giriş kısmına almıştır. 2.



H a s a n A l i A b d ü l h a m î d , Z e r k â 1407/1986).



Zira "ehâdîs-i külliyye" de denilen bu tür



Ahmed



tûc li-ahkâmi'l-harâc.



el-İstih-



Genelde vergi hu-



kukuyla ilgili bir eser olup bilhassa haraç



hilâl (nşr. A b d u l l a h



hadisler (meselâ bk. 1, 2, 3, 1 0 , 3 2 , 3 3 , 3 9 ,



b. İ b r â h i m e r - R e ş î d , R i y a d 1412/1992). 12.



4 6 n u m a r a l ı h a d i s l e r ) fıkhın küllî kaidele-



ve fazlühâ (nşr. V e l î d A b -



rine mesned teşkil etmektedir. Eserin çe-



11. Risâle fî rü'yeti



üzerinde yoğunlaşmaktadır. Kaynakları



Şadakatü's-sır



arasında tefsir, hadis, fıkıh, tarih, lügat,



d u r r a h m a n el-Firyân, cÂlemü'l-kütüb,



biyografi, devlet idaresi, kamu maliyesi



( R i y a d I 9 8 6 ] , s . 58-61).



alanlarında yazılmış çeşitli eserlerin yer alması müellifin çok yönlü ilmî birikimini göstermektedir. Hasan b. Ziyâd el-Lü'lüî'nin Kitâbü'l-Harâc'ı,



Ebû Bekir el-



Hallâl v e Cehdamî'nin



Kitâbü'l-EmvâT-



leri gibi günümüze ulaşamayan eserlere atıfta bulunması kitaba ayrı bir d e ğ e r katmaktadır. Eserin çeşitli neşirleri yapılmıştır (nşr. A b d u l l a h e s - S ı d d î k e l - G u m â rî, K a h i r e 1352; B e y r u t 1982, 1405/1985; nşr. C ü n d î M a h m û d Ş e l â ş e l - H e y t î , R i y a d 1409/1989). 3.



el-KâHdetü'z-zehebiyye



fi'l-mu'âmelâti'l-İslâmiyye:



"Lâ



zara-



ra ve lâ dırâr " (nşr. î h â b H a m d î G a y s , K a hire 1410/1990). 4. Ahkâmü'l-havâtîm mâ yete'allak



ve



bihâ (nşr. A b d u l l a h e l - K â -



dî, B e y r u t 1405/1985,1407/1987). 5.



Faşlîî



vücûbi



Zekâ-



ihrâci'z-zekâtcale'1-fevı:



tın bekletilmeden verilmesinin farziyetine



VII/I



K a h i r e 1322, 1346, 1369; nşr. A h m e d M u -



B) Biyografi ve T a r i h . 1. ez-Zeyl



calâ



İbn Ebû Ya'lâ'ya



Tabakâti'l-Hanâbile.



ait eserin zeyli olup 750 (1349) yılına kadar v e f a t eden Hanbelî fakihlerini içine almaktadır (nşr. H e n r i L a o u s t - S â m î e d D e h h â n , D ı m a ş k 1370; I-II, K a h i r e 1372). Eser üzerinde çeşitli zeyiller yazılmıştır (D/A, XV, 544). 2. Sîretü cÖmer



b. cAbdilcazîz.



Muhtaşaru



Sîreti



Abdilmelik



b.



cÖmer



b.'Abdil'azîz



adlı eserle birlikte Riyad'da basılmıştır. 3. Fezâ'îlü'ş-Şâm



(İskenderiye el-Mekte-



b e t ü ' l - b e l e d i y y e , Tarih, nr. 108; Bursa Eski Y a z m a v e B a s m a E s e r l e r Ktp., H a r a ç ç ı o ğ lu, nr. 1050). C) Hadis. 1. Fethu'l-bârî'alâ Buhârî.



el-Câmfu'ş-şahîh'm



ı



fî tezvîci



(nşr. A b d u l l a h



hebinin görüşleri esas alınmakla birlikte



b. M u h a m m e d b . A h m e d e t - T a r î k i , R i y a d



fıkhî hükümler karşılaştırmalı olarak de-



1991). 7. Ta'lîku't-talâk



(Sü-



lilleriyle ortaya konmakta, zaman zaman



Nüz-



delilleri güçlü olan görüşler mezhebinki-



l e y m a n i y e K t p . , Fâtih, nr. 5 3 1 8 ) . 8. hetü'l-esmâc



fîmesâ'ili's-semâ'.



Mûsi-



- r ^ z



Z :



dislerin tahrîcinden sonra Hanbelî mez-



142). 6. el-Kavlü'ş-şevâb



bi'l-vilâde



& J P { ^ ^



nan eserde (I-X, M e d i n e 1 4 1 7 / 1 9 9 6 ) ha-



mehâti



üm-



^



"Kitâbü'l-



Mahmûd b. Şa'bân b. Abdülmaksûd ve



evlâdi'l-ğUYyâb



r



Cenâ^iz'e kadar olan kısmının şerhidir. bir grup ilim adamı tarafından yayımla-



sy. 33 ( R i y a d 1992], s. 119-



j



Şahîhi'l-



m e d b. A h m e d et-Tarîki, şi'l-Islâmiyye,



ibn Receb'in el-Hikemü'l-cedtre adlı risalesinin ilk sayfası (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5318/1).



Yine müellife ait



dair bir risâledir (nşr. A b d u l l a h b. M u h a m Mecelletü'l-buhû-



şitli neşirleri yapılmıştır (Hindistan 1897;



lere tercih edilmektedir. 2. Tirmizî



«il



Şerhu'İleli't-



(nşr. S u b h î C â s i m e l - H u m e y d , 245



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN RECEB h a m m e d Şâkir, Kahire, ts.; nşr. M u h a m m e d e l - A h m e d î Ebü'n-Nûr, K a h i r e 1389/1969, 1407/1987; Riyad 1382/1962; nşr. Yûsuf elBikâî, S a y d a 1416/1995; nşr. V e h b e ez-Zühaylî, B e y r u t - D ı m a ş k 1413). 4. İhtiyârü'levlâ fî şerhi hadîsi İhtişâmi'l-mele'i'1a'lâ. Hakkında yüce melekler topluluğunun (mele-i a'lâ) çekiştiğinin bildirildiği, günah ve hatalara kefâret olacak, insanı yüksek derecelere ulaştıracak ameller ve makbul dualar hakkındaki kutsî hadisin şerhidir (nşr. M. Münîr ed-Dımaşki, Kahire 1353; nşr. T â h â Yûsuf, K a h i r e 1381/1961; nşr. C â s i m e l - F ü h e y d e d - D e v s e r î , K ü v e y t 1405, 1406/1985; nşr. B e ş î r M u h a m m e d Avn, D ı m a ş k 1985; nşr. H ü s e y i n e l - C e m e l , Beyrut 1407/1987). S. el-Hikemü'l-cedîre bi'l-izâh min kavli'n-nebî "Bu'iştü bi's-seyf beyne yedeyi's-sâ'a" (nşr. Muh a m m e d H â m i d el-Fıkı, Kahire 1349/1931, 1939; nşr. M . N â s ı r ü d d i n e l - E l b â n î , Kahire 1978; nşr. Z ü h e y r e ş - Ş â v i ş , B e y r u t 1403/ 1983; nşr. A b d ü l k â d i r e l - A r n a û t , D ı m a ş k 1411/1990). 6. el-Mehacce fî seyri'ddülce (Şerhu hadîsi "Len yüneccî ahaden minküm'amelüh") (Mekke 1347; nşr. Y a h y â M u h t a r Gazâvî, Beyrut 1404/1984, 1406; K a h i r e 1985). 7. Şerh ve beyân lihadîşi "Mâ zi'bânicâ'i'ân" (Zemmü'lmâl ue'l-câh)(Lahor 1320; er-Resâ'ilü'lmünîriyye i ç i n d e , K a h i r e 1346; nşr. B e d r e l - B e d r , K ü v e y t 1984; nşr. M u h a m m e d S u b h î H a s a n H a l l â k , B e y r u t 1413/1992; nşr. Eşref b. A b d ü l m a k s û d , Riyad 1413). 8. Vereşetü '1-enbiyâ' (Şerhu hadîsi Ebi 'dDerdâ' fî "Men seleke tarîkan yeltemisü fihi ilmen") (nşr. Abdüzzâhir Ebü's-Semh, M e k k e 1347; nşr. M . M ü f î d e l - H a y m î , Riyad 1402/1982; nşr. Eşref b. Abdülmaksûd, Kahire 1987). 9. ğ ö y e t ü ' n - n e f fî şerhi hadîsi "Temeşşüli (temsili)'1-mü'min bihâmeti'z-zer"'. Müminin taze ekin gibi olması sebebiyle belâlar karşısında yıkılmayıp sadece eğildiğini belirten hadisin şerhidir ( M e k k e 1347; K a h i r e 1347, 1358; nşr. Eşref b. A b d ü l m a k s û d , K a h i r e 1408/ 1988; R i y a d 1404; nşr. E b û A b d u r r a h m a n İ b r â h i m b. M u h a m m e d el-Arf, C i d d e 1408/ 1987). 10. Keşfü'l-kürbe bi-vaşfi (hâli) ehli'l-ğurbe ( K a h i r e 1332, 1340, 1345, 1351, 1369; nşr. A h m e d e ş - Ş e r b â s î , Kahire 1373/1954; Küveyt 1404/1984; nşr. C e m â l e l - M â d î , İ s k e n d e r i y e 1403/1983, 1984; nşr. Y ü s r î A b d ü l g a n î el-Bişrî, Bulak 1988). 11. Nûrü '1-iktibâs fî mişkâti vaşiyyeti'nnebîli'bn 'Abbâs (Tuhfetü'l-ekyâs fî şerhi vaşiyyeti'n-nebî li'bn 'Abbas) ( M e k k e 1347; nşr. A b d ü l f e t t â h Halîfe, Kahire 1365/ 1946, 1368, 1979; nşr. İ z z e d d i n e l - B e d e v î e n - N e c c â r , C i d d e 1400/1980; nşr. M u h a m -



» W - o i l , l » . > • \ - v ! i U Frankfurt 1992; Hârizmî, Kitâbü



(nşr. Hans von Mzik), Wien



Şûreti'l-arz



1926; Bîrûnî, Birüni's



of the World



(ed.



Zeki V. Togan), Delhi 1940; Brockelmann,



GAL



Picture



1, 406; I. Krachkovsky,



Suppl,



Târîhu'l-edebi'l-



(trc. Selâhaddin Osman Hâ-



coğrâfıyyi'l-'Arabî



şim), Kahire 1963-65,1, 103-104; Nafis A h m a d , Müslim



Contributions



to Geography,



Lahore



1972, s. 28; Gabriel Ferrand, Relations



de uo-



yages



persans



et textes geographiques



et turks XVIII'



relatifs



siecles,



arabes



â l'extreme-orient



du



VIIİeau



Paris 1918 - > Frankfurt 1986, s.



112-113; Gerald R. Tibbets, " T h e B e g i n n i n g o f a Cartographıc I V a d i t i o n " , The History



ofCar-



(ed. I. B. H a r l e y - D. W o o d w a r d ) , Chi-



tography



c a g o 1992, II, 103-105; S. Maqbul A h m a d , " i b n S a r â b i y ü n " , El2 (İng.), III, 9 2 9 - 9 3 0 ; Inâyetullah Rızâ, " İ b n S e r â b i y û n " , DMBl, H



r



III, 6 6 8 - 6 6 9 .



SAYYID MAQBUL A H M A D



IBN SERAYA (bk. HİLLÎ, Safiyyüddin).



L



r



IBN SEYYIDÜNNÂS (jjjUljü»)



i



j 1



)



Ebü'l-Feth Fethuddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Ya'merî (ö. 734/1334) L



Muhaddis, fakih, edip ve tarihçi.



J



14 Zilkade 671 'de (2 Haziran 1273), bazı kaynaklara göre ise aynı yılın zilhicce (temmuz) ayında Kahire'de doğdu. Kendisine Ebü'l-Feth künyesini, henüz çok küçükken babası tarafından hadis dersine götürüldüğü Necîb Abdüllatîf b. Abdülmün'im el-Harrânî verdi. Babası, dedesi ve kardeşleri Ebû Sa'd Muhammed ile Ebü'lKâsım Muhammed de on birinci dedeleri Seyyidünnâs'a nisbetle anılmaktaysa da İbn Seyyidünnâs diye daha çok Ebü'l-Feth meşhur olmuştur. Kinâneoğulları'ndan bir kola nisbetle Ya'merî, Rebîa b. Nizâr'a nisbetle Rebaî, aslen Endülüslü olduğu için de İşbîlî ve Endelüsî nisbeleriyle anıldı. İşbîliye (Sevilla) hıristiyanların eline geçince (646/1248) ailesi Doğu'ya göç etmek zorunda kaldı. Bir âlim olan dedesi Cezayir'de Bicâye'ye yerleşirken babası bir müddet Tunus ve Bicâye'de medreseler-



316



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SEYYİDÜNNÂS de hocalık yaptıktan sonra Kahire'ye yer-



aldığı belirtilmektedir (Takıyyüddin İbn



kitabı niteliğini taşımaktadır. Çeşitli bas-



leşti ve Takıyyüddin İbn Dakikulld'in ar-



Fehd, s. 350). Tabakat kitaplarında Safe-



kıları bulunan eser üzerinde (I-II, Kahire



dından Kâmiliyye Dârülhadisi hocalığına



dî ile birbirlerine yazdıkları şiirler ve di-



1356; Dımaşk 1358; I-II, Beyrut 1394/1974,



getirildi. Bazı hadisleri babası ile dedesin-



ğer konulardaki beyitlerinden örnekler



I-II, 1402/1982; nşr. Muhammed el-îd el-Hat-



den rivayet eden ve onlardan kendisine



yer almaktadır (Kütübî, III, 288-292; Safe-



râvî-Muhyiddin Mestû, I-II, Medine-Dı-



zengin bir kütüphane kalan İbn Seyyidün-



dî, 1,293-311). Rene Basset, İbn Seyyidün-



maşk 1413/1992) Sıbt İbnü'l-Acemî'nin iki



nâs'ı henüz beş yaşında iken babası ilim



nâs'ın uzun bir şiirinin (Kütübî, III, 289-



ciltten meydana gelen



meclislerine götürdü. Babasının 677'de



290) on dokuz beyti üzerinde durmuştur



'alâ Sîreti İbn Seyyidi'n-nâs



(1278) Kadı Ebü'l-Hasan Muhammed b.



(bk. bibi.). Aynı zamanda Şâfiî fıkhını iyi



mann, GAL Suppl., II, 77) ve İbnü'l-Mib-



Hüseyin b. Atîk b. Reşîk'e okuduğu Kâdî



bilen İbn Seyyidünnâs, Selef akidesine sa-



red'in el-İktibâs



li-halli



İyâz'ın eş-Şifâ'ı



hipti (İbn Kesîr, XIV, 169). Onun Mağrib



İbn Seyyidinnâs



(Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriy-



ye, nr. 3794/1) adlı şerhleri bulunmakta-



ile çeşitli hocalara oku-



Nûrü'n-nibrâs (Brockel-



müşkili



Sîreti



el-Gaylâniy-



v e Mısır hatlarını mükemmel şekilde v e



yât gibi eserleri o da dinledi ( c Uyûnü'l-



hızlı yazdığı, iki cilt hacmindeki c Uyûnü'l-



dır. İkinci eser, İktibâsü'l-iktibâs



li-hal-



eşer, II, 455-460). Birçok hocadan erken



eşer'i yirmi günde istinsah ettiği belirtil-



li müşkili



adıy-



yaşta icâzet aldığı için âlî isnadlara sahip



mektedir.



la c U y û n ü ' l - e ş e r ' m Beyrut baskılarıyla



duğu Şahîh-i



Buhârî



ve



oldu. 685'te (1286) bizzat istinsah ettiği eserleri İbnü'l-Kastallânîdiye tanınan Kutbüddin Muhammed b. Ahmed el-Kastallânî'ye okudu. Başta babası olmak üzere Kahire'de ve hadis tahsili için gittiği İskenderiye, Suriye v e Hicaz gibi ilim merkezlerinde pek çok hocadan faydalandı. Bunlar arasında hadis ve usûl-i fıkıh okuduğu Takıyyüddin İbn Dakikul'îd, Arap dilini öğrendiği İbnü'n-Nehhâs el-Halebî, Ebü'l-Hasan Ali b. Ahmed el-Garrâfî, Emetülhak Şâmiye bint Bekrî zikredilebilir. Ayrıca Endülüs, Irak ve İfrîkıye'de birçok âlimden istifade edip icâzet aldı (Safedî, I, 291).



Eserleri. 1. 'Uyûnü'l-eşer meğâzî



ve'ş-şemâ'il



retü'l-kübrâ,







fünûni'l-



ve's-siyer



(es-Sî-



es-Sîretü'n-nebeuiyye).



İbn



Seyyidünnâs bu en önemli eserinde İbn İshak'ın es-Sîre'sini örnek edinip Resûl-i Ekrem'in soyunu, kronolojik sıraya g ö r e hayatını, savaşlarını, mûcizelerini ve şemâilini ele almıştır. Konuları işlerken öncelikle Kütüb-i



Sitte ile diğer hadis kitap-



larındaki rivayetleri senedleriyle birlikte zikretmiş, bir kısmı günümüze ulaşmayan Mûsâ b. Ukbe ve İbn Âiz'in



el-Megâ-



zî adlı eserleriyle tarih, tabakat ve ensâb kitaplarından yararlanmış, rivayetlerde geçen nâdir kelimeleri, sened ve metin-



İbn Seyyidünnâs, tahsilini tamamladık-



lerdeki bazı meseleleri her konunun so-



tan sonra Kahire'deki el-Medresetü'l-Kâ-



nunda açıklamıştır. Eser bu şekliyle diğer



miliyye'de hadis şeyhi v e müderrisi olan



siyer kitaplarından farklı olarak bir hadis



Sîreti İbn Seyyidinnâs



birlikte yayımlanmıştır (I-II, 1394/1974; III, ts.). S e h â v î R e f u ' l - i l b â s 'an hatmi Sîreti İbn Seyyidinnâs



adıyla bir eser yaz-



mış, Nâtık Sâlih Matlûb bir makalesinde incelemiştir (bk. bibi.).



'Uyûnü'l-eşer'i



Çeşitli siyer kitaplarının kaynakları arasında yer alan eser Nûreddin el-Halebî'nin iki önemli



es-Sîretü'l-Halebiyye'smin



kaynağından biridir. 2. Nûrü'l-'uyûn teihîşi sîreti'l-emîni'l-me'mûn med şallallâhü



'aleyhi







Muham-



ve sellem



(es-



muhta-



Sîretü's-suğrâ).'Uyûnü'l-eşer'm



sarı olup Süleyman b. Müslim el-Harş tarafından yayımlanmıştır (Riyad 1414/ 1993). 3. en-Nefhu'ş-şezî mi'i't-Tirmizî



fî şerhi



(el-'Arfü'ş-şezî,



Câ-



el-Feuhu'ş-



şezî, el-Münakkahu'ş-şezî).



Eserde Tir-



mizî'nin el-Câmi'u'ş-şahîh'i



"Kitâbü'ş-



hocası Takıyyüddin İbn Dakikul'îd onu yanına yardımcı aldı. Ardından Zâhiriyye ve Mühezzebiyye (Ebû Huleyka) medreselerinde hadis hocası olarak görevlendirildi; Sâlih Camii ile Rasd Mescidi'nde hadis dersleri verip Kahire dışındaki Hendek Ca-



İbn Seyyidünnâs'ın Büşra'l-lebîb bi-zikra'l-habîb



adli eserinin İlk İki sayfası (Süleymaniye Ktp., Karaçelebizâde Hüsâmed-



din, nr. 3 6 1 )



mii'nde hatiplik yaptı. Safedî, İbn Hilâl elMakdisî, İbn Râfi' ve İbnü'l-Mülakkın gibi şahsiyetler onun talebesi oldu. Sultan elMelikü'l-Mansûr Hüsâmeddin Lâçin el yazısını beğenerek kendisini Dîvân-ı İnşâ'-



^hpfaı^u^İİıJIlSİf



da görevlendirdiyse de buna yeterli zamanı olmadığı için bir müddet sonra bu görevden affını istedi. İbn Seyyidünnâs 11 Şâban 734'te (17 Nisan 1334) vefat etti v e



• .v^



yiŞl^ÛİL^,,li^iöSli)toi



.:



Karâfe Kabristanı'nda İbn Ebû Cemre'nin yanına defnedildi. Talebesi Safedî onun için bir mersiye yazmıştır. Başta Zehebî olmak üzere çeşitli âlimler tarafından hadisi, hadis râvilerini ve tabakalarını, hadiste ihtilâf edilen konuları, hadislerdeki gizli kusurları iyi bilen, rivayet ettiği konularda kendisine güvenilen bir âlim ve Mısır ülkesinin hâfızı olarak kabul edilen İbn Seyyidünnâs'ın aynı zamanda dil v e edebiyat sahasında oto-



'



'



, '



- A *



rite sayıldığı ve külfetsiz şiirler kaleme 317



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SEYYİDÜNNÂS Şalât"ın yarısına kadar şerhedilmiştir. İbn Seyyidünnâs'ın, el-Câm?in üçte birinden azını on cilt halinde şerhettiği yönündeki iddianın (Keşfü'z-zunûn, I, 559) bir dayanağı bulunmadığı belirtilmektedir (enNefhu'ş-şezî, neşredenin girişi, I, 70). Zeynüddin el-Irâki, Tekmiletü Şerhi't-Tirmizî adıyla bu esere dokuz cilt daha ilâve etmişse de şerhi tamamlayamamıştır, enNefhu'ş-şezî üzerinde Abdurrahman b. Sâlih Muhyiddin doktora çalışması yapmış (1406/1986, el-Câmiatü'l-İslâmiyye (Medine], Kısmü'd-dirâsâti'1-ulyâ, I-III), Ahmed Ma'bed Abdülkerîm de eseri tahkik ederek yayımlamıştır (I-II, Riyad 1409). 4. Minahu'l-midah (Şu'arâ'ü'ş-şahâbe, eş-Şu'arâ' mine'ş-şahâbe). Ashabın Resül-i Ekrem'in methine dair şiirlerini, ayrıca mersiyelerini ihtiva etmekte olup İbn Seyyidünnâs'ın 116 beyitlik bir kasidesiyle başlayan eserde şiirlerine yer verilen sahâbîler alfabetik olarak sıralanmış, hayatlarına dair kısa bilgilerden sonra şiirlerinin bazı beyitleri veya bir bölümü zikredilmiştir. Minahu'l-midah İffet Vısâl Hamza tarafından neşredilmiştir (Dımaşk 1407/1987). S. Büşıa'l-lebîb bi-zikra'lhabîb. Hz. Peygamber için yazılan kasidelerle bunların şerhlerinden ibaret olan eserdeki ilk kaside Kâ'b b. Züheyr'in Kaşîdetü'l-bürde'si olup müellifin bu kasideye yaptığı şerh c Uddetü'l-me'âd fî carûzi Bânet Sü'âd diye adlandırılmış (Brockelmann, GAL SuppL, II, 77), diğer kasideler alfabetik olarak sıralanmıştır. Süleymaniye (Karaçelebizâde Hüsâmeddin, nr. 361), Bursa Hüseyin Çelebi(nr. 34) ve Dublin Chester Beatty(nr. 5163) kütüphanelerinde bulunan eserin bazı kısımları H. G. L. Kosegarten tarafından Carminum Orientalium Triga ile birlikte yayımlanmış (Stralsund 1815), eserin bu neşrinde Türkçe ve Farsça birer kasideye de yer verilmiştir (Serkîs, 1,126; diğer nüshaları için bk. Selâhaddin el-Müneccid, s. 315-316). 6. el-Makâmâtü'l-'aliyye fî kerâmâti'şşahâbeti'l-celiyye (nşr. İffet Visâl Hamza, Kahire 1406/1986). 7. Dîvânü İbn Seyyidinnâs (nşr. Garîb Muhammed Ali Ahmed, I-II, Kahire 1991-1992). 8. el-Kaşîdetü'lcayniyye. Bir nüshası Râmpûr'da bulunmaktadır (Brockelmann, GAL SuppL, II, 77). 9. el-Kaşîdetü'l-lâmiyye. Bu eserin de bir nüshası Râmpûr'dadır (a.g.e., a.y.).



nûs can mesû'ili İbn Aybek lehû can ahfezi men lekıyehû mine'ş-şüyûh, Esmâ'ü men nukıle canhü mine'ş-şahâbe şey' min şicr mütecallak bi'n-nebî şallallâhü caleyhi ve sellem, Kaşâ'id şicriyye fî ağrâz muhtelife mine'l-medh ve'l-vaşf ve '1-ahlâkı '1-fâzıla, Kitâb fî Hlmi'l-carûz, Tahşîlü'l-işâbe fî tafdîli'şşahâbe. Müellifin dedesi Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed İbn Seyyidünnâs'ın ümmüveledlerin satılamayacağına dair eseri bazı kaynaklarda (İbn KâdîŞühbe, II, 296) ona nisbet edilmiştir. Abdülkerîm Emîn Münevfilî'nin İbn Seyyidünnâs ve edebühû adıyla bir yüksek lisans çalışması yaptığı belirtilmektedir (Câmiatü'l-Ezher külliyyetü'l-lugati'l-Arabiyye). BİBLİYOGRAFYA : İbn S e y y i d ü n n â s , ' U y û n ü ' l - e ş e r ( n ş r . Muhamm e d el-îd e l - H a t r â v î - Muhyiddin Mestû), Medin e - D ı m a ş k 1413/1992, neşredenin girişi, I, 534; II, 4 5 5 - 4 6 0 ; a.mlf., en-Nefhu'ş-şezî



şerhi



rîm), R i y a d 1409, neşredenin girişi, I, 15-151; Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, Mu'cemü'l-muhtaş



IV, 1503; a.mlf., el(nşr. M.



bi'l-muhaddişîn



Habîb el-Hîle), Tâif 1408/1988, s. 2 6 0 - 2 6 1 ; İbnü'l-Verdî, Tetimmetü'l-Muhtaşar



fi



ahbâri'l-be-



A h m e d Rif'at el-Bedrâvî), Beyrut 1389/



şer(nşr.



1970, II, 343; Yûsufî, Nüzhetü'n-nâzır







sîreti'l-



Ahmed Hutayt), Beyrut 1406/



Meliki'n-Nâşır(nşı



1986, s. 2 1 6 - 2 2 9 ; Kütübî, Feuâtu'l-Vefeyât, 287-292; Safedî. el-Vâfî, hâsin el-Hüseynî, Zeylü



III,



1, 289-311; Ebü'l-MeTezkireti'l-huffâz



li'z-Ze-



he£>î(nşr. M. Zâhid el-Kevserî), Dımaşk 1347, s. 16-18; Yâfiî, Mir'âtû'l-cenân, bakât,



IV, 291;Sübkî, 7a-



IX, 2 6 8 - 2 7 2 ; İsnevî,



Tabakâtü'ş-ŞâH'iy-



ye, II, 5 1 0 - 5 1 1 ; İbn Kesîr, el-Bidâye, İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine,



XIV, 169;



IV, 2 0 8 - 2 1 3 ;



İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü'ş-Şâfi'iy



ye, II, 295-



297; İbn Nâsırüddin, er-Reddü'l-uâfır



(nşr. Zü-



heyr Şâvîş), Beyrut 1400/1980, s. 57-59; Takıyyüddin İbn Fehd, Lahzü'l-elhâz ti'l-huffâz



li'z-Zehebî



(Zeylü



Tezkire-



içinde, nşr. M. Zâhid el-



Kevserî), Dımaşk 1347, s. 3 5 0 - 3 5 1 ;



Keşfü'z-zu-



nûn, I, 246, 559; II, 1183, 1 7 8 6 , 1 8 5 9 , 1 8 6 0 ; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VI, 108-109;Şevkânî, rü't-tâli',



el-Bed-



II, 2 4 9 - 2 5 l ; A h l w a r d t , Verzeichnis,



IX,



150-154; Rene Basset, " U n e elegie amoureuse d ' I b n Said e n N a s " , Melanges



afr'ıcains et orien-



taux, Paris 1915, s. 180-190; Serkîs,



Mu'cem,



I, 125-126; Brockelmann, GAL, II, 85; II, 77; îzâhu'l-meknün, risü mahtûtâti



SuppL,



I, 453; Yûsuf ei-lş, Fih-



Dâri'l-kütübi'z-Zâhiriyye:



Tâ-



Dımaşk 1366/1947, s. 17,



rih ue mülhakâtüh,



18, 22; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn,Xl, 270; Selâhaddin el-Müneccid, Mu'cem Abdülvehhâb İbrâhim Ebû Süleyman, bahşi'l-'ilmî,



269mâ



üllife



Beyrut 1402/1982, s. 315-316;



'an Resûlillâh,



Kitâbetü'l-



C i d d e 1403/1983, s. 5 6 9 - 5 7 0 ;



Cezzâr, Medâhilü'l-mû'ellifîn, Matlûb, "Dirâse



II, 738; Sâlihiyye.



III, 2 4 1 - 2 4 2 ; Nâtık Sâlih



el-Mu'cemü'ş-şâmll,



İbn Seyyidünnâs'ın kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: ed-Dürrü'n-neşîr calû ecvibeti'ş-şeyh Ebi'lHasan eş-Şağir (fıkha dairdir; îzâhu'lmeknûn, I, 453), Ecvibetü İbn Seyyidin-



fi



(nşr. A h m e d Ma'bed Abdülke-



Câmi'i't-Tirmizî



fi's-Sîreti'n-nebeviyye



y i d i n n â s " , Âdâbü'r-râfıdeyn,



li'bn Sey-



XV, Musul 1982,



s. 175-202; F. Rosenthal, " i b n S a y y i d a l - N â s " , EF (Fi). DMBl,



III, 9 5 7 ; Ali Refîî, " İ b n S e y y i d i n n â s " , 111, 730-732.



m imi



M . YAŞAR KANDEMİR



İBN SÎDE ( ÖAuJ ) Ebü'l-Hasen Alî b. İsmâîl ed-Darîr el-Mürsî (ö. 458/1066) Lugatçı, edebiyat ve dil âlimi.



^



398 (1008) yılında Mürsiye'de (Murcia) doğdu. Dedelerinden Sîde'ye nisbetle İbn Sîde olarak tanınır. Babası gibi âmâ olduğundan Darîr lakabı ile de anılan İbn Sîde öğrenimine babasının yanında başladı. Altı yaşında Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi. Daha sonra Ebü'l-Alâ Sâid b. Hasan elBağdâdî, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed et-Talemenkî, Ebû Osman Saîd b. Muhammed ve Ebû Bekir ez-Zübeydî gibi âlimlerden Arap dili, lügat, kıraat, tefsir, fıkıh, hadis, felsefe ve mantık dersleri aldı. Güçlü hâfızası sayesinde birçok lügat ve gramer kitabını ezberledi. Muhtemelen Mürsiye'de meydana gelen siyasî olaylar sebebiyle buradan ayrılarak Dâniye'ye (Denia) gitti. Dâniye Emîri Ebü'lCeyş Mücâhid b. Abdullah el-Âmirî ile tanışarak yakın ilgi ve himayesine mazhar oldu. Ancak Mücâhid el-Âmirî'nin vefatından sonra (436/1045) yerine geçen oğlu İkbâlüddevle Ali b. Mücâhid el-Muvaffak ile arası açılınca Dâniye'den ayrılmak zorunda kaldı. Bir müddet sonra bir kaside sunarak emîrden af diledi ve tekrar Dâniye'ye döndü (Yâküt, V, 86). 25 Rebîülâhir 458 (26 Mart 1066) tarihinde burada vefat etti (İbn Hallikân, III, 330-331). Arap dili, edebiyatı ve tarihi alanlarında geniş bilgi sahibi olan İbn Sîde'nin asıl şöhreti lügat sahasındadır. Bazı beyit ve kıtaları kaynaklarda yer almakla birlikte şiirlerinin çoğu zamanımıza intikal etmemiş, sadece Urcûzetü ğamîs adlı manzumesiyle İkbâlüddevle için yazdığı bir kasidesi günümüze ulaşmıştır. İbn Sîde aralarında Ebû Abdullah Muhammed b. Halesa eş-Şezûnî, Ebû Bekir Muhammed b. Ali b. Halef, Ebû Ca'fer Ahmed b. Ali el-Mürsî ve Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed et-Temîmî gibi simaların bulunduğu öğrenciler yetiştirmiştir. Eserleri. 1. el-Muhkem* ve'l-muhîtü'l-aczam. Mücâhid b. Abdullah el-Âmirî'nin isteği üzerine Halîl b. Ahmed'in Kitâbü'l-lAyn'ı tarzında yazılmış on iki ciltlik bir lügat olup I. cildi Mustafa es-Sekkâ ve Hüseyin Nassâr (Kahire 1377/1958), II. cildi Abdüssettâr Ahmed Ferrâc (Kahire 1377/1958), III. cildi Âişe Abdurrahman



318



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ (Kahire 1377/1958), IV. cildi Abdüssettâr Ahmed Ferrâc (Kahire 1388/1968), V. cildi İbrâhim el-Ebyârî (Kahire 1391/1971), VI. cildi Murad Kâmil (Kahire 1392/1972) ve VII. cildi Muhammed Ali en-Neccâr (Kahire 1393/1973) tarafından yayımlanmıştır. 2. el-Muhaşşaş*. Yine Mücâhid b. Abdullah'ın isteğiyle hazırlanan eser, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'ın el-Garîbü'l-muşannef'i gibi konulara göre tertip edilmiş bir lügat olup Tâhâ b. Mahmûd'un tashihiyle beş cilt halinde basılmış (Bulak 1316-1321), Muhammed etTâlibî (Tunus 1375/1956) ve Abdüsselâm Muhammed Hârûn (bs. yeri yok, 1389/ 1969) tarafından değişik indeksleri yapılmıştır. 3. Şerhu müşkili şi'ri (ebyati)'lMütenebbî. İbn Sîde bu eserinde Mütenebbî'nin şiirlerindeki lügat, gramer, anlam ve şiir tekniği bakımlarından açıklanması gereken hususlar üzerinde durmuş, ayrıca bazı şiirlerindeki felsefe ve mantıkla ilgili meseleleri incelemiştir. Kitabı ilk defa Mütenebbî, İbn Sîde ve eserleri hakkında bir mukaddime ve çeşitli indekslerle birlikte Muhammed Rıdvân edDâye neşretmiş (Dımaşk 1395/1975), daha sonra da Mustafa es-Sekkâ ve Hâmid Abdülmecîd ile (Kahire 1396/1976) Muhammed Âl-i Yâsîn tarafından yayımlanmıştır (Bağdad 1977). 4. Urcûzetü ğamîs. Müellifin hayatını, hocalarını ve onlardan okuduğu kitapları anlattığı didaktik bir şiiri olup Habîb Zeyyât'ın özel kütüphanesinde otuz üç varaklık bir nüshasının bulunduğu kaydedilmektedir (Muhammed Reşâdel-Hamzâvî, el-Mu'cemü'l-'Arabî, s. 44; DMBİ, III, 733). Müellifin kaynaklarda ayrıca el-Enîk fî şerhi'l-Hamâse, el-Vâfîfî Hlmi'l-kavâfî, et-Tezkîr ve't-te'nîş, Şerhu ebyâti Cümeli'z-Zeccâcî, Şâzzü (Şeuâzzü)'lluğa, el-cÂlem fi'l-luğa, Kitâbü'l-'Avîş fî şerhi Işlâhi'l-mantık, el-Makşûr ve'l-memdûd ve diğer bazı eserleri zikredilmektedir (Hediyyetü'l-'ârifîn, I, 691; Muhammed Reşâd el-Hamzâvî, el-Muccemü'l-'Arabî, s. 44; a.mlf., Hauliyyatü'lCâmi'ati't-Tûnisiyye, sy. 5 [1969), s. 3944). İbn Sîde hakkında yapılan müstakil çalışmalar şunlardır: D. Cabanelas, İbn Sîde hayâtühû ve âşâruh (TUnus 1980); Abdülkerîm en-Nuaymî, İbn Sîde âşâruhûve cühûdüh (Bağdad 1984); Vefâ bint Abbas Hasan el-Havît, en-Nahlü Hnde'l-cAşma'î ve İbn Sîde kadîmen ve'nnahlü hadîşen (yüksek lisans tezi, 1404/ 1983, Câmiatü Ümmi'l-kurâ |Mekke|).



BİBLİYOGRAFYA : İbn S î d e , el-Muhkem



ve'l-muhîtu'l-a'zam



(nşr. Mustafa es-Sekkâ - Hüseyin Nassâr), K a hire 1377/1958, neşredenlerin girişi, 1, 5 - 2 7 ; a.mlf., Şerhu



müşkili



(nşr.



şi'ri'l-Mütenebbî



M u h a m m e d Rıdvân e d - D â y e ) , D ı m a ş k 1 3 9 5 / 1975, neşredenin girişi, s. 5-15; Sâid el-Endelüsî, Tabakâtü'l-ümem



(nşr. L. Şeyho), Beyrut



1912, s. 77; Humeydî,



Cezvetü'l-muktebis(nşr.



M u h a m m e d Tâvît et-Tancî), Kahire 1386/1966, s. 293; İbn Beşküvâl, eş-Şıla, 11, 410; Dabbî, yetü'l-mültemis,



s. 4 0 5 ; Y â k ü t ,



Buğ-



Mu'cemü'l-



üdebâ',



V, 84, 86; XII, 2 3 1 - 2 3 5 ; İbn Hallikân,



Vefeyât,



I, 342; III, 3 3 0 - 3 3 1 ; Abdülbâki b. A b -



dülmecîd el-Yemânî, İşâretü't-ta'yîn mi'n-nühât







terâci-



Abdülmecîd



ve'l-luğaviyyîn(nşr.



Diyâb), Riyad 1406/1986, s. 2 1 0 - 2 1 1 ; Safedî, Nektü'l-himyân



(nşr. A h m e d Zekî Bek), Kahire



1329/1911, s. 2 0 4 ; Süyûtî,



Buğyetü'l-vu'ât,



II, 143; B r o c k e l m a n n , GAL, Suppi.,



I, 3 7 6 ; II, 6 9 7 ;



I, 5 4 2 ; Hediyyetü'l-'ârifin,



I, 6 9 1 ; Al-



bîr Habîb Mutlak, el-Hareketü'l-luğaviyye Beyrut 1967, s. 3 5 1 - 3 8 2 ;



Endelüs,



m e d Rıdvân ed-Dâye,



fl'lMuham-



Târîhu'n-nakdi'l-edebî



fi'l-Endelüs,



D ı m a ş k 1401/1981, s. 1 6 3 - 1 7 8 ;



Abdülkerîm



e n - N u a y m î , İbn



Bağdad



Sîde,



1984; M u h a m m e d Reşâd el-Hamzâvî, mü'l-Arabî:



İşkâlât ve mukârebât,



el-Mu'ce-



Tunus 1991,



s. 19-53; a.mlf., "Tekmile fî tercemeti İbn Sîde", sy. 5, Tu-



Havliyyâtü'l-Câmi'ati't-Tûnisiyye,



nus 1969, s. 17-48; Abdülalîel-Vedgîrî, " F Î Z a b tı İbn S î d e " , el-Menâhil,



sy. 35, Rabat 1986, s.



8 1 - 8 6 ; M o h . Ben Cheneb. " İ b n S î d e " , İA, V/2, s. 8 0 7 ; M. Talbi. " i b n S ı d a " , El2 (İng.), III, 9 4 0 ; İnâyetullah Fâtihî Nejâd, " İ b n S î d e " , DMBİ, 732-734.



m İSİİ



IH,



ZÜLFİKAR TÜCCAR



İBN SÎNÂ e**-» o?') Ebû Alî el-Hüseyn b. Abdillâh b. Alî b. Sînâ (ö. 428/1037) İslâm Meşşâî okulunun en büyük sistemci filozofu, Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi.



^



Yaklaşık 370 (980-81) yılında Buhara yakınındaki Efşene köyünde doğdu. Talebesi Ebû Ubeyd el-Cûzcânî'ye yazdırdığı hayat hikâyesiyle Cûzcânî'nin verdiği ilâve bilgilerin İbnü'l-Kıftî ve İbn Ebû Usaybia tarafından nakledilmesi sayesinde diğer İslâm filozoflarına nisbetle hakkında daha fazla bilgi bulunmaktadır. İslâm dünyasında İbn Sînâ künyesiyle meşhur olup bilim ve felsefe alanındaki eşsiz konumunu ifade etmek amacıyla Ortaçağ âlim ve düşünürleri tarafından kendisine verilen "eş-şeyhü'r-reîs" unvanı ile de bilinir. Ayrıca "hüccetü'l-hak, şerefü'l-mülk, ed-düstûr" gibi vasıflarla da anılmıştır. Batı'da genellikle Avicenna olarak bilinmekte ve "filozofların prensi" diye nitelenmektedir. Aslen Belhli olan babası Ab-



dullah, Sâmânî Hükümdarı Nûh b. Mansûr döneminde başşehir Buhara'ya yerleşmişti. İyi bir öğrenim gördüğü ve İsmâilî görüşleri benimsediği anlaşılan Abdullah, İsmâilî dâîlerle sürekli irtibat halindeydi. Bu irtibat neticesinde evi felsefe, geometri ve Hint matematiğiyle ilgili konuların tartışıldığı bir merkeze dönüşmüştü. Kendisini bu tartışmaların içinde bulan İbn Sînâ erken denilebilecek bir çağda felsefî konulara âşinalık kazandı. İbn Sînâ olağan üstü bir zekâya sahip olduğu için küçükyaşta dikkatleri üzerinde topladı. Önce Kur'an'ı ezberledi; dil, edebiyat, akaid ve fıkıh öğrenimi gördü. Hayat hikâyesinde bu dönemdeki hocaları arasında sadece Hanefî fakihi Ebû Muhammed İsmâil b. Hüseyin ez-Zâhid'i zikrederse de onun bilhassa dil ve edebiyat alanında Ebû Bekir el-Berki'den ders aldığı sanılmaktadır (DMİ, I, 203). Dinî ilimler sahasında çok yoğun bir okuma faaliyeti sürdüren ve yüksek bir düzeye ulaştığı anlaşılan İbn Sînâ ayrıca babasından geometri, aritmetik ve felsefe konusunda ilk bilgilerini aldıktan sonra babasının isteği üzerine Mahmûd el-Messâh'tan (Messâhî/ Misâhî [?]) Hint aritmetiği okudu. Ebû Abdullah en-Nâtilî Buhara'ya gelince babası onu oğluna ders vermesi için evinde misafir etti. İbn Sînâ, Nâtilî'den Porphyrius'un Îsûğücî (Eisagoge) adlı mantık kitabını okumaya ve bu çerçevede tartışmalar yapmaya başladı. Gösterdiği üstün başarıdan memnun olan hocası, onun ilimden başka bir işle meşgul edilmemesi yönünde babasına tavsiyede bulundu. Bir süre sonra mantık alanında hocasının yetersiz kaldığını düşünen İbn Sînâ, konuyla ilgili eserleri kendi kendine okumaya ve şerhleri incelemeye başladı. Bu arada Öklid'in Elementler'inin baştan beş altı bölümünü yine Nâtilî'den okudu, kitabın geri kalan kısmını ise kendi kendine çözmeye çalıştı. Ardından Batlamyus'un el-Mecistî'sirıe (Almagest) geçti; eserin başlangıç kısımlarını bitirip geometrik şekillerle ilgili bölümüne ulaşınca hocası kitabın diğer kısımlarını kendi kendine okuyabileceğini söyledi. Sonuçta İbn Sînâ astronomide de oldukça ileri bir seviyeye ulaştı. Nâtilî Gürgenç'e gitmek üzere Buhara'dan ayrılınca İbn Sînâ fizik, metafizik ve diğer felsefî konularla ilgili metinlere ve bunların şerhlerine yöneldi. Bu çalışmalar neticesinde felsefenin bütün disiplinlerinde iyi bir donanıma sahip olduktan sonra tip tahsiline başladı. Kaynaklarda İbn Sînâ'nın tıp alanındaki hocaları arasında Ebû



319



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ



İbn Sînâ'nın Rusya'da antropolojik araştırmalara dayanılarak 1978'de yaptırılan portresi



Sehl îsâ b. Yahyâ el-Mesîhî ile Sâmânîler'in saray hekimi Ebû Mansûr Hasan b. Nûh el-Kumrî'nin isimleri zikredilmektedir (Goodman, s. 14; Elr., III, 69). Öyle anlaşılıyor ki İbn Sînâ, diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da hocalarından bir müddet ders aldıktan sonra tıpla ilgili eserleri kendi kendine okumaya başlamıştır. Bu suretle tıp ve eczacılıkta da ileri bir düzeye ulaşan, kendi ifadesine göre daha on altı yaşında iken birçok tabibin onu bir tıp otoritesi sayarak bilgisinden faydalandığı İbn Sînâ, tıpta teoriden pratiğe geçerek bilgilerini daha da geliştirdi. Bu arada fıkıh öğrenimini de sürdürerek münazaralarda bulunacak kadar bilgisini geliştiren İbn Sînâ, daha sonra mantık ve felsefe kitaplarını yeniden gözden geçirmeye koyuldu. Bir buçuk yıl devam eden bu süre zarfında mantık, matematik ve fizik alanlarında ilerleme kaydedip metafizik sahasındaki eserleri incelemeye yöneldi. Bu sırada Aristo'nun Mâ btfde't-tabî'a (Metafızika) adlı eserini defalarca okumasına rağmen muhtemelen Arapça çevirisinin de kötü olması yüzünden muhtevasını ve yazarının amacını tam olarak anlayamadı. Fakat Fârâbî'nin el-İbâne 1an ğarazi Aristotâlîs fî Kitâbi Mâ ba'de't-tabfa adlı eserini tesadüfen elde edip okuyunca bu problemini çözmüş oldu. Felsefe ve tıp alanında oldukça ün kazanan İbn Sînâ, Sâmânî Hükümdarı Nûh



b. Mansûr'un ağır bir hastalığa yakalanması üzerine saraya davet edildi. Saray doktorları ile yaptığı ortak çalışmalar sonucunda sultanın tedavisi konusunda nisbî bir başarı sağladı. Bu şekilde daha on sekiz yaşında iken saray hekimliğine getirilen İbn Sînâ, zengin saray kütüphanesine girerek tıpla ilgili eserleri okuma ve inceleme imkânına kavuştu. Bir müddet sonra yanıp harap olan bu kütüphanede daha önce ismini bile duymadığı pek çok tabip ve düşünürü okuma fırsatını elde etmişti.



rın huzurunu bozdu. Gazneli Mahmûd, Emîr Ali b. Me'mûn'a bir mektup göndererek meclisindeki âlimleri kendi sarayına göndermesini istedi. İbn Irâk, İbnü'l-Hammâr ve Bîrûnî daveti kabul ederken İbn Sînâ ve Ebû Sehl el-Mesîhî gitmemeye karar verdiler, ancak Gürgenç'te kalmayı da tehlikeli görerek oradan ayrıldılar. Gazneli Mahmûd, İbn Sînâ'yı buldurmak için resmini yaptırıp çoğalttırarak çeşitli bölgelere gönderdiyse de bir sonuç elde edemedi (a.g.e., s. 189190).



Nûh b. Mansûr'dan (ö. 387/997) sonra Mansûr b. Nûh ve İsmâil b. Nûh el-Müntasır zamanında da saraydaki görevini sürdürdüğü anlaşılan İbn Sînâ'nın (İbn Hallikân, II, 158-159) bu dönemdeki faaliyetleri konusunda fazla bilgi bulunmamakla birlikte faaliyetleri arasında telif çalışmalarının da yer aldığı bilinmektedir. Nitekim Ebü'l-Hüseyin el-Arûzî'nin, kendisi için ilim ve felsefe konusunda kapsamlı bir kitap yazmasını teklif etmesi üzerine matematik dışındaki bütün ilimleri içine alan eI-Hikmetü'l-carûziyye adlı bir eser kaleme almış, Ebû Bekir elBerkı'nin talebiyle de yaklaşık yirmi ciltlik el-Hâşıl ve'l-mahşûl ile el-Bir ve'l-işm adında bir risâle telif etmiştir.



İbn Sînâ Nesâ, Bâverd, Tûs, Şakkân, Semnîkân ve Câcerm'e uğradıktan sonra Ziyârî Devleti Hükümdarı Kâbûs b. Veşmgîr ile buluşmak amacıyla Cürcân'a gitti. Fakat bu sırada Emîr Kâbûs'un tutuklanıp bir kalede hapsedilmesi ve orada ölmesi üzerine Cürcân ile Hârizm arasındaki Dihistan'a geçti. Bu b ö l g e d e iken 403'te (1012) şiddetli bir hastalığa yakalanan İbn Sînâ aynı yıl içerisinde Cürcân'a döndü ve burada, daha sonra kendisinden hiç ayrılmayan ve biyografisini' kaleme alan Ebû Ubeyd el-Cûzcânî ile tanıştı. Bir şiirindeki ifadesinden (İbnü'l-Kıftî, s. 272; İbn Ebû Usaybia, s. 439), gittiği yerlerde değerinin bilinmediği ve şahsına yaraşır bir himaye görmediği için yedi yıl boyunca seyahat ettiği anlaşılan İbn Sînâ'nın Cürcân'da rahat bir ortama kavuştuğu görülmektedir. Nitekim ilme düşkün bir kişi olan Ebû Muhammed eş-Şîrâzî ona bir ev satın almış ve bazı imkânlar tanımıştır. Böyle bir ortamda İbn Sînâ bir yandan eserlerini kaleme alıyor, bir yandan da ilmî ve felsefî konularda ders veriyordu. Cûzcânî'nin yazdığı biyografiye göre İbn Sînâ bu öğrencisine mantıkla ilgili el-Muhtaşarü'l-evsat adlı bir kitap dikte etti; Ebû Muhammed eş-Şîrâzî için de el-Mebde3 ve'l-me'âd ile el-Erşâdü'l-külliyye'smi kaleme aldı. Ayrıca elKânûn fi't-tıbb'm başlangıcı ile Muhtaşarü'l-Mecistî gibi birçok eserini burada telif etti.



İbn Sînâ'nın hayatında babasının ölümünden (393/1003) sonra siyasî ilişkiler yoğunluk kazandı. Bu değişikliğin hangi sebebe dayandığı tam olarak bilinmemekle birlikte herhalde Sâmânî Devleti'nin içinde bulunduğu durumun bunda önemli etkisi olmuştur. Zira devlet, İbn Sînâ'nın babasının ölümünden birkaç yıl önce önemli sarsıntılar geçirmiş, 396 (1005) yılında da çökmüştür. Böylece İbn Sînâ Buhara'yı terketmek zorunda kalmış ve kendisine uygun bir yer bulabilmek amacıyla çeşitli bölgelere seyahat etmiştir. İlk olarak Hârizm'de bir kasaba olan Gürgenç'e (Ürgenç) gitti. Burada vezirlik yapan ve felsefî ilimlere meraklı olan Ebü'l-Hüseyin es-Süheylî(es-Sehlî [?]) onu mahallî bir emîr olan Ali b. Me'mûn'a takdim etti. Veziri gibi kendisi de filozof tabiatlı, erdemli ve sevilen bir kişi olan Emîr Ali (Nizâmî-i Arûzî, s. 21) İbn Sînâ'ya Gürgenç'te kaldığı müddetçe maaş bağladı. Emîrin sarayında Bîrûnî, Ebû Sehl el-Mesîhî, İbnü'l-Hammâr ve İbn Irâk gibi âlimler de bulunuyordu. İbn Sînâ ile Bîrûnî arasında fizik ve astronomiye dair bazı münazaralar bu sırada gerçekleşti. Nizâmî-i Arûzî'nin verdiği bilgiye göre bu âlimler dostluk havası içinde ilmî faaliyetlerini sürdürürken bir gelişme onla-



Cürcân'da muhtemelen iki yıl kalan İbn Sînâ, Rey'e giderek Büveyhî Devleti'nin valisi Fahrüddevle'nin eşi Seyyide ve oğlu Mecdüddevle ile buluştu. Burada ilmî otoritesini kabul ettirerek melankoliye yakalanan Mecdüddevle'nin tedavisini üstlendi. Mecdüddevle, Büveyhîler ailesinin bir mensubu olduğundan bu hadise İbn Sînâ ile Büveyhîler arasındaki ilişkinin başlangıcını teşkil etti. Rey'de iken eiMecâd adlı eserini kaleme alan İbn Sînâ muhtemelen Mecdüddevle'nin tedavisinden sonra Kazvin'e, oradan da Heme-



320



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎN dan'a gitti. Bu şehirde Kezbâneveyh'in hizmetine girdi. Ardından kulunç (koiik) hastalığına yakalanan Büveyhî Hükümdarı Şemsüddevle'yi tedavi etmek için onun sarayında bulundu. Burada hükümdarı iyileştirmeyi başaran İbn Sînâ birçok mükâfatla birlikte hükümdarın dostluğunu da kazandı. Şemsüddevle'nin Karmîsîn'e bir sefer düzenlemesi üzerine onun yanında savaşa katıldı. Savaş yenilgiyle sonuçlanınca Şemsüddevle ile birlikte Hemedan'a döndü. Bu olaydan sonra kendisine vezirlik teklif edilen İbn Sînâ görevi kabul etti. Fakat ordu içerisinde baş gösteren huzursuzlukların ardından isyan çıktı. İbn Sînâ'nın evini kuşatan isyancılar onu hapse atıp bütün mallarına el koydular; ayrıca Şemsüddevle'den filozofun öldürülmesini istediler. Bu isteği kabul etmeyen hükümdar isyancıları yatıştırmak için onu görevinden uzaklaştırdı. İbn Sînâ, kırk gün boyunca Şeyh Ebû Sa'd edDahdûk'un evinde gizlenmek zorunda kaldı. Ancak hastalığı nükseden Şemsüddevle tekrar kendisini tedavi etmesini isteyince onu tedaviye başlayan İbn Sînâ yeniden vezirlik makamına getirildiği gibi öncekinden daha çok ikram ve iltifata nâil oldu. Bu sırada İbn Sînâ öğrenci yetiştirmeyi de ihmal etmiyordu. Gündüzleri devlet işleriyle meşgul olduğu için geceleyin ders veriyor, özellikle eş-Şifâ3 ve el-Kânûn fi't-tıb gibi eserlerinin yazılmış olan bölümlerini talebelerine okutuyordu. Bu talebelerin kim olduğu tam olarak bilinmemekle beraber bunlar arasında Ebû Abdullah el-Ma'sûmî, Ebû Mansûr İbn Zeyle ve Behmenyâr b. Merzübân el-Âzerbaycânî'nin bulunduğu kaydedilmektedir (Ali b. Zeyd el-Beyhakî, s. 73). Daha sonra İbn Sînâ, Şemsüddevle'nin Tarım üzerine düzenlediği sefere katılmak durumunda kaldı. Tarım yakınlarında hükümdar tekrar hastalanınca askerler kendisini Hemedan'a götürmek istedilerse de Şemsüddevle yolda öldü ve yerine oğlu Semâüddevle geçti (412/1021). Yeni hükümdar İbn Sînâ'dan vezirlik görevini sürdürmesini istediyse de filozof bunu kabul etmedi. Bu tavrı yüzünden Büveyhîler'le arasının açılmasına rağmen Hemedan'dan ayrılamadı ve bir süre gözden uzak olarak Ebû Gâlib el-Attâr adında bir kişinin evinde kaldı. İbn Sînâ, burada oturduğu zaman zarfında Cûzcânî'nin isteği üzerine telifine başladığı eşŞifâ'm tabîiyyât bölümünün el-Hayevân ve en-Nebût dışındaki kısımları ile iiâhiyyât bölümünü tamamlamış, ayrıca



mantık bölümünün de bir kısmını yazmıştır.



dıysa da çeşitli meseleleri açıklığa kavuşturdu.



İbn Sînâ ile Büveyhîler arasındaki ger-



İsfahan'da kaldığı yıllar boyunca nisbeten sâkin bir hayat süren İbn Sînâ, Gazneli Hükümdarı Sultan Mesud'un İsfahan'ı almasından sonra evinin ve kütüphanesinin yağmalanması üzerine büyük bir sarsıntı geçirdi. Bu dönemde sağlığı da bozuldu; devrinde yaygın olan kulunç hastalığına yakalandı. Kendini tedavi etmeye çalışan İbn Sînâ, bir ara tekrar sağlığına kavuşur gibi olduysa da tam iyileşemedi. Alâüddevie Hemedan'a sefere çıktığında onunla beraber bulunduğu sırada yolda tekrar hastalandı ve Hemedan'a ulaştıklarında vefat etti. Kabri Hemedan'dadır.



ginlik artmış, hatta Şemsüddevle'nin öteki oğlu Tâcülmülk, onun Kâkûyîler Hükümdarı Alâüddevie Muhammed b. Rüstem ile gizlice mektuplaştığını ileri sürmüştür. İbn Sînâ bu suçlamayı reddettiyse de kendisine düşmanlık besleyen bazı kişilerin de aleyhinde bulunması üzerine Ferdecân Kalesi'ne hapsedildi (414/ 1023). Kaiede dört ay kalan filozof, Alâüddevle'nin Hemedan'a bir sefer düzenleyip orayı zaptetmesinden sonra serbest bırakılarak Hemedan'da vezirlik yapan Ebû Tâlib el-Ulvî'nin (el-Alevî |?]) evinde kaldı. Kalede iken el-Hidâye, Yakzân ve el-Küiunc



Hay b.



adlı kitaplarını ya-



zan İbn Sînâ, Ebû Tâlib el-Ulvî'nin evinde bulunduğu süre içerisinde de



eş-Şifâ'ın



yarıda kalan mantık bölümünü tamamladı. Bütün bu olaylardan sonra yine de kendisini bırakmak istemeyen Tâcülmülk'ün vaadlerine güvenmeyen İbn Sînâ, büyük bir ihtimalle 415 (1024) yılında İsfahan'a gitmek üzere kardeşi, iki hizmetçisi ve talebesi Cûzcânî ile birlikte Hemedan'dan gizlice ayrıldı; sıkıntılı bir yolculuktan sonra İsfahan dolaylarındaki Tâberân'a ulaştı. Dostları ve Alâüddevie Muhammed b. Rüstem'in yakınları tarafından karşılandı ve Abdullah b. Bâbî'nin evinde misafir edildi. Bir süre sonra Alâüddevle'nin meclisine katılan İbn Sînâ burada saygı gördü. Nizâmî-i Arûzî, Alâüddevle'nin İbn Sînâ'yı vezirliğe getirdiğini ve en önemli işleri onun yetkisine bıraktığını ifade ederek, "Gerçek şu ki Aristo'nun İskender'e vezir olmasından sonra hiçbir hükümdara Ebû Ali gibi bir vezir nasip olmamıştır" der (ÇehârMakale, s. 201). Alâüddevle'nin düzenlediği ilmî toplantılar filozofun şöhretinin İsfahan çevresinde yayılmasını sağladı. Bu dönemde ilmî çalışmalarını da sürdüren filozof eş-Şifâ5 gibi eksik kalan bazı eserlerini tamamlamaya çalıştı; matematik, astronomi ve mûsiki konularında yazmış olduğu bir kısım eserlerini daha da geliştirdi. en-Necât



ve Alâüddev-



le'nin adına nisbetle Dânişnâme-i



İbn Sînâ'nın çok zeki, çalışkan, velûd olduğu, zekâ ve bilgisine aşırı derecede güvenmenin yol açtığı hırçınlığı yanında mağlûbiyete tahammül edemeyen bir kişiliğe sahip bulunduğu kaydedilmektedir. Alâüddevle'nin huzurunda dil âlimi Ebû Mansûr el-Cübbâî ile yaptığı bir tartışma onun bu karakterine işaret etmektedir. Cûzcânî'nin anlattığına göre Cübbâî, bu tartışma sırasında İbn Sînâ'ya dil konusunda bilgisi bulunmadığını söylemiş, bunun üzerine İbn Sînâ üç yıl boyunca çalışarak dil alanında üstün bir seviyeye ulaşmış ve konuyla ilgili kitaplar kaleme almıştır. Sonunda Cübbâî ile tekrar görüşerek onu kendisinden özür dileyecek bir durumda bırakmıştır. Kindî ile başlayan İslâm felsefe geleneğinin zirvesinde bulunan İbn Sînâ felsef î sisteminde özellikle Fârâbî'ye çok şey borçludur. Kendisi bir bakıma Fârâbî'nin öğrencisi ve halefi olarak görülebilir. Bununla birlikte üstadını aşmış, tarih içerisinde onun adını ikinci derecede bırakmıştır. Çünkü seleflerinden çok daha parlak ve sistem sahibi bir müellifti. İbn Sînâ'yı eleştiren Gazzâlî ve Fahreddin erRâzî gibi İslâm filozofları da kendisinden etkilenmişlerdir. Asırlarca İslâm felsefesi geleneğine hâkim olmuş mükemmel bir felsefe sistemi kuran tek kişinin İbn Sînâ olduğu söylenebilir. İbn Sînâ'nın Şiîliği benimsediği, bilhassa İsmâilî düşüncesinin etkisi altında kal-



'Alâ'î



dığı, esasen felsefesini bu çerçevede kur-



adını verdiği kitapları da dahil olmak üze-



duğu tezi özellikle 1950'lerden bu yana



re yeni eserler telif etti. İbn Sînâ, Alâüd-



bazı müellifler tarafından dile getirilmek-



devie ile birlikte Sâbûrhâst ve Hemedan'a



tedir (Corbin, s. 171; Küyel, s. 131). Bu id-



tertip edilen bazı seferlere katıldı. Ayrıca



dianın ortaya atılmasında, İbn Sînâ'nın



takvimlerdeki yanlışlıkları düzeltmek için



babasının İsmâilî dâîlerle ilişkisinin bu-



hükümdarın emriyle astronomiye ilişkin



lunması yanında felsefî sisteminde orta-



gözlemlerde bulundu, tam sonuç alama-



ya koyduğu düşünce ve kavramların da 321



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ deiphia 1992, s. 19-27; Fazlurrahman, " İ s l â m F e l s e f e s i " , islam'da



Bilgi



ve Felsefe



(haz. Mus-



tafa A r m a ğ a n ) , İstanbul 1997, s. 4 5 ; Arslan Terzioğlu. Yeni Araştırmalar



Işığında



Büyük



Türk-



rak kaleme alır. Bunlar en geniş çerçevede mantık, tabîiyyât, riyâziyyât v e ilâhiy-



ue Ta-



yât konularını içerir. Ancak kitaplarını de-



İstanbul 1998, s. 29; Şemseddin Günal-



ğişik tarzda ve hacimde kaleme almış ol-



tay, " İ b n S î n â ' n ı n Ş a h s i y e t i v e M i l l i y e t i M e s e -



masına ve ilk dönemlerde yazdığı bir iki



l e s i " , TTK Belleten,



şerhte "el-hikmetü'l-meşrikıyye" tabiri-



İslâm Bilim babet,



Adamı



İbn Sina



(Auicenna)



IV/13(1940), s. l - 3 7 ; N i h a t



Keklik, " T ü r k - İ s l â m F i l o z o f u İbn S î n â : H a y a t ı v e E s e r l e r i " , Felsefe Arkiui,sy.



2 2 - 2 3 , İstanbul



ni kullanmasına bakarak İbn Sînâ'nın iki



1981, s. 2-44; Mübahat Türker Küyel, " İ b n Sî-



farklı felsefesinin bulunduğu yolundaki



nâ v e İ s m â i l î G ö r ü ş " , Araştırma,



tartışmalara katılmak mümkün değildir



XIII, A n k a r a



1991, s. 131-206; Hilmi Ziya Ülken, " İ b n S î n â " ,



ibn Sina'nın anıt mezarı - Hemedan / iran



mindeki bilimler sınıflamasına uygun ola-



IA, V/2, s. 8 0 7 - 8 2 4 ; A . - M . Goichon, " i b n S i n a " , EF



(İng.), III, 9 4 1 - 9 4 7 ;



M u h a m m e d Sâbit el-



(bk. Gutas, s. 125 vd.). Yazılarında, ele aldığı ilim dalının kendi muhtevası içinde kalmaya büyük ö n e m



Fendî, " İ b n S î n â " , DMİ, 1, 2 0 3 - 2 1 0 .



veren İbn Sînâ, felsefenin bütün disiplinFFL ÖMER M A H İ R A L P E R



lerinde yazmakla birlikte kendisi daha çok mantık, tabîiyyât ve ilâhiyyât konularında f e l s e f e y e katkıda bulunduğunu



etkisi söz konusudur. Ancak İbn Sînâ, ba-



Felsefesi. 1. İslâm Düşüncesindeki Ye-



basının evinde İsmâilîler'in felsefî görüş-



ri ve Metodu. İbn Sînâ, İslâm felsefesi ge-



söyler (eş-Şifâ 5 el-Marıtık:



lerini dinlediğini kaydetmekle birlikte, ba-



leneğinin Fârâbî okulu içinde y e r alan



10). Onun bilim v e felsefeyle ilgili yazıla-



basının ve kardeşinin İsmâilî dâîlere ica-



en büyük düşünürdür. Bu geleneğin en



rında kullandığı kavramsallaştırma sis-



bet ettiğini ifade ederken kendisinin bu



önemli özelliği dinin toplum için v a z g e -



t e m i çoğunlukla çift yönlüdür. Bundan



düşünceleri benimsemediğini söylemek-



çilmez ilâhî bir kurum olduğu fikridir ve



dolayı herhangi bir kavram veya terimin



tedir (İbn Ebû Usaybia, s. 437). Ayrıca ho-



bu fikir bir bakıma her iki filozofun felse-



onun felsefesinde çok defa bir karşıtı var-



caları arasında Hanefî fakihi İsmâil ez-Zâ-



fesinin özü gibidir. Aslında İslâm toplu-



dır. Arapça bilim ve f e l s e f e dili olarak İbn



hid'in bulunması da onun dinî eğitimini



munda Kindî'nin kurduğu felsefeyi geliş-



Sînâ'nın eserlerinde zirveye ulaşmış, fel-



Şiî veya İsmâilî çevreden almadığını gös-



tirip kurumlaştıran bu iki filozoftur. Da-



s e f î ve ilmî eserler onun tasnifiyle mü-



termektedir. İbn Sînâ'nın felsefî sistemi-



ha doğrusu kelâmdan f e l s e f e y e geçişi



kemmel bir düzeye kavuşarak sonraki



ne v e bu sistem içerisinde kullandığı kut-



sağlayan Kindî, onu terminoloji, m e t o t



nesiller için örnek teşkil etmiştir. Her ne



sî güç, imam, ârif, sudûr v e feyezân gibi



v e problemleriyle sistemleştiren Fârâbî,



kadar İbn Sînâ'nın f e l s e f e tasnifi ana çiz-



kavramlara gelince, iddia edildiğinin ak-



kendi dönemine kadar gelen bu birikimi



gileriyle Aristo'dan beri süregelen man-



sine bu kavramlar onun sisteminde Şiî-



yeni baştan işleyerek zengin bir külliyat



tık, tabîiyyât, riyâziyyât v e ilâhiyyât (me-



ler'in, bilhassa İsmâilîler'in kullandığı an-



halinde toplayıp değerlendiren İbn Sînâ



tafizik) veya mantık, tabiat ve metafizik



lamıyla kullanılmamaktadır. Ayrıca düşü-



olmuştur. Nitekim Fârâbî'ye mantık ala-



şeklindeki bilimler sınıflaması içinde gö-



nürün felsefesinde vasiyet, ismet, takıy-



nındaki başarısından dolayı "Muallim-i



rülse de içerik olarak mutlak bir otorite-



ye, on iki imam gibi telakkiler de yer al-



Sânî", İbn Sînâ'ya da felsefe ve diğer ilim-



ye bağlı kalmayıp gerektiğinde -meselâ



mamaktadır. Bu bakımdan onun Şîa'ya



leri sistematik ve didaktik bir kıvama ge-



Fârâbî için yaptığı gibi (el-Mübahaşât, s.



mensup olduğu veya Şiî düşünceleri çer-



tirdiği için "eş-şeyhü'r-reîs" unvanı veril-



375 11 162])- öncekilerin başarılarını belir-



çevesinde felsefesini kurduğu yolundaki



miştir. Dolayısıyla XI. yüzyıldan sonra İs-



t e r e k onlardan saygıyla söz eder, fakat



açıklamalar gerçek dışı görünmektedir.



lâm dünyasında "felâsife" denilince önce-



gerektiği zaman da cesaretle eleştirir. Bi-



likle akla Fârâbî ve İbn Sînâ gelmektedir



limler sınıflamasına göre yazdığı büyük,



(İbn Rüşd, s. 36). Ancak İbn Sînâ, Fârâbî



orta ve küçük hacimli bütün eserlerinde



BİBLİYOGRAFYA : Nizâmî-i Arûzî, Çehâr



(frc. M u h a m -



Makale



s.



kadar Eflâtun v e Aristo sistemine bağlı



İbn Sînâ salt akılla başladığı felsefeyi nü-



hükemâ'i'l-



değildir. Ayrıca İbn Sînâ bir f e l s e f e tarih-



büvvetle taçlandırır. Hemen bütün fel-



M e m d û h Hasan M u h a m m e d ) , Kahire



çisi, tabip ve ilim tarihçisi olması bakımın-



s e f î eserlerinde dinin f e r t v e toplumun



m e d b. Tâvît), Rabat 1403/1982, s. 21, 187 vd., 201; Ali b. Zeyd el-Beyhaki, Târîhu Islâm(nşr.



el-Medhal,



dan da Fârâbî'den farklı bir konuma sa-



mutluluğu için gerekliliğini ve tabiiliğini,



hiptir. el-Kânûn



gibi



karmaşık kanıtlara başvurmaksızın akıcı



hem değeri hem hacmi bakımından bü-



bir üslûpla açıklamaya çalışır. Hatta İbn



doğan Merçil), İstanbul 1977,1,14-15; J. Arberry,



yük eserleri bunun açık delilleridir. Filo-



Sînâ ilâhiyyâtının bütünüyle zımnî olarak



" A v i c e n n a : His Life and Tîmes",



Auicenna:



zof bu eserlerinde bir konuyu ele alırken



nübüvvetin imkân v e gerekliliğini kanıt-



(ed. G. M. Wickens),



Aristo'nun kendinden önceki filozoflar



lamaya yönelik olduğu söylenebilir. Özel-



hakkında uyguladığı metodu takip ede-



likle bu konuya ayırdığı



rek önce o konuda ortaya konmuş olan



vût adlı eseri bir yana yalnızca eş-Şifâ3 ile



1417/1996, s. 6 5 - 8 1 ; İbnü'I-Kıftî,



İhbârü'l-'ule-



mâ', s. 2 6 8 - 2 7 8 ; İbn Ebû U s a y b i a , ' ü y ü n ü ' l - e n bâ', s. 4 3 7 - 4 5 9 ; İbn Hallikân, Vefeyât, 162; A h m e d b. M a h m û d , Selçuknâme



Scientistand



Philosopher



II, 157(haz. Er-



L o n d o n 1952, s. 9 - 2 8 ; H. Corbin, İslâm si Tarihi(trc.



Felsefe-



Hüseyin H a t e m i ) , İstanbul 1986,



s. 171; M â c i t Fahrî, islâm



Felsefesi



(trc.



Tarihi



fi't-tıb



ve eş-Şifâ'



ın ilâhiyyâta dair



görüşleri sunar, yer yer eleştirir, sonra da



el-İşârât



kendi görüşünü açıklar. Böylece İbn Sî-



bölümleri bile yukarıdaki tesbitin doğ-



den 1 9 8 8 , s. 2 2 v d . , 3 8 v d . , 1 5 2 - 1 5 9 ; a . m l f . ,



nâ, İslâm bilim ve düşünce tarihinde ilk



ruluğunu göstermeye yeter. Öte yandan



" A v i c e n n a ' s Madhab with an A p p e n d i x



on



d e f a f e l s e f e ve ilimlerin ansiklopedisini



İbn Sînâ'nın bütün felsefî sistemini, din-



Quaderni



vücuda getirdiği gibi aynı zamanda ne-



le felsefeyi uzlaştırmaya yönelik bir çaba



Kasım Turhan), İstanbul 1987, s. 105; D. Gutas, Avicenna



and



the Aristotelian



the Q u e s t i o n o f H i s D a t e o f B i r t h " , Di Studi



Arabi,V-VI,



Lei-



Tradition,



Venezia 1987-88, s. 3 2 3 -



sir, nazım ve hikâye tarzında felsefî eser-



olarak görenler varsa da bu yaklaşım, onu



L o n d o n 1992, s. 14; P. Heath,



ler kaleme alan sanatkâr-fılozoftur. Aris-



yanlış değerlendirip konumuna uygun



Phila-



to gibi İbn Sînâ da eserlerini kendi döne-



düşmeyen bir yere yerleştirmek olur. Ak-



3 3 6 ; a.mlf., " A v i c e n n a " , Elr., III, 69; L. E. Goodman, Avicenna, Allegory



ve't-tenbîhât'



İşbûtü'n-nübüv-



and Philosophy



in Auicenna,



322



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ sine İbn Sînâ, bütün felsefî eserlerinde olgu yargıları ile (doğru -yanlış) değer yargılarını (iyi-kötü) birbirinden ayırmaya, birinciyi felsefenin ve bilimin alanına, diğerini de dinin alanına bırakmak gerektiğini, nihayet metafiziğin ikisi arasında köprü görevini üstlendiğini göstermeye çalışmıştır. 2. Bilgi Nazariyesi ve Mantık. İbn Sînâ bilgi problemini mantık ve psikoloji (nefis) konularıyla birlikte ele alır. Ancak genellikle nefisle ilgili yazılarında bilme sürecini, mantıkta ise bilgiyi biçim (sûret) ve içerik (madde) bakımından inceler. En temel özelliği bilmek, istemek ve yapmak olan insanın her çeşit bilgiye ulaşabileceğini söyleyen İbn Sînâ, bilmenin zihnin soyutlama yapmasıyla başladığını belirterek bunu idrak terimiyle ifade eder (eş-Şifâ' en-Nefs, s. 52, 53, 312). Burada sözü edilen bilgiye konu olan nesnenin gerçekliğini zihne taşıyan, onun gerçekliğine ilişkin her türlü özelliği içeren, kısaca zihinde nesneyi temsil eden sûret yani mâna ve kavramdır. Diğer bir ifadeyle bilme, zihnin soyutlama yoluyla nesnenin sûretini alıp bilgiye dönüştürmesinden ibarettir. Şu halde soyutluk durumuna göre zihinde iki çeşit bilmeden söz etmek gerekir; eğer bilgiye konu olan şey somut bir varlık ise çeşitli soyutlama derecelerinden geçerek zihinde oluşur ve o şeyin bilgisine ulaşılmış olur; fizikî varlıkların bilgisi bu şekilde elde edilir. Bilgiye konu olan mânevî ve metafizik bir şey ise o zaman soyutlama işlemine gerek duyulmayacağı için o şeyin bilgisi doğrudan kazanılan bir bilgi olacaktır. Bu tür metafizik bilgiye ulaşması için zihnin uyarıcı bir işaretle ona yönelmesi yeterlidir. Dolayısıyla bu alanla ilgili kavramlarımız içerikli kavramlardır; bu sebeple mantığın bu alanın bilgisiyle bir ilişkisi yoktur; çünkü mantık ancak duyular yoluyla ve soyutlama ile kazanılan nesnel dünyaya ilişkin bilgilerle ilgilenir. Şu halde nesnel dünyanın verileri çeşitli aşamalardan geçerek zihnimize ulaşmakta, zihin kendine has faaliyetlerle onu yeni işlemlerden geçirmekte ve sonuç olarak bir kavram (tasavvur) veya bir yargı (tasdik) elde etmektedir. Bu sonuçlara ulaştıran işleme düşünme (fikir) denilmektedir {a.g.e., s. 197; el-İşârât, s. 2). Bir bilme olayında önce duyu araçlarıyla nesnenin fizikî, kimyevî ve biyolojik nitelikleri duyumlanır; ardından bu nitelikler ortak duyuda birleştirilerek duyularla kazanılan tikel bir yargıya ulaşılmış olur. Asıl duyum bu süreçte gerçekleşmekte-



dir. Meselâ, "Bu beyaz olan tatlıdır" gibi bir yargı bu düzeyde duyularla elde edilen ilk yargıdır. İkinci aşamada bu tikel algıların sûretleri hayal veya tasarlama gücünde (musavvire) saklanır. İstendiği zaman bunların kime ve neye ait olduğu bilinir. İbn Sînâ'ya göre bu bilgi hayalî idrak düzeyinde bir bilgidir (eş-Şifâ' enNefs, s. 35-36; el-İşârât, s. 92-93). Filozof, hayal ve tasarlama gücündeki tikel sûretler üzerinde zihnin üç tür işlem yaptığını belirtir. İlki, mütehayyilenin -dış gerçekliğe uygun düşsün veya düşmesin- bu sûretleri birbiriyle birleştirerek veya ayırarak yeni tikel sûretler üretmesidir; ikinci işlemde, bu ferdî sûretler üzerinde durup düşünmeden yüzeysel olarak verilen tikel yargıları söz konusudur. İbn Sînâ'ya göre bunlar kısmen sezgisel bir özellik taşıyan yargılardır (vehmiyyât). Bu yargıların ilmî ve felsefî açıdan hiçbir değeri yoktur. Bunların kaynağı içgüdüler veya geçmişte yaşanan tikel deneylerdir. Bu aynı zamanda insan dışındaki canlıların ulaşabileceği en üst bilgi düzeyidir. İnsanın bu bilgi seviyesine takılıp kalması onun öteki canlılarla aynı düzeyde olması demektir. Ancak yine de bu bilgi insanın gündelik hayatında yararlı ve vazgeçilmez olan bilgidir. İbn Sînâ'nın "mâna" adını verdiği, onun psikolojisinde önemli yer tutan bu yargılar gerektiğinde hatırlanmak üzere bellekte saklanır (eş-Şifâ' erı-Nefs, s. 36-37, 148). Gerçek bilgiyi oluşturan düşünce yargılarına gelince, bunlar da yine beş duyu ile kazanılmış olup hayal ve tasarlama gücünde saklı bulunan tikel sûretler üzerinde gerçekleşir. Bu merhalede düşünme gücü (müfekkire), söz konusu tikel sûretlerin içerdiği özelliklerin kalıcı ve geçici, birbirine benzeyen ve benzemeyen yönlerini dikkate alarak hayalî sûretten türe ait sûrete, başka bir deyişle tikel anlamdan genel anlama geçerek kavram bilgisine (tasavvur) yükselir. Mantıkta bir tanım işlemi olan tasavvur nicelik, nitelik, yer ve durum gibi özelliklerinden soyutlanmış bir sûrettir. Bu özel ve belirli bir nesnenin değil bilmeye konu olan türün bütün fertlerini kaplayan, bu fertlerin değişmez temel özelliklerini içeren tamamen soyut ve genel bir sûrettir. Çeşitli şahısların isimlerinden insana ait sûretin elde edilmesi gibi. Düşünce bir defa türe ait sûretlere ulaşınca artık ona malzeme oluşturan hayalî tikel sûretlere ihtiyacı kalmaz {a.g.e., s. 50-53, 197-198, 209-210). Duyu ve düşünce birliğiyle kazanılan bu bilgi, nesnelerin mahiyetine



ilişkin bir bilgi olup bunun mantıktaki karşılığı düşüncenin tanımlama yoluyla kazandığı bilgidir. Bu kavramlar yüklem olarak düşünüldüğünde onların genel ve özel, kalıcı veya geçici oluşu göz önüne alınarak mantıktaki beş tümel kavram (cins, nevi, fasıl, hassa, araz) ortaya çıkar; bu tümeller yardımıyla da bir şeyin tanımını yapmak mümkün olur. Eğer bu tümellerin sayısı sonsuz olsaydı eşya ve olayları tanımlamak ve dolayısıyla bilmek mümkün olmazdı. Yine gözlem, deney ve düşünce yoluyla sadece nesnelerin ne olduğu bilinmez, nesneler arası ilişkilerin ve olayların bilgisi de kazanılır. Tümevarım ve örnekleme yoluyla yargılara (tasdikat) ulaşılır, bunlardan hareketle de kanıtlama işlemleri yapılır. "Yağmur yağarsa yollar ıslanır"; "Bir sayı ya çifttir ya tektir" gibi yargılar bu türdendir. İbn Sînâ, gözlem ve deneye dayalı bu bilgi edinme sürecinde duyuların yanılmayacağı, yanılgının gözlem ve deney verilerini yanlış yorumlayan zihne ait olduğu düşüncesindedir. Bu bağlamda İbn Sînâ'ya göre düşünmek bilmek değil bilgiyi istemektir. Ancak düşünme işlemi her zaman insanı bilgiye ulaştırmayabilir. Düşünmenin doğru sonuç vermesi için onun ilkelerini bilmek ve bilgi imkânlarını yerinde kullanmak gerekir (a.g.e., s. 208; el-İşârât, s. 95; el-Mübâhaşât, s. 207, 235-238). İbn Sînâ'ya göre bilgi sadece düşünceyle elde edilmez; bu konuda daha önemli ve kestirme yol sezgidir. Bu bakımdan filozofun sezgiye düşünceden de fazla önem verdiği söylenebilir. Çünkü konu iyice incelenirse bilgi değeri taşıyan önermelerin bu husustaki kabiliyeti gelişmiş kişilerin sezgilerine dayandığı görülür. İbn Sînâ'ya göre düşünce ve sezgi özünde birdir. Düşünce bir zaman sürecinde gerçekleşen sezgi, sezgi de bilginin âdeta zamansız olarak bir anda kazanılmasıdır. Ancak sezgi bazan insanın iradesi dışında gerçekleştiği halde düşünce daima iradeli bir faaliyettir (eş-Şifâ' en-Nefs, s. 219 vd.; el-İşârât, s. 95-96). Öte yandan Fârâbî gibi İbn Sînâ da bilginin kazanılması için birer bilgi vasıtası olarak yalnız duyuların veya düşüncenin yeterli olmadığını söyler. Düşüncenin ilkelerinin yani mantığın deneyden alındığı söylenemeyeceği gibi doğuştan geldiği de savunulamaz. Eğer öyle olsaydı mantıkla ulaşılan bilgiler ilk baştan bilinirdi, halbuki bunlar ancak deneyle birlikte ve belli bir süreçten sonra elde edilir. Şu halde doğuştan gelen yeteneklerin ve deneyin yanında bir bilgi vasıtası veya ilkesi da323



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ ha bulunmaktadır. Pasif olan bilme gücünü kuvveden fiile çıkaran bu ilke ontik bir varlık olan faal akıldır (eş-Şifâ' en-Nefs, s. 216-219; el-lşârât, s. 95; Mebhaş 'ani'lkuua'n-nefsâniyye,s. 167-168). Buna göre tam ve doğru bilgi, gözlem ve deneyle elde edilen veriler üzerinde düşünmekle ve bu çabanın sonucunda faal aklın aydınlatmasıyla (işrâk) gerçekleşir. Bu durumda İbn Sînâ'ya göre düşünme zihni faal aklın etkisine hazırlamadan başka bir şey değildir. Eğer düşünme faaliyeti sonunda bilgi kazanılamazsa bu durum faal akıldan değil pasif olan aklın onunla ilişki (ittisal) kurmadaki kusurundan kaynaklanır. İbn Sînâ da Aristo'dan beri süregelen bir anlayışla, rasyonal bilginin kaynağını irrasyonal bir güç olan faal akla bağlamakla sezgiciliğe (işrâk) kapı açmaktadır. Fakat bunun mistik değil rasyonel sezgi olduğu unutulmamalıdır. Psikolojik akıllar teorisinde her ne kadar İbn Sînâ Meşşâî geleneğine bağlı ise de Kindî ve Fârâbî gibi seleflerininkinden oldukça farklıdır. Ona göre insanın sahip olduğu bilme yeteneği kuvve halinde akıl, bu yetenekle düşüncenin ilkelerinin kazanılması meleke halinde akıl, bu ilkelere dayanarak gözlem ve deneyle nesnel dünyanın bilgilerinin kazanılması fiil halinde akıl, faal aklın etkisiyle zihnin bu aşamalardan geçerek mükemmellik düzeyine ulaşması müstefâd akıl adını alır. Ancak üstün yeteneklere sahip olan peygamberlerin mazhar oldukları vasıtasız bilgi onların kutsî aklı tarafından algılanır. Fakat genel anlamda bilme nazarî akıl gücünün bir işlevidir (eş-Şifâ' en-Nefs, s. 39-40, 185-186, 219-220; el-lşârât, s. 9495; Kitâbü'l-Hidâye, s. 293; Mebhaş'ani'lkuua'n-nefsâniyye, s. 168). Her ne kadar kendinden önceki filozof ve mantıkçılar Aristo'nun Organon'u üzerinde çeşitli çalışmalar yapmışlarsa da onun bütün bölümlerini tek bir metin içinde inceleyen İbnSînâ'dır. Filozofun mantıkla ilgili çalışmaları, kendisinden sonra Organon'un çevirisini ve üzerine yapılan çalışmaları -İbn Rüşd istisna edilirse* neredeyse unutturmuş, sonuçta İbn Sînâ'dan sonraki mantık çalışmalarında onun metinleri esas alınmıştır (Recher, s. 175-178, 346-356). Ancak İbn Sînâ, Îsâğücî'yi el-Medhal adıyla mantığa dahil etmek suretiyle ilk defa Organon' da yer alan bölüm sayısı dokuza çıkmış ve o tarihten itibaren Îsâğücî, Organon'un aslî bir unsuru gibi telakki edilmiştir. 324



İbn Sînâ'ya göre mantık tutarlı düşünmenin kanun ve kurallarını öğreten bir disiplindir; kısaca düşüncenin bilimidir. Düşünmek bir kavram veya bir yargı elde etme çabası olup bu da tanımlama veya kanıtlama yoluyla yapılır. Mantık, tanımlama ve kanıtlamanın kurallarını inceleyen ve öğreten bir ilimdir; ayrıca öteki ilimler için de bir araç ve giriş mahiyetindedir. Peygamberler hariç ilmî araştırma yapmak isteyen hiçbir kimse mantıktan müstağni kalamaz (eş-Şifâ' el-Mantık: el-Medhal, s. 9 vd.; el-lşârât, s. 1-2; en-Necât, s. 7-8). Fârâbî gibi İbn Sînâ da mantık incelemelerine dil konusuyla başlar. Dille düşünceyi karıştırmamak gerektiği uyarısında bulunan filozof dilin konusunun kelimeler, mantığın konusunun kavramlar olduğunu hatırlatır. Bir lafzın içlem ve kaplamının bulunması gösterdiği şeyin mahiyetini belirler; yapılan bu işlem tanımlamadır. Böylece lafzın zihindeki nesnenin gerçekliğini gösteren anlamı kavram (tasavvur), anlamın dildeki ifadesi tanım (had) olur. Zihindeki anlam tanımlanan şeyin mahiyetidir ve tanımlama sayesinde mahiyetin gerektirdikleri de zihne intikal eder. Şu halde tanımlamak bir şeyi kavratmak için onun ne olduğunu göstermektir; bu da ancak tanımlananın kurucu öğelerinin bütün olarak zihinde hazır bulunmasıyla olur. Böylece İbn Sînâ tanım yoluyla mantığa mahiyeti sokmuştur. Bir şeyin tanımı onun içlem ve kaplamıyla, diğer bir ifadeyle o şeyin faslı ve cinsiyle yapılır (el-lşârât, s. 1-15). Dolayısıyla tanım nesnel şeyler için mümkündür. Fârâbî'den beri mantık problemleri kavram ve önerme mantığı olarak başlıca iki bölümde ele alınmıştır. İbn Sînâ'nın bu konudaki başarısı, her iki bölüme ilişkin meseleleri olanca ayrıntılarıyla ve kendi kültür dünyasından verdiği örneklerle geliştirip zenginleştirmesi ve bir metodoloji olarak onu sisteminin bütünü içinde başarıyla kullanmasındadır. Bu arada önermeler mantığının ifade ettiği bilgilerin güvenilirlik derecesini de beş sanat çerçevesinde değerlendirmiştir. Ayrıca ona göre kıyas denilen tümdengelimin verdiği sonuç biçimsel olarak zorunludur; buna karşılık istikrâ denilen tümevarımda sonuç daima ihtimallidir, çünkü tam bir tümevarım yapmak neredeyse imkânsızdır; bununla birlikte bilimsel araştırmalarda sıkça başvurulan bir yöntemdir. Özelden özele doğru giden kanıtlama yönteminde ise (temsil) sonucun ke-



sinliği daima zayıf bir ihtimaldir (a.g.e., s. 46-47). İbn Sînâ geleneği devam ettirmek üzere bir ilimler tasnifi de yapmıştır. Buna göre düşüncenin biçimlerini inceleyen mantıkla kesintili ve kesintisiz niceliksel ilişkileri (sayı ve şekil) inceleyen matematik ilimler (ilmü'l-aded ve ilmü'l-hendese) konusu sadece zihinde bulunan ilimlerdir. Mûsiki ile astronomi bu iki ilmin dallarıdır. Konusu zihin dışında bulunan ve değişmeyi inceleyen tabiat ilimleridir. Varlığı varlık olarak ele alıp onun özelliklerini inceleyen ilim ilâhiyyât veya metafiziktir. İbn Sînâ ahlâk, siyaset ve hukuk gibi disiplinleri metafiziğin tamamlayıcısı olarak görür. Aristo'nun nazarî ilimleramelî ilimler ayırımını da benimseyen İbn Sînâ mantık, tabîiyyât, riyâziyyât ve ilâhiyyâtı nazarî ilimler, ahlâk ve siyaseti de amelî ilimler içinde zikreder. İlimleri gayeleri açısından da ele alan filozof nazarî bilginin gayesinin hakikat, amelî bilginin gayesinin iyilik olduğunu söyler (eş-Şifâ' el-Mantık: el-Medhal, s. 9-16; el-lşârât, s. 145). Fârâbî'nin aksine İbn Sînâ'nın ilimler tasnifinde kelâm ve fıkıh gibi dinî ilimlere yer vermemesi dikkat çekicidir. İbn Sînâ'nın bilginin yalnızca biçimine değil içeriğine de önem vermesi (meselâ tanımların, önermelerin ve kıyasların doğruluk değerine göre tasnifi, bilimleri konularına göre sınıflaması), Aristo ve Fârâbî'nin mantığı gibi onun mantığının da içerikli bir mantık olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bilginin formunu, muhtevasını ve konusunu ayrı yerlerde incelemek bilgi ve ilim hakkında tam bir tasavvur vermeyeceğinden İbn Sînâ mantığında bilgi nazariyesi, bilim felsefesi ve mantık birlikte ele alınmıştır. 3. Tabiat Felsefesi. Meşşâî geleneğinde olduğu gibi İbn Sînâ da tabiat felsefesini "es-Semâü't-tabîî" genel başlığı altında ve tabiatla ilgili yazılarında inceler. Bu durumda tabiat ilminin konusu sürekli değişime uğrayan cisimler dünyasıdır (eşŞifâ' et-Tabfiyyât: es-Semâ'ü't-tabVî, s. 7 vd ). Genel olarak değişmeyi "kuvveden fiile çıkış" şeklinde tanımlayan ve değişmenin çeşitli şekilleri üzerinde duran İbn Sînâ evrendeki oluş ve bozuluş sürecinin bir değişen, bir de değişmeyen iki öğeyi gerektirdiğini belirtir. Cismi oluşturan bu iki öğenin değişmeyi taşıyan kısmı madde, değişen ve türü belirleyen kısmı ise sûrettir. Burada sözü edilen sûret, cismin duyularla algılanan niteliklerinin toplamı veya boyutları değil cismin uzamlı oluşunu ve niteliklere sahip bulunuşunu



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ gerektiren ilkedir. Oluş ve bozuluş mad-



Birleşik cisimlerin hareket ilkesi de ya



de üzerinde münâvebeli olarak türsel



tabiat veya nefistir. İbn Sînâ, İlkçağ ve Or-



suretlerin yer değiştirmesidir. Birbirinin



taçağ felsefelerindeki genel telakkiyi yan-



varlık sebebi olmamakla birlikte sûret ve



sıtarak gökkürelerinin hareketini sağla-



maddeden biri olmadan diğeri var olamaz



yan ilkenin nefis olduğunu belirtir. Gök



(a.g.e., s. 17 vd.; el-İşârât, s. 74 vd.).



cisimleri gözlemlendiği zaman onların



İbn Sînâ, çeşitli yerlerde maddeden



vazl ve dairevî hareket ettiği, dolayısıyla



formların veya mahiyetlerin ilkesi olarak



tabii cisimlerdeki düz hareket etme eği-



söz ederse de ferdî varlığın yegâne ilke-



limine karşılık onlarda dairevî hareket et-



sinin Tanrı olduğunu belirtir. Buna göre



me eğilimi görülür. Gök cisimlerinin ke-



Tanrı varlık veren ilk sebep (illet), madde



sintisiz sürüp giden bu hareketleri tabi-



ise çokluğa ait nitelikleri hâricî olarak te-



atla değil ancak aklî bilgi ve aklî iradeye



min eden ikinci derecede sebeptir. Öte



sahip bir ilke ile açıklanabilir ki o da mâ-



yandan Aristo'nun da kabul ettiği gibi



nevî bir cevher olan nefistir. Nefsin gök



yalnızca madde ve sûretle türsel değiş-



cisimleriyle olan bağıntısı insan nefsinin



m e açıklanamaz; ayrıca bu değişmenin



bedenle olan ilişkisi gibidir. Gök nefisleri-



bir fâil sebebi, bir de bu değişmeyi belli



nin aklî bilgisinin konusu, en başta ilk var-



bir amaca yönlendiren gâî sebebi olması



lık olmak üzere kendi var oluş sebepleri



gerekir. Cisimlerin yaşlık, kuruluk, sıcak-



olan ve cisimle hiçbir ilişkisi bulunmayan



lık-soğukluk gibi temel nitelikleri ise bu



gök akıllarıdır. Bu bilgi sonucu, semavî



türsel değişmenin hazırlayıcı sebepleri-



nefislerde gök akılları gibi olma arzusu



dir. Cisimler basit ve birleşik olarak ikiye



ortaya çıkar. Fakat varlık bakımından on-



ayrılır. Basit cisimler yani hava, su, ateş



lar gibi olamayacakları için gök cisimleri-



ve topraktan her biri dört temel nitelik-



ni hareket ettirerek akıllara benzemeye



ten birini temsil eder; bu nitelikler anı-



çalışırlar. İbn Sînâ'ya göre bu hareket et-



lan unsurların belli ölçülerde karışarak



tirme aynı zamanda semavî nefislerin



birleşik cisimlerin oluşmasını sağlar. Bir-



ibadet şeklidir (eş-Şifâ' el-İlâhiyyât,



leşik cisimlerin tabiat veya karakterleri-



382 vd ). Sonuç olarak hareketleri esasta



ni belirleyen şey, bu unsurlardan birinin



ilkelerine göre tabii ve iradeli olarak ikiye



s.



veya birkaçının o cisimde baskın olarak



ayırmak gerekir. Hayvan, insan ve gök ci-



ortaya çıkmasıdır. Basit cisimlerin tabiat-



simlerinin hareketleri iradeli, dört unsur,



ları onlar için tabii bir yeri gerektirir. Bu-



madenler ve bitkilerin hareketleri ise ta-



na göre birleşik cismin yerini ondaki bas-



biidir. Dört unsurdan gök cisimlerine kadar cisimlerin toplamına âlem denir. İbn



kın unsur belirler. Töbii cisimlerin hareketi "tabii yer" kavramıyla açıklanır; bunu belirleyen de cisimlerin tabiatında var olan meyildir. Aristo felsefesinde bulunmayan meyil anlayışına ilk defa Yahyâ en-Nahvî'de rastlanmakla birlikte daha sonra İbn Sînâ tarafından geliştirilerek hareket nazariyesinin



Sînâ'ya göre âlem sonludur, âlemde boşluk yoktur. Hareketin içinde gerçekleştiği mekân boşluk demek değildir; mekân, kuşatan cisimle kuşatılan cismin temas ettiği zihnî bir alan olup dış dünyada boşluk mevcut değildir (el-İşârât, s. 81, 128-129; 'Uyûnü'l-hikme,



s. 23 vd.).



önemli bir unsuru haline gelmiştir. Buna



4. Psikoloji. İbn Sînâ, Aristo geleneği-



göre cisimlerde tabii yerlerine doğru iki



ne uyarak psikolojiye tabiat felsefesi için-



çeşit meyil vardır. Birincisi cisme dıştan



de yer vermekle birlikte nefsin bağım-



yapılan etki sonucu oluşan kasrî meyil-



sız v e gerçek bir varlık (cevher) olduğu v e



dir, buna "kasrî hareket" de denilir. Bu-



ölümsüzlüğü gibi nefisle ilgili bazı önem-



nun karşıtı olan cismin kendi tabii yerine



li görüşleriyle ondan ayrılır. İbn Sînâ da



yönelmesini sağlayan harekete "tabii me-



Aristo gibi nefsi "tabii organik cismin ilk



yil" denir. Şüphesiz bu hareket belli bir



yetkinliği" şeklinde tarif eder (eş-Şifâ'



süre, belli bir yol ve hız içinde gerçekleşir.



erı-Nefs, s. 10); fakat Eflâtun ve Yeni Ef-



Burada hareketin ölçüsünü veren şey za-



lâtunculuktan gelen ruh telakkisine dair



mandır. İbn Sînâ'ya göre aynı yoldaki ve



literatüre de sahip olduğu için yukarıda-



aynı büyüklükteki iki cismin hareketleri-



ki tanıma rağmen Aristo'nun ruhu bede-



nin hızlı veya yavaş olması zamanın varlı-



nin bir fonksiyonu gibi gösteren anlayışı-



ğını gösterir. Gök cisimlerinin devri ha-



na iltifat etmez; aksine nefse gerçek var-



reketlerinin aksine, oluş ve bozuluş âle-



lık tanıyan, hatta organik varlıklardaki bü-



mindeki varlıkların hareketi düz (çizgi bo-



tün biyolojik, fizyolojik ve psikolojik oluş-



yu) harekettir; tabii cisimlerin yapısında



larla gök cisimlerinin hareketini de nefis-



düz hareket etme eğilimi vardır.



lerin işlevi olarak gösteren bir nefis-be-



den veya nefis-cisim düalizmini tercih etmiştir. Oluş ve bozuluş âleminde birbirinden ayrı üç tür nefsin varlığı yönündeki geleneksel görüş İbn Sînâ tarafından da kabul edilip geliştirilmiştir. Tabiata en yakın olanı nebâtî nefistir. Nebâtî nefis bitkilerde görülen beslenme, büyüme ve üremenin ilkesidir. Hayvanî nefis, söz konusu fiillerin yanı sıra hayvanlarda görülen duyusal idrak ve iradenin de ilkesidir. İnsan nefsi ise bitki ve hayvan nefsinin sahip olduğu bütün güç ve fiillerden başka aklî idrak ve irade gücüne sahiptir. Nefis aynı zamanda bedene de yetkinlik kazandırır. Nitekim duyu organları nefis sayesinde anlamlı işlev görebilmektedir (a.g.e., s. 25-26, 32, 207). Öte yandan nefsin türlerini de onu taşıyan cismin mizacı belirlemektedir. Mizacın mûtedillik derecesi nefsin çeşitli olmasını sağlar. Bu bakımdan bitkilerden insana doğru artan bir mûtedillik söz konusudur. En ılımlı mizaca insan bedeni sahip olduğu için sadece insan bağımsız cevher olma özelliğine sahiptir. Ayrıca mizacın mûtedilliği nefsin fiillerini tam olarak yerine getirmesi için de gereklidir. İbn Sînâ, insanî nefsin bedenden ayrı bir cevher oluşu, nefsin bedende yer tutmasının sûretin maddede yer tutmasına benzemediği, dolayısıyla onun bedenden ayrıldıktan sonra da ölümsüz olarak varlığını devam ettiren bir cevher olduğu, insanın gerçek varlığının ve benliğinin nefisten ibaret bulunduğu yönündeki fikirleri ve bu konuda ortaya koyduğu delillerle düşünce tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur. Nefsin kendi kendisini bilen, dolayısıyla bedenden bağımsız bir cevher oluşuna ilişkin açıklamaları dikkatle incelendiğinde İbn Sînâ'nın psikolojiyi başta bilgi nazariyesi, mantık, metafizik olmak üzere ahlâk ve din felsefesiyle de ilişkilendirdiği görülecektir. Bu sebeple onun felsefesinde nefis nazariyesi genel felsefesi içinde merkezî bir öneme sahiptir. İbn Sînâ nefsin bedenle birlikte var olduğunu söylemekle Eflâtun'dan, nefsin ölümsüzlüğünü ve bedenden bağımsız bir cevher olduğunu açıklamakla da Aristo'dan ayrılmıştır. İbn Sînâ'nın, nefsin cevherliğine ilişkin kanıtlarının temelini hissî-hayalî idrak ile aklî idrak arasındaki ayırım oluşturur. Hissî-hayalî idrakler sadece bedenle ve bedende gerçekleşirken soyut varlıkların, olguların ve kavramların idraki için bedensel bir uzva gerek duyulmaz; bunlar insanın gerçek beni de325



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ mek olan nefsin kendisinde idrak edilir. Aklî idraki gerçekleştiren bu cevher (nefis) kendi kendisini bilir ve ayrıca kendi bildiğini de bilir. Düşünce tarihinde ilk defa İbn Sînâ, nefsin kendini bilmesi olgusunu boşlukta uçan adam benzetmesiyle ispatlamaya çalışır. Buna göre boşlukta doğmuş, bedeni tamamen dış etkilere karşı izole edilmiş, herhangi bir şeyi, hatta kendi bedeninin ve organlarının dahi varlığını bilmeyen, kısaca dünyadaki hiçbir şeyi idrak edemeyen, bu suretle asla duyu algısına sahip bulunmayan bir insan tasavvur edilecek olursa bu insan kendi varlığını bilir. Şu halde nefis bedenden bağımsız bir varlık olup beden ve organlar onun bir elbisesi gibidir. Tıpkı bir kimsenin giydiği elbiseye alışarak onu vücudunun bir parçası zannetmesi gibi bedenin de insanın kendi benliğinden ayrı düşünülemeyen bir parçası olduğu zannedilir. Halbuki bu sadece alışkanlıktan kaynaklanan bir yanılgıdır. Bütün bunlar insanın bilgi, irade ve eylemlerinin ilkesi. dolayısıyla bir nevi insanın aslî tabiatı olan nefsin bedenle birlikte bulunsa da mahiyet olarak ondan ayrı, yalın, ölümsüz bir cevher olduğunu göstermektedir (eş-Şifâ' en-Nefs, s. 13, 225•, Risâle Adhaviyye fîemri'l-me'âd, s. 127 vd.; el-İşârât, s. 89 vd.; el-Mübâhasât, s. 56, 58). Felsefe tarihçileri ruhun varlığını onun kendisini bilmesi, kendi varlığının bilincinde olmasıyla kanıtlayan İbn Sînâ'nın bu delili ile Descartes'ın, "Düşünüyorum, o halde varım" cümlesinde ifadesini bulan delili arasındaki benzerliğe dikkat çekmişlerdir (iki delilin mukayesesi için bk. Fazlurrahman, Avicenna 's Psychology, s. 106-108). 5. Metafizik. İbn Sînâ metafizik için ilk felsefe (el-felsefetü'l-ûlâ). Tanrı ile ilgili ilim (el-ilmü'l-ilâhî), ilâhiyyât, aşkın hikmet (elhikmetü'l-müteâliye), hikmet, son amacın ilmi (ilmü'l-gâye), tabiat ötesinin ilmi(ilmü mâ ba'de't-tabîa, ilmii mâ kable't-tabîa), metafizikçi için de "el-feylesûfü'l-ewel" deyimlerini kullanır (eş-Şifâ' el-İlâhiyyât, s. 28, 48-54; el-İşârât, s. 1, 62, 66, 160). Metafiziğin konusu genel anlamıyla varlık, varlık olarak varlığın genel özellikleridir. Bu disiplin içinde Tanrı, akıl, nefis gibi soyut varlıklar, oluş ve varlık düzeni gibi konular incelenir. Metafizik, varlığın belli alanlarını inceleyen ilimlere ilkelerini verir ve böylece bu bilimlerin kendilerini metafiziğin yerine koymaları önlenmiş olur. Nitekim İbn Sînâ, mantık ve matematiğin kavramlarını soyut ve kendi başına var olan gerçekliklermiş gibi düşünen Pisagorcular'la Eflâtun'u eleştirir



(eş-Şifâ' el-İlâhiyyât, s. 310-316). Aynı şekilde Aristo tarafından Tanrı'nın ilk muharrik olarak nitelendirilip fizikteki hareket yoluyla kanıtlanmasını da yadırgar (Şerhu Kitabi Harfı'l-lâm, s. 23). Şu halde metafizik, bir bakıma ilmin metafizikleşmesini önlemek için onlara kendi konularının ilkelerini verir. Meselâ tabiat ilmi, cismin madde ve suretten oluştuğu şeklindeki ilk bilgiyi ve ilk ilkeyi metafizikten alır. Buna göre metafiziğin konusu genel anlamda varlık olarak varlık ve onun nitelikleri, özel anlamda da tabiat ötesi varlıktır. İbn Sînâ'ya göre gayri cismanî varlıkların mevcudiyetinin en açık delili kişinin kendi benine ve varlığına ilişkin bilgisidir. Çünkü kişi kendi beninin ne olduğunu incelediğinde bunun duyularla görüp dokunduğu bedeni değil akıl yoluyla kavranan, gayri maddî bir varlık olduğunu anlayacaktır. Kişinin kendi benine ilişkin bu bilgi doğrudan metafiziğe açılan ilk ve önemli kapıdır (Mebhaşcani'l-kuva'n-nefsâniyye, s. 148). Fârâbî gibi İbn Sînâ da varlık kavramının insan aklının ulaşabileceği en genel ve açık seçik kavram olduğunu, bu sebeple onun tanımının yapılamayacağını ifade eder. Bu hususta kanıt veya tarif diye ortaya konacak bilgiler sadece varlık hakkında zihni uyarma işlemi olup bilinmeyen bir şeyi kanıtlama, bildirme veya gösterme değildir. Şu halde varlığa ve genel olarak metafizik alanına ilişkin bilgi, mantıkî kanıtlara dayalı ve dolaylı bir bilgi değil doğrudan doğruya akıl yoluyla (sarih irfânî akıl) bilinen bilgidir (el-İşârât, s. 110); yine bu salt formel bir bilgi değil aynı zamanda içeriği olan bir bilgidir; diğer bir ifadeyle metafizik kavramlar mantığın kavramları gibi birer sûretten ibaret olmayıp içeriği ve fiilî gerçekliği olan kavramlardır (a.g.e., s. 104-105; ayrıca bk. 43 vd ) . Şu veya bu şeyin varlığı soyut olarak kavram düzeyinde zihinde kavrandığı zaman acaba hemen o anda onun zihnin dışında gerçekten var olup olmadığı konusunda bir şey söylenebilir mi? Yani bu tasavvuru bir tasdik takip edebilir mi? Ne olursa olsun herhangi bir şey tasavvur edildiğinde onun zihin dışındaki varlığı konusunda kuşku duyulacağı açıktır. İbn Sînâ'ya göre tasavvur edilen şeye ilişkin bu kuşku, onun ne olduğu ile var olduğunun ayrı ayrı şeyler olmasından kaynaklanmaktadır; diğer bir ifadeyle varlıkla mahiyet farklı şeylerdir. Dolayısıyla varlık öze, mahiyete sonradan katılmış bir araz niteliğindedir. Bu demektir



ki akıl karşısında varlığı ve yokluğu birbirine eşit olan bir şey mümkün varlıktır. Ancak bu varlık-mahiyet ayırımı sadece mümkün varlıklar için geçerlidir. Mânevî ve ruhanî varlıklarda bu ayırım söz konusu değildir. Şu halde Allah'ın mahiyeti aynı zamanda varlığı demektir. Bu sebeple akıl onun yokluğunu asla tasavvur edemez; çünkü varlığı ve mahiyeti aynı olduğu için O'nun hakkında sorulan "nedir?" sorusunun karşılığı "vardır" olacaktır. Mahiyet ve varlığı birbirinden ayrı olan mümkün varlıklar. O'nun sayesinde varlık alanına çıkar. Ancak onların bu zorunlu varlık sebebiyle var olması, hiçbir zaman kendilerinden imkân özelliğini ortadan kaldırmaz. Buna göre İbn Sînâ metafiziğinin temeli varlık-mahiyet ayırımına dayanmaktadır. Zihindeki bir şeyin tasavvurunun incelenmesinden çıkan bu ayırıma göre varlık mümkün ve vâcip olarak ikiye ayrılır ve bu ayırım sûrî değil fiilî gerçekliği olan bir ayırımdır. Ancak bilfiil gerçek olan mümkün varlık kendisi bakımından mümkün, onun gerçek sebebi olan zorunlu varlık bakımından vâciptir (a.g.e., s. 22-30). Zihindeki varlık kavramına ve insanın kendi benliğine ilişkin bilginin çözümlenmesiyle insan, bütün varlığın ve oluşun kendisiyle açıklanacağı ilk ilkeye (el-mebdeü'l-evvel) ve ilk sebebe (el-illetü'l-ûlâ) yükselmiş olur. Ayrıca söz konusu her iki bilgi tarzından ilk ilkenin iki temel özelliğinin bulunduğu görülür. Bunlardan biri, O'nun varlığı ile mahiyetinin özdeşliği anlamında vâcip varlık olması, diğeri de ezelden beri hep kendi kendisini bilfiil bilmesi anlamında akıl-âkil ve mâkul olmasıdır. Kısaca bu ilke yani vâcibü'l-vücûd, asla yokluğu düşünülemeyen ve hep kendi kendini bilen bir varlıktır (a.g.e., s. 108110). O'nun varlığı ve mahiyeti ayrı olmadığı için cinsi, faslı, türü, eşi, benzeri ve ortağı da yoktur; dolayısıyla ne varlığının tanımı yapılabilir ne de varlığına burhan getirilebilir; çünkü İbn Sînâ'nın ontolojik deliline göre O'nun varlığı apaçıktır ve bundan dolayı O her şeyin burhanıdır. O'nu kendi dışındaki varlıklarla açıklamak mümkün değildir; aksine diğer bütün varlıklar O'nunla açıklanabilir. O biricik, en yetkin, en güzel varlık ve tek gerçektir. Bu bakımdan başkası O'nu sevsin veya sevmesin O kendi kendini sever; bundan dolayı da 0 aşk, âşık ve mâşuktur. Yine hay, kâdir ve mürid olup bu nitelikleri kendi kendisini bilmesinin sonucudur. İbn Sînâ, Ehl-i sünnet kelâmcılarını takip ederek Allah'ın irade, sem', basar, ilim,



326



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ hayat, kelâm, tekvîn, halk gibi sıfatlarının bulunduğunu kabul eder. Fakat bütün bu sıfatlar O'nun varlığında bir çokluğu gerektirmediği gibi varlığını tam olarak tanıttığı da söylenemez. Ayrıca O'nun bilmesi aynı zamanda yaratması demek olduğu için hiçbir şey bilgisinin dışında kalmaz. İbn Sînâ, Allah-âlem ilişkisinin zaman dışı olduğunu belirtir; meselâ O'nun varlığı kadîmdir derken kastedilen şey zamanda kıdem değil varlık açısından kıdemdir. Allah, kendi varlığı için başka hiçbir varlığa gerek duymayan, yaratmasında en küçük bir amaç taşımayan, yarattıklarından hiçbir şeyi esirgemeden her varlık türünü en yetkin biçimde yaratan, bundan dolayı da kelimenin tam anlamıyla melik, ganî ve cömerttir. Bu nitelikleriyle O bütün varlıkların ilk ve gerçek yaratıcı sebebidir (eş-Şifâ' el-İlâhiyyât, s. 347-370; el-İşârât, s. 108-110; 119 vd.; c Uyûnü'l-hikme, s. 58; er-Risâletü'l'Arşiyye, s. 22 vd ). Böylece Allah varlığın bir ve tek ilkesidir. Bu ilkeden diğer varlıkların nasıl ortaya çıktığı sorusuna gelince, sudûrcu filozoflar gibi İbn Sînâ'ya göre de Allah'ın ilim sıfatı son derece önemli olup bütün varlıklar O'nun bilgisinden doğmuştur. Şu halde oluş ne tabii bir süreçtir ne de Tanrı'nın amacıdır; oluş, yalnızca O'nun kendisini bilmesinin zorunlu bir sonucu olarak gerçekleşmektedir. Ancak bu durum, oluşun ilk varlığın irade ve rızâsının dışında olduğu anlamına gelmez. Allah'ın varlığı ve mahiyeti aynı olduğu v e kendisinde hiçbir şekilde çokluk bulunmadığı, her yönden bir ve tek hakikat olduğu için bilgisinin konusu da bir tektir yani kendi zâtıdır; oluş sürecini başlatan da O'nun kendini bilmesidir. O'nun kendi varlığı hakkındaki bu bilgisi bir tek varlığı gerekli kılar; O'nun bilgisinin gerektirdiği bu ilk yaratılmış varlık kendisi gibi bir olan akıldır. Bu, Fârâbî'nin sudûr teorisindeki on kozmolojik akıldan ilki olan akıldır. İbn Sînâ, Fârâbî'nin sudûr teorisini aynen tekrar eder. Sudûr sürecindeki akılların hepsi aktif olmakla birlikte ay altı âlem denilen dünya üzerinde etkili olan sadece son akıl olduğu için bu kozmolojik varlığa faal akıl denilmektedir. Hatta İbn Sînâ'nın felsefî metinlerinde faal akıl bu sonuncu aklın özel ismi gibidir. Bunun faal olarak anılışının daha özel bir sebebi de insanlarla olan ilişkisidir; çünkü filozofun felsefesinde bu akıl hem insan varlığının hem de bilgisinin sebebidir. Ayrıca İbn Sînâ, oluş v e bozuluş âleminde türlerin ortaya



çıkmasını faal aklın maddeye tesir etmesiyle açıklar. Bu süreçte önce dört unsur, ardından bunların temel nitelikleri ve bu niteliklerin katkısıyla oluşan birleşimler sonucu sırasıyla maden, bitki ve hayvan türleri ortaya çıkar. Dört unsurun terkibi en yetkin düzeyine insan bedeninde ulaşır. Faal akıldan insanî nefis hâdis olur. Böylece bilfiil âkil bir varlıkla (ilk kozmolojik akıl) başlayan oluş süreci biikuvve âkil bir varlıkla (nâtık nefis, insan) son bulmuş olur. Beden oluşur oluşmaz ona faal akıldan bir insan nefsi gelir. Böylece İbn Sînâ her insanın kendine has bir nefse sahip olduğunu düşünmekte ve Eflâtun'un ileri sürdüğü tenâsüh (nefsin bedenden bedene dolaşması) görüşünü açıkça reddetmektedir. Semavî akıllar, nefisler ve semavî cisimler ferdî olarak bâki kalırken oluş v e bozuluş âleminde fertlerin değil türlerin bekâsı söz konusudur. İlk varlıkla sebebi olduğu diğer varlıklar arasındaki oluş ilişkisi sürekli, kesintisiz ve zorunludur. Oluşun sona ermesi veya durması diye bir durum söz konusu değildir. Bu oluş nazariyesi için kullanılan sudûr ve feyezan terimleri sadece oluşu değil aynı zamanda onun sürekliliğini de ifade eder. İbn Sînâ, ilk varlığın kendisini bilmesi sonucu başta ilk akıl, diğer akıl ve nefisler olmak üzere gök cisimlerinin, oluş ve bozuluş âlemiyle madde ve sûretin var edilmesini "ibdâ'" terimiyle, oluş ve bozuluş âlemindeki dört unsurun birleşimiyle buradaki türlerin fertlerinin oluşmasını da "halk", "ihdas" ve "tekvîn" kelimeleriyle anlatır. Bozuluş yok olmak demek değildir, çünkü filozofa göre mutlak yokluk mevcut değildir. Fertler kendi varlıklarını türleriyle sürdürürler. Oluşun ilkesi olan izâfî yokluk, türe ait sûretin bir maddeyi terkederken ortaya çıktığı düşünülen yokluktur. Bu anlayışa göre insanda iki oluş şekli birleşmekte, onun bedeni halk-tekvîn-ihdas yoluyla oluşu, nefsi de ibdâ' yoluyla oluşu temsil etmektedir. Bir defa var olduktan sonra fertlerinin aynı zamanda türler olarak değişmeden kaldığı âleme ay üstü âlem, oluş süreci içinde fertlerin bir süre sonra bozulup türlerin bâki kaldığı âleme ay altı âlem denilmektedir. Yine ay üstü âlemdeki akıllar, aynı zamanda belli bir açıdan var oluşun sebebi görülmekle birlikte ay üstü ve ay altı âlemdeki bütün oluşların gerçek sebebi ilk varlıktır. Fârâbî'nin aksine İbn Sînâ, semavî akılların ve nefislerinin sayısı konusunda bir şey söylemez. Hayb. Yakzân ve et-Tayr gibi bazı risâlelerinde bel-



li bir sayıyı (yedi ve sekiz gibi) ima etse de ona göre asıl önemli olan oluşun ilkesi, nasıl başladığı ve nerede ve kimde kemale erdiğidir. İlk varlığın zâtı gibi yetkin olan bilgisinin ve inâyetinin sonucu olarak âlem olabilecek en mükemmel biçimde var olmuştur. Bundan daha mükemmel bir âlemin olması, dolayısıyla oluşun başka türlü açıklanması düşünülemez (eşŞifâ' en-Nefs, s. 198-207, 232-336; eş-Şifâ' el-İlâhiyyât, s. 395-412,415; el-İşârât, 111132; Hay b. Yakzân, s. 329-330; et-Ta'lîkât, s. 54, 100, 102; er-Risâletü'l-cArşiyye, s. 2240). 6. Ahlâk Felsefesi. İbn Sînâ, bir iki küçük risâlesi dışında ahlâka dair müstakil bir eser yazmamıştır. Bununla birlikte ahlâk felsefesiyle ilgili düşüncelerini geniş ölçüde ilâhiyyât çerçevesinde ele alır. Risâle fi'l-cahd gibi risâlelerinde bazı ahlâk kavramlarını tanımlaması bu önemli problemin küçük bir ayrıntısı sayılmalıdır. Ahlâk felsefesinin başlıca konuları lezzet-elem, irade-ihtiyar, fazilet-rezilet, saadet-şekavet, hayır-şer gibi kavram çiftleri açısından değerlendirilen insan davranışlarıdır. İnsanın neleri ve niçin yapması gerektiğini açıklayan bu kavramların tanımlanması tabiat felsefesindeki nefis görüşü ve metafizik meseleleriyle yakından bağlantılıdır. Bu sebeple İbn Sînâ'nın psikoloji ve ontolojiyle ilgili düşünceleri bilinmeden ahlâk felsefesi anlaşılamaz. Öte yandan ahlâk felsefesi, ahlâkî kavramların içeriği yönünden din felsefesiyle de yakından ilişkilidir. Metafiziğin kavramları gibi ahlâkî kavramların içeriğini tesbit ve tayinde akıl tek başına yeterli değildir; sadece tecrübe ve mantıkla bu kavramların içeriği belirlenemez (el-İşârât, s. 42-49; en-Mecât, s. 115-118). Şu halde İbn Sînâ'ya göre ahlâk felsefesi ahlâkî bilginin yalnızca biçimini verir, içerik söz konusu olunca vahye dayalı bir dinin varlığı gereklidir. İbn Sînâ, insan davranışlarını ölçen ve değer yargılarını ifade eden ahlâk felsefesinin temel kavramlarını gayeci bir bakış açısından incelemeye çalışır ve bu sebeple ahlâk felsefesini metafizikle ilişkili ve onun tamamlayıcısı olarak görür. Ahlâk ilkelerini metafizikten alır ve dolayısıyla metafizikten sonra gelir (eş-Şifâ' enNefs, s. 37-38, 184-186; et-TaHlkât, s. 82). Onun ahlâk felsefesini daha iyi anlayabilmek için, "İnsan hangi davranışı niçin seçmelidir ve bunu nasıl gerçekleştirebilir?" şeklindeki temel sorunun bu felsefedeki cevaplarını aramak gerekir. İçerikle ilgili olan ilk sorunun karşılığı dinde mevcut327



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ tur. Bu davranışı gerçekleştirecek araçların bilgisini ilim, niçin gerekli olduğunun bilgisini de metafizik verir. Şu halde tabiatı inceleyen bilimin insan mutluluğuna katkısı metafizik (mârifetullah) gibi doğrudan değil dolaylıdır (eş-Şifâ' el-Ilâhiyyât, s. 17-18; el-A'lâ, s. 101). Filozofun ahlâk felsefesindeki çift kutuplu kavramların en önemlilerinin hayır-şer olduğu söylenebilir. İbn Sînâ şerrin varlığını ve açık olarak bilindiğini kabul eder. Şer hayra nisbetle çok az olsa da varlığı zorunludur. Çünkü salt iyi olan vâcibü'l-vücüdun dışındaki mümkün varlıkların imkân niteliği, aynı zamanda onların eksik varlıklar oluşunun da sebebidir. Eksiklik bir çeşit kötülük olduğuna göre kötülük içermeyen bir âlem tasavvuru imkânsızdır. Kötülüğün fiilen görüldüğü yer oluş ve bozuluş âlemi olup bu da oluş ve bozuluşun kendisinde gerçekleştiği maddenin her çeşit türe ait süreti almaya çok yatkın v e karşıt niteliklerin birbirinden etkilenmeye açık olmasıdır. Bu yüzden bazan madde, alması gereken sureti tam olarak alamadığı için türün bu ferdi kendi tabiatına has yetkinliği de kazanamaz ve böylece ontolojik yapıda şer meydana gelmiş olur. Bir bitkinin alması gereken güneş ışınlarını alamaması, iyi beslenmemiş bir annenin sağlıksız doğum yapması, insanın suda boğulması, ateşin yakması gibi şer sayılan fiiller böyledir. Ancak bu gibi tabii olayların hiçbirinin amacı insana kötülük yapmak değildir. Ayrıca bu nevi kötülükler, ne bir türün bütün fertlerini veya onların çoğunu kapsayacak kadar yaygındır ne de sürekli ve kalıcıdır; dolayısıyla da bu çok az kötülük genel varlık planında fazla etkinliğe sahip değildir. Bu kötülüklerin olmaması için yaratıcının varlığı yokluğa çevirmesi daha büyük bir kötülük olurdu. Sonuç olarak âlemde aslolan iyiliktir, şer ârızîdir. Her şey ilâhî kazâ ve kader planında gerçekleşmektedir. Ay üstü âlemin ay altı âleme etkisi kazâ, bu etkinin ay altı âlemde görülmesi kaderdir (eş-Şifâ' et-Jabîciyyât: es-Semâ'ü't-tabfî, s. 40, 73; eş-Şifâ' el-Ilâhiyyât, s. 414-440; el-lşârât, 140-143; erRisâtetü'l-'Arşiyye, s. 33-42; el-Felak, s. 116, 120). İbn Sînâ'ya göre kötülük mutlak değil izâfîdir ve bir çeşit yokluk sayılmalıdır; bu yokluğun sebebi maddenin her çeşit surete bürünme özelliğidir. Ancak filozof, maddî dünyanın bir parçası olan insanın karşılaştığı kötülükleri (hastalık, sakatlık vb.) gerçek anlamda kötülük olarak görmez. Çünkü bu tür kötülüklerin bir kısmı



tedaviyle giderilebilir, giderilmese bile bu kötülük yalnızca bu âlemle sınırlıdır ve bedene hastır. Halbuki gerçek kötülük, bedenle olanı değil bedenden ayrıldıktan sonra da varlığını sürdürecek olan nefisle ilgili olanıdır. Ahlâk felsefesinin konusuna giren kötülük de insanın gerçek varlığı demek olan nefse ilişkin kötülüktür. Ancak buradan bedenin dışlandığı ve horlandığı gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Çünkü nefis kendi yetkinliğini bedeni kullanarak gerçekleştirebilir. Nefse ilişkin olan iyilik ve kötülüğü İbn Sînâ nefsin idraklerini inceleyerek tanımlamaya ve kanıtlamaya çalışır. Buna göre nefsin çeşitli kanallarla algıladığı şeyler arasında bir uyum veya uyumsuzluk bulunur; yine nefsin bu idrake ilişkin bir şuuru vardır. İdrak gücü nefsin tabiatına uygun geleni idrak edince bundan haz duyar, aksini idrak edince de elem hisseder. Dolayısıyla bir şeyin idrakini zaruri olarak bir haz veya elem takip eder. Ancak nefsin bir şeye dair idraki alışkanlık haline gelince artık bu idrakin sonucu olan haz veya elem hissedilmez hale gelebilir. Herhangi bir idrak gücüne ve dolayısıyla ruha haz veren şey onun için hayır, elem veren şey ise şerdir. Ruha haz veren her şey yararlı, elem veren zararlıdır. Ayrıca idrak gücünün kendine uygun geleni fiilen idrak etmesi ve bu idrakin bilincinde olması onun yetkinliği, aksi onun eksikliğidir. Bu durumda kötülük idrakle ilgili olup izâfîdir ve bir çeşit yokluktur. Dolayısıyla mutlak anlamda kötülük yoktur. İbn Sînâ'ya göre eğer mutlak kötülük söz konusu olsaydı kötülük bütün varlığı kaplar, yani bütün varlık yok olurdu (eş-Şifâ' elİlâhiyyât, s. 414-422; Risâle Adhaviy ye fî emri'l-me'âd.s. 145 vd.; el-lşârât, s. 144150; Risâle fı'l-edviyeti'l-kalbiyye, s. 227229). İbn Sînâ, duyu idraklerinden aklî idraklere kadar bütün idrak güçlerince algılanan nesnelerin durumlarını inceleyerek ahlâk felsefesini ilgilendiren iyilik ve kötülüğü tanımlamaya çalışır. Bu duyu idraklerini takip eden haz ve elemlerle birlikte nefiste biri kendine haz veren şeyleri elde etmeye, diğeri ona elem veren şeylerden kurtulmaya yönelik iki temel irade ve güç ortaya çıkar. Bunlardan birincisi istek (şehvet), diğeri öfke gücüdür (eş-Şifâ' en-Nefs, s. 33, 172-173; Mebhaş cani'l-kuva'n-nefsâniyye, s. 159-160; e/Kânûn fı'i-tıb, 1, 39; el-lşârât, s. 101 vd.). Şu halde insanın davranışları istek veya öfke gücünden kaynaklanmakta, diğer bir ifadeyle ahlâkî davranış bu iki gücün



yönlendirilmesiyie ortaya çıkmaktadır. İbn Sînâ'ya göre, gerek bu iki gücü gerekse ahlâkî fiillerin içeriğini belirleyen şey sadece duyu algıları ve onları takip eden haz ve elemler olmamalıdır. Çünkü duyu algıları tikel ve sınırlıdır. Bu durumda gerçek anlamda iyi ve kötüyü belirlemek, varlığı bütün yönleriyle idrak eden aklın işidir. Akıl, ahlâkî fiilin belirleyicisi olduğu zaman amelî akıl adını alır. İyinin belirlenmesi sadece duyu idrak ve hazlarına bırakılırsa bu gerçek anlamdaki iyi değil gerçek olduğu sanılan iyi olur; zan ve vehimlere göre davranmak ise sonuçta insanı mutluluğa götürmez. Buna karşılık yalnızca nazarî aklın aydınlatıcı rehberliğinde küllî bir irade olarak işlev gören amelî akılla belirlenmiş fiillerle aldatıcı olmayan gerçek mutluluğa ulaşılabilir. Sonuç olarak nazarî aklın aydınlatıcı rehberliği sayesinde nefis bedenle birlikte iken kazandığı her şey fazilet, bedenden ayrıldıktan sonra kavuştuğu durum ise saadettir. Şu halde bir müslüman düşünür olarak İbn Sînâ, ruhun kemalini ve dolayısıyla hayatın gayesini ölümden sonra gerçekleşecek olan mutluluk için insanın kendisini hazırlamasında görmektedir (Risâle Adhaviy ye fî emri'l-rne'âd, s. 143 vd.; el-İşârât, s. 144 vd.-,el-Aclâ, s. 101). Eğer insan, aklî idraki ve bu idrakin gerektirdiği fiilleri ve gayeleri bırakıp sadece duyu idraklerine ve bunları takip eden hazlara kendini kaptırırsa kazanacağı şeyler erdemsizlik, ölümden sonra karşılacağı durum ise mutsuzluk olacaktır. Ancak İbn Sînâ, duyu idrakleri ve hazları karşısındaki tavrını koyu bir zâhidlik noktasına kadar da götürmez. Çünkü nefis bedenle beraber olduğu sürece haz ve elemlerden bütünüyle vazgeçmek insanın fıtratına aykırıdır. Bu durumda insanın ahlâkî hayatı ve gayesi için en doğru tutum, kendisini ve gerçek mutluluğunu unutmamak için aslında birbirine zıt olan istek ve öfke güçlerini akıl sayesinde birbirine karşı kullanarak bunların aşırılıklarını önlemesidir. Aslında yaratılış gayesi yönünden bakıldığında istek ve öfke güçlerinin iyi v e yararlı olduğu görülür. Çünkü oluş ve bozuluş âleminde fertlerin değil türlerin sürekliliği esas olup ilâhî inâyet şehvet gücünü üreme ve beslenme yoluyla ferdin ve neslin devamı, öfkeyi de savunma yoluyla kişinin ve toplumun korunması için gerekli kılmıştır (RSırri'ş-şalât, s. 209). Buna göre Aristocu bir anlayışla şehvet gücünün iki aşırı uç arasındaki dengesi iffet, öfke gücünün dengesi yiğitlik, kişinin her türlü



328



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ psikolojik yatkınlığı ile sosyal ilişkilerinde kurduğu denge de hikmet kelimeleriyle anlatılır. Burada ahlâkî bir kavram olan hikmetle nazarî ilimlerin genel adı olan, ayrıca felsefe anlamında da kullanılan hikmeti birbirine karıştırmamak gerekir (el-Mübâhaşât, s. 189-192 [568-578]). Hikmet, iffet ve şecaatle bunlara bağlı bütün erdemlerin ortak yanı, bunların ifrat ve tefrit şeklindeki iki aşırılığın ortası (itidal) olmasıdır. Bu dengeyi ifade eden v e ayrıca amelî aklın yetkinliğini dile getiren kavram adalettir. Adalet, nefsin hissî taleplerini belli bir dengede tutmakla kazanılan temel fazilettir (eş-Şifâ' el-llâhiyyât, s. 455; Hay b. Yakzân, s. 326; Risâle Adhaviyye fı emri'l-me'âd, s. 151). Bütün müslüman düşünürler gibi İbn Sînâ da ahlâkın gayesinin mutluluk olduğunu ve bunun da en yüksek derecede ölümden sonra gerçekleşebileceğini düşünmekle birlikte mutluluğa ulaşabilmek için her şeyden önce nazarî aklın yetkinleşerek başta ilk varlık (Tanrı) olmak üzere var olanları bütün yönleriyle olabildiğince kavrayıp bilmesi gerektiğini ifade eder. Bu bilgi arttıkça ilk varlığı bilfiil idrak isteği de (aşk) artacaktır. İlk varlığa kavuşmaya yönelik bu yoğun istek, nazarî aklın yetkinliği olup aynı zamanda insanın en yüksek mutluluğudur (eş-Şifâ' el-Ilâhiyyât, s. 425-429; cUyûnü'l-hikme, s. 59-60; Risâle Adhaviyye fî emri'l-mecâd, s. 144, 148 vd.; el-İşârât, s. 147vd.;'FÎ Sırri'ş-şalât, s. 211-212). Ahlâkî açıdan son noktada insanın amacı bu dünyada erdemli, öbür âlemde mutlu olmaktır. Erdem belli ölçüde bedenle ilgili iken mutluluk yalnızca nefse hastır. Çünkü ölümsüz olan yalnızca nefistir. Onun bedenle beraber iken kazandıklarının karşılığı olan sevap-ikab veya saadet-şekavet ile karşılaşması bedenden ayrılır ayrılmaz başlayan bir olgudur. Nazarî ve amelî akıl bakımından yetkinleşip mutlu olmalarına göre insanî nefisleri İbn Sînâ kendine has bir tasnife tâbi tutar: a) Nazarî v e amelî akılda tam yetkinliğe ermiş olan ârif-mütenezzihin nefsi ölümden sonra mutluluk ve sevincin zirvesindedir. b) Nazarî akılda birinciler kadar olmamakla birlikte amelî akılda tam yetkinleşmiş olan zâhid ve âbidler de mutlu ve sevinçlidir, c) Nazarî akılda yetkin oldukları halde amelî aklın gereğini yerine getirmeyenler duyu hazlarına tutkularından dolayı bir süre mutsuz kalacaklar, fakat bu hazların etkisi silindikten sonra mutluluğa yükseleceklerdir, d) Nazarî akılda yetkinleşme imkânı bula-



mamış akıl hastaları ile çocuklar vb. nefisler ise eğer duyu hazları tutku haline gelmemişse ilâhî inâyetin ve rahmetin yardımıyla mutluluğa ereceklerdir. Bu hazlar tutku haline gelmişse bunlar, İbn Sînâ'nın cismanî ateşten daha etkili olduğunu söylediği ruhanî ateş elemini duyacaklardır, e) İmkânları olduğu halde nazarî akılda yetkinlik kazanmayanlar, maddî hazlara dalıp gidenler ölümden sonra bu lezzetlerin arzusuyla yanıp tutuşacaklar ve hiçbir zaman bu lezzetlere kavuşma imkânı bulamayacakları için ebediyen bunların hasretini çekerek mutsuz olacaklardır. İbn Sînâ'ya göre metafizik varlığı (mâkul âlem) kabul etmeyen bu tip nefislerin sayısı çok azdır. Dolayısıyla insanların büyük çoğunluğu er geç mutlu olacaktır. Şu halde insan türü için söz konusu olan gerçek kötülüğün bilfiil gerçekleşme nisbeti de çok azdır (el-İşârât,s. 141-143, 148). İbn Sînâ, muhtemelen Ehl-i sünnet akidesine t e r s d ü ş m e m e k için nefsin ölümden sonra bir çeşit bedenle birlikte haşrolmasını imkânsız görmemekle birlikte uhrevî mutluluk veya mutsuzluğu sadece nefsin duyup yaşayacağını ileri sürer. Akıl yalnız nefse ilişkin mutluluk veya mutsuzluğu kanıtlayabilir, bedene ilişkin olanı konusunda insan ancak dinin söylediklerini kabul etmekle yetinebilir. İbn Sînâ'ya göre aslında âhiretle ilgili pek çok konu insana kapalıdır (eş-Şifâ 5 el-İlâhiyyât, s. 423 vd.; el-Mübâhaşât, s. 203 [606]). Filozof, ölümle birlikte nefsin bilincinde bedene ve maddî hazlara ilişkin hiçbir şey kalmayacağı kanaatindedir. Çünkü en küçük bir kırıntı bile ölümden sonra onun mutluluğunun seviyesini düşürecektir. Nefsin amacı bedenle beraberken bile salt düşünce (mufârık varlık) haline gelmeye çalışmak olmalıdır. Bu durum bedenle beraberken fiilen mümkün olmamakla birlikte bedenden sonra hemen gerçekleşebilir. Ancak buradan, nefsin e r d e m ve mutluluğuna bedenin engel olduğu gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Beden, nefsin ebedî mutluluğu kazanabilmesi için bir alet değeri taşırsa da bu aletin sağlıklı olması gereklidir. Fakat yalnızca beden sağlığı da mutluluk için yeterli sayılmaz (Risâle Adhaviyye fı emri'lme'âd, s. 148-151; el-İşârât, s. 148-150). İbn Sînâ'nın ahlâk felsefesi, varlığın metafizik tasavvurunun zorunlu kıldığı bir durum olarak tutkuların dengelenmesi temeline dayalı bir erdem ve mutluluk ahlâkıdır.



7. Din Felsefesi. İbn Sînâ'nın din felsefesiyle ilgili düşünceleri insanlık için dinin gerekli olup olmadığı, vahyin imkânı ve mahiyeti, vahiy dilinin yapısı gibi konular etrafında yoğunlaşır. Dinin gerekliliğini siyasî ve hukukî açıdan ele alan filozof, insanın tek başına yaşaması durumunda bütün ihtiyaçlarını karşılamasının imkânsız olduğunu, bu sebeple topluluk içinde yaşamak mecburiyetinde bulunduğunu hatırlatarak birlikte yaşayan insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaları, kamu düzenini ve iç barışı sağlamaları gerektiğini, bunun da ancak iş bölümüyle başarılabileceğini belirtir. Devletler ve toplumlar da bu gerçekten doğmuştur. Toplumsal ilişkilerin ve iş bölümünün sağlıklı yürüyebilmesi için herkesin samimiyetle benimseyip uyacağı başlıca yasaların ve kuralların ortaya konulmuş bulunması gerekir. İbn Sînâ'ya göre bu düzenin dayanağı olan temel ölçüleri belirleme işi bütünüyle toplumun kendisine bırakılırsa o zaman herkes kendi yararına olanın adalete uygun, zararına olanın ise adalete aykırı ve zulüm olduğunu ileri sürecektir. Böylece ortak ahlâkî ve hukukî normlarda bir anlaşma bulunamayacağı için kamu düzeni sürekli sarsılacak ve toplum kalıcı bir barışa ulaşamayacaktır. Bundan dolayı ilâhî inâyetle toplum içinden bir kişi peygamber olarak görevlendirilmiş, ona ferdî ve içtimaî hayatı düzenleme yönünde gerekli bilgi verilmiştir. Çünkü ilâhî inâyet f e r t ve toplumun iyiliğini, kamu düzeninin gerçekleşmesini, kamu düzeni de nübüvvetin varlığını gerekli kılar (eş-Şifâ' el-İlâhiyyât, s. 441-443; Risâle Adhaviyye fî emri'l-me'âd, s. 110; Risâletü'l-'Arûs, s. 398; el-İşârât, s. \ 52-Kitâbü'l-Hidâye, s. 298-299). İbn Sînâ'ya g ö r e nefsin bilgi edinme güçlerine sahip olması vahyin imkânını gösterir. Ayrıca peygamberin nefsi yaratılıştan teyit edilmiş olup onun akıl gücü de sezginin en üst düzeyinde bulunan kutsî akıl seviyesindedir. Bu kişinin yaratılıştan getirdiği bilgi yetenekleri sıradan insanın yeteneklerinin çok üstündedir. Hiçbir eğitim ve öğretime gerek kalmadan vahiy yoluyla ona varlık, hukuk ve ahlâka dair t e m e l bilgiler verilir. Bu bilgi önce onun nazarî aklına, oradan mütehayyile ve ortak duyusuna geçer; böylece soyut ve tümel olan bilgi somut hale gelir; sonuçta bu aklî kavramlar, işitilip ezberlenen sesler ve görülüp algılanan görüntüler durumuna dönüşür (eş-Şifâ 3 en-Nefs, s. 154, 219-220; el-İşârât, s. 161167). Böyle bir görevi üstlenen insan nef-



329



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ si, Allah tarafından görevlendirildiğini kanıtlamak üzere muhayyilesinde tasavvur ettiği tikel olayları birer mûcize olarak nesnelerde gerçekleştirebilir. Çünkü onun nefsi maddeyi etkileme gücüne sahiptir. Aslında bu durum tabiat kanunlarına da aykırı değildir. Zira İbn Sînâ'ya göre Allah'ın velîleri olan iyi kullar cisim üzerinde bazı etkiler gösterebilir. Peygamberlerin gösterdiği mûcizeler, onların peygamberliklerini toplum nezdinde kanıtlamalarını ve getirdikleri öğretiyi benimsetmeyi sağlamalarını amaçlar (eş-Şifâ' en-Nefs, s. 177-178; el-İşârât, s. 167-169; Ta'lîkât, s. 48; el-Kerâmât oe'l-mu'cizât ue'l-e'âcîb, s. 237-238). Öte yandan İbn Sînâ'ya göre Kur'an'da iman, ibadet, hukuk ve ahlâka dair esaslar açık bir dille anlatılmakla birlikte ontoloji hakkındaki bazı bilgilerle Allah ve âhiret hayatıyla ilgili bilgilerin büyük bir kısmı sembollerle, teşbih ve misallerle ifade edilmiştir. Halkın ulvî hakikatleri kavrayabilmesi için bu gereklidir. Çünkü ne halk bu bilgilerin mahiyetini tam olarak anlayacak düzeydedir ne de onların kullandığı gündelik dil bu bilgileri anlatmaya yeterlidir. Ancak kavrayış düzeyleri yüksek olanlar, te'vil yoluyla bu remzî dilin gerisindeki asıl gerçekliği kavrayabilir. Eğer böyle bir remzî dil kullanılmazsa sıradan insanlar, metafizik gerçeklikleri kavrayamadıkları için reddetmek durumunda kalırlar; meselâ tamamen soyut kavramlarla (tenzih yolu) anlatılırsa Allah'ın varlığını kabulde güçlük çekerler. Bu durumda da dinden beklenen amaç gerçekleşmiş olmaz. Aynı şekilde bir din söz konusu ise bazı ibadetlerin de olması gerekir. Çünkü ibadetler, bir yandan dindarın bilincinde dinî öğretiyi ve Allah tasavvurunu canlı tutarak onu kötülüklerden alıkoyup iyiliklere yöneltirken öte yandan dinî öğretinin devamlılığını sağlar. Ayrıca ibadetler bazı ruhî ve bedenî hazırlıkları gerektirmesi sayesinde insanın irade ve azmini hem güçlendirir hem de belli bir düzene koyar. İbadetlerin özünü, gönülden Allah'a inanıp bağlanma ve her an o şuurla yaşama (mârifetullah-zikrullah) oluşturur. Çünkü insandaki Allah bilinci ne kadar köklü olursa dinin sunduğu değerlerin yaşanması da o kadar mükemmel olacaktır (eş-Şifâ' el-İlâhiyyât, s. 443-446; eş-Şifâ' en-Nefs, s. 155-157; Risâle Adhauiyye fîemri'l-me'âd, s. 102-103, 110-114, 130131; Risâletü'l-'Arüs, s. 398; Fi Sırri'ş-şalât, s. 218; Hay b. Yakzân, s. 332). İbn Sînâ'nın din felsefesi onun metafiziği ve ahlâk felsefesiyle yakından ilgili-



dir. Öte yandan birer formel kalıptan ibaret olan ahlâkî kavramlara içerik kazandırma zorunluluğu, maddî haz ve elemlerle veya deneme-sınama yoluyla iyi ve kötüyü belirlemenin imkânsızlığı, ayrıca insanın mutluluğu için vazgeçilmez değer taşıyan soyut metafizik gerçeklerin her seviyedeki insana anlatılması mecburiyetinden doğan dil sorunu gibi hususlar dikkate alındığında, sırf insan aklı ve mânevî melekeleri açısından bakıldığında anlaşılabilir, yaşanabilir hakiki bir dinin varlığı zorunlu olmaktadır. Diğer bir ifadeyle İbn Sînâ'ya göre hiç kimse akıl adına dinî bilginin imkânsız ve gereksiz olduğunu ileri süremez. Nitekim vahyin ışığı olmadan iyi ve kötü sorunu çözülemez: çünkü insan iyi ve kötü sorunu karşısında salt akıl düzeyinde kalamaz, objektif düşünemez ve objektif davranamaz. Bu değerlere ilişkin durumlarda duygular da harekete geçip insanı sübjektif yargılar v e r m e y e ve hareket etmeye zorlar. İnsanı tutkuları konusunda uyararak onlara kapılmaktan koruma ve akla göre davranmaya yöneltmede dinin varlığı gerekli olup onun yerini başka bir şey tutamaz (el-İşârât, s. 42-43; en-Necât, s. 115-118). Diğer taraftan akıl, bazı metafizik gerçeklikleri bir ölçüde anlayabilse dahi dil sorunu yüzünden bu gerçeklikler toplumun büyük bir kesimine anlatılamaz, onlarla paylaşılamaz. Bu sebeple olmalı ki İbn Sînâ, metafizikle ilgili yazılarında aklî kavramlarla dinî kavramları yan yana kullanarak felsefî kavramların dindeki karşılıklarını göstermeye çalışır. Bazan da düşüncesinin ulaştığı sonuçları bir âyet ve hadisin belli bir kısmına veya kelimesine göndermeler yaparak destekler (meselâ bk. eş-Şifâ' el-İlâhiyyât, s. 445-446; Mebhaş cani'l-kuva'n-nefsâniyye, s. 147-148; Risâletü'l-cArûs, s. 398; el-İşârât, 110;'Uyûnü'l-hikme, s. 17). Meselâ metafizikteki vâcip varlık Allah Teâlâ olarak geçer; imkânının karşılığı "üfûl" (İbrâhim kıssası), faal aklın karşılığı "er-rûhu'l-emîn", "cibrîl", "en-nâmûsü'l-ekber" veya "levh-i mahfûz"dur. Nefsin bilgisinden Tanrı'nın varlığının bilgisine yükselmek (Mebhaş cani'l-kuva'n-nefsâniyye, s. 147-148) "âyetlerin enfüste gösterilmesi" (Fussılet 41/53) diye de ifade edilir. Gök akılları mukarreb melekler, gök nefisleri hamele ve müvekkel meleklerdir. İbn Sînâ oluşun derecelerini de ibdâ', sun', halk ve tekvîn şeklindeki dinî terimlerle ifade eder (el-İşârât, s. 111 vd.; el-AHâ, s. 96). Kur'an'daki tesviyeyi mizaç vermekle açıklar (el-A'lâ, s. 96; en-Nâs, s.



123); amelî ve nazarî akılda kemale ermişleri "Allah'ın velîleri olan iyiler" diye adlandırır; vâcibü'l-vücûdü bilmeyi (irfan) ibadet sayar; akıl düzeyindeki bilme yeteneklerini nur âyetiyle açıklar. Felsefî kavramlarla dinî kavramları yan yana kullanan İbn Sînâ A'lâ, İhlâs, Nâs ve Felak gibi bazı sûrelerle bir kısım âyetlerin tefsirini de yaparak kendi metafizik görüşleriyle dinin remzî dilini çözmenin ilginç örneklerini vermiştir (meselâ bk. Şümme'stevâ ile's-semâ'i've hiye duhân, s. 91 -93). Bu tefsir çalışmalarında filozof, hem muhtemelen felsefî tefsir denemelerinin ilk örneklerini ortaya koyarken hem de bu sûrelerin metafizik ve ahlâk felsefesini kuşatan yönlerine dikkat çekmiştir (el-İhlâş, s. 111). Meselâ A'lâ sûresi tefsirinde ilâhî kitapların esasta ilâhiyyât, nübüvvet ve meâd bilgisini ihtiva ettiğini, insan mutluluğunun bu üç konunun bilinmesiyle hâsıl olacağını söylerken (el-A'lâ, s. 103) İhlâs sûresinin tefsirinde (s. 113) bütün metafiziklerin ulaştığı en son sonuçların bu âyetlerde mündemiç olduğunu, dolayısıyla hiçbir metafiziğin bu sûreyi aşamayacağını göstermeye çalışmaktadır. Yine din dilinin açık olarak ele alındığı Risâle Adhaviyye fi emri'l-me'âd'da (s. 109 vd.) meâda dair bilgiler verme konusunda en mükemmel ve en üstün dinin İslâmiyet olduğunu, onun bu konuda hiçbir şeyi eksik bırakmadığını açıkça belirtir. Dinin felsefeyle olan ilişkisini belirleme konusunda İbn Sînâ bir adım daha ileri giderek nazarî ve amelî felsefenin ilkelerinin işaret yoluyla da olsa dinden alındığını söyler ( c Uyûnü'lhikme,s. 16-17). BİBLİYOGRAFYA : İbn Sînâ, eş-Şifâ'



el-Mantık



(1):



el-Medfral



(nşr. Mahmûd el-Hudayrî v.dğr.), Kahire 1952; a.mlf., eş-Şifâ' el-Mantık:



el-Burhân



(nşr. Ebü'l-



Alâ el-Afîfî), Kahire 1956; a.mlf., eş-Şifâ' bî'iyyât



(1):



et-Ja-



Saîd Zâ-



es-Semâ'ü't-tabî'î(nşr.



y i d - İbrâhim Medkûr), Kahire 1983; a.mlf., eşŞifâ' en-Nefs (6) (nşr. G. C. Anawati - Saîd Zâyid), Kahire 1975; a.mlf., eş-Şifâ' er-Riyâziyyât UşCılü'ihendese



(1):



(nşr. Abdülhamîd Sabre - Ab-



dülhamîd Lütfî Mazhar), Kahire 1976; a.mlf., eşŞifâ'



el-İlâhiyyât



(nşr. G. C. Anawati - Saîd Zâ-



yid), Kahire 1960; a.mlf., Şerhu



Kitâbi



Harfı'l-



lâm (nşr. Abdurrahman Bedevî, Aristo



'inde'l-



'Arab



içinde), Kahire 1947, s. 22-33; a.mlf..



Risâle Adhaviyye



(nşr. Süley-



fî emri'l-me'âd



man Dünyâ), Kahire 1949; a.e. (nşr. Hasan Âsî), Beyrut 1987; a.mlf., Mebhaş sâniyye



(a.mlf., Ahvâlü'n-nefs



'ani'l-kuva'n-nefiçinde, nşr. A.



Fuâd el-Ehvânî), Kahire 1952; a.mlf., tü'l-'Arüs



(nşr. Şarl Kûnes, el-Kitâb,



d e ) , Kahire 1952, s. 3 9 6 - 3 9 9 ; a . m l f . , nün fı't-tıb, Bulak 1294,1, 39; a.mlf.,



Risâle-



XI/4 içinel-f(âel-İşârât



(nşr. Mahmûd Şihâbî), Tahran 1960; a.mlf., etTa'lîkât(nşr.



330



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



Abdurrahman Bedevî), Kahire 1973;



İBN SÎNÂ a.mlf.,Kitâbü'l-Hidâyefnşr. MuhammedAbduh),



Beyrut 1986, s. 53-66; Hilmi Ziya Ülken, " İ b n



Kahire 1974; a.mlf., ' ( J y û n ü ' l - h i k m e ( n ş T . Ab-



S î n â " , İA, V/2, s. 8 0 7 - 8 2 4 ; A . - M . Goichon, " i b n



durrahman Bedevî), Beyrut 1980; a.mlf.,



S î n â " , EP (İng.), III, 941-947.



er-Ri-



(nşr. İbrâhim Hilâl), Kahire



sâletü'l-'Arşiyye 1980; a.mlf., Risâle



Fi'l-eduiyeti'l-kalbiyye



(nşr. M u h a m m e d Züheyr el-Bâbâ, Min fâti ibn Sînâ



i ç i n d e ) , Ş a m 1404/



et-tıbbiyye



1984, s. 221-294; a.mlf.. en-Mecât(nşr.



Muham-



med Takî Dânişpejûh), Tahran 1364/1985; a.mlf., Muhsin Bîdârfer), Kum 1371/



el-Mübâhaşât(nşr. 1413; a.mlf., el-A'lâ Kur'ânî



(nşr. Hasan Âsî,



ue'l-luğatü'ş-şüfıyye



et-Tefsîrü'l-



fî felsefeti



ibn Sî-



nâ içinde), Beyrut 1403/1983, s. 96-103; a.mlf., el-İhlâş



içinde), s. 1 0 6 - 1 1 3 ; a.mlf.,



(a.e.



içinde), s. 116-120;a.mlf.,



lak(a.e.



ue hiye



el-Fe-



en-Nâs(a.e.



içinde), s. 123-125; a.mlf., Şümme'steuâ semâ'i



ile's-



i ç i n d e ) , s. 9 1 - 9 3 ;



duhân(a.e.



a.mlf., FîSırri'ş-şalât(a.e.



içinde), s. 203;a.mlf.,



el-Kerâmât



ue'l-e'âcîb



ue'l-mu'cizât



(a.e.



de), s. 225-240;a.mlf., FıSırri'l-kader(a.e. de), s. 3 0 2 - 3 0 5 ; a.mlf., et-Tayr(a.e.



içiniçin-



içinde), s.



3 3 9 - 3 4 3 ; a.mlf.. Hay b. Yakzân(a.e. 3 2 3 - 3 3 5 ; İbn Rüşd, Faşlü 'l-makâl



içinde), s. (nşr. Muham-



m e d Amâre), Kahire 1983, s. 36; Fazlurrahman, Auicenna's



London 1952; a.mlf.,



Psychology,



"Essence a n d Existence in i b n Sina. T h e M y t h A n d T h e R e a l i t y " , HI, IV (1981), s. 1; S e y y e d Hossein Nasr, Three Moslim



Sages,



Cambridge



1964; M u h a m m e d Osman Necâtî,



el-İdrâkü'l-



İbn Sînâ, Kahire 1980; Cemil Salîbâ,



hissî 'inde Min Eflâtun



ilâ İbn Sînâ,



B e y r u t 1983; M e h -



m e t Aydın, " İ b n S î n â ' n ı n M u t l u l u k A n l a y ı ş ı " , Ankara 1984, s. 4 4 3 - 4 5 1 ;



İbn Sînâ Armağanı,



M e h m e t Dağ, " İ b n S î n â P s i k o l o j i s i " , a.e.,



s.



3 1 9 - 4 0 4 ; M ü b a h a t Türker Küyel. " İ b n S î n â ' da e l - A k l ü ' l - F a a l ' ı n Kökleri", a.e., s. 5 9 0 - 6 7 0 ; M a h m u t Kaya, " M a h i y e t v e V a r l ı k K o n u s u n da İbn R ü ş d ' ü n İbn S î n â ' y ı E l e ş t i r m e s i " , a.e., s. 4 5 3 - 4 5 9 ; N. Rescher,



Tetauuürü'l-mantıkı'l-



(trc. M u h a m m e d Mehrân), Kahire 1985;



'Arabî



H. Corbin, İslâm Felsefesi



(trc. Hüseyin



Tarihi



H a t e m i ) , İstanbul 1986, s. 1 6 9 - 1 7 6 ; D. Gutas, Auicenna



and the Aristotelian



Tradition,



den 1988; Mustafa Çağrıcı, İslâm de Ahlâk,



Lei-



Düşüncesin-



İstanbul 1989, s. 9 7 - 1 0 5 ; Mâcit Fah-



rî, İslâm Felsefesi



Kasım Turhan), İs-



TarihUtrc.



tanbul 1992, s. 1 1 9 - 1 5 0 ; H e r b e r t A. Davidson, Alfarabi,



Auicenna



And Auerroes



Oxford 1992; P. Heath. Allegory phy



soy, İbn Sînâ



on



Intellect,



and



Philoso-



Philadelphia 1992; Ali Duru-



in Auicenna,



Felsefesinde



İnsan



ue



Âlemdeki



Yeri, İstanbul 1993; a.mlf., " İ b n S î n â ' n ı n M a n t ı k u ' l - m e ş r i k ı y y î n ' i Üzerine Bir İ n c e l e m e " , YeVm/56, İstanbul 1994, s. 5 6 - 6 0 ; VIII/



di İklim,



57 (1994), s. 5 4 - 6 1 ; VI1I/59 ( 1 9 9 5 ) , s. 5 7 - 6 6 ; a.mlf., " İ b n S î n â ' n ı n e l - M û c e z ü ' s - s a ğ i r F i ' l mantık A d l ı Risalesi", MÜlFD,



sy. 13-15 (1997),



s. 143-166; Necip Ttylan, islâm



Düşüncesinde



İstanbul 1 9 9 4 , s. 1 7 5 - 2 2 9 ; H.



Din Felsefeleri,



Ömer Özden, Ibn-i Sînâ-Descartes: Bir Karşılaştırma, ibn Sina



Metafizik



İstanbul 1996; Shams Inati,



and Mysticism,



monitions:



Remarks



and



And-



Part Four, L o n d o n - N e w York 1996;



M. Âtıf el-Irâki, el-Felsefetü't-tabfiyye'inde



İbn



Sînâ, Kahire, ts.; Ömer Mahir Alper, Kindî,



Fâ-



râbî ue İbn Sînâ'da



Din



İlişkisi



Akıl-Vahiy



/Felsefe



(doktora tezi, 1998), MÜ Sosyal Bilimler



Enstitüsü, s. 157-223; Farid Jabre, " L e s e n s de l'abstraction chez A v i c e n n a " , Melanges uersite



Saint



Joseph,



FFL A L I DURUSOY



mü'elle-



de



l'uni-



I, B e y r u t 1984, s. 2 8 3 -



3 0 9 ; D. B. Burrel, " E s s e n c e a n d E x i s t e n c e : Avicenna A n d GreekPhilosophy", M/D£0,XV,



Tıp. Büyük bir filozof olduğu kadar ünlü bir hekim olan İbn Sînâ, bu alandaki eserleriyle İslâm dünyasıyla birlikte Avrupa tıp geleneğini de derinden etkilemiştir. Onun Batı'daki etkisinin XVII. yüzyıla kadar sürdüğü ve eski Yunan tıp otoriteleri olan Hipokrat ile Galen'in şöhretini gölgede bıraktığı kabul edilmektedir (CarradeVaux, s. 131 vd.; Ullmann, s. 152-156). Nitekim ölümünden yüzyıl sonra, bir tıp şaheseri olarak bilinen el-Kânûn fi't-tıb adlı eserinin İspanya'da Latince'ye tercüme edilip XIII. yüzyıldan itibaren Avrupa üniversiteleri tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulması ve XVII. yüzyılda Vallodolid Üniversitesi'nde bir İbn Sînâ (Avicenna) kürsüsünün ihdas edilmesi bunu göstermektedir. Ayrıca el-Kânûn fi't-tıbb'ın Latince bir neşrinde (Pavia 1510) yer alan kapak resmi, onun tıp ilmindeki otoritesinin nasıl değerlendirildiğinin bir göstergesidir; zira resim İbn Sînâ'yı ortada bir tahtta, Hipokrat ve Galen'i de onun iki yanında otururken tasvir etmektedir. İslâm dünyasında kendisinden sonra gelen İbnü'n-Nefîs ve Hacı Paşa gibi müslüman tabipler hakkında "devrin İbn Sînâ'sı" tabirinin kullanılmış olması, bu otoritenin İslâm dünyasında da devam ettiğini göstermektedir. İbn Sînâ'dan bir asır sonra kaleme aldığı Çehûr Makale adlı eserinde Nizâmî-i Arûzî el-Kânûn fi'ttıb hakkında şunları yazmıştır; "Eğer Bukrat (Hipokrat) ve Câlînûs (Galen) sağ olsalardı bu kitabın önünde secde etmeleri gerekirdi" (Tıp İlmi ve Meşhur Hekimlerin Mahareti, s. 17).



tilmemekle birlikte İbn Sînâ'nın tıp ilmindeki hocalarının Ebû Sehl îsâ b. Yahyâ elMesîhî ile Buhara'da Sâmânîler'in saray hekimi Ebû Mansûr Hasan b. Nûh el-Kumrî olduğu tahmin edilmektedir (Ullmann, s. 147, 151). Onun bir hekim olarak şöhrete kavuşması, Sâmânî Hükümdarı Nûh b. Mansûr'u tedavi etmesiyle gerçekleşmiştir. Bütün hekimlerin âciz kalması üzerine saraya İbn Sînâ davet edilmiş ve tedavinin sonucundan memnun kalan hükümdar kendisine saray kütüphanesinden istifade etme izni vermiştir. İbn Sînâ, Sâmânîler'den sonra Hârizm Emîri Ali b. Me'mûn'un sarayında çalışmıştır. Ardından Cürcân'a giderek orada Ebû Muhammed eş-Şîrâzî'nin himayesinde uygun bir çalışma ortamı bulmuş ve el-Kânûn fi't-tıbb'ırı birinci kitabını kaleme almıştır. Cürcân'dan Rey'e geçip Büveyhî Emîri Mecdüddevle'yi yakalandığı melankoliden kurtardıktan sonra bu hânedanm Rey, İsfahan ve Hemedan'daki saraylarında hekimlik yapmış, bu dönemde el-Kânûn fi't-tıbb'\ tamamlarken tıbba dair başka eserler de yazmıştır (İbn Ebû Usaybia, II, 2-9; Kraus, s. 18821883). Daha sonra da Büveyhî Hükümdarı Şemsüddevle'yi tedavi ettiği için vezirliğe getirilmiştir. İbn Sînâ'nın tıbba dair yazdığı diğer kitaplar hem genel hem de özel konulara



ibn Sînâ'yı tıbbın esas gövdesi, Hipokrat'ı sağ, Câlînûs'u da sol kolu olarak gösteren XVII. yüzyıl sonuna ait "Habit de Medecine" adlı resim



Ebü'l-Kâsım ez-Zehrâvî, Bîrûnî, Bîmâristân-ı Adudî hekimlerinden Ebü'I-Ferec İbnü't-Tayyib ve Ali b. îsâ el-Kehhâl gibi tıp adamlarının çağdaşı olan İbn Sînâ'nın tıp eğitimi hakkında, talebesi Ebû Ubeyd el-Cûzcânî'ye yazdırdığı hayat hikâyesinde bazı bilgiler yer almaktadır. Buna göre, evde aldığı özel derslerle önce matematik ve astronomi öğrenen İbn Sînâ daha sonra tıp kitaplarını okumaya yönelmiş, kısa süre içinde bu alanda temayüz edecek bir birikime sahip olmuştur. Belli bir teorik öğrenimden sonra hastalan tedavi etmeye başlayan İbn Sînâ genç yaşta klinik tecrübesini de geliştirmiştir (İbnü'I-Kıftî, s. 413-414; İbn Ebû Usaybia, II, 2-3). Hayat hikâyesinde belir331



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ tahsis edilmiştir. Sayıları kırka yaklaşan bu eserlerin en meşhuru el-Urcûze fi'ttıb adlı manzumedir. Esrârü'l-cimâ\ elEdviyetü'l-kalbiyye, el-Faşd, kolik olarak bilinen hastalık hakkındaki el-Külertc (kendisi de bu hastalıktan ölmüştür), el-Hamr, Hıfzu'ş-şıhha, el-Bevl, el-Ağziye ve'l-edviye ve Urcûze fî esbabı'1hummeyât gibi eserlerinden de istifade edildiği anlaşılmaktadır. el-Kânûn fi't-tıbb'm yazılması uzun bir dönemde mümkün olabilmiştir. Bu eserin, Ali b. Abbas el-Mecûsî'nin kaleme aldığı Kâmilü'ş-şmâcati't-tıbbiyye ile rekabet ettiği ve zaman zaman onu geçtiği bilinmektedir. Hatta filozofun selefi Ebû Bekir er-Râzî'nin el-Hâvî adlı eseri de şöhretine, teoriden çok klinik tecrübeye dayanmış olmasına ve bizzat İbn Sînâ'ya kaynaklık etmiş olmasına rağmen el-Kânûn fi't-tıbb'm gölgesinde kalmış, el-Kânûn, hem yazıldığı dönemde hem sonraki çağlarda el-Hâvî'ye tercih edilmiştir. İbn Sînâ "müslümanların Galen'i" şeklinde anılmış olmakla birlikte el-Kânûn fi't-hbb'm Galen'in eserlerini aştığını ileri sürenler de olmuştur. İbn Sînâ'nın kendisine ulaşan dağınık vaziyetteki Helenistik, Bizans ve Süryânî tıp literatürünü derleme, sistemleştirme ve şahsî gözlem verileriyle güncelleştirmede gösterdiği başarı el-Kânûn fi't-



ibn Sînâ'nın el-Kânûn fı't-tıb adlı eserinin Latince tercümesinin kapak sayfası (Venedik 1608)



I N D I C E S RERVM MEMORABILIVM IN



A V I C E N N AE



Deremedica Libris. N E C N O N ıOANNıS COSTAEI AC IOANNIS PAVİ.J MONCJİ



Annocacionib.us, iocupletifsımü Sui^^nifum ctşıruin ardiitt.fintpr*fantimi, atmomus uitTjııı1AqaDiıu4k.tifutm!j^tromuS-



VENETIIS,



M



DC V I I I



Apudluntas.



fıb'da ortaya konmuş olup filozofun tevarüs ettiği tıp birikimi bu eser sayesinde tutarlı ve kapsamlı bir tıp sistemine dönüşmüştür. Kitabın diğer eserler karşısındaki başarısı da onun bu sistematik ve ansiklopedik özelliğine bağlanmaktadır. Kitapta temellendirilen tıp sistemi esas itibariyle Galenci'dir; fakat İbn Sînâ'nın kaleminde sistem oldukça değiştirilmiş ve geliştirilmiş, son şekliyle bir otorite fikri doğurmuştur; esere el-Kânûn fi't-hb adının verilmiş olması da bu izlenimin yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur. Ancak kitabın İslâm dünyasının batısında eleştiriye mâruz kaldığı da bilinmektedir. Endülüs'te Ebü'l-Alâ İbn Zühr, el-Kânûn fi't-hbb'm basit ilâçları konu alan ikinci kitabı hakkında bir eleştiri yazmıştır. İbn Zühr, İraklı bir tüccar sayesinde nüshalarından birini elde ettiği eseri inceleyince onu hatalı bularak sayfaların kenarındaki kısımları reçete yazmak için kullanmıştır. Ancak onun bu davranışı, daha sonra Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin hekimi Hibetullah b. Cümey' el-İsrâilî tarafından haksız bulunmuştur. Buna göre eserin çağın diğer tıp eserlerinde görülmeyen bir kapsama sahip olduğu ortadadır ve ilmî otoritesi bazı hatalarını mâzur gösterecek büyüklüktedir (Encyclopedia of the History of Arabic Science, III, 925-926). el-Kânûn fi't-hb beş kitaptan meydana gelmektedir. Birinci kitap "el-Külliyyât" (tıbbın genel ilkeleri) başlığını taşımaktadır ve eserin teorik yoğunluğu en fazla olan bölümüdür; bu bölüm üzerine İslâm dünyasında çok sayıda şerh yazılmıştır. Dört bölümden oluşan birinci kitapta anâsır-ı erbaa, ahlât-ı erbaa, mizaç teorisi, anatomi, fizyolojik fonksiyonlar ve bunların tıptaki ruh (pneuma) kavramıyla ilişkisi ele alınmaktadır. İkinci bölüm genel olarak patolojik belirtiler, üçüncüsü hıfzıssıhha hakkındadır. Dördüncü bölümde tedavi şekilleri sıralanmakta ve bunlar üzerinde ayrıntılı biçimde durulmaktadır. Eserin ikinci kitabı drogların (müfred devâlar: materia medica) tabii özellikleri ve türlerine dairdir. İbn Sînâ bu kitapta çoğu bitkisel olmak üzere 800'e yakın ilâcın listesini vermektedir. Üçüncü kitap hastalık çeşitlerini ele alır. Dördüncü kitap belli organlara has olmayan hastalıkları konu edinir. Ateşli hastalıklar, bunların seyri ve tedavisinin yanı sıra abseler, ortopedik problemler, zehirlenmeler, yaralanmalar vb. bu kitapta ele alınmaktadır. Beşinci kitap ise çeşitli ilâç terkipleri ve bunların tıbbî uygula-



ibn Sînâ'nın el-Kânûn fl'H'bb'mm Andreas Alpago tarafından yapılan Latince tercümesinin 1544'te Venedik'te yapılan baskısında 'luksasyon'ların (çıkık) ibn Sina'ya göre tedavisine ait resimler



niş şekilleri hakkındadır. Burada zikredilen mürekkep ilâçlar 650'yi bulmaktadır (DSB, XV, 498-499; Elr., III, 94). İbn Sînâ'nın tıp teorisinin temellerini kendisinin tabiat felsefesi oluşturur. Nitekim onun ilimler tasnifinde tıp tabii ilimlerin bir alt şubesıdir (FiAksâmi'l-'ulûmiVakliyye, s. 74-75), dolayısıyla ilkelerini tabii ilimlerden alır. Aslında tabiat felsefesiyle tıp ilminin modern anlayış bakımından biyoloji alanını oluşturacak şekilde ortak konularda örtüşmesi İbn Sînâ'nın içinde bulunduğu ilmî geleneğe ait bir anlayıştı. Bununla birlikte tabiat felsefesiyle tıp, literatürü ve otoriteleri ayrı olan farklı alanlardı. İslâm Ortaçağı'nda ilkinin otorite şahsiyeti Aristo, ikincisinin Hipokrat ve Galen'di. Ancak felsefe ve ilim tarihi bakımından tabiat ilimleriyle tıbbın örtüştüğü alanda Galen'in Aristo'ya zaman zaman muhalefet ettiği bilinmektedir. Meselâ Aristo canlılığın kalp tarafından kontrol edildiğini söylerken Galen beyin, kalp ve karaciğerin ortak bir kontrole sahip olduğunu ileri sürmüştür. Bu tür farklılıklar, Aristo'nun takipçileri olan filozoflarla Galen'in takipçileri olan hekimler arasında çekişmelere yol açmıştır. Bir taraftan esas itibariyle Galenci tıp sistemini yeniden inşa ettiği el-Kânûn fi't-tıbb'ı, diğer taraftan Aristocu biyolojiyi izlediği eş-Şifâ'ın bir bölümü olan el-Hayevân'ı yazmış olan İbn Sînâ, böylece bu iki otoriteyi uzlaştırma çabasında başarılı olmuştur. Filozof, el-



332



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ Kânûn fi't-tıbb'm ilk kitabında nazarî çelişkilere düşme pahasına Aristo'nun tarafında yer almıştır. Dolayısıyla Ortaçağ'ın en etkili Galenci eserini ortaya koymuş olan İbn Sînâ'nm aynı zamanda Aristocu perspektife bağlı bir filozof olması kendisini böyle bir uzlaştırmaya yöneltmiştir. Aynı durum, tamamen Aristocu perspektife sadık kalarak yazdığı el-Hayevân'da saf anlamda Galenci sayılabilecek fikirlere bir hayli yer verişinde de gözlenmektedir. İbn Sînâ'nın bu konuda geliştirmeye çalıştığı ilmî tavır, anatomi ve fizyolojide Yeni Galenci bir teoriye yönelmek ve onu Aristocu tabiat felsefesiyle uzlaşacak şekilde yorumlamak şeklinde özetlenebilir (E/r., 111,94). Filozof, bu ilmî tavrının bir sonucu olarak Aristocu biyolojiyi Galen'in katkılarıyla nisbeten tâdil etmiş, fakat bunu yine de Aristo fiziğinin temel kavramlarını kullanarak yapmıştır. Bu tavrın en somut göstergelerinden biri, onun el-Hayevân'm birçok yerinde el-Kânûn fi't-tıb'dan uzun aktarmalar yapmış olmasıdır. Meselâ el-Hayevân'da yer alan genel anatomi, embriyonun gelişimi, mizaçlar teorisi, beynin fizyolojisi, sinirler, sindirim organları, kaslar, kemikler ve cinsel organlarla ilgili bazı pasajlar el-Kânûn fi't-tıb'dan aktarmadır (iki eser arasında ayrıntılı bir mukayese için bk. a.g.e., 111, 97-98). İbn Sînâ'nın tıpta sadece bir teorisyen olmadığı, uygulamaya ilişkin oldukça önemli bir tecrübî birikime sahip bulunduğu bilinmektedir. Nitekim kendisi şöhretini ve geçimini bir bakıma başarılı tedavi uygulamalarına borçludur. Herhalde İbn Sînâ da -baş ağrısı için buz tatbiki yahut tüberküloz tedavisi için gül şerbeti içirilmesi gibi- birçok tedavi yöntemini bizzat bulmuştu ve bu keşiflerini el-Kânûn fi't-tıbb'ı yazarken eserinde yansıtmak istemişti. Ancak onun klinik gözlem ve keşiflerini kaydettiği notlarının çoğu kaybolmuştur. Hipokrat'ın bilmece gibi, Galen'in sıkıcı ve Râzî'nin karmakarışık eserlerine mukabil İbn Sînâ'nın el-Kânûn fi't-tıbb'ı sistemli, kapsamlı ve en önemlisi tıp öğretimine uygun tarzda yazılmış bir eser olarak diğerlerini gölgede bırakmıştır. Teoriye ağırlık veren tavrına rağmen İbn Sînâ, bilimsel yöntem hakkında önemli ana fikirleri de vurgulamayı ihmal etmemiştir. Nitekim el-Kânûn fi't-tıbb'm basit ilâçlar ve uygulanışları konusuna ayırdığı ikinci kitabında teşhis yöntemleri üzerinde de durmakta, hastalıkların sebeplerine belirli semptomlardan hare-



ketle nasıl ulaşılacağını tartışmaktadır. Aristo'nun ölçme ve deneyin önemini yeterince vurgulamayan, niceliksel olanın incelenmesinden ziyade niteliksel olana ağırlık veren yöntemine karşılık İbn Sînâ'nın hipotetik-empirik bir yöntem önerdiği görülmektedir. Bazı araştırmacılar bunu, İbn Sînâ'nın Galen aracılığıyla etkilendiği hipotetik yani şartlı önermeler üzerine kurulu Stoa mantığına bağlamak eğilimindedir. Filozofun yöntem hakkındaki ana fikri sebeplilik fikrinin sudûrcu anlayışına dayanır. Bu anlayış, sebepliliğin işleyişini yalnızca dış etkilere bağlı olarak tanımlamaktan ziyade içkin bağlantılar şeklinde kavramakta ve bu işleyişi ilâhî inâyetin (Stoacılar'ın"pronoia"sı) bir tecellisi olarak nitelemektedir. Bu içkin sebepliliğin sudûrcu boyutu ise faal akıldan sâdır olan formlar aracılığı sayesinde işliyor olmasıyla ilgilidir. Ancak bu formların bedendeki işleyişini empirik bir araştırmanın konusu yapmak, süreklilik arzeden formların mevcudiyetini yahut mevcut olmayışını gösteren belirtiler hakkında akıl yürütmek anlamına gelmektedir. Bu ise eş-Şifâ'ın mantık bölümünde Aristocu bir çerçevede tanımlanmış Stoacı şartlı mantığa başvurup özel hipotetik kıyasları kullanmak suretiyle yapılabilir. Empirik yönteme dair bu öncü yaklaşımına rağmen el-Kânûn fi't-tıb, büyük ölçüde tıp geleneğine ait çoğu Galenci olan birikimin bir derlemesi görünümündedir. Çünkü İbn Sînâ'nın bu eseri yazmaktan amacı, hekimlere tıp ilminin teorisi hakkında artık daha fazla şüpheye düşmeyecekleri standart bir uygulama kılavuzu takdim etmektir. Esasen "yasa, kural ve kıstas" anlamına gelen "kânûn" kelimesinin kitabın adı olarak kullanılması bir tesadüf değildir. İbn Sînâ'nın iddiasına göre hekim bedenin hastalık ve sağlığına yol açan maddî, sûrî ve gâî sebepleri araştırabilmeli; anatomi, diyet, semptomlar ve ilâçlar hakkında bilgi sahibi olmalı; fakat fizik ilminin dört unsur ve buna bağlı olarak hıltlar teorisi gibi temel kavramlarını tabiat felsefesinden almalıdır. Çünkü bir hekimin amacı bu tür felsefî meseleleri müstakil biçimde araştırmak değildir. İbn Sînâ'nın fizik ve tıp arasında böyle bir hiyerarşi görmesi normaldir. Zira bugün bile pek az hekim fizik ve kimyada orijinal araştırmalar ortaya koymakta, çoğu "ilk prensiplerini fiziğin otoritesine başvurarak elde etmektedir (Goodman, s. 32-36). Kendi çağının tıp geleneği bakımından zirveyi temsil eden, kendisinden sonraki



tıp öğretimi ve araştırmaları için hem İslâm hem de Avrupa ilim çevrelerinde sarsılmaz bir otorite, aydınlatıcı bir kılavuz ve yeni fikirler ilham eden bir kaynak teşkil eden İbn Sînâ'nın hastalıkların tanımı, teşhisi ve tedavisiyle ilgili olarak ortaya koyduğu başarının ana hatlarıyla sergilenmesi, onun ilmî şahsiyetini daha yakından değerlendirmeyi mümkün kılacaktır. el-Kânûn fi't-tıbb'm birinci kitabında hastalığın teşhisi için nabız ve idrar muayenesi bahisleri oldukça ilgi çekicidir. Nizâmî-i Arûzî, hekimin nabızla ilgili teşhiste mâhir olduğunu ifade etmektedir. İbn Sînâ'nın bu konuda Galen'in yanı sıra Çin ve Orta Asya tabâbetinden de faydalandığı anlaşılmaktadır (Nizâmî-i Arûzî, s. 23-24; Uzluk, s. 3; İbn Sînâ'nın yönteminin Çin tıbbıyla benzerliği için bk. Sakae Miki, s. 47). Nabzı damarların kendilerine ait hareketleri olarak vasıflandıran İbn Sînâ, nabzın dokuz temel özelliğinden söz ederek bu özelliklerin ikişer ikişer birleştirilmesinden on sekiz, üçer üçer birleştirilmesinden yirmi yedi nabız şeklinin ortaya çıktığını belirtmektedir. Ayrıca düzenli ve düzensiz, hızlı, yavaş ve mûtedil olma durumuna göre nabız şekillerinin daha da arttığına işaret etmektedir. Bu çerçevede aritmi gösteren nabızların çeşitlerini yahut nabzın cinsiyete, yaşa, mizaca, uykuda ve uyanık olma hallerine, perhizde olup olmama, hamileliğe veya psikolojik durumlara göre ne şekilde değiştiğini açıklayarak hekimlerin nabza göre ne şekilde hareket etmesi gerektiğini ortaya koymuştur. İbn Sînâ'nın el-Kânûn fi't-tıb'da nabızla ilgili olarak yer alan bölümden başka teneffüs ve nabza bakarak teşhiste bulunma usullerine dair Risâletü mcfrifeti't-teneffüs ve'n-nabz adlı bir eser yazdığı da bilinmektedir (İbrâhim Şebbûh, nr. 234-235). İdrarla hastalık teşhisine ilişkin olarak da İbn Sînâ'nın şeker hastalığını idrarın tatlılığından teşhis edebildiği ve şeker hastasının tatlı idrarını "multitudo urinae"den ayırabildiği tıp tarihçisi Hans Schadewaldt tarafından ileri sürülmüştür (Allergie, II, 11-13). Bu tür bir teşhis yönteminden eski Grek hekimleri bahsetmediğine göre İbn Sînâ'nın, aynı yöntemden bahseden Hint tıbbının klasikleri konumundaki Sustruta-Samhita ve Caraka-Samhita'nm Arapça tercümelerinden istifade etmiş olması mümkündür. İbn Sînâ, el-Kânûn fi't-tıbb'm ikinci kitabında, Latin dünyasında "materia medica" olarak bilinen basit ilâçların sa333



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ dır (el-Kânûn fi't-tıb, II, 113). Ayrıca trahomun teşhisinin nasıl yapılacağını tarif etmiştir (a.g.e., II, 136 vd.). Eserde göz adalelerinin gerilip gevşemesini ve göz yaşı kanallarının fonksiyonunu açıklayan İbn Sînâ'nın gözün anatomisine dair verdiği bilgi, eserin 1479 tarihli Latince baskısında bir illüstrasyonla resmedilmiş ve daha sonraki bazı baskılarda bu uygulama devam etmiştir (Sudhoff, V/8 [1914], s. 11-13, 19-20).



l.r Pıonknlut dl^uı ılnvKtıııf coopftfcnı Onun*. Pınnftubıdıriuıdutlnı Tfutn n "jynı 'pfum ır; «"< P'nmoıluı dıflııı ptı n.Kc.taofinrtnı a



ral okulundaki öğrencileri kısa zamanda



348



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ Montpellier'e taşımış, oradan da diğer



toire doctrirıale et litteraire du moyerı âge,



rüşlerini Augustin'in görüşleriyle birleş-



Avrupa ülkelerine aktarılmıştır. Eserin



LXIV, 90-94).



tirerek ifade ediyorlardı. Pere de Vaux,



diğer çevirilerinden biri, Padoa Üniversitesi hocalarından Andrea Graziolo'nun tercümesi olup ilk bölümü 1585'te Venedik'te basılmıştır. İbn Sînâ'nın z e fi't-tıbb'ı



el-Urcû-



ilk d e f a XII. yüzyılda büyük



bir ihtimalle Tuleytula'da Gerard de Cremone tarafından Latince'ye çevrilmiştir. Montpellierli Armengaud de Blaise, eseri İbn Rüşd'ün şerhiyle birlikte 1284'te ikinci d e f a Latince'ye tercüme etmiştir. Moise İbn Hbbon tarafından İbrânîce'ye de çevrilen bu eserin sonraki devirlerde de tercümeleri yapılmıştır. el-İşârât tenbîhât



ile en-Necât



ve't-



Latince'ye çevril-



memekle birlikte Raimundo Martini, 1278 yılı civarında kaleme aldığı Pugio



Fidei



adlı eserinde bunlardan bazı pasajları tercüme etmiş, böylece Batı dünyası XIII. yüzyılın sonlarında bu iki eserden de haberdar olmuştur. F i l o z o f u n A h k â m ü ' l adlı eseri de Arnol-



edviyeti'l-kalbiyye



do de Villanova tarafından 1306'da Berşelûne'de De Viribus



Cordis



(De Medi-



cinis Cordialibus) adıyla Latince'ye tercüm e edilmiştir (Venetiis 1527; Lyon 1559).



İbn Sînâ'nın eserlerinin Latince'ye ter-



bu görüşünü desteklemek üzere İbn Sî-



cüme edilmesiyle ilk defa onun etkisinde



nâ'ya izâfe edilen De Causis primis



kalan Guillaume d'Auvergne ve Domini-



secorıdis



cus Gundissalinus gibi Latin düşünürleri



de nakiller yapmıştır (İYotes et textes sur



et



adlı uydurma bir m e t i n d e n latin, s. 5-12). Her ne ka-



yazdıkları eserlerde bu üslûbu kullanır-



l'Auicennisme



lar. Daha sonra İbn Rüşd'ün şerhleriyle



dar Maurice de Wulf v e onu takip eden



birlikte Aristo'nun fikirleri tanınmaya ve



Fernand van Stenberghen gibi bazı mu-



üniversite muhitlerinde ilgi toplamaya



hafazakâr Katolikler Latin İbn Rüşöcülü-



başlayınca İbn Rüşdcü yorumlara karşı



ğü, Augustinci İbn Sînâcılık ve Latin İbn



v e İbn Sînâ'nın yorumlarına dayalı Aristo-



Sînâcılığı diye adlandırılan akımların mev-



culuk ilgi çekmeye başlayacaktır. Henri de



cudiyetini reddetmiş, bu eğilimlerin sa-



Gand'ın eserleri bu türün örneğini teşkil



hibi olan düşünürlerin ortak vasıflarının



eder. Fakat bu etkinin en çok görüldüğü



Aristoculuk olduğunu v e dolayısıyla hep-



düşünür Jean Duns Scott'tur. Henri de



sini Latin Aristoculuğu diye tanımlamanın



Gand'ın hazırladığı malzemeleri kullanan



daha doğru olacağını öne sürmüşlersede



Scott, hıristiyan teolojisi için İbn Sînâ ta-



(Stenberghen, s. 127-128) araştırmalar,



rafından gözden geçirilerek yorumlanmış



XIII. yüzyılda çok etkili bir İbn Rüşdcü v e



olan Aristo düşüncesini temel alıp meta-



İbn Sînâcı akımın bulunduğunu ortaya



fizik yorumlar yapıyordu. Klasik dönem



koymuştur.



skolastikleri t a r a f ı n d a n kullanılmaya devam edilen bu yaklaşım, XIV. yüzyılda VVilliam d'Occam'ın saf mantığa dayalı diyalektik yöntemi yaygınlaştırmasına kadar sürmüştür (a.g.e., LXIV, 97-98).



b) Latin İbn Sînâcılığı. Latin İbn Sînâcılığı'nın temellerini öncelikle İbn Sînâ'nın eserlerini Latince'ye ç e v i r m i ş olan mütercimler atmıştır. Bunlar bir yandan filozofun eserlerini Latince'ye çevirirken



Andreas Alpago, XVI. yüzyılda son d e f a



Başlangıçta Latinler, İbn Sînâ'nın eser-



bir yandan da onun görüşleri doğrultu-



olmak üzere İbn Sînâ'nın söz konusu eser-



lerinin Aristo felsefesinin bir yorumu ol-



sunda eser yazarak onun etkisinin yay-



lerinin dışında kalan v e pek bilinmeyen



duğunu sanıyorlardı. Çünkü bunlar Aris-



gınlaşmasını sağlıyorlardı. Arapça'dan La-



bazı eserlerini Arapça'dan Latince'ye çe-



to'nun eserlerinden önce Latince'ye çev-



virmiştir. Bunlar arasında



rilmişti. Ancak daha sonra böyle olma-



Makale



dığının farkına vardılar. XIII. yüzyılda



seçmeler,



Augustinciler, İbn Sînâ'nın görüşlerini



Aksâmü'l-Culûmi'l-



kendilerine daha yakın bulmuşlar v e



lani'l-mesa>ili'l-



onunla Saint Augustin'in aydınlanma ve



Adhaviyye







fi'n-nefsve



et-Taclîkât'tan



emri'l-me,'âd,



Risâle fi'l-hudûd, cakliyye



er-Risâletü'l-



ve el-Ecvibe



feyiz doktrini arasında irtibat kurmaya



'aşere adlı eserler sayılabilir. Tanınmaya başlanmasından itibaren Batı dünyasını büyüleyen İbn Sînâ'nın üslûbu dönemin Batılı ilim adamları için bir model oluşturacaktır. Bu üslûbu tahlil ederek Latin müeilifleriyle karşılaştıran Etienne Gilson'a göre Saint Thomas, Aristo'nun eserlerini şerhederken İbn Rüşd'ün üslûbunu kullanacak, Albertus Magnus da bütün külliyatında f i l o z o f u n üslûbunu tercih edecektir. Nitekim açıkça b e l i r t i l m e s e de bu son düşünürün üslûbundan eserlerini Latinler için



eş-Şi-



özellikle Guillaume d'Auvergne ve Roger Bacon'ın katkılarıyla bu akım Augustinizm içinde büyük bir gelişme göstermiş, böylece ilk defa Etienne Gilson'un ortaya attığı İbn Sînâcı Augustincilik akımı ortaya çıkmıştır. Gilson'a g ö r e XIII. yüzyılın sonuna doğru Jean Duns Scott gibi A u g u s t i n i z m ' i n etkisinden kurtulmuş İbn Sînâcı düşünürler yetişmiştir (Les sources greco-arabes avicennisarıt,



de



l'Augustinisme



s. 102 vd.).



Buna karşılık Pere de Vaux XIII. yüzyıl-



Guillaume d'Auvergne, Dominicus Gun-



da, biri -Gilson'un ifade ettiği gibi- Augus-



dissalinus, Roger Bacon gibi düşünürler



tin ile beraber İbn Sînâ'nın etkisinde kal-



de aynı üslûbu benimseyeceklerdir. Hat-



mış olan İbn Sînâcı Augustincilik, diğeri



ta Roger Bacon, İbn Sînâ'yı taklit ederek



de yalnızca İbn Sînâ'nın tesiri altında bu-



yazmayı bile denemiş-



lunan Latin İbn Sînâcılığı olmak üzere iki



tir (aş. bk.). Gilson, Latin âlemindeki bü-



farklı akımın mevcut olduğunu bildirmek-



tün İbn Sînâ okuyucularının onun üslû-



tedir. Ancak bu akımın temsilcileri, ken-



buna hayran kaldığı görüşünü tekrarlar



dilerini doğrudan İbn Sînâcı olarak tanıt-



("Avicenne en Occident", Archiues



maktan çekindikleri için İbn Sînâ'nın gö-



d'his-



neşredilen nüshasının kapak sayfası



çalışmışlardı. Yüzyılın sonlarına doğru ise



fâ* şeklinde kaleme aldığı görülmektedir.



bir Latin eş-Şifâ'ı



ibn Sînâ'nın el-Kânûn fi't-tıbb'mm Andreas Alpago tarafından yapılan Latince tercümesinin 1544'te Venedik'te



349



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ Saint Augustin, Pseudo Denys, Nysseli



rıldığından filozofun etkisinin genişledi-



leri birleştirilmeye çalışılmaktadır. 1130



ği görülmektedir. İbn Sînâ'nın



yıllarında Arapça'dan Latince'ye tercüme-



ze fi't-tıb



ler yapan İbn Dâvûd'un daha çok Gundis-



hiyle beraber Latince'ye tercüme eden Armengaud de Blaise de gerek Montpel-



Gundissalinus'un seçtiği eserleri Arap-



lier Tıp Okulu'ndaki derslerinde gerekse



ça'dan Latince'ye aktardığı, Gundissali-



önce Aragon Kralı II. Jayme'nin (Hayme),



nus'un da bunları redakte ettiği sanıl-



daha sonra da Papa V. Clement'in yanın-



maktadır (Watt, s. 69). İbn Dâvûd'un Kitâ-



da yaptığı fizik ve tıpla ilgili çalışmaların-



çevirisinin elliden fazla nüs-



da filozofun görüşlerini ve tıbbî tecrübe-



hası günümüze ulaşmıştır. Halbuki aynı



lerini Batı dünyasına tanıtıyordu. Onun



eserin Arapça aslından zamanımıza ka-



çalışmaları, ileriki dönemlerde İtalya'da



dar ancak otuz nüsha gelebilmiştir.



görülecek İbn Sînâ etkisine önemli katkı-



Arapça'dan Latince'ye çeviri yapanla-



sitaria, C o d . nr. 2 1 9 7 , vr. 4 0 2 * )



el-Urcû-



adlı eserini İbn Rüşd'ün şer-



salinus'a yardım ettiği ve muhtemelen



bü'n-Nefs



İbn Sînâ'nın el-Kânûn fi't-tıb adlı eserinin İbrânîce tercümesinden minyatürlü bir sayfa (Bologna Biblioteca Univer-



külliyatı daha bütün olarak Batı'ya akta-



Gregoire ve Jean Scott Erigene'in fikir-



larda bulunmuştu.



rın en önemli siması olan Gerard de Cre-



Latin dünyasında görülen son İbn Sî-



mone'nin tercüme ettiği seksen yedi eser



nâcı mütercim ve düşünür olan Andreas



arasında İbn Sînâ'ya ait olanlar da vardır.



Alpago Kıbrıs, Suriye ve Mısır'da geziler



Ayrıca müslüman düşünür ve bilginlerin



yaparak pek çok malzeme toplamış, Ger-



yazdıkları eserlerden faydalanarak ken-



ard de Cremone tarafından tercüme edi-



disi de bazı kitaplar kaleme almıştır. Ger-



len el-Kânûn



ard de Cremone'nin çalışmaları ile an-



hazırlarken eserin İbrânîce tercümesin-



tik kültürün mirası ve bütün entelektüel



den de istifade etmiştir. Andreas Alpago,



fi't-tıbb'm



tashihli neşrini



ürünleriyle İslâm kültürü Avrupa kıtasına



İbn Sînâ'nın bir tabip olarak Rönesans



taşınıyor, böylece Rönesans'tan modern



döneminde yeniden ilgi odağı haline gel-



düşünceye uzanacak köprünün çatısı ku-



mesini sağlayan kişilerin başında yer al-



ruluyordu.



maktadır. Onun özellikle Şiî düşüncesine ve İbn Sînâ'nın gnostik ve Bâtınî yorum-



tince'ye tercüme hareketinin en önde ge-



İbn Sînâ'nın eş-Şifâ3 adlı eserinin hay-



len simalarından olan ve İslâm düşünür-



vanlar bölümünü "Abbreviatio Avicenne



leri istikametinde eser kaleme alarak İs-



de Animalibus" başlığı altında Latince'ye



lâm Meşşâîliği'ni Yeni Eflâtuncu bir yo-



tercüme ederek imparatora sunan Mich-



rumla Batı dünyasına tanıtan Dominicus



el Scot, tercümelerinin yanı sıra bazı te-



Paris'te ilâhiyat öğrenimi gören ve



Gundissalinus (Domingo Gondisalvo, Gon-



lif çalışmalarıyla da gerek İbn Rüşd'ün



1228 yılında Papa IX. Gregoire tarafın-



salvi, Gonzelez) Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ, İbn



gerekse İbn Sînâ'nın Batı'da tanınması-



dan Paris başpiskoposluğuna getirilen



Rüşd ve Gazzâlî gibi İslâm düşünürlerinin



na önemli ölçüde katkıda bulunmuştur (Haskins, s. 279). Michel Scot ile aynı za-



Guillaume d'Auvergne, Latin dünyasında



çalışmalarını tercüme ettiği gibi kendisi de bunlardan ilham alan eserler yazmış-



manda tercümeler yaptığı sanılan Alfred



tır. Bu düşünürün, eserlerinin çoğunda



de Sareshal, İbn Sînâ'nın bazı eserlerini



müslüman filozofların kitaplarından al-



Arapça'dan Latince'ye çevirdiği gibi ken-



dığı pasajlarla hıristiyan düşüncesini bir-



disi de De Motu



leştirerek yeni bir sentez kurmaya çalıştığı görülür, en çok örnek aldığı düşünür ise İbn Sînâ'dır. Nitekim De Mundi



Prosessione



adlı eserinde hıristiyan kozmo-



gonisindeki yaratılış olayını İbn Sînâ ve İbn Cebirol'ün görüşleri doğrultusunda açıklamaya çalışır. D e



Cordis adıyla bir eser



yazmış, bu eserinde Fârâbî ve İbn Sînâ'nın geliştirdiği Yeni Eflâtuncu sudûr teorisini yorumlamış, Albertus Magnus da onun bu yorumuna dayalı yeni bir antropoloji geliştirmeye çalışmıştır (Gilson, La philosophie aıı moyen âge, s. 551).



larına ilgi duyduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Şehrezûrî'nin



eş-Şeceretü'l-ilâ-



hiyye adlı eseriyle de ilgilenmiştir.



mütercimler dışında İbn Sînâ'dan etkilenen ilk düşünürlerdendir. Kendisi, papalık tarafından yabancı (Araplar ve Grekler) etkilerin ortadan kaldırılması misyonuyla yükümlü kılındığı halde bilhassa Aristo ve İbn Sînâ'nın görüşlerinin kilise dogmaları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği kanısını taşıyor ve bu amaçla bir yandan Aristo'nun metinlerini inceliyor, bir yandan da İslâm kaynaklarına başvuruyordu. Birçok müslüman âlim ve dü-



Immortalitate



Gonzalve Garcia de Gudiel tarafından



şünürle birlikte İbn Sînâ'ya da referans-



adlı eseri ise İbn Sînâ'nın Kitâ-



XII. yüzyılın sonlarına doğru Burgos'ta



lar yapmış, Aristo'dan sonra en çok ilgi



istikametinde bir ruh anla-



oluşturulan çeviri ekibi İbn Sînâ'nın eş-



duyduğu düşünür İbn Sînâ olmuştur.



yışını ortaya koyduğu için Ortaçağ'da



Şifâ'ının "et-TabPiyyât" bölümünü yeni-



Özellikle ilimler tasnifi ve tanımlar konu-



çokça tartışılmıştır. Bu mütercime Orta-



den tercüme etmiş; bu ekibin başkanı



sunda İbn Sînâ'ya başvurduğu gibi bir-



çağ'da uydurma eserler de izâfe edilmiş



olan Jean Gonzalve, Salomon adlı bir ya-



çok örneğini de onun eserlerinden almış-



olup bu eserlerin çoğunluğu İbn Sînâ et-



hudinin de yardımıyla eş-Şifâ'm



"es-Se-



tır. Bu durum yalnız felsefî konularda de-



kisinin izlerini taşımaktadır. Dominicus



mâ^ü't-tabfî" bölümünün on fennini, "es-



ğil dinî konularda da görülmektedir (Vaux,



Gundissalinus'a atfedilen ve Liber



Avi-



Semâ 3 ve'l- c âlem", "el-Kevn ve'l-fesâd",



s. 22-23). Ancak Guillaume d'Auvergne



Sub-



"el-Fil ve'l-infi c âl" ve "el-Âşârü'l-culviyye"



ruhun ölmezliği, âlemin kıdemi, gök ci-



stantiis et de Fluxu Entis (De Fluxu Eri-



adlı kitaplarının tamamını Latince'ye çe-



simlerinin canlı olduğu gibi meselelerde



tiş) adıyla tanınan bir eserde İbn Sînâ ile



virmiştir. Bu çevirilerle birlikte İbn Sînâ



İbn Sînâ'nın yanıldığını ileri sürmüş, onun



Animae



bü'n-Nefs'i



cennae



in Primus



et Secondus



350



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ akıllar teorisini reddederken saf felsefî konularda görüşünü benimsemiştir.



toire doctrinale et litteraire du moyen âge, LXİV, 104, 114, 120).



İslâm filozoflarından en çok İbn Sînâ'-



Paris Üniversitesi'nde ilâhiyat profesö-



nın görüşlerini kendisine yakın bulan ve



rü olan Henri de Gand metafizik, ontoloji



Augustinci İbn Sînâcılık hareketinin or-



ve özellikle ruh konusunda İbn Sînâ'nın



taya çıkmasına öncülük eden Albertus



fikirlerini benimsemiş, Roger Bacon da



Magnus, İbn Sînâ gibi sudûr teorisini ka-



İbn Sînâ'nın eş-Şifâ'ını



bul etmiş, yaratmanın bir defada oluver-



(a.g.e., LXIV, 93) Opus Majus adlı eseri-



örnek alarak



diğini savunmuş ve Meşşâî felsefesiyle



ni yazmıştır. Albertus Magnus, Saint Tho-



Saint Augustin'in işrâk teorisini uzlaştır-



mas ve Alexandre de Hales gibi döne-



maya çalışmıştır. Ayrıca İbn Sînâ'nın ne-



mindeki bütün düşünürlerle hesaplaşan



fis görüşünü de benimseyen düşünür,



Bacon'ın nazarında en büyük filozof İbn



özellikle nefsin kuvvetleri ve fikirle hads



Sînâ'dır ve Aristo'yu en iyi şerheden de



kavramları arasındaki ayırım konusun-



İbn Rüşd değil bu filozoftur. Latin düşü-



da İbn Sînâ'yı takip etmiştir. Summa



de



nürleri arasında İbn Sînâ'nın hayatını en



Creaturis adlı eserinde kâinatın yaratılı-



iyi bilen kişi olan Bacon, İbn Sînâ'nın eş-



şı ve kıdemini tartışan Albertus, bilhas-



Şifâ'da anlattığından farklı bir felsefesi



sa sonradan meydana gelen (hâdis) var-



bulunduğunu ve bunun da Doğulular'ın



lıkların kesreti konusunda İbn Sînâ'nın



hikmeti adını taşıdığını, gerçek görüşle-



görüşlerini savunmuştur.



rinin orada anlatılanlar olduğunu belir-



Albertus Magnus'un öğrencisi Saint Thomas ilk eserlerini yazdığı sıralarda artık Aristo, İbn Sînâ ve İbn Rüşd felsefesinin temel metinleri Latince'ye çevrilmiş, özellikle akademik çevrelerde uzun uzadıya tartışılmıştı. Bu gelişmelerin Hıristiyanlık aleyhindeki etkilerini ortadan kaldırmak üzere yola çıkan Saint Thomas, bir yandan İbn Rüşdcülüğe karşı mücadele verirken öte yandan hocasının da desteklediği İbn Sînâcı işrâk doktrininin Augustin'in aydınlama görüşüyle birleştirilmesi fikrinin tehlikelerine dikkat çekmiştir. Fakat Saint Thomas, İbn Rüşd karşısında zaman zaman ağır bir üslûp kullanırken İbn Sînâ'ya çok saygılı davranır ve fikirlerinden yararlanmak için özel bir çaba harcar. Hatta bu filozofu bir üstat kabul eder ve onun görüşleriyle Hıristiyanlığı uzlaştırmaya çalışır (Anawati, s. 67-68). Varlık ve mahiyet ayırımı, farklı cins ve neviler, ferdîleşme, sebep-sonuç ilişkisi, Tanrı'nın birliği, ilmi, iradesi, yoktan yaratma, mânevî cevherler ve melekler konusunda sık sık İbn Sînâ'nın görüşlerine başvuran Thomas mufârık akıllar, sudûr teorisi, "Birden ancak bir çıkar" kuralı, zorunlu yaratma, âlemin kıdemi, irade hürriyeti, bedenlerin haşri, peygamberliğin elde edilmesi, Tanrı'nın cüzileri bilmesi gibi konularda ise onu eleştirir. Gilson, İbn Sînâ'nın Saint Thomas üzerindeki etkisinin çok derin ve uzun süre devam ettiğini belirttikten sonra, "İbn Sînâ olmasaydı şüphesiz ki biz yine bir Akinolu Saint Thomas'ya sahip olacaktık ama bu şimdiki Saint Thomas olmayacaktı" der ("Avicenne en Occident", Archiues d'his-



terek bu felsefe hakkında yeterli bilgiye sahip bulunulmadığı için üzüntüsünü ifade etmektedir (Jourdain, s. 389 vd.). İbn Sînâ'nın evren, gök cisimleri ve ruhla ilgili görüşlerini benimsediğini de belirten Bacon bunların kutsal metinlerle uzlaş-



ibn Sînâ'nın el-Urcûze fi't-tib adlı eserinin Latince tercümesinde İbn Sînâ'yı ders verirken gösteren minyatür (Paris BibIiotheque Nationale, nr. 1436, ur. 2 a )



tırılabileceğini düşünmekte, papaya yazdığı mektupta İbn Sînâ'nın tasvir ettiği halifeliğin kutsal papalık makamı ile aynı olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşılık İbn Sînâ'nın âlemin kıdemi ve sudûr konusundaki görüşlerine karşı çıkar. Onun tasarladığı işrâk anlayışı İbn Sînâ'nınkinden farklıdır. Gilson, Bacon'un eserlerini yazarken İbn Sînâ'nın üslûbunu benimsediğini ve onu taklit ettiğini bildirmektedir ("Avicenne en Occident", Archiues d'histoire doctrinale et litteraire du moyen âge, LX1V, 93).



konularda İbn Sînâ'nın fikirlerini benimsemekteydiler. İtalyan Rönesansı'nın oluşumunda İbn Rüşdcülük kadar İbn Sînâcıiığın da etkili olduğu görülmektedir. Nitekim bu yüzyılda Venedik ve Padoa'da İbn Sînâ'nın eserleri yeniden incelenmekte ve şerhedilmektedir. Bilhassa XIII. yüzyıldan itibaren İbn Sînâ'nın el-Kânûn



Skolastik düşünürler içerisinde İbn Sînâ



fi't-tıbb'ı



İtalya'da büyük bir ilgiye mazhar olmuş



etkisinin en çok görüldüğü filozof Jean



ve ilk defa Bologna, ardından Padoa'daki



Duns Scott'tur. Etienne Gilson, "Saint



yüksek öğrenim kurumlarında okutulma-



Thomas, İbn Rüşd'ü devam ettirdiği gibi



ya başlanan eserin çeşitli bölümleri üze-



Duns Scott da İbn Sînâ'yı devam ettirir.



rine pek çok şerh yazılmıştır. Bunlardan,



Metot olarak Saint Thomas İbn Rüşd'e,



Bologna Üniversitesi profesörlerinden



Duns Scott da İbn Sînâ'ya çok şey borçlu-



Taddeo Aldoretti'nin 1260 yıllarında yaz-



dur" der (La philosophie au moyen âge,



dığı anlaşılan ve diğer şârihler tarafın-



s. 610-618). Duns Scott'a göre îsâ'nm el-



dan sıkça kullanılan şerhin I. cildi kaybol-



çileri arasında Saint Paul ve Katolik din



makla birlikte II. cildi Gentile de Foligno



adamları arasında Augustin ne ise filo-



şerhiyle bir arada 1523'te Venedik'te ba-



zoflar arasında da İbn Sînâ odur (a.g.e.,



sılmıştır. Bu şerhlerde İbn Sînâ'nın tıbbı



s. 115). Kendisi özellikle metafizik, varlık



yanında felsefî görüşlerine de atıflarda



felsefesi, tecrübî bilgilerin değeri, küilî



bulunuluyordu.



olanla cüzi olanın ilişkisi konularında İbn



İbn Sînâ'nın görüşlerinin modernlik ve



Sînâ ile paralel düşünür. Diğer taraftan



aydınlanma bağlantısı henüz incelenme-



başta Saint Bonaventure, Alain de Lille,



miş olmakla beraber bu hususta dolaylı



Thomas d'York, Ulrich de Strasbourg gi-



bilgilere rastlanmaktadır. Meselâ İbn Sî-



bi bazı XIII. yüzyıl düşünürleri de çeşitli



nâ'nın adından hiç söz etmese de Des351



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ cartes'ın "cogito"su İbn Sînâ'nın "uçan



hip olmasının bir sonucu olarak Doğu'-



ların birliği konusundaki görüşlerini ya-



adam"



çağrıştırmaktadır



da v e Batı'da efsanevî bir İbn Sînâ imajı



saklamak üzere neşrettiği kararda, ya-



(Goichon, s. 96). Filozofun görüşleriyle



oluşmuştur. Filozof bazan bir masal kah-



saklama gerekçeleri arasında İbn Rüşd'ün



Leibnitz'in görüşleri arasında da bazı



ramanı prens, bazan d e s t a n l a r a konu



doktorların büyüğü ve pek çok kimsenin



paralellikler görülmektedir; ilimler tasni-



olan bilge ve ermiş kişi, bazan da taşı top-



Bythinie kralı olduğunu iddia ettiği Sevil-



fi v e evren telakkisi bakımından İbn Sînâ



rağı altına çeviren bir büyücü, bir simya-



lalı İbn Sînâ'yı zehirletmiş olması da kay-



Leibnitz'in müjdecisi gibidir. İbn Sînâ'nın



cı olarak tanıtılmıştır. İbn Sînâ'yı Bythinie



d e d i l m e k t e d i r (d'Alverny, Avicenne



"cismanî kuvvetin tedrîcî olarak kuvve-



kralı, Sevilla prensi diye tanıtanlar olduğu



Occident, XV, 83). 1559'da Lyon'da İbn Sî-



den fiile çıkması" şeklindeki hareket ta-



gibi Moritanyalı bir siyahî Arap, Fars ve-



nâ'nın el-Edviyetü'l-kalbiyye



nımı Leibnitz'in süreklilik görüşüne çok



ya Türk asıllı olarak gösterenler, hatta İs-



rinin Latince çevirisini yeniden yayımla-



yakındır. Aynı şekilde bilginin teemmülle



panyol ve hıristiyan yapanlar bile çıkmış;



yan Jean Bruyer bazılarının İbn Sînâ'nın



bilinç haline geldiğini söyleyen Leibnitz



kendisinden 600 yıl önce yaşayan Saint



Arap, bazılarının da Moritanyalı olduğunu



bu noktada da İbn Sînâ'ya yaklaşır. Var-



Augustin ile mektuplaştığını söyleyenler



söylediklerini, başkalarının ise onun Kar-



lıkta iyiliğin esas, kötülüğün ârızî oldu-



ve Lokman Hekim'le



tacalı olduğunu bildirdiklerini kaydet-



istiaresini



özdeşleştirenler



en



adlı ese-



ğunu belirten İbn Sînâ ile Leibnitz'in op-



dahi olmuştur. Padoalı ve Venedikli tıp



tikten sonra Malta adasıyla ilgili bir eser



timizmi arasında da benzerlikler görül-



profesörleri Prodoscimo Muzio ile Pietro



yazmış olan bir kişinin, halen o adada ya-



mektedir (Karlığa, Uluslararası İbn Sînâ



Rochabonelle'in birlikte hazırladıkları el-



şayan halkın İbn Sînâ'nın kullandığı te-



1476 Padoa baskısı-



rimleri kullanmakta olduğunu haber ver-



Öte yandan Spinoza'nın ontolojisinde



nın sonunda, "Sevilla Prensi İbn Sînâ'nın



diğini kaydeder. Marie T. d'Alverny, Vati-



önemli bir yer tutan kendiliğinden varlık



eseri burada son buluyor" denilmekte,



kan'da 1430-1460 yılları arasında yazıl-



v e cevher tanımı, İbn Sînâ'nın varlık tanı-



aynı ifadelerin eserin 1490 Venedik bas-



mış bir mecmua içerisinde İbn Sînâ ile



mı ile örtüştüğü gibi vehim gücüyle ilgi-



kısında da t e k r a r l a n d ı ğ ı g ö r ü l m e k t e -



Saint Augustin'in m e k t u p l a ş m a l a r ı n ı



li açıklamaları, vâcip, mümkün ve zarü-



dir. el-Kânûn



rî kavramlarına getirdiği yaklaşımlar da



phorien Champier tarafından



Sempozyumu,



s. 438).



Kânûn



ü't-übb'ın



fi't-tıbb'ın



lyonnais Sym1522'de



içeren "Epistola Avicennae ad Sanctum Augustinum" başlıklı bir metin bulmuş-



İbn Sînâ'nınkilerle paralellik arzetmek-



Lugduni'de yapılan bir baskısında yer



tedir (Arnaldez, sy. 89-91 [ 1978], s. 168-



alan "Kurtubalı prens"in bu şehirde bir



169). Ayrıca Spinoza'nın din-felsefe iliş-



hastahane kurduğu, beraberinde Gaz-



balı veya Sevillalı prens tanımlamasının



kisi, peygamberlik konusundaki görüşle-



zâlî v e Fârâbî gibi iki dostu ile birlikte İbn



aynı yüzyılda İbrânî literatüründe de yay-



riyle İbn Sînâ'nın görüşlerinde de yer yer



Rüşd gibi bir düşmanının da çalıştığı ve



gın olduğu görülmektedir. Nitekim XIV.



benzerlikler görülmektedir. Her ne kadar



onun İbn Rüşd tarafından zehirlendiği



yüzyılda îsâ b. İshak el-Kurtubî,



Spinoza eserlerinde ondan söz etmezse



kaydedilmektedir. Paris'te bulunan el-



nûn fi't-tıbb'ı



de bu fikirlerin Latin v e yahudi filozofları



Kânûn fi't-tıbb'm



XIV. yüzyıla ait bir nüs-



İbn Sînâ'nın İspanyol asıllı olduğunu söy-



aracılığıyla ona ulaşmış olması mümkün-



hasının (Bibliotheque Nationale, Latin, nr.



lediklerini belirtir. Bu yanlış bilgiyi düzelt-



dür (Arslan, Uluslararası



6917) 77. varakında yer alan bir resimde



mek üzere Andreas Alpago, onun İspan-



İbn Sînâ başında prenslik tacı, elinde kral-



yol değil İran kökenli olduğunu ispat et-



pozyumu,



İbn Sînâ



Sem-



s. 377 vd.).



tur. Latin dünyasında yaygın olan Kurtu-



el-Kâ-



şerhederken bazı kişilerin



3. Doğu'da ve Bats'da Oluşan İbn Sînâ



lık asâsı ile bir öğrencisinin karşısında



mek amacıyla, İbn Sînâ'nın hayatından



Efsaneleri. Filozofun çeşitli kültür çevre-



otururken gösterilmektedir. Padoa pis-



bahseden Sîretü'ş-Şeyhi'r-Re'îs'in



lerinde yankılar uyandıran bir kişiliğe sa-



koposluğunun 1489'da İbn Rüşd'ün akıl-



Hallikân v e İbn Ebû Usaybia tarafından



İbn



aktarılan metnini Latince'ye çevirme gereği duyduğunu kaydetmektedir



(a.g.e.,



XIII, 190). İran v e Türk edebiyatında da İbn Sînâ'el-Kânûn fi't-tıbb'm 1510'da Pavia'da yayımlanan Latince tercümesinde İbn Sînâ'yı tıbbın hükümdarı gibi tahtta otururken Hipokrat ve Câlînûs ile gösteren resim ile eserin 1520-1522 tarihli Latince tercümesinde İbn Sînâ'yı Sevillalı prens kürsüsünde gösteren gravür



nın efsanevî kişiliğini anlatan uzun masallar ve destanlar mevcuttur. Bunlar arasında, XVI. yüzyılda Derviş Hasan Mehdî tarafından kaleme alınan İbn Sînâ



Kıs-



saları adlı kitap günümüze ulaşmamıştır. Ancak bu eseri okuduğunu v e ondan faydalandığını bildiren Ziyâeddin Yahyâ Gencîne-i



Hikmet



adlı bir destan kale-



m e almıştır. Mısır'da basılan (1256) bu eserin daha sonra Mısır ve İstanbul'da ondan fazla baskısı yapıldığı gibi Kazan'da da (1289) yayımlanmış ve Murad Muhtar Efendi tarafından Arapça'ya tercüme edilmiştir (Ateş, s. 194). İbn Sînâ'nın efsanevî kişiliğinden bahseden diğer bir eser de Giritli Aziz Ali Efendi'nin Mfıdır. 352



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



Muhayye-



İBN SÎNÂ BİBLİYOGRAFYA :



Zeyneb Mahmûd el-Hudarî, İbn Sînâ ve



İbn Sînâ, La metaphysique,



du Shifa (trc. G.



C. Anawati), Paris 1978, Önsöz, s. 67-68; Beyhakî, Tetimme,



s. 95-96; İbn Tufeyl, Hay b. Yak-



zühü'l-Latîn, Avrupa'ya



Kahire 1986; M. Watt.



telâmîİslâm'ın



Tesiri (trc. Hulûsi Yavuz), İstanbul



1986, tür.yer.; M. D. Chenu, Introduction



â



nı anlamak için bir vesile, ilim ve fikir tarihinin bir konusu olarak görülmüş ve bu çerçevede ele alınmıştır. Filozofla ilgili ya-



zân (nşr. Ahmed Emîn), Kahire 1959, s. 63; İbn



l'etude



Paris 1993;



zıların önemli bir kısmını onun eserleri



Ebû Usaybia, ' C l y û n ü ' l - e n b â ' (nşr. NizârRızâ),



M. Therese d'AIverny, " i b n Sina et l'Occident



hakkındaki çalışmalar teşkil etmektedir.



Beyrut, ts., s. 437-459; Sühreverdî el-Maktûl,



medieval", Auicenne



el-Meşâri'



ue'l-mutârahât(Opera



Metaphysica



I. makale, s. 8-11;a.mlf., "L'introduction d'Avi-



etMystica



içinde, nşr. H. Corbin), İstanbul 1945,



cenne en Occident", a.e., II. makale, s. 12-16;



de Saint Thomas d'Aquin, en Occident,



Paris 1993,



Bu eserlerin çeşitli kütüphanelerdeki yazma nüshaları, bunlar üzerine yazılan şerh,



a.mlf., "La tradition manuscrite de l'Avicenne



hâşiye ve ta'Iikler, eserlerin neşirleri ve



Der'ü



latin", a.e., VI. makale, s. 67-78; a.mlf., " A v i -



tıpkıbasımları, çeşitli dillere tercümeleri



M. Reşâd Sâlim),



cenne et les medecins de Venise", a.e., XIII.



v e filozof hakkında yapılan çalışmaların



Riyad 1979, VI, 252; Nûrullah et-Tüsterî, Me-



makale, s. 177-198; a.mlf., "Survivance et re-



Tahran 1365 hş., II, 203; A.



naissance l ' A v i c e n n e â Venise et P a d o u e " ,



critiques sur l'âge et l'ori-



a.e., XV. makale, s. 77-102; Maurice de Wulf,



gine des traductions latins d'Aristote, Paris 1843,



"L'Augustinisme avicennisant", Revue de neo-



Bunun yanında hicrî 1370 (1950) v e mi-



s. 389 vd.; Charles H. Haskins, Studies



scolastique



Louvain 1932,



lâdî 1980 yıllarında iki defa kutlanan do-



s. 111; İbn Seb'în, Büddü'l-'ârif(nşr.



C. Kettû-



re), Beyrut 1978, s. 116; İbn Teymiyye, te'âruzi'l-'akl



ve'n-nakl(nşr.



câlisü'l-mü'mirıîn, Jourdain, Recherces



tory of Medieuat



in His-



Cambridge 1907, s.



Science,



de philosophie,



XXXIII, 11-39; a.mlf., "Courants doctrinaux dans



âge,



la philosophie europeenne du XIII'™ siecle",



Paris 1922, s. 551, 610-618; a.mlf., Les



sources



a.e., XXXIV, 5-20; Stefan Svvei'zavski, " N o t e s



greco-arabes



auicen-



sur l'influence d'Avicenne sur la pensee phi-



279; E. Gilson, La philosophie de



au moyen



l'Augustinisme



nisant, Paris 1986, s. 102 vd.; a.mlf., " A v i c e n -



losophique latine du X V 4 " " siecle",



ne en Occident", Archiues



d'histoire



d'histoire



doctrinale



Archiues



doctrinale et litteraire du moyen



âge,



değerlendirilmesi de İbn Sînâ literatüründe önemli bir yekûn teşkil etmektedir.



ğumunun 1000. yılı münasebetiyle İbn Sînâ ile ilgili araştırmalarda bir yoğunlaşma gözlenmiştir. Biyografi. İbn Sînâ hakkındaki en eski kaynak Ejaü Ubeyd el-Cûzcânî'nin yazdığı



et litteraire du moyen âge, XLIV, Paris 1969, s.



VIII, Paris 1933, s. 295-305; M. H. Vicaire, " L e s



90-94, 97-98, 103, 104, 114; Roland de Vaux,



porretaines et Avicennisme avant 1 2 1 5 " , Re-



hayat hikâyesidir. İbn Ebû Usaybia'nın



Notes



aux



uue des sciences, XXVI, Paris 1937, s. 449-482;



cUyûnü'1-enbâ3



Paris 1934,



P. Mesnard, " L e millienaire d'Avicenne et ses



eserinde kaydettiği bu biyografi (s. 437-



et textes sur l'Auicennisme



confines



des XUime-XlUim'



latin



siecles,



s. 5-12; A. M. Goichon, La philosophie cenne et son influence



en Europe



d'Avi-



medieuale,



Paris 1940; F. von Stenberghen, Aristote



en Oc-



Louvain 1946, s. 127-128; L. Gardet,



cident,



La pensee



religieuse



Paris 1951;



d'Auicenne,



repercussions", Annales orientales,



de l'institut



d'etudes



XI, Alger 1953, s. 41-42; P. M. de



au debut du XIII i m e siecle", Archiues



d'histoire



ve Tıp Üstadı İbni Sînâ adlı eser içinde



âge, XXVI,



yayımlanmıştır (İstanbul 1937). Diğer kla-



doctrinale



et litteraire



du moyen



wish Thought", Avicenna



1 ' A v i c e n n i s m e l a t i n " , Reuue



Phi-



459), M. Şerefettin Yaltkaya tarafından Türkçe'ye çevrilerek Büyük Türk



Paris 1959, s. 29-97; a.mlf., "Saint Thomas et



and



des



sciences,



losopher, London 1952, s. 66-83; Yahyâ Meh-



LX11I, Paris 1959, s. 3-31; J. E. Ribera. " N u e v o s



İbnü'l-Kıftî, İhbârü'l-Sılemâ'



Dates sobre los Traductores / undisalvi y Juan



ri'l-hükemâ'



Brunet, "La science dans l'antiquite et le mo-



Hispano", al-Andalus,



İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-a'-yân



y e n â g e " , Histoire



1966, s. 267-280; Chr. von Nispen tot Sevenaer,



de science,



Paris 1957, s.



193-366; G. Quadri, La philosophie l'Europe



medievale,



Corbin, Histoire



arabe dans



Paris 1960, s. 95-121; H.



de la philosophie



islamique,



Paris 1964, s. 235-245; a.mlf.. En İslam



iranien,



Paris 1972, III, 233 vd.; a.mlf., Auicenne recit visionnaire,



et le



Paris 1979; Abdurrahman



XXXI, Madrid-Grenada



"La pensee religieuse d'Avicenne vue par Gilles de R o m e " , MlDEO,VIII



(1964-66), s. 209; İb-



Filozof



sik kaynaklardan bazıları da şunlardır;



devî, Bibliographie



d'Ibn Sinâ, Tahran 1954; P.



adlı



Contenson, "Avicennisme latin et vision de dieu



E. J. Rosenthal, "Avicenna's Influences on JeScientist



fî tabaköti'l-etıbbâ3



bi-ahbâ-



(Kahire 1326, s. 268-278);



162); Gıyâseddin Hândmîr,



(11, 157-



Düstûrü'1-vü-



zerâ3 (telif, tercüme ve ta'lik: Harbî Emîn



rahim Madkour, "Duns Scott entre Avicenne et



Süleyman, Kahire 1980, s. 225-233); Za-



Averroes", a.e., IX (1967), s. 119-131; R. Arnal-



hîrüddin Ali b. Zeyd el-Beyhakı,



dez, "Spinoza et la pensee arabe", Revue



hükemâ'i'l-İslâm



synthese,



de



sy. 89-91, Paris 1978, s. 168-169; J.



Târîhu



(nşr. Memdûh Hasan



Muhammed, Kahire 1996, s. 65-81); Yah-



philosophie



Michot, "Tables de correspondance des «Ta'li-



grecque au monde arabe, Paris 1968, s. 74-102;



qât» d'Al-Fârâbi, des «T&'llqât» d'Avicenne et



yâ b. A h m e d el-Kâşî, Nüket



N. Ushida, Etüde comparee



de la



du «Liber Aphorismorum» d'Andrea Alpago",



Şeyhi'r-Re'îs



d'Auicenne



d'Avicenne



a.e., XV (1982), s. 231-249.



âd el-Ehvânî, Kahire 1952). Beyhaki, İb-



Bedevî, La transmission



de la



et d'Aristote,



Saint Thomas d'Aquin,



psychologie et de



Tokyo 1968; F. Gabrieli,



" T h e Transmission of Learning and Literary



H



H. bekir k a r l ı ğ a



Influences to Western Europe", CHIs., II/B, s. surla terminologiephilosophique medievale", Acte de5ime congres de philosophie



Literatür. İbn Sînâ'nın fikirleri, tale-



ahvâli'ş-



nü'l-Kıftî ve İbn Ebû Usaybia'nın eserlerinde yer alan İbn Sînâ'nın hayat hikâyesi, Sîretü



851-889; Simon van Riet, "influence de l'arabe







İbn Sînâ (nşr. Ahmed Fu-



İbn Sînâ adıyla bir araya geti-



rilerek Hikmet Hamsî tarafından yapılan



medieuale,



beleri ve eserleri vasıtasıyla hem İslâm



Fransızca tercümesiyle birlikte yayımlan-



Louvain 1971, I, 137-144; Abdülemîr el-A'sem,



hem de Batı düşüncesini doğrudan et-



mıştır (Dımaşk 1982). VVilliam E. Gohlman



el-Feylesûf



Naşîruddin



et-Tûsİ, Beyrut 1980,



kilemiş, bundan dolayı onun fikirleri ve



da İbn Sînâ'nın Sîretü'ş-Şeyh



de ibn Sînâ, Kahire 1980; A. C. Crombie, "Or-



eserleri birçok a r a ş t ı r m a y a konu ol-



yografisini klasik eserlerde bulunan baş-



taçağ Bilim Geleneği Üzerine İbn Sînâ'nın Et-



muştur. İbn Sînâ, XI. yüzyıldan itiba-



ka rivayetlerle birlikte derleyerek açıkla-



kisi" (trc. Mübahat Küyel), İbn Sînâ:



ren eserlerinin Latince'ye ve zamanla



malar ve notlarla birlikte The Life of ibn



diğer Batı dillerine tercüme edilmesi ve



Sinâ. A Critical Edition and



bunları okuyan Ortaçağ düşünürlerinin



Translation



Etudessur



çalışmaları vasıtasıyla Batı'da önemli bir



tir (New York 1974).



(ed. J. Jolivet-R. Rashed), Paris 1984,



tesir icra ettiği gibi onun düşüncesi de



s. 63; Albert Nasrî Nâdir, en-Nefsü'l-beşeri



nun Bininci



Yılı Armağanı



'in-



Doğumu-



(haz. Aydın Sayılı),



Ankara 1984, s. 21-39; Hugonnard-Roche Henri, "La classifıcation des sciences de Gundissalinus et l'influence d'Avicenne", Auicenne



s. 41-75; Edouard Weber, "La classifıcation des sciences selon Avicenne â Paris vers 1250",



muhtelif şekillerde araştırma ve tartış-



Sempoz-



ma konusu olmuştur. Buna karşılık XIX.



(haz. Müjgân Cunbur-Orhan



yüzyılın ortalarından itibaren şekillenen



Doğan), Ankara 1984; Seyyid Hüseyn Nasr, Üç



şarkiyatçılıkla birlikte İbn Sînâ bir düşün-



Bilge (trc. Ali Ünal), İstanbul 1985;



ce kaynağı olmaktan çok İslâm dünyası-



a.e., s. 77-101; Uluslararası yumu:



Bildiriler



Müslüman



İbni Sinâ



adlı otobi-



Annotated



adıyla İngilizce'ye çevirmiş-



Binbir gece masallarından biri de İbn Sînâ'ya dairdir. Ayrıca İbn Sînâ ile ilgili birçok menâkıb kitabı (M. Çayırdağ, "Yeni Bir Eski Türkçe Yazma İbni Sinâ Halk Hikâyeleri", İbni Sinâ, Gevher Nesibe Adına Düzenlenen



"İbni Sînâ



Sultan



Kongresi" 353



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ Tebliğleri, s. 385-405) ve muhtelif kıssa kitapları arasında Giritli Aziz Ali Efendi'nin Muhayyelât'mda olduğu gibi (Muhayyelât-ı Aziz Efendi, nşr. H. Alacatlı, Ankara 1999) İbn Sînâ'nın konu edildiği hikâyeler de bulunmaktadır (Saim Sakaoğlu, "Türk Halk Masalları Üzerine Ebu Ali Sînâ Hikayelerinin Tesiri", Uluslararası İbn Sına Sempozyumu Bildirilen, nşr. M. Cunbur-O. Doğan, Ankara 1984, s. 501522). İbn Sînâ'nın hayatına dair yapılan yeni araştırmalardan bazıları şunlardır: G. Gabrieli, "Biografie e Bibliografie di Scienziati Arabi. Avicenna" (Archivo di Storia della Scienza, IV 11923], s. 258270); Aydın M. Sayılı, "Was ibni Sînâ an Iranian or a Turk?" (ISIS, XXXI11939], s. 8-24); M. Şemsettin Günaltay, "İbni Sînânın Şahsiyeti ve Milliyeti Meselesi" (TTK Belleten IV, sy. 13 [1940], s. 1-37); Anne M. Goichon, "La personnalite d'Avicenne", (IBLA, XV [19521, s. 265-282); Ali Akbar Suiaimi, "Sarguzasht Shaikh'al-Rais Abul Ali Sînâ" (Auicenna Commemoration Volume, Calcutta 1956, s. 29-46); Syed Hasan Burney, "A Critiçai Survey of the Anecdotes Relating to ibn Sina in the Chahar Maqalah" (Indo-Iranica, IX [Calcutta 1956|, s. 32-44); Nûrullah Lârûdî, Nûbiğa-i Şark (Hurşîd-i Bî Gurûb), Ebû cAlî Sînâ (Tahran, ts.); S. vanRiet, "Donnees biographiques pour l'histoire de Shifâ d'Avicenne" (Academie royale de Belgique, bulletin de la classe des letters et des sciences morales et politiques, V. serie, LXVI/10 (1980], S. 314-329); Nihat Keklik, "Türk Filozofu İbn Sînâ (980-1037), Hayatı ve Eserleri" (Felsefe Arkiui, sy. 22-23 [ 1981 ], s. 1-53); M. Masumi, "Fresh Light on ibn Sina's, "Sarguzasht" (Indo-Iranica, XXXIV11981 ], s. 20-40); Ca'fer Âl-i Yâsîn, Feylesûfün'âlim, Dirâse tahlîliyye lihayûti İbn Sînâ ve fikrihi '1-felsefî (Beyrut 1984); MübahatTürker Küyel, "İbn Sînâ ve Seyahat" (Erdem, XIV 11987], s. 140); S. E. Dîbâcî, İbn Sînâ be Rivâyet-i İşkûrî ve Ardekânî (Tahran 1364; eserde, IX. yüzyılda yaşayan Kutbüddin el-Lâhicî'nin Mahbûbü'l-kulûb ad\ı kitabı ile Dîbâcî'nin, XII. yüzyılda yaşamış Ardekânî'nln Farsça'ya tercüme ve şerhettiği eseri esas alınarak İbn Sînâ'nın tasavvufî görüşleriyle hayatı arasındaki ilgi araştırılmaktadır); Dimitri Gutas, "Avicenna's Madhab, with an Appendix on the Question of his Date of Birth" (Quaderni di Studi Arabi, V-VI11987), s. 323-336). İbn Sînâ'nın hayatı hakkında daha ziyade ro-



man tarzında birçok kitap da yazılmıştır. H. Rızâ'nın Merd-i Hezâr Sâle. Ferâzhây ez Zîndegîİbn Sînâ (Tahran 1989), G. Sinoue'nin Avicenne ou la route d'Ispahan (Paris 1989) v e N . Gordon'un The Physîcîan (New York 1986) adlı eserleri bunlar arasında sayılabilir. Genel Çalışmalar. İbn Sînâ'nın hayatı, eserleri ve düşüncesi hakkında genel bilgi veren pek çok eser yazılmış olup bunlardan bazıları şunlardır: Carra de Vaux, Les grandes phîlosophes: Avicenne A. H. 370-428/A. D. 980-1037 (Paris 1900, Amsterdam 1974; eserin tanıtımı için bk. Rene Basset, Reuue de l'histoire des religions, XLVI/1 |Paris 1902], s. 110-116); Anne M. Goichon, Introduction â Avicenna, son epître des definitions (Paris 1933) ve Lexique de la langue philosophique d'Ibn Sînâ (Paris 1937); Soheil Muhsin Afnan, Avicenna, His Life and Works (London 1958, Westport 1980); Mehmet Naci Bolay, İbn-i Sina (Ankara 1988); Lcen E. Goodman, Avicenna (London 1992); Cîrâr Cîhâmî, İbn Sînâ huzûruhü'l-fikri ba'de elti câmm (Beyrut 1991); M. Hasan, İbn Sînâ: Abkariyyü'lfelsefe ve't-tıb ve flmi'n-neisi ve'ş-şfri ve'l-mûsikâ (Beyrut 1977); Muhammed Kâmil el-Hür, İbn Sînâ, hayâtühû âşâruhû ve felsefetühû (Beyrut 1991); R. Ramon Guerrero, Avîcena (ca. 9801037) (Madrid 1994); Sonja Burchard Brentjes, İbn Sînâ (Auicenna): der fürstliche Meister aus Buchara (Leipzig 1979); Sarı Anwar Nuseibeh, The Foundations of Avicenna's Philosophy (doktora tezi, 1978-1979, Harvard University); N. Rakhmatullaev, Filosofskie uzglyady İbn Sino u knige "Ukazaniya i nastavlenîya" (Dushanbe 1980); Fâzıl Ubeyd Ömer, eş-Şeyh u 'r-Re'is İbn Sînâ (Riyad 1989); Vasilii Ternovskii, ibn Sînâ (Auitsenna) (Moskova 1969); Sâdık Gevherin, Hüccetü'l-Hak Ebû 'Ali İbn Sînâ ( Tahran 1952; 1970-1989 yılları arasında neşredilmiş diğer bazı İbn Sînâ monografileri için bk. Jules L. Janssens, An Anotated Bibliography, s. 109-113). İbn Sînâ Bibliyografyaları. İbn Sînâ'nın eserleri ve bunlar hatanda yapılan araştırmalarla ilgili ilk ciddi bibliyografya çalışması Osman Nuri Ergin tarafından yapılarak İbn Sînâ'nın ölümünün 900. yılı münasebetiyle 1937 yılında hazırlanan anma kitabında neşredilmiştir (Büyük Türk Filozof ve Tıb Üstadı ibni Sina Şahsiyeti ve Eserleri Hakkında Tetkikler, İs-



tanbul 1937). Ergin, bu bibliyografya içinde on beş sayfalık eksik bir İbn Sînâ literatürü de yayımlamış, Brockelmann da GAL'm İbn Sînâ'ya dair kısmında hemen hemen tamamıyla Osman Ergin'in bu çalışmasına dayanmıştır. Daha sonra çalışmasını gözden geçiren Ergin, bunu müstakil bir kitap olarak İbni Sina Bibliyografyası adı altında neşretmiştir (İstanbul 1956). Filozofun eserleri hakkında yapılan diğer önemli iki çalışma da George C. Anavvati ile (Mü'ellefâtü İbn Sîna: Essai de bibliographie avicennienne, Kahire 1950), Yahyâ Mehdevî (Fihrist-i Nüshahâ-yı Muşannefât-ı ibn Sîna, Tahran 1954) tarafından gerçekleştirilmiştir. Hans Daibler tarafından Handbuch der Orientalistik'in XLIII. cildi olarak hazırlanan İslâm felsefesi bibliyografyasında da (Bibliography of lslamic Philosophy, I-II, Leiden 1999) geniş bir İbn Sînâ literatürü bulunmaktadır (II, 263-298). Saîd-i Nefîsî'nin hazırladığı Bibliographie des principaux travaux europeens sur Avicenne' de (Tahran 1953) toplam 29S adet çalışma adı zikredilmiştir. Jules L. Janssens, An Annotated Bibliography on ibn Sînâ (1970-1989) başlıklı eserinde (Leuven 1991), temel Batı dillerinde yapılmış çalışmalar yanında İbn Sînâ'nın eserlerinin bu yıllarda gerçekleştirilen Farsça ve Arapça neşirlerini, Türkçe ve Rusça çalışmaları da zikretmektedir. Anavvati, Mü'ellefâtü İbn Sînâ'da seçme bir bibliyografya verdiği gibi (s. 330-351) Yahyâ Mehdevî de Fihrist'te Farsça ve Arapça araştırmalar yanında (s. 401 -413; bu yayınlarda bulunan bazı yanlışları düzelten ve bazı eksikliklere işaret eden bir yazı için bk. Georges Vajda, "Bibliographie d'Ibn Sînâ", REI, XXII [1954[, s. 163-166) Batı dillerinde yapılmış çalışmalardan da bir seçme bibliyografya vermektedir (s. 1-20). Müjgân Cunbur, Türkiye'de 1983 -1986 yılları arasında İbn Sînâ'ya dair yayınlar hakkında bir bibliyografya hazırlamıştır (ibn Sînâ (980-1030) Anma ve Tanıtma Toplantıları 1984-1985-1986, Ankara 1987 içerisinde, s. 19-29). Bu eser içinde Suzan Koksal tarafından hazırlanmış, Türkiye'de ve Batı'da İbn Sînâ ile ilgili olarak yapılan bazı araştırmaları ihtiva eden bir bibliyografya daha bulunmaktadır (s. 154-165). Marie-Therese d'Alverny, İbn Sînâ'nın eserlerinin Latince tercümelerinin yazma nüshaları hakkında bir çalışma yaparak bölümler halinde neşretmiştir ("Avicenna Latinus", Archives d'historie doctnnale



354



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ et litteraire du moyen âge, XXVIII [ 1961 ], s. 281-316;XXIX [ 1962], s. 217-233; XXX 11963], s. 221-272;XXXI ] 1964],s. 271-286; XXXII [1965], s. 257-302); XXXIII [1966], s. 305-327; XXXIV |1967], s. 315-343; XXXV 11968], s. 301-335; XXXVI 11969], s. 243280; "Avicenna Latinus. Suplementum", a.e., XLVII |1972], s. 321-341). Çeşitli kütüphanelerle bulunan yazmalarla ilgili olarak hazırlanan bazı önemli çalışmalar da şunlardır: Fuâd Seyyid (İbn Sînâ ue mü'ellefâtühü ue şürühuha'l-mahfûza biDâri'l-kütübi'l-Mışriyye, Kahire 1950; M. M. Anawati,"La tradition manuscrite orientale de l'oeuvre d'Avicenne", Revue Thomiste, LIX [1951], s. 407-440; Y. elKhachab, "Avicenne et les manuscrits d'Iran", Revue duCaire, XIV. nr. 141 [Juin 1951 ], s. 172-183; Ettore Rossi, "Quelques contributions â la bibliographie italienne sur Avicenne", Le lıure de millenaire d'Avicenne, Tahran 1956 içinde, IV, 159163; R. Gonzales Castrillo, Rhazesy Avicenna en la Biblioteca de la Facultad de Medicina de la Universitad Complutense: Description de su obra medica impresa y cementarios, Madrid 1984). Türkiye'de Cumhuriyet döneminde İbn Sînâ hakkında kaleme alınan yazıların en kapsamlı listesini Ali Haydar Bayat hazırlamıştır (İbni Sînâ, Gevher Nesibe Sultan Adına Düzenlenen "İbni Sînâ Kongresi" Tebliğleri [nşr. Ahmet Hulusi Köker- Cihat Tunç], Kayseri 1984, s. 407-429). Eserde İbn Sînâ ile doğrudan veya dolaylı olarak alâkalı 458 kitap, makale ve gazete yazısının başlıkları kaydedilmiştir. Otto Spies, "Der deutsche Beitrag zur Erforschung Avicennas" başlıklı yazısında (Auicenna Commemoration Volume, Calcutta 1956, s. 93-103)1950'li yıllara kadar XX. yüzyılda İbn Sînâ hakkında yapılan Almanca çalışmaların bir değerlendirmesini yapmıştır. George C. Anavvati de "Chronique avicennienne 1951-1960" başlıklı yazısında (Revue Thomiste, LX [68e annee, 1960], s. 614-634) İbn Sînâ'nın doğum yıldönümü kutlamaları vesilesiyle yapılan faaliyetleri ve bu dönemde gerçekleştirilen yayınları ele almıştır. Georges Vajda'nın "Recentes etudes avicenniennes" (JA, CCXL11952], s. 219-230) ve Anne Marie Goichon'un, "Reponse aux 'Recentes etudes avicenniennes' de M. G. Vajda", (JA, CCXL 11952], s. 497-511) başlıklı çalışmaları da kayda değer ürünlerdir. Sovyetler Birliği'nde 1953-1973 yılları arasında İbn Sînâ üzerine yapılan çalış-



malar hakkında seçme bir bibliyografya hazırlanmıştır (Muhammed Saber Khan, "Soviet Publications on ibn Sına- a Selected Bibliography ] 1953-1973]", Müslim World Book Reuieıv, III/3 11983], s. 57-68). P. Mesnard "Le millenaire d'Avicenne et ses repercussions sur l'histoire de la philosophie" (Annales de l'institut d'etudes Orientale,XI [Algiers 1953], s. 41-59) ve Anne M. Goichon "Philosophie et histoire des sciences" (Cahierde Tunusie, III/l [1955], s. 17-40) başlıklı yazılarında İbn Sînâ ile ilgili olarak yapılan anma faaliyetlerinin ilim ve düşünce tarihi yazarlığı açısından ne gibi sonuçlar ortaya çıkardığını incelemişlerdir. G. Farid ise "The Postage Stamps on Avicenna" başlığını taşıyan yazısında (Indo-Iranica, XXXIV (1981-1982), s. 66-69) çeşitli ülkelerde çıkarılan İbn Sînâ'ya dair hâtıra pullarından 1948 -1974 yılları arasında basılanları konu edinmiştir. Ahmed Gassân Sebânû, bazı ansiklopedilerde İbn Sînâ hakkında yazılan maddeleri derleyerek Arapça'ya tercüme etmiş ve bunları kitap halinde neşretmiştir (İbn Sînâ fî deuâ'iri'l-matârifi'l-'iArabiyye ve'l-câlemiyye ve kütübî'l-a'lâm, Dımaşk 1984). Anma Toplantıları ve Sempozyumlar. Çeşitli zamanlarda İbn Sînâ ile ilgili olarak düzenlenmiş toplantılarda sunulan tebliğler daha sonra yayımlanmıştır. Bu türün ilk çalışmalarından olan Osman Ergin'in yukarıda adı geçen eserinin yayımlanmasının ardından 1950 (1370) yılında hicrî takvime göre filozofun doğumunun 1000. yılı kutlamaları yapılmış, başta Mısır ve İran olmak üzere muhtelif ülkelerde ilmî toplantılar düzenlenerek buralarda sunulan bildiriler kitap haline getirilmiş, çeşitli dergiler de İbn Sînâ özel sayıları çıkarmıştır. UNESCO tarafından 1978'de yapılan davetin de etkisiyle milâdî takvime göre filozofun doğumunun 1000. yılına tekabül eden 1980'de birçok ülkede İbn Sînâ'yı anma toplantıları tertip edilmiş, kitaplar yazılmış, dergilerin İbn Sînâ özel sayıları yayımlanmıştır (bu toplantılar ve bir bibliyografya çalışması için bk. lules L. Janssens, AnAnotated Bibliography on İbn Sînâ [1970-1989], Leuven 1991). İbn Sînâ hakkında 1980'li yıllarda yapılan ilmî toplantılarda sunulan tebliğler de kitap haline getirilmiştir. Bunlardan Türkiye'de yayımlananlar şunlardır: İbn Sînâ Doğumunun Bininci Yılı Armağanı(der. Aydın Sayılı, Ankara 1984);



İbni Sînâ, Gevher Nesibe Sultan Adına Düzenlenen "İbni Sînâ Kongresi"" Tebliğleri (nşr. Ahmet Hulusi Köker- Cihat Tunç, Kayseri 1984); Uluslararası İbn Sîna Sempozyumu Bildirileri (hazırlayan M. Cunbur-O. Doğan, Ankara 1984); İbn Sînâ (980-1030) Anma ve Tanıtma Toplantıları 1984-1985-1986 (Ankara 1987); Acts of the International Symposium on ibn Turk, Khvârezmi, Fârâbî, Beyrüni and ibn Sına (Uluslararası İbn Türk, Hârezmî, Fârâbî, Bîrûnî ve İbn Sînâ Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1990). Türkiye dışındaki ülkelerde yapılan toplantılar sonucunda ortaya çıkan bazı yayınlar da şunlardır: el-Kitâbü'zZehebî Ii'1-Mihricâni'l-elfî li-zikrâ İbn Sînâ (Kahire 1952); George C. Anavvati, "En marge d'un millienaire: Avicenna â Bağdad" (Mardis de Dar el-Salam, 1952, s. 225-243); G. Lazard, "Publications iraniennes â l'occasion du millenaire d'Avicenne" (REI, XXII [1954], s. 151-166); Le livre du millenaire d'Avicenne (I-VI, Tahran 1956); Avicenna Commemoration Volume (nşr. Courtois, Calcutta 1956); Avicenna: Thousandth Anniversary (Articles by Iago Galdston, George Sarton, Ali Gholi Ardalan, Arthur Upham Pope. Bull. N. Y. Acad. Med., XXXI [1955], s. 300-334; son derginin bu sayısı İbn Sînâ'nın 1000. doğum yıl dönümüne tahsis edilerek adları zikredilen ilim adamlarının İbn Sînâ'ya dair çeşitli makaleleri neşredilmiştir). Dımaşk'ta yayımlanan etTürâşü'l-'Arabî dergisinin 2. yılının 4 ve 5. sayıları bir cilt halinde İbn Sînâ'nın doğumunun 1000. yılı vesilesiyle İbn Sînâ özel sayısı olarak çıkarılmış ve bu sayıda on sekiz ilim adamının yazıları neşredilmiştir. 1980'de Doğu Almanya'da yapılan ilmî toplantıda sunulan tebliğler de yayımlanmıştır: Avicenna / ibn Sînâ 980-1036: Materialien einer wissenschaftüchenArbeitstagungam25. und 26.2.1980 (Band /: Probleme der Philosophie. Band II: Wissenschaftsgeschichte, Halle 1980); M ecmû'a-i M akâlât ve Suhanrânîhâ-yi Hezâra-i İbn Sînâ (Tahran 1981); eş-Şeyhu'r-Re'îsEbû 'AlîelHüseyin b.'Abdillâh (İbn Sînâ) bi-münâsebeti'z-zikrâ el-elfiyye li-mevlidihî (Dımaşk 1981);J. Jolivet-R. Rashed, Etudes sur Avicenne (Paris 1984); ibn Sînâ Symposium on Heterocyclic Chemistry (3rd: 1991 Aswan; Assiut & Vienna 1991). İbn Sînâ, XX. yüzyılın başlarına kadar Batı'da genel felsefe tarihi eserlerimde 355



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ önemli bir yer edinirken (meselâ H. Ritter, Geschichte der Philosophie, Hamburg 1845, VIII, 18-58; A. Stöckl, Geschichte der Philosophie des Mittelalters, Mainz 1865, II, 23-58; a.mlf., Lehrbuch der Geschichte der Philosophie, Mainz 1888,1, 329-336) daha sonra hem İslâm dünyasında hem de Batı'da yazılan İslâm felsefesi ve genel İslâm düşüncesi tarihiyle ilgili eserlerde ağırlıklı olarak ele alınmıştır. Mantık ve Bilgi Teorisi. İbn Sînâ'nın mantıkla ilgili eserleri veya eserlerinin bu ilme dair bölümleri hakkında çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: P. Vattier, La logique de fils de Sînâ communement apelle Avicenne (Paris 1653); C. Prantl, Geschichte der Logik II(Leipzig 1861, s. 318-361); Miklos Maroth, İbn Sînâ und die peripatetische "Aussagenlogik" (Leiden 1989); Harold H. Spenser, Avicenna to Ghazipuri. Studies in Eastern Islamic Logic (London 1990; 450 sayfa hacmindeki eser, İbn Sînâ mantığı hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışmadır); N. Shehaby, The Propositional Logic ol Avicenna (Dodrecht 1973); Ca'fer Âl-i Yâsîn, el-Mantıku's-Sînevî (Beyrut 1983); Bilâl Kuşpınar, İbn Sîna'da Bilgi Teorisi (İstanbul 1995); D. B. Haneberg, "Zur Erkenntnislehre von İbn Sînâ und Albertus Magnus" (Abhandlungen derPhilos.Philologischen Classe der Akademie der Wissenschaften, XI [München 1868], s. 189-268); E. Bertola, "La noetica di Avicenna" (Riu. difilos. neo-scol, LXIV [1972], s. 169-212); B. Bazan, "La noetica de Avicena" (Revista de Filosofia [Maracaibo], III |1980|, s. 115-138); Farid Jabre, "Lesens de l'abstraction chez Avicenne" (Melanges de l'universite Saint doseph, L/l [1984], s. 283-309); Edouard Weber, "La classification des sciences selon Avicenne â Paris vers 1250" (Etudes sur Auicenne |ed. Rashed-Jolivet], Paris 1984 içinde, s. 4175). Metafizik. Bu alanda yapılan çok sayıdaki çalışmalar arasında şunlar zikredilebilir : Anne M. Goichon, La distinction de I'essence et l'existence d'apres ibn Sinâ (Avicenne) (Paris 1937) ve "The Philosopher of Being" (Avicenna Commemoration Volume, Calcutta 1956, s. 107-117); Ahmet Hamdi Akseki, Ruhiyat-Mabadettabia (Büyük Türk Filozof ve Tıb Üstadı İbni Sina Şahsiyeti ve Eserleri Hakkında Tetkikler, İstanbul 1937); Emil L. Fackenheim, "The Possibility of 356



the Univers in al-Fârâbi, İbn Sinâ and Maimonides" (Proceedings of the American Academy for Jeıvish Research, XVI ]1946-1947], s. 39-70); Miguel Cruz Hernandez, La metafisica de Avicenna (Granada 1949); Louis Gardet, La pensee religieuse d'Avicenne (Paris 1951); George N. Atiyeh, Avicenna's Conception of Miracles (doktora tezi, 1954, University of Chicago); Henry Corbin, Avicenne et le recit visionnaire (I, Etüde sur le cycle des recits avicenniens, Teheran-Paris 1954; II, Le recit de Hayy ibn Yaqzan, Paris 1954; İng. trc. W. R. Trask, Avicenna and the Visionary Recital, New York 1960; Texas 1980); Bûlus Mes'ad, elVücüd ve'l-mâhiyye fî nazari'1-Kıddîs Tümâ el-Akvînî ve'l-Fârâbî ve İbn Sînâ ve İbn Rüşd (Kahire 1955); Paul Wernst, Die Seins- und Gotteslehre des Buches "an-Nukat wa'l-Fawâ'id" des ibn Sînâ (Avicenna). Erstmalig veöffentlicht, übersetzt und erklart nach der Unikum - Handschrift Fayzullah 1217 (Tübingen 1958); Osman Chahine, Ontologie et theologie chez Avicenne (Paris 1962); Muhammad M. Berruin, The Concept of Substance in the Philosophy of Ya'küb al-Kindi and Avicenna (ibn S'ınâ) (doktora tezi, 1971, Durham Üniversitesi); Herbert A. Davidson, "Alfarabi and Avicenna on the Active Intellect" (Viator, III [ 1972], s. 109178); Alfarabi, Avicenna and Averroes on Intellect: Their Cosmologies, Theories of the Active Intellect and Theories of Human Intellect (New York 1992) ve Proofs for Eternity, Creation and the Existence of God in Medieval Islamic and Jewish Philosophy (Nevi York-Oxford 1987, s. 281-335); Parviz Morevvedge, The Metaphysica of Avicenna (İbn Sinâ) (London - New York 1973); Hüseyin Atay, Fârâbî ve İbn Sînâ'ya Göre Yaratma (Ankara 1974) ve İbn Sînâ'da Varlık Nazariyesi (Ankara 1983); İdrîs Mansûrî, Onthologie et mystique chez Avicenne (doktora tezi, 1975-1976, Üniversite de Paris -Sorbonne); E. Buschmann, Untersuchungen zum Problem der Materie bei Avicenna (Frankfurt/Main 1979); Ghassan Finianos, Les grandes divisions de l'etre "maujûd" selon ibn Sînâ (Fribourg 1976); George C. Anavvati, "Introduction historique â une nouvelle traduction de la metaphysique d'Avicenne" (MIDEO, XIII [1977], s. 171-252); Mustafa Hüseynî Tabatabâî, Nakd-i Ârâ'-i İbn Sînâ der İlâhiyyât (Tahran 1982); MübahatTür-



ker Küyel, "İbn Sînâ'da 'al-'Akl al-Fa'âl'in Kökleri" (İbn Sinâ Doğumunun Bininci Yılı Armağanı, Ankara 1984, s. 591-670); "İbn Sînâ'nın 'al-'Akl al-Fa'âl'ine Bir Adım Olarak Fârâbî'de Siyâset" (a.g.e., s. 671706); "İbn Sînâ ve 'al-'Akl al-Fa'âl' (a.g.e., s. 707-747) ve "İbn Sînâ ve Mistik Denen Görüşler" (a.g.e., s. 749-792); D. Burrell, Knowing the Unknowable God, İbn Sinâ, Maimonides, Aquinas (Nötre Dame 1986); Yegane Shayegan, Avicenna on Time (doktora tezi, 1986, Harvard Üniversitesi); Hasan Mecîd ei-Ubeydî, Nazariyyetü'l-mekân fî felsefeti İbn Sînâ (Bağdad 1987); H. Ömer Özden, İbn-i Sînâ Metafiziği ile Descartes Metafiziğinin Karşılaştırılması (doktora tezi, 1991, Atatürk Üniversitesi); Sâlim Mirşân, el-Cânibü'l-İlâhî Hnde İbn Sînâ (Beyrut 1992); Lan Richard Netton, AllahTranscendent (London - New York 1989, s. 149202).



Tabîiyyât. Bu alanda çok sayıda makalenin yanında çeşitli kitaplar da yazılmış olup bunlardan bazıları şunlardır: Muso Dinorshoev, Naturfilosofiy ibn Siny( Duşanbe 1985); Muhammed Âtıf el-Irâkı", elFelsefetü't-TabîHyye 'inde İbn Sînâ (Kahire 1971); Muhammed Ma'zûz, elcİlm ve'l-metâfizîkâ beyne İbn Rüşd ve İbn Sînâ (doktora tezi, 1990-1991, Rabat Edebiyat Fakültesi); Ali Abdullah edDeffâ', el-Menâhî el-Hlmiyye Hnde İbn Sînâ (Tâif 1987); Bülhamâyir Muhtâr, Nazariyyâtü't-tabîHyyât Hnde İbn Sînâ (Beyrut 1986). Eilhard VViedemann'ın çeşitli dergilerdeki yazıları Fuat Sezgin tarafından neşredilmiştir (E. Wiedemann, Gesammelte Schriften zur arabisch-islamischen Wissenschaftsgeschichte, Bd. II, Frankfurt am Main 1984; Batılı bilim tarihçilerinin eserlerinde İbn Sînâ'yı nasıl ele aldıklarına dair genel bir değerlendirme için bk. RoderickW. Home, "ibn Sinâ and Western Historians of Science", IQ, XXV [1981], s. 75-85). Tasavvuf. İbn Sînâ, eserlerinin bazılarını kısmen veya tamamen tasavvufî konulara ayırmış olup onun bu yönünü ele alan çeşitli makaleler yanında kitaplar da telif edilmiştir. Louis Gardet'nin La connaissance mystique chez ibn Sînâ et ses presupposes philosophiques (Kahire 1952); T. Pûrmândâriyân'ınflemz ü Dâstânhâ-yı Remzî der Edeb Fârsî, Tahlilî ez Dâstânhâ-yı cİrfân-ı Felsefe-i İbn Sînâ ve Sühreverdî (Tahran 1986, 1988); Hasan Âsî'nin et-Tefsîrü'l-



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ felse-



11980], s. 62-73); "Avicenne e t la destinee



nement



feti İbn Sînâ (Beyrut 1403/1983; müellif



Kur'ânî



ve'l-luğatü'ş-şûfiyye







humaine. A propos de la resurrection des



Heinrich Schipperges, Eine Summa



bu eserde, tefsir ve tasavvuf tarihine dair



corps" (Revuephilosophique de Louuain,



dicinae



chez Ibnou



bei Avicenna:



bir girişin ardından İbn Sînâ'nın tasavvuf



LXX1X ] 19811, s. 453-483); "L'epitre sur la



heitslehre



ve Kur'an tefsirine dair görüşlerini kısaca



connaisssance de l'âme rationeile et ses



Sînâ (980-1037)



ele aldıktan sonra bu konularla ilgili bazı



etats attribuees â Avicenne" {Reuue phi-



Hygiene



metinleri neşretmiştir); Abdülhalîm Mah-



losophique



mûd'un et-Taşavvuf'inde



İbn Sînâ (Ka-



de Louuain, LXXXII11984], s.



Ibnou



Sînâ (Tunis 1976);



et prevention



medicale



nan Süveren, İbni Sînâ Ekrabadin



Mysticism:



ti'n-nefs'in



( L o n d o n 1996; el-İşârât'm



İbn Sînâ'ya ait olmadığını ile-



cuoğlu



(1385-1468)'nun



dördüncü kıs-



ri sürmekte, Michael Marmura ise bu id-



Eserinin



diayı haklı çıkaracak herhangi bir güveni-



Karşılaştırılması



pılan bir araştırmadır; tanıtımı ve tenki-



lir delil olmadığını söylemektedir (Auicen-



di için bk. Sami S. Hawi, "ibn Sînâ and



na andKalâm,



Mysticism", The American



Journal of ls-



lamic Social Sciences, XV/1 (1998], s. 91106) bunlardan bazılarıdır.



s. 203).



Matematik ve Mûsiki. İbn Sînâ'nın bu mektedir. Bu konuyla ilgili bazı çalışma-



Psikoloji ve Antropoloji. Bu konularla



lara örnek olarak şunlar sayılabilir: K.



ilgili kitaplar arasında şunlar zikredilebi-



Lokotsch, Avicenna



lir: Jan Bakoş, Psychologie



besonders



d'Ibn



(Prague 1956); Fethullah Hu-



(Auicenne)



leyf, İbn Sînâ, Mezhebühû dirâsât



Sînâ



fi'n-nefs, (Beyrut



fi'l-kaşîdeti'l-cayniyye



1982); Abduh el-Hulv, İbn Sînâ,



Feyle-



(Beyrut 1978);



sûfü'n-nefsi'l-beşeriyye



M u h a m m e d Hayr Araksûsî, İbn



(Beyrut 1982);



ve'n-nefsü'l-insâniyye



A l b e r t Nasrî Nâdir, İbn Sînâ sü'l-insâniyye



Sînâ



als



Mathematiker,



die planimetrischen



Bücher



(Bonn 1913);



seiner Euklidübersetzung



Abdullah ed-Deffâ' ve K. Stroyls, "ibn Sînâ as a Mathematician" (İbn ğumunun



Bininci



Sînâ.



dieval



in the Exact islam



Sciences



in



(Auicenna)



Işığında



Bilim Adamı



İbn



BüSînâ



(İstanbul 1998).



ve Tababet



İbn Sînâ tıbbı hakkında çok sayıda makale yazılmıştır. Ursula VVeisser, "İbn Sînâ und die Medizin des arabisch-islamischen Mittelalters: Alte und neue Unrteile und Vorurteile" başlıklı yazısında



(Medizin-



hlstorische Journal, XVIII 11983], s. 283305) bu konuda Batı'da gerçekleştirilen çalışmaların genel bir değerlendirmesini yapmıştır. İbn Sînâ tıbbı hakkındaki bazı yazıların tıpkıbasımları Fuat Sezgin tarafından neşredilmiştir (lslamic



Medicine,



IX, X, XI, XII, Frankfurt 1996). Batı Düşüncesine Tesiri. İbn Sînâ hak-



lardır: Muhammed Sâlih ed-Dâli', £ İlmü'l-



kında yapılan çalışmaların yoğunlaştığı



el-İdrâkü'l-hissîHn-



Ushida, Etüde comparee



lin 1931).



d'Avicenne



de la



psychol-



et d'Aristote,



d'Avi-



et de Saint



Thomas



d'Aquin



(Tokyo 1968); Faysal Bedir Avn,



Nazariy-



'inde İbn Sînâ maca



meşâdirihâ



ve âşârihâ



be-



(Kahire



1977); Moussa Amid, Essai sur la psy(Geneve 1940); Ali



d'Avicenne



Durusoy, İbn Sînâ Felsefesinde



İnsan



Yeri (İstanbul 1993).



ve Alemdeki



yük Türk-İslam



İbn Sînâ'nın mûsikiyle ilgili görüşlerine



M. el-Hefny, İbn Sînâ's Musiklehre



chologie



kara GATA'da hazırlanmıştır); Arslan Ter-



dair şu iki eser de kayda değer çalışmaeşvât inde



yânı



Açısından



(doktora tezi, 1991, An-



ve'n-nef-



miş 3. bs. Kahire 1980; Cezayir 1985); N.



yetü'l-ma'rife



Me-



(Dhahran 1984, s. 60-118).



de İbn Sînâ (Kahire 1948, 1961, genişletil-



cenne



|ed.



Yılı Armağanı



Aydın Sayılı], Ankara 1984, s. 67-140) v e Studies



Tıp ve Bilim Tarihi



(Beyrut 1960); Muham-



m e d Osman Necâtî,



ogie



Do-



SabunAkrabadin



zioğlu, Yeni Araştırmalar



yönlerinin yeterince incelenmediği görül-



chez



(980-1037)'nm



Eseri ile Şerafettin



mının tercümesi ve bu kısım üzerinde ya-



ibn



{Alger 1974); Ke-



Sînâ (Avicenne)



479-499) başlıklı makaleleri yazmıştır.



Admonitions



des



(Berlin 1987); A. Aroua,



Son makalede müellif, Risâle fî



Remarks and



me-



Krank-



und Heilkunde



hire 1965); Shams Inati'nin/bn Sinâ and



ma'rife-



Zur



Ahlâk v e Siyaset. Bu alanda yazılan



İbn Sînâ (İskenderiye, ts.); (Ber-



en önemli konu olup bununla ilgili kitap ve makalelerden bir kısmı şunlardır: Kleine, Die Substanzlehre



Biyoloji ve Tıp. Ortaçağ Avrupası'nda İbn Sînâ'nın el-Kânûn



fi't-tıbb'ı



üzerine



bei Thomas



v. Aquin



ihm zuganglichen



Avicenna's



auf Grund



lateinischen



der Über-



(Freiburg im Breisgau 1933



yapılan tercüme ve şerhler oldukça önem-



setzungen



li bir yekûn tutmaktadır. Willy Eckleben,



Icompt rendu; Bull phil, 1934, nr. 280]);



1921 yılında hazırladığı Die dischen



abendlanbaş-



Avicenna-Kommentare



Roland de Vaux, Notes l'Avicennisme



et textes



sur



latin aux confines



des



siecles (Paris 1934); Anne



lıklı doktora tezinde (Leipzig 1921) bu ça-



XIIeme-XIIIeme



lışmaların bir kısmının başlıklarını v e ba-



M. Goichon, La philosophie



d'Avicenne



sılmış olanların baskı tarihlerini vermek-



et son influence



medievale



t e d i r (tıpkıbasımı bk. lslamic



(Paris 1944, 1951, 1979; İng. trc. M. S. Khan,



Medicine,



The Philosophy



en Europe



of Avicenna and İts Influ-



çok sayıda kitap ve makaleden bazıları



XII, Studies on İbn Sinâ (d. 1037) and his



şunlardır: Muhammed Yûsuf Mûsâ, en-



Medical Works 111, nşr. Fuat Sezgin, Frank- ence on Medieval Europe, Delhi 1969; T trc. İsmail Yakıt, İbn Sînâ Felsefesi ve Orfurt-Main 1996 içinde, s. 61-84). Daha son-



Nâhiyetü'l-ictimâ'iyye ye fî felsefeti



ve's-siyâsiy-



İbn Sînâ (Kahire 1952);



Ervvin I. Jakub Rosenthal, Thought



in Medieval



islam



Political (Cam-



taçağ Avrupası'ndaki



1986, 1993); Z e y n e b M a h m û d el-Hu-



prince



cins, sa vie et sa doctrine



desmede-



(Paris 1935);



dayrî, İbn Sînâ ve



Kâzım İsmail Gürkan, Ebû Ali İbn



La destine



(İstanbul 1954); Mazhar H. Shah, The Ge-



Geschichte



ne (Louvain 1987); Ahmed Muhammed



neral Principles



Mittelalter



Ebû Zeyd, el-Hayr



of Medicine



de l'homme



feti'l-İslâmiyye, fikri



İbn



Sînâ



selon



Avicen-



zur im



(Berlin 1957; İbn Sînâ ve İbn



(Karachi 1966; 450 sayfa



Rüşd'ün Ortaçağ'da materyalizmin doğu-



hacmindeki eser el-Kânûn fı't-tıb üzerin-



şunda tesirleri olduğunu iddia eden eser,



(Beyrut 1991). Jean R.



de yapılmış en kapsamlı çalışmadır) ve



Marksist bakış açısıyla bir İbn Sînâ ve İbn



fi'l-felse-



Evaluation



s c i e n c e s physiques e t metaphysiques



of Temperament



fî aqsâm



al-'ulûm



d'Avicenne. Essai de traduction critique" (Bulletin



Canon



des Materialismus







ve'ş-şer



dirâse mukârene



Michot, adı geçen eserinden önce "Les selon la Risâlah



of Avicenna's



telâmizühü'l-Lâtîn



(Kahire 1986); Hermann Ley, Studie



bridge 1958, s. 143-157); Jean R. Michot,



Sinâ



Etkileri,



İstanbul



raki çalışmalardan bazıları da şunlardır: A. Soubiran, Avicenne,



de philosophie



medieuale, XXII



of the ibn



Sînâ's



Concept



and Constitution



lamabad 1976); Ahmed Urve, gie de la respiration



chez



nâ (Algiers 1977) v e Sante



PhysioloIbnou



et



(IsSî-



environ-



Rüşd değerlendirmesidir); N. G. Siraisi, Avicenna Canon



in Renaissansce



and Medical



ian Universities



Italy,



Teaching



in



The Ital-



after 1500 (Princeton



1987); M. Therese d'Alverny,



Avicenne 357



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÎNÂ



r



T



(Paris 1993; yazarın 1951-



ara Kuzey Afrika'ya da giderek orada bazı



1973 yılları arasında çeşitli ilmî dergide ve



âlimlerle görüştü, Tilimsân'da İbn Mer-



derleme kitaplarda neşredilmiş, genellik-



zûk el-Hafîd ile ilmî tartışmalar yaptı. İbn



(-f



n



Ebü'l-Abbâs Ahmed b. Ömer b. Süreye el-Bağdâdî (ö. 306/918) ^



Şâfiî âlimi.



kabri yanında herhangi bir bina yahut kabrin kalmadığını belirtir (a.g.e., I, 67).



O*' o^Ç*"



Ebû Ca'fer Muhammed b. Ahmed etTirmizî'den (ö. 295/907) sonra Irak'ta Şâ^



fıîler'in üstadı olan İbn Süreye, Şâfıî mezhebini en iyi bilen âlim olarak gösterilir ve Müzenî dahil İmam Şafiî'nin bütün öğren-



Bağdat'ta doğdu. Bir kayda göre 240'-



cileri v e müntesibi âlimlerden üstün tu-



larda (854) dünyaya geldiği belirtilirse de



tulurdu (Şîrâzî, Tabakâtü 'l-fukahâ', s. 109;



201) kay-



İbn Kâdî Şühbe, 1,90). Kendisine "eş-Şâfi-



naklarda elli yedi yıl yaşadığına dair veri-



iyyü's-sagır" lakabının verilmesi bu konu-



len bilgiye g ö r e 249'da (863) doğmuş ol-



munu ima eder. Ayrıca "el-Bâzü'l-eşheb"



malıdır. Fars asıllı olup dedesine nisbetle



lakabıyla anılmış olup Şâfıî fıkıh kitapla-



anılır. İbn Hallikân, Hatîb el-Bağdâdî'nin



rında Ebü'l-Abbas künyesiyle de İbn Sü-



(IX, 219-221) biyog-



reye kastedilir. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî,



rafisine yer verdiği sûfî Ebü'l-Hâris Sü-



İbn Süreyc'e gelinceye kadar İmam Şâ-



(Zehebî, A'lâmü'n-nübelâXIV,



Târîhu Bağdâd'ında



İbn Süreye mezhebin görüşlerini açıklama, ö z e t l e m e ve yeni fıkhî meselelere cevap arama çalışmalarıyla mezhep doktrininin teşekkülüne olan katkıları yanında yetiştirdiği öğrencilerle de mezhebin başta Bağdat olmak üzere pek çok yerde yayılmasında önemli rol oynamıştır. Rakipleri olan Hanefî v e Zâhirî âlimleriyle mücadele etmiş, onlarla tartışmalara katılmış ve temel eserlerine eleştiriler yöneltmiştir. Şâfıî mezhebinin kurumsallaşmasının fikrî ve fıkhî alt yapısının oluşturulması bakımından önem taşıyan taklid ve tahrîc kaidelerini tesis eden İbn Süreye (Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, s. 24) taklidi meşrû bir y ö n t e m olarak ortaya koyup savunmuş, biçimi v e şartlan üzerindeki açıklama v e görüşleri öğrencileri aracılığıyla yayılmıştır. Bu bakımdan Şâfıî mezhebi içinde, Kerhî'nin Hanefî mezhebindeki konumuna benzer bir konuma sahiptir. Ona göre halktan bir kimse fetva aldığı kişiler hakkında araştırma (ictihad) yapmalı, en bilgili v e en dindar olanı bulup ona uymalıdır. Böyle birini bırakıp daha alt seviyedeki bir âlimi taklit etmesi câiz değildir (Şîrâzî, Şerhu'l-Lüma', II, 1011). Bu çerçevede kendisi de İmam Şâfiî'ye uymuş, Şâfıî'nin temel görüşlerinden olduğu bilinen, kitaplarında zikrettiği görüşlerle amel edilmesi, kitaplarında buna aykırı bir şey bulunursa farklı bir görüş sayılmaması için zâhirî anlamı esas alınmayıp te'vil yoluna gidilmesi gerektiğini belirtmiştir (Nevevî, II, 252). Ayrıca müctehidin bir olayla karşılaştığında ictihad edecek zamanının bulunmaması halinde bir başka âlimi taklit etmesini câiz görerek müetehidler için bile taklid kapısını araladığı gibi (Şîrâzî, Şerhu'l-Lüma', II, 1012) bir tek müetehidin görüşüyle icmâ hâsıl olabileceğini de savunur (ei-Vedâ'i', vr. 125b-, Zerkeşî, IV, 516). ibn Süreyc'e göre fıkıh, "bir şeyi benzerine delâlet eden mânasıyla bilmek" demektir. Bu tanım, nasları v e benzerlik ilişkisiyle (kıyas yoluyla) delâlet ettikleri anlamlan içerdiği için Mâtürîdî tarafından eksik bulunmuş



363



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÜREYC, Ebü'l-Abbas ve "benzeri" yerine "başkası" ifadesinin daha isabetli olacağı belirtilerek (Te'oîlât, vr. 658b) naslardan hüküm elde etme yollarının kıyasla sınırianamayacağına işaret edilmiştir. Her yüzyılın başında bir müceddid çıkacağını ifade eden hadis dolayısıyla bilhassa Şâfıîler tarafından III. (IX.) yüzyılın müceddidi kabul edilen İbn Süreye kendisini mezhebin ıslahatçısı olarak görür ve Müzenî'nin mezhep içinde yaptığı ifsadı ıslah ettiğini söyler (Hatîb, IV, 289-290; Sübkî, III, 23). Gerçekten de Müzenî ile İbn Süreyc'in özellikle taklide ilişkin görüşleri arasında büyük bir fark vardır. Müzenî, el-Muhtaşar'inin daha ilk cümlesinde Şâfıî'nin taklidi yasakladığını belirtmiş ve Fesâdü't-taklîd adıyla müstakil bir eser kaleme almıştır. Bu eserde, imamların ihtilâfı halinde sahâbenin yolu takip edilerek devlet başkanının devrin önde gelen âlimlerini bir araya getirip şûra yoluyla meseleleri halletmesini, devlet başkanı bunu yapmadığı takdirde âlimlerin bu yola gitmelerini teklif eder (Zerkeşî, VI, 232233). İbn Süreyc'e göre Müzenî'nin teklifi mezhebin teşekkülü açısından büyük bir problemdir ve muhtemelen et-Takrîb beyne'l-Müzerıî ve'ş-Şâffî adlı eserini bu meseleyi halletmek için yazmıştır. Dihlevî, onun taklid ve tahrîc kaidelerini tesis etmesi sebebiyle müceddid sayıldığını (el-İnşâf, s. 24), Sübkî de müceddid unvanını Şâfiî mezhebinin yerleşik görüşlerini savunması dolayısıyla hak ettiğini (Tabakât, I, 200) belirtir. Nitekim Ebû Hafs elMuttavviî, ondan ilk olarak münazara kapısını açan ve insanlara cedel yöntemini öğreten kişi olarak söz eder (a.g.e., III, 22). Bir mezhebin fıkhî görüşlerini savunmak ve yöneltilen eleştirilere cevap vermek üzere usûl-i fıkıh ve mantık ilimlerinden hareketle ortaya konulan cedel ilminin öncüleri arasında bulunan İbn Süreyc'in bu konudaki görüşleri cedel literatüründe yer alır (meselâ bk. Cüveynî, s. 203, 316, 321, 552), Başta İbnü'n-Nedîm olmak üzere pek çok müellif İbn Süreyc'in fakihliği yanında kelâmcılığına da dikkat çekmiş (el-Fihrist, s. 266), Abdülkâhir el-Bağdâdî ve Fahreddin er-Râzî'nin babası Ziyâeddin el-Hatîb de onu Şâfiî mezhebi âlimleri arasında fıkıhta olduğu kadar kelâm ilminde de en yetişkin kişi olarak nitelendirmiştir (elFark, s. 221; Sübkî, III, 22). İbn Süreye, döneminin güncel kelâm tartışmalarına da katılarak Ebû Ali el-Cübbâî, Ebü'l-Hüseyin el-Hayyât ve Hâris el-Verrâk gibi birçok Mu'tezilî kelâmcının eleştiri konusu yaptığı Ebû Hafs Ömer b. Ziyâd el-Had-



dâd'ın Kitûbü'l-Cârûf ti tekâfü'i'l-edille adlı eserine bir tenkit yazmıştır (Bağdâdî, s. 221; krş. İbnü'n-Nedîm, s. 217). Buna karşılık İbn Süreyc'in, ileri yaşlarda Mu'tezile eserlerini okuyup ne tür bir yanlış anlayışa götürdüğünü bilmeden onların ifadelerini doğru bulduğu ileri sürülmüş ve meselâ şer"î hükümlerde haber-i vâhidle kıyası delil olarak kullanmanın aklen vâcip olduğu gibi görüşlerinin kelâm ilminde yetkin olmamasından kaynaklandığı ifade edilmiştir (Zerkeşî, I, 140-141). Halbuki İbn Süreye, el-Vedâ'ic li-marışûşi'ş-şerâ'i1 adlı eserinde haber-i vâhid ve kıyasın hüccet olmasının delilleri arasında akla yer vermemektedir (vr. 124b, 125b). İbn Süreye, Mâlikî âlimi İbn Müntâb elKerâbîsî ve Zâhirîler'den İyâzî ile birlikte Mu'tezile'nin önde gelen âlimlerinden Ebü'l-Hüseyin el-Hayyât ve Ebü'l-Hasan el-Berzaî'den kelâm okumuş, kendisinden de Ebû Bekir Ahmed b. Hasan el-Fârisî ve tarihçi Mes'ûdî gibi Mu'tezilîler fıkıh öğrenimi görmüştür. Mu'tezile ile bu kadar yakın ilişki içinde olmasına rağmen itikadî konularda İbn Kesîr'in belirttiği üzere Selefî bir yaklaşım içindedir (Tabakâtü 't-fukahâ'i'ş-Şâfı'iyytn, I, 194). Daha sonra Şâfiîler'in büyük çoğunluğunun itikadda imamı haline gelecek olan çağdaşı Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'nin aksine, kelâm ilmi mukaddemâtından sayılan ve Allah'ın varlığının ispatına temel oluşturmak üzere ele alınan arazlar ve cisimler konusuna girmeyi ehl-i bâtılın tevhid anlayışı olarak niteler ve Hz. Peygamber'in buna karşı çıkmak için gönderildiğini belirtir (İbn Teymiyye, Der'ü te'âruzi'l-'akl ue'n-nakl, VI1, 185). Onun günümüze ulaşan kelâma dair tek eserinde de Selefî tavrı açıkça görülmektedir. Kur'an ve hadislerde Allah hakkında kullanılan el, yüz, inme, yükselme, yakınlık, uzaklık gibi ifadeler konusunda da hem Mu'tezile ve Ehl-i sünnet kelâmcıları hem Müşebbihe'den farklı bir tavır ortaya koyarak bu müteşâbih sıfatlarla ilgili âyet ve hadislerin olduğu gibi kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. İbn Süreyc'e göre müteşâbih sıfatlara herhangi bir ilâvede bulunmak ya da bunları eksiltmek, onları açıklamaya ve niteliğini sorgulamaya girişmek ve Arapça'dan başka bir dile çevirmek doğru değildir; Kur'an'da nasıl geçiyorlarsa öylece bırakmak gerekir. Bu sıfatlara inanmak vâcip, onları yorumlamak bid'attır (İbn Kayyim el-Cevziyye, İctimâ'u 'l-cüyûşi'l-lslâmiyye, s. 126-130).



sohbetlerine katılır, Cüneyd'in konuşmalarında geçen bazı ifadeler kendisine sorulduğunda ise bunların herkesin anlayamayacağı rumuzlar olduğunu ve onunla birlikte olmaktan çok etkilendiğini söylerdi (Abdülkerîm b. Muhammed er-Râfiî, etTedvînfî ahbâri Kazuîn, I, 203; II, 209). Ebû Ali er-Rûzbârî ve Ebû Ali Muhammed b. Abdülvehhâb es-Sekafî gibi mutasavvıfların kendisinden fıkıh öğrenmeleri de sûfîlere karşı olumlu bir tutum içinde olduğunu gösterir. Nitekim Hallâc-ı Mansûr'un 301'de (913) ilhâd davasıyla yargılanması sırasında kendisinin bilgisine başvurulunca halini bilmediği için bir şey söyleyemeyeceğini belirterek fetva vermekten kaçınmıştır. Müşebbihe'den Hulûliyye'nin Azâfire kolunun kurucusu İbn Ebü'l-Azâfir ve müridleri zındıklık ithamıyla yakalandığında bunlar arasında yer alan Vezir Hüseyin b. Kasım tövbe etmiş ve İbn Süreye de Şâfiî mezhebine göre tövbesinin kabul edilmesi yönünde fetva vermiştir. İbn Süreye, boşamayla ilgili olarak başlattığı bir tartışma konusuyla da uzun süre ilim çevrelerini meşgul etmiştir. Mezhebinin kurallarından hareketle boşamada devir (kısır döngü) meselesini ilk defa formüle ederek fetva verdiği için bu konu literatürde onun adına nisbetle "elmes'eletü's-Süreyciyye, es-Süreyciyye, etTesrîc" adlarıyla anıldığı gibi "el-yemînü'ddâire, el-mes'eletü'd-dâire, mes'eletü'ddevr, devrü't-talâk" diye de bilinir. Bu mesele şöyle formüle edilir: Bir kimse karısına, "Seni boşarsam ondan önce üç defa boşsun" dese devirden dolayı boşama hiçbir zaman gerçekleşmez. Çünkü eşini boşamaya kalkışması durumunda ondan önce üç boşama gerçekleşmiş olacağından bu boşama ve dolayısıyla ona bağlı olan önceki boşama meydana gelmez. Böylece boşama müessesesini ortadan kaldıran bu fetva daha sonra gelen Şâfıî âlimleri arasında önemli bir tartışma konusu olmuş, bu meselede İbnü'l-Haddâd el-Kinânî, Abdullah b. Ahmed el-Kaffâl el-Mervezî, Fahrülislâm Muhammed b. Ahmed el-Kaffâl eş-Şâşî, Kâdî Ebü't-Tayyib et-Taberî, Ebû İshak eş-Şîrâzî ve Ebü'lHasan İbnü'l-Hâl el-Bağdâdî gibi âlimler İbn Süreyc'i desteklemişlerdir. Gazzâlî, önce İbn Süreyc'i destekleyerek G ö y e t ü ' l - ğ a v r ti dirâyeti'd-devr



adlı



bir eser yazmışsa da daha sonra kaleme aldığı el-Gavr



ti'd-devr'de



önceki görü-



şünden vazgeçip yanlış ietihadda bulun-



Dedesi vasıtasıyla tasavvufa âşinalığı



duğunu söylemiş, bu şekilde boşamayı



olan İbn Süreye, Cüneyd-i Bağdâdî'nin



ortadan kaldırmanın bâtıl olduğunu sa-



364



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÜREYC, E b ü ' l - A b b a s temiyle fıkhî meselelerin Kitap, Sünnet v e icmâdan delilleriyle aklî delilleri verilir



"'.^tüJ^siuf! ; > s



. ..ı/'f



K i



H



...i



v e kısa açıklamalar yapılır. Kitabın sonlarında nesih, sünnetin çeşitleri, haber-i



11 6



vâhid, icmâ, kıyasın ispatı ve ilim öğrenme konularına yer verilmesi, İbn Süreye dönemi ve öncesinden günümüze usul i ^ ' ^ ı U J



p i l " W



S - o ^ U ^ ^ L ' - M ' k



ti



alanında çok az dokümanın intikal etmiş olması sebebiyle eserin değerini arttır-



r l ^ i d ^ f e ^ ^ f t f a t i h .-fi



Ü^AlUs^



maktadır. 2. el-Aksâm



(Ches-



ve'1-hışâl



ter Beatty Library, nr. 5115). 3. Cüz' V.U







.



l



ecvibetü'l-imâmi'l-'âlim Ahmed



b. 'Ömer



fîhi



Ebi'l-'Abbâs



b. Süreye fî



uşûli'd-



dîn (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2763). Bu risâle, Ebü'l-Kâsım Sa'd b. Ali b.



i



Muhammed ez-Zencânî'nin (ö. 471/1078) Mekke'de kendisine sorulan sorulara verdiği cevapları içeren



Cevâbâtü'l-mesâ'il



adlı eserde kaydedilmiş v e İbn Kayyim elIrtTn



~ • j"



« / *



..



»ı



Cevziyye buradan risâlenin t a m a m ı n ı



t



s. 126-130),



(İctimâ'u'l-cüyûşi'l-İslâmiyye,



Zehebî ise bazı kısımlarını (el-'ülüu, 207-208; el-Erba'ûn, Ebü'l-Abbas ibn Süreyc'in el-Vedâ'i'



li-manşûşi'ş-şerâ'i' adlı eserinden iki sayfa



s.



I, 90-91) nakletmiş-



tik



(Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1502, vr. l b , 2a)



İbn Süreyc'in kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır:



Risâletü'l-



(Şâş bölgesi fa-



beyân 'an uşûli'l-ahkâm



kihlerinden bir grubun isteği üzerine yazılmış olan eser İmam Şâfiî, Mâlik, Süfyân esvunmuştur (Abdülkerîm b. Muhammed er-



245), İbn Kayyim el-Cevziyye ise



Râfiî, el-'Azîz şerhu'l-Vecîz, IX, 116). Takıy-



muvakkı'în



yüddin es-Sübkî, Katfü'n-nevr



fîmesâ'i-



meseleye geniş yer verip lehte v e aleyh-



mektedir; Sübkî, bu eserin on beş varaklık



adıyla iki



teki bütün delilleri zikrederek tartışmış,



bir nüshasının kendisinde bulunduğunu



eser yazıp İbn Süreyc'i desteklemiş, an-



sonuçta bunun câiz olmayan hileler ara-



belirtmektedir | Tabakât, III, 456-457]), İş-



cak vefatından önce üçüncü bir eser ka-



sında yer aldığını belirtmiştir. Klasik dö-



bâtü'l-kıyâs



leme alarak bu görüşünden dönmüştür



nemde İsmâilîler'in önde gelen âlimlerin-



kaydedilmektedir |Cessâs, el-Fuşûl, IV, 32)),



li'd-devrve



en-Nevr



fi'd-devr



İ'lâmü'l-



Sevrî, Ebû Hanîfe ve iki öğrencisi ile Dâvûd



adlı eserinde (III, 263-291)



ez-Zâhirî'nin usule dair görüşlerini içer-



(1000 varak kadar olduğu



(Fetâuâ, II, 314). Ömer b. Raslân Bulkinî



den Kadı Ebû Hanîfe Nu'mân b. Muham-



Nakzu Kitâbi'l-Cârûf



ise kendisi devirin sıhhatine fetva verme-



med (ö. 363/974) er-Red 'alâ İbn



Süreye,



tekâfü'i'l-edille,



diği halde sahih görenleri taklid etmenin



günümüzde ise Hüseyin Halef el-Cebû-



inkârihi'l-kıyâs,



câiz olduğunu v e ictihadî bir meseleden



rî el-İmâm



fi'l-kıyâs,



dolayı mukallidin günahkâr sayılamaya-



ârâ'ühü'1-uşüliyye



cağını belirtmiştir (İbnü'l-İmâd, 11, 248).



adıyla birer kitap yazmışlardır.



Abdülvâhid er-Rûyânî de bu görüşü tercih ettiği halde zaman bozulduğu için halka öğretmeyi doğru bulmamıştır (Abdülkerîm b. Muhammed er-Râfiî, el-'Azız şerhu'1Vecîz, IX, 116). Konuya Şâfiî fıkıh eserlerinde geniş biçimde yer verildiği gibi yukarıda anılanlardan başka Fahrülislâm Muhammed b. Ahmed el-Kaffâl eş-Şâşî'nin Telhîşü'1-kavl



fi'1-mes'eleti'1-men-



sûbe li-Ebi'l-'Abbâs



b. Süreye



İbn Hacer el-Askalânî'nin Kitâbü leti's-Süreyciyye



Mes'e-



ve İbn Hacer el-Heyte-



mî'nin el-Edilletü'l-merdıyye lârıi'd-devr



fi't-talâk,



'alâ but-



fi'l-mes'eleti's-Süreyciyye



adlı eserleri gibi müstakil çalışmalar da yapılmıştır. Hanbelîler'den İbn Teymiyye, İbn Süreyc'in bu fetvasını sert biçimde eleştirmiş ( M e c m û ' u fetâvâ, XXXIII, 240-



Ebü'l-'Abbâs



b. Süreye



ve



(Mekke 1414/1993)



Eserleri. İbn Süreyc'in kitaplarına ait fihristin 400 civarında başlık içerdiği belirtilirse de kaynaklarda çok azının adı zikredilmiş ve bunlardan yalnızca üçü günümüze ulaşmıştır. Nitekim bu eserler erken devirlerde nâdir bulunur hale gelmiş olup İsnevî (ö. 772/1370), sadece elVedâ'i'



adlı bir kitaba ve Müzenî'nin el-



Muhtaşar'ma



yöneltilen itirazlara verdi-



ği cevapları içeren bir çalışmaya sahip olduğunu belirtmektedir fı'iyye, II, 21). 1. şerâ'i'



(Tabakatü'ş-Şâ-



el-Vedâ'i'li-manşûşi'ş-



(Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr.



1502; Rabat, el-Hizânetü'l-âmme). Kâtib Çelebi'nin delillerden mücerret olarak hükümleri ihtiva eden orta hacimli bir eser olarak nitelemesine karşılık (Keşfü'z-zunûn, II, 2005) bu eserde soru-cevap yön-



'ale'l-kâ'ilîne



er-Red



er-Red 'alâ İbn



er-Red'alâ



bi-



'alâ Dâvûd







Dâvûd



İbn Dâvûd fî me-



sâ'ile i'teraza



bihe'ş-Şâfi'î,



Muhammed



b. el-Hasan,



er-Red'alâ er-Red



'îsâ b. Ebân, Cevâbü'l-Kâsânî



'alâ



(Ebû Be-



kir Muhammed b. İshâk el-Kâsânî),



el-İn-



tişâr, el-A'zâr ve'l-enzâr,



bey-



et-Takrîb



n e ' İ - M ü z e n i ve'ş-Şâfi'î, beyne



Muhammed



Kâdî İsmâ'îl, Gunye,



b. el-Hasan



el-Muhtaşar



el-Furûlf



Kitâbü'l-'Ayn



et-Tavassut







ve'd-deyn



fi'l-fıkh,



ve'lel-



fürû'i'ş-Şâfi'iyye, fi'l-veşâyâ.



Müellif ayrıca ferâize dair eserler yazmış olup bunlarda ferâiz, devir meseleleri ve vasiyet konularında Eyyûb b. Süleyman el-Huzâî ve Hassâf'ı eleştirmiştir (İbnü'sSalâh, II, 554-555). Ona nisbet edilen elHışâl fi'l-fürû'



adlı eser ise Sübkî'nin



belirttiğine g ö r e Tezkiretü'l-'âlim irşâdü'l-müte'allim'in



ve



yazarı olan oğ-



lu Ebû Hafs Ö m e r ' e aittir (Tabakât,



III,



23, 469). 365



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN SÜREYC, Ebü'l-Abbas BİBLİYOGRAFYA : İbn Süreye, el-Vedâ'i'



Sü-



li-manşûşi'ş-şerâ'i',



l e y m a n i y e Ktp., A y a s o f y a , nr. 1502, vr. 2 b - 3 " , 1 2 4 a - 1 2 6 b ; M â t ü r î d î , Te'uîlât,



Süleymaniye



Ktp., Çorlulu Ali Paşa, nr. 10, vr. 6 5 8 b ; Cessâs, el-Fuşûl



Uceyl Câsim N e ş e m î ) , İs-



fı'l-uşûl(nşr.



tanbul 1414/1994, IV, 32; İbnü'n-Nedîm,



el-Fih-



rist ( T e c e d d ü d ) , s. 2 1 6 - 2 1 7 , 2 6 6 ; Kâdî Abdülcebbâr, Tabakâtü'l-Mu'tezile



{Fazlü'l-i'tizâl



el-Fark



(Kevserî), s. 158, 160, 216, 221; Abbâdî,



el-Fu-



s. 62-63; Hatîb, Târîhu



Bağ-



kahâ'ü'ş-Şâfi'iyye,



dâd, II, 362; IV, 2 8 7 - 2 9 0 ; VII, 269; IX, 2 1 9 - 2 2 1 ; Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukahâ\ a.mlf.. Şerhu'l-Lüma', el-Kâfıye



s. 1 0 8 - 1 0 9 , 110;



II, 1011-1012; Cüveynî, (nşr. Fevkıyye Hüseyin Mah-



fl'l-cedel



mûd), Kahire 1399/1979,s. 203, 316, 321, 552; Kâdî İyâz, Tertîbü'l-medârik, zî. el-Muntazam



II, 178; İbnü'l-Cev-



( A t â ) , XIII, 182-183; Abdülke-



rîm b. M u h a m m e d er-Râfiî, et-Tedvîn







ahbâri



(nşr. Azîzullah el-Utâridî), Beyrut 1408/



Kazvîn



1987, I, 203; II, 209; a.mlf., el-'Azîz



şerhu'l-Ve-



cîz (nşr. Ali M u h a m m e d Muavvaz - Âdil A h m e d Abdülmevcûd), Beyrut 1417/1997, IX, 110-116; İbnü's-Salâh,



Tabakâtü'l-fukahâ'i'ş-Şâfi'lyye



(nşr. Muhyiddin Ali Necîb), Beyrut 1413/1992,1, 8 6 , 1 0 9 , 155-156, 229, 269, 375, 3 9 5 , 4 1 5 , 4 2 7 , 4 6 5 , 5 0 3 ; II, 5 5 4 - 5 5 5 , 5 8 9 ; Nevevî, Tehzîb, 2 5 1 - 2 5 2 ; İbn Hallikân, Vefeyât,



IV, 260; V, 4 1 6 ; İbn Teymiyye, Mecmû'u ve'n-nakUnşr.



fetâvâ,



te'âruzi'l-'akl



M. Reşâd Sâlim), Riyad 1981, VII,



185; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',XIV, a.mlf., el-'ülüv



II,



I, 4 9 , 6 6 - 6 7 ;



XXXIII, 2 4 0 - 2 4 5 ; a.mlf., Der'ü



201-204; Ebû Mu-



li'l-'aUyyi'l-ğaffâr(nşr.



h a m m e d Eşref b. Abdülmaksûd), Riyad 1995, s. 207-208; a.mlf., el-Erba'ûnfîsıfâti



Rabbi'l-'âle-



mîn (nşr. Abdülkâdir b. M u h a m m e d Atâ Sûfî), Medine 1414, I, 9 0 - 9 1 ; İbn Kayyim el-Cevziyye, III, 263-291; a.mlf., Icti-



İ'lâmü'l-muvakkı'în,



Beşîr Muham-



mâ'u'l-cüyûşi'l-İslâmiyye(nşr.



Ebû Yahyâ Ubeydullah b. Süreye (ö. 98/716 [?]) Mûsikişinas.



^



ve



içinde, nşr. Fuâd Seyyid),



Tabakâtü'l-Mu'tezile



Tunus 1393/1974, s. 3 0 1 , 3 2 1 ; Bağdâdî,



İBN SÜREYC, Ubeydullah ( jJJj~J tf «OillıA^fi)



Muhtemelen 20 (641) yılında Mekke'de doğdu. Nevfeloğulları'nın, Leysoğulları'nın veya Benî Mahzûm'un âzatlısı olduğu rivayet edilmektedir. Babası Türk olup annesi Râika, Muttalib ailesinin âzat ettiği bir câriye idi. İbn Süreye mûsikiyle ilgilenmeye Hz. Osman döneminde başladı. Mekke'de hânende İbn Miscah'ın, Medine'de hânende ve bestekâr Tlıveys, Azzetülmeylâ ve Neşîd el-Fârisî'nin talebesi oldu. Neşîd'den ayrıca Fars mûsikisini öğrendi. Harre Savaşı'na (63/683) katılan ve bu savaşta ölenler için söylediği ağıtlarla dikkati çeken İbn Süreye bu olaydan sonra tanınmaya başlandı. Bir ara Hz. Ali'nin torunu Sükeyne bint Hüseyin'in himayesine girdi. Zamanla devrin en ünlü mersiyehanı oldu. Öğrencisi Garîz, bu alanda kendisini aşacak derecede ün kazanınca hânendeliğe yöneldi. Bu alanda ilk defa efendisinin oğlu Abdullah b. Abdurrahman b. Ebü'l-Hüseyin'in sünnet düğününde söylediği şarkılarla tanındı ve kısa zamanda bütün Hicaz bölgesinde meşhur oldu.



med Uyûn), D ı m a ş k - B e y r u t 1414/1993, s. 126130; Takıyyüddin es-Sübkî, Fetâvâ,



Beyrut, ts.



(Dârü'l-maârif), II, 297-303, 313-314; Safedî, elVâfî, III, 60-61; VII, 260-261; İsnevî, Şâfl'iyye,



II, 2 0 - 2 1 ; İbn Kesîr,



fabakâtü'ş-



Tabakâtü'l-fuka-



(nşr. A h m e d Ö m e r Hâşim - M.



hâ'i'ş-Şâfl'iyyîn



Z e y n ü h ü m M. A z b ) , Kahire 1413/1993,1, 193196; Sübkî, Tabakat



(Tanâh\),l, 200-202; II, 104,



105, 133, 185, 187, 2 6 0 , 3 0 1 , 3 0 2 ; III, 21-39,79, 202, 2 7 2 , 4 4 5 , 4 5 6 - 4 5 7 , 469, 4 7 1 ; IV, 70-71, 3 6 7 - 3 6 8 ; V, 2 4 6 , 2 8 2 ; VI, 177; IX, 161, 2 4 5 246; Zerkeşî, el-Bahrü'l-muhît(r\şx.



Abdülkâdir



Abdullah el-Ânî), |baskı yeri yok) 1992,1, 7, 140141; IV, 374, 516; V, 25, 26; VI, 212, 2 3 2 - 2 3 3 , 4 2 8 , 537, 585; İbn Kâdî Şühbe, I, 8 9 - 9 1 ; Süyûtî, el-Vesâ'il



fi'iyye, evâ'il



Tabakatü'ş-Şâilâ



ma'rifeti'l-



(nşr. İbrâhim e l - A d e v î - A l i M u h a m m e d



Ö m e r ) , Kahire, ts. (Mektebetü'l-Hâncî), s. 108; 7 0 5 , 8 9 0 ; II, 1245,1257-1258,



Keşfü'z-zunûn,I,



1444, 1662, 2005; İbnü'l-İmâd, Şezerât,



II, 228,



2 4 7 - 2 4 8 ; Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, el-İnşâf, tanbul 1983, s. 21, 24; Brockelmann, GAL, 391; Suppl., 'ellefâtü



1, 647; Abdurrahman Bedevî,



'l-Gazzâlî,



İsI, Mü-



Küveyt 1977, s. 50-52, 207-



2 0 9 ; S e z g i n , G A S (Ar.), 1/3, s. 1 9 9 ; A . Kevin Reinhart, Before Revelation: Müslim



Moral



Thought,



The Boundaries



17, 189; Christopher Melchert, The of the Sünni



Schools



of



N e w York 1995, s. 15Formation



of Lauı, Ç^-IO"1



Centu-



ries C.E., L e i d e n 1997, s. 8 7 - 1 1 5 ; J. Schacht, " i b n S u r a y d j " , El2 (İng.), III, 9 4 9 - 9 5 0 ; E. Chaum o n t , " a l - S u r a y d j i y y a " , a.e., IX, 893.



Devlet adamları ile samimi ilişkiler içinde bulunan İbn Süreye, özellikle Halife Velîd b. Abdülmelik ve Süleyman b. Abdülmelik'ten yakın ilgi gördü. Şair Cerîr b. Atıyye'nin İbn Süreyc'in eserlerini dinlerken âdeta kendinden geçtiği, bunun sebebi sorulduğunda diğer şarkıların çıkış yerinin akıl, onun eserlerinin ise gönül olduğunu söylediği rivayet edilir. Medineli hânende Mâlik b. Ebü's-Semh, İbn Süreyc'e iyi bir mûsiki icracısında bulunması gereken özellikleri sormuş ve ondan gerçek sanatkârın akılları doyurup gönülleri doldurması, vezni güzel kullanması, güfteyi gramer kurallarına uygun şekilde okuması, uzun ve kısa nağmelerin hakkını vermesi, âhenge dikkat etmesi, bilhassa kelime ve cümledeki vurguları iyi kavrayarak sâzendelerle uyum sağlaması gerektiği cevabını almıştı. Mâlik bu cevabı hânende Ma'bed b. Vehb'e iletince Ma'bed'in, "Mûsiki hakkında Kur'an'da bir tarif yer alsaydı ancak bu şekilde olurdu" dediği nakledilmektedir. Kaynaklarda udu Mekke'de ilk d e f a







ŞÜKRÜ Ö Z E N



Ubeydullah b. Süreyc'in kullandığı belir-



tilir. Rivayet edildiğine göre Abdullah b. Zübeyr zamanında Kâbe'nin yeniden inşasında çalıştırılmak üzere İran'dan getirilen ustaların ud eşliğinde şarkı söylemeleri Mekkeliler'in çok hoşuna gitmiş, bunun üzerine İbn Süreye, şarkı okurken bu mûsiki aletini de icraya katabileceğini söyleyerek bu yolda bir deneme yapmış ve başarılı olmuştur. İshak el-Mevsılî, mûsiki âlimlerinden Hişâm b. Meriye'ye devrin en büyük mûsiki üstadının kim olduğunu sormuş, Hişâm da, "Allah, Dâvûd peygamberden sonra İbn Süreyc'den daha güzel bir ses, mûsikide ondan daha maharetli bir kişi yaratmadı" cevabını vermiştir. Yine Hişâm b. Meriye, Medine'de bir mecliste İbn Cüreyc'in ölüm haberini alan Ma'bed b. Vehb'in o andan itibaren mûsikide insanların en üstününün kendisi olduğunu dile getirdiğini nakleder. İshak el-Mevsılî'ye göre İbn Süreye Ma'bed b. Vehb, İbn Muhriz ve Mâlik b. Ebü'sSemh ile birlikte zamanın en ünlü dört ses sanatkârından biridir. Yûnus el-Kâtib de Garîz, İbn Süreye, İbn Muhriz ve İbn Miscah'ı Arap mûsikisinin dört temel taşı olarak nitelemiştir. İbn Süreye, Arap mûsikisinde çok kullanılan sakil ritimlerinin ustası olup talebesi Garîz'in bu ritimdeki üstün başarısı karşısında daha yumuşak olan remel ve hezec ritimlerinde okumayı tercih etmiştir. İshak el-Mevsılî onun altmış sekiz bestesi olduğunu söyler. İbn Süreye, eserlerinde güfte olarak kendi şiirlerinin yanı sıra Cerîr b. Atıyye, Ömer b. Ebû Rebîa, Yezîd b. Muâviye, Ahvas, Abdurrahman b. Hassân b. Sâbit, Urve b. Üzeyne ve Ahtal gibi şairlerin şiirlerini kullanmıştır. Besteleri Muhammed b. Âişe gibi sonraki mûsikişinaslar tarafından seslendirilmiştir. Cüzzam hastalığına yakalanan İbn Süreyc'in ölüm tarihiyle ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Seksen beş yaşlarında Hişâm b. Abdülmelik döneminde (724743) vefat ettiğini kaydeden bazı kaynakların yanında Süleyman b. Abdülmelik (715-717), Ömer b. Abdülazîz (717-720) veya Yezîd b. Abdülmelik (720-724) devrinde öldüğünü ileri sürenler de vardır. Kabri Mekke yakınında Nahletülyemâniye'deki Desm'dedir. İbn Süreyc'in kızı da babasının bestelerini başarılı bir şekilde okuyan bir hânendeydi. Damadı Saîd b. Mes'ûd el-Hüzelî ise kayınpederinin bestelerini karısından öğrenerek okuduğu için onun kadar başarılı sayılmamıştır.



366



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞÂHİN BİBLİYOGRAFYA : İbn Abdürabbih, el-'İkdü'l-ferîd,



Beyrut 1402/



1982, VI, 11, 27, 29, 51, 52, 3 8 8 , 3 9 0 ; Ebü'lFerec el-İsfahânî, el-Eğânî,



Beyrut 1990,1, 231-



304; İbn Manzûr, Muhtârü'l-Eğânî,



|baskı yeri



ve tarihi yok|, VI, 2 1 7 - 2 5 3 ; Nüveyrî, ereb, IV, 2 4 9 - 2 6 2 ; İbn Haldûn,



Nihâyetü'l-



Mukaddimece.



Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, II, 991; H. G. Farmer, A History



of Arab'ıan



Music,



1929, s. 7 9 - 8 0 ; Şevtö Dayf, eş-Şi'r Medîne



ue Mekke



London



ve'l-ğmâ



1976, s. 198-200; Ziriklî, el-A'lâm



fı'l-



Kahire



li-'aşri Benî Ümeyye,



(Fethullah),



IV, 194; Ali Useylî el-Âmilî, el-Gınâ



fı'l-İslâm,



Beyrut 1404/1984, s. 3 9 - 4 0 ; Abdülemîr Ali Mühennâ, Aljbârü'l-muğannîn



ue'l-muğanniyât,



Beyrut 1990, s. 127-140; Semîr Şeyhânî, rü'l-muğannîn



tnde'l-'Arab



ue



Beyrut 1992, s. 55-60; Cezzâr, 'ellifîn,



Eşhe-



nevâdirihim, Medâhilü'l-mû-



II, 669; C. Brockelmann, " İ b n S ü r e y e " ,



İA, V/2, s. 8 2 4 - 8 2 5 ; J. W. Fück, " i b n S u r a y d j " , £/ 2 (İng.), III, 9 5 0 ; " İ b n S ü r e y e " , DMBİ, III, 677680; Fuat Günel, " G a r î z " , DİA, XIII, 382.



r



S İ



FUAT G Ü N E L



İBN Ş A ' B Â N



^



(ûl*-* Ebû İshâk Muhammed b. el-Kâsım b. Şa'bân b. Muhammed b. Re1 îa el-Ammârî el-Mısrî (ö. 355/966) L



Mâlikî fakihi.



J



Sahâbî Ammâr b. Yâsir'in soyundan olup küpe (kurt) ticareti yaptığı veya Kurt kabilesine mensup olduğu için İbnü'l-Kurtî diye de bilinir. Makrîzî doğum tarihini 284 (897) olarak vermekle birlikte (el-Muk:affe'l-kebîr, VI, 531) seksen yaşını aşmış olarak vefat ettiğine dair bilgiler göz önüne alındığında 270 (883) yılı civarında doğduğu söylenebilir. İshak b. İbrâhim b. Yûnus el-Bağdâdî, Ebû Bekir İbn Sadaka, İbrâhim b. Ammâr b. Saîd el-Haşşâb, Muhammed b. Ahmed b. Hammâd Zuğbe, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesâî, Ebü'l-Alâ Muhammed b. Ahmed b. Ca'fer el-Vekîî ve Dâvûd b. İbrâhim b. Dâvûd el-Bağdâdî gibi âlimlerden hadis okudu, İmam Mâlik'in ve talebelerinin fıkhıyla ilgili rivayetleri dinledi. Kendisinden rivayette bulunanlar arasında Ebü'l-Abbas Münîr b. Ahmed b. Hasan, Ahmed b. Abdullah el-Beledî, Ebû Muhammed İbnü'n-Nehhâs, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Veşşâ, Muhammed b. Ahmed b. Hallâs et-Ticânî, İbn Ebû Zeyd, Ebü'l-Kâsım İbnü'd-Debbâğ ve Abdurrahman b. Yahyâ el-Attâr zikredilmektedir. İbn Şa'bân, yaşadığı dönemde Mısır'da Mâlikî fakihlerinin imamı ve Mâlikî fıkhı-



nı, özellikle de bu alandaki rivayetleri en iyi bilen kişi olarak kabul edilirdi. Fıkıh ve hadiste yetişkin, edebiyat ve tarih başta olmak üzere birçok ilim dalında da ehliyet sahibi bir kimseydi. Bununla birlikte Arapça'da güçlü olmadığı ve hatalı ifadelerinin bulunduğu, eserlerinde İmam Mâlik'le görüştüğü bilinmeyen kimselerden rivayette bulunarak İmam Mâlikten mezhepte kabul görmemiş ve sika râvilerce onaylanmamış bazı garip görüşlere yer verdiği belirtilerek tenkit edilmiştir (Kâdî İyâz, İl, 293-294; İbn Ferhûn, II, 194). İbn Hazm ise İbn Şa'bân'ın, bazı rivayetlerinde değişiklik ve kitaplarında karışıklığın bulunması bakımından Hanefîler'den Abdülbâki b. Kâni'a benzediğini söyler. Ancak Zehebî, İbn Hazm'ın onu hangi sebepten dolayı zayıf olarak değerlendirdiğini anlayamadığını ifade etmektedir (Mîzânü'l-i'tidâl, IV, 14). Kaynaklar İbn Şa'bân'ı sünnete bağlı, ibadete düşkün, hak bildiği yolda cesaretle yürüyen bir kimse olarak tanıtır. Fâtımîler'in Mısır üzerinde tehditlerini arttırdığı bir dönemde yaşayan İbn Şa'bân'ın onlar hakkında ağır sözler söylediği belirtilir. Kâdî İyâz, Fâtımî Halifesi Muiz-Lidînillâh'ın Mısır'a girmeden önce İbn Şa'bân'a 100 miskal altınla birlikte bir mektup gönderdiğini, fakat İbn Şa'bân'ın bu mektubu başındaki besmele kısmını kesip ayırdıktan sonra yaktığını ve parayı da geri gönderdiğini kaydeder (Tertîbü'lmedârik, II, 293-294). Buna karşılık Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem'in her yıl İslâm ülkelerindeki ilim adamlarına gönderdiği hediyeler arasında Mısır ulemâsına da birçok hediye ile birlikte 1 OO'er miskal altın gönderdiği, İbn Şa'bân'a ise bunların iki katını yolladığı ve onun da bu hediyeleri kabul ettiği bilinmektedir. Kayrevan hâkimi de İbn Şa'bân'a hediyeler göndermiş, fakat İbn Şa'bân onları geri çevirmiştir. İbn Şa'bân 16 Cemâziyelevvel 355 (10 Mayıs 966) tarihinde Kahire'de vefat etti ve Karâfe Kabristanı'na defnedildi. Makrîzî ise onun 16 Cemâziyelâhir'de öldüğünü belirtir. Kaynaklar İbn Şa'bân'ın onu aşkın eserinden söz eder. Bunlar arasında ez-Zâhi'ş-Şacbânî (Fıkıh sahasında telif ettiği en meşhur kitabıdır), Ahkâmü'l-Kur'ân, el-Muhtaşar, Menâkıbü Mâlik, Şüyûhu Mâlik, er-Ruvâtü can Mâlik (Zehebî bu eseri gördüğünü söyler, bk. A'lamü'nnübelâXVI, 79), el-Menâsik, en-Nevâdir, es-Sünen kable'l-vudû3 ve el-Mevâ% sayılabilir.



BİBLİYOGRAFYA : Kâdî İyâz, Tertîbü'l-medârik, Sem'ânî, el-Ensâb,



II, 2 9 3 - 2 9 4 ;



IV, 474; İbnü'l-Esîr,



el-Lübâb,



III, 26; Zehebî, AHâmü'n-nübelâXVI, a.mlf., Târîhu'l-İslâm:



132; a.mlf., Mîzânü'l-i'tidâl, Muğnî,



78-79;



sene 351-380,



s. 131-



IV, 14; a.mlf.. el-



II, 6 2 5 ; İbn Ferhûn,



ed-Dîbâcü'l-müz-



heb, 11, 1 9 4 - 1 9 6 ; İbn Kunfüz, el-Vefeyât



(nşr.



 d i l Nüveyhiz), Beyrut 1983, s. 2 1 7 ; Makrîzî, (nşr. M u h a m m e d e l - Y a ' l â -



el-Mukaffe'l-kebîr



v î ) , Beyrut 1991, VI, 5 3 1 - 5 3 2 ; M a h l û f , 1, 80; Kehhâle,



retû'n-nûr,



Şece-



Mu'cemü'l-mü'el-



liftn, XI, 140; Ziriklî, el-A'lâm



(Fethullah), VI,



335; H. R. Idris, " D e u x juristes kairouanais d e l ' e p o q u e z î r î d e : ibn A b î Z a i d et A l - Q â b i s î ( X e X P s i e c l e ) " , Annales entales,



de l'institut



d'etudes



ori-



XII, A l g e r 1954, s. 137. I S



KEMAL YILDIZ



İBN ŞÂHİN (^ifcli



r



n



Ebû Hafs Ömer b. Ahmed b. Osman el-Bağdâdî (ö. 385/996)



L



Nâsihu l-hadîş ve mensûhuh adlı eseriyle tanınan hadis hâfızı.



J



Babasının kaydına göre Safer 297'de (Kasım 909) Bağdat'ta doğdu. Bazı kaynaklarda bu tarihin 277 (890) olarak gösterilmesi (İbnü'l-Cezerî, I, 588; Dâvûdî, II, 2), sözü edilen kayıttaki "tisin" kelimesinin "seb'în" şeklinde okunmasından kaynaklanmış olmalıdır. Aslen Merverrüzlu olup yetişmesinde büyük emeği geçen anne tarafından dedesi Ahmed b. Muhammed b. Yûsuf b. Şâhin'e nisbetle İbn Şâhin diye tanındı. Kendisine hadisi sevdiren dedesiyle bir muhaddis olan babası sayesinde küçük yaşta hadis meclislerine katıldı. Kendi ifadesine göre 308'de (920) hadis yazmaya başladı. Bu sıralarda Ebü'l-Kâsım el-Begavî, İbn Ebû Dâvûd ve İbn Sâid el-Hâşimî'den hadis dinledi. Otuz yaşında iken hadis öğrenimi için Basra, Mısır, Dımaşk, Remle, Asker, Humus, Rakka, Vâsıt, Ahvaz, Übülle ve Trablus'a seyahatler yaptı. İbnü'I-Bâgandî, İbn Ziyâd en-Nîsâbûrî, İbn Mücâhid, İbn Mahled el-Attâr, İbn Şenebûz, İbn Dürüsteveyh, İbn Ukde, İbnü'l-Bühlûl, Ahmed b. Süleyman b. Zebbân, İbn Ebû Sâbit diye bilinen Ebû İshak İbrâhim b. Muhammed ve Ebü'l-Leys Nasr b. Kasım el-Ferâidî gibi hocalardan ders aldı. Kendisinden oğlu Ubeydullah ile Ebû Bekir Muhammed b. İsmâil el-Verrâk, Mâlînî, Berkânî, Ebû Muhammed Hasan b. Ali el-Cevherî, ha367



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞÂHİN dis hâfızı Hasan b. Muhammed el-Hallâl, İbnü'l-Mühtedî-Billâh, Ebü'l-Kâsım Ali b. Muhassin et-Tenûhî, Ebû Ya'lâ el-Halîlî hadis ve kıraat konularında istifade ettiler. Vâiz lakabıyla da anılan İbn Şâhin 12 Zilhicce 385'te (7 Ocak 996) Bağdat'ta vefat etti ve Bâbülharb'de Ahmed b. Hanbel'in kabri civarında defnedildi. İbnü'lCevzî vefat gününü 21 Zilhicce (16 Ocak) olarak zikretmiştir. Ailesinden gelen büyük bir kütüphaneye sahip olduğu belirtilen İbn Şâhin'in ilmî kişiliği konusunda farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Ebû Bekir Muhammed b. İsmâil el-Verrâk, Hatîb el-Bağdâdî, Berkânî, Mâlînî, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki, Ahmed b. Muhammed el-Atîkî gibi âlimlerle İbnü'l-Cezerî hadis rivayetinde onu güvenilir olarak değerlendirirken bazan hatasında ısrar ettiği, fıkıh bilgisi yeterli olmadığı halde Şâfıî gibi tanınmış fakihlerin bir konudaki görüşleri zikredildiğinde kendisinin Muhammed'in mezhebinden olduğunu söylediği kaydedilmiştir. Dârekutnî, İbn Şâhin'in tefsire dair eserini tashih etmesi için kendisine getirdiğini, ancak Ebü'l-Cârûd'un tefsirini esas alıp yaptığı nakillerde hatalarını tesbit ettiğini zikretmiştir. Dâvûdîve Berkânîde onun kendisine olan aşırı güveni yüzünden kitaplarındaki rivayetleri kaynakları ile karşılaştırmadığını belirtmiş, Berkânî ayrıca mümkün olduğu kadar onun eserlerinden uzak durduğunu belirtmiştir. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî de İbn Şâhin'in kitaplarını pek önemli bulmayan âlimlerden biridir. Bütün bu değerlendirmeler, Zehebî'nin de dediği gibi onun hadisin inceliklerini bilen bir muhaddis sayılmamakla birlikte birçok rivayeti bulunan dürüst bir âlim olduğunu göstermektedir. İbn Şâhin'in en önemli hizmeti, Selef âlimlerinin eserlerinin daha sonraki nesillere intikaline vesile olmasıdır. Sadece Ebü'lKâsım el-Begavî'den 700 veya 800 cüz tutarında malzeme toplaması onun bu gayretini ortaya koymaktadır. Eserleri. 1. Nâsihu'l-hadîş huh (en-Nâsih ve'l-mensûh



ve mensûmine'l-hadîş).



Konusunda birkaç kaynak eserden biri olup günümüze ulaşan dört nüshasından sadece biri dikkate alınarak Semîr b. Emîn ez-Züheyrî (Amman 1408/1988), Ali Muhammed Muavvaz ve Âdil Ahmed Abdülmevcûd (Beyrut 1412/1992) tarafından neşredilmiş, Ali Osman Koçkuzu'nun eserin dört nüshasından faydalanıp hazırladığı tenkitli çalışma ise henüz yayımlanmamıştır. İbn Abdülhak el-Vâsıtî esere



bir muhtasar yazmıştır. 2. Târîhu escanhümâ'i'ş-şikât mimmerı nukıle mü'l-Hlm. 1569 râvinin güvenilirlik derecesi hakkında, daha çok Yahyâ b. Maîn ile Ahmed b. Hanbel'in görüşleri esas alınarak kısaca bilgi verilen bu alfabetik eseri Subhî es-Sâmerrâî (Kü veyt 1402/1982) ve Abdülmu'tî Emîn Kal'acî (Beyrut 1406/ 1986) neşretmiş, eserin seksen sayfalık bir kısmını Sa'dî el-HâşimîNuşûş sâkıta min Tabakâti esmâ'i'ş-şikât li'bn Şâhîn adıyla yayımlamıştır (Medine 1407/ 1987). 3. et-Terğîb fî fezâ>ili'l-acmâl ve şevâbi zâlik. Kısaca et-Terğib diye de anılan ve türünde günümüze ulaşan ilk kitap olma özelliğini taşıyan eser 581 merfû, mevküf ve maktû' rivayeti ihtiva etmekte, senedleriyle birlikte nakledilen haberler arasında sahih, hasen, zayıf hatta mevzû olanlar da bulunmaktadır. Eser Sâlih Ahmed Muslih el-Vaîl tarafından neşredilmiştir (Demmâm 1415/1995). 4. Şerhu mezâhibi Ehli's-sünne ve marifeti şerâYi'd-dîn ve't-temessüki bi'ssünen. Sahâbe, tâbiîn ve tebeu't-tâbiîn büyüklerinin Ehl-i sünnet inancına dair görüşlerinin nakledildiği eserin günümüze ulaşan son üç cüzünde (18-20. cüzler) aşere-i mübeşşerenin ve Ehl-i beyt'in faziletine ve görüşlerine yer verilmektedir. Abdullah b. Muhammed el-Busayrî'nin el-Kitâbü'l-Latîf li-şerhi mezhebi Ehii's-sünne ve macrifeti şerâ'iH'd-dîn ve't-temessüki bi'd-dîn adıyla üzerinde yüksek lisans tezi hazırlayarak tahkik ettiği eseri (1405/1985, el-Câmiatü'l-İslâmiyye şu'betü'l-akide) ayrıca Âdil b. Muhammed yayımlamıştır (Kahire 1415/1995). S. Fezâ'ilü Fâtımati'z-Zehrâ3 (Fezâ'ilü seyyideti'n-nisâ' ba'de Meryem Fâtıma bint Resûlillâh şallallâhü 'aleyhi ve sellem). Hz. Fâtıma ile ilgili otuz yedi hadisi ihtiva etmekte olup Muhammed Saîd etTurayhî (Beyrut 1405/1985), Ebû İshak elHuveynî (Kahire 1411/1990) ve Bedr b. Abdullah el-Bedr (Mecmû' fihi min muşannefâti 'l-hâfız Ebî Hafs 'Ömer b. Ahmed b. Şahın içinde, Küveyt 1994, s. 9-65) tarafından neşredilmiştir. 6. Fezâ'ilü şehri ramazân. Otuz altı rivayetten meydana gelen eseri Semîr b. Emîn ez-Züheyrî (Zerkâ [Ürdün] 1408/1988) ve Bedrb. Abdullah el-Bedr (Küveyt 1994) Mecmûc (yk. bk.) içerisinde (s. 119-183) yayımlamıştır. 7. el-Ehâdîşü'l-efrâd. Eserin doksan beş hadis ihtiva eden beşinci cüzü günümüze ulaşmış olup Bedr b. Abdullah elBedr tarafından Mecmûc içerisinde (s. 185-325) neşredilmiştir. 8. el-Fevâ'id. Yirmi dokuz rivayetin yer aldığı eseri Bedr



b. Abdullah el-Bedr Mecmû'' içerisinde (s. 67-117) yayımlamıştır. 9. Târîhu esmâHd-du'afâ3 ve'l-kezzâbîn. 722 râvi hakkında kısa değerlendirmelerin bulunduğu bu alfabetik eser Abdürrahîm Muhammed Ahmed el-Kâşgarî tarafından neşredilmiştir (Medine 1409/1989). 10. Zikru men ihtelefe'l-'ulemâ3 v e nukkâdü'l-hadîş fîhi fe-minhüm men veşşekahû ve minhüm men da"afehû ve men kile fîhi kavlân (nşr. Ebû Muâz Târik b. Avdallah Muhammed, Kahire 1412/ 1992). 11. Kitâb fi'l-ferec ba'de'ş-şidde. Julian Joel Obermann tarafından İbrânîce tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır (New Haven 1933). 12. Cüz'min hadîşih. Talebesi İbnü'l-Mühtedî-Billâh'ın İbn Şâhin'den yazdığı kırk beş hadisi ihtiva eden eseri Bedr b. Abdullah el-Bedr Mecmûc içerisinde (s. 327-393) neşretmiştir. 13. el-Emâlî. Eserin bazı cüzleri Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bulunmaktadır (Elbânî, s. 62). 14. Rubâ'iyyât. Bu eserin bazı kısımları da Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de kayıtlıdır (Mecmû', nr. I07,vr. 170-182). 15. Fazlü zikri lâ ilâhe illallâh (Dârü'lkütübi'z-Zâhiriyye, Mecmû', nr. 136-8). 16. et-Tefsîrü'l-kebîr. Süyûtî'nin Müntehe'ttefâsîr adıyla kaydettiği eserin 1000 cüz hacminde ve yaklaşık 15.000 sayfa olduğu rivayet edilmektedir. Zehebî eserin kendi döneminde Vâsıt'ta bulunduğunu belirtmektedir ( A H â m ü ' n - n ü b e l â X V I , 434). 17. el-Müsnedü'l-kebîr (es-Sünne) (Ziriklî, V, 40). 1300 veya 1500 cüz hacminde olduğu söylenmiştir. 18. et-Târîhu'l-kebîr. Hadis râvilerinin biyografilerine dair kısa bilgiler ihtiva eden 150 cüz hacmindeki eserden Hatîb el-Bağdâdî geniş iktibaslarda bulunmuştur. 19. ezZühd ve'r-rekâ'ik. 100 cüz olduğu belirtilmektedir. İbn Şâhin'in kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Müsnedü Ebî Hanîfe, Kitâbü'ş-Şalât, ed-Delû'il, elCenâ'iz fîhi şevâbü'l-marîz ve şabruhû 'ale'l-belvâ, el-Erba'ûn, en-Naşîha, et-Terğib fi'z-zikr, Kitâbü'd-Du'â', Fezâ'îlü'1-Kur3ânî'l-Kerîm, Kitâbü'1-Bükâ7 ve fazlü men bekâ min haşyeti'llâh, Kitâbü Fazii't-tevâzu've zemmi'lkibr, Kitâbü'l-Hilm ve fazlihî ve mâ fîhi, el-'Akl ve fazlühû, es-Sehâ1 ve'lcûd ve fazlü zâlike, Kitâbü'ş-Şabr ve mâ fîhi mine'ş-şevâb, Kitâbü Birri'lvâlideyn, Kitâbü Zemmi şehveti'ddünyâ, Kitâbü Hıfzi'l-lisân, Ma'rifetü'ş-şahâbe, Mu'cemü'ş-şüyûh, Men revâ 'an ebîhi mine'ş-şahâbeti ve't-tâbi'în, Zikrü'l-mevt, Keşfü'l-memâlik.



368



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞÂZÂN el-BACDÂDÎ BİBLİYOGRAFYA :



ra fıkıh tahsiline ve Mâlikî fıkhını öğren-



miştir. Tertip bakımından İmam Gazzâ-



ve'l-kezzâ-



m e y e yöneldi. Hadis ve fıkhın yanı sıra



lî'nin e7-Vecîz'inin örnek alındığı eserde



bîn (nşr. Abdürrahîm M u h a m m e d Ahmed el-Kâş-



Arapça v e kıraat ilimlerinde de derinle-



lafız veya mâna yönüyle birçok küllî kaide-



garî), M e d i n e 1 4 0 9 / 1 9 8 9 , neşredenin girişi, s.



şen İbn Şâs'ın kendilerinden ders aldığı



ye yer verilmiş v e bunlar bir sonraki dö-



İbn Şâhin, Târîhu esmâ'i'd-du'afâ'



2 3 - 3 2 ; a.mlf., Fezâ'ilü



(nşr.



Fâtımati'z-Zehrâ'



hocalarından yalnız ikisinin adı bilinmek-



nemde daha gelişecek olan kavâid litera-



veşe-



tedir. Öğrencisi Münzirî'nin belirttiğine



türüne kaynaklık etmiştir.



Sâlih Ahmed Muslih el-Vaîl), Dem-



göre bunlardan biri fıkıh âlimi Ebû Yûsuf



hir'in kısmen yeni bir tertiple hazırlan-



m â m 1 4 1 5 / 1 9 9 5 , neşredenin girişi, s. 11-49;



Ya'küb b. Yûsuf el-Mâlikî, diğeri de Fus-



mış olması, Mâlikî mezhebi tarihinde ese-



Hatîb. Târîhu



tat'taki el-Câmiu'l-atîk'in hadis hocaların-



re karşı gösterilen ilginin gerçek âmili ol-



dan olan İbn Berrî eş-Şâfiî'dir (et-Tekmile,



muştur. Çoğu Tunus'ta olmak üzere çe-



II, 469).



şitli kütüphanelerde yazma nüshaları bu-



M u h a m m e d Saîd et-Turayhî), Beyrut 1405/1985, s. 5 - 1 5 ; a.mlf.. et-Terğib vâbizâlik(nşr.



İV, 2 9 8 ; XI, 2 6 5 - 2 6 8 ;



Bağdâd,



İbn Mâkûlâ. el-İkmâl,



fî fezâ'ili'l-a'mâl



IV, 291; İbn Asâkir,



Târî-



hu D ı m a ş f c ( A m r î ) , XLIII, 5 3 1 - 5 3 8 ; İbnü'l-Cevzî, (Atâ), XIV, 378; a.mlf., Telbîsü



el-Muntazam



lis, s. 123; Zehebî, el-'lber,



İb-



II, 166-167; a.mlf.,



XVI, 4 3 1 - 4 3 5 ; a.mlf., Tezki-



A'lâmü'n-nübelâ', retü'l-huffâz,



III, 987-990; İbnü'l-Cezerî,



tü'n-Nihâye,



I, 588; İbn Hacer,



Gâye-



Lisânü'l-Mlzân,



İbn Şâs, yaşadığı dönemde Mısır'da Mâ-



lunan kitap Muhammed el-Hâdî Ebü'l-



likî fıkhını en iyi bilenlerden biri ve aynı



Ecfân ve Abdülhafîz Mansûr tarafından



zamanda hadis ilminde üstat sayılıyordu.



neşredilmiştir (I-III, Beyrut 1995). Muah-



li'l-



el-Câmiu'l-atîk'e bitişik Mâlikî medrese-



har kaynaklarda İbn Şâs'a



(nşr. Yûsuf Abdurrahman



sinde bir müddet ders verdi ve birçok öğ-



evliyâ'



el-Mar'aşlî), Beyrut 1414/1994, I, 337, 533; II,



renci yetiştirdi. Hadis âlimi Zekiyyüddin



miştir.



9, 101, 139, 172, 194, 1 9 5 , 2 2 5 , 2 5 5 , 2 5 8 , 4 6 5 ;



el-Münzirî bunlardan biridir (Süyûtî, i,



IV, 2 8 3 - 2 8 5 ; a.mlf., el-Mecmahı'l-mü'esses Mu'cemi'l-müfehres



a.mlf., el-İşâbe, müfesslrîn,



1, 3, 3 5 1 ; Dâvûdî,



Tabakâtü'l-



II, 2; Muttaki el-Hindî,



Kenzü'l-'um-



mâl, 1, 22, 36; Keşfü'z-zunûn,



I, 3 0 2 ; Brockelmann, GAL,



meknûn, Suppl.,



781;



I, 276; Yûsuf el-îş, el-Hatîb



İbn Şâs,



'ikdü'l-ceoâhiri'ş-şemînefîmezhebi



'âlimi'l-Medîne(nşT.



Izâhu'l-



refeddin b. Muînüddevle'nin yanında şa-



E c f â n - A b d ü l h a f î z Mansûr), Beyrut 1995, neş-



I, 165;



hitlik ve kâtiplik görevinde bulunan İbn



redenlerin girişi, 1, 17-59; Münzirî,



Şâs, bir ilim adamı olmasının yanı sıra aynı



Dımaşk 1364/1945, s. 95, 103, 109; a.mlf., Fih-



zamanda mücadeleci bir şahsiyetti. 616



mahtûtâtl



BİBLİYOGRAFYA :



355). Kâdılkudât Ebü'l-Kâsım Sadreddin



el-Bağdâdî,



risü



Kerâmâtü'l-



adında bir eser daha nisbet edil-



Abdülmelik b. îsâ el-Mârânî ile halefi Şe-



II, 1394, 1426,



1735, 1920; Hediyyetü'l-'ârirın,\,



'İkdü'l-cevâ-



Dı-



Dâri'l-kütübi'z-Zâhiriyye,



Muhammed el-Hâdî Ebü'let-Tekmile,



II, 4 6 8 - 4 6 9 ; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 61; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',



XXII, 98-99; Yâfiî,



IV, 35; İbn Kesîr, el-Bidâye,



tü'l-cenân,



Mir'â-



XIII, 86;



(1219) yılında Dimyat şehrine hücum



İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb,



Abdurrahman



eden Haçlılar'ın şehri muhasara altına



İbn Kunfüz, el-Vefeyât



M. Osman), Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 3 , I, 2 9 2 ; Sezgin,



alması ve halkı yiyeceksiz bırakması üze-



rut 1971, s. 306;Süyûtî, Hüsnü'l-muhâdara,



I, 2 0 9 - 2 1 0 ; a.e. (Ar.), I, 4 2 5 - 4 2 6 ; Elbânî,



rine harekete geçip cihad ilân eden Ey-



maşk 1366/1947, s. 71-72; Mübârekfûrî, kaddimetü GAS,



Mahtûtât,



Tuhfeti'l-ahvezî(t\şx.



s. 6 2 - 6 3 ; Subhîes-Sâlih,



hadış ve muştalahuh,



'ülümü'l-



Beyrut 1977, s. 117; Nü-



veyhiz, Mu'cemü'l-müfessirîn, riklî, el-A'lâm



Mu-



I, 391, 392; Zi-



(Fethullah), V, 40; Ekrem Ziyâ el-



yûbîler'den el-Melikü'I-Muazzam ve kar-



3 5 5 , 4 5 4 ; Keşfü'z-zunûn, Şezerât,



III, 443-444;



(nşr. Âdil Nüveyhiz), Bey-



V, 69; Hediyyetü'l-'ârifîn,



hu'l-meknûn,



II, 324; Mahlûf,



I, 4 5 9 ; îzâŞeceretü'n-nûr,



deşine katılarak Dimyat şehrinin savun-



I, 165; Ziriklî, el-A'lâm,



masında bulunmuş ve aynı yılın Cemâzi-



mü'l-mü'ellifın,



sâmî, II, 230; M. Âbid el-Fâsî, Fihrisü



IV, 286; Kehhâle.



VI, 158-159; Hacvî,



târîhi's-sünneti'l-müşerrefe,



yelâhir veya Receb ayında (Ağustos veya



Medine 1405/1984, s. 67, 93, 100; Ali Ekber Zi-



Eylül 1219) savaş meydanında şehid ol-



yâî, " İ b n Ş â h î n " , DMBİ,



muştur. Bazı kaynaklarda şehâdetinin 610



Şâs h a y â t ü h û v e âşâruh", Mecelletü



(1213) yılında vuku bulduğu kaydedilir.



ti'z-Zeytûne,



Ömerî, Buhûş







8



IV, 62. A L İ OSMAN KOÇKUZU



İ B N Ş A H I N ez-ZAHİRI



T



r L



r



J



mezhebi



'âlimi'l-Medîne'dir.







H



MUHAMMED EL-HÂDÎ EBÜ'L-ECFÂN



Mezhep



dan sayılan eser daha çok



el-Cevâhir



r



İBN Ş Â Z Â N el-BAĞDÂDÎ (tSaljüüf



1



Ebû Muhammed Celâlüddîn Abdullah b. Necm b. Şâs b. Nizâr el-Cüzâmî es-Sa'dî (ö. 616/1219) Mâlikî fakihi ve hadis âlimi.



J



çok yerinde elden ele dolaşan kitap özellikle Mâlikî muhitinde hayli yaygınlık kazanmıştır. İyi bir sistematiğe sahip olan



n



o*')



Ebû Alî el-Hasen b. Ahmed b. İbrâhîm b. el-Hasen el-Bezzâz el-Bağdâdî (ö. 425/1034)



den faydalanmış, İslâm dünyasının birJ



İBN ŞÂS



Câmi'a-



sy. 1, Tunus 1992, s.107-128; Ab-



bas Salara, " İ b n Ş â s " , DMBİ, IV, 55.



birçok Mâlikî fakihi İbn Şâs'ın bu eserin-



İBN ŞÂKİR cl-KÜTÜBÎ (bk. KÜTÜBÎ).



mahtûtâtl



Dârülbeyzâ 1400/1980,



I, 337-339; M u h a m m e d et-Tâhir er-Rızkı, " İ b n



adıyla tanınır. Daha sonraki d ö n e m d e



(o" 1 -* JiO



L



t e k eseri 'tkdü'i-cevahiri's-semîne



Mu'ce-



el-Fikrü's-



fıkhının muteber ve meşhur kaynakların-



(bk. HALÎL b. ŞÂHİN). L



Eserleri. İbn Şâs'ın günümüze ulaşan



Hizâneti'l-Karaviyyîn,



I,



I, 613; İbnü'l-İmâd,



Hadis âlimi.



L



J



eserde yer alan atıflardan, müellifin daha önceki Mâlikî fıkıh literatürünü ince-



12 Rebîülevvel 339'da (29 Ağustos 950)



lediği ve burada mevcut bilgi ve görüşle-



Bağdat'ta doğdu. Dördüncü nesilden de-



ri yeni bir üslûpla derlediği anlaşılmak-



desi Şâzân'a nisbetle İbn Şâzân diye ta-



tadır. Ortaya konulan görüşlerin Mâlikî



nındı. Babası gibi muhtemelen kendisinin



mezhebinin ana kaynaklarından alınma-



de bez ticaretiyle meşgul olmasından do-



sına özen gösterilmiş, daha önceki Mâlikî



layı Bezzâz lakabıyla anıldı. Kendisi gibi



müelliflerinin çoğunun takip ettiği Sah-



İbn Şâzân diye bilinen ve güvenilir bir mu-



nûn'un el-Müdevvene'sinin



haddis olan babası (Zehebî,



şerh ve ta'-



A'lâmü'n-nü-



liki usulünde ısrar edilmeyip fıkıhla ilgili



belâ', XVI, 429-430) onu beş yaşında ha-



ye anılmıştır. Mısır kadılarından Ebû Ali



meselelerin kolayca anlaşılmasına imkân



dis tahsiline başlattı. Ebû Bekir eş-Şâfıî,



Takıyyüddin Hüseyin b. Abdürrahim (ö.



verecek bir düzenleme yapılmıştır. Ayrıca



Da'lec b. Ahmed, İbn Kâni', Ebû Amr İb-



685/1286) onun torunudur. Kahire'de ye-



görüşlerin küllî kaide, hikmet-i teşri' ve



nü's-Semmâk, Ebû Bekir Ahmed b. Sü-



tişen İbn Şâs önce hadis okudu, daha son-



makâsıdla olan ilişkilerine de temas edil-



leyman el-Abbâdânî, Ca'fer el-Huldî, Nec-



Emîr olan dedesine nisbetle İbn Şâs di-



369



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞÂZÂN ei-BAĞDÂDÎ câd, Meymûn b. İshak, Ebû Süleyman elHarrânî, Gulâmu Sa'leb başta olmak üzere çok sayıda muhaddisten rivayette bulundu. Aynı zamanda muhaddis olan Kadı İbn Kâni'den fıkıh ve hadis, müfessir Ahmed b. Kâmil'den kıraat, tefsir ve fıkıh, İbn Miksem el-Attâr'dan kıraat öğrendi. Kendisinden Hatîb el-Bağdâdî, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakı, Ebû İshak eşŞîrâzî, Berkânî, İbnü'l-Bennâ el-Bağdâdî, Sâbit b. Bündâr gibi muhaddisler hadis rivayet etti. Erken yaşta hadis tahsiline başlaması ve uzun yıllar hadis öğretmesi sebebiyle "müsnidü'l-Irâk" diye tanınmış olup hadis münekkidleri onu sika ve sadûk terimleriyle değerlendirmişlerdir. İtikadda Eş'arî, fıkıhta Hanefî mezhebini tercih ettiği, Kûfeliler'in görüşünü benimseyerek nebîz içtiği, ancak ömrünün sonuna doğru bu alışkanlığından vazgeçtiği rivayet edilir. İbn Şâzân 30 Zilhicce 425'te (15 Kasım 1034) Selh'te vefat etti ve Bâbüddeyr Kabristanı'na defnedildi. Cenazesinde Hatîb el-Bağdâdî de hazır bulunmuştur. Eserleri. i.el-Meşyehatü'l-kübrâ. Hocalarından âlîisnadia aldığı hadisleri ihtiva eden eserin bir nüshası Dârü'l-kütübi'zZâhiriyye'de bulunmakta olup el-Müntekâ min hadîsi İbn Şâzân adıyla kaydedilen bu nüshanın el-Meşyehatü'lkübrâ'nm bazı bölümleri olduğu söylenmektedir (birinci kısım, Mecmua, nr. 88, vr. 86-95; ikinci kısım, Mecmua, nr. 78, vr. 123-136; beşinci ve son kısım, Hadis, nr. 297, vr. 235-246). Z. el-Meşyehatü'ş-şuğrâ (el-Meşyehatü'ş-şağlre). İbn Şâzân'm kendilerinden hadis dinlediği hocalarının birer hadisini kaydettiği eserin bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de (Hadis, nr. 347, vr. 46-61), diğer bir nüshası da Yale Üniversitesi Kütüphanesi'nde (AY, nr. 674) bulunmaktadır. 3. el-Hadîş. Eserdeki hadislerden Ebü'I-Kâsım Abdülazîz b. Ali el-Ezri(ö. 444/1052) tarafından yapılmış seçmeleri ihtiva eden bazı kısımlar Dârü'lkütübi'z-Zâhiriyye'dedir (Hadis, nr. 248, vr. 10-28; Mecmua, nr. 31/3, vr. 101-114, 115-128; nr. 78/6, vr. 125-135; nr. 79, vr. 104-109; nr. 88, vr. 86-96). 4. el-Efrâd. Üç imlâ meclisindeki rivayetlerini ihtiva eden eserin Hasan b. Ali b. Müzhib b. Ebû Ali İbn Şâzân'ın semâ kaydının da bulunduğu bir nüshası ile (Mecmua, nr. 90, vr. 21-38) baş tarafı eksik diğer bir nüshası (Mecmua, nr. 37, vr. 79-84) Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bulunmaktadır. S. Cüz 5 min hadîsi İbn Şâzân. Ebû Gâlib Muhammed b. Hasan el-Bâkıllânî'nin kendisinden yaptığı rivayetlerle (Mecmua, nr. 1139,



vr. 1 -26) hadis cüzlerinin sekizinci kısmını ihtiva eden bazı bölümleri Dârü'l-kütübi'zZâhiriyye'dedir (Umumi, nr. 9411, vr. 1-26). Müellifin Ebû İmrân Ahmed b. Abdülcebbâr el-Utâridî, Gulâmu Halîl Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed el-Bâhilî, Ebü'lHasan b. Fazl b. Semh el-Bûsirâî ve Ebü'lHasan Muhammed b. Ömer b. Muâviye'nin hadislerini ihtiva eden cüzünün bir nüshası da aynı kütüphanede kayıtlıdır (Mecmua, nr. 75, vr. 135-146). 6. Hadîşü Ebî Sehl Ahmed b. Muhammed b.'Abdillâh b. Ziyâd el-Kattân can şüyûhih. Ebû Sehl ei-Kattân'ın rivayetlerini ihtiva eden eserin dördüncü kısmının bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bulunmaktadır (Mecmua, nr. 85, vr. 227-258). 7. Hadîşü Şucbe (b. el-Haccâc) (Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, Mecmua, nr. 90, vr. 1-13). Bunların yanında Fevâ'idü İbn Kânic ve ğayrih adıyla hocası İbn Kâni' ve diğer bazı kimselerin nâdir rivayetlerini bir araya getirmiş olup 496'da (1103) istinsah edilen eksik bir nüshası Dârü'l-kütübi'zZâhiriyye'de kayıtlıdır (Hadis, nr. 297, vr. 151-168). İbn Şâzân, ayrıca İbn Mâce'nin Târîhu'l-hulefâ3 adlı eserine MüktefîBillâh'tan sonraki beş halifeyi Ebû Bekir eş-Şâfıî ile birlikte ilâve etmiştir. BİBLİYOGRAFYA : Hatîb. Târîhu Bağdâd, VII, 279-280; Sem'ânî, el-Ensâb, VIII, 335; İbn Asâkir, Tebyînü müfterî,



s. 245-246; İbnü'l-Cevzî,



kezibi'l-



el-Muntazam



(Atâ), XV, 250; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, IX, 445;Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',



XVI, 429-430; XVII,



415-418; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz.Yü, Kureşî, el-Cevâhirü'l-mudıyye, moy, Arabic Manuscripts Library,



1075;



II, 38-39; L. Ne-



in the Yale



University



New Haven 1956, s. 78; Sezgin,



I, 187-188, 229-230; Elbânî, Mahtûtât,



CAS, s. 60-



62; Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris,



II,



626; Yâsîn Muhammed es-Sevvâs, Fihrisü



Mah-



tûtâti Dâri'l-kütübi'z-Zâhiriyye:



MecâmiDı-



maşk 1403/1983, I, 278; Ziriklî, el-AHâm



(Fet-



hullah), I, 86; II, 180; Ali Bettekon, "İbn Ş â z â n " , DMBİ, IV, 49-50.



r—ı İM



r



ALİ



TOKSARI



İBN Ş Â Z Â N en-NÎSÂBÛRÎ (^j^jLjykîl j l i l i ^jj!)



n



Ebû Muhammed Fazl b. Şâzân b. Halîl el-Ezdî en-Nîsâbûrî (ö. 260/874) İmâmiyye Ş î a s ı ' n ı n



L



e r k e n d e v i r k e l â m v e fıkıh â l i m i .



J



II. (VIII.) yüzyılın son çeyreğinde doğduğu tahmin edilmektedir. Arap asıllı bir aileden olup Nîşâburludur. 193 (809) yılından sonra babasıyla birlikte gittiği Bağdat'ta tahsiline başladı. İlk olarak İsmâil



b. Abbâd'dan Kur'an dersleri aldı, ayrıca Muhammed b. Ebû Umeyr'den bazı eserler okudu. Ardından Kûfe'ye geçti; Hasan b. Ali b. Faddâl, Hasan b. Mahbûb, Safvân b. Yahyâ, Nasr b. Müzâhim'in öğrencisi oldu. Birkaç yıl sonra Vâsıt'a geçti. Hocaları arasında Muhammed b. Cumhur ve Hammâd b. îsâ gibi muhaddisierin ismi geçtiği dikkate alınırsa Basra'ya da gittiği söylenebilir. İbn Şâzân'ın on iki imamdan Ali er-Rızâ, Muhammed el-Cevâd ve Ali el-Hâdî'ye talebelik yaptığı ve kendilerinden rivayette bulunduğu nakledilir, ancak bu bilgileri ihtiyatla karşılayan yazarlar da vardır. İbn Şâzân tahsilini tamamladıktan sonra Nîşâbur'a döndü ve ilmî faaliyetlerini yürütmek üzere burada ikamet etti. Abdullah b. Tâhir zamanında Şiî olması sebebiyle Nîşâbur'dan sürgün edildiyse de ardından tekrar memleketine geldi. Beyhak'ta bulunduğu sırada yörenin Hâricîler'i tarafından öldürülmek istendi ve onlardan kaçmaya çalışırken 259'da (873) hastalandı, ertesi yıl vefat edip Nîşâbur'da defnedildi. Kaynaklarda İbn Şâzân künyesiyle zikredilen Ebü'l-Hasan Muhammed b. Ahmed b. Ali el-Kummî, Ebü'1-Fazl Ali b. Hasan b. Ahmed ve Fazl b. Şâzân er-Râzî gibi Şiî âlimleri bazı müelliflerce İbn Şâzân enNîsâbûrî ile karıştırılmıştır (İbnü'n-Nedîm, s. 287; A'yânü'ş-Şfa, II, 266). Hadis, tefsir ve fıkha dair eserler de yazmakla birlikte İbn Şâzân'ın ilmî şahsiyetinde ağır basan taraf onun bir Şiî kelâmcısı olmasıdır. Her ne kadar Eş'arî ve Şehristânî, İbn Şâzân'ın hadis nakleden Şiî bir müellif olduğunu belirtirlerse de (Makâlât, s. 63; el-Milel, I, 190) Şiî müellifler kelâmcı yönünü öne çıkarırlar. Ehl-i sünnet, Havâric. Kerrâmiyye, Mu'tezile, Gâliyye ve Mürcie gibi mezheplerle Hıristiyanlık, Seneviyye gibi İslâm dışı gruplara karşı reddiyeler yazan İbn Şâzân'ın bazı itikadî görüşleri şöyledir: Müslümanlar biri Ehl-i sünnet, diğeri Şîa olmak üzere başlıca iki mezhebe ayrılır. Farklı gruplardan oluşan Ehl-i sünnet kendi içinde birbirini eleştirmekle birlikte rivayet ettikleri hadisleri kabul eder ve birlikte namaz kılarlar. Buna karşılık Şîiler'in şahitliğini ve naklettikleri hadisleri reddedip arkalarında namaz kılmazlar. Ehl-i sünnet'e göre Allah, son peygamberi vasıtasıyla insanlara dinî ve dünyevî konularda muhtaç oldukları bütün hükümleri bildirmemiş, Hz. Peygamber de bunları bilememiş veya bildiği halde açıklamamıştır. Ashap ve tâbiînin kendi re'ylerine dayanarak ortaya koydukları hükümler de sünnettir, bu



370



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞEBBE anlayışa muhalefet eden herkes bid'atçı ve sapık kabul edilir. Ehl-i hadisin ilâhî sıfatlara dair naklettikleri rivayetler bütünüyle Allah'a ve Resulü'ne yapılmış iftiralardan ibarettir (el-îzâh, s. 3-4, 30). Ehl-i sünnet'in re'ye başvurmak gerektiğine dair ileri sürdüğü rivayetler de asılsızdır. Nitekim Kur'an'ın, ilâhî hükümleri bir tarafa bırakıp insanların arzularına tâbi olmayı yasaklaması (el-Mâide 5/49) bunu teyit edici mahiyettedir. Akla başvurmayı câiz görmek vahye olan ihtiyacı ortadan kaldırır ve aklî istidlâl yapan kimseleri peygamberden üstün hale getirir (a.g.e., s. 110-111). Ayrıca re'y ve akıl insanların ihtilâfa düşmesine yol açar; halbuki Kur'ân-ı Kerîm, fikir ayrılığına düşenlerin ilâhî rahmetten mahrum kalacaklarını haber vermektedir (Hûd 11/118). Resûl-i Ekrem'in ihtilâfı teşvik ettiğini ileri sürmek ona ve getirdiği dine yapılabilecek en büyük kötülüktür, zira ihtilâf insanları savaşa ve mahvolmaya götürür (a.g.e., s. 124-125). Ehl-i sünnet'in müslümanların çoğunluğunu oluşturması onların hak yolda bulunduğuna delil teşkil etmez, çünkü kâfirler de yeryüzünde en büyük çoğunluğu oluşturmaktadır. Ehl-i sünnet bir taraftan zina eden, adam öldüren ve büyük günah işleyen, dolayısıyla Allah'a ve Resulü'ne isyan eden kimsenin tekfir edilemeyeceğini iddia etmiş, diğer taraftan halifeye başkaldıranın kâfir olacağına hükmederek açık bir çelişkiye düşmüştür. Bu ise mülhidlerin İslâm'a yönelttiklerinden daha kötü eleştirilerin yapılmasını mümkün kılan bir husustur (a.g.e., s. 190). Ehl-i sünnet'in hilâfete ilişkin iddiaları da Hz. Peygamber'in bu konuda hiçbir tâlimat vermediği, dolayısıyla Kur'an'da yer alan ilâhî buyruğa muhalif davrandığı anlamı taşır. Kur'an'da, ölüm vakti geldiği zaman geride bırakacakları hayır konusunda vasiyette bulunmanın Allah'tan sakınanlara emredildiği beyan edilmiştir {el-Bakara 2/180). Buna göre Allah'tan en çok sakınan biri olarak Resûl-i Ekrem'in İslâm için hayırların en büyüğü olan hilâfet gibi önemli bir konuda herhangi bir vasiyette bulunmadığını ileri sürmek onu ilâhî buyruğa uymamakla itham etmektir (a.g.e., s. 200). Kur'an'ın toplanması, hilâfet, rec'at, cuma namazı, avlanma, Hz. Peygamber'in hanımları, hadlerin tatbiki, mirasın taksimi, günahların affı, peygamberlerin ismeti, müt'a nikâhı, talâk gibi konularda Ehl-i sünnet'in çelişkili görüşler benimsediğini gösteren ve kendilerince muteber sayılıp nakledilen rivayetler mevcuttur.



Allah, maddî cisimler gibi olmamakla birlikte zihnin dışında mevcut bulunan bir varlık anlamında cisimdir. O zâtıyla arştadır, fakat yaratıklara benzemez. İlâhî sıfatlar te'vii yöntemiyle bilinemez, bu konudaki nasların aynen benimsenmesi gerekir. Kelime-i şehâdet getirdikten sonra kişinin Allah'tan gelen bütün vahiyleri ikrar edip ilâhî hücceti tasdik etmesi gerekir. İmam nasla belirlenir. Bu konudaki naslar, ilk imamın Hz. Ali olduğunu ve onun soyundan gelen on bir kişi ile devam edeceğini gösterir. İmamların kesintisiz bir şekilde ilâhî bilgilere mazhar olmaları söz konusu değildir. Esasen dinî hususlarda insanların muhtaç oldukları bilgiler Kur'an'da ve Sünnette mevcuttur. Bununla birlikte imamlar da ilâhî ilham alarak bilgilerini Hz. Peygamber'in kaynağına dayandırırlar. Nasçı bir yöntem benimsediği anlaşılan (bk. AHBÂRİYYE) İbn Şâzân'ın Ehl-i sünnet'e yönelttiği eleştirilerde bu muhafazakâr tutumunun büyük etkisi vardır. Ayrıca onun mezhep taassubuna kapılarak objektif davranmadığı da dikkat çekmektedir. Devlet başkanlığı gibi sosyolojik değişimlere ve müslüman toplumların tercihlerine bağlı bir hususun belli bir ailenin on iki ferdine tahsis edilip sınırlandırılması, İslâm'ın evrenselliğiyle bağdaşmadığı gibi on dört asırlık İslâm tarihinin gerçeklerine de uymamaktadır. Aynı zamanda İmâmiyye'nin fakihleri arasında zikredilen İbn Şâzân fıkıhta da nasçı bir yöntem benimsemiştir. İmâmiyye kaynaklarınca nakledilen bazı hadislerin isnad zincirinde yer alan İbn Şâzân imamlardan nakillerde bulunmuş, Hişâm b. Hakem ve Yûnus b. Abdurrahman gibi nakilci âlimlerin halefi kabul edilmiştir. Eserleri. İbn Şâzân'ın bazı müelliflerce 180 civarında olduğu belirtilen eserlerinin belli başlıları şunlardır: 1. el-îzâh. Başta imâmet olmak üzere Ehl-i sünnet'in çeşitli itikadî ve fıkhî görüşlerinin eleştirildiği eserde Mu'teziie, Cebriyye, Mürcie gibi mezheplerin görüşleri de tenkide tâbi tutulmuştur. Eser, Seyyid Celâleddin elHüseynî ei-Urmevî tarafından zengin dipnotlar ilâvesiyle yayımlanmıştır (Tahran 1395). 2. İşbâtü'r-rec'a. Eserin bir kısmını Muhtaşaru İşbâti'r-recca adıyla Seyyid Bâsim el-Mûsevî neşretmiştir (Türâşünâ, sy. 2/15 (Kum 1409], s. 201-222). İbn Şâzân'ın kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: er-Red'alâ ehli't-ta'tîl, er-Red 'ale'l-ğulât, er-Red calâ Muhammed b. Kerrâm, er-Red cale'lMürcfe, er-Red Cale'l-Bâtmiyye ve'l-



Karâmita, er-Red Cale'l-Eşam, er-Red 'ale'ş-şeneviyye, er-Red 'ale'l-müşellişe, er-Red cale '1-Mennâniyye, el-Gaybe, Erba'u mesâ'il fi'l-imâme, el-İstitâ'a, el-A'râz ve'l-cevâhir, Kitâbü'lîmân, Kitâbü't-Tevhîd, Mdrifetü'l-hüdâ ve'd-dalâl, el-Vacd ve'l-vacîd, Mesâ'ilü hudûşi'l-'âlem, el-İmâme, Kitâbü'l-'İlel, el-Ferâ'izü'l-kebîr, el-Ferâ'iiü'l-evsat, el-Ferâ'izü'ş-şağir, Kitâbü'lMüt'ateyn, el-Mesh cale'l-hufieyn, esSünen, et-Talak, Tefsîrü'1-Fazl b. Şâzân, Kitâbü'l-Kırâ'ât (bu son eserin Fazl b. Şâzân er-Râzî'ye ait olabileceği de belirtilmiştir). BİBLİYOGRAFYA : İbn Şâzân en-Nîsâbûrî. el-îzâh (nşr. Seyyid Celâleddin el-Hüseynî el-Urımevî), Tahran 1395, s. 3-4, 30, 110-111, 124-125, 190, 200; Eş'arî, (Ritter), s. 63; İbn Bâbeveyh. el-Hişâl,



Makâlât



Kum 1403, s. 58; İbnü'n-Nedîm, el-Fıhrist



(Te-



ceddüd), s. 287; Ahmed b. Ali en-Necâşî, er-Ricâl, Bombay 1317, s. 216; Ebû Ca'fer et-Tûsî, el-Fihrist,



Kum 1381/1961, s. 420; Şehristâ-



nî. el-Milel



(Kîiânî), I, 190; Brockelmann, GAL



Suppl.,



III, 1201; Abbas el-Kummî,



Seftnetû'l-



bihâr, Beyrut, ts. (Dârü'l-Murtazâ), II, 368; Hasan es-Sadr, Te'sîsü'ş-ŞFa,



Tahran, ts. (Şerike-



tü'n-neşrve't-tıbâati'l-lrâkıyye), s. 377;



A'yânü'ş-



Şfa, II, 266; Âgâ Büzürg-i Tahrânî, ez-Zerfa teşânlfi'ş-Ş?a,



ilâ



Beyrut 1403/1983, II, 332, 490;



Kays Âl-i Kays, el-Irâniyyûn,



III, 31-43; Abdul-



lah Ni'me, Felâsifetü 'ş-Şî'a, Beyrut 1987, s. 358363; Ahmed Pâketçî, "İbn Şâzân", DMBİ, IV, 50-



8



Y U S U F ŞEVKI Y A V U Z



İBN ŞEBBE



F



n



Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe en-Nümeyrî el-Basrî (ö. 262/876) Târîhu TMectİnetil-münevvere adlı eseriyle tanınan şehir tarihçisi, ^ fakih ve muhaddis. 1 Receb 173'te (24 Kasım 789) Basra'da doğdu. Asıl adı Zeyd olan babasına Şebbe denilmesinin sebebi, annesinin çocukken ona söylediği ninnide "şebbe" (büyüyüp yiğit olmak) kelimesinin sık sık geçmesidir. Benî Nümeyr kabilesinin mevlâsı olan İbn Şebbe, ilk öğrenimini doğduğu yerde babasının ve Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, Asmaî, Muhammed b. Beşşâr b. Bürd gibi âlimlerin yanında yaptı. Daha sonra Abadan (Hatîb, XI, 209) ve Bağdat'a gitti. Burada Abdülvehhâb es-Sekafî, Muhammed b. Ca'fer Gunder, Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Ali b. Âsim, Yezîd b. Hârûn ve şeyhi Ebû Âsim en-Nebîl gibi birçok âlimden hadis ve ahbâr aldı. Ayrıca başta fı371



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞEBBE kıh olmak üzere diğer dinî ilimlerle Arap dili ve edebiyatı tahsil etti; kıraatle de ilgilenip Cebele b. Mâlikten eğitim gördü. Ardından Sâmerrâ'ya yerleşti ve çeşitli konularda eser telifine başladı. 212 (827) yılında birçok muhaddis ve fakih gibi halku'l-Kur'ân konusunda İbn Şebbe de baskı ve işkenceye mâruz kaldı ve, "Kur'an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir" şeklinde görüş bildirdiği için halifenin adamları tarafından kitapları parçalandı. Bunun üzerine evine kapanarak bir ay hiç kimseyle konuşmadı. Bu hadise dolayısıyla söylediği bir şiir kendisinin aynı zamanda iyi bir şair olduğunu göstermektedir (a.g.e., XI, 209-210). 24 veya 26 Cemâziyelâhir 262 (25 veya 27 Mart 876) tarihinde Sâmerrâ'da vefat etti; ölüm yılını 263 (877) ve 264 (878) olarak verenler de vardır (İbn Hallikân, 111,440; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',



X I I , s. 3 7 1 ) .



Başta Yahyâ b. Maîn ve Dârekutnî olmak üzere İbn Şebbe'den bahseden hemen bütün cerh ve ta'dîl âlimleri, onun hadis ve ahbâr rivayetinde sika bir şahsiyet ve rivayetleri birbirine karıştırmayan güvenilir bir muhaddis olduğunda ittifak etmiştir. Kendisinden hadis alanlar arasında İbn Mâce, İbn Ebü'd-Dünyâ, Ebü'lAbbas es-Serrâc, Ebû Nuaym el-Cürcânî, Muhammed b. Ahmed el-Esrem, Harâitî, Ebû Avâne el-İsferâyînî, İbn Ebû Dâvûd, Muhammed b. Mahled gibi ünlü râviler bulunmaktadır. Ayrıca birçok müellif onun eserlerinden faydalanmış ve özellikle şehir tarihi ve siyasî tarih konularında verdiği çeşitli bilgileri kitaplarında kullanmışlardır. Bunlardan Belâzürî Ensûbü'l-eşrâf ına İbn Şebbe'den otuz ayrı rivayet almış (Muhammed Câsim el-Meşhedânî, s. 307), Taberî, daha çokAbbâsî Halifesi Mansûr'un dönemini yazarken onun Ahbârü'l-Manşûr adlı eserinden geniş iktibaslarda bulunmuş (Târih, İndeks), Ebü'l-Ferec el-İsfahânî el-Eğânî'sinde, Yâküt el-HamevîMu c cemü'i-b£iidân'ında, Semhûdî Vefâ'ü'i-ve/â'ında ve İbn Hacer ei-İşâbe'sinde onun kitaplarından derledikleri çeşitli bilgileri zikretmişlerdir. Eserleri. İbn Şebbe'nin günümüze ulaşan tek eseri Târîhu'l-Medînetî'l-münevvere'dir. Hadis rivayetindeki isnad usulüne bağlı kalarak kaleme alınan ve zamanımıza kadar gelmiş en eski Medine tarihi olan eser üç ana bölümden meydana gelir; ancak her üç bölümün de başı ve sonu eksiktir. Birinci bölüm (I, 3-375; II, 379-651) Hz. Peygamber'in Medine'deki hayatı üzerinedir ve cenaze namazı ile



başlamaktadır. Resûl-i Ekrem'in nerelerde ve nasıl cenaze namazı kıldırdığına dair haberlerin yer aldığı bu kısımdan sonra Cebrâil'in makamı, kıssa ve kıssa anlatanlar, Mescid-i Nebevî'nin çevresindeki yolların yapılması ve mescid âdâbıyla ilgili hususlar, Mescid-i Dırâr, Hz. Peygamber'in namaz kıldığı mescidler ve diğer yerler, Uhud dağı, Cennetü'I-bakl', bazı sahâbîlerin kabirleri, bayram namazı kıldırılan namazgâhlar, Akik vadisi ve Medine kuyuları, Medine'nin isimleri ve vadileri, Resülullah'ın sadakaları ve Hayber ile Fedek'in durumu, Medine'deki bazı kabilelerin konak ve mahalleleri, Medine için söylenmiş şiirler, şehirdeki çarşı ve pazarlar, Hz. Peygamber'in siyer sahasına giren çeşitli faaliyetleri, şahsî özellikleri, şiirle methedilmesi, isimleri ve kabilesinin üstünlükleri gibi konulara yer verilmiştir. Bu bölümde aktarılan haberler Medine tarihine dair günümüze ulaşmış en eski yazılı bilgilerdir. Kitabın ikinci bölümü (II, 654-782; III, 785-949) Hz. Ömer, üçüncü bölümü ise (111,952-1147; IV, 1149-1315) Hz. Osman dönemine aittir. İbn Şebbe'nin, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'yi çalışmasına dahil edip etmediği yazma eksik olduğu için anlaşılamamaktadır. Fakat bunlardan Hz. Ali'yi bugüne ulaşmayan Kitâbü'l-Kûfe adlı eserinde ele almış olması muhtemeldir. Hz. Ömer'e ait kısma klasik anlayışa uygun bir şekilde halifenin nesebiyle başlanmakta, ardından hilâfet dönemine geçilerek onun çeşitli konulardaki icraatı anlatılmaktadır. Aynı üslûbun Hz. Osman'a ayrılan üçüncü bölümde de devam ettiği görülür. Bu bölüm geniş biçimde dönemin karışıklıklarını ve fitne olayını incelemektedir. Ancak Hz. Peygamber dönemini işleyen birinci bölümde Medine'ye çok geniş yer verilmesine karşılık bu iki bölüm Medine şehir tarihinden ziyade iki halifenin dönemlerini ele alan birer tarih kitabı niteliğindedir. Eserin günümüze bir tek yazma nüshası ulaşmış (Medine'de Seyyid Muhammed Mazhar el-Farûki'nin özel kütüphanesi, tarih, nr. 157) ve bunun Fehîm Muhammed Şeltut tarafından tahkikli neşri yapılmıştır (I-IV, Cidde 1399/1979; Beyrut 1410/1990; Kum 1410/1368 hş.). Zehebî'nin, "Ancak yarısını görebildim" (Ac/âmü'rı-nübelâ', XII, 371) dediği Târîhu'lMedîneti'l-münevvere'nin zamanımıza kadar gelen nüshasını İbn Hacer'in istinsah ettiği anlaşılmaktadır (neşredenin girişi, I, s. mim). İbnü'n-Nedîm, müellifin günümüze intikal etmeyen diğer eserlerini şu isimler-



le kaydetmektedir: Kitâbü'l-Kûie, Kitâbü'l-Başra, Kitâbü Mekke, Kitâbü Ümerâ'i'l-Kûfe, Kitâbü Ümerâ'i'l-Başra, Kitâbü Ümerâ'i'l-Medîne, Kitâbü Ümerâ'i Mekke, Kitâbü's-Sultân, Kitâbü Makteli cOşmân, Kitâbü'l-Küttâb, Kitâbü'ş-Şfr ve'ş-şucarâ', Kitâbü'l-Eğânî, Kitâbü't-Târîh, Ahbârü'l-Manşûr, Kitâbü Muhammed ve İbrâhîm ibney Abdillâh b. Hasan, Kitâbü eş'âri'ş-şurât, Kitâbü'n-Neseb, Kitâbü Ahbâri Benî Nümeyr, Kitâbü Mâ-yesta'cimü'nnâs fîhi mine'l-Kur'ân, Kitâbü'1-istfâne bi'ş-şi'r ve mâ câ'e ti'l-luğa, Kitâbü'l-istizâm li'n-nahv ve men kâne yelhunü mine'n-nahviyyîn (el-Fihrist, s. 169). BİBLİYOGRAFYA : İbn Şebbe,



Târihu'l-Medîneti'l-münevuere,



neşredenin girişi, I, z e - a y n ; Töberî, Târih,



bk.



İndeks; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh



VI,



116; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, t î b , Târîhu



Bağdad,



cemü 'l-üdebâ',



s. 169-170; Ha-



XI, 2 0 8 - 2 1 0 ; Yâküt,



Kemâl,XXI,



III, 440; Zehebî,



II, 5 1 6 - 5 1 7 ; a . m l f . ,



Tezkiretü'l-huffâz,



XII, 3 6 9 - 3 7 2 ; Mizzî,



mü'n-nübelâ',



Mu'-



XVI, 6 0 - 6 2 ; Nevevî, Tehzîb, 1/2,



s. 16-17; İbn Hallikân, Vefeyât,



zîb.MII,



ue't-ta'dîl,



3 8 6 - 3 9 0 ; İbn Hacer,



4 6 0 - 4 6 1 ; Sehâvî,



AHâ-



Tehzîbü'l-



Tehzîbü't-Tehel-İ'lânbi't-teobîh,



s. 6 3 9 , 641, 692; Süyûtî,



Tabakâtü'l-huffâz



( Ö m e r ) , s. 2 2 5 - 2 2 6 ; İbnü'l-İmâd, Şezerât, 146; Ziriklî. el-A'lâm, 'ârifın,



V, 2 0 6 - 2 0 7 ;



I, 7 8 0 ; Kehhâle,



II,



Hediyyetü'l-



Mu'cemü'l-mü'ellifîn,



VII, 286; Fehîm M u h a m m e d Şeltüt, " T â r î h u ' l M e d î n e t i ' l - m ü n e v v e r e " , Dirâsât zîreti'l-'Arabiyye: 'Arabiyye,



Meşâdiru







Târîhi'l-Ce-



Târihi'l-Cezîr



eti'l-



Riyad 1379/1979, 1/2, s. 3-7; Sez-



gin, GAS (Ar.), 1/2, s. 2 0 5 - 2 0 7 ; M u h a m m e d Câsim el-Meşhedânî, Mevâridü



'l-Belâzüri,



Mekke



1407/1986,1, 3 0 6 - 3 1 3 ; Mustafa Fayda, " İ s l â m Dünyasındaki İlk Şehir Tarihleri v e İbn Şebbe'nin Medine-i M ü n e v v e r e Tarihi", AÜİFD,



XXVIII



(1986), s. 1 6 7 - 1 8 0 ; İ n â y e t u i l a h Fâtihî N e j â d , " İ b n Ş e b b e " , DMBİ, IV, 67-68. B



MUSTAFA FAYDA



İBN ŞEBÎB



F



_1



(bk. MUHAMMED b. ŞEBÎB). L



r



J



İBN ŞEDDAD, Abdülazîz ( i l j y i ,^>1 JUC)



n



Ebû Muhammed (Ebü'l-Arab) İzzüddîn Abdülazîz b. Şeddâd b. Temîm es-Sanhâcî (ö. 582/1186'dan sonra) ^



Kuzey Afrikalı tarihçi.



^



Zîrîler hânedanına mensup olup Temîm b. Muiz b. Bâdîs'in torunu, Ebü'l-Fütûh Yahyâ b. Temîm'in yeğenidir. Hayatının önemli bir bölümünü, Zîrîler'in Mehdiye'-



372



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞEDDÂD, B a h â e d d i n deki son emîri Hasan b. Ali es-Sanhâcî'nin (1121-1148) maiyetinde geçirdi. Mehdiye'nin 543'te (1148) bu hükümdar tara-



letü't-Ticânî (nşr. Hasan Hüsnî Abdülvehhâb), Tunus 1958, s. 14-15, 341,346, 347 vd.; İbnü'lFuvatî, Telhîşu MecmaH'l-âdâb(nşx. Mustafa Ce-



Buhârî'nin çeşitli dualar içeren bir cüzünü okudu. Daha sonra Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin 27 Receb 583'te (2 Ekim 1187) Haçlı-



oldu. Onunla birlikte yardım istemek üze-



vâd), Dımaşk 1962, IV/1, s. 213; Nüveyrî, ISihâyetü'l-ereb, XXIV, 156, 157 vd.; Makrîzî, Itti'âzü'l-hunefâ (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl), Kahire



etti v e Fezâ'ilü'l-cihâd



re Merakeş'e Muvahhidler Devleti'nin ku-



1416/1996,1, 37; Keşfü'z-zunûn,



duğu sultanın takdirini kazanarak yakın



rucusu Abdülmü'min el-Kûmî'nin yanına



Hulelü



fından Normanlar'a teslim edilişine şahit



gitti; 551 (1156) yılında da Palermo'da



's-sündüsiyye,



H. Mamour, Polemics



\, 29, 601; el-



I, 4 6 0 , 534; II, 23, 75; P. on the Origin



of the



Fati-



mi Caliphs, London 1934, s. 34; Brockelmann,



lar'dan geri almış olduğu Kudüs'ü ziyaret adlı eserini sun-



çevresine alındı (Cemâziyelevvel 584/Temmuz 1188). Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafın-



ofls-



dan kazaskerliğe getirilen v e Kudüs ka-



maşk'a yerleşti v e ölünceye kadar orada



mailism, Cambridge 1940, s. 57; H. R. Idris, La



dılığına tayin edilen İbn Şeddâd onun ölü-



yaşadı. Bu arada Ebü'I-Kâsım İbn Asâkir'-



Barberie



bulunduğu bilinmektedir. Daha sonra Dı-



den hadis okudu v e 5 6 7 ' d e (1172) ondan rivayet için icâzet aldı (İbnü'l-Fuvatî, IV/1, s. 213). 582 (1186) yılında, Mehdiyeli bir



GAL



nî, s. 14). İbn Şeddâd'm, asıl adı ve'l-beyân



müne kadar (589/1193)yanından ayrılma-



cles, Paris 1962, I, s. XVIII-XIX; M. T^lbi, "ibn Şhaddâd", El2 (İng.), III, 933; Muhammed Seyyidî, "İbn Şeddâd", DMBl, IV, 77-78.



dı; savaşlarda beraberinde bulunduğu gi-



fîhâ ve fîsâ'iri mülûk ve'l-cfyân rîb, Târîhu



olan ve



İfrîkıyye



r



mine'lTârihu'l-Mağ-



ve'l-Mağrib,



Ah-



t e k eseri günümüze ulaşmamıştır. Bununla birlikte İbn Hallikân, İzzeddin İbnü'l-Esîr, Ahmed b. Abdülvehhâb en-Nüveyrî, Makrîzî, Abdullah b. M u h a m m e d et-Ticânî ve Ebü'l-Fidâ gibi müellifler tarafından kaynak olarak kullanılan ve bazı kısımları iktibas edilerek hakkında çeşitli bilgiler verilen kitabın (meselâ bk. Ticânî, s. 14, 341, 346, 347 vd.; Nüveyrî, XXIV, 156, 157 vd.) İbn Şeddâd'ı Kuzey Afrika'nın seçkin tarihçilerinden biri yaptığı ve mahallî tarih türünün en güzel örneklerinden olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre, muhteva itibariyle eserin önemli bir bölümü İbn Şeddâd'ın mensubu olduğu Zîrîler hânedanıyla ilgilidir ve kitap özellikle Zîrîler hakkında ilk elden bilgi vermesi açısından değerlidir; yazar doğrudan yaşadığı veya gördüğü birçok hadiseyi aktarmıştır. Bazı konularda Şiîlik karşıtı eğilim taşıdığı anlaşılan eserin Fâtımî halifeleri v e nesepleri hakkındaki kısımları ise sonraki tarihçiler ta-



X"-XII'!



sabri h i z m e t l i



İ B N Ş E D D A D , Bahâeddin



~1



L



Eyyûbî devlet adamı, fakih ve tarihçi.



bi hadis v e fıkıh konularında danışmanlığını, bazan da elçiliğini yaptı. 585 (1189) yılında Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa'nın büyük bir Haçlı ordusuyla İslâm topraklarına doğru harekete geçtiği haberi üzerine yardım sağlamak amacıyla Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh ile diğer



Ebü'l-Mehâsim (Ebü'l-İzz) Bahâüddîn Yûsuf b. Râfi' b. Temîm el-Mevsılî el-Halebî (ö. 632/1234)



adlarıyla da tanınan



bârü'l-Kayrevân



sous les Zirîdes,



( j l â j j j l JJJJIFI^J )



ve men



bilâdi'l-Mağrib



orientale



0



Kitâbü'1-Cem'



fî ahbâri'l-Kayrevân



I, 575; B. Levvis, The Origins



sie-



hemşehrisinin verdiği İfrîkıye'de gelişen bazı olaylarla ilgili bilgileri kaydetti (Ticâ-



Suppl.,



bazı hükümdarlara elçi olarak gönderildi (a.g.e., s. 178-179). Haçlılar'la antlaşma yapıldıktan (588/1192) sonra da Kudüs'te bir Şâfiî medresesi kurmakla görevlendirildi. J



İbn Şeddâd, Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin ölümünün ardından Halep'e gitti ve 591



10 Ramazan 539 (6 Mart 1145) tarihin-



(1195) yılında Halep Eyyûbî Sultanı el-Me-



de Musul'da doğdu. Küçük yaşta babasını



likü'z-Zâhir Giyâseddin tarafından vakıf-



kaybettiği için dayılarının yanında büyü-



ların idareciliği yanında Halep kâdılkudât-



dü. Anne tarafından dedesi Şeddâd'a nis-



lığına tayin edildi; burada aynı zamanda



betle İbn Şeddâd diye tanınır. Kur'an'ı ez-



bir vezir ve müsteşar konumundaydı. Ey-



berledikten sonra İbn Sa'dûn el-Kurtubî'-



yûbîler'in hemen her konuda görüşlerine



den on bir yıl boyunca kırâat-i seb'a ile ha-



başvurduğu İbn Şeddâd, çeşitli bölgeler-



dis v e tefsir dersleri aldı. Kendisine hadis



d e hüküm süren bu büyük hânedanın



v e fıkıh okutan hocalar arasında Ebü'l-



fertleri arasındaki ilişkileri düzenlemek



Berekât İbnü'ş-Şîracî, Ebü'1-Fazl Abdul-



amacıyla 593(1197), 608(1211) v e 613



lah et-Tûsî, Ebü'r-Rızâ Saîd eş-Şehrezû-



(1216) yıllarında Halep'ten Kahire'ye gi-



rî, Ebû Muhammed Abdullah es-Sanhâcî



dip geldi; 629'da da (1232) el-Melikü'l-



v e Ebû Bekir Muhammed el-Ceyyânî zik-



Azîz'le evlenen el-Melikü'l-Kâmil Nâsırüd-



redilebilir. Daha sonra tahsilini ilerlet-



din'in kızını Kahire'den getiren heyetin



mek amacıyla Bağdat'a giderek Nizâmi-



başkanlığını yaptı.



ye Medresesi'ne girdi v e kısa süre içinde muîd olup (566/1171) yaklaşık dört yıl bu g ö r e v d e kaldı. Bu arada Ebü'l-Hayr Ahm e d el-Kazvînî ve Şühde el-Kâtibe gibi meşhur hocalardan ders aldı.



Kendisine verilen iktâ v e ihsanlardan elde ettiği gelirle Nûreddin Mahmûd Zengî'nin kurduğu medresenin karşısına 601 (1205) yılında büyük bir Şâfiî medresesiyle bir dârülhadis yaptıran İbn Şeddâd'ın



rafından iktibas edilmekle birlikte aşırı



569 (1174) yılında Musul'a dönen İbn



şöhreti birçok kişinin ilim tahsili için Ha-



bulunmuştur (meselâ bk. İbnü'l-Esîr, VIII,



Şeddâd, Ebü'1-Fazl Muhammed eş-Şeh-



lep'e gelmesine sebep oldu. Kahire'de bu-



27; İbn Saîd el-Mağribî, s. 34; Makrîzî, 1,37).



rezûrî'nin kurduğu m e d r e s e d e hocalık



lunduğu sıralarda, yaşlılığı sebebiyle med-



Müellifin kaynakları arasında Atıyye b.



yaptı. Bu arada Musul Atabeği İzzeddin



resede ders veremediği günlerde de evin-



Mahled b. Rebâh el-Mağribî, İbnü'l-Yesa'



Mes'ûd b. Mevdûd tarafından Abbâsî Ha-



de ilim öğretmekten geri durmadı. Yetiş-



el-Endelüsî ve Rakik el-Kayrevânî gibi



lifesi Nâsır-Lidînillâh'a, Selâhaddîn-i Ey-



tirdiği çok sayıdaki öğrenci arasında İbn



isimler yer almaktadır.



yûbî'ye v e diğer bazı hükümdarlara elçi



Hallikân, Ebû Şâme el-Makdisî, İbn Vâsıl,



olarak gönderildi (en-Meuâdirü 's-sultâniy-



Cemâleddin Ebû Abdullah el-Fâsî el-Muk-



BİBLİYOGRAFYA : İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, VIII, 27; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 306; VI, 211; İbn Saîd el-Mağribî, enNücümü'z-zâhire



fî hulâ



hazreti'l-Kâhire



(nşr.



Hüseyin Nassâr), Kahire 1970, s. 34; Ticânî, Rih-



ye, s. 102, 111-112, 119). 583'te (1188)



rî, Zekiyyüddin Ebû Muhammed el-Mün-



hac dönüşü Dımaşk'ta bulunduğu sırada



zirî, Kemâleddin İbnü'l-Adîm, Cemâleddin



Kevkeb Kalesi'ni kuşatan Selâhaddîn-i Ey-



Muhammed es-Sâbûnî ed-Dımaşkı ve Şe-



yûbî'nin daveti üzerine yanına gitti ve ona



hâbeddin İsmâil el-Hazrecî el-Kavsî gibi 373



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞEDDÂD, B a h â e d d i n 45-48; a.e. (nşr. Muhammed b. Yahyâ b. Hasan en-Nüceymî), Beyrut 1412/1991, neşredenin girişi, I, 3-9, 26-27; İbnü'ş-Şa"âr, Kalâ'idü'l-cü-



âlimler bulunmaktadır. Kaynaklarda dindar, faziletli ve c ö m e r t bir kişi olduğu belirtilen İbn Ş e d d â d 14 S a f e r 6 3 2 ' d e



mân fiferâ'idi



(8 Kasım 1234) Halep'te vefat etti v e sağlığında medresesiyle dârülhadisi arasına kendisi için yaptırdığı türbeye defnedildi.



"..ıJ.tilIMif



168, 175, 176, 185, 206, 207,211; Ebû Şâme,



(Sîretü



hiddîn, es-Sîretü'l-Yûsuftyye).



s. 163; ibn Hallikân,



''ale'r-Ravzateyn,



Vefeyât, VII, 84-100; İbn Vâsıl, Müferricü'l-kürûb.lII, 8-9, 70,71, 212, 236, 237; IV, 254-255, 311, 313; V, 29-30, 89-92; İbnü'd-Devâdâri, Kenzü'd-dürer, VII, 176, 178,184, 314; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâXXII, 383-387; a.mlf., Ma'rifetü'l-kurrâ' (Altıkulaç), III, 1216-1220; Safedî, el-Vâfi, XXIX, 196-203; Yâfıî, Mir'âtü'l-cenân, IV, 82-83; Sübkî. Tabakât (Tanâhî), VIII, 360362; İsnevî, Tabakâtü'ş-ŞâfıHyye, II, 115-117; İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye, II, 9697; İbnü'l-İmâd, Şezerât (Arnaût), VII, 276-277; Brockelmann, GAL, I, 386; Suppi, I, 549-550; Hediyyetü 'l-'ârifln, II, 553-554; N. Elisseeff, Nür ad-Din, Damas 1967,1,43-45; Franz Rosenthal



en-Nevâdirü's-sultâniyye



ve'l-mehâsinü'l-Yûsufiyye



(nşr. Fuat



hâze'z-zamân



III, 7 7 , 82, 132, 135, 137, 164,



detü'l-haleb,



t - j»Tv ' ' . t - , f i »



ez-Zeyl



Eserleri. 1.



şu'arâ'i



Sezgin), Frankfurt 1410/1990,X, 349-356; Münzirî, et-Tekmile, 111, 384-385; İbnü'i-Adîm, Zûb-



Şalâ-



Selâhad-



dîn-i Eyyûbî ve dönemini anlatan kaynakların başında gelmektedir. Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin hayatı ve kişiliğinden sonra savaş v e fetihleriyle dönemin önemli olaylarını ele alır. Bizzat ifade ettiğine g ö r e (s. 141) İbn Şeddâd eserini, 5 8 4 ( 1 1 8 8 ) yılına kadar güvendiği bazı şahısların nakillerine, o tarihten sonraki olaylar için ise ağırlıklı olarak kendi müşahedelerine da-



A History



yandırmıştır. III. Haçlı Seferi için t e m e l



of Müslim



Leiden



Historiography,



1968, s. 104, 173; H. A. R. Gibb, Saladin: Stu-



kaynaklardan biri olan v e gerek müslü-



dies in lslamic



man gerekse hıristiyan tarafların sosyal



74, 75, 121, 126, 160; a.mlf., The Life of



v e idarî durumlarına dair birinci elden



Bahâeddin ibn Şeddâd'ın Esrr.â'ü'r-ricâl



adlı eserinden



bilgiler veren kitapta bazı önemli tarihî



bir s a y f a (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 2 5 5 , vr. 2 " )



din from



the Works



of 'Imâd



ad-Din



Sala-



and



Ba-



hâ'ad-Din, Oxford 1973, s. 2; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn



belgeler de yer almaktadır (meselâ bk. s.



Beirut 1972, s. 5 2 - 5 3 ,



History,



Devrinde



Eyyübîier



Devleti,



İstan-



bul 1983, s. 11, 55, 133, 250, 262, 295-296,



191-192, 202-204). Albertus Schultens'in



3 6 6 ; a . m l f . , Müslümanlarda



Latince (Leiden 1732-1755), Baron Mac-



Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 141, 147, 155; F.



Guckin de Slane'ın Fransızca ( R H C Or„



Gabrieli, Arab



III) çevirisiyle birlikte yayımladığı eseri, iki defa da Kahire'de basıldıktan sonra (1317, 1346) Cemâleddin eş-Şeyyâl tamamıyla



viyle ilgilidir (Brockelmann, GAL, I, 386).



(Kahire 1384/1964, 1415/1994), Muham-



Fâyiz Abdullah Muhammed Fâyiz eserin



m e d Dervîş ise bazı bölümlerini seçerek



tahkikini esas alan bir doktora tezi hazırla-



(Dımaşk 1979, 1987) tekrar yayımlamış-



mıştır (1414/1993, el-Câmiatü'l-İslâmiyye



tır. Kitap, Claude Reignier Conder tara-



külliyyetü'ş-şerîa [Medine)). 4.



fından da The Life of Saladin



cihâd.



Befell



Sultan



OT What



Yûsuf adıyla İngilizce'ye



çevrilmiştir (London 1897; Delhi 1988). 2. Delâ'ilü'l-ahkâm.



Ahkâm hadisleri hak-



Fezû'ilü'l-



Selâhaddîn-i Eyyûbî'ye ithaf edil-



miştir {en-Nevâdirü's-sultâniyye, S. Esmâ'ü'r-ricâlellezîne bi'ş-Şîrâzî.







de geçen şahıslar hakkında olup bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde ka-



hadis kaynaklarında bulundukları, riva-



yıtlıdır (Cârullah Efendi, nr. 255). 6. Kitâ-



yet farklılıkları ve sıhhat açılarından ele



bü'l-cAşâ.



(Brockelmann, GAL, l, 386). 7.



limeler açıklandığı gibi hadisten çıkarılan



hadîş.



fıkhî hükümler de sıralanmakta v e arka-



da K a h i r e ' d e v e r d i ğ i hadis derslerinin



sından sahâbenin, mezhep imamlarının



notlarından oluşmaktadır (a.g.e., a.y.). 8.



v e diğer fakihlerin konuyla ilgili görüş-



el-Mûcezü'l-bâhir.



Fürû-i fıkıhla ilgi-



lerine yer verilmektedir. Eser Muham-



lidir (İbn Hallikân, VII, 100). 9.



m e d en-Nüceymî tarafından iki cilt (Bey-



Ahfiyû'



rut 1412/1991), Muhammed Şeyhânî ile



354). 10. et-Tuhfetü'



Ziyâdüddin el-Eyyûbî tarafından da dört



a.y.).



detlerle ilgili bölümün tahkikini konu alan bir doktora tezi hazırlamıştır (1412/1991, C â m i a t ü Ümmi'l-kurâ külliyyetü'ş-şerîa [Mekke)). 3. Melce'ü'l-hükkâmcinde tibâsi'l-ahkâm.



374



il-



Kadılar v e kadılık göre-



mine'l-evliyâ'



Kitâbü'l-



(İbnü'ş-Şa"âr, X, l-'Azîziyye



(a.g.e.,



BİBLİYOGRAFYA: Bahâeddin İbn Şeddâd, en-iievâdirü's-sultâniyye(nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl), Kahire 1415/ 1994, s. 102, 111-112, 119, 141, 178-179, 191192, 202-204; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 520; a.mlf., Delâ'ilü'l-ahkâm (nşr. Muhammed Şeyhânî-Ziyâdüddin el-Eyyûbî), Dımaşk-Beyrut 1413/1992, neşredenlerin girişi, I, 10-25,



1



Ebû Abdillâh İzzüddîn Muhammed b, Alî b. İbrâhîm b. Şeddâd el-Ensârî el-Halebî (5. 684/1285) eJ-Aclâku'l-ljatire



adlı



eseriyle tanınan Eyyûbîler vs Memlükier dönemi tarihçisi.



Dürûsü'l-



İbn Şeddâd'ın 629 (1232) yılın-



CASİM A v c ı



İ B N Ş E D D Â D , İzzeddin



Hz. Mûsâ ve Firavun'la ilgilidir



alınmaktadır. Metinlerde geçen garîb ke-



(trc.



( û l Â İ ^ f ^oJjljc)



adlı eserin-



râvileriyle birlikte verildikten sonra hangi



neşredilmiştir. Nûreddin Muallim de iba-



r



Ebû İshak eş-Şîrâzî'nin Şâfiî



fıkhına dair el-Mühezzeb



cilt (Dımaşk-Beyrut 1413/1992) halinde



IKI



s. 141).



kındadır. Konuları fıkıh bablarına göre sis-



of the Crusades



E.). Costello), London 1984, s. XXIX; Adnan Sâdık Erzi, "İbn Şeddâd", İA, V/2, s. 825; Gamal el-Din el-Shayyal, "ibn Şhaddâd", El2 (ing.), III, 933-934; Nâsır Güzeşte, "İbn Şeddâd", DMBİ, IV, 74-76. ı—ı



Mühezze-



tematik düzenle seçilen hadisler, sahâbî



Historians



Tarih-Coğrafya



L



J



6 Zilhicce 613'te (16 Mart 1217) Halep't e doğdu. Bazı kaynaklarda isim zincirinde değişiklik yapılarak babasının İbrâhim. dedesinin Ali adlarıyla verildiği görülür. Çocukluğunu Halep'te geçirdi ve burada okudu; bir ara Bahâeddin İbn Şeddâd'ın öğrencisi oldu. 631 (1234) yılında v e daha sonra Dımaşk'a seyahatler yaptı (bk. el-A'lâku'l-hatîre



[nşr. Sâmi ed-Dehhân],



s. 188). Ardından kâtip olarak Halep'te Eyyûbî hükümdarlarından 11. el-Melikü'nNâsır Selâhaddin Y û s u f ' u n h i z m e t i n e giren İbn Şeddâd, 640 (1242-43) yılında



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞEDDÂD, B a h â e d d i n Harran'a vergi gelirlerini teftiş için gön-



âlimler, han ve hamamlar, hastahaneler,



derildi. Bu işte gösterdiği başarı ve şah-



hankahlar, mezar v e türbeler, kilise ve



rafilerine de alfabetik sırayla yer veril-



sî yetenekleriyle el-Melikü'n-Nâsır'ın dik-



manastırlar üzerinde durulan hususlar-



miştir. Yoel Koch'un eserin tenkitli neşri-



katini çekip dostluğunu kazanarak ya-



dandır. Tarihî binalar bazan ayrıntılarıyla



ni konu alan doktora tezinden sonra (A



kın ç e v r e s i n e girdi. 649'da (1251) elçi-



tanıtıldığı gibi inşalarından o güne kadar



Scholarly



lik göreviyle Musul, Mardin ve el-Cezî-



geçirdikleri tamir faaliyetleri de açıklanır.



dâd al-Halabî's



re gibi bölge hükümdarlarına gönderildi



Eserde İslâm'ın ilk dönemlerinden itiba-



bars I, I-III, Bar- ilan University, Ramat-



[nşr. Yahyâ Zekeriyyâ



ren Bizans'a yönelik askerî seferler de kro-



Gan 1978) A h m e d Hutayt da aynı şekil-



(el-A'lâku'l-hatîre



vefat eden bazı önemli şahısların biyog-



Edition of 'izz al-Dîn ibn ShadMs. on the Sultan



Bay-



Abbâre], 1II/1, s. 238-240); Safedî onun Hü-



nolojik sırayla kaydedilmiştir



lâgû'ya da gönderildiğini söyler (el-Vâfî, II,



hatîre |nşr. Yahyâ Zekeriyyâ Abbâre], 1/2, s.



yımlamıştır (Târîhu'l-Meliki'z-Zâhir



4). 657'de (1259) barış görüşmeleri yap-



196-335). İbn Şeddâd kitabın telifinde İb-



Geschichte



mak üzere Meyyâfârikin'i kuşatma altın-



nü'l-Adîm, Ebü'I-Kâsım İbn Asâkir v e İb-



baden- Beyrut 1403/1983). M. Şerefettin



da tutan Hülâgû'nun oğlu Yeşmut'un ya-



nü'l-Ezrak el-Fâriki başta olmak üzere Be-



Yaltkaya tarafından Türkçe'ye çevrilen



nına gitti; aynı zamanda el-Melikü'n-Nâ-



lâzürî, İbn Cerîr et-Taberî, İzzeddin İbnü'l-



eser (Baypars Tarihi: al-Melik



sır'ın ailesini Dımaşk'tan Halep'e götür-



Esîr, İbn Ebû Tay, İbnü'l-Kalânisî, Azîmî,



[Baypars] Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi,



(el-A'lâku'l-



de bir doktora tezi hazırlayarak eseri yafDie



des Sultans Baibars],



Wies-



al-Zahir



dü. Müzakerelerin sonuçsuz kalması v e



İbn Ebü'd-Dem, İbn Münkız v e Bahâed-



İstanbul 1941), Brockelmann tarafından



Suriye'nin işgal edilmesi üzerine birçok-



din İbn Şeddâd gibi âlimlerden yararlan-



yanlışlıkla Bahâeddin İbn Şeddâd'a nisbet



ları gibi o da 659 (1261) yılında Mısır'a



mıştır. Kendisinden faydalanan müellif-



edilir (GAL, I, 386). 3.



kaçtı.



ler arasında Hasan b. Ahmed b. Züfer el-



dûdiyye



Erbîlî, İbnü'l-Mibred, Nuaymî, Şemseddin



men fî turafi ehli'l-Yemen).



İbn Tolun ve İbn Kennân yer almaktadır.



Patna'daki Khuda Bakhsh Oriental Pub-



Eser ilk defa Henry Frederick Amedroz



lic Library'de (nr. 1720) bulunmaktadır



Mısır'da Memlûk Sultanı el-Melikü'zZâhir I. Baybars ile veziri Bahâeddin Ali b. Muhammed'in (İbn Hannâ) dostluğunu kazanan İbn Şeddâd, 669 (1271) yılında Sultan Baybars'ın ve 672'de (1273) Vezir Bahâeddin'in Suriye seferlerine katıldı. Böylece bölgenin o günkü askerî, idarî ve içtimaî durumu hakkında yeni bilgiler elde e t m e imkânı buldu. Baybars'ın ölümünden sonra vasiyeti uyarınca medrese v e türbesi için kurulan vakfın başına getirilen İbn Şeddâd, onun halefleri elMelikü's-Saîd Nâsırüddin Bereke Han, elMelikü'I-Âdil Bedreddin Sulamış ve el-Melikü'l-Mansûr Seyfeddin Kalavun ile de iyi ilişkilerini sürdürdü. 17 Safer 684 (24 Nisan 1285) tarihinde Kahire'de v e f a t etti v e Mukattam dağının eteklerindeki kabristana gömüldü. Eyyûbîler v e Memlükler dönemlerinin önde gelen coğrafyacı, tarihçi ve kâtiplerinden olan İbn Şeddâd, Moğollar'ın v e Haçlılar'ın İslâm topraklarını tehdit ettikleri bir dönemde yaşamış v e eserlerinde bizzat kendi müşahedelerine dayanan birinci elden bilgileri vermeye özen göstermiştir. Eserleri. 1. el-Aclâku'l-hatîre ri ümerâ'i'ş-Şâm



ve'l-Cezîre.



Bir nüshası



(a.g.e., I, 634). 4. Cene'l-cenneteyn



t h e History of the City of Mayyâfâriqîn"



ahbâri'd-devleteyn.



adlı makaleyle ( J R A S , [ 1902], s. 785-812)



ku'l-hatîre'smüe



ilim âlemine tanıtılmıştır. Daha sonra Şarl



Yahyâ Zekeriyyâ Abbâre], III/2, s. 459) Ey-



Lûdî (Ch. Ledit) Avâsım ("el-Alâku'l-ljatîre



yûbîler ve Memlükler'le (veya Hârizm-



li-'İzziddîn İbn Şeddâd", el-Meşrık, XXXIII/



şahlar) ilgili olduğu tahmin edilmektedir







Müellifin



el-A'lâ-



adı geçen eserin ([nşr.



2 [Beyrut 1935], s. 161-223, 586-608), Do-



(a.g.e.,



minique Sourdel Halep (Dımaşk 1953),



şen, s. 153). İbn Şeddâd'ın kendi ifade-



Sâmî ed-Dehhân Dımaşk (Dımaşk 1375/



1/1, neşredenin girişi, s. 30; Şe-



sinden bunların dışında İbnü'l-Esîr'in el-



1956) ve Lübnan, Ürdün, Filistin (Dımaşk



Kâmil



1963), Yahyâ Zekeriyyâ Abbâre el-Cezîre



öğrenilmektedir (el-AHâku'l-hatîre



(III/1-2, Dımaşk 1978) ve Halep, Kınnes-



YahyâZekeriyyâAbbâre],III/l,s. 136). Bağ-



rîn, Avâsım, Sugür, Humus (1/1-2, Dımaşk



datlı İsmâil Paşa,



Kürûmü't-tehânîli-



1991) ve A n n e - M a r i e E d d e Kınnesrîn,



tefsîri's-seb'i'l-meşânî



adlı bir eseri de



Avâsım, Sugür ve H u m u s l a ("Vaşf li-şi-



İbn Şeddâd'a nisbet etmektedir



mâli Sûriye li-'İzzi'd-dîn İbn Şeddâd: el-



meknûn, II, 352).



fi't-târîh'ine



de bir zeyil yazdığı [nşr.



(İzâhu'l-



A'lâku'l-ljatîre fî zikri ümerâ'i'ş-Şâm ve'lCezîre [La description de la Syrie du nord de 'İzz al-Dîn ibn Şaddâd]", BEO, XXXIIXXXIII [1980-1981|, s. 265-402) ilgili kısımlarını yayımlamışlardır. Anne-Marie EddeTerrasse neşrettiği bölümü daha sonra Fransızca'ya çevirmiştir (Description



de



zik-



zan yanlışlıkla Bahâeddin İbn Şeddâd'a



671-680



nisbet edilir (meselâ bk. B a h â e d d i n İbn



(1272-1281) yıllan arasında Mısır'da ka-



Şeddâd, neşredenlerin girişi, 1,20, Keşfü'z-



leme alınmıştır. Suriye ve el-Cezîre'nin o



zunûn, I, 125, krş. I, 739;



dönemdeki durumuyla ilgili en önemli



fin, II, 554). 2.



HediyyetüVâri-



Târîhu'1-Meliki'z-Zâhir



kaynaklardan olan eser temelde Halep,



(Sîretü 'l-Meliki'z-Zâhir



Kınnesrîn, Dımaşk, Ürdün, Lübnan, Filis-



riyye], er-Rauzü'z-zâhir fi



tin, Diyârımudar, Diyârırebîa ve Diyârıbe-



Melikl'z-Zâhir).



kir'in coğrafya ve tarihlerine dairdir. Böl-



bars'ın hayatı, şahsiyeti v e dönemini ko-



[es-Sîretü 'z-Zâhisîreti'l[ahbâri'l]-



Memlûk Sultanı I. Bay-



genin genel coğrafî özellikleri v e topog-



nu alır; yalnız 670 (1271) yılından başlayıp



rafyası, kültürel ve iktisadî durumu, tari-



sultanın ölümüyle (676/1277) sona eren



hi, buraya hâkim olan devlet v e hüküm-



II. cildi günümüze ulaşmıştır. Olayların



darlar; şehir, kasaba ve köyler, köprüler,



Baybars merkezli olarak yıllara göre kay-



kapılar, kaleler, surlar, cami ve mescidler,



dedildiği eserde her yılın sonunda o yıl



medreseler v e buralarda hocalık yapan



(Tuhfetü'z-ze-



tarafından "Three Arabic Manuscripts on



la Syrie du nord, Damas 1984). Eser bafî



el-Kurcatü'ş-Şed-



el-Himyeriyye



BİBLİYOGRAFYA : İzzeddin İbn Şeddâd, Târîhu'l-Meliki'z-Zâhir (nşr. Ahmed Hutayt), Beyrut 1403/1983, s. 72, 226; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 9-27; a.mlf., el-A' lâku'l-hatîre



fi zikri ümerâ'i'ş-Şâm



ve'l-



Cezîre (nşr. Yahyâ Zekeriyyâ Abbâre), Dımaşk 1991,1/1, s. 7, 323; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 1-45; a.e., Dımaşk 1978, IH/1, s. 136, 238240; III/2, s. 459, 491-499; a.e.: Târîhu medîneti Dımaşk (nşr. Sâmî ed-Dehhân), Dımaşk 1375/1956, s. 187-188; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 13-32; a.mlf., a.e.: Description de la Syrie du nord (trc. Anne-Marie Edde-Terrasse), Damas 1984, tercüme edenin girişi, s. XI-XLV; Bahâeddin İbn Şeddâd, Delâ'ilü'l-ahkâm (nşr. Muhammed Şeyhânî-Ziyâdüddinel-Eyyûbî), Dımaşk-Beyrut 1413/1992, neşredenlerin girişi, I, 20; Yûnînî, Zeylü Mir'âti'z-zamân, Haydarâbâd 1380/1961, IV, 270-271; Zehebî, el-'İber, III, 356; Safedî, el-Vâft, II, 3-4; IV, 189-190; Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân,



IV, 201; İbn Kesîr,



el-Bidâye,



XIII, 305; İbnü'l-Furât, Târih (nşr. K. ZüreykNeclâ İzzeddin), Beyrut 1939, VIII, 33, 34; Makrîzî. es-Süiûk, 1/1-2, s. 647; Keşfü'z-zunûn, I, 125, 739; İbnü'l-İmâd, Şezerâi(Arnaût), VII, 677678; Cl. Cahen, La Syrie du nord â



l'epogue



375



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞEDDÂD, B a h â e d d i n des croisades



et la principaute



franque



d'An-



tioche, Paris 1940, s. 75-76; a.mlf., "XIII. Asır Ortalarında Cezire-. İzzeddinb. Şeddad'a Göre" (trc. Neşet Çağatay), AÜİFD, IV (1953), s. 93106; Brockelmann, QAL,\, 386, 634; SuppL, I,



rüddîn-i Tûsî, İbn Şehrâşûb'un ölümün-



Mevâlid,



den dokuz yıl sonra dünyaya gelmiştir. Bu



tü'l-fâ'ide.



hata, Nasîrüddîn-i Tûsî ile Ebû Ca'fer et-



BİBLİYOGRAFYA : İbn Şehrâşûb, Me'âlimü'l-hılemâ' (nşr. M. Sâdık Âl-i Bahrülulûm), Beyrut, ts. (Dârü'l-edvâ), neşredenin girişi, s. 2-36; Safedî, el-Vâfî, IV, 164; Firûzâbâdî, el-Bülğa(nşr. Muhammed el-Mısrî), Küveyt 1407/1987, s. 208-209; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, V, 310; Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât, I, 181; Keşfü'z-zunün, II, 1269; Hânsârî, Rauzâtü'l-cennât (nşr. Esedullah ismâiliyyân), Kum 1392/1972, VI, 290-293; Muhammed b. Süleyman et-Tünükâbünî, Kışaşü'l-'ulemâ', Tahran 1396, s. 428-429; Serkîs, Mu'cem, II, 1607; Hediyyetü'l-'âriftn, 1,669; 11,102; Îzâhu'l-meknûn, I, 69, 103; II, 288, 421, 427, 452, 560; Brockelmann, GAL SuppL, i, 710;Tebrîzî, Reyhânetü'ledeb, VIII, 58-60; Abbas el-Kummî, el-Künâ ve'lelkâb, Beyrut 1983, I, 332-333; a.mlf., Sefinetü'l-bihâr, Beyrut, ts. (Dârü'l-Murtazâ), 1, 726; Âgâ Büzürg-i Tahrânî, ez-Zerfa ilâ teşânîfı'şŞfa, Beyrut 1403/1983, L 426; 11, 12, 239, 378, 395, 476; III, 177, 306; V, 91; VI, 236; X, 86; XIX, 10, 62, 73, 76; XX, 231; XXI, 98,301; XXII, 318; XXIII, 154, 233; A'yânü'ş-Şfa, I, 82-83; II, 267; B. Scarcia Amoretti, "IbnŞhahrâşhüb", £/2(İng.), III, 935; Ahmed Pâketçî, "İbn Şehrâşûb", DMBl, IV, 90-92. m



Tûsî'nin aynı kişi zannedilmesinden kay-



Hediyyetü'1-'ari-



naklanmış olmalıdır. İbn Şehrâşûb, muh-



fin, II, 554; I. Krachkovsky, Târîhu'l-edebi'l-coğrâfıyyi'l-'Arabî(trc. Selâhaddin Osman Hâşim), Moskva-Leningrad 1957, I, 369-370; Franz Rosenthal, A History of Müslim Historiography, Leiden 1968, s. 107, 156, 171; Ramazan Şeşen,



temelen 552'de (1157) Bağdat'a giderek



883; îzâhu'l-meknûn,



Müslümanlarda



II, 352;



Tarih-Coğrafya



Yazıcılığı,



İs-



tanbul 1998, s. 152-153; D. Sourdel, "Les professeurs de madrasa â Alep aux XIIc-XIHe siecles d'apres ibn Şaddâd", BEO,XIII (1949), s. 85-115; Ali Sevim, "İbn Şaddâd, 'İzz al-Dîn, alA'lâk al-Hazîra fî zikr Umarâ' al-Şâm va al-Cazîra, Târih Lübnan va al-Urdun va Filistin...", TAD, 11/2-3(1964), s. 291-301;Muhammed Saîd Rızâ, "İbn Şeddâd fî kitâbeti'l-Alâkı'l-hatîre -kısmü'l-Cezîre-: dirâse ve tahlîl ma'a nuşûş mine'l-mahtût", el-Mü'errihu'l-'Arabi,Y.\\l, Bağdad 1980,"s. 124-155; Yoel Koch,'"Izz al-Din ibn Şhaddâd and his Biography of Baybars", A/O/Y, XLIII/2 (1983), s. 249-287; Adnan Sâdık Erzi, "İbn Şeddâd", İA, V/2, s. 825; D. Sourdel, "ibnŞhaddâd", £72(İng.), III, 933; Abdülmuhammed Rûh Bahşân, "İbn Şeddâd", DMBl, IV, 77-



Ebü'l-Vakt es-Siczî'nin rivayetlerini dinledi. Bağdat'ta bulunduğu sırada ilmî şahsiyetiyle, ayrıca etkili vaazlarıyla halifenin teveccühünü kazandı v e kendisine Reşîdüddin lakabı verilerek çeşitli mezheplere mensup çevrelerde itibar edilen bir âlim konumuna geldi. Halife Müstencid-Billâh devrinde de Bağdat'ta kaldıktan sonra Halife Müstazî-Biemrillâh'ın Hanbelî akaidini hâkim kılma çabalarından dolayı burayı terketti ve Hille'ye gitti (567/1171). Dört yıl sonra Musul'a geçti; Vezir Ebü'lHasan Ali b. Muhammed'in azledilmesi üzerine Hamdânîler devrinde Şîa'nın sığınağı olan Halep'e gitti. Daha çok tefsir, rivayet ilimleri ve nahiv konularında meşhur olan İbn Şehrâşûb hayatının özellikle son on beş yılını ders vermekle geçirdi.



H



r



CASİM Avcı



İBN ŞEHRAŞUB (03-İİJ4İ )



n



ı_



FFIL MUSTAFA Ö Z



Ebû Hâmid Muhammed b. Ebü'l-Kâsım el-Halebî ve Ebü'l-Hasan Ali el-Hillî yetiştirdiği meşhur öğrencilerdendir. İbn Şeh-



Mâ'ide-



r



İBN ŞENEBUZ



n



râşûb 22 Şâban 588'de (2 Eylül 1192) Halep'te vefat etti ve Cebelülcevşen'de Meş-



Ebü'l-Hasen Muhammed b. Ahmed b. Eyyûb el-Bağdâdî (ö. 3 2 8 / 9 3 9 )



hed-i Hüseyin diye bilinen kabristana def-



Ebû Ca'fer Reşîdüddîn Muhammed b. Alî b. Şehrâşûb et-Tabersî el-Mâzenderânî es-Serevî (ö. 588/1192) Tefsir, hadis ve nahiv alanındaki çalışmalarıyla tanınan Şiî âlim.



Şerhu Kitâbi'l-Fuşûl,



nedildi. Eserleri. 1. Müteşâbihü'l-Kur'ân muhtelifüh j



489 (1096) yılında İran'ın Mâzenderan



(Te'uîlü



ve



L



Şâz kıraatleriyle tanınan âlim.



j



müteşâbihi'l-Kur'ân).



570'te (1174-75) tamamlanan eser Ha-



248 (862) yılı civarında doğdu. Üçüncü



san el-Mustafavî'nin hâşiyesiyle birlikte



ceddi Şenebûz'a nisbetle İbn Şenebûz



basılmıştır (Tahran 1369/1950). 2. Me c â-



künyesiyle meşhur oldu, ayrıca Şenebûzî



limü'l-'ulemâ\



Ebû Ca'fer et-Tûsî'ye ait



nisbesiyle de anıldı. Kıraat v e hadis tah-



bölgesindeki Sâri şehrinde doğdu. Ebû



el-Fihrist



adlı eseri tamamlayıcı mahi-



sili için Humus, Dımaşk v e Mısır gibi yer-



Abdullah künyesiyle ve Zeynüddin laka-



y e t t e bir kitaptır. 1021 biyografi ihtiva



lere seyahatler yaptı (İbnü'l-Cezerî, Gâye-



bıyla da anılır. Kur'an'ı ezberledikten son-



eden eser Abbas İkbal (Tahran 1353) ve



tü'n-Nihâye,



ra babası ve dedesinden ders okudu. Tah-



Seyyid Muhammed Sâdık Âl-i Bahrülulûm



yıl Mekke'de kaldı (Yâküt, XVII, 18). Hârûn



siline devam etmek üzere ilmî seyahat-



(Beyrut, ts. [Dârü'l-edvâ]) tarafından ya-



b. Mûsâ el-Ahfeş ed-Dımaşki, Kunbül, İd-



lere çıktı. 508'de (1114) gittiği Horasan'-



yımlanmıştır. 3. Menâkıbü



Âli Ebî Tâlib.



rîs b. Abdülkerîm, Muhammed b. Şâzân



da Fettâl en-Nîsâbûrî'nin rivayetlerini din-



Başta Hz. P e y g a m b e r olmak üzere Hz.



el-Cevherî, Ahmed b. Beşşâr el-Enbârî gi-



ledi, Nîşâbur'da Şahhâmî'den Ebû Ya'lâ'-



Ali'ye, evlâtlarına, bazı sahâbî ve tâbiîle-



bi âlimlerden arz yoluyla kıraat öğrendi.



nın el-Müsnedü'l-kebîr"m\



dinleyip riva-



re dair rivayetleri derleyen bir eser olup



Ebû Müslim İbrâhim b. Abdullah el-Keccî,



yet etti. 528-538 (1133-1143) yılları ara-



çeşitli baskıları yapılmıştır (Bombay 1313;



İshak b. İbrâhim ed-Deberî, Muhammed



sında Hârizm'de Zemahşerî'nin, Sebze-



Beyrut 1405/1985). 4.



b. Hüseyin el-Humeynî, Abdurrahman b.



vâr'da Şiî müfessiri Tabersî'nin dersleri-



şıb. Şîa'ya muhalif grupları eleştirmek



Muhammed el-Hârisî gibi âlimlerden ha-



ne katıldı, ardından Meşhed ve Beyhak'a



amacıyla yazılan eserin Tahran Seyyid Mu-



dis dinledi. Kendisinden Ebû Bekir Ah-



gitti. Rey, Kâşân ve Hemedan gibi mer-



hammed el-Muhît Kütüphanesi'nde bir



m e d b. Nasr eş-Şezâî, Ebü'l-Ferec Mu-



kezleri dolaşıp bu yörelerdeki âlimlerden



nüshası mevcuttur ( M e ' â l i m ü ' l - ' u l e m â ' ,



hammed b. Ahmed eş-ŞenebûZî, Ali b. Hü-



faydalandı. Hocaları arasında Ebü'l-Fütûh



neşredenin girişi, s. 27). İbn Şehrâşûb'un



seyin el-Gadâirî, Muâfâ en-Nehrevânî kı-



er-Râzî, Ziyâeddin Seyyid Fazlullah er-Râ-



kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de



raat tahsil ederken, Ebû Bekir İbn Şâzân,



vendî, Ebû Şükr es-Saffâr, Ebü'l-Alâ el-



şunlardır: Beyânü't-tenzîl,



Ebû Tâhir b. Ebû Hâşim, Ebû Hafs İbn Şâ-



Hemedânî gibi âlimler vardır. B. Scarcia



nüzûl



Amoretti, Nasîrüddîn-i Tûsî'nin, dedesi



şâl ii'l-emşâl,



Şehrâşûb vasıtasıyla İbn Şehrâşûb'un do-



tarâ'ik,



laylı olarak hocası sayılması gerektiğini



menâkıbi



ileri sürerse de (El2 [İng.], 111, 935) Nasî-



zehrâ',



calâ



mezhebi



Meşâlibü'n-nevâ-



âli'r-Resül,



el-Hâvî,



el-Minhâc,



Esbâbü'nel-A'lâm



Erba'ûne



seyyideti'n-nisâ' Nuhabü'l-ahbâr,



el-Mive't-



hadîs







Fâtımate'zel-İnşâf,



el-



11, 52-53); mücâvir olarak iki



hin ve diğerleri hadis rivayet ettiler. İbn Şenebûz, Übey b. Kâ'b ile Abdullah b. Mes'ûd'a isnad edilen v e Hz. Osman'ın Mushaf ma aykırı olan okuyuşları yüzünden bir heyet önünde sorgulanması do-



376



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞEREF el-KAYREVÂNÎ layısıyla meşhur olmuştur. Mâide sûresi-



Muhammed el-Kastaliânî'ye göre ise şâz



biyat olmak üzere çeşitli konularda ders



nin 118. âyetinin sonundaki "el-azîzü'l-ha-



kıraatleri okuyanlar kendi haline bırakıl-



aldı. İfrîkıye Emîri Muiz b. Bâdîs dinî ilimler, şiir, dil v e edebiyat alanlarında kendi-



kîm" terkibini "el-gafûru'r-rahîm" diye



mamalı, İbn Şenebûz'un cezalandırıldığı



okuması itirazlara yol açmış (Yâküt, XVII,



gibi bu konudaki alışkanlıklarını sürdü-



ni çok iyi yetiştiren, ayrıca zekâsı, kabili-



173), ayrıca bazı şâz kıraatleri namazda



renler de cezalandırılmalıdır.



yeti ve sağlam karakteriyle dikkat çeken



okumaya devam etmesi üzerine Irak şey-



İbn Şenebûz 3 Safer 328'de (19 Kasım



hülkurrâsı Ebû Bekir İbn Mücâhid duru-



939) Bağdat'ta v e f a t etti. Ebû Bekir es-



mu Vezir İbn Mukle'ye bildirmişti (İbn Şe-



Sûlî v e İbnü'n-Nedîm onun hapiste öldü-



nebûz'un okuduğu şâz kıraatler için bk. Ebû



ğünü yazmışlardır. Ebû A m r ed-Dânî et-



Şâme, s. 190-191; İbn Hallikân, III, 427;Ze-



Teysîr'inde, Ahvâzî v e diğer bazı müel-



II, 549-552). İbn



lifler kıraate dair eserlerinde İbn Şene-



Mukle'nin 1 R e b î ü l â h i r 3 2 3 ' t e (10 Mart



bûz'un rivayetlerine güvenmiş, Zehebî



935) hapse attığı İbn Şenebûz, bir hafta



onu "şeyhülmukriîn, sika, sadûk, emin"



sonra içlerinde Ebû Bekir İbn Mücâhid'in



gibi ifadelerle nitelendirmiştir. İbn Şene-



de bulunduğu bir heyet önünde yapılan



bûz'un kaynaklarda Kitâbü



h e b î , Ma'rifetü'l-kurrâ',



sorgulaması sırasında (İbn Hallikân, III,



fîhi İbn Kesîr Ebâ ''Amr,



426) önce yaptığı işi savunarak veziri v e



İhtilâfü'l-kurrâ',



İbn Mücâhid'i tahkir edici sözler söyledi,



Kitâbü



tahsil için Bağdat dışına çıkmadıklarını



mektedir.



belirterek orada bulunanları cehaletle



kıraatleri okumayacağına dair söz verip t ö v b e etti; durum bir tutanakla tesbit edilerek orada bulunanlar tarafından imzalandı. Buna göre İbn Şenebûz, Hz. Osman'ın Mushaf ına muhalefet etmesi halinde kanının emîrü'l-mü'minîne helâl olacağını beyan etmiştir. İbn Mukle, İbn Şenebûz'un serbest bırakılıp evine gönderilmesi halinde halkın saldırısına uğrayabileceği şeklindeki uyarıyı dikkate alarak onu geceleyin gizlice Medâin'e gönderdi (İbn Hallikân, 111,428); Basra'ya gönderildiği de söylenmiştir (Zehebî, kurrâII,



Ma'rifetü'l-



552). Öte yandan pek çok kişi



İbn Şenebûz'a zulmedildiğini düşünmüş, gerek onun gerekse İbn Miksem'in okuyuşlarının mesnedi bulunduğunu ileri sürmüştür (Ebû Hayyân et-Tevhîdî, VIII, 65).



hâlete



Kırâcatü



"Alî,



Şevâzzü'1-kırâ'ât



ve



İnfirâdâtih



adlı eserleri zikredil-



Sûlî, Ahbârü'r-Râzî-Billâh



ue'l-Müttakl-Lil-



lâh(nşr. I. Heywarth Dunne), Beyrut 1403/1983, s. 62-63, 84-85, 139; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist (Şüveymî), s. 154-157; Ebû Hayyân et-Tevhîdî. el-Beşâ'ir ue'z-zehâ'ir(nşr. Vedâd el-Kâdî), Beyrut 1408/1988, VIII, 65-66; Hatîb, Târîhu Bağdâd, I, 280-28l;Sem'ânî, el-Erısâb (Bârûdî). III, 461; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam (Atâ), XIII, 392393; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', XVII, 18, 167173; İbnü'l-Esîr, el-Lûbâb, II, 211; Ebû Şâme, elMürşidü'l-uecîz, s. 186-192; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 426-428; Zehebî, Târîhu'l-İslâm: sene 321-330, s. 233-235; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ',



XV, 264-266; a.mlf., Ma'rifetü'l-kurrâ' (Altıkulaç), II, 546-553;Safedî, el-Vâfî, \\, 37-38; İbnü'lCezerî, Gâyetü'n-Nihâye, II, 52-56; a.mlf., enNeşr, I, 122-123; Kastallânî,



Letâ'ifü'l-işârât(nşr.



Âmir es-Seyyid Osman - Abdüssabûr Şâhin), Kahire 1392/1972, I, 74; İbnü'l-İmâd. Şezerât, II, 313-314; Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 34-35; Brockelmann, GAL Suppl., I, 328-329; R. Paret, "ibn Şhanabüdh", El2 (İng.), III, 935-936; Ali Ekber Ziyâî, "İbn Şenebûz", DMBİ, IV, 88-89.



İbnü'l-Enbârî ve diğer bazı müellifler ise İbn Şenebûz'un kıraatleri için reddiyeler



B



Tayyar A l t i k u l a ç



yazmışlardır (Yâküt, XVII, 168). Ebû Saîd



ancak saf bir kişi olduğunu iddia etmiştir



r



İ B N ŞEREF e l - K A Y R E V Â N Î



bulmamakla birlikte kendisine reva gö-



Ebû Abdiilâh Muhammed b. (Ebû) Saîd b. Ahmed b. Şeref el-Cüzâmî el-Kayrevânî (ö. 4 6 0 / 1 0 6 7 )



rülen muameleyi de onaylamamıştır. Ze-



Kâtip, şair, edip ve tenkitçi.



(a.g.e., a.y.). Ebû Şâme, İbn Şenebûz'un resm-i hatta aykırı olan kıraatini doğru



b. Habîb el-Kalânisî gibi edip ve âlimlerle tanıştı (Resâ'ilü'l-intikâd,



neşredenin gi-



rişi, s. 9). Bir ilim, kültür ve sanat merkezi olan Kayrevan'da bulunması onu daha çok okuma ve araştırmaya şevketti. Emîr Muiz b. Bâdîs'in İbn Şerefin yanı sıra İbn Reşîk'e de iltifat etmesi iki âlim arasında zıtlaşma ve hicivleşmeye yol açtı. Ancak İbn Şeref ve İbn Reşîk'in aralarındaki rekabeti yansıtan risâleleri günümüze ulaşmamıştır.



Mehdiye'ye, ardından da Sicilya'ya gitti. İbn Reşîk, Muiz b. Bâdîs'in himayesine girmeden önce İbn Ş e r e f l e dostça yazıştıklarını, İbn Şerefin Sicilya'ya geçmesinden sonra aralarındaki rekabetin tekrar dostluğa dönüştüğünü söylemektedir. İbn Şerefin Sicilya'dan İbn Reşîk'e yazdığı mektupta kendisini özlediğini belirterek Sicilya'ya gelmesini istemesi de bunu doğrulamaktadır. İbn Reşîk mektubu alınca Sicilya'ya gitti; iki dost burada bir süre kaldıktan sonra İbn Şeref Endülüs'e dönmeyi teklif ettiyse de İbn Reşîk Sicilya'da kalmak istediğini bir şiirle kendisine bildirdi. Bunun üzerine tek başına Endülüs'e dönen İbn Şeref çeşitli şehirleri dolaşmasının ardından İşbîliye'ye (Sevilla) yerleşti v e 1 M u h a r r e m 460'ta (11 Kasım 1067) burada vefat etti. Oğlu Ebü'1-Fazl Ca'fer de edip ve şairdi. İbn Şeref V. (XI.) yüzyılda Kayrevan'ın en güçlü edip, şair ve tenkitçisi olarak kabul edilir. İbn Reşîk ile birbirlerini övücü söz-



es-Sîrâfî, onun dilde ve ilimde yetersiz kabul edildiğini söyledikten sonra dindar,



ile İbn Reşîk el-Kayrevânî ve Muhammed



İbn Ş e r e f , Muiz b. Bâdîs'le b e r a b e r



BİBLİYOGRAFYA :



suçladı. Fakat İbn Mukle'nin emriyle kamçılanmaya başlanınca bundan böyle şâz







İbn Ş e r e f i himayesine aldı. İbn Şeref, bu sırada Dîvân-ı İnşâ reisi Ali b. Ebü'r-Ricâl



^



hebî de onun re'yi ve içtihadı yüzünden



leri de bulunmakta, özellikle İbn Reşîk'in İbn Ş e r e f i n şairliğinden v e şiirlerinden övgüyle söz ettiği görülmektedir



(Ünmû-



zecü'z-zamân, s. 340). Ancak İbn Fazlullah el-Ömerî, aralarındaki rekabeti dikkate alarak İbn Şerefin meziyetlerinin İbn Reşîk'in söylediklerinden çok daha fazla olabileceğine işaret etmiştir (Dîvan, neşrede-



kınanıp cezalandırıldığını belirtmiş, icti-



nin girişi, s. 25-26). Kayrevan, Sicilya ve



hadda hata yapmanın normal karşılan-



390 (1000) yılında Kayrevan'da doğdu.



ması gerektiğine işaret etmiştir. Zehebî



Yemen'den Şam'a göç eden Cüzâm kabi-



Endülüs'te divan kâtipliği yapan İbn Şe-



ayrıca Muhammed b. Yûsuf el-Hâfız'dan



lesine mensuptur. Kuzey Afrika'nın f e t -



ref edebî bir üslûpla kaleme aldığı eserle-



naklen, İbn Şenebûz'un kendisine gelen



hine katılan ailesi daha sonra Kayrevan'a



rinde seçili ifadelere yer vermişse de dili



talebelere Ebû Bekir İbn Mücâhid'den



yerleşmişti. İbn Şeref ilk tahsilini Kayre-



akıcıdır (Mustafa Abdülvâhid, s. 20). Onun



okuyup okumadıklarını sorduğunu ve on-



van'da yaptı. Ebû İmrân el-Fâsî ile Ebü'l-



şiirlerinin çoğunu medih, gazel, mersiye,



dan okuyanlara ders vermediğini zikret-



Hasan el-Kâbisî'den fıkıh okudu; Ebû İs-



tasvir, fahr, zühd ve itâb türü şiirleri oluş-



miştir (Târîhu'l-İslâm,



hak el-Husrî ile Muhammed b. Ca'fer el-



turur. Az sayıda hicivleri de vardır. Kayre-



Kazzâz gibi âlimlerden başta dil v e ede-



van'dan ayrıldıktan sonra bu şehre her



s. 235). A h m e d b.



377



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞEREF el-KAYREVÂNÎ zaman hasret duymuş, onun için mersi-



Charles Pellat Fransızca tercümesiyle bir-



yeler v e özlem şiirleri nazmetmiştir. Ay-



likte Questions



litteraire



matematik âlimi İbnü'l-Hâim'den çok fay-



rıca Muiz b. Bâdîs'in beğenisini kazanan



adıyla neşretmiş (Cezayir 1953), Umberto



dalandı. Muhtemelen814 (1411) yılından



lugaz şiirleri de yazmıştır.



Rizzitano ise eser ve müellif hakkında bir



sonra çıktığı hac yolculuğundan dönüşün-



de critique



İtal-



de ilim tahsili için Kahire'ye gitti. Kahi-



olduğu anlaşılan İbn Şeref nesirde daha



yanca'ya çevirmiştir (bk. bibi.). Eserin as-



re'de Veliyyüddin el-Irâki'nin torunlarının



çok makâme türünü benimsemiş, bu tür



lının çok hacimli olup önemli kısmının gü-



eğitimiyle ilgilendi. Irâki'nin, Celâleddin



yazılarında Bedîüzzaman el-Hemedânîile



nümüze ulaşmadığı belirtilmektedir (Re-



Abdurrahman b. Ömer el-Bülkinî v e Şe-



neşredenin girişi, s. 7-8).



refeddin İbnü'l-Küveykgibi âlimlerin ders-



Eserlerinden geniş bir kültüre sahip



girişle birlikte Resâ'ilü'l-intikâd'\



d e v a m e t t i . Hocaları arasında özellikle



Harîrî'de olduğu gibi toplumsal konular



sâ'ilü'l-intikâd,



üzerinde durmuştur. Aynı zamanda iyi bir



3. Ebkârü'l-efkâr.



İşbîliye Emîri Mu'ta-



lerine katıldı. Burada v e Dımaşk'ta Sâli-



edebiyat eleştirmeni olan İbn Ş e r e f e gö-



zıd İbn Abbâd'a takdim edilen eser mev-



hiyye Medresesi'nde ders verdi, hocası İb-



re tenkit bir ilim değil bir zevk v e kabili-



'iza, atasözü, kısa hikâye vb. seçme par-



nü'l-Hâim'in matematikle ilgili eserlerini



y e t t i r (Resâ'ilü'l-intikâd,



s. 38). Nesirde



çalardan oluşur (yazma nüshası için bk.



okuttu. Kudüs'e döndükten sonra öğre-



daha çok anlama önem verirken şiir ten-



DMBİ, IV, 83). İbn Şerefin diğer eserleri de



tim faaliyetini sürdürdü ve 13 Rebîülâhir



kidinde lafız, mâna, vezinle ilgili birtakım



şunlardır: A'lâmü'l-kelâm,



esasları dikkate almış, bunlar için bazı il-



mülah,



Şeref



ti. Başta matematik v e fıkıh olmak üzere



keler ortaya koymaya çalışmıştır.



(a.g.e., IV, 83). Sâliha Muhammed Ali el-



ferâiz, fıkıh usulü, nahiv v e edebî ilimler-



Hafâcî, er-Rühu'l-İslâmiyye



de bilgi sahibi olan İbn Şerefin öğrencile-



Eserleri. 1. Dîvân.



İbn Şerefin beş bü-



yük ciltten meydana geldiği rivayet edilen divanı günümüze ulaşmamıştır. Hasan Zikrî Hasan'ın çeşitli eserlerde bulunan şi(Kahire 1983) 600 beyit-



ten ibarettir. Nâşir, alfabetik sıraya koyduğu şiirlerdeki yazım hatalarını düzeltmiş, bazı yerlerde açıklamalar yapmıştır. Abdülazîz el-Meymenî'nin, İbn Reşîk ve İbn Şerefin şiirlerinden seçmeler yaparak en-Nütef



min şi'ri İbn Reşîk ve



zemî-



lihî İbn Şeref adıyla yayımladığı eserde (Kahire 1343) İbn Reşîk'in daha fazla şiiri bulunmaktadır. Z. Resâ'ilü'l-intikâd nakdi'ş-şi'r



ve'ş-şu'arâ'







(Mesâ'ilü'l-inti-



kâd). İbn Şerefin hayatının sonlarında Sicilya'da iken kaleme aldığı anlaşılan eser (Resâ'ilü'l-intikâd,



s. 21), Ebü'r-Reyhân



Salt b. Seken adını verdiği hayalî bir şahsa yazdığı edebî tenkide dair m e k t u p lardan meydana gelmekte olup Bedîüzzaman el-Hemedânî'nin



Makâmât'ma



nazîre olarak telif edilmiştir. Eserde, Câ-



İbn



ri arasında İbn Hassân, İbn Ebû Şerif, Bibi âlimler yer almaktadır. İbn Şerefin Şâ-



versitesi).



fiî fıkhıyla ilgili Şerhu Behceti'l-Hâvî



BİBLİYOGRAFYA :



İbn Şeref el-Kayrevânî, Divân (nşr. Hasan Zikrî Hasan), Kahire 1983, neşredenin girişi, s. 1932; a.mlf., Resâ'ilü'l-intikâd (nşr. Hasan Hüsnî Abdülvehhâb), Beyrut 1404/1983, neşredenin girişi, s. 5-18; İbn Reşîk el-Kayrevânî, Ünmûzecü'z-zamân (nşr. M. el-Arûsîel-Matvî- Beşîr elBekkûş), Tunus 1406/1986, s. 340-346; Yâküt. Mu'cemü'l-üdebâ', XIX, 37-43; Süyûtî, Buğyetü'l-vu'ât, I, 114; Safedî, el-Vâfî, III, 97; Hannâ e l - F â h ü r î , Târîiıu'l-edebi'l-'Arabî



Beyrut 1982, s. 109-130; Mustafa Abdülvâhid. İbn Şeref el-Kayrevânî, Mekke 1402/1982; M. Tâhâ el-Hâcirf, İbn Şeref el-Kayrevânî, Beyrut 1983; Abduh Abdülazîz Kalkile, el-Belâtu'l-edebî li'l-Mu'iz b. Bâdîs, Riyad 1983, s. 179-185, 884-888; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb, IV, 564565; İhsan Abbas, Târîhu'n-nakdi'l-Arabî'inde'l-'Arab, Beyrut 1404/1983, s. 461-469; Umberto Rizzitano, "ibn Saraf al-Qayrawani e la sua Risalah al-Intiqad", RSO, XXXI (1956), s. 5172; Ch. Pellat, "ibn Sharaf al-Kayrawânî", EF (İng.), III, 936-937; M. Ali Lisânî Fişârekî, "İbn Şeref Kayrevânî", DMBİ, IV, 81-84. h



nüshaya dayanılarak Hasan Hüsnî Abdül-



İbnü'l-Hâim'in m a t e m a t i ğ e d a i r M i f f â hu'l-hisâb'inin Miftâh,



vî v e Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye



adlı eserleri-



tedir. BİBLİYOGRAFYA: İbnü'l-Hâim, el-Ma'ûne



fî'ilmi'l-hlsâbl'l-he-



üâ'î(nşr. Hudayyir Abbâs Muhammed el-Münşldâvî), Bağdad 1988, s. 33;Sehâvî, et-Tıbrü'lmesbûk



K a h i r e , ts., s. 2 3 6 -



fî zeyli's-Sülûk,



237; a.mlf., ed-Dav'ü'l-lâmiII, 284-286; Süyûtî, Nazmü'l-'ikyân, Beyrut 1927, s. 92; Ebü'lYümn ei-UIeymî. el-Ünsü'l-celîl bi-târîh.i'1-Kuds ve'l-Halîl, Kahire 1866, s. 521-522; Keşfü'zzunûn,



I, 4 9 2 , 6 2 7 ; II, 1769;



İzâfru'l-meknûn,



I, 81; II, 79; Ziriklî, el-A'lâm, 1, 302; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn, II, 256-257; Ca'fer Seccâdî, "İbn Şeref, DMBİ, IV, 79-80; el-Kâmûsü'lİslâmî,



IV, 80; MaFs.,



III, 4 1 4 . 8



ibrahim sarmış



kâmil



Yaşaroğlu



İBN ŞEREFŞAH



İBN ŞEREF el-MAKDİSÎ



L



Şâfiî fakihi.



~1



(bk. HASAN b. ŞEREFŞAH).



Ebü'l-Fidâ İmâdüddîn İsmâîl b. İbrâhîm b. Muhammed el-Makdisî (ö. 8 5 2 / 1 4 4 8 )



gözden geçirilip hataları düzeltilerek tek-



J



r



İBN ŞEYBE



T



^şl) J



Ebû Yûsuf Ya'küb b. Şeybe b. es-Salt es-Sedûsî eş-Şeybî (ö. 262/875)



Eser, yanlışlıkla İbn Şerefin diğer bir kiadıyla



782'de (1380) Kudüs'te doğdu. Burada



da neşredilmiştir (Kahire 1344). Bu yanlış-



Kur'ân-ı Kerîm v e çeşitii ilimlere dair bazı



lığa, söz konusu neşre esas olan



Resâ'i-



temel eserleri ezberledi. Ebü'i-Hayr İb-



nüshası üzerine bu adın ya-



nü'l-Alâî'den hadis, Şehâbeddin İbnü'l-



lü'l-intikâd



Esnânü'l-



Elfiyeti'l-Birmâ-



L



neşir Selâhaddin el-Müneccid tarafından



tabının ismi olan A'lâmü'l-kelâm



ihtisarı olan



et-Tavzîh'alâ



nin bulunduğu kaynaklarda zikredilmek-



(^gvlJÂAİl OjJi jJJİ)



Dımaşk 1330, s. 40-100), bu



ve



adlı eserleriyle



Tehzîbi't-Tenbîh



r r



vehhâb tarafından neşredilmiş (Mecelle-



rar yayımlanmıştır (Beyrut 1404/1983).



Şerhu



fi'l-Mağrib,



Resâ'ilü'l-



ilk d e f a Tunus'ta bulunan bir



tü'l-Muktebes,



fî şi'ri



852 (16 Haziran 1448) tarihinde vefat et-



kâî ve Yahyâ b. Muhammed el-Münâvî gi-



hiliye devrinde v e İslâmi dönemde yaşa-



intikâd,



İbn



yapmıştır (1403, Mekke Ommülkurâ Üni-



yan elliden fazla şairin şiirlerinin mukayesesi v e eleştirisi yapılmıştır.



Lümahu'l-



Târîhu



Şeref adıyla bir yüksek lisans çalışması



irlerini bir araya getirmek suretiyle oluşturduğu Dîvân



Makâmât,



Hadis hâfızı.



L



J



zılmış olması s e b e p olmuştur (Mustafa



Hâim'den m a t e m a t i k v e ferâiz dersleri



Abdülvâhid, s. 26). Muhammed Kürd Ali'-



180 (796) veya 182'de (798) Basra'da



aldı. Şemseddin Muhammed b. Abdüd-



nin de yayımladığı eseri



(Resâ'ilü'l-bule-



doğdu. 200 (815) yılından sonra hadis öğ-



dâim el-Birmâvî, Şemseddin el-Kalkaşen-



ğâ içinde, Dımaşk 1365/1949, s. 302-344)



renmeye başladı. Ebü'l-Velîd et-Tayâlisî,



dî ve İbn Hacer el-Askalânî'nin derslerine



A f f â n b. Müslim, Yezîd b. Hârûn, Ravh b.



378



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞÜBRÜME beş cilt olduğunu söylemektedir



dık'ın meclisinde beraber bulunduğu Ebû



II, 537). Ayrıca eserin



Hanîfe'den, ayrıca Rebîatürre'y'den fay-



b. Hanbel gibi muhaddislerden ders aldı,



200 cüzden meydana gelen Ebû Hüreyre



dalandı. Enes b. Mâlik, Şa'bî, Ebû Seleme



Kendisinden torunu Muhammed b. Ah-



müsnedinin Mısır'da bulunduğu ve Hz.



b. Abdurrahman, Ubeydullah b. Abdullah



med b. Ya'küb ile Yûsuf b. Ya'küb el-Ez-



Ali'nin müsnedinin beş cilt tuttuğu kay-



b. Utbe, İbrâhim en-Nehaî, Sâlim b. Abdullah b. Ömer, İbn Şîrîn, Nâfi', Atâ b.



Ubâde, Ezher b. Sa'd, Ebû Âmir el-Akadî,



ned'in



Ali b. Medînî, Yahyâ b. Maîn ve A h m e d



(Hediyyetü'l-Cârifîn,



rak ve başkaları hadis rivayet ettiler. Tah-



dedilmekte olup (Zehebî,



silini tamamladıktan sonra Bağdat'a yer-



lâ\ XII, 478) "Müsnedü Emîri'I-mffminîn



Ebû Rebâh ve İbnü'l-Münkedir gibi birçok



leşip burada v e Sâmerrâ'da hadis okutan



c Ömer



b. e l - H a t t â b " adlı bölümünün



âlimden hadis rivayet etti. Kaynaklarda



İbn Şeybe'nin sika olduğunda ittifak edil-



onuncu cüzü Sâmî Haddâd t a r a f ı n d a n



Hasan-ı Basrî'den rivayette bulunduğu



miştir. Mâlikî mezhebine mensup bir fa-



tahkik edilmeden (Beyrut 1940), Kemâl



belirtilmekle birlikte (Yahyâ b. Maîn, II,



kih olan İbn Şeybe, Mâlikî fıkhını İmam



Yûsuf el-Hût tarafından tahkikii olarak



312; Fesevî, II, 45; Vekî', III, 48, 52-53,



Mâlik'in talebelerinden öğrendi. Bu mez-



(Beyrut 1405/1985) yayımlanmıştır. Kita-



116) Buhârî, Süfyân'dan naklen İbn Şüb-



hebe dair eserler yazdığı rivayet edilmek-



bın diğer kısımlarının günümüze ulaşıp



rüme'nin Hasan-ı Basrî'nin meclislerine



teyse de kaynaklarda bu konuda herhan-



ulaşmadığı bilinmemektedir.



gi bir kitabından söz edilmemiştir. Halife



katılmadığını kaydeder (et-Târihu'l-kebîr; V, 117). İbn Ş ü b r ü m e ' d e n oğlu Abdül-



BİBLİYOGRAFYA :



Mütevekkil-Alellah İbn Şeybe'yi Bağdat'a kâdılkudât tayin etmek istedi, ancak Ah-



A'lâmü'n-nübe-



Hatîb. Târîhu Bağdâd, XIV, 281-283; İbn Ebû



melik, Süfyân es-Sevrî, Şu'be b. Haccâc.



Ya'lâ, Tabakâtü'l-Hanâbile, I, 416; Kâdî İyâz,



İbnü'l-Mübârek. Ma'mer b. Râşid. Süf-



m e d b. Hanbel'in onun bid'atçı olduğunu



Tertîbü'l-medârik



(nşr. Abdülkâdir es-Safrâvî),



yân b. Uyeyne, îsâ b. Râşid v e Cerîr b.



ileri sürmesi üzerine bundan vazgeçti. İbn



Rabat 1983, IV, 150-154; Sem'ânî, el-Ensâb(Bâ-



A b d ü l h a m î d gibi âlimler hadis naklet-



Şeybe'nin, hocası A h m e d b. Muazzel'in telkiniyle halku'l-Kur'ân meselesinde te-



rûdî), III, 237; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, V, 43; İbnü'l-Esîr, el-Lübâb, II, 344-345; İbnü's-Salâh,



la ilgi görmemesini çok hacimli olmasına



s. 63, 253; İbn Abdülhâdî,'Ulemâ'ü'l-hadîş, II, 272-274; Zehebî, Aclâmü'n-nübelâ\ XII, 476-479;a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, II, 577-578; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb, Kahire 1329-30, s. 355; Süyûtî, Tedrîbü'r-râvî, s. 161; Keşfü 'z-zunûn, 11,1678-1679; îzâhu 'l-meknûn, II, 482; HediyyetüV ârifin, II, 537; Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe, s. 69; Sezgin, CAS,



bağlamak da mümkündür. Varlıklı ve cö-



I, 144; a.e. (Ar.), I, 278-279.



v a k k u f * etmesi yüzünden İbn Hanbel'in onu suçladığı belirtilmektedir. Bu tutumu sebebiyle halkın İbn Şeybe'den yüz çevirdiği ve eseri el-Müsnedü'l-kebîr'e



ilgi



göstermediği sanılmaktadır. Kitabın faz-



'ülûmü'l-hadîs,



mert bir kimse olduğundan İbn Şeybe'-



8



r



dinar harcadığı ve sonunda muhtaç hale



İ B N Ş İ H Â B ez-ZÜHRÎ



~1



(bk. ZÜHRÎ, İbn Şihâb). J



L



bîülevvel 262'de (16 Aralık 875) Bağdat'ta oğluna ders verirken v e f a t etti. İbn Şeybe'nin bilinen t e k eseri nedü'l-kebîrü'l-mu'alleTĞir.



V, 251). Emevîler ve Abbâsîler



döneminde



önemli görevlerde bulunan İbn Şübrüm e , Hişâm b. Abdülmelik'in İrak valisi Yûsuf b. Ömer es-Sekafî tarafından 120 122'de (740) azledilip beytülmâl görevlihalifesi Mervân'ın Irak valisi olan Ebû Hâlid İbn Hübeyre'nin görev teklifini önce kabul e t m e d i y s e de 127 (745) yılında Irak'ta iç karışıklıklar baş gösterince vali, içlerinde İbn Şübrüme'nin de bulunduğu



r



İBN ŞÜBRÜME



n



el-Müs-



fakih ve kadıları toplayıp çeşitli görevlere tayin etti. Abbâsîler iktidara geçince



İbnü's-Sa-



Ebü'l-Abbas es-Seffâh'ın yeğeni olup onun



Ebû Şübrüme Abdullah b. Şübrüme b. et-Tufeyl ed-Dabbî (ö. 144/761)



lâh'ın müsned türü çalışmaların en mükemmeli olarak nitelediği e s e r d e ) ' ü / ö rn ü'l-hadîş, s. 253) her hadisin farklı rivayetleri bir araya getirilmiş ve râvilerin ih-



dan rivayette bulunmamıştır (İbn Hacer,



si olarak Sicistan'a gönderildi. Son Emevî



mesi için kırk kâtip tuttuğu, bunları kendi



geldiği belirtilmektedir. İbn Şeybe 13 Re-



rek meclislerine katılmakla birlikte on-



(738) yılında K ü f e kadılığına getirildi; KEMAL SANDIKÇI



nin eserinin temize çekilip istinsah edilevinde barındırdığı, bu iş için on binlerce



mişlerdir. Bir rivayete göre İbnü'l-Mübâ-



L



Fakih ve kadı.



tarafından Küfe valiliğine getirilen veliahdı îsâ b. Mûsâ, Sicistan'dan dönen İbn Şübrüme'yi mezâlim mahkemesi hâkimJ



tilâfları belirtilmiştir. Müellif her sahâbî-



liğine. İbn Ebû Leylâ'yı kadılığa tayin etti. Yemen'de de görev yapan İbn Şübrü-



nin müsnedine onun biyografisini kaydet-



72 (691 -92) yılında dünyaya geldi (Şîrâ-



me'nin oradaki görevinin mahiyeti hak-



tikten sonra başlamış, rivayet ettiği ha-



zî, s. 84; İbn Hacer, V, 251). Vefat ettiğinde



kında kaynaklar farklı bilgiler verir. Yahyâ



dislerin mevcut olan illetlerini göstermiş,



seksen altı yaşında olduğunu bildiren bir



b. Maîn, Ebü'l-Abbas es-Seffâh tarafın-



âlî v e nâzil olanları zikretmiş, seneddeki



rivayete g ö r e (Vekî', III, 124) 58'de (678)



dan Yemen kadılığı ile birlikte diğer bazı



ricâli tanıtarak onların cerh ve ta'dîline



doğması muhtemel olmakla birlikte ge-



görevlere (et-Târih, II, 312), İbn Sa'd Ye-



dair bilgi vermiştir. Zehebî, yaklaşık otuz



nellikle Ebû Hanîfe'nin akranı olarak zikre-



m e n valiliğine getirildiğini



cildi kaleme alınmış olan eserin yarım



dilmesi ilk görüşü doğrulamaktadır. Mu-



VI, 350), VekT ise Yemen'e tayin edilen bir



kaldığını, tamamının 100 cildi bulacağını,



dar kabilesinin Benî Dabbe kolundan v e



âmilin veziri gibi bir konumda gönderildi-



bundan daha güzel bir müsnedin yazıl-



meşhur Arap hatibi Münzir b. Dırâr'ın so-



ğini, ikinci bir rivayete göre de kadı olarak



madığını. eserin Ammâr b. Yâsir'in müs-



yundan olup babası Şübrüme'nin Cemel



görevlendirildiğini kaydeder ( A h b â r ü ' l -



nedini ihtiva eden bir cüzünü elde etti-



Vak'ası'nda Hz. Ali'yi gördüğü ve İbn Mes-



kudât, III, 109-110). Mansûr döneminde



ğini söylemiş ( A ' l â m ü ' r ı - n ü b e l â X I I , 476,



'ûd'dan hadis rivayet ettiği belirtilmekte-



Küfe civarındaki Sevâd arazisi kapsamına



479; Tezkiretü'l-huffâz,



(et-Tabakât,



II, 577), bazı kay-



dir. İbrâhim en-Nehaî, Hammâd b. Ebû



giren haraç bölgesine kadı olarak tayin



naklarda ise eserin tamamlandığına, sa-



Süleyman v e Âmir b. Şerâhil eş-Şa'bî gibi



edilen İbn Şübrüme, ayrıca Kûfe'nin dev-



dece muallel olan kısmın ikmal edilemedi-



Kûfe'nin önde gelen âlimlerinden fıkıh



let gelirlerinin gerekli yerlere harcanma-



ğine işaret edilmiştir. İsmâil Paşa



tahsil eden İbn Şübrüme, Ca'fer es-Sâ-



sı görevini de yürüttü. Kûfe'nin kasaba-



el-Müs-



379



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞÜBRÜME larına kadı tayini yetkisine de sahip olan



sonra yerleşime açılması gibi sebeplerle



nefî mezhebi kitaplarında, bazı hilâfıyyât



İbn Şübrüme, İbn Hübeyre ve îsâ b. Mû-



doğru değildir. Zâhidâne bir hayat yaşa-



e s e r l e r i n d e ve diğer fıkıh kitaplarında



sâ'nın Kûfe'de şurta görevi teklifini ka-



yan, gösterişe ve lükse önem vermeyen



nakledilmiştir.



bul etmemiştir. İbn Abdürabbih'in onun



İbn Şübrüme'nin vefatında sahip olduğu



Hukuk alanında daha çok uygulama-



istemeyerek Basra kadılığı yaptığı şeklin-



bütün malı 17 dirhem karşılığında satıl-



larıyla dikkati çekmiş olan İbn Şübrüme,



de verdiği bilgi (el-'İkdü'l-ferld,



mıştır (Vekî', III, 112).



kadılık tecrübesiyle adlî bazı tedbirlerin



11, 365)



diğer kaynaklarca doğrulanmaz. Çağdaşı birçok fakihin aksine yönetici-



İbn Şübrüme fıkıh alanındaki bilgisiyle



alınmasına öncülük etmiştir. Yalancı bir



tanınmış olup ictihad seviyesine ulaşmış



şahidi mescidde cezalandıracak kadar şa-



lerden hediye alan İbn Şübrüme kadılık



bir âlimdi. Hammâd b. Zeyd ondan daha



hitlik müessesesi üzerinde titizlikle dura-



görevini isteyerek kabul etmiş, bu görevi



fakih bir Kûfeli g ö r m e d i ğ i n i söylemiş



rak şahitleri gizlice soruşturur, delilleri ya-



kabul e t m e m e k t e direnen Ebû Hanîfe'yi



(a.g.e., III, 73; Şîrâzî, s. 84), Süfyân es-Sev-



zar ve şahitlerin ifadelerini ayrı ayrı alırdı.



de eleştirmiştir (Bezzâzî, II, 105). Ancak



rî de, "Fakihlerimiz İbn Şübrüme ile İbn



Hatta alenî soruşturmada ilgililerin bas-



İbn Şübrüme, kadılık görevini idamı gö-



Ebû Leylâ'dır" demiştir (Ahmed b. Hanbel,



kı altında beyanda bulunabileceği endi-



z e almadan k a b u l l e n m e y e kalkışma-



II, 436; Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr.



V, 117).



şesiyle şahitlerin güvenilirliklerini gizlice



mak gerektiğini söyler (Vekî', 1,24), ada-



Câhiz İbn Şübrüme'yi fakih, âlim, kadı, râ-



araştıran soruşturan ilk hâkimin kendisi



letten tâviz v e r m e z v e görevini en doğ-



vi, şair, hatip ve nesep âlimi olarak nite-



ru biçimde y e r i n e g e t i r m e y e çalışırdı.



lendirdikten sonra bu özelliklerinden do-



Yöneticiler kendisine büyük saygı ve gü-



layı Şa'bî'ye benzetildiğini kaydeder (el-



ven duyardı. K ü f e Valisi İbn Hübeyre,



Beyân ue't-tebyln, I, 336). Mis'ar b. Kidâm



Kur'an'ı yanlış yorumlayarak isyan eden



ise onu Kâdî Şüreyh'e benzetirdi (Vekî',



ve pek çok cana kıyan Hâriciler hakkında



III, 37).



İbn Ebû Leylâ ile İbn Şübrüme'den fetva alarak hareket ettiği (a.g.e.,



III, 81-82)



v e İbn Şübrüme'nin Ebû Müslim-i Horasânî'nin güvendiği kişiler arasında yer aldığı (İbn H a m d û n , II, 476; IX, 262) bilinmektedir.



Çağının iki temel fıkıh ekolünden ehl-i re'ye mensup olan İbn Şübrüme Irak ekolünün temel anlayışlarını savunur ve istidlallerinde, bu ekolün fıkhî istidlâl geliştirm e v e kıyaslama yöntemini ifade eden



olduğu kaydedilir. Süyûtî, şahitleri gizlice soruşturan ilk hâkimin Mısır Kadısı Gavs b. Süleyman el-Hadramî (ö. 168/784-85) olduğunu söylerse de(el-Vesâ'il,



s. 111)



İbn Şübrüme'nin ondan önce kadılık yaptığı bilindiğine göre Süyûtî Mısır kadılarını kastetmiş olmalıdır. Bilirkişilerin vardığı kararın hâkimi bağlayıcı olmadığını savunan İbn Şübrüme mahkemeye celp edilemeyen sanıklar hakkında gıyabî hüküm verirdi.



" e r a e y t e " ibaresini kullanırdı (a.g.e., III,



İctihadlarında sosyal gerçekliğe ayrı bir



İbn Şübrüme, Halife Ebû Ca'fer el-Man-



71, 83). Bununla birlikte güneşe v e aya



önem veren İbn Şübrüme'nin, çağdaşı



sûr ve onun yakın çevresiyle bazı mesele-



ibadet edilmesine kıyasın yol açtığını söy-



birçok fakihin aksine karısının nafakasını



ler müzakere edecek kadar yakınlık kur-



lediği şeklindeki rivayet (bk. Hatîb, el-Fa-



karşılayamayacak kadar fakir olan bir kim-



muşken hayatının sonlarına doğru İrak



kih ve'l-mütefakkih,



I, 186) onun fıkhî dü-



senin evliliğine hâkim kararıyla son veri-



valisi v e Abbâsî veliahdı olan îsâ b. Mû-



şünceleri ve uygulamaları dikkate alındı-



lemeyeceğini, İslâm ülkesine izinle giren



sâ'dan dolayı araları açıldı. Ebû Ca'fer el-



ğında gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü



bir gayri müslimi öldüren müslümana kı-



Mansûr, halifelik iddiasında bulunan am-



İbn Şübrüme'nin benzerlerle v e kıyasla



sas uygulanacağını (Fesevî, III, 547), er-



cası Abdullah b. Ali'yi yakalatarak îsâ'ya



hükmedilmesini tavsiye eden bir beyit



genlik yaşına girmemiş küçük kız çocuğu-



gönderdi v e ardından öldürülmesini em-



söylediği diğer kaynaklar yanında aynı



nu velisinin evlendiremeyeceğini söyleme-



reden bir mektup yolladı. îsâ da bunun



kaynakta da yer alır (a.g.e., I, 204; ayrıca



si (Tahâvî, II, 257), aile vakıflarını meşrû



kendisine yönelik bir komplo olduğunu söyleyen İbn Şübrüme'nin tavsiyesine uyarak onu hapsetti, halifeye de öldürüldüğünü bildirdi. Daha sonra İbn Şübrüme'nin olaydaki rolünü öğrenen Halife Mansûr kendisini öldürmeye yemin etti. Bunu haber alan İbn Şübrüme saklandı ve îsâ tarafından gönderildiği Horasan'da



bk. A h m e d b. Hanbel, III, 39; Vekî', III, 97).



kabul etmesi (İbn K u d â m e , VIII, 191) v e



Cessâs da, "Hammâd, Hakem v e onlar-



alışverişlerde şart ileri sürme serbestli-



dan sonra İbn Şübrüme ile İbn Ebû Ley-



ğini tanıması (Vekî', III, 46-47) gibi bazı



lâ'nın olaylar hakkında kıyası câiz gördüklerini nasıl biliyorsak Şa'bî'nin kıyası kabul ettiğini de öyle biliyoruz" diyerek bu konuda bir şüphe bulunmadığını belirtmiştir (el-Fuşûl, IV, 67).



önemli ictihadları vardır. Son görüşü, sözleşme serbestliğini kabul etmesi v e günün ihtiyaçlarına elverişli olması sebebiyle Mecelle



hazırlanırken gündeme gel-



miş, ancak Hanefî mezhebinin görüşü tercih edilmiştir. İbn Şübrüme'nin, kü-



vefat etti. Kaynakların hemen hepsi onun



İbn Şübrüme, fikirlerine ihtilâfü'l-fuka-



144'te (761) öldüğünü belirtirken Vekî'



hâ türü eserlerde yer verilen sayılı müc-



çükler üzerindeki velâyetin onların men-



ikinci bir rivayet olarak 145 (762) tarihini



tehidlerden biri olmakla birlikte görüşleri



faatini koruma amacıyla tesis edildiği,



III, 107, 148).



etrafında bir mezhep teşekkül etmemiş-



bulûğa e r m e m i ş çocukların evlendiril-



İbn Şübrüme'nin 148 (765) yılında, Mu-



tir. Gerek rivayet ettiği hadisler gerekse



mesinin böyle bir yarar taşımadığı için câiz



sul'da Hassân b. Mücâlid el-Hemdânî ida-



fıkhî konulara ilişkin görüşlerinin diğer



olmayacağı şeklindeki görüşü ise 1917 ta-



resinde ayaklanan Hâricîler hakkında gö-



büyük müctehidlerinki kadar fazla olma-



rihli Hukük-ı Âile Kararnâmesi'nde esas



rüşleri alınmak üzere Mansûr'un isteğiy-



masında yürüttüğü resmî görevlerin et-



alınmış (md. 7), günümüz İslâm ülkeleri



le Ebû Hanîfe ve İbn Ebû Leylâ ile birlikte



kisi bulunmalıdır. Fıkha dair görüşleri da-



de genelde bu yönde kanunlaştırmaya git-



Kûfe'den Bağdat'a çağrıldığı şeklindeki



ha çok kadılık yaptığı süre içinde ortaya



miştir. İbn Şübrüme mest üzerine mes-



bilgi (Yezîd b. M u h a m m e d el-Ezdî, s. 206;



çıkmış, bunların önemli bir kısmını VekT



hetmez v e Hz. Âişe'nin de m e s h e t m e y e



İbnü'l-Esîr, V, 585), onun belirtilen tarih-



Ahbûrü'l-kudût



adlı eserinde kaydetmiş-



karşı olduğunu rivayet ederdi (Vekî', III,



t e v e f a t etmiş olması ve Bağdat'ın daha



tir. Yine bir kısım ictihadları bilhassa Ha-



49,89,127). Namazda tahiyyat okumayan



kaydeder (Ahbârü'l-kudât,



380



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN 5ÜHEYD kimsenin Allah'ı zikretmesinin yeterli sa-



ettiğini söylemesi (Vekî', I, 91), Zeyd b.



yılacağını, âdet haline getirilmedikçe bir



Ali'den rivayette bulunması (a.g.e., III, 75)



ihtiyaçtan dolayı namazların cemedilme-



ve Ebû Ca'fer et-Tûsî'nin onu Şiî imamla-



sinin câiz olduğunu söylerdi (İbn Kudâme,



rından Ebû M u h a m m e d Ali b. Hüseyin



111, 137).



ve Ca'fer es-Sâdık'ın öğrencileri arasında



İbn Sa'd, A h m e d b. Hanbel, Ebü'l-Ha-



sayması (Ricâlü't-Tûsl,



s. 97, 228), Ehl-i



san el-İclî, Ebû Hâtim er-Râzî v e Nesâî



b e y t ile ilişkisini v e onlara sevgisini or-



gibi hadis otoriteleri İbn Şübrüme'nin si-



taya koysa bile Şiî düşünceyi destekle-



ka bir râvi olduğunu kabul etmişlerdir.



diğini g ö s t e r m e z . E m e v î v e Abbâsîler



İbn Hibbân da onu güvenilir saymakla



d ö n e m i n d e r e s m î g ö r e v almış olması,



birlikte yanıldığını belirtir. İbn Şübrüme'-



hadisçilerin onun bir fırkaya mensubi-



nin rivayet ettiği hadis sayısı yetmiş civa-



yetini belirtmemeleri gibi hususlar esas



rındadır. Vekî', onun isnadının v e kendi-



alındığında İbn Şübrüme'nin itikadî gö-



sinden önceki nesilden rivayetinin az ol-



rüşlerinde Selef yolunu benimsediği söy-



duğunu, müsned ve merfû rivayetlerinin



lenebilir.



v e ona ilişkin haberlerin hemen hepsini bir araya getirmeye çalıştığını belirttikten sonra bu rivayetleri senedleriyle birlikte kaydeder (Ahbârü'l-kudât,



111, 37-52).



Buhâri, el-Câmicu'ş-şahîh"mde



İbn Şüb-



rüme'nin rivayetiyle istişhâd etmiş v e eiEdebü'l-müfred'de



kendisinden rivayet-



t e bulunmuş, Tirmizî dışındaki



Kütüb-i



Sitte imamları da onun rivayetlerine kitaplarında yer vermişlerdir.



Fakih ue'l-mütefakkih (nşr. İsmâil el-Ensârî), Beyrut 1400/1980,1, 186, 204; II, 129, 198; İbn Abdülber, el-Istizkâr(nşr. Abdüimu'tî Emîn Kal'acî), Beyrut 1414/1993, XXX, 74-75; Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukahâs.



lâm:sene



141-160,s. 193-195; Bezzâzî. Menâ-



kıbü Ebî Hanîfe, Beyrut 1401/1981, II, 105, 497, 499; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, V, 250251; Süyûtî, el-Vesâ'il ilâ ma'rifeti'l-euâ'il



İbn Şübrüme'den günümüze herhangi bir eser intikal etmiş olmamakla birlikte



(nşr.



İbrâhim el-Adevî-Ali Muhammed Ömer), Kahire 1980, s. 111; Keşfü'z-zunûn, II, 1245; Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk



Tarihinde Mecelle,



İs-



hadis ilmine, diğeri f e r â i z e dair iki yazılı



tanbul 1973, s. 37-38; J.-C. Vadet, "ibn Şhubruma", EF (İng.), III, 938; Nâsır Güzeşte, "İbn Şübrüme", DMBİ, IV, 64-65. m



metinden söz edilir. Bir devlet adamının



FFIL ŞÜKRÜ ÖZEN



bazı kaynaklarda ona nisbet edilen biri



Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadislerin kaynağını sorması üzerine kendisinde bulunan bir kitaptan naklettiğini belirt-



İBN ŞÜHEYD



F



^



miştir (Vekî', III, 117). Kâtib Çelebi ise Ebû Ebû Âmir Ahmed b. Abdilmelik b. Ahmed b. Şüheyd el-Eşcaî el-Kurtubî (ö. 4 2 6 / 1 0 3 5 )



Hanîfe zamanında İbn Ebû Leylâ ile İbn



İbn Şübrüme'nin, döneminde ortaya



84; İbn Hamdûn, et-Tez-



kiretü'l-Hamdûniyye (nşr. İhsan Abbas - Bekir Abbas), Beyrut 1996, II, 99, 476; VII, 211, 228, 243, 290; VIII, 154, 155, 286; IX, 262, 280; İbn Kudâme, el-Muğnî(nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), Kahire 1992, III, 137; VIII, 191; XV, 459; İbnü'lEsîr, el-Kâmil, V, 228, 249, 528, 585;Mizzî. Tehzîbü'l-Kemâl, XV, 76-80; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', V, 232; VI, 347-349; a.mlf., Târîhu'l-İs-



Şübrüme'nin ferâize dair eser yazdıklarını



çıkan kelâm problemlerine dair görüşleri



kaydeder (Keşfü'z-zunûn,



hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.



ğinden de söz edilen İbn Şübrüme'nin şiir-



II, 1245). Şairli-



Ancak Mu'tezile mezhebinin ilk imamla-



lerinden bir kısım örnekler çeşitli eserler-



L



Edip, şair ve devlet adamı.



J



rından Amr b. Ubeyd kendisine cihada ve



de günümüze ulaşmıştır (İbn Sa'd, VI, 351;



382'de (992) Kurtuba'da (Cordoba) doğ-



emir bi'l-ma'rûfa teşvik eden bir mektup



Câhiz, I, 337; III, 146; İbn Kuteybe, s. 494;



du. Soyu Gatafân kabilesinin Eşca' koluna



yazmış, İbn Şübrüme de konu hakkında-



Vekî', III, 90-101; İbn H a m d û n , II, 99).



dayanır. 162 (778) yılından önce Endü-



ki görüşlerini bir şiirle ifade ederek ona göndermiştir. Bu şiirde belirtildiğine göre İbn Şübrüme, emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münkeri "nâfile" (bir rivayete göre ise farz) sayar, âciz olduğu için yerine getiremeyenleri mâzur görür ve kınanmalarını tasvip etmez, bunun halka kılıç çekerek yapılamayacağını söyler (Vekî', 111, 91 -92). Dolayısıyla emir bi'l-ma'rûfu mezheplerinin beş temel esasından biri sayan Mu'tezile'den v e bu yolda kılıç çekmeyi mubah sayan Hâricîler'den farklı düşünmekte ve şiirin bütünlüğü dikkate alındığında onun emir bi'l-ma'rûfun hükmünü "nâfile" saydığı rivayeti daha doğru görünmektedir. Nitekim cihad eden müslümaniarı Allah yolunun yardımcıları olarak nitelemekle birlikte cihadın vâcip olmadığını savunurdu (Tahâvî, III, 509). Ancak İbn Şübrüme'nin, emir bi'l-ma'rûfu yerine getirebilmek için güçlü olmayı ve bir zarar gelmesi ihtimalinin bulunmamasını şart koştuğu anlaşılmaktadır (Buhâri, "Tefsîr", 8/6; "Fiten", 20). Öte yandan İbn Şübrüme'nin, Hz. Ali'den kendisine sahih yolla gelen bir hadisi diğerlerine tercih



lüs'e gelip yerleşen atası Şüheyd, Emevî



BİBLİYOGRAFYA : Dârimî, "Mukaddime", 24, 51;Buhâri, "Şehâdât", 20, "Tefsîr", 8/6, "Fezâ5ilü'l-Kur3ân", 34, "Talâk", 4, "Fiten", 20, "Ahkâm", 31; a.mlf., et-Târîhu'l-kebîr,



V, 117; İbn Sa'd,



et-Tabakât,



VI, 208, 350-351; Yahyâ b. Maîn, et-Târîh, 11, 312-313; Halîfe b. Hayyât, et-Târîh (Ömerî), s. 361,421; Ahmed b. Hanbel, el-'Ilel(Vasiyyullah), 1, 252, 376-377,419, 488; II, 436, 538; III, 39, 205, 478; Câhiz, el-Beyân



oe't-tebyîn,



1, 98,



336-338; II, 146, 315; III, 146; İclî, eş-Şikât, s. 259-261; Fesevî, el-Ma'rife ue't-târîh, 1, 128, 703; II, 24, 45, 610-615, 674, 677, 708, 709, 813; 111, 102, 171,547, 549; IV, 217; İbn Kuteybe, el-Ma'ârif (Ukkâşe), s. 470-471, 494; Vekî', Ahbârü'l-kudât,



I, 5, 24, 91, 358; III, 26, 36-



129, 131, 132, 148, 356; Taberî, Târîh (Ebü'iFazl), VII, 159, 179, 191; Tahâvî, Muhtaşaru Ihtilâfı'l-'ulemâ' (nşr. Abdullah Nezîr Ahmed), Beyrut 1416/1995, II, 257; III, 331, 386, 509; ayrıca bk. I-V, tür.yer.; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve't-ta'dîl, V, 82; İbn Abdürabbih, el-'lkdü'l-ferîd, II, 228, 365, 466; III, 150, 176, 183, 204; IV, 45, 124; VI, 335; Yezîd b. Muhammed el-Ezdî, Târîhu'l-Mevşıl (nşr. Ali Habîbe), Kahire 1387/1967, s. 181, 206-207; İbn Hibbân, eş-Şikât, VIII, 364; Cessâs, el-Fuşûl fı'l-uşül (nşr. Uceyl Câsim enNeşmî), Küveyt 1994, II, 173; IV, 67; Ebû Ca'fer et-Tûsî, Ricâlü't-Tûsî (nşr. M. Sâdık Âl-i Bahrülulûm), Kum 1961, s. 97, 228; Hatîb, Târîhu Bağdâd, VII, 255, 258; XIII, 315-316; a.mlf., el-



yönetiminin yüksek seviyeli memurlarındandı. Oğlu îsâ I. Muhammed zamanında (852-886) vezirlik yaptı. İbn Şüheyd'in büyük dedesi Şüheyd b. îsâ, III. Abdurrahman döneminde vezirliğe getirilmiş (317/ 929), yine vezirlikyapan dedesi Ebû Ömer Ahmed 327 (939) yılında "zü'I-vizâreteyn" unvanını aldı. İyi bir edip olan dedesinden edebiyata ve şiire dair ilk dersleri alan İbn Şüheyd dedesi sayesinde Emevî idaresiyle yakın ilişki kurdu. fi'l-ahbâr



'ale's-sinîrı



et-Tûrîhu'1-kebîr adlı eseriyle tanı-



nan babası Ebû Mervân Abdülmelik de Âmiri Hükümdarı İbn Ebû Âmir el-Mansûr'a vezirlik yaptı ve uzun süre valilik görevinde bulundu. İbn Şüheyd, babasının 393'te (1003) vefatı üzerine Âmirîler'den Mansûr b. Ebû Âmir'in ve daha sonra onun oğulları Abdülmelik el-Muzaffer ile Abdurrahman el-Me'mûn'un himayesine girdi. İyi bir eğitim gördü; şiir, edebiyat, tarih, fıkıh, felsefe ve tıpla ilgilendi. İbn Şüheyd'in hocaları hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Ancak eserlerinden Doğulu v e Endülüslü âlim v e şairlerin ki381



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ŞÜHEYD taplannı ve divanlarını okuduğu, bunlar-



şiirler yazdı. 29 Cemâziyelevvel 426 (11



tiyle üstünlüğünü tasdik ettirir. Bu ara-



dan büyük ölçüde istifade ettiği anlaşıl-



Nisan 1035) tarihinde vefat etti.



da dil, edebiyat, şiir. nesir ve edebî ten-



maktadır. Aristokrat bir çevrede yetişme-



Kendisinden önceki şairlerin işlediği ko-



si İbn Şüheyd'e devrin ileri gelen devlet



nuları onlardan farklı şekil ve ifadelerle



ricâli, ilim adamı, edip ve şairleriyle tanış-



ele alan İbn Şüheyd medih, hicâ, fahr, ga-



ma ve onlardan faydalanma imkânı sağ-



zel, tasvir, risâ, mücûn, hamriyyât, zühd



ladı. Kurtuba sarayında düzenlenen ilmî



v e hikemiyyât gibi geleneksel temaları



v e edebî meclislere katıldı. Eski v e yeni



içinde yaşadığı zamana, çevreye v e çağı-



şairlere ait divanları inceleyerek kültürü-



nın zevklerine uygun bir yaklaşımla yeni-



nü geliştirdi. Özellikle edebiyat ve şiirde



lemiştir. Şiiri bir kazanç vesilesi veya bir



t e m a y ü z ederek çocuk denecek yaşta



eğlence vasıtası olarak değil sevinç, mut-



ünlü edip v e şairlerle yarışacak seviyeye



luluk, üzüntü ve kızgınlığını dile getirmek



ulaştı. Son hâmisi Abdurrahman el-Me'-



için kullanmıştır. Şiirlerinde zaman za-



mûn, Emevî hilâfetinin merkezi Kurtu-



man mâna ve lafızlarla oynadığı ve oku-



ba'ya yaptığı saldırıda yenilip öldürüldü-



yucuyu düşünmeye sevkettiği görülmek-



ğünde henüz on yedi yaşında idi. İbn Şü-



tedir. Ancak İbn Şüheyd, şöhretini şiirin-



heyd bu olaydan sonra Emevî hükümdar-



den çok edebî nesirlerine ve risalelerine



larına karşı mesafeli davranmaya başla-



borçludur. Risalelerinde kullandığı hayal



dı. Aşırı hür düşünceli oluşu, gayri ciddi



içerikli hikâye üslûbu bu üslûbun Arap



v e dine aykırı davranışları, alaycı ve kes-



nesrinde görülen ilk örneklerindendir.



kin dili, edip ve şairleri insafsızca eleştir-



Edebî tenkit ağırlıklı nesirlerinde daha



mesi gibi sebepler yüzünden Hammûdî-



çok kişileri ve hayvanları tasvir eden İbn



ler devrinde bir süre hapsedildi. Onun bu



Şüheyd'in nesriyle Câhiz'in nesirleri ara-



davranışları maddî sıkıntılarla karşılaş-



sındaki benzerlik onun Câhiz'den etkilen-



masına. dost ve arkadaş çevresini yitir-



diğini göstermektedir.



mesine yol açtı.



kit hakkındaki görüşlerini dile getirir: bu Konulardaki görüşlerini savunur, hasımlarını alaya alarak onları tenkit eder. Cinleri vasıtasıyla önceki edip ve şairlerle yaptığı yarışma niteliğindeki edebî tartışmaları zikreder. İbn Şüheyd. bu eserini yazarken Câhiz'in



Kitâbü'l-Hayevân



ve Risâletü't-Terbî'



ve't-tedvîr'inden,



Bedîüzzaman el-Hemedânî'nin mât'ı



Makâ-



gibi eserlerden etkilenmiş olmalı-



dır. İbn Şüheyd kendisinden sonraki birçok edibe ilham kaynağı oimuştur. Risâuhrevî âleme hayalî



letü'l-ğuirân'müa



yolculuğunu anlatan Ebü'l-Aiâ el-Maarrî ile (Karaaslan, s. 46-59) İlâhî



Komedya-



nın yazarı Dante Aiighieri bunlar arasında sayıiabilir. Risâletü't-tevâbfden



gü-



nümüze sadece İbn Bessâm'ın



ez-Za-



hîre'de



naklettiği bölümier ulaşmıştır (I,



245-281, 283-301). Butrus el-Bustânî, ezZaMre'deki bu parçaları bir araya getirerek müellif ve eseri hakkında yaptığı araştırma ile birlikte yayımlamış (Beyrut 1951, 1966, 1980), aynı parçaları Tevfik



İbn Şüheyd mükemmel şiir v e nesrin



Harndî de neşretmiştir (Tlınus, ts.). Risâ-



Âminler döneminde şeref pâyesi olarak



ilkelerini tesbite çalışmış, bu ilkelerin dı-



letü't-tevâbi'i



kendisine verilen "sâhibü'ş-şurta" ma-



şına çıkan edip ve şairleri şiddetle eleş-



(Barcelona 1956), James T. Monroe İngi-



kamı dışında (İbn Bessâm eş-Şenterînî, I,



tirmiştir. Ona göre şiir söylemek v e nesir



lizce'ye (Berkeley 1971) tercüme etmiştir.



195) herhangi bir g ö r e v e getirilmeyen



yazmak, ezberlemek ya da ö ğ r e n m e k l e



Risâle üzerinde Abdülazîz Şübeyl tarafın-



İbn Şüheyd'i. Hammüdîler'in 413 (1023)



değil doğuştan gelen bir yetenekle müm-



dan el-Bînyetü'l-kaşaşiyye



yılında Kurtuba'dan uzaklaştırılmasın-



kündür (Ahmed Dayf, s. 55; Zekî Mübârek,



tevâbf



dan sonra kırk yedi gün t a h t t a kalabilen



i, 330; II, 58). Bundan dolayı şiir ve nesir



yapılmıştır (Tunus 1990). 2. Dîvânü



Emevî Halifesi V. Abdurrahman (b. Hişâm)



sanatlarını öğretenleri v e öğrenmeye ça-



Şüheyd.



vezir olarak tayin etti (a.g.e., 1, 50). V. Ab-



lışanları eleştirmiş (İbn Bessâm eş-Şente-



nık halde bulunan şiirleri Charles Pellat



durrahman'dan sonra hilâfete getirilen



rînî, 1,240), fizikî özelliklene yetenek ara-



(Beyrut 1964), Ya'küb Zekî (Kahire 1969)



Müstekfî-Billâh 111. M u h a m m e d (b. Ab-



sında ilişki olduğunu söyleyerek insanın bi-



v e son olarak da Muhyiddin Dîb (Beyrut



durrahman), önceki halifeyi öldürtüp vezir-



yolojik yapısının düşünce sistemine de yan-



1417/1997) tarafından derlenerek yayım-



lerini de hapsetmeye başlayınca sıranın



sıdığını ispata çalışmıştır (a.g.e., i, 243).



lanmış, James Dickie, Ya'küb Zekî'nin



kendisine geleceğini anlayan İbn Şüiıeyd.



Câhiliye döneminden kendi zamanına



Kurtuba'yı t e r k e d e r e k Mâleka'da (Ma-



kadar olan şiirin her türünden faydalanan



Elias Teres İspanyolca'ya







Risâleti't-



adıyla bir çalışma



ve'z-zevâbf



İbn



Şairin çeşitli kaynaklarda dağı-



derlediği divanı İspanyolca'ya çevirmiştir (Cordoba 1977). 3. Hânûtii



'Attâr



(nşr.



Muhammed b. Tâvît et-Tancî, Kahire 1951).



lağa) hüküm süren H a m m û d î haneda-



İbn Şüheyd, şiirin ve nesrin zamanın ve



nından Yahyâ b. Hammûd'a sığındı. 111.



zevklerin değişmesiyle hissedilir bir de-



Muhammed'in hilâfetten uzaklaştırılması



ğişim geçirdiğini belirtmiş (a.g.e., I, 237-



üzerine 416 (1025) yılında Kurtuba'ya ge-



238), edebî eleştiri konusunda o r t a y a



ri döndü. İki yıllık bir aradan sonra Eme-



koyduğu görüşlerde taklitçiliği şiddetle



vîler'den III. Hişâm (b. Muhammed) halife



eleştirmiştir. Çalışmalarında Doğu'yu esas



olduğunda İbn Şüheyd'i kendisine danış-



İbn Şüheyd hakkında yapılan başlıca ça-



aldığından Endülüs'e has yeni bir edebî



lışmalar şunlardır: Charles Pellat, İbn Şü-



İbn Şüheyd'in el-Halvâ, ve'l-hatab,



Keşfü'd-dek



el-Berd



ve'n-nâr



ve



îzâhu'ş-



şek adlı eserleri kaynaklarda zikredilmektedir.



man tayin etti. Son Emevî halifesi III. Hi-



akıma karşı çıkmış, bu sebeple Endülüs'e



şâm'ın 422'de (1031) hilâfetten düşürül-



heyd el-Endelüsî:



özgü müveşşah türü şiire ve zecellere il-



mesiyle İbn Şüheyd'in devlet yönetimin-



hû (Amman 1965); Hâzim Abdullah Hıdır.



tifat etmemiştir.



Ebû ' Â m i r b. Şüheyd



de üstlendiği görevler de son buldu. Hayatının son üç yılında edebî çalışmaların yanında Kurtuba'da düzenlenen ilim ve edebiyat meclislerine devam eden İbn Şüheyd 425 (1034) yılının başında felç oldu.



Eserleri. 1. Risâletü't-tevâbi' vâbi'



(Şeceretü'l-fükâhe).



ve'z-ze-



İbn Şüheyd bu



Hayâtühû



ve



el-Endelüsî:



ârâ'iiHa-



yâtühû ve edebühû



(Bağdad 1984); İbn



Şüheyd el-Endelüsî



(Bağdad 1984); Mus-



eserinde cinler âlemine yaptığı hayalî bir



tafa Aydın, İbn Şüheyd



seyahati anlatır. Züheyr b. Hümeyr adın-



ği (doktora tezi, 1992, Atatürk Üniversi-



ve Edebî



Kişili-



daki cini vasıtasıyla Câhiliye dönemin-



tesi Sosyal Bilimier Enstitüsü); Abdullah



Bu dönemde, hastalığının da etkisiyle Al-



den kendi zamanına kadar gelen şair v e



Sâlim el-Mi'tânî, İbn Şüheyd



lah'a yönelerek tam bir teslimiyet v e te-



yazarların cinleriyle ilgi kurar, onlara şiir



sî ve cühûdühû



vazu içerisinde O'ndan mağfiret dileyen



v e nesirlerinden parçalar okumak sure-



kenderiye 1994).



382



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



el-Endelü-



fi'n-nakdi'l-edebî



(İs-



İBN TABÂTABÂ, Ebû A b d u l l a h BİBLİYOGRAFYA : İbn Şüheyd, Risâletü't-teuâbi'



(nşr. Butrus el-Bustânî), Beyrut 1951, neşredenin girişi, s. 7-113; Seâlibî, Yetîmetü'd-dehr, II, 41-58; Humeydî, Cezuetü'l-muktebis (nşr. Muhammed Tâvît et-Tancî), Kahire 1386/1966, s. 133-136; Feth b. Hâkan el-Kaysî, Matmahu'lenfüs ue mesrahu't-te'ennüs



fi mülehi



ehli'l-



Endelûs, İstanbul 1302, s. 19-22; İbn Bessâm eş-Şenterînî, ez-Zahîre, I, 32, 191 -336; İmâdüddin el-İsfahânî, Harîdetü'l-kaşr



oe



cerîdetü'l-



'aşr(nşr. ÂzertâşÂzernûş), Tunus 1972, III, 555561; Dabbî, Buğyetü'l-mültemis, s. 191-194; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', II!, 220-224; İbn Dihye, el-Mutrib (nşr. İbrâhim el-Ebyârîv.dğr.), Kahire 1954, s. 158-163; İbnü'l-Ebbâr, I'tâbü'lküttâb (nşr. Sâlih el-Eşter), Beyrut 1406/1986, s. 201-203; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 116-118; İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib (nşr. Şevki Dayf), Kahire 1953,1, 78-85; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ\XVII, 501-502; Safedî. el-Vâfî, VII, 144-148; Makkarî, Nefhu't-tîb, I, 356-362,380-382,621623; III, 244-246, 358-362; R. Dozy, Historie de los musulman.es



de espana, Madrid 1984, III,



274-278; Ahmed Dayf. BelâğatüVArab fı'l-Endelüs, Kahire 1342/1924, s. 43-60; Zekî Mübârek, en-fieşrü'l-fennî



fı'l-karni'r-râbi',



Beyrut



1352/1934,1, 317-332; II, 58, 368-387; Brockelmann, GAL Suppl., I, 429; Ahmed Emîn, Zuhrü'l-lslâm, Kahire 1966, III, 210-215; Sezgin, GAS, III, 679-698; Şevki Dayf, el-Fen ue mezâhibüh, Kahire 1977, s. 321-324; Don Jose Manue! Continente Ferrer, "Consider Aciones en Terno a las Relaciones entre la Risâlat al-Tawâbi' wa-l-zawâbi' de ibn Suhayd Y la Risâlat alGufrân de al-Ma'arri", Actas de las jornadas de Cultura



Arabe



e Islamica



(1978),



Madrid



1981, s. 125-133; Abdülvehhâb b. Mansûr, A'lâmü'l-Mağribi'l-'Arabî, Rabat 1403/1983, III, 5163; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb, IV, 454-461; Hannâ el-Fâhûrî, el-Mûcez fı'l-edebi'l-'Arabî ue târîhih, Beyrut 1985, III, 68-89; İhsan Abbas. Târîhu'l-edebi'l-Endelüsî, Beyrut 1985, s. 270302, 334-340; a.mlf., "İbn Şüheyd el-Endelüsî ve Şârl Bella", Ebhâş, XIX/3-4, Beyrut 1966, s. 395-407; Nasuhi Ünal Karaaslan, Ebü'l-Alâ elMa 'arrî, Erzurum 1989, s. 46-61; The Legacy of Müslim Spain (ed. Salma Khadra layyusi), Leiden 1992, s. 335-342; M. Abdülmün'im Hafâcî, el-Edebü'l-Endelüsî, Beyrut 1412/1992, s. 612617; Sâlihiyye, el-Mu'cemü'ş-şâmil, III, 404; Ahmed Heykel, el-Edebü'l-Endelüsî, Kahire 1994, s. 367-394; Abdülkerîm Halîfe, İbn Hazm elEndelüsî, Beyrut, ts., s. 56-59; Ch. Pellat, "ibn Hazm, ibn Suhayd et la Poesie Arab", al-Mulk, III, Cordoba 1963, s. 89-98; a.mlf., "ibn Şhuhayd", El2 (İng.), III, 938-940; James Dickie, "ibn Suhayd", al-Andalus,XXIX, Madrid 1964, s. 243-310; a.mlf., "The Dıwân of ibn Shuhaid al-Andalusi", BSOAS, XXXV(1972), s. 144-145; Tevfîk Bekâr. "Cedeliyyetü'l-mümâşele ve'l-mukâbelefi't-Tevâbi"1ve'z-zevâbi' li'bn Şüheyd", Mecelletü



Dirâsât Endelüsiyye,



sy. 3, Tunus



1410/1989, s. 71-80; Selîm Reyhân, "Fi't-tecâmül maea't-Tevâbic ve'z-zevâbi'1 li'bn Şüheyd ve te'addüdi revâfıdihâ", a.e., sy. 18 (1418/ 1997), s. 5-26; Yûnus Şenevân, "eş-Şûre ve mevzû'âtühâ fi şi'ri İbn Şüheyd el-Endelüsî", a.e., s. 27-47; Âzertâş Âzernûş - Mihrân Erzende, "İbn Şüheyd", DMBİ, İV, 94-99.



BİBLİYOGRAFYA :



IBN ŞÜREYH



ue'z-zeuâbi'



(&r>



Mekkî b. Ebû Tâlib, el-İbâne 'an me'âni'l-kırâ'ât, Kahire 1379/1960, s. 40-41; İbn Beşküvâl.



Ji')



Kıraat âlimi.



^



^



392'de (1002) İşbîliye'de (Seviiia) doğdu. Mısır'dan gelerek Endülüs'e yerleşen



MUSTAFA AYDIN



Ka-



hire 1967, s. 81; Zehebî, Ma'rifetü'l-kurrâ' (Altıkulaç), II, 772, 824-825; a.mlf.. A'lâmü'n-nübelâ', XVIII, 554-555; İbnüT-Cezerî, Gâyetü'nhiihâye, II, 153; a.mlf.. en-Meşr, I, 67; Makkarî, Nefhu't-tîb,



II, 141; Keşfü'z-zunûn,



II, 1379;



Hediyyetü'l-'ârifin, II, 74; Brockelmann, GAL Suppl., I, 722; Abdüsselâm Ahmed Kenûnî, elMedresetü'l-Kur'âniyye fı'l-Mağrib mine'l-fethi'l-İslâmî ilâ İbn 'Atıyye, Rabat 1981, 1, 97.



Ebü'l-Abbas Tâcüleimme A h m e d b. Ali'den kıraat dersleri aldı. Ebû Amr Osman



IS



AHMET MADAZLI



b. A h m e d el-Kayşetâlî'den v e Muhamm e d b. Tayyib el-Kehhâl, Ahmed b. Muh a m m e d b. Abdülazîz el-Yahsubî gibi



r



İ B N T A B Â T A B Â , E b û Abdullah (U?U? 4İ)I l U ^JI )



hocalardan hadis dinledi. 433 (1042) yısahibi Ebü'l-Abbas İbn Nefîs ile Ebû Ali Hasan b. Muhammed el-Bağdâdî'nin kıraat derslerine devam etti. İbn Nefîs'ten ayrıca hadis dinledi. Ebû Zer Abd b. Ahmed el-HerevTden BuhâıTnin



el-Cûmfu'ş-



n



Ebû Abdiilâh Muhammed b. İbrâhîm b. İsmâîl (ö. 199/815)



lında seyahate çıkarak Mısır'da âlî isnad



^



Abbâsî Halifesi Me'mıın'un ilk yıllarında Kûfe'de isyan eden Şiî-Zeydî lider.



^



şaMh'ini okudu ve icâzet aldı (İbn Beşküvâl, s. 533). Mısır'dan sonra hac farizasını yerine getirmek üzere gittiği Mekke'de bir müddet kalarak Ebü'l-Hasan Ahmed b. Muhammed el-Kantârînin kıraat derslerini takip etti. Mekkî b. Ebû Tâlib'le görüşerek kendisinden faydalandı ve icâzet aldı. İbn Şüreyh Endülüs'e döndükten sonra İşbîliye hatipliği görevini üstlendi; şeyhü'lkurrâ oldu. el-Kûfî adlı eserini yazıp okutmaya başladı. Oğlu Ebü'l-Hasan Şüreyh ile îsâ b. Hazm, Ebü'l-Abbas İbn Ayşûn kendisinden kıraat ve hadis tahsil eden



Muhtemelen Medine'de doğdu. Hz. Ali soyundandır. Babası (veya dedesi), dilindeki bozukluk yüzünden elbiseye "kabâ kabâ" ( Lâ LS) diyeceği yerde "tabâ tabâ" (ı±> u > ) demesi veya halk arasında hem anne hem de baba tarafından Hz. Ali soyundan gelenlere (Seyyidü's-sâdât) tabâtabâ denilmesi (El2, III, 950) sebebiyle Tabâtabâ lakabıyla anılmış, oğlu Ebû Abdullah da İbn Tabâtabâ diye meşhur olmuştur. Medine'de oturan İbn Tabâtabâ'nın hac için Hicaz'a gelen Nasr b. Şebes adlı Iraklı bir Şiî ile tanışması hayatının seyrini de-



öğrencileri arasında yer alır. Başta kıraat



ğiştirdi. Bu yıllarda, Hârûnürreşîd'in hilâ-



olmak üzere sarf, nahiv, hadis ve fıkıh



fetinin son dönemiyle Emîn zamanında



alanlarında saygın bir yere sahip olan v e



(809-813) uzunca bir süre sükûnet içinde



rivayetlerinde sika kabul edilen İbn Şü-



yaşayan Şiîler. Emîn ile Me'mûn arasında-



reyh 4 Şevval 476'da (14 Şubat 1084) İş-



ki şiddetli mücadelenin sebep olduğu ka-



bîliye'de v e f a t etti.



rışıklıkları fırsat bilerek özellikle Irak'ta



Eserleri. İbn Şüreyh'in günümüze ulaşan tek eseri el-Kûfî



fi'l-kıra'ûti's-seb'



adını taşımaktadır. Brockelmann, yazma nüshaları Hacı Selim Ağa Kütüphanesi ile (nr. 7, vr. 58-101) Dârü'l-kütübi'l-Mısrıyve'de (nr. 614) bulunan eserin Ebû Hafs Ömer b. Kasım el-Ensârî'nin



Kitâbü'l-Mukar-



reradlı kitabının kenarında neşredildiğini söylemektedir (GALSuppl.,



I, 722). Mü-



ellifin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır; et-Tezkîr . İhtişârü'l-Hücce



asıl amacı, Ehl-i beyt mensupları içinde Abbâsîler'e karşı yürütülecek bir hareketin lideri olma vasfına sahip birini bulmaktı. Nasr, aradığı özelliklerin İbn Tabâtabâ'da bulunduğunu görünce onunla iş birliği yapmaya karar verdi. Abbâsîler'in Ali evlâdının hilâfet haklarını gasbettiklerini, onlara baskı yaptıklarını v e zulmettiklerini söyleyince bu sözlerden etkilenen İbn Tabâtabâ onunla el-Cezîre'de buluşup faaliyete başlamak için söz-



(Ebû Ali el-Fesevî'nin



leşti. Kısa bir müddet sonra da bazı men-



el-Hücce fi'l-kırâ'âti's-sebc hetü't-tebşıra.



yeniden faaliyete başlamışlardı. Nasr'ın



(et-Tezkire), adlı eserinin



muhtasarıdır), Tebşıratü't-tezkire, H



eş-Şıla, s. 553; Dabbî, Buğyetü'l-mültemis,



Ebû Abdiilâh Muhammed b. Şüreyh er-Ruaynî el-İşbîiî (ö. 4 7 6 / 1 0 8 4 )



Nüz-



supları ile birlikte el-Cezîre'ye gidip Nasr ile buluştu. Taraftarlarını toplayıp durumu anlatan Nasr ise onlardan beklediği 583



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN TABÂTABÂ, Ebû A b d u l l a h ilgiyi göremedi. Bunun üzerine İbn Tabâ-



râyâ İbn 'fâbâtabâ'yı ziyaret etti. İbn Ta-



İbnü'I-Mu'tezz'in divanını hayatının sonla-



tabâ'ya yakınlarını ikna edemediğini söy-



bâtabâ, Abbâsî ordusunu savaştan önce



rına doğru M a ' m e r adında bir tanıdığı-



ledi ve kendisine 5000 dinar yardım ta-



emana çağırmadığı ve onlara gece saldır-



nın evinde görebildi. Kısa süre içinde göz



ahhüt ederek ondan özür diledi. İbn Ta-



dığı için haksızlık ettiğini söyleyerek onu



gezdirdiği bu divanın 187 beytini hemen



bâtabâ da Hicaz'a dönmek üzere el-Cezî-



kınadı. Ebü's-Serâyâ da bunun bir savaş



orada ezberlemiş olması kaynaklarda hâ-



re'den ayrıldı. Rakka'ya gelince, daha ön-



taktiği olduğunu söyledi. İbn Tabâtabâ



fızasının gücüne delil olarak nakledilir (Yâ-



ce Emîn ile Me'mûn arasındaki mücade-



ona Ehl-i beyt'in haklarını korumasını,



küt, XVII, 144-145). Hayatı boyunca İsfa-



leler sırasında İranlılar'ı vezir ve kuman-



kendi yerine onların en hayırlısını geçir-



han'dan ayrılmayan İbn Tabâtabâ, bu şe-



dan olarak görevlendirmesinden dolayı



mesini, eğer ihtilâf olursa Ali b. Ubeydul-



hirde vefat etti. Muhsin el-Emîn, İbn Ta-



Me'mûn'a isyan eden Arap kumandanla-



lah'ı görevlendirmesini vasiyet etti ve 1



bâtabâ'yı Şia'nın ileri gelen âlim ve şair-



rından Ebü's-Serâyâ eş-Şeybânî ile karşı-



Receb 199'da (15 Şubat 815) öldü. Cena-



leri arasında saymakla birlikte



laştı. İbn Tabâtabâ'nın durumunu öğre-



zeyi gece defnettiren Ebü's-Serâyâ onun



Şfa, IX, 72) diğer kaynaklarda bu konuda



nen Ebü's-Serâyâ ona yardımcı olacağına



ölümünü birkaç gün halktan gizledi. Ta-



her hangi bir kayda rastlanmamaktadır.



dair söz verdi. Bunun için Hicaz'a dönme-



berî, İbn Tabâtabâ'nın Ebü's-Serâyâ tara-



Keskin bir zekâya, şiir, dil ve edebiyata



yip Kûfe'ye yönelmesini, kendisinin de kı-



fından zehirlenerek öldürüldüğünü kay-



karşı üstün yeteneğe sahip olan İbn Tabâ-



(A'yânü'ş-



sa sürede kuvvetleriyle birlikte oraya in-



deder (Târih., VIII, 529). Ebü'l-Ferec el-İs-



tabâ bu vasıfları v e geniş kültürüyle de-



tikal edeceğini v e vaadlerini yerine geti-



fahânî ise bir süreden beri hasta olan



vamlı övünmüş, söz ustalığında Mu'tezile



receğini belirtti. Bu durum Mekke, Medi-



İbn Tabâtabâ'nın bu hastalığın sonucun-



büyüklerinden Vâsıl b. Atâ'dan daha üs-



ne ve Mısır'da duyulunca Ehl-i beyt men-



da öldüğü görüşündedir



tün ve güçlü olduğunu yeminle ifade et-



supları halkı İbn Tabâtabâ'ya biata çağır-



biyyîrı, s. 525).



dılar.



(Makâtilü't-Tâll-



miştir (Abdülkâdir Şeyh İdrîs, L 11980], s. 139). İbn Tabâtabâ, edebî tenkitte ger-



BİBLİYOGRAFYA :



çekçi ve yapıcı yaklaşımıyla aralarında



sı gerektiğini belirtti. Ardından Kûfe'ye



Ya'kübî, Târih, II, 445;Taberî, Târih (Ebü'lFazl), VIII, 528-529; İbn Kesîr, el-Bidâye,X, 244; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, Makâtilü't-Tâlibiyyin (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Beyrut, ts., s. 518-532; İbnü'l-Esîr. el-Kâmil, VI, 302-305; Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb, XXII, 191-193; XXV, 73; Mahmûd Şâkir, et-Târîhu'l-islâmî, Beyrut 1411/1991, V, 202-203; İbn Inebe,1Umdetü't-tâlib, Beyrut, ts. (Dâru mektebeti'l-hayât), s. 199; Sümeyre Muhtâr el-Leysî, Cihâdü'ş-Şfa, Beyrut 1398/1978, s. 320-325; Ahmed Mahmûd Subhî, ez-Zeydiyye, Kahire 1404/1984, s. 95-96; Abdullah b. Ali



Arap edebiyatı münekkitlerinin önde ge-



yönelerek orada İbn Tabâtabâ ile buluş-



el-Müsnid, el-'Aleviyyûn fl'l-Hicâz, Kahire 1412/



len temsilcilerinden kabul edilir.



İbn Tabâtabâ ile Ebü's-Serâyâ ayrı ayrı yollardan Kûfe'ye hareket ettiler. Kerbelâ'da Hz. Hüseyin'in kabrini ziyaret eden Ebü's-Serâyâ, burada okuduğu hutbede Hüseyin'in zamanında bulunmayıp ona yardımcı olamayanlar için önemli bir fırsat doğduğunu, kendisinin onun v e ailesinin intikamını alacağını, bu konuda ıstırabı olan kimselerin kendisine katılma-



tu. 10 Cemâziyelâhir 199 (26 Ocak 815) tarihinde halifeliğini ilân eden ve emîrü'lmü'minîn unvanını alan İbn Tabâtabâ Ab-



1992, s. 215-222; Fikret lşıitan, "Me'mûn", İA, VII, 694; B. Scarcia Amoretti, "ibn Tabâtabâ", El2 (İng ), III, 950-951; Ali Öngül, "Ebü's-Serâyâ eş-Şeybânî", DİA, X, 343. ı—ı İM



bâsîler'in Küfe valisini uzaklaştırarak bey-



MUSTAFA



Öz



tülmâle el koydu. Kûfeliler v e çevrede bulunan bedevî Araplar, çok sayıda Şiî v e hilâfetin Ali evlâdının hakkı olduğuna inanan halk ayaklanmaya katıldı. Hareketin



sünnetine çağrılması, emir bi'l-ma'rûf ne-



r



İ B N T A B Â T A B Â , Ebû C a ' f e r



^



^



(bk. İBNÜ't-TIKTAKÂ).



^



Hasan yahut Hz. Hüseyin soyundan gelen imamların liderliğinde zalim hükümdarlara isyanı gerekli gören Zeydîler de İbn Tabâtabâ'ya destek verdiler.



kimseyi etkilemiştir. Klasik Arap şiirinin geleneksel yapısı v e bütünlüğü üzerindeki tenkitçi yaklaşımları v e zamanına göre iyi tasarlanmış bir şiir nazariyesinin ilk şeklini ortaya koymuş olması bakımından



Arap edebiyatının bilhassa şiir ve şiir tenkidi sahasında ilmî çalışmaların yoğunlaştığı ve verimli sonuçların alındığı bir döneminde yetişen İbn Tabâtabâ, bir âlim verdiği avantajla aynı alanın uzmanı olan İbn Kuteybe, İbnü'l-Mu'tez ve Kudâme b. Ca'fer gibi çağdaşları arasında özgün fikir v e tesbitleriyle daha farklı bir konum-



r



İ B N T A B Â T A B Â , Ebü'l-Hasan



n



hiy ani'l-münker v e Kur'an'ın hükmü ile hareket e t m e k olarak tesbit edildi. Hz.



âlim ve sanatkârların bulunduğu birçok



v e edip olmasının yanı sıra şairliğinin de



programı Ehl-i beyt'ten birine biat edilmesi, halkın Allah'ın kitabı v e resulünün



Merzübânî, Ebû Hilâl el-Askerî, Ebû Ali el-Merzûki ve İbn Ebü'l-İsba' el-Mısrî gibi



dadır. Genellikle dil üzerinde uzman olan çağdaşları şiiri vezin, kafiye, i'rab ve lafız yönlerinden katı kurallar içinde ele alır-



Ebü'l-Hasen Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm Tabâtabâ el-Hasenî el-Alevî (ö. 322/934) Münekkit, edip ve şair.



ken İbn Tabâtabâ şiire canlı bir varlık gibi yaklaşarak onu insana benzetmiştir. Ona göre insanların fizikî görünüşü, ses, akıl v e duyguları farklı olduğu ve bu özellikle^



riyle başkalarından ayrıldıkları gibi şiirler de okuyucunun zevk ve beğeni seviyesi-



Abbâsîler'in Irak ve Arabistan valisi Hasan b. Sehl, ileri gelen kumandanlarından



İsfahan'da doğdu. Hz. Hasan'ın soyun-



ne göre değerlendirilir. Şiirde güzelliğin



Züheyr b. Müseyyeb ed-Dabbî'yi 10.000



dandır. Tabâtabâ lakabıyla anılan büyük



ölçüsü okuyucunun duygu ve zevkine bağ-



kişilik bir ordu ile Küfe üzerine şevketti.



dedesi İbrâhim'e (İbn Hallikân, 1,130) nis-



lıdır. Sözü beden ve ruh arasındaki alâka-



İbn Tabâtabâ ağır hasta olduğu için sa-



betle İbn Tabâtabâ diye tanınır. İsfahan'-



yı göz önünde bulundurarak değerlendi-



vaşa katılamadı. Abbâsî ordusunu onun



da yetişen İbn Tabâtabâ, öğrenimini şeh-



ren İbn Tabâtabâ, kelime ve ibarelerin şe-



adına Ebü's-Serâyâ Küfe dışında Karyei-



rin önde gelen edip ve âlimlerinin yanın-



killeriyle ifade tarzlarının sözün bedenini,



şâhî denilen yerde karşıladı. Yapılan sa-



da tamamladı. Hayranı olduğu şair halife



mânalarının ise ruhunu teşkil ettiğini söy-



vaşta Abbâsî ordusu ağır bir yenilgiye uğ-



Abdullah b. Mu'tez ile görüşmeyi çok ar-



ler. Ona göre güzel şiir yazabilmek için şe-



radı. Savaş sonunda Kûfeliler pek çok ga-



zuladığı halde yolculuğa çıkmaya cesaret



kilden önce şairde şiire yatkın bir mizaç



nimet elde ettiler. Ertesi gün Ebü's-Se-



edemediğinden bu isteğine ulaşamadı.



ve zevkin bulunması gerekir. Hatta bu iki



384



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN TAGRÎBERDÎ vasfa sahip şairler vezinden bile müstağni kalabilir. Aruz bilgisi yalnız başına şair olmaya yeterli değildir. Bu sanatta yetenek ve zevk en önemli unsurdur şi'r, s. 14-15).



fiyârü'ş-



Şiir tenkit v e değerlendirmesinde dikkat edilecek hususları vezin, mâna, lafız v e bağlama uygunluk olmak üzere dört ana madde altında toplayan İbn Tabâtabâ Araplar'ın tarih, siyer, nesep, eyyâm, menkıbe, örf ve âdet bilgilerini kapsayan geniş kültürüne, A r a p dili, b e l â g a t ı ve edebiyatına ait ilimlere vâkıf olmayı şairler için ön şart olarak görür. Şiir yazacak olanlara öncelikle konunun zihinde olgunlaştırılmasını, daha sonra şiir sanatının araç v e gereçleri olan lafız, kafiye ve vezin seçilerek nazma geçilmesini öğütler. Eski şairlerden tamamıyla uzak kalınamayacağını, yeni şairlerin onlardan etkilenmesinin tabii v e hatta zaruri olduğunu söyleyen İbn Tabâtabâ, bunların çok dikkatli v e titiz davranarak eski şairlerden aldıkları mâna, mefhum ve mazmunları kendilerine has üslûp v e nazım şekilleriyle yeniden üretebileceklerini, bunun intihal (sirkat) sayılmayacağı fikrini ortaya atan ilk münekkit olması ile de ayrı bir öneme sahiptir. Şöhret peşinde koşan bazı çağdaş şairleri, ihsan v e iltifatlarını kazanmak istedikleri şahsiyetler için haksız v e mübalağalı methiyeler, hicivler ve gazeller söyledikleri veya güldürücü hikâyeler v e gayri ciddi nükteler yazdıkları için eleştiren İbn Tabâtabâ, sanat adına yapılan bu tür işlerin sağlam bir karakterden kaynaklanmadığını, gerçekleri aksettirmeyen, tabiilikten uzak çalışmalar olduğunu belirterek şiirde her zaman gerçekçiliği savunmuştur. Aynı zamanda iyi bir şair olan İbn Tabâtabâ'nın kendi ilmi ve şairliğiyle övündüğü fahriyeleri; övgü, yergi v e gazelleri; güneş, ay, yıldız, gece, bulut, bahçe, çiçek gibi tabiat tasvirine dair bazı parçaları kaynaklarda yer alır (Ebû Hilâl el-Askerî, I, 124, 130, 198, 212, 339, 340, 350, 360; II, 36-, ayrıca bk. tür. yer.; Ebû İshak el-Husrî, II, 756-757; Yâküt, XVII, 146-149, 150,156). Eserleri. 1. 'İyârü 'ş-şicr (Mfyârü



'ş-şicr).



İbn Tabâtabâ'nın edebî tenkit alanında



tür şubeleri), şiir sanatı, mâna ile lafız arasındaki ilişkiler, şiirin ölçüsü, teşbih ve çeşitleri, muhkem ve başarılı şiirlerle zayıf v e tekellüflü şiirler, serika (intihal) meselesi, lafzı güzel anlamı zayıf, anlamı düzgün vezni bozuk şiirler, şiirde lafız-mâna uygunluğu, matla' ve kafiyeye dair konular. cİyârü'ş-şicrTâhâ el-Hâcirî ve Muh a m m e d Zağlûl Sellâm (Kahire 1376/ 1956), Abbas Abdüssâtir (şerh ve tahkik, Beyrut 1402/1982) ve Abdülazîz el-Mâni' (Beyrut 1406/1985) tarafından neşredilmiştir. Hasan b. Bişr el-Âmidî'nin işlâhu mâ fî Mi'yâri'ş-şfr li'bn Tabâtabâ mine'l-hata3 adıyla kaleme aldığı çalışma (İbnü'n-Nedîm, s. 172) günümüze ulaşmamıştır. 2. Dîvân. Ebû Bekir es-Sûlî tarafından hazırlanan (a.g.e., s. 222), İbn Hallikân'm gördüğünü söylediği divan (Vefeyât, I, 130) bütünüyle zamanımıza kadar gelmemiştir (Sezgin, II, 635). Ancak Dîvânü'l-me'ânî, Zehrü'l-âdâb, Muhâdarâtü'l-üdebâ3 ve İrşâdü'l-erîb gibi eserlerde şairin şiirlerinden örnekler bulunmaktadır. Brockelmann divanın 1332'de (1914) Sayda'da yayımlandığını kaydediyorsa da (GALSuppi, 1,146) onun gösterdiği eser, İbrâhim b. Hüseyin et-Tabâtabâî (ö. 1318/1901) adlı başka bir şairin divanıdır (Serkîs, II, 1226). Câbir el-Hâkânîmüellifin günümüze ulaşan şiirlerini Şi'ru İbn Tabâtabâ el-cAlevî adıyla yayımlamıştır (Bağdat 1975). 3. Risâle fi'stihrâci'l-mucammâ (Kitâb fı'l-medhal fi ma'rifeti'l-mu'ammâ mine'ş-şFr). Süleymaniy e Kütüphanesi'nde (Fâtih, nr. 5300) altı varaklık bir nüshası bulunmaktadır. 4. Kitâb fî takrizi'd-defâtir. Muhtemelen kitapların faziletine dair manzum bir eser olup İbnü'n-Nedîm'in müellife nisbetle zikrettiği yedi beyit (el-Fihrist, s. 23) bu eserden alınmış olmalıdır. 5. Kitâbü'l-



rîm el-Abbâdî, el-İtticâhü'n-nakdî İbn Tabâtabâ(İskenderiye BİBLİYOGRAFYA :



Ebü'l-Hasan İbn Tabâtabâ, 1İyârü'ş-şi'r (nşr. Tâhâ el-Hâcirî- Muhammed Zağlûl Sellâm), Kahire 1376/1956, neşredenin girişi, s. e-y; a.e. (nşr. Abbas Abdüssâtir), Beyrut 1402/1982, neşredenin girişi, s. 7-8; Âmidî, el-Mü'telif, I, 463; Merzübânî, Mu'cemü'ş-şu'arâ' (nşr. F. Krenkow), Beyrut 1402/1982, s. 427; İbnü'n-Nedîm, elFiTjrisf(Teceddüd), s. 23, 151, 172,222;Ebû Hilâl el-Askerî. Dtuânü'l-me'ânt, Kahire 1952, I, 124, 130, 198, 212, 339, 340, 350, 360; II, 36; ayrıca bk. tür.yer.; Ebû İshak el-Husrî, Zehrü'lâdâb (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1389/1969, II, 756-757; Yâküt, Mu'cemü'lüdebâ', XVII, 143-156; İbnü'l-Kıftî, el-Muhammedûn mine'ş-şu'arâ' (nşr. Riyâd Abdülhamîd Murâd), Beyrut 1408/1988, s. 9-10; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 130; Safedî. el-Vâft, II, 79-80; Serkîs, Mu'cem, II, 1226; Brockelmann, GAL Suppi, I, 146; Abdürrahîm b. Ahmed el-Abbâsî, Me'âhidü't-tenşîş (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1367/1947, II, 129-130; Sezgin, GAS, II, 634-635; Abdüsselâm Abdülhafîz Abdülâl, Nakdü 'ş-şi'r beyne ibn Kuteybe



II, 420-423; A'yânü'ş-Şî'a,



rthu'l-edeb,



değerini zamanımıza kadar koruyabilen en önemli çalışmasıdır. Eser, müellifin ba-



İbn Tabâtabâ hakkında müstakil çalış-



zı şairlerle ilgili eleştirilerini ihtiva etme-



malar yapılmıştır; Abdüsselâm Abdülha-



sinin yanı sıra şiiri lafız, mâna, vezin v e



fîz Abdülâl, Nakdü'ş-şfr



beyne İbn



IX, 72-



80; İhsan Abbas. Târîhu'n-nakdi'l-edebî Hnde'l/1



^ U1 tj bv^ıi,. j - j1J31j E İ J^l .



|



!



»«L



el-Envûru'z-zâhire



ve'1-kevâkibü'l-bâhire ife'j



mirıe'n-Nücûen-Nücûmü'z-zâhire'rıin



özeti olup iki nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (III. Ahmed, nr. 2976, 2977). 3. şâfî ve'l-müstevfî



^ j oJ-ŞV—it^lı'^iiM İİJ IfAi-Âî^jji^ lii-iii



İA-ı iril Uj



J u IS ^ r t J İ v i ^ ^ J j ^ t id» !]



Jtfuh-UJ,jAİj i i b;.



JİUUİJ^U-UİU., Lİcuyai-j/J



^ 1İ * i1



'j S i ^ üj' •jjj^ y



»fe^



nin el-Vâfî



el-Menhelü'şSafedî'-



btfde'l-vâfî.



bi'l-vefeyât'ma



yazılmış bir



zeyildir v e yazımında Bağdâdî, İbn Hallikân v e Safedî'nin metotlarına uyulmuştur. İbn Tağrîberdî girişinde, herhangi bir şahsın teşviki olmaksızın başladığını ifa-



;



;1



^



&



u b' ^F



ı GJ ^ j; 'iki'n-nâziTe



belâğa'sına



adıyla dokuz bölüm



Hadâ'iki'n-nâdıre



ilâve ederek tamamlamıştır (Necef 1342-



ve '1-akmârü



İ B N U S F Û R el-İŞBÎLÎ (•J,L...*yt j y u v j j f )



ma'ne'l-



el-Erbacûne



hî hükümlerle ilgili bütün konuları, görüş



tetmîmi'l-







Emîri'l-mü'minîn,



ve delillerini ihtiva ettiğini, sahasında em-







li'l-



fî şerhi Men



'1-bedriy-



fî beyâni



ve mâ yeterettebü



maccaleyhi



Mîzânü't-tercîh, fî tetimmeti



Ebü'l-Hasen Alî b. Mü'min b. Muhammed b. Alî el-Hadramî el-İşbîlî en-Nahvî (ö. 669/1270) Nahiv âlimi, edip ve şair.



^



elHkdi'l-



S97 (1200-1201) yılında İşbîliye'de (Se-



Ecvibetü'l-mesû'ili'ş-şâhûriy-



villa) doğdu. Burada Ebû Ali eş-Şelevbîn



Ebi'l-



ve Ebü'l-Hasan ed-Debbâc gibi âlimler-



(İbn Ebü'1-Hadîd'in.Şerhu Hehci'l-



fî takyîdi İbn



den dii v e edebiyat dersleri aldı. Dersle-



reddiye mahiyetindedir), Ec-



vibetü'l-mesâ'ili'l-fıkhiyye



(eserlerinin



rine on yıl devam ettiği Ebû Ali eş-Şelevbîn'den Sîbeveyhi'nin el-Kitâb'ını



okudu.



listesi için bk. Tebrîzî, III, 360-361; Alya-



Öğrenimini tamamladıktan sonra İşbîli-



1354). Üzerine çeşitli hâşiyeler yazılan eser



nü'ş-Şî%X,



ye'de ders vermeye başladı. İlmî bir konu-



ilk taş baskısından sonra (I-V1I, Tebriz 1315-



tabâî, s. 296-299; DMT, III, 108-109).



1318) Muhammed Takı el-İrvânî tarafından neşredilmiştir (I-X, Necef 1377-1381; 1-XX, Kum 1363 hş. ; Beyrut 1985-1987). 2. ed-Dürerü



(ed-Dürretü)'rt-Necefiyye



mültekatâti'l-Yûsufiyye.



fi'l-



Hadâ'iku'ri-



nadır e den sonra müellifin en önemli kitabı olup başta fıkıh olmak üzere çeşitli konuları ihtiva eder (Tahran 1307, 1314). 3.



Ecvibetü'l-mesâ'ili'1-Bihbehâniyye



elletî se'elehû



es-Seyyid



Bilâdî el-Bahrânî



Abdullah



(nşr. Ebû Ahmed b. Ah-



med Âl-i Usfûr, Kum, ts.). 4. sâfirve



el-



celîsü'l-havâtır



Enîsü'l-mü-



(el-Keşkûl).



Mü-



ellif bu eserinde Ahbârî- Usûlî tartışmalarına girmeden çeşitli konuları ele alıp işlemiştir (Bombay 1291; Kum 1985). S. Lü3lffetü'l-Bahreyn cayneyn.



fi'l-icâze



li-kurreteyi'l-



İki kardeşinin oğulları olan ta-



lebeleri Hüseyin b. Muhammed ve Halef b. Abdülalî el-Bahrânî için yazdığı geniş



317; Hüseyin Müderrisi Tabâ-



İbn Usfûr el-Bahrânî, el-Hadâ'iku'n-nâdıre (nşr. Ali ei-Ahundî), Kum 1984, neşredenin girişi, I, 1-170; Mirza Muhammed Ali Keşmîrî, Nücûmü's-semâ5 (nşr. Şehâbeddin ei-Hüseynî elMar'aşî), |baskı yeri ve yılı yok], (Mektebetü Basîretî), s. 279-283; Hânsârî, Ravzatü'l-cennât, VIII, 203-209; Muhammed b. Süleyman Tünükâbünî, Kışaşü'l-'ulemâ', Tahran 1985, s. 271275; Ebû Ali Hâirî, Müntehe'l-makâl, Tahran 1300, s. 334-335; Abbas el-Kummî, Feoâ'idü'rRazauiyye, Tahran 1327/1948, s. 713-716; Kâmil Mustafa eş-Şeybî, Teşeyyu' ve taşavvuf(trc. Ali Rızâ Zekâvetî), Tahran 1374, s. 372; Tebrîzî, Reyhânetü'l-edeb, III, 360-361; NûrîTabersî, Müstedrekü 'l-vesâ'il, Tahran 1382, III, 387-388; A'yânu'ş-Şt'a, X, 317-318; Âgâ Büzürg-i Tahrânî, ez-Zeri'a ilâ teşânifı'ş-Şfa, Beyrut 1983,1, 86; VI, 289; VIII, 114, 140; Moojan Momen, An Introduction



to Shi'i



İslam, New Haven-Lon-



Hüseyin el-Bahrâ-



Risâletü'ş-şalâtiyye.



nî'nin ta'likatı ile neşredilmiştir (Menâme 1409/1989). 7. Mesâ'ilü vâhiri'n-nûrâniyye







Sıküdi'l-ceecvibeti'l-mesâ'i-



li'l-Bahrâniyye.



Bir önceki eserle birlikte



basılmıştır. 8.



en-Nefehâtü'l-melekûtiy-



ye fi'r-red



cale'ş-şûfiyye.



Müellif günü-



müze ulaşmayan bu eserinde, kendisi gibi mutedil Ahbârîler'den kabul edilen Feyz-i Kâşânî'yi tasavvuf ehlinden sayıp onu küfre götürecek bazı görüşleri olduğunu ileri sürmüştür. İbn Usfûr'un kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: sâ'ili'ş-Şîrâziyye ti'l-Ahbâriyye,



fi'd-difâc



Ecvibetü'l-me-



Variorum 1991, s.



133-160; a.mlf., "Bahrânî, Yüsof', ör., III, 529530; Mazlum Uyar, imâmiyyeŞî'ası'nda Ahbârîlik (doktora tezi, 1996), Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 233-245, 251252, 265, 278, 282-283, 285-286, 289, 305306, 314-315, 326-327; Ali Hüseyin el-Câbirî, el-Fikrü's-selefi



'inde'ş-Şiiati'l-İşnâ''aşeriyye,



Beyrut 1977, s. 382-391; R. Gleave, "Akhbâri Shi'i usul al-fıqh and the juristic Theory of Yûsuf b. Ahmed al-Bahrânî", lslamic Laıv:



Theory



and Practice (ed. R. Gleave - E. Kermeli), London 1997, s. 24-48; a.mlf.. "The Ijâza From Yusuf al-Bahrânî (d. 1186/1772) to Sayyid Muhammed Mahdî Bahr al-Ulüm (d. 1212/1797-1798)", Iran, XXXII, Suırey 1994, s. 115-123; John Cole, "Shi'i Clerics in Iraq and Iran, 1722-1780: The Akhbari-Usuli Conflict Reconsidered", Ir.S, XVIII (1985), s. 14-15, 19; Abdülhüseyin Şehîdî, "Bahrânî Şeyh Yûsuf, DMT, III, 107-109.



el-îzâh'ı, '1-Cezûliy-



ye'si ile Zeccâcî'nin el-Cümel'ini



şerhet-



ti. Öğrencileri arasında Saîd b. Hakem elKureşî et-Tabîrî, el-Kitâb'm



şârihlerin-



den Saffâr Kasım b. Ali el-Batalyevsî, kıraat âlimi Ebû Abdullah Muhammed b. Ali eş-Şelevbîn es-Sagir, Ebû Hayyân elEndelüsî, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ el-Yefrenî v e İbn Saîd el-Mağribî gibi tanınmış âlimler vardır. Daha sonra Mağrib'e geçen İbn Usfûr



dip orada hüküm süren Hafsî Emîri I. Muhammed el-Müstansır-Billâh ile görüştü. İbn Usfûr'a yakın ilgi gösteren emîr gittiği yerlere onu da beraberinde götürdü; ilmî çalışmalarını destekledi. Bir ara Endülüs'e dönen İbn Usfûr daha sonra tekrar Merakeş'e geldi, oradan Tunus'a geçti ve 669 (1270) yılında vefatına kadar burada yaşadı. İbn Usfûr'un ölüm tarihi bazı kaynaklarda 670 (1271) olarak verilmiştir. Onun ölüm sebebi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Bir rivayete göre kış mevsiminde bir gün Ebû Fihr bahçelerinde bir havuz kenarında Hafsî Sultanı I. Muhammed el-Müstansır'ın meclisinde bulunurken sultan başarılarıyla ö v ü n m e y e başlayınca ona kendisi gibi âlimlerle de övünmesi gerektiğini söylemiş, buna öfkelenen sultan onu havuza attırmış ve havuzda uzun süre bekletilmesini emretmiştir. Bu olaydan üç gün sonra da vefat eden İbn Usfûr Mühennâ



'ani't-tarîka-



İclâmü'l-kâşıdînilâme-



Ebû Ali el-Fârisî'nin



Cezûtî'nin el-Mukaddimetü



vermeyi sürdürdü. Ardından Tunus'a gi-



terâcimi'ulemâ'i'l-KaKum 1986, s. 143-



and Law in Imami Shi'ism,



Necef 1386/1966; Beyrut 1406/1986). 6. er-



el-Kitâb'ı,



rânî, Envârü'i-bedreyn fî tîf ve'l-Ahsâ' ve'l-Bahreyn,



ts.; nşr. M u h a m m e d Sâdık B a h r ü l u l û m ,



bası) kadar meşhur ulemânın hayatını da



lağa), Lûrka (Lorca) ve Mürsiye'de (Murcia) ders verdi. Bu derslerinde Sîbeveyhi'nin



Merakeş'te ve bazı büyük şehirlerde ders



ihtiva etmektedir (Tahran 1269; Bombay,



yanı sıra Sadûkeyn'e (Şeyh Sadûk ve ba-



rîş'te, ayrıca Şezûne(Sedona), Mâleka (Ma-



don 1985, s. 118, 127, 175,312, 331; Ali el-Bah-



144, 193-203; Hüseyin Müderrisi Tabâtabâî, Mukaddime'! ber Fıkh-i Şî'a (trc. M. Âsaf Fikret), Meşhed 1368 hş./1990, s. 59, 296-299; E. Kohlberg, "Aspects of Akhbâri Thought in the Seventeenth and Eighteenth Centuries", Belief



bir icâzetnâme olup Bahreyn âlimlerinin



da hocasıyla tartışıp araları açılınca İşbîliye'den ayrılarak Şerîş'e (Jerez) gitti. Şe-



BİBLİYOGRAFYA :







MAZLUM UYAR



Mezarlığı'na defnedilmiştir. 431



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN USFÛR el-i$BÎLÎ İbnü'l-Müneyyir Nâsırüddin el-Kâdî, İbn Usfûr için yazdığı mersiyede nahvin onun-



tal and African Studies, London). el-Mukarrib ayrıca İbnü'n-Nehhâs el-Halebî ve



la sona erdiğini ifade etmiştir. Kaynaklarda İbn Usfûr'un, döneminde Arap dili ve edebiyatının en büyük otoritesi olduğu,



çağdaş araştırmacılardan Ali Muhammed Fâhir tarafından şerhedilmiştir (Kahire 1990). İbnü'l-Hâc Ahmed b. Muhammed



dil meselelerinde doğru bulduğunu tercih etmeyi kendisine prensip edindiği kayde-



(el-îrâdat'ale'l-Mukarrib), İbrâhim b. Ahm e d b. A h m e d el-Ensârî el-Cezerî (el-



dilir. Bazı müellifler, onun nahiv dışında bir şey bilmediğini kaydetmekteyse de eserleri gerek nazım gerekse nesirde, dil,



cale'l-MukarMenhecü'l-mu'arrlb fi'r-red rib]) veHâzim e\-Kartâcenriî (Şeddü'z-zünnâr'alâ cahfeleti'l-himâr) gibi âlimler el-



edebiyat ve edebî tenkit konularında geniş bilgi sahibi olduğunu ortaya koymak-



Mukarrib'i çeşitli yönlerden eleştirmişlerdir. 3. Şerhu'l-Cümel li'z-Zeccâcî (eş-



tadır.



Şerhu'l-kebîr, Ahkâmüİbn cUşfûr). Zeccâcî'nin el-Cümelul-kübrâ* adlı eserinin şerhi olup Sâhib Ca'fer Ebû Cenâh tara-



Eserleri. 1. el-Mümti"



fi't-taşrîf.



İşbî-



liye Emîri Ebû Bekir Abdullah b. Ebü'l-Asbağ'a takdim edilen esere müellif daha sonra birçok ilâve yapmış, Ebû Hayyân el-Endelüsî eserin bu ilâveli şekline elMümticu'l-kebîr adını vermiştir. İbn Mâlik tarafından eleştirilen kitaba Ebû Hayyân da bazı ilâvelerde bulunmuştur. Ebû Hayyân'ın eJ-Mübdi c ad!ı eseri el-Mümti'in bir hulâsasıdır (nşr. Abdülhamîd Seyyid Taleb, Küveyt 1982). Fahreddin Kabâv e el-Mümtf i iki cilt halinde neşrettiği gibi (Halep 1390/1970; Libya 1404/1983; Beyrut 1407/1987) İbn 'Usfûr ve't-taşrîf (Halep 1391/1971, ayrıca bk. bibi.) adlı kitabının büyük bir kısmını da (s. 145-292) el-Mümti'e ayırarak eserin önemi, muhtevası v e yazma nüshaları hakkında bilgi vermiştir. 2. el-Mukarrib fi'n-nahv. İbn Usfûr, kendisine şöhret kazandıran bu eserini Hafsî Emîri Yahyâ b. Abdülvâhid el-Hintâtî adına yazmıştır (nşr. Ahmed Abaüssettâr el-Cevârî- Abdullah el-Cübûrî, [baskı yeri yok] 1391/1971-1392/1972; nşr. Ya'küb el-Ganîm, Küveyt, ts.). Eser, başta müellifi olmak üzere birçok âlim tarafından şerh ve ihtisar edilmiştir. İbn Usfûr'a ait şerhin bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndedir (AY, nr. 6335). Tâceddin A h m e d b. Osman etTürkmânî bu şerh üzerine bir ta'lik yazmıştır. Ebû Hayyân el-Endelüsî el-Mukarrib' i Takrîbü'l-Mukarrib adıyla ihtisar etmiş (nşr. Afîf Abdurrahman, Beyrut 1983; nşr. M u h a m m e d Câsim ed-Düleymî, Beyrut 1987) v e bunu et-Tedrib fî temşîli't-Takrîb (nşr. Nihâd Hasan, Bağdad 1987) adıyla şerhetmiştir. İbn Usfûr'un ihtisar v e şerh mahiyetinde Müşülü '1-Mukarrib adıyla eser hakkında yaptığı diğer bir çalışma Abdurrahman b. Muhammed



fından yayımlanmıştır (I-Il, Musul 1980; Bağdad 1400-1402/1980-1982). Ebû Hayyân, eseri el-Mevfûr fî tahrîri Ahkâmi İbn 'Usfûr (el-Mevfûr min şerhi İbn c(işfûr) adıyla ihtisar etmiştir. İbn Usfûr'un el-Cümel için üç ayrı şerh yazdığı kaydedilmektedir (Fahreddin Kabâve, s. 66-67). 4. Darâ'irü'ş-şi'r. İbn Usfûr, vezin ve kafiye gereği şiirlerde görülen bazı kural dışı tasarruflara dair bu eserini Hafsî Hükümdarı I. M u h a m m e d el-Müstansır'ın isteği üzerine kaleme almıştır (nşr. Seyyid İbrâhim M u h a m m e d , Beyrut 1980).



BİBLİYOGRAFYA :



İbn Usfûr el-İşbîlî, el-Mümti' fi't-taşrîf (nşr. Fahreddin Kabâve), Beyrut 1407/1987, neşredenin girişi, I, 4-13; a.mlf., el-Mukarrib (nşr. Ahmed Abdüssettâr el-Cevârî - Abdullah el-Cübûrî) | baskı yeri yok] 1391/1971, neşredenin girişi, I, 729; a.mlf., Darâ'irü'ş-şi'rtnşr. Seyyid İbrâhim Muhammed), Beyrut 1980, neşredenin girişi, s. 510; a.mlf., Şerhu Cümeli'z-Zeccâcî:



eş-Şerhu'l-



kebîr (nşr. Sâhib Ca'fer Ebû Cenâh), Bağdad 1400/1980, neşredenin girişi, 1,18-80; İbnü'z-Zübeyr, Şılatü'ş-Şıla (nşr. E. Levi-Provençal), Rabat 1938, s. 142-143; Ebü'l-Abbas el-Gabrînî, 'Unuânü'd-dirâye(nşr.Âdil Nüveyhiz), Beyrut 1969, s. 317-319; İbnü'l-Verdî, Tetimmetü'l-Muhtaşar fi ahbâri'i-beşer (nşr. Ahmed Rif'at el-Bedrâvî), Beyrut 1389/1970,11, 315-316; Kütübî, Fevâtü'lVefeyât, III, 109-110; Safedî, el-Vâfi, XII, 265267; İbn Kunfüz, el-Vefeyât(nşr. Âdil Nüveyhiz), Beyrut 1971, s. 331; Fîrûzâbâdî, el-Bülğa fî terâcimi e'immeti'n-nahu



ve'l-luğa



(nşr. Muhammed



el-Mısrî), Küveyt 1407/1987, s. 160-161;Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât,



II, 210; 'faşköprizâde, Miftâ-



hu's-sa'âde, I, 196-197; Makkarî, Nefhu't-tîb, II, 209-211, 271-272; III, 184; IV, 148; V, 384; Keşfü'z-zunûn,



I, 603; II, 1041, 1612, 1801,



1805, 1822; İbnü'l-İmâd, Şezerât (Arnaût), VII, 575-576; Muhammed b. İbrâhim ez-Zerkeşî, 7arihu'd-deuleteyn:



Muuahhidiyye



ue'l-Hafşiy-



ye, Tunus 1289, s. 29-30; Hânsârî, Rauzâtü'lcennât, V, 283-284; Hediyyetü'l-'ârifîn,



İbn Usfûr'un diğer eserleri şunlardır: Kitâbü'



1-Mukni'



Suppl.,



1, 546); es-Silk



mürâmü'l-lfflff



(Brockelmann, GAL ve'l-cunvân



ve'l-'ikyân



M a n z u m e fi'n-nahv



ve



(a.g.e., a.y.);



(Sadaka b. Nâsır b.



Râşid el-Hanbelî eser üzerine şerh yazmıştır, a.g.e., a.y.)-, İzâhu'l-müşkil



(Mutarri-



zî'nin el-Muğrib'inin



şerhidir);



İnâretü'd-deyâcî;



el-Bedf



dimetü'l-Cezûliyye'rım ve'l-'izâr,-



el-Ezhâr; (el-Mukad-



şerhidir); es-Sâlif



Serikâtü'ş-şu'arâŞerhu'l-



eş'âri's-sitte;



Şerhu'l-îzâh



(Ebû Ali elŞerhu'l-



Fârisî'nin e/-/zâh'ının şerhidir); Hamâse



sinin şerhidir); Şerhu



Kitâbi



hi (Abdülkâdir el-Bağdâdî edeb'inde



Hizânetü'l-



b u şerhten birçok nakil yap-



tâh;



el-Hilâl;



nebbî



eserinin şerhidir); Şerhu



el-Mif-



Dîvâni'l-Müte-



J



r



IBN UMEYL



(eserleri için ayrıca bk. el-Mümti



O t j î O



neşredenin girişi, s. 5-10).



İbn Usfûr'un bir tefsir yazmaya başladığı,



tü'l-İmâm M u h a m m e d b. Suûd el-İslâmiyye [Riyad]) v e eseri A h m e d Hasan Kehîl tahkik etmiştir. F. T. Salah da bu eserin



lerden farklı özellikler taşıdığı kaydedil-



edilmekte ve eserin daha önceki tefsirmektedir (Ebü'l-Abbas el-Gabrînî, s. 318-







Ebû Abdillâh el-Hakîm es-Sâdık Muhammed b. Umeyl et-Temîmî (ö. 3 5 0 / 9 6 1 [?])



karrib, neşredenin girişi, 1, 7-29; a.mlf.,



ancak bir cildini tamamlayabildiği rivayet



N



(bk. SÜFYÂN b. UYEYNE). L



neşredenin girişi, 1, 4-13; a . m l f . , el-MuDarâ'irü'ş-şi'r,



FAHREDDIN KABÂVE



IBN UYEYNE



R



Muhtârü'i-



(İbn Bâbeşâz'ın nahve dair el-



Muhtesebadlı



l#J



Sîbevey-



mıştır); Muhtaşarü'l-Ğurre; Muhteseb



I, 712;



Brockelmann, GAL, I, 381; Suppl., 1, 546-547; Şevki Dayf, el-Medârisü'n-nahuiyye, Kahire 1968, s. 306-308; Fahreddin Kabâve. ibn 'Usfûr ue't-taşrîf, Beyrut 1981; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb, VI, 248-252; Ahmed el-Lehîb, "Hel hukkıka Kitâbü'l-Mukarrib li'bn eUşfûr7", ME, XLV1/1, Kahire 1974, s. 116-125;AIi Lagzîvî, "İbn 'Uşfûr el-İşbîlî ve kitâbühû Darâ3irü'ş-şier", elMenâhil, XXX, Rabat 1984, s. 155-172; Cemîl Abdullah el-Uveyda, "Menhecü İbn Uşfûr el-İşbîlî fi'n-nahv ve't-taşrîf", Hauliyyât: Fer'u'lâdâbi'l-'Arabiyye, IV, Beyrut 1989, s. 321-326; G. Troupeau, "Ibn'Uşfür", EP (İng.), III, 962; İnâyetullah Fâtihî Nejâd, "İbn eUşfûr", DMBl, IV, 300-302. |—ı



el-Hamâse'-



(Ebû T e m m â m ' ı n



el-Ammâr tarafından yüksek lisans tezi olarak neşre hazırlanmış (1403, Câmia-



tenkitli metnini doktora çalışması olarak hazırlamıştır (1984-1985, School of Orien-



mış ve bu çalışmasına dair bir tanıtma yazısı yazmıştır (bk. bibi.).



^



Mısırlı simyacı.



^



287 (900) yılı civarında Mısır'da doğdu-



Menhe-



ğu ve yaklaşık 350'de (961) öldüğü tah-



ve't-



min edilmektedir. Adı Batı kaynaklarında



taşrîf adıyla bir doktora çalışması yap-



Senior Zadith Filius Hamuelis şeklinde ge-



319). Cemîl Abdullah el-Uveyda cii İbn



cUsfûr



el-İşbîlî



fi'n-nahv



432



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN Ü M M Ü KASIM çer. Eski Mısır tapınak ve mezarlarında



İbn Ömeyl'de görüldüğü haliyle alego-



araştırmalar yapmış, rastladığı arkeolo-



rik simya, çeşitli değersiz madenleri bir-



jik malzemeyi inceleyerek özellikle hiye-



takım işlemlere tâbi tutarak altın ve gü-



roglif işaretlerinde ve duvar resimlerinde



müşe çevirmek için uğraşmaz, onun ama-



eşyanın sırrını ifade eden sembolik bir



cı âb-ı hayâtı bulmak da değildir. Alegorik



anlatım tarzı olduğu düşüncesinden ha-



simya, r e m z î bir şekilde dile getirilmiş



reketle bu remizleri çözmeye çalışmıştır.



olan eşyanın sırrını anlamaya ve açıkla-



Risâletü's-şems



ile'l-hilâl



adlı kaside-



maya çalışır. İşlediği konuyu şiirle anlat-



sinde Bûsîrüssidr'deki bir tapınak galeri-



tığı eserlerinden bir kısmının şerhini ken-



sinde gördüğü fresk ve tavan resimlerini



disi yapmış ve bunların Ortaçağ'da Latin-



tasvir eder; daha sonra da bu kaside için



ce'ye çevrilmesi Avrupa'daki simyacılığın



k a l e m e aldığı



gelişmesinde etkili olmuştur.



Kitâbü'l-Ma'ü'l-varaki adlı şerhte bun-



ve'l-arzu'n-necmiyye



ların geniş bir yorumunu yapar. Ona göre bu resim v e hiyeroglif işaretleri hikmetin sembolik anlatım araçlarından başka bir



Eserleri. İbn Ümeyl'in, birçoğu İstanbul'da olmak üzere dünyanın çeşitli kütüphanelerinde birçok nüshası bulunan otuz kadar eseri günümüze ulaşmıştır



ya çalışır (Sezgin, İTED, II [1975], s. 243-



(Sezgin, GAS, IV, 286-288). Bunların yayımlanmış olan başlıcaları şunlardır: 1. Risûletü'ş-şems ile'l-hilûL 340 beyitten meydana gelen bir kaside olup müellifin Bûsîrüssidr'de gördüğü mâbed galerisindeki duvar v e tavan resimleri hakkındadır. 1622'de Epistola solis ad lunam crescentem adı altında Latince'ye çevrilerek Argentoratum'da (Strasbourg) basılmış, 1933'te Muhammed Türâb Ali tarafından aslı, Latince tercümesi ve müellifin aşağıdaki iki eseri ile birlikte yayımlanmıştır ("Three Arabic Tteatises on Alchemy by M u h a m m e d bin Umail", Memoirs of the AsiaticSociety of Bengal, XII/1, s. 1-213). 2. el-Mo'ü.'1-varaki ve'l-arzu'n-necmiyye. Kitâbü'n-Nihâye ve bulûğu'l-ğâyeti'l-kusvâ adıyla da bilinen eser (Sezgin, İTED, II 11957], s. 242) Risâletü'ş-şems ile'l-hilâl'in şerhidir. Tabula chemica adıyla Latince'ye tercüme edilmiş (Genevae (Cenevre), 1702), Muhammed Türâb Ali tarafından bu tercümeyle birlikte yayımlanmıştır. 3. el-Kaşîdetü'n-nûniyye. Müellifin yaptığı şerhiyle birlikte M. Tü-



249).



râb Ali tarafından yayımlanmıştır.



şey değildir v e bu anlatım tarzı ehil olmayanların simyayı öğrenip kötüye kullanmalarına fırsat v e r m e m e k için seçilmiştir (Sezgin, İTED, II (1975], s. 245-246; Encyclopedia of the History of Arabic



Science,



III, 870-871). İslâm dünyasında simyanın gözle görülür sembollerle (resim, heykel) v e dinî sırlar, gizemlerle açıklanan (alegorik- mistagojik) tipinin temsilcilerinden biri olan (El2 |İng.], III, 961) İbn Omeyl'in eserleri, daha çok Bûsîrüssidr'de gördüğü duvar resimleri başta olmak üzere antik tasvirlerin Hermetik literatürle Hâlid b. Yezîd b. Muâviye, Zünnûn el-Mısrî ve özellikle Câbir b. Hayyân'ın kitaplarından yararlanarak açıklanmasından veya şiirsel bir dille (kasideler halinde) yorumlanmasından ibarettir. Ona göre bu ilmin müslümanlar arasındaki en büyük üstadı olan Câbir'in sembolik ifadeleri tam anlamıyla algılanamamış ve yapılan şerhler yüzeysel kalmıştır; bu sebeple kendisi bazı eserlerinde onun kapalı ifade tarzını açıklama-



BİBLİYOGRAFYA : Keşfü'z-zunûn,



II, 1755;



îzâhu'l-meknûn,\\,



34, 423, 520; Kehhâle,



Mu'cemü'l-mü'ellifin,



IX, 64; Sezgin, GAS, IV, 283-288; a.mlf., "Üç Mecmû'ât ar-Rasâ'il", İTED, II (1957), s. 242251; C. G. Jung, Alchemical



Studies (trc. R. E



C. Hull), Princeton 1967, bk. İndeks: "Senior Zadith"; Ömer Ferruh, Tâhhu'i-'ulüm 'inde'lArab, Beyrut 1397/1977, s. 246-247; G. C. Anavvati, "Arabic Alchemy", Encyelopedia of the History of Arabic Science (ed. Roshdi Rashed),



London-New York 1996,111, 870-872; Meusû'atü târîhi'l-'ulûmi'l-Arabiyye (nşr. Rüşdî Râşid), Beyrut 1997, III, 1112-1114; G. Strohmaier, "ibn Umayl", E/2 (İng.), III, 961-962. Sİ



İBN Ü M M Ü A B D



r



L



T A H S I N GÖRGÜN



n



(bk. ABDULLAH b. MES'ÛD).



J



İBN Ü M M Ü HÂSIM (fo-'G jil



r



n



Ebû Muhammed (Ebû Alî) Bedrüddîn Hasen b. Kasım b. Abdillâh b. Alî el-Murâdî (ö. 749/1348) L



Tefsir, kıraat ve nahiv âlimi.



J



Mağrib asıllı olup Mısır'da doğdu. Mağrib'den Mısır'a gelişinde Şeyha lakabıyla tanınan Zehrâ adındaki babaannesinin şöhretinden dolayı İbn Ümmü Kâsım künyesiyle meşhur oldu. Bir rivayete göre ise sultan ailesine mensup olan Zehrâ onu evlât edinmiştir (İbn Hacer, II, 32). Ebû Zekeriyyâ el-Gumârî, Ebû Abdullah etTancî, Ebû Hayyân el-Endelüsî ve Sirâcüddin ed-Demenhûrî'den Arapça, Mecdüddin et-Tüsterî'den Arapça ve kıraat, Mecdüddin İsmâil b. Muhammed el-Benâkitî'den kıraat, Şemseddin İbnü'l-Lebbân'dan usul ve Şerefeddin el-Makîlî'den Mâlikî fıkhı okuyan İbn Ümmü Kâsım'dan Ebû İshak İbrâhim b. A h m e d et-Tenûhî



J&Vİ.Jtiisşj-sjûtsld* L ü J l i i l - ^



kıraat dersleri aldı (İbn Hacer, I, 11). İbn Ümmü Kâsım 1 Şevval 749'da (23 Aralık 1348) Kahire'nin Seryâküs (Seryâkavs, Siryâküs) beldesinde vebadan öldü ve aynı yerde defnedildi.



Ü) l i i j u i i i u j j ^ i »



l&jjl JUUj«> iBbJü*Şj



ibn Ummü



li-b^J



Kâsım'ın



r jıJjkhb_ŞjLi^LSi



pi^^Jli&^JJrtjjt^j ALİL. %"iJ b^AI İ£»J; i > ' s U u - &



^ u a t M j jjvi.uütı. "• •



lua,ı^jıi^âjih



VJ^l^JjJİtJ^jîjlJitÜty^jJiJtjt' '



İ



y



i



.



Jidlj J^-iU, pilktyj*, ¥



W



'



'



Şerhu Bâbi uakfi Hamza ue Hişâm 'ale'l-hemz adlı eserinin



Eserleri. 1. el-Müfîd ti'l-mücîd



fi'n-nazmi



fî şerhi ve't-tecvîd.



tecvid ilmine dair "Nûniyye" kasidesinin şerhi olan eseri Ali Hüseyin el-Bevvâb neşretmiştir (Zerkâ 1987). 2.



nüshasının



ha fî tecvîdi'l-Fâtiha.



(Köprülü Ktp.,



Ale-



müddin Ali b. Muhammed es-Sehâvî'nin



müellif hattı ilk ve son sayfaları



cUmde-



Şerhu'l-Vâzı-



Ca'berî'nin yirmi



iki beyitlik "Dâliyye" kasidesinin şerhi olup



Fâzıl A h m e d Paşa,



Abdülhâdî el-Fadlî'nin tahkikiyle yayım-



nr. 15)



lanmıştır (Beyrut 1980). 3. Şerhu



Bâbi 433



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN Ü M M Ü KÂSIM İbn Ümmü Kâsım'ın kaynaklarda adı



Mektûm diye tanınmıştır. Anadan doğma



geçen diğer eserleri de şunlardır: Tefsî-



kör olduğu veya küçük yaşta gözlerini



si'nde (Fâzıl A h m e d Paşa, nr. 15) müellif hattı bir nüshası mevcuttur. Ayrıca Süleymaniye (Şehid Ali Paşa, nr. 23), Mar-



rü'l-Kur'ân



kaybettiği, bu sebeple annesine Ümmü



Şerhu'l-isticâze



ve'l-besmele-,



Şerhu'l-



konusunda farklı görüşler ileri sürülmüş



mara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (Üsküdarlı, nr. 67, vr. 5b-40b) v e Bursa Uluca-



Kâfiyeti'ş-şâfiye



(İbn Mâlik et-Tâî'nin re-



olup babası Kays, Kureyş kabilesinin Âmir



cez bahrinde telif ettiği 2757 beyitlik ese-



b. Lüey oğuliarı kolundandır ve Hz. Hati-



mii (nr. 230) kütüphanelerinde nüshaları bulunmaktadır (diğer nüshaları için bk. el-Fihrisü'ş-şâmil, I, 129-130). 4. el-Ce-



rin şerhidir); Telhîşu Şerhi Ebî



ce'nin dayısının oğludur (İbn Hazm, s. 171).



(Ebû Hayyân el-Endelüsî ta-



Mekke'de İslâmiyet'i ilk kabul edenler-



rafından İbn Mâlik et-Tâî'nin Teshîlü'l-fe-



ne'd-dânî fî hurûfi'l-mecânî. Arapça'daki edatların genişçe ele alındığı eser bir



den biri olan İbn Ümmü Mektûm burada



uâ'ld ue tekmîlü'l-makâşıd'ına ciltlik şerhin özetidir);



vakfı Hamza ve Hişâm 'ale'l-hemz (mirıe'ş-Şâtıbiyye). Köprülü Kütüphane-



(on cilt olduğu belirtilmekte-



dir); Şerhu'ş-Şâtıbiyye;



Cale't-Teshîl



İ'râbü'l-Kur'ân-,



Hayyân



Mektûm denildiği de nakledilir. Nesebi



yazılan on



Resûlullah'a müezzinlik yaptı. Medine'ye



Şerhu'l-Cezûliy-



mukaddime ile beş babdan oluşmaktadır. Eser ilk d e f a İstanbul'da basılmış (Serkîs, II, 1723-1724), daha sonra Fahreddin



Bedir Gazvesi'nden kısa bir süre sonra



ye (îsâ b. Abdülazîz el-Cezûlî'ye ait el-Mu-



hicret ettiğini söyleyenler varsa da onun



kaddime



'l-Cezûliyye]



Mus'ab b. Umeyr ile birlikte veya onun ar-



Kabâve ile Muhammed Nedîm Fâzıl'ın ( H a l e p 1973; Beyrut 1983, 1992), ayrıca



Şerhu'l-



dından hicret ettiği bilinmektedir. Hatta



Fuşûl



el-Fuşûlü'l-hamsûn



Buhârî, Mus'ab b. Umeyr ile İbn Ümmü



Tâhâ Muhsin'in (Musul 1396/1976) tahkikleriyle neşredilmiştir. S. Cümelü'li'râb. Suheyr Muhammed Halîfe tarafından Risâle fî cümeli'l-frâb adıyla yayımlanmıştır (Kahire 1407/1987). 6. Mukaddime fîkelimâtin ittefekat fîhe'd-dâiü ve'z-zâlü hattan va'htelefet ma'nen. Yirmi beş beyitlik "Bâiyye" kasidesini ve her bir beytin kısa şerhini içeren eseri Tâhâ Muhsin neşretmiştir (el-Mevrid, 11/1 [Bağdad 1973], s. 137-146). 7. el-Cümelü'lletîlehâ mahallün mine'l-frâb ve'lletî lâ mahalle lehâ. Muhtasar bir eser olup Tâhâ Muhsin tarafından yayımlanmıştır (Mecelletü Âdâbi'r-Râfideyn, sy. 7 [Musul 1976], s. 395-424). 8. Manzume fi'z-zâ'i ve'd-dâd (Brockelmann, GAL Suppl., II, 16). 9. Tavzîhu'l-makâşıd ve'lmesâlik bi-şerhi Elfiyyeti İbn Mâlik. İbn Mâlik et-Tâî'nin nahiv ilmine dair 1000 beyitlik elfıyyesinin şerhidir. Kütüphanelerde çok sayıda nüshası mevcut olan eseri A b d u r r a h m a n Ali Süleyman şerh ve tahkik ederek yayımlamıştır (I-VI, Kahire 1975-1977). 10. Şerhu Teshîli'l-fevâ'id ve tekmîli'l-makâşıd (Şerhu't-Teshîl). İbn Mâlik et-Tâî'nin eserinin şerhi olan ve kütüphanelerde çeşitli yazma nüshaları bulunan eserin (meselâ bk. Âtıf Efendi Ktp., nr. 2496; Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed



adlı gramer kitabının şerhidir);



Şerhu'l-Kâfiye



(İbnü'l-Hâcib'in el-Kâfiye'sinin Şerhu'l-Mufaşşal



Mektûm'u ilk muhacirler olarak kabul et-



şerhidir);



mektedir. İbn Ümmü Mektûm, Medine'-



(Zemahşerî'nin eseri-



de Mus'ab'la birlikte halka Kur'an öğret-



nin şerhidir).



mekle meşgul oldu. Suffe inşa edilince bir



BİBLİYOGRAFYA :



süre orada kaldı, daha sonra Mahreme b.



İbn Ümmü Kasım. el-Cene'd-dânî fî hurûfı'lme'ânî (nşr. Tâhâ Muhsin), Musul 1396/1976, neşredenin girişi, s. 11; Yâküt, Mu'cemü'l-büldân, III, 218; İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-Mlhâye, I, 227-228; İbn Hacer, ed-Dûrerü'l-kâmlne,\, 11; II, 32-33; Takıyyüddin İbn Fehd, Lahzû'l-elhâz



v e geride kalanlara namaz kıldırdı. Bu gö-



içinde), Dı-



revin kendisine on üç defa verildiği kay-



(Zeylü



Tabakâtl'l-huffâz



li'z-Zehebl



maşk 1347, s. 121; Süyûtî. Buğyetü'l-uu'ât, I, 517; a.mlf.. Hüsnü'l-muhâdara,\, 536; Dâvûdî, Tabakâtü'l-müfessirîn, I, 139; Abdullah b. Muhammed el-Matarî, Zeylü Ma'nfetl'l-kurrâ' (Zehebî, Ma'rifetü'l-kurrâ' |Altıkulaç] içinde), III, 1532-1533; Keşfü'z-zunûn, I, 152, 406, 648; II, 1031, 1774; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VI, 160161; Hansârî, Ravzâtü'l-cennât, Tahran 1347, s. 224; Hediyyetü'1-'arifin, I, 286; Serkîs, Mu'cem, II, 1723-1724; Hâlid el-Ezherî, Şerhu'ttaşrîh 'ale't-tavzlh, Kahire, ts. (Dârü'l-fikr), I, 297, 304; Brockelmann, GAL, II, 27; Suppl., I, 537; II, 16;Abbâs el-Kummî, el-Künâ ve'l-elkâb, Necef 1956, III, 152; Ziriklî, el-A'lâm, II, 228; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifin, III, 271; C. Zeyfessirîn,



Nevfel'in "dârülkurrâ" (dârülgıdâ) diye şöhr e t bulan evine taşındı. Hz. P e y g a m b e r çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığı zaman İbn Ümmü Mektûm ona vekâlet etti



dedilmektedir. İbn Ümmü Mektûm, Tebük Gazvesi'nden sonra nâzil olan ve cihada gidenlerin geride kalanlardan üstün olduğunu, ancak mazeretlilerin bu hükmün dışında tutulduğunu bildiren âyete rağmen (en-Nisâ 4/95) o günden sonra yapılacak savaşlara katılacağını söyleyip sancağın kendisine verilmesini istemiştir. Onun zırhını giyerek elindeki siyah bir sancakla Kâdisiye Savaşı'na (15/636) katıldığı, savaştan sonra Medine'ye dönünce muhtemelen



III, 152; Nüveyhîz,



Mu'cemû'l-mü-



savaşta aldığı yaralar yüzünden vefat et-



1, 144; el-Fihrisü'ş-şâmil:



mahtûtâtü't-



tiği veya Kâdisiye'de şehid düştüğü riva-



dân, Âdâb,



tecuîd, Amman 1986, I, 129-130.



y e t edilmiştir.



HÜSEYIN TURAL



Hz. Peygamber Mekke'de bazı müşriklere Müslümanlığı anlattığı bir sırada İbn



r



İBN Ü M M Ü MEKTÛM



n



masını istemiş, Resûl-i Ekrem'in onun bu



Abdullah (Amr) b. Kays b. Zâide el-Kureşî el-Âmirî (ö. 15/636) ^



Hz. Peygamber'in müezzini, âmâ sahâbî.



Ümmü Mektûm yanına gelerek Allah'ın ona öğrettiği meseleleri kendisine anlat-



(f^aâı f>1



3299, 3300, Fâtih, nr. 4917) küçük bir bölümü, İbn Mâlik'in aynı eserine Ebû Hayyân el-Endelüsî tarafından yazılan et-Tez-



bölümü de Hüseyin Tural tarafından Bağd a t Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde



(İbn Mu'tî'nin



adlı eserinin şerhidir);



P a ş a , nr. 1474; N u r u o s m a n i y e Ktp., nr. 4558; Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3297,



yîl ve't-tekmîl fî şerhi't-Teshîl adlı şerhin kenarında basılmış (Kahire 1910), bir



[el-Mukaddimetü



davranışından dolayı hoşnutsuzluk göstermesi üzerine kendisini uyaran âyetler nâzil olmuştur (Abese 80/1-2). Daha sonra Hz. Peygamber'in İbn Ümmü Mektûm'a ^



iltifat edip ikramda bulunduğu ve, "Ey kendisinden dolayı rabbimin beni azarla-



İslâmiyet'ten önce adının Husayn oldu-



yüksek lisans tezi olarak neşre hazırlanmıştır (1971). 11. Şerhu'l-Makâşıdi'lcelîl (fî Hlmi'l-Halîl). Cemâleddin İbnü'l-



ğu, Resûl-i Ekrem'in kendisine Abdullah



Hâcib'in aruz ilmini konu alan eserinin şerhidir (Brockelmann, GAL Suppl., 1, 537).



dığı zat, merhaba!" diye hitap ettiği bilinmektedir.



ismini verdiği söylenmektedir. Medineli



İslâmiyet'te özürlülerle ilgili çeşitli hü-



âlimler adını Abdullah, Iraklılar ise A m r



kümlerin belirlenmesi İbn Ümmü Mek-



şeklinde kaydeder. Ümmü Mektûm, an-



t û m vesilesiyle mümkün olmuş, onların



nesi Âtike bint Abdullah el-Mahzûmiyye'-



vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları,



nin künyesi olup ona nisbetle İbn Ümmü



savaşa iştirak etmeleri, farz namazlara



434



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN VADDÂH katılmaları, korunma amacıyla köpek



Devleti'nin kurucusu I. Abdurrahman'ın



zâhidâne bir hayat yaşayan ve maddî sı-



beslemeleri gibi konular açıklık kazan-



âzatlısı idi. Öğrenimine Kur'ân-ı Kerîm'i



kıntılar çektiğine işaret edilen İbn Vaddâh



mıştır. İbn Ümmü Mektûm, Medine dö-



ezberlemekle başladığı anlaşılan İbn Vad-



26 Muharrem 287'de (1 Şubat 900) Kurtu-



neminde de Bilâl-i Habeşî ile birlikte Hz.



dâh Endülüs'te Muhammed b. îsâ el-A'şâ,



ba'da vefat etti ve Ümmü Seleme Kabris-



Peygamber'in müezzinliğini yapmış, Bi-



Muhammed b. Hâlid el-Eşec, Müemmel



tanına defnedildi. Onun Zilhicce 286'da



lâl ezanı çok erken okuduğu halde o, f e -



b. Süleyman el-Endelüsî, İbn Habîb es-Sü-



(Aralık 899), 289'da (902) veya 280 (893)



cir doğup sabah namazı vakti girdiği ken-



lemî, Yahyâ b. Yezîd el-Ezdî el-Kurtubî gibi



yılı civarında öldüğü de kaydedilmektedir.



disine bildirildikten sonra ezan okumasıy-



hocalardan faydalandı. 218'de (833) Doğu



Oğlu Muhammed'in de hadisle meşgul



la tanınmıştır. Âmâ oluşu yanında evinin



İslâm ülkelerine seyahat etti. Kısa süren



olduğu, kendisinden v e Bakî b. Mahled'in



camiye uzaklığını da ileri sürerek Resûl-i



bu ilk seyahatinin asıl amacı âbid ve zâ-



derslerinden faydalandığı belirtilmekte-



Ekrem'den cemaate gelmemek için izin



hidlerle görüşmek olduğu için aralarında



dir.



istemişse de bulunduğu y e r d e n ezanı



 d e m b. Ebû İyâs, Ebû Ubeyd Kâsım b.



İbn Vaddâh zeki v e anlayışı kuvvetli bir



duyduğu için bu isteği uygun görülme-



Sellâm, Asbağ b. Ferec, Saîd b. Mansûr,



âlim olup İbnü'l-Faradî onun hadisi, ha-



miş, ancak mazereti sebebiyle köpek bes-



Nuaym b. Hammâd, Yahyâ b. Maîn, Ebû



dis râvilerini ve illetlerini iyi bildiğini söy-



lemesine izin verilmiştir. İbn Ümmü Mek-



Hayseme Züheyr b. Harb ve A h m e d b.



lemiş, râvilerle ilgili değerlendirmeleri İbn



tûm'un bu olayla ilgili olarak Hz. Peygam-



Hanbel'in de bulunduğu on dört âlimden



Hacer'in Tehzîbü't-Tehzîb'l



b e r d e n rivayet ettiği iki hadis Ebû Dâvûd,



daha çok zühdle ilgili rivayetleri derledi.



üzere çeşitli tabakat kitaplarında yer al-



başta olmak



Nesâî v e İbn Mâce'nin es-Sünen'lerinde



231 (845-46) yılı civarında yaptığı ikinci



mıştır (Nûrî Muammer, s. 138-150). Tarih-



yer almış, kendisinden Enes b. Mâlik, mu-



seyahatinde Mekke, Medine, Kudüs, Trab-



le de meşgul olan İbn Vaddâh'ın tanınmış



hadramûndan Zir b. Hubeyş, tâbiînden



lus, Dımaşk, Halep, Humus, Küfe, Bağdat,



kadıların, Doğu'dan g e l e r e k Endülüs'e



Abdullah b. Şeddâd, Abdurrahman b.



Basra, Mısır, Horasan, Askalân, Antakya,



y e r l e ş e n âlimlerin, Mâlikî m e z h e b i n e



Ebû Leylâ ve Ebû Rezîn el-Esedî rivayette



Tarsus ve Kayrevan gibi ilim merkezlerin-



mensup fakih ve muhaddislerin, özellik-



bulunmuştur.



de çeşitli hocalardan hadis rivayet etti.



le âbid ve zâhidlerin biyografilerini derle-



Çoğu Kütüb-i



Sitte imamları olan ve ay-



diği belirtilmiş, ancak onun tenkitlerinde



nı zamanda Bakî b. Mahled'in de hocaları



oldukça sert davrandığı, bazı hadisleri



BİBLİYOGRAFYA : Müsned, III, 443; Buhârî, "Ezân", 11, "Şavm", 17, "Menâkıbü'l-enşâr", 46, "Tfefsîr", 4/18, 87/ 1; Müslim, "Şalât", 7, "Talâk", 36, 45, "Fiten", 119; Ebû Dâvûd, "Şalât", 46, 64, "İmâret", 3; Nesâî, "İmâmet", 50; İbn Mâce, "Mesâcid", 17; VVensinck, el-Mu'cem, VIII, 263; Miftahu künûzi's-sünne, s. 10; İbn Sa'd, et-Tabakât, IV, 205212; Zübeyrî, Mesebü Kureyş, s. 343; İbn Kuteybe, el-Ma'ârif (Ukkâşe), s. 290; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve't-ta'dîl, V, 79-80; İbn Hibbân, Meşâhîr(nşr. MerzûkAli İbrâhim), Beyrut 1407/ 1987, s. 36; Ebû Nuaym, Hilye, II, 4; İbn Hazm, Cemhere, s. 171; İbn Abdülber, el-İstfâb (Bicâvî), III, 979, 997,1198; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV, 263; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl, XXII, 26-29; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâI, 360-365; a.mlf., Târîhu'/ -İslâm: es-Sîretü'n-nebeuiyye, s. 315; a.e.:'Ahdü'l-Hulefâ'i'r-râşidîn,s. 152, 153; İbn Hacer, el-'lşâbe, II, 523-524; a.mlf., Tehzîbü'tTehzîb, VIII, 34; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü'l-idâriyye (Özel), I, 156-159; Seyyid Hasan Kürün, "el-Acmâ ellezî hamele'l-livâ5 fî ma'reketi'l-Kâdisiyye", ME, XLVI/10 (1975), s. 1062-1068; Sâdık Seccâdî, "İbn Ümmi Mektûm", DMBl, III, 39-40.



bulunan Âsim b. Ali, Abdullah b. Sâlih el-



reddettiği, fıkhı ve nahvi iyi bilmediği ileri



Mısrî, İsmâil b. Ebû Üveys, Ebû Hayseme



sürülmüştür (a.g.e, s. 151-152).



Züheyr b. Harb, Ebû Mus'ab, Ebû Bekir b. Ebû Şeybe, Harmele b. Yahyâ, Duhaym, Hişâm b. Ammâr, Hâris b. Miskîn bunların en tanınmışlarıdır. İfrîkıye'de Mâlikî fıkhının en önemli kitabı olan vene'yi



el-Müdev-



müellifi Sahnûn'dan okuyup ri-



vayet ettiği için bu mezhebin ileri gelen âlimlerinden biri kabul edilmiş, Mâlikî mezhebini diğerlerine tercih ettiği v e Şâfiî mezhebine karşı olumsuz tavrını sakl a m a d ı ğ ı belirtilmiştir (İbn Abdülber, II, 1114-1115). İbn Vaddâh, kıraat âlimi Verş'in talebesi Abdüssamed b. Abdurrahman'dan onun kıraatini öğrenmiş ve meşhur yedi imamdan biri olan Nâfı' b. Abdurrahman kıraatine ait Verş rivayetinin Endülüs'te yayılmasına vesile olmuştur. İbn Vaddâh hemşehrisi Baki b. Mah-



ISI



r



ABDULLAH AYDINLI



İBN V A D D Â H



n



Eserleri. 1. Kitâbü'1-Bidcf £anhâ



ve'n-nehyü



(Kitâb fîhi mâ câ'e fı'l-bidac).



Sün-



nete sarılıp bid'attan sakınmanın gereği, ilk bid'atların nasıl ortaya çıktığı, bid'atların zamanla nasıl yayılacağı gibi hususları hadis, sahâbe v e tâbiînin sözleriyle inceleyen eser, konusundaki ilk çalışmalardan biri olup İbn Ebû Rendeka et-Turtûşî, Ebû Şâme el-Makdisî ve Şâtıbî'nin aynı türdeki kitaplarına kaynaklık etmiştir. Muhammed Ahmed Dehmân (Dımaşk 1400/1980; Kahire 1411/1990) ve Bedr b. Abdullah el-Bedr (Riyad 1416/1996) tarafından yayımlanan kitap üzerinde doktora çalışması yapan M. a Isabel Fierro eseri İspanyolca'ya tercüme ederek Arapça metniyle birlikte Kitâb al-Bidac



(Tratado



Contra Las lnnovacion.es)



adıyla neşret-



miştir (Madrid 1988). 2.



Kitâbü'n-Nazar



led'le birlikte, hadisin rivayet v e dirayet



ilallâhi



t e'âlâ ve mâ câ'e fîhi



bölümleriyle müstakil bir ilim olarak bi-



dîş (Kitâb fihl mâ câ'e mine'l-hadîş



mine'l-ha-



linmediği Endülüs'e Doğu İslâm dünyası-



nazar ilallâh). Tunus'ta Hasan Hüsnî Ab-



fi'n-



nın hadis kültürünü getirmiş, burada ha-



dülvehhâb es-Sumâdıhî'nin özel kütüp-



Ebû Abdillâh M u h a m m e d b. V a d d â h b . B e z î ' el-Kurtubî (ö. 2 8 7 / 9 0 0 )



dis öğretimini başlatarak Endülüs'ü bir



hanesinde bir nüshasının bulunduğu be-



hadis merkezi yapmış ve hayatı boyunca



lirtilmiştir (Ziriklî, VII, 133; Sezgin, I, 474-



bu çalışmasını sürdürmüştür. İbn Vad-



475).



Endülüs'te hadis öğretimini başlatan ^ iki hadis hafızından biri. ^



dâh'ın tanınmış öğrencileri arasında baş-



İbn Vaddâh'ın kaynaklarda adı geçen



ta Kâsım b. Asbağ olmak üzere İbn Lübâ-



diğer eserleri de şunlardır;



be diye bilinen Muhammed b. Yahyâ b.



ve'l-'avâbid



Ömer, İbnü'l-Cebbâb, Muhammed b. Ab-



nü's-sır



dünyaya geldi. 191 (807), 200 (815-16)



dülmelik b. Eymen gibi muhaddislerle İbn



fıkhıyla ilgilidir), eş-Şalât



veya 202'de (817-18) doğduğu da zikre-



Abdürabbih v e filozof İbn Meserre de yer



Risâletü's-sünne,



almaktadır. Talebelik yıllarından itibaren



hadîş, Cüz' fî mes'eleti



199'da (814-15) Kurtuba'da (Cordoba)



dilmiştir. Dedesi Bezî', Endülüs Emevî



el-'Ubbâd



( z ü h d e dairdir),



Meknû(Mâlikî



ve müstahrecü'l-Hlm



fi'n-na'leyn,



Kitâbü'l-Kufân



ti'l-



ücreti'l-imâm 435



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN VADDÂH cale'ş-şalât



mescid.



ve mes'eleti



Nûrî Muammer,



fa. Vaddâh



mü'essisü



organda ortaya çıkabilecek hastalıklara







ta daha çok Galen'in (Câlînûs), eczacılıkta



Muhammed



ise Diskorides'in eserleri üzerinde yoğun-



karşı kullanılan ilâçların terkip, tarif ve



medreseti'l-ha-



laştığı anlaşılmaktadır ( S â i d e l - E n d e l ü s î ,



faydalarını konu almaktadır. Eserin bilinen t e k nüshası Escurial Library'de (nr.



imâmeyn



Mahled



s. 8 3 - 8 4 ) . Felsefeye de yakın ilgi duyan İbn



adlı çalışmasında İbn Vaddâh'ın biyografi-



Vâfıd'in bu konudaki çalışmaları günümü-



8 3 3 ) kayıtlı olup Londra'da Wellcome His-



sini incelemiş, rivayet ettiği hadisleri der-



ze gelmediğinden Aristo ve diğer filozof-



torical Medical Library'deki (Or. 185) nüs-



lemiş, hocalarının v e talebelerinin geniş



ların doktrinleri hakkındaki düşüncelerini



ha bunun özeti mahiyetindedir. Eser, Ca-



bir listesini vermiştir ( R a b a t 1403/1983).



öğrenmek mümkün değildir. Ancak La-



milo Alvarez de Morales tarafından 1976



tin Ortaçağı'nda "Abenguefıt philosoph"



yılında Granada Üniversitesi'nde doktora



diye anılmasına bakarak bu alanda önem-



tezi olarak neşre hazırlanmış ve İspanyol-



li bir y e r e sahip olduğu söylenebilir. Öte



ca'ya t e r c ü m e edilmiştir. Tezin Arapça



dîş bi'l-Erıdelüs



maca Bakı b.



BİBLİYOGRAFYA : İbn Vaddâh. Kitâb al-Bida' (Tratado Contra Las Innovaciones) (nşr. M.a Isabel Fierro), Madrid 1988, neşredenin girişi, s. 11-57; Muhammed b. Hâris el-Huşenî, Ahbârü'l-fukahâ' ve'l-muhaddişîn{nşr. M. L. Âvila-L. Molina), Madrid 1992, s. 122-132; İbnû'l-Faradî, Târîhu \ılemâ'i'l-Endelüs{nşx. İbrâhimel-Ebyârî), Kahire 1404/1984, 11, 650-653; İbn Abdülber, Câmi'u beyâni'l-'ilm(Ebü'l-Eşbâl ez-Züheyrî), Demmâm 1414/1994, II, 1114-1115; İbn Hayyân, el-Muktebes, s. 18,46, 51, 57, 59, 72, 75,99, 223, 264, 265; Kâdî İyâz, Tertîbü'l-medârikinşr. Abdülkâdir es-Sahrâvî), Rabat 1403/1983, IV, 435440; Dabbî, Buğyetü'l-mültemis, Kahire 1967, s. 133-134; İbn Manzûr, Muhtaşaru Târihi Dımaşk, XXIII, 296-297; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', XIII, 445-446; a.mlf.. Tezkiretü'l-huffâz, II, 646-648; a.mlf., Târîhu'l-İslâm: sene281-290, s. 294-296; a.mlf.. Mîzânü'l-i'tidâl, IV, 59; Safedî. el-Vâfî, V, 174; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'lmüzheb, II, 179-181; İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'nHihâye, II, 275; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, V, 416-417; Mahlûf, Şeceretü'n-nür, I, 76; Ziriklî, el-A'lâm, VII, 133; Sezgin. GAS, I, 474-475; Abdülhâdî Ahmed el-Hüseysin, Mezâhirü'n-nehdati'l-hadîşiyyefî'ahdi Ya'kübi'l-Manşüri'lMuvahhidî, Tıtvân 1403/1983,1, 231-233; W. VVerkmeister, Ouellenuntersuchungen zum Kitâb al-'lqd al-farld des Andalusiers İbn ''Abdrabbih, Berlin 1983, s. 263-266; Nûrî Muammer, Muhammed b. Vaddâh el-Kurtubî: mü'essisü medreseti'l-hadîş b'ı'l-Endelüs ma'a Baki b. Mahled, Rabat 1403/1983; Saîd b. Nâsır el-Gâmidî, Hakikatü'l-bid'a ve ahkâmühâ, Riyad 1414/1994, I, 206-209.



yandan kaynaklarda İbn Vâfıd'in zamanı-



metin dışındaki bölümleri yayımlanmış-



mıza ulaşmamış el-Mecmûc



tır (El Libro de la almohada de İbn Wâftd



fi'l-filûha



adlı tarım bitkilerine dair zengin muhte-



de Toledo, T o l e d o 1980). İbn Vâfıd'in ayrı-



valı eserinden övgüyle bahsedilmesi bo-



ca el-Mecmûc



fi'l-filûha,



tanik alanında da başarılı olduğunu gös-



fi't-tıb,



Tedkıki'n-nazar



termekte v e Zehrâvî'nin yanından Tuley-



li hasseti'l-başar,



tula'ya dönüşünde Emîr Me'mûn b. Zün-



eserleri kaynaklarda zikredilmektedir. İbn



M . YAŞAR KANDEMİR



İBN VÂFİD



^



Endülüslü hekim ve eczacı.



L



adlı



Vâfid banyo ile tedaviye dair bir risâle de yazmış olup Latince tercümesi mevcuttur



dirmesi de bunu kanıtlamaktadır. Ayrıca



( D e balneis sermo, V e n i c e 1 5 5 3 ) .



kaynakların ondan vezir diye söz etmesine bakılırsa bu görevin bahçe mimarlığının ötesinde önemli bazı devlet hizmetlerini de kapsadığı ileri sürülebilir. İbn Vâfid'in, besinlerle tedavisi mümkün olan hastalara ilâç verilmemesi ve eğer gerekiyorsa birleşik ilâçlar yerine basitleriyle yetinilmesi, zorunlu durumlarda ise ancak terkibinde az madde bulunan birleşik ilâçların tercih edilmesi şeklindeki tavsiyesi tıp tarihçilerinin dikkat çektiği önemli bir tedavi yöntemidir ( İ b n E b û U s a y b i a , s. 4 9 6 ) . İbn Vâfid 10 Ramazan 467'de ( 2 9 Nisan 1075) Tuleytula'da v e f a t etti. Eserleri, t.



Kitâbü'l-Edviyeti'l-müfre-



de. Müellifin yirmi yılda yazdığı bu kitap, Diskorides ile Galen'in basit ilâçlarla ilgili İlâçlar, vücutta meydana getirdikleri sıcak-



BİBLİYOGRAFYA : İbn Vâfid. Kitâbü'l-Edviyeti'l-müfrede (nşr. L. F. Aguirre de Cârcer), I-II, Madrid 1995; Sâid el-Endelüsî, Tabakâtü'l-ümem (nşr. L. Şeyho), Beyrut 1912, s. 83-84; Ibnü'l-Kıftî, Ihbârü'l'ulema' (Lippert), s. 225-226; İbnü'l-Ebbâr, etTekmile, Kahire 1966, II, 551; İbn Ebû Usaybia, 'Uyünü'l-enbâs. 496; Brockelmann, GAL, I, 638; Suppl., I, 887; Sarton, Introduction, s. 728; Ullmann, Die Natur und Geheimıvissenschaften, s. 443-444; Abdülmecîd Na'naî, el-Islâm fî Tuleytula, Beyrut, ts. (Dârü'n-nehdati'lArabiyye), s. 255-257; J. Vernet, "ibn Wâfıd", DSB, XIV, 112-113; Ziriklî. el-A'lâm (Fethullah), III, 326; "Kitabü'l-Vısâd li'bn Vâfid, mülahhaş li-risâleti düktûrâh" (trc. Hikmet Ali Üveysî), el-Mü'errihu'l-'Arabî,XIII, Bağdad 1980, s. 171188; Camilo Alvarez de Morales, "Nuevos datos Sobre al-Kitâb al-Wisâd. El Manuscrito on 185 de la VVellcome Historical Medical Library", Miscelanea de Estudios Arabes y Hebraicos, XXIX-XXX, Granada 1980-81, s. 53-60; J. F. P. Hopkins, "ibn Wâfid", El2 (İng.), III, 962-963; Zerâ Yemînî Kâişî, "İbn Vâfid", DMBİ, V, 45-46.



likleri dikkate alınarak eser dört bölüm ( d e r e c e ) şeklinde düzenlenmiş ve her bö-



İSİ



lüm kendi içinde dört kısma ayrılarak taEbü'l-Mutarrif Abdurrahman b. M u h a m m e d b . A b d i l k e b î r b . Y a h y â b. V â f i d e l - L a h m î (ö. 467/1075)



fi'ile-



Kitâbü'l-Muğiş



bitkilerini düzenlemek üzere görevlen-



lık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk gibi özelr



Mücerrebât



nûn'un onu sarayının bahçesindeki süs



eserlerinin bir sentezi mahiyetindedir. [S



Kitâbü



MAHMUT KAYA



nıtılmıştır. Emîr Ebü'l-Hasan Ali b. Mücâhid'e ithaf edilen eser Ortaçağ'da Katalanca, Latince ve İbrânîce'ye çevrilmiş, XIII. yüzyıla ait olan Katalanca çeviri L. Faraudo J



Zilhicce 398'de (Ağustos 1008) doğdu; Tuleytula'mn ( T o l e d o ) köklü ailelerinden birine mensuptur. Batı literatüründe adı Abenguefıt, Albenguefıt, Abennufıt, Abel Nufit v e Abencenif olarak geçer. Geleneğ e göre önce dinî ilimler okudu; özellikle fıkıh alanında belli bir seviyeye ulaştıktan sonra Kurtuba'ya (Cordoba) giderek hekim Ebü'l-Kâsım ez-Zehrâvî'nin derslerine devam etti ( İ b n ü ' l - E b b â r , II, 5 5 1 ) . T ı p -



de Saint Germain tarafından yayımlanmıştır ( B e r c e l o n a 1945). MillâsVallicrosa'ya göre Latince ve İbrânîce çevirilerine ait ne-



İBN VAHŞİYYE



r



n



Ebû B e k r A h m e d b . A l î b. K a y s b. el-Muhtâr e l - K e l d â n î ( K e s d â n î ) X. yüzyılda yaşadığı kabul edilen mütercim, astrolog ve simyacı.



^



şirler eksiksiz durumdaki Katalanca tercümeden yapılmış ö z e t mahiyetindedir



Hayatı v e eserleri üzerinde hayli tartış-



s. 176). Kitap Luisa



ma bulunmakta, hatta yaşayıp yaşama-



Fernanda Aguirre de Cârcer tarafından



dığı kesin olarak bilinmemektedir. İbnü'n-



(el-Mü'errihu'l-'Arabî,



iki cilt halinde yayımlanmıştır. I. cilt ese-



Nedîm'e göre gerçek bir şahsiyet olup X.



rin geniş bir tanıtımı ile İspanyolca çeviri-



yüzyılda Bağdat'ta yaşamıştır. Keldânî



sinden, II. cilt Arapça metinden oluşmak-



soyundan geldiği için çok iyi bildiği v e



tadır (bk. bibi.). 2. Kitâbü'l-Visâd



fi't-tıb.



İnsan vücudunda baştan ayağa kadar her



İbnü'n-Nedîm'in yanlışlıkla



Nabatîce



dediği Süryânîce'den Arapça'ya tercü-



436



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN VAHŞİYYE meler yapmış, sihir, tılsım ve simya alanlarında birçok eser kaleme almıştır (elFihrist, s. 3 4 2 , 4 3 3 , 5 0 4 ) . Ayrıca İbnü'n-Nedîm, İbn Vahşiyye'nin talebesi v e kâtibi olan Ebû Tâlib Ahmed b. Hüseyin b. Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Abdülmelik ezZeyyât'ın kendi döneminde yaşadığını ve muhtemelen bir süre önce öldüğünü de söylemektedir ki (a.g.e., s. 433) bu durumda eğer isim zinciri hatasız verilmişse İbnü'z-Zeyyât'ın Şiî veziri Muhammed b. Abdülmelik b. Ebân'ın torununun torunu olması gerekir(EI 2 {İng.], 111,963). İbnü'nNedîm, İbn Vahşiyye'nin Mısırlı simyacı Osman b. Süveyd el-İhmîmî ile mektuplaştığını ve bazı konularda onunla tartıştığını da söyler (el-Fihrist, s. 505). Ancak eserinin 433. sayfasında bu Mısırlı simyacıdan Selâme b. Süleyman el-İhmîmî diye söz etmesi aktardığı bilginin doğruluğu hakkında şüphe uyandırmaktadır. Öte yandan onun iki ayrı başlık altında verdiği İbn Vahşiyye'nin soy kütüğünde yer alan isim zincirinde de bazı farklılıklar görülmekte ve eserde bu şahıslar hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu hususların, İbn Vahşiyye'nin gerçekten yaşadığı konusunda şüpheye yol açmasına karşılık el-Filûhatü 'n-Nabcıtiyye'rim girişinde kitabın İbn Vahşiyye tarafından 291'de (904) Arapça'ya çevrildiğinin ve 318'de (930) İbnü'z-Zeyyât'a yazdırıldığının belirtilmesi (1,5) İbnü'n-Nedîm'in verdiği bilgileri destekler niteliktedir. İbn Vahşiyye'nin eserlerinde yer yer Kur'ân-ı Kerîm'den ve hadislerden örnekler vermesine ve İslâmî değerlere karşı son derece saygılı davranmasına bakılırsa onun -veya bu eserleri kaleme alan şahsın- müslüman olduğu ileri sürülebilir. Nitekim İbnü'n-Nedîm ondan "sûfî" diye bahseder. Fakat o dönemde simya ve tılsım gibi gizli ilimlerle uğraşanların da sûfî nisbesiyle anıldığı dikkate alınırsa bu ifadenin tasavvufu içermediği söylenebilir. XIX. yüzyılda İbn Vahşiyye ve ona nisbet edilen eserler üzerine başlatılan tartışmalar günümüzde de sürdürülmektedir. Bu konudaki tezleri dört grupta toplamak mümkündür: a) İbn Vahşiyye eski Keldânî eserlerini Arapça'ya çeviren bir mütercimdir, b) Söz konusu eserler apokrif olup İbn Vahşiyye tarafından kaleme alınmıştır, c) Gerçek müellif Ebû Tâlib İbnü'z-Zeyyât'tır; ancak yazdıklarını İbn Vahşiyye'ye isnat etmiştir, d) İbn Vahşiyye diye bir şahıs yoktur; bu hayalî kişiliği İbnü'z-Zeyyât ortaya atmıştır ( S e z g i n , IV, 326-327).



Eserleri. Klasik ve modern literatürde İbn Vahşiyye'ye nisbet edilen yirmiyi aşkın eserden günümüze ulaşanları şunlardır: 1. el-Filâhatü'n-Nabatiyye. İbn Vahşiyye adıyla özdeşleşen bu eser İslâm öncesi dönemlerde Yakındoğu'da yaşayan halkların tarım, botanik, coğrafya ve astronomi hakkındaki bilgi ve kültürlerini yansıtan en önemli kaynaktır. İbn Vahşiyye, kitabın girişinde öğrencisi İbnü'z-Zeyyât'a kadîm Keldânî ilim ve kültürünün unutulmaya yüz tuttuğundan yakınır. Bu duruma gönlünün razı olmadığını, zira kendisinin de Keldânî soyundan geldiğini söyledikten sonra bu eseri nasıl elde ettiğini anlatır (1,5-8). Ona göre kitabın asıl adı/flâhu'l-arz ve ışlâhu'z-zer? ve'ş-şecer ve'ş-şimâr ve defhı'l-âfâti canhâ'dır ve üç müellifi vardır; ilk kısmını yazan Sağris adlı Ken'aniılar zamanında yaşamış birinin bıraktığı yerden Yantuşar adındaki başka biri devam ettirmiş, nihayet Kusâmî denilen bir âlim onu tamamlamıştır. Kendisi de eseri 291'de (904) Bağdat'ta tercüme etmiş ve yirmi altı yıl sonra talebesi İbnü'z-Zeyyât'a yazdırmıştır (1, 9). 1835'ten 1875'e kadar şarkiyatçılar arasında hararetli tartışmalara konu olan kitap, dil ve üslûp bakımından ana dili Arapça olan birinin kaleminden çıkmışa benzememektedir. Quatremere'e göre



İbn Vahşiyye'nin el-Filâhatü'n-Nabatiyye



milâttan önce VI. yüzyılda Nebukadnezzar (bk. B U H T U N N A S R ) döneminin ürünüdür; Chvvolson milâttan önce XIV., Meyer milâttan sonra I. yüzyıla yerleştirir. Ernest Renan ise onun 1II-IV. yüzyıl Doğu Helenizmi'nin Sâbiî veya Mendâî ürünü olduğunu savunur. Buna karşı von Gutschmid, içerdiği bazı hıristiyanî unsurlardan hareketle sahteliğini ve İbn Vahşiyye'nin mütercimi değil müellifi sayılması gerektiğini iddia ederek X. yüzyılda yazıldığını söyler. Daha sonra Theodor Nöldeke, Carlo A. Nallino ve Brockelmann, von Gutschmid'in bu tezini tartışırlar; özellikle Nöldeke, kitabın İbnü'z-Zeyyât tarafından yazılıp İbn Vahşiyye'ye isnat edildiğini ileri sürer. Onların arkasından Paul E. Kraus, İbn Vahşiyye adında birinin bulunmadığı, eserin tamamen İbnü'z-Zeyyât tarafından meydana getirildiği iddiasını ortaya atar. Fuat Sezgin'e göre İslâm'ın zuhurundan önce el-Filûhatü'nNabatiyye'rim Grekçe'si de Orta ve Doğu Akdeniz çevresinde yaygın haldeydi (The Book ofNabatearı Agriculture, n e ş r e d e n i n g i r i ş i ) . Çeşitli bölümlere ayrılan el-Filûhatü 'n-Nabatiyye'n\n Fuat Sezgin tarafından yedi cilt halinde tıpkıbasımı yapıldıktan sonra (bk. b i b i . ) Tevfik Fehd ilmî neşrini gerçekleştirdi (I, D ı m a ş k 1993; II, 1995). Daha önce eserin hurma ağacıyla



adlı eserinin ilk iki sayfası (Nuruosmaniye Ktp., nr. 3028)



Jİ "



.'



T.



s



ı



-'•



1



.



•. .1.. i



--C-^-.ıia,



ÇPV.&J --•i,VIâîSİ&Ş



-s.-..-.



..



.



..



t 437



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN VAHŞİYYE ilgili bölümünü İbrâhim es-Sâmerrâî Ki-



Utarid,



tâbü'n-N ahi adıyla yayımlamıştı (el-Mev-



mi'l-firâse,



rid, 1/1-2 [ B a ğ d a d 19711). 2.



Sidretü'l-müntehâ,



tehâm fî macrifeti



Şevku'l-müs-



rumûzi'l-aklâm.



İb-



Uşûlü'l-hikme, Risâle



ceri'l-vâhid,



rânî, Grek v e Hint kültürlerinde meşhur



nüs el-Hakîm,



bazı şahıslara atfedilmiş, burç ve geze-



retü'l-hükemâ3



er-Riyâse







fî 'il-



ma'rifeti'l-hacer,



eş-Şevâhid



et-Tılsımât,



Kitâbü



Keşfü'r-rumûz



lenmekteyse de Zehebî bunun doğru olmadığını kaydetmiştir ( a . g . e . , X I I I , 3 1 ) .



fi'l-ha-



Hadis otoritelerinin güçlü bir hâfızaya



Bâlî-



sahip olduğunu bildirdikleri İbn Vâre'yi



ve işâ-



Nesâî ve İbn Ebû Hâtim güvenilir olarak



ile'l-haceri'l-a'zam,



tanıtmakta, Ebû Ca'fer et-Tahâvî de onun



genlerin sembolü sayılan doksan üç gizli



Metâli'u'l-envâr



( m e s t u r ) alfabeyi içermektedir. Büyü v e



fî tertîbi'l-'ameli'l-vâzıh,



tılsım yapımında kullanıldığı bilinen şifre



ve't-temâşil(İbn



V a h ş i y y e ' n i n e s e r l e r i için



İbn Vâre'yi kendi yerine oturtması ona



mahiyetindeki bu yazılar genellikle bâtınî



bk. İ b n ü ' n - N e d î m , s. 433, 5 0 4 - 5 0 5 ; S e z g i n ,



verdiği değeri göstermesi bakımından



eğilim taşıyanların ilgisini çekmiştir. Eser



IV, 2 8 2 - 2 8 3 ; V I I , 7 7 - 7 9 , 161; El2 [ İ n g . ] , III,



önemlidir ( H a t î b , 111, 2 5 9 ) . Kibirli olduğu



Joseph F. von H a m m e r - Purgstall tara-



9 6 4 - 9 6 5 ; DMBİ, W, 6 8 - 6 9 ) .



zikredilen İbn Vâre kendini "ebü'l-hadîs,



fından yayımlanmıştır ( L o n d o n 1806). 3.



BİBLİYOGRAFYA : ibn VVabshîya, The Book of Nabatean Agriculture. Al-Filâha al-Nabatiya (nşr. Fuat Sezgin), I-V1I, Frankfurt 1984, neşredenin girişi; ayrıca bk. tür.yer.; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 342, 377,433, 504-505; İbnü'l-Kıftî, Ihbârü'l-'uiemâ' (Lippert).s. 104-105; Brockelmann, O AL, I, 280281; Suppl., I, 430-431; Sarton, Irıtroduction, I, 634-635; Sezgin, GAS, IV, 282-283, 326-327; VII, 77-79; Ullmann, Die Medizin, s. 328-331; a.mlf., DieNatur und Geheimıvissenschaften, s. 440-442; Sami K. Hamarneh. "ibn Wahshiyya", DSB, XIV, 117-119; George O. S. Darby, "ibn VVahshıya in Mediaeval Spanish Literatüre", ISIS,XXXHI/90 (1941), s. 433-438; T. Fahd, "ibn VVahşhiyya", El2 (İng.), III, 963-965; Muhammed Ali Mevlevî, "İbn Vahşiyye", DMBl, V,



Kitâbü



Terıkelûşe



burûci'l-felek



el-Bâbilî







şuveri



ve mâ tedüllü



caleyhi



Bâbil kültürü-



min ahvâli'1-mevlûdîn.



ne ait olan eserin müellifi, yedi gezegeni sembolize etmek üzere yapılan yedi tapınaktan birinin bakımıyla görevli Tenkelûşe adındaki bir bilgindir ( İ b n ü ' n - N e d î m , s. 377). Milâttan sonra I. yüzyıl civarında yazıldığı sanılan eser Arapça'dan önce VI. yüzyılda Pehlevîce'ye tercüme edilmiştir. 4. Zehirlerle ilgili iki ayrı



Kitâbü's-Sümûm.



risâlenin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur; bunlardan ilki Akukukalı Suhab Sat'a, ikincisi Yerbûke en-Nabatî'ye aittir. Cündişâpûr tıp çevrelerince kullanılan



fi'l-hikme,



67-76-



el-Vâzıh



hadis ilmini iyi bildiğini söylemektedir.



el-Heyâkil



Ebû Zür'a'nın, yanına geldiğinde kalkıp



FFIL MAHMUT KAYA



İBN VÂRE



F



retiyle öldüren zehirler, y e m e ve içme yoluyla öldüren şeyler, dokunulduğunda ölmıştır. Sekizinci bölümden sonrası yılan,



Ebû A b d i l l â h M u h a m m e d b. M ü s l i m b. O s m â n b. V â r e e r - R â z î (ö. 270/884)



akrep v e örümcek sokmalarının sebep ol-



Hadis hâfızı.



^



duğu zehirlenmelerle kuduz köpek ısırMartin Levey kitabı İngilizce'ye çevirerek The Book on Poison and its Relation Greek



of ibn



to Early



Vahshıya



Indian



Test adıyla yayımlamıştır (Phila-



delphia 1966). S. Kitâbü'l-Edvâr bîr'alâ



and



mezhebi'n-N



abat



el-ke-



(el-Uşûlü'l-ke-



bir). Simyaya dair olup dokuz risâleden meydana gelmiştir. İbnü'l-Mitrân esere İhtişâru niyyîn



Kitâbi'l-Edvâr



li'l-İskenderâ-



adıyla bir muhtasar yazmıştır. 6.



Esrârü'l-felek.



İbn Vahşiyye,



tü'n-Nabatiyye'nin adını Kitâbü râri'l-felek



Devenây ve'1-ahkâm



min harekâtı'n-nücüm



el-Filâha-



mukaddimesinde el-Bâbilî



fî es-



cale'1-havâdis



şeklinde verir v e



Arapça'ya çevirdiği ilk kitap olduğunu, asıl m e t n i n 2000 varak t u t t u ğ u n u ve uzunluğundan dolayı sadece baş kısmından bir bölümü tercümeyle yetindiğini söyler (I, 8). Kaynaklarda İbn Vahşiyye'ye isnat edilen d i ğ e r eserler d e şunlardır:



Esrâru



rivayet etmemişlerdir. Çevresindeki insanlar kendisinden hadis dinlemek istedikleri halde zaman zaman rivayete ara vermesinin de bu kişiliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Sâlih b. A h m e d b. Hanbel'in İmâm Ahmed



Sîretü



adlı eserini ri-



b. Hanbel



vayet eden İbn Vâre'nin ( S e z g i n , I, 5 0 3 ) pek çok eseri bulunduğu belirtilmekteyse de (Hediyyetü'l-'ârifîn,



II, 18; K e h h â l e ,



m e m e k t e v e günümüze ulaşıp ulaşmaBİBLİYOGRAFYA :



^



( » j ' i Cri')



masının yol açtığı ölümleri anlatmaktadır.



reyb el-Hemdânî gibi âlimler ona hadis



dıkları bilinmemektedir.



eser bakma ile öldüren şeyler, korkutan



düren zehirler gibi çeşitli bölümlere ayrıl-



man b. Dâvûd eş-Şâzekûnî v e Ebû Kü-



XII, 2 1 ) bunlardan hiçbirinin adı zikredil-



m



zehirlere dair bir el kitabı mahiyetindeki seslerin yol açtığı ölümler, koklamak su-



ümmü'l-hadîs, zü'r-rıhleteyn" gibi sıfatlarla tanıtırdı. Bu huyu sebebiyle Süley-



190 (805-806) yılı civarında Rey'de doğdu; büyük dedesine nisbetle İbn Vâre diye anıldı. Tahsil için yaptığı uzun yolculukları sırasında Ebû Âsim en-Nebîl, Muham-



İbn Ebû Hâtim. el-Cerh ue't-ta'dîl, VIII, 7980; İbn Hibbân, es-Şikât, IX, 150; Hatîb, Târîhu Bağdâd, III, 256-260; İbn Ebû Ya'lâ, Tabakâtü'lHanâbile, I, 324; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl,XXVI, 444-452; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam (Atâ), XII, 204-205; Zehebî. Tezkiretü'l-huffâz.M, 575577; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâXIII, 28-32; a.mlf., Târîhu'l-lslâm: sene 261-280, s. 176178;Safedî, el-Vâfı, V, 27; İbn Hacer. Tehzîbü'tTehzîb, IX, 451-453; Süyûtî. Tabakâtü'l-huffâz (Lecne), s. 261; Hazrecî, Hulâşatü Tehzîb, s. 359; Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 18; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifin, XII, 21; Sezgin, GAS, I, 503.



med b. Yûsuf el-Firyâbî, Ebû Nuaym Fazl



IÜÜ



b. Dükeyn, Kabîsa b. Ukbe, Ubeydullah b. Mûsâ el-Absî, Ebû Müshir, İbn Ziyâd enNîsâbûrî, İbn Ebü'l-Cârûd, Ârim el-Basrî



r



İBN VASIL



gibi hocalardan hadis öğrendi. Kendisinden yaşça büyük olan Zühlî ile Ali b. Medînî, Ebû Avâne el-İsferâyînî, Ebû Zür'a er-Râzî, Ebû Hâtim er-Râzî, İbn Ebû Hâtim, Nesâî, İbn Ebû Dâvûd, Hüseyin b. İsmâil el-Mehâmilî ve hîh'inde



A ı . t AKYÜZ







(J^'SCrf') Ebû A b d i l l â h C e m â l ü d d î n M u h a m m e d b. S â l i m b . Nasrillâh et-Temîmî e l - H a m e v î eş-Şâfiî (ö. 697/1298) -



el-Câmi'u'ş-şa-



Eyyûbî dönemi tarihçisi.



yer v e r m e m e s i n e r a ğ m e n Bu-



^



hârî ondan rivayette bulunan talebeleridir. İbn Vâre'nin Süfyân b. Uyeyne v e Yah-



2 Şevval 604'te (20 Nisan 1208) Hama'-



yâ b. Saîd el-Kattân'dan hadis dinlediği



da doğdu. Babası Sâlim b. Nasrullah, Ey-



ileri sürülmüş, ancak bunun doğru olma-



yûbîler'den Dımaşk hâkimi el-Melikü'l-



dığı belirtilmiştir ( Z e h e b î ,



A'lâmü'n-nü-



Muazzam îsâ v e oğlu el-Melikü'n-Nâsır



belâ\ XIII, 3 1 ) . İbn Vâre Ramazan 270'te



Dâvûd'un hizmetinde bulunmuş, bir müd-



( M a r t 884) Rey'de vefat etti. Bazı kaynak-



det Hama ve Maarretünnu'mân kadılığı



larda onun 2 6 5 ' t e (878-79) öldüğü söy-



görevini yürütmüştür. Çocukluğu Hama'-



438



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN VÂSIL da geçen İbn Vâsıl burada iyi bir eğitim gördü. 622'de (1225) el-Melikü'l-Muazzam îsâ'nm daveti üzerine babasıyla birlikte Kudüs'e gitti. Bu şehirde yaklaşık dört yıl süren ikameti esnasında Şemseddin el-Ba'lebekkî'den Arapça ve tecvid okudu. Babası hacca gittiğinde onun yerine Nâsıriyye Medresesi'nde ders verdi (1227-1228). Daha sopra Dımaşk'a dönerek ilmî çalışmalarına burada devam etti. Zekiyyüddin Muhammed el-Birzâlî'den hadis okudu. Halep'te bulunduğu 12301231 yıllarında Bahâeddin İbn Şeddâd ve Necmeddin el-Habbâz'dan fıkıh ve usul, Ebü'l-Bekâ İbn Yaîş'den Arap dili ve belâgat dersleri aldı. 629'da (1232) babasıyla birlikte el-Melikü'n-Nâsır Dâvûd'un hizmetine giren İbn Vâsıl Kerek'e yerleşti. Burada Şemseddin el-Hüsrevşâhî'den nazarî ilimler okudu. 631 (1234) yılında Hama hâkimi el-Melikü'l-Muzaffer Mahmûd'un hizmetine girdi. Bu yıllarda astronomiyle ilgili birtakım aletler yapan matematikçi Alemüddin Kaysar'a yardımcı oldu. Daha sonra elMelikü'l-Muzaffer adına İbn Ebü'd-Dem'le birlikte Bağdat'a elçi olarak gitti (641/ 1243). Aynı yıl Kahire'ye geçerek Sultan elMelikü's-Sâlih Necmeddin Eyyûb'un hizmetine girdi. Bir süre sonra, Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından medrese haline getirilen Kahire'deki Akmer Camii'ne müderris tayin edildi. 649'da (1252) hac vazifesini ifa etti. Kahire'de bir müddet kadı olarak da görev yapan İbn Vâsıl, Ramazan 659'da (Ağustos 1261) Memlûk Sultanı 1. Baybars tarafından Sicilya Kralı Manfred'e elçi olarak gönderildi (Müferricü'l-kürûb, IV, 248; Ebü'l-Fidâ, II, 376-378). İbn Vâsıl burada uzun süren ikameti esnasında Manfred ile dostluk kurdu ve el-Enberûriyye (Nuhbetü'l-fıker) adlı mantık kitabını ona ithaf etti.



Eserleri. 1. Müienicü'l-küıûb fî ahbâri Benî Eyyûb. Özellikle Eyyûbîler tarihi açısından büyük değer taşır. Atabegler döneminden başlayan ve Memlûk Devleti'nin ilk yıllarına kadar(661/1262-63) gelen eserin ilk bölümleri daha önce yazılmış kitaplardan derlenmiş olmakla birlikte orijinal bilgiler de ihtiva eder. Müellif bu kısımları yazarken İzzeddin İbnü'lEsîr, İbnü'l-Adîm, İbnü'l-Ezrak el-Fârikı, Ebû Şâme el-Makdisî, Bahâeddin İbn Şeddâd, Kâdî el-Fâzıl, İmâdüddin Kâtib el-İsfahânî, İbn Ebü'd-Dem, Sıbt İbnü'l-Cevzî, İbn Abdüzzâhir ve İbn Hallikân'ın eserlerinin yanı sıra Hama hâkimi I. el-Melikü'lMansûr Muhammed b. Takıyyüddin'in günümüze sadece bir kısmı ulaşan M i z m â rü'l-hakû'ik ve sırrü'l-halâ'ik adlı kitabından ve İmâdüddin Kâtib'in zamanımıza kadar gelmeyen risâleleriyle resmî belgelerden istifade etmiştir. İbn Vâsıl, eserin ilk kısımlarında olayların içinde yer almış şahsiyetlerin rivayetlerine de yer vermiştir. Bunlar arasında babası Sâlim b. Nasrullah, Sicilya Kralı Manfred, el-Melikü'l-Mansûr, İbnü'l-Adîm, el-Melikü'n-Nâsır Dâvûd, Hüsâmeddin el-Hezbânî, Bahâeddin Züheyr ve İsmâilî lideri Tâceddin gibi şahsiyetler yer almaktadır. M ü ferricü'l-kürûb Nûreddin Mahmûd Zengî'nin atabegliği, Halife Müsterşid-Billâh,



Ibn Vâsıl'ın Müferricü'l-kürûb



Suriye şehirleri, Eyyûbî ve Haçlı ordularının yapısı, Türkopoller, Sicilya müslümanları, iktâ ve diğer kaynaklarda geçmeyen bazı terimler hakkında önemli bilgiler ihtiva eder. Eserin 620 (1223) yılından sonraki kısmı, müellifin müşahedelerine ve olaylarda rol oynamış devlet adamlarından dinlediklerine dayanmaktadır. Titizliğiyle tanınan İbn Vâsıl oldukça karmaşık görünen Eyyûbî tarihini düzenli bir şekilde kaydetmiş, üslûp açısından özellikle İbnü'l-Esîr ve Ebû Şâme'den etkilenmiştir. Eyyûbî hânedanına mensup olan öğrencisi Ebü'l-Fidâ'nın yanı sıra Baybars elMansûrî, Mûsâ b. Muhammed el-Yûnînî, Ahmed b. Abdülvehhâb en-Nüveyrî, İbn Tağrîberdî, Nâsırüddin İbnü'l-Furât, Makrîzî, Zehebî ve Bedreddin el-Aynî gibi tarihçiler İbn Vâsıl'ın eserinden büyük ölçüde faydalanmışlardır. Eser VIII. (XIV.) yüzyılda telif edilen, zamanımıza ulaşmamış ve müellifi meçhul Gâyetü'l-matlûb fî târihi Benî Eyyûb ile bu eserin muhtasarı olan ve yine müellifi bilinmeyen Nüzhetü'n-nâzır ve râtıatü'1-hâtır'm yanında İzzeddin el-Askalânî'nin Şifâ'ü'l-kulûb fî menâkıbi Benî Eyyûb adlı eserinin de başlıca kaynağıdır. Müferricü'lkürûb'a, Hama hâkimi II. ei-Melikü'l-Mansûr Muhammed'in inşâ kâtibi Ali b. Abdürrahîm tarafından 695(1296) yılına ka-



fî ghbâri Benî Eyyûb adlı eserinin II. cildinin ilk iki sayfası



(Süleymaniye K t p . , Molla Çelebi, nr. 1 1 9 )



İbn Vâsıl, 663 (1264-65) yılında Hama'ya kâdılkudât olarak tayin edildi ve hayatının geri kalan kısmını burada ders verip eser telif etmekle geçirdi. 690'da (1291) son defa Kahire'yi ziyaret etti. Dımaşk, Kudüs, Halep, Bağdat, Mekke-Medine ve Kahire gibi önemli merkezlerde bulunan, Mısır'da kaldığı yıllarda VII. Haçlı Seferi'ne, hâkimiyetin Eyyûbîler'den Memlükler'e geçişine, Moğol istilâsına ve Abbâsî hilâfetinin yıkılışına şâhit olan İbn Vâsıl 697 Şevvali sonunda (1298 Ağustos başı) Hama'da vefat etti. Tarih, edebiyat, mantık, fıkıh ve astronomi gibi ilim dallarında otorite sayılan İbn Vâsıl Hama tarih ekolünün kurucusu olarak kabul edilir. 439



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN VÂSIL dar gelen bir zeyil yazılmıştır. Aslı üç cilt olan eserin 64S ( 1 2 4 7 ) tarihine kadar olan



dair kitabının şerhi olup bir nüshası Yale



kısmı Cemâleddin eş-Şeyyâl (I-III, K a h i r e 1953-1960), devamı ise Haseneyn Muham-



kayıtlıdır ( N e m o y , s. 150). İbn Vâsıl'ın kay-



m e d Rebî' (IV-V, K a h i r e 1 9 7 2 - 1 9 7 7 ) tarafından neşredilmiştir. Bu neşrin 615-628 ( 1 2 1 8 - 1 2 3 1 ) yıllarını kapsayan IV. cildini



lardır: et-Târîhu'l-kebîr,



Pervîz Atabekî Farsça'ya çevirmiştir ( T a h ran 1 3 6 9 ) . 2. et-Târîhu'ş-Şâlihî. Eyyûbî Sultanı el-Melikü's-Sâlih Necmeddin Eyyûb'a ithafen yazılmaya başlanan eser sultanın oğlu Turan Şah döneminde tamamlanmıştır. İki bölümden meydana gelen eserin birinci bölümü T^berî'nin Târîh'mden ihtisar edilmiştir. Bu bölüm, İbn Cerîr et-Taberî'nin ölüm yılı olan 310'da ( 9 2 3 ) sona erer. İkinci bölümde, Fâtımîler'den itibaren Necmeddin Eyyûb'un 636 ( 1 2 3 9 ) yılında Dımaşk'ta sultan olmasına kadar geçen dönem özet halinde anlatılmıştır. Müellif burada da İbnü'lEsîr v e İbnü'l-Kalânisî gibi tarihçilerden istifade etmiştir. Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları bulunan et-Târîhu'ş-Şâlihî'nin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde ( F â t i h , nr. 4 2 2 4 ) kayıtlıdır ( d i ğ e r n ü s h a l a r i ç i n bk. Şâkir M u s t a f a , IV 35). Eserin Müferricü'l-kürûb'da adı geçen et-Târîhu'l-kebîr ile aynı kitap olup olmadığı tartışmalıdır (a.g.e., a.y.; Ş e ş e n , s. 155; DMBİ, V, 6 4 ) . 3 . Tecrîdü'I-Eğânî min zikri'l-meşâliş ve'l-meşânî. Ebü'lFerec el-İsfahânî'ye ait eserin muhtasarı olup Hama hâkimi II. el-Melikü'l-Mansûr M u h a m m e d adına yazılmıştır. Müellif, eserin mukaddimesinde el-Eğönî'deKi gereksiz ayrıntı ve tekrarları çıkardığını, bazı kapalı ifadeleri açıkladığını belirtmiştir. İbn Vâsıl, 666 ( 1 2 6 8 ) yılı civarında tamamladığı eserine Ebü'l-Ferec el-İsfahânî'nin biyografisini de eklemiştir. Tecrîdü'l-EğânîTâhâ Hüseyin ve İbrâhim elEbyârî tarafından yayımlanmıştır ( I - V I , K a h i r e 1 9 5 5 - 1 9 6 3 ) . 4. ed-Dürrü'n-nazîd fî şerhi'l-Kaşîd. Cemâleddin İbnü'l-Hâcib'in aruza dair el-Makşadü'l-celîl fi flmi'l-Halîl adlı eserinin şerhidir ( n ş r . M u h a m m e d Âmir A h m e d Hasan, Minye 1987). S . el-Enberûriyye (Nuhbetü'l-fiker). İbn Vâsıl'ın 659'da ( 1 2 6 1 ) Sicilya Kralı M a n f r e d ' e i t h a f e n y a z m ı ş olduğu m a n t ı k kitabı olup bir nüshası Yale Üniversitesi Kütüphanesi'nde ( n r . L - 1 0 3 ) kayıtlıdır ( N e m o y , s. 149). 6. Nazmü'd-dürer fi'l-havâdiş ve's-siyer. Son Eyyûbî sultanı el-Melikü'l-Muazzam Tû-



( o l c i j O?') E b û N a s r M u h a m m e d b. A l î b. U b e y d i l l â h b. V e d ' â n el-Mevsılî (ö. 4 9 4 / 1 1 0 0 )



naklarda adı geçen diğer eserleri de şunErba'în,



Muhtaşarü'l-



Muhtaşaru.'1-Edviyeti'l-müf-



rede, Muhtaşarü'l-Mecistî, elbâb,



Şerhu'l-Mûcez,



menâzır,



Hidâyetü'lRisâle fî



^



Muhaddis ve kadı.



^



ilmi'1-



(Safedî,



Haşâ'işü'l-enbiyâ'



el-Vâfı, III, 8 5 - 8 6 ; îzâhu'l-meknûn,



I, 4 3 0 ;



DMBİ, V, 6 4 ) .



15 Şâban 402'de (12 Mart 1012) Musul'da doğdu. Küçük yaştan itibaren hadis dinlemeye başladı. Tahsilini ilerletmek için seyahate çıktı ve defalarca Bağdat'a gidip



BİBLİYOGRAFYA :



İbn Vâsıl, Müferricü'l-kürüb, 1, 28, 33,42, 61, 72-75, 197, 204, 210, 211, 228, 278, 280, 282284, 407-408; III, 5,17, 25, 48, 51, 54, 93,134135, 146, 148, 228; IV, 134,184, 214, 227, 233, 243-244, 248, 256-257, 311-312, 330; V, 1314, 18, 34-35,39,90, 111-112,323-325,333334; ayrıca bk. neşredenin girişi, I, 1-22; Ebü'lFidâ, el-Muhtaşar (nşr. Mahmûd Deyyûb), Beyrut 1417/1997,11, 376-378; Safedî, el-Vâfı, IH, 85-86; a.mlf., Nektü'l-himyân (nşr. Ahmed Zekî Bek), Kahire 1329/1911, s. 250-251; İsnevî, Tabakâtü'ş-Şâfı'iyye, II, 554-555; Süyûtî, Buğyetû'l-uu'ât, I, 108-109; Keşfü'z-zunûn, II, 1772; Cl. Cahen, La Syrie du nord â l'epoque des croisades et la principaute franque d'Antioche, Paris 1940, s. 68-70; a.mlf., "Les chroniques arabes concernant la Syrie, l'Egypte et la Mesopotamie", REİ, IV (1936), s. 333-362; a.mlf., "Kitâbü Müferrici'l-kürûb fî-ahbâri Benî Eyyûb" (trc. LutfîSûsfâm - Râşid Fudayl), Mecelletü Külliyyeti'l-âdâb Câmi'atü'l-lskenderiyye, X, İskenderiye 1956, s. 115-118; Brockelmann, GAL, I, 393; Suppi., I, 555; Hediyyetü'l'âriftn, II, 138-139; îzâhu'l-meknûn, 1, 430; L. Nemoy. Arabic Manuscripts in the Yale University Library, New Haven 1956, s. 149-150; Kehhâle. Mu 'cemü 'l-mü 'ellifın, 111, 310; Abbas elAzzâvî, et-Ta'rif bi'l-mü'errihîn, Bağdad 1376/ 1957, s. 129-131; M. HilmyM. Ahmad. "Some Notes on Arabic Historiography During the Zengid and Ayyubid Periods (521/1127-648/ 1250)", The Historians of the Middle East (ed. B. Lewis - P. M. Holt), London 1962, s. 94-95; A. J. Arberry, The Chester Beatty Library A Handlist of the Arabic Manuscripts, Dublin 1964, VII, plate 194; N. Elisseeff, Nur ad-Din, Damas 1967,1, 60-62; A. Shiloah, The Theory of Music in Arabic Writing, München 1979, s. 150; Hüseyin Hasan, A'lâmü't-Temîm, Beyrut 1980, s. 569-570; Şâkir Mustafa, et-Târîhu'l-Arabî ue'lmü'errihûn, Beyrut 1993, IV, 34-37; Ziriklî. elA'/âm (Fethullah), VI, 133-134; Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 154-156; Salah el-Beheiry, "Le decret de nomination de l'historien ibn Wâşıl au poste de professeur de la mosquee al-Aqmar", Alsl., XII (1974), s. 85-94; Adnan Sâdık Erzi, "İbn Vâsıl", İA, V/2, s. 833-835; Gamal elDin el-Shayyal, "ibn VVâşıl", £72(İng.), III, 967; Abdullah Azîmâî - Ali Beyyât, "İbn Vâşıl", DMBİ, V, 62-64. m



ran Şah adına yazılmış bir İslâm tarihi olup günümüze ulaşan bazı kısımları Chester Beatty Library'de (nr. 5264) bulunmaktadır ( A r b e r r y , VII, p l a t e 194). 7. Şerhu'l-Cümel. Efdalüddin el-Hûnecî'nin mantığa



İBN V E D ' Â N



Üniversitesi Kütüphanesi'nde (nr. L - 1 0 4 )



İM



CENGIZ TOMAK



geldi. Son yolculuğunu ölümünden çok kısa bir süre önce gerçekleştirdi. Başta amcası Ebü'l-Feth Ahmed b. Ubeydullah olmak üzere Muhammed b. Ali b. Bahşel, Hüseyin b. Muhammed b. Ca'fer es-Sayrafî gibi hocalardan istifade etti. Kendisinden Ebû Tâhir es-Silefî, Irak'ta Ebû Abdullah el-Belhî, Mısır'da Muhammed elHâdî, Hicaz'da İsmâil b. Muhammed enNîsâbûrî, Vecîh b. Tâhir eş-Şehhâmî, Diyarbekir'de Mervân b. Ali et-Tanzî v e diğerleri hadis dinleyip rivayette bulundular. Kadı, hâkim gibi unvanlarla da anılan İbn Ved'ân Muharrem 494'te (Kasım 1100) Musul'da vefat etti. Ölüm tarihinin Keşfü'z-zunûn'da nûn'da



(I, 715) ve



îzâhu'l-mek-



(1,431)594 (1198) olarak verilme-



si yanlıştır. Öğrencisi Silefî ve kendisiyle görüştüğü halde ondan rivayeti uygun bulmayan İbn Nâsır es-Selâmî tarafından yalancılık v e hadis uydurmakla suçlanan İbn Ved'ân'ı Zehebî, mevzû olduğunu belirttiği el-Erba'ûriu



ile meşhur olması sebebiyle A'lâ-



mü'n-nübelâ'



adlı eserine aldığını söyle-



m e k t e ( X I X , 165), Mîzânü'l-i'tidâl'de



ise



onun sika olmadığını ve kendisine güvenilmeyeceğim ifade etmektedir (III, 6 5 7 ) . Her ne kadar, "İbn Ved'ân'ın sika râvilerden yaptığı rivayetler doğrudur" denilmişse de ( S e m ' â n î , V, 580; İbnü'l-Esîr, III, 3 5 6 ) uydurma rivayetlerle dolu olan eseri kendisini cerhedenlerin haklılığını göstermektedir. İbn Ved'ân'ın 473'te (1080-81) Bağdat'a getirdiği belirtilen



el-Erba'ûne'l-Ved'â-



niyye adlı eser, Hz. Peygamber'in zühd v e ahlâka dair konuşmalarından derlendiği iddia edildiği için (Erba'ûne



hadîs fi'l-hutab



Hutabü'l-erba'în ue'l-mev'iza)



adıyla da anılmakta olup aslında hadisten hiç anlamayan ve kendisi gibi bir yalancı olduğu ifade edilen Zeyd b. Rifâa el-Hâşimî'ye aittir. Zeyd b. Rifâa'nın, Resûl-i Ekrem'in hadislerine bazı filozofların hik-



r



İBN VÂZIH el-YA'KÜBÎ



~1



metli sözlerini karıştırmak v e senedleri-



J



suretiyle meydana getirdiği bu risâleyi



ne genellikle meçhul râviler ilâve e t m e k



(bk. YA'KÜBÎ). L



440



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN VEHBÛN İbn Ved'ân'ın amcası Ebü'l-Feth Ahmed b. Ubeydullah ondan çalarak ü z e r i n d e bazı değişiklikler yapmış, İbn Ved'ân da eseri amcasından dinleyerek rivayet etmiştir ( İ b n ü ' l - C e v z î , X V I I , 7 1 ) . el-Erba'ûne'l-Vedcâniyye'nm ve Abdülazîz b. Ahmed el-Bârcîlgi ( ö . 7 5 0 / 1 3 4 9 ) tarafından yapılan şerhinin çeşitli kütüphanelerde pek çok nüshası vardır ( K e t t â n î , s . 2 0 4 ; B r o c k e l m a n n , GAL, 1, 4 3 5 ; SuppL, I, 6 0 2 ) . Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî tarafından neşredilen eseri ( A f e c m û V / - e r £ > a c î n i ç i n d e , K a h i r e 1952, s . 3 2 5 - 3 4 0 ) Sultan Ahmed Camii başimamı Mehmed Şefik Arvâsî tahkik ederek önce Arapça metnini neşretmiş ( İ s t a n b u l 1965), ardından kitabı Türkçe tercümesi v e şerhiyle birlikte yeniden yayımlamıştır ( İ s t a n b u l 1965). Ali Hasan Ali Abdülhamîd de önemli dipnotları ilâve ederek risâlenin yeni bir neşrini gerçekleştirmiştir ( B e y r u t 1407/1987). BİBLİYOGRAFYA :



İbn Ved'ân, mevzû'a



el-Erba'ûne't-Ved'âniyyetü'l-



(nşr. Ali Hasan Ali Abdülhamîd), Bey-



rut 1407/1987, neşredenin girişi, s. 13-22; Sem'ânî, el-Ensâb (Bârûdî), V, 580; İbnü'l-Cevzî, el-



Muntazam (Atâ), XVII, 71; İbnü'l-Esîr, el-Lübâb, III, 356; a.mlf., el-Kâmil, X, 327; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', XIX, 164-167; a.mlf., Mizânü'li'tidâl, III, 657-659; a.mlf., Târihu'l-lslâm: sene 491-500, s. 199-201; a.mlf., el-Muğnî, II, 618; Safedî, el-Vâfî, IV, 141-142; İbn Hacer, Lisânü'lMîzân, V, 305-306; Keşfü'z-zunûn, I, 60, 175; îzâhu'l-meknûn, I, 431; Hediyyetü'l-'ârifln, 11, 78; Brockelmann, GAL, I, 435; SuppL, I, 602; Yûsuf en-Nebhânî, Mecmû'u 'l-erba'îne erba'în min ehâdişi seyyidi'l-mürselîn, Kahire 1372/ 1952, s. 325-340; Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe(Özbek),



s. 204; "İbn Ved'ân", DMBİ,V, 76S1



r



EMÎN ÂŞIKKUTLU



İBN VEHB



(



n



)



144 (762) yılında hac vazifesini yerine getirirken karşılaştığı v e ölümüne kadar irtibat halinde bulunduğu İmam Mâlik ile Leys b. Sa'd'ın özel bir yeri vardır. Bir rivayete göre yirmi dört, diğer bir rivayete göre ise otuz altı defa hacca gitmiş ve her defasında İmam Mâlik'le görüşmüştür. Kendisine gelen hadisleri İmam Mâlik ve Leys b. Sa'd'a arzederek onların değerlendirmesine itibar etmiştir. Bu sebeple kaynaklarda, "Allah beni İmam Mâlik ve Leys ile kurtarmış olmasaydı mutlaka sapıklığa düşerdim" dediği, İmam Mâlik'in kendisine iltifat ettiği, âdeti olmadığı halde ona mektup yazarak bilgisine başvurduğu ifade edilmektedir. İbn Vehb, İmam Mâlik'in görüşlerini iyi bilen âlimlerden biridir. Nitekim İmam Mâlik v e f a t ettikten sonra bir meselede onun görüşü konusunda ihtilâf çıktığında Medineliler ya İbn Vehb'e mektup yazarlar veya Medine'ye gelmesini beklerlerdi. Bazıları, onun Mâlikî mezhebini tedvin eden İbnü'l-Kâsım'dan daha iyi fıkıh bildiğini ileri sürerken öğrencilerinden Asbağ b. Ferec de İmam Mâlik'in öğrencileri içinde sünnet ve âsârı en iyi bilen kişinin İbn Vehb olduğunu söylemektedir. İbn Vehb'den Abdurrahman b. Mehdî, Asbağ b. Ferec, Hâris b. Miskîn, Abdullah b. Abdülhakem, Ebû Abdullah İbn Abdülhakem, Ahmed b. îsâ et-Tüsterî, Rebî' b. Süleyman el-Murâdî, Rebr b. Süleyman el-Cîzî, Harmele b. Yahyâ, Yahyâ b. Yahyâ el-Leysî ve Sahnûn gibi âlimler hadis okumuş, hocaları Leys b. Sa'd ve İmam Mâlik de ondan hadis rivayet etmişlerdir. Hadis bilgisine duyulan güven sebebiyle derslerine büyük rağbet gösterilmiş, hatta bir defasında meydana gelen izdiham yüzün-



Ebû M u h a m m e d Abdullah b. V e h b b. M ü s l i m el-Fihri el-Mısrî (ö. 1 9 7 / 8 1 3 ) İmam Mâlik'in önde gelen talebelerinden, fakih ve muhaddis.



görüştü. Ders aldığı veya hadis dinlediği 400 civarındaki hocası arasında, ilk olarak



den İbn Vehb yaralanmış ve bir daha hadis rivayet e t m e y e c e ğ i n e yemin etmiş, ancak daha sonra keffâret ödeyerek ders^



125 (743) yılında Kahire'de doğdu. Benî Fihr kabilesinin mevâlîsindendir. On yedi



olduğunu söylerken Ebû Zür'a er-Râzî onun rivayet ettiği 30.000 hadisi incelediğini, bunların içinde mevzû hadis bulunmadığı gibi münker bir hadise bile rastlamadığını, Zehebî de onun hüccet, hâfız ve müctehid bir âlim olduğunu belirtir. Kıraat, tefsir, hadis, fıkıh ve tarih konularında devrinin önde gelen âlimlerinden sayılan v e "dîvânü'l-iim" olarak nitelendirilen İbn Vehb, özellikle Mısır ve Hicaz bölgesinin hadislerini toplamaya gayret göstermiş, bunların müsned ve maktûlarını hem cemetmiş hem ezberleyip tasnif etmiştir. İbnü't-Taberî Hicaz, Şam ve Mısır bölgesindeki hadisleri ondan daha iyi bilen birini görmediğini söylemektedir. İbn Vehb'in 100.000'i aşkın hadisi şifahî olarak rivayet ettiği ve eserlerinde 20.000 civarında hadis topladığı belirtilmektedir. Eserleri. 1. el-Cûmic fi'l-hadîs. İbn Vehb'in rivayet ettiği çeşitli konulara dair hadislerin yer aldığı bu eserin günümüze ulaşan v e yalnız birkaç bölümünü ihtiva eden Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'deki nüshası ( H a d i s , nr. 2 2 0 1 ) önce J. David-Weill tarafından açıklamalarla birlikte (I-II, K a h i r e 1 9 3 9 - 1 9 4 8 ) , daha sonra da Mustafa Hasan Hüseyin Muhammed Ebü'l-Hayr tarafından hadisleri tahrîc edilerek (I-II, D e m m â m 1416/1996) yayımlanmıştır. Bu neşirde tesbit edilen rivayet sayısı 717'dir. Eserin bir bölümü de Chester Beatty Library'de (nr. 3 4 9 7 ) bulunmaktadır. Şam'da Dârül-kütübi'z-Zâhiriyye'de mevcut ( M e c m û ' , nr. 40, vr. 1 5 6 - 1 7 1 ) el-Müsned adını taşıyan yazma da bu eserin bir parçası olmalıdır. 2. Tefsîrü'l-Kur'ân. İbn Vehb'in tefsirle ilgili rivayetleri derlediği bu eserdeki malzemenin müsnede benzer bir şekilde düzenlendiği görülmektedir. İbn Vehb'in rivayetleri ayrıca birçok tefsirde yer almıştır. Esere ait küçük bir kısmın Kayrevan'da el-Mektebetü'l-atîka'da bulunan nüshası, Miklos Muranyi



lerini sürdürmüştür. İbn Vehb 25 Şâban 197(1 Mayıs 813) tarihinde Kahire'de ve-



tarafından rivayet ve râvileriyle ilgili kaynaklar gösterilmek suretiyle, Kur'an ilimlerine dair b ö l ü m l e (el-öâmi: Tafsiral-



f a t etti. 195 veya 196'da öldüğü de kaydedilmektedir.



Glufan [Die KoranwissenschaftenJ, W i e s b a d e n 1 9 9 2 ) tefsir bölümü ( a l - ö â m i : Taf-



Takvâ sahibi olarak tanınan İbn Vehb'in



siral-Oufân [DieKoranexegese], I-II, W i e s b a d e n 1993-1995) ayrı ayrı neşredilmiştir. 3. Kitâbü'1-Kader ve mâ verede fî zâ-



yaşlarından itibaren ilim tahsiline başladı. İmam Mâlik, Leys b. Sa'd, Süfyân es-Sev-



hayatını ribâtlarda cihad etmekle, ayrıca



rî, Süfyân b. Uyeyne, Abdülazîz el-Mâcişûn, İbn Cüreyc, Hayve b. Şüreyh, İbn Le-



ara kendisine teklif edilen kadılığı reddet-



hîa, Hanzale b. Ebû Süfyân el-Cumahî, Üsâme b. Zeyd el-Leysî gibi âlimlerden ders aldı. Nâfı' b. Abdurrahman'dan arz



kisini görmek mümkündür. İbn Sa'd, Yah-



öğretimle ve hacla geçirdiği kaydedilir. Bir mesinin temelinde onun bu kişiliğinin etyâ b. Maîn, Nesâî, İbn Adî ve Zehebî gibi hadis münekkitleri tarafından sika kabul



yoluyla kıraat öğrendi. Döneminde Medine'nin en büyük âlimi sayılan İbn Şihâb



edilmekle beraber bazıları onun zayıf ki-



ez-Zühcî'nin yirmi kadar talebesiyle, ayrıca tâbiîn devri âlimlerinden bazılarıyla



mişlerdir. Ahmed b. Hanbel, İbn Vehb'in



şilerden hadis rivayet ettiğine dikkat çeksâlih bir âlim, fakih v e çok bilgili bir kişi



like mine'l-âsâr. Kaderle ilgili yirmi hadis v e altı haberin Kaderiyye'ye reddiye amacıyla bir araya getirildiği eser Abdülazîz Abdurrahman Muhammed el-Useym tarafından yayımlanmıştır ( M e k k e 1406/ 1986). İbn Vehb'in kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır; el-Muvatta'ü'l-kebîr, bü'l-Cerıâ'iz,



el-Muvatta'ü'ş-şağir, KitâKitâbü Ahvâli'l-kıyâme, 441



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN VEHBÛN Kitâbü'l-Bey%



Kitâbü'l-Menâsik,



tâbü'l-Meğâzî, Kitâbü'r-Ridde, ru Ğarîbi'I-Muvattael-Mücâlesât Mâlik. Abdullah b. Abdülhakem,



Ki-



el-Muhtaşa-



rü'l-kebîr fi'l-fıkh adlı eserinde hocası İbn Vehb ile Eşheb el-Kaysî, İbnü'I-Kâsım v e kendisinin İmam Mâlikten rivayet ettikleri 18.000 civarında meseleyi toplamış, Hâris b. Miskin de İbn Vehb ile Eşheb v e İbnü'l-Kâsım'ın ittifak halinde bulundukları görüşlere dair bir eser yazmıştır. İbn Beşküvâl, İbn Vehb'in rivayetleriyle ilgili Ahbâru İbn Vehb adlı bir risâle kaleme almış ( İ s p a n y o l c a t e r c ü m e s i y l e b i r l i k t e nşr. M a n u e l a M a r i n , al-Qantara, X ( M a d r i d 1 9 8 9 ) , s. 3 8 5 - 4 0 3 ) , A h m e d Zünnûreyn Ahmed el-Cükenî de Câmiatü Ümmülkurâ'da Merviyyâtü 'Abdillâh b. Vehb el-Mışrî fi's-Süneni'l-erbcf adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (I-II, R i y a d 1416/1995). BİBLİYOGRAFYA : el-Muvatta', "Büyff", 1; İbn Vehb, el-Câmic (nşr. J. David-Weill), Kahire 1939, neşredenin girişi, 1, s. X1I-XIX; a.e. (nşr. Mustafa Hasan Hüseyin - Muhammed b. Ebü'l-Hayr), Demmâm 1416/1996, neşredenlerin girişi, 1, 12-32; İbn Sa'd, et-Tabakât, VII, 58; Halîfe b. Hayyât, etTabakât (Zekkâr). II, 765; Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr, V, 218; İdî, eş-Şikât, VII, 346; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve't-ta'dîl, V, 189-190; İbn Adî, el-Kâmil, IV, 1518-1521; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 252; İbn Abdülber, el-lntikâ\ Kahire 1350, s. 48-50; Şîrâzî, Tabakâtü 'l-fukahâ', s. 150; Kâdî İyâz, Tertîbü'l-medârik (nşr. Abdülkâdir es-Sahrâvî), Muhammediye 1402-1403/ 1982-83, III, 228-243; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam (Atâ), X, 40-41; a.mlf., Şıfatü'ş-şafoe, IV, 313314; Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, I, 304-306; a.mlf., Mizânü'l-i'tidâl, II, 521-523; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ', IX, 223-234; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb,\, 413-417; İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-tiihâye, I, 463; Keşfü'z-zunûn, I, 440; II, 1907; Brockelmann, GAL SuppL, I, 257, 948; îzâhu'l-meknûn, I, 438; Sezgin, GAS,1,446; Elbânî, Mahtûtât, s. 355; M. Cebr Ebû Sa'de, ibn 'Abdilhakem el-mü'erritj. ue kitâbühû Fütûhu Mışr ve ahbâruhâ, Kahire 1399/1979, s. 9596; C. Avvâd, Akdemü'l-mahtütâti'l-'Arabiyye ft mektebâti 'l-'âlem, Bağdad 1982, s. 211; G. H. A. Juynboll, Müslim Tradition, Cambridge 1985, s. 114-118; M. Muranyi, Dirâsât fi meşâdiri'lfıkhi'l-Mâlikî(trc.Ömer Sâbir Abdülcelîl v.dğr.), Beyrut 1409/1988, s. 58, 146; J. David-Weill, "Note sur un manuscrit malekite de Abd-Allah ibn Wahb ibn Müslim al-Fihri al-Qurashi", Melanges Maspero, III (1935-40), s. 177-183;a.mlf„ "ibn Wahb", El2 (İng.), III, 963; M. Câsim Hammâdî el-Meşhedânî, '"Abdullah b. Vehb el-Mışrî: hayâtühû ve mekânetühü'l-'ilmiyye", Mecelletû'l-mü'errihi'l-'Arabî, sy. 34, Bağdad 1987, s. 232-242; Abdurrahim Güzel, "Abdullah b. Vehb el-Kureşî ve Kitâbühü'l-Kader İsimli Eseri Üzerine Kısa Bir Değerlendirme", Eü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 4, Kayseri 1991, s. 371 -384; Adolf Grohmann, "J. David Weill, Le Djami d'Ibn Wahb", IQ, 1/1 (1954), s. 58-60. S!



nr. 352/2, vr. 55-84, nr. 1188, 1196; C â r u l l a h



İBN VEHBÂN



Tefsîcan



E f e n d i , nr. 8 9 2 , 3 0 v a r a k ; Â ş i r E f e n d i , nr.



(OLaj e*')



122, 31 v a r a k ; R e î s ü l k ü t t â b M u s t a f a E f e n -



Ebû M u h a m m e d Emînüddîn Abdülvehhâb b. A h m e d b. V e h b â n e d - D ı m a ş k î (ö. 7 6 8 / 1 3 6 7 ) Hanefî fıkıh âlimi.



d i , nr. 1169, vr. 6 1 - 8 7 ) Muhibbüddin el-Alvânî'nin



el-Manzûmetü'TMuhibbiyye



adlı eseriyle birlikte basılmıştır ( K a h i r e 1296). 2. cİkdü'l-kalffid ^



şerâ'id.



fî halli



Kaydi'ş-



Bir önceki eserin şerhi olup çeşit-



li nüshaları mevcuttur ( S ü l e y m a n i y e Ktp., 730'dan (1329) önce Hama'da doğdu. Burada ve Dımaşk'ta öğrenim gördü. İbnü'l-Fasîh, Bahâeddin el-Mısrî, Sadreddin



Y a h y â T e v f i k , nr. 1437, 347 varak, S ü l e y m a -



İbn Mansûr ve Ebü'l-Abbas Şehâbeddin el-Ayıntâbî'den ders aldı. Dımaşk'ta çeşitli



r u o s m a n i y e Ktp., nr. 1648). İzzeddin İbnü'l-



medreselerde müderrislik yaptı. Fıkıh v e usulü, Arap dili, lügat, edebiyat ve kıraat alanlarında adını duyurdu. 760 (1359) yı-



di'l-kalâ'id



lında Hama kadılığına tayin edildi. 762'de (1361) görevinden alındıysa da ertesi yıl tekrar aynı göreve getirildi ve Zilhicce 768'de (Ağustos 1367) vefatına kadar bu görevini sürdürdü. İbn Habîb ve İbn Tâğrîberdî diğer kaynakların aksine ondan kâdılkudât diye söz ederler ki muhtemelen kadılıkla da bu görev kastedilmiştir. Eserleri. 1. Kaydü'ş-şerâ'id ve nazmü'1-ferû'id (Manzûmetü ibn Vehbân, elManzûmetü'l-Vehbâniyye). Müellifin şöhretine vesile olan fıkha dair bir eserdir. "Râ" kafiyeli olup tavîl bahrinde yazılan eser el-Hidâye'nin tertibine göre düzenlenmiştir. Birçok yazma nüshası mevcut olup ( m e s e l â bk. S ü l e y m a n i y e Ktp., L â l e l i ,



ibn Vehbân'ın Kaydü'ş-şerâ'id



ue nazmü'l-fera'id



n i y e , nr. 507, 2 7 4 v a r a k , L â l e l i , nr. 1038, 1039, 1040, 1048, E s a d E f e n d i , nr. 757; NuFurât eseri Nuhbetü



'l-feva'id



min



zunûn, II, 1865; B r o c k e l m a n n , GAL, II, 95; SuppL, II, 8 8 8 ; M u h a m m e d M u t î ' e l - H â f ı z , II, 180), Seriyyüddin İbnü'ş-Şıhne el-Halebî de şerhin eksiklerini tamamlayıp bazı zor beyitleri değiştirmek suretiyle İbn Vehbân'ın manzumesini Tafşîlü ferû'id



bi-(ue)



tekmîli



Hkdi'l-



Kaydi'ş-şerâ'id



adıyla şerhetmiştir. Çok tutulan bu şerhin Köprülü Kütüphanesi'ndeki (Fâzıl A h m e d P a ş a , nr. 5 9 5 ) müellif hattı nüsha başta olmak üzere birçok yazması bulunmaktadır ( m e s e l â M a n i s a İl H a l k K t p . , nr. 5 5 0 8 ; T S M K , III. A h m e d , nr. 1144; K ü t a h y a V a h î d P a ş a K t p . , nr. 1105; D İ B Ktp., nr. 9 9 ; İÜ Ktp,. AY, nr. 3232; E d i r n e S e l i m i y e K t p . , nr. 761; Ç o r u m İl H a l k Ktp., nr. 1319, 1494; K a y s e r i R â ş i d E f e n d i K t p . , nr. 416; S ü l e y m a n i y e Ktp., Ş e h i d A l i P a ş a , nr. 848, E s a d



adlı eserinin ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 352/2)



•HSi 'MtlÂ'J



i^tidıi^föSı k ^ ^ j H ^ f J J ı L'4-! ' '-41L



./j^j^Jffilj



p i j j M ^ i f c



cİk-



adıyla ihtisar etmiş (Keşfü'z-



BIMJ ' ' j & f i y & k 'J



SAFFET KÖSE



442



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



•üiiii-iii^'ALü.



İBN VEHBÛN E f e n d i , nr. 786, B e ş i r A ğ a , nr. 267, 268; N u -



z u l l a h E f e n d i , nr. 823, 824). râ'id'i



Kaydü'ş-şe-



Hanefî âlimlerinden Şürünbülâlî



yükselmek istemesidir. Bir şair için kü-



(û^S



l i m A ğ a K t p . , nr. 376; B e y a z ı t D e v l e t K t p . , B a y e z i d , nr. 2326, 2482; M i l l e t K t p . , F e y -



onun gibi yoksul bir aileden g e l m e s i ve



İBN V E H B Û N



r u o s m a n i y e K t p . , nr. 1649, 1650; H a c ı S e -



çümsenmeyecek bir düzeye ulaşmış olma-



Ebû M u h a m m e d Abdülcelîl b. V e h b û n el-Mürsî (ö. 4 8 3 / 1 0 9 0 )



( S ü l e y m a n i y e K t p . , S e r v i l i , nr. 239; a y r ı c a



Endülüslü şair.



sına r a ğ m e n eriştiği bu düzeyi yetersiz bulan İbn Vehbûn, daha az yetenekli kimselerin sarayda önemli mevkilere geti^



rilirken kendisinin hakkı olduğuna inan-



420-430 (1029-1038) yılları arasında



h a z m e d e m e m i ş , bu duygu onu karam-



Mürsiye'de (Murcia) doğdu. Yoksul bir aile-



sarlığa sevketmiştir. İbn Vehbûn bu yö-



nin çocuğudur. Başı büyük olduğu için



nüyle de Mütenebbî'ye benzemektedir.



b k . B r o c k e l m a n n , GAL, II, 95; Suppl., II, 88) ve Nûreddin İbn Gânim el-Makdisî ile (Keşfü'z-zunûn,



II, 1866) Sâlih el-Medhûn



da şerhetmiştir (nşr. M e r v â n M u h a m m e d Şaâr,'Aunü'l-hükkâm'a/â



faşli'l-ahkâm:



Şerhu



İbn



Manzûmeti'l-lmâm



Vehbân,



B e y r u t 1415/1994). Kâtib Çelebi, İbn Vehbân'a ihtişâr fî uşûli kırâ'ati Ebî'Amr



Göyetü'ladlı bir



eser nisbet e t m e k t e y s e de (Keşfü'z-zunûn, II, 1189) Kahire'de el-Hizânetü't-Teymûriyye ( M e c â m î ' , nr. 228) v e Musul'da Mektebetü'l-evkâfi'l-âmme'de ( M e r y e m H a t u n , M e c m û ' , nr. 52/1) müellifin İmtişâlü'l-emr fî kır ffati Ebî cAmr adlı bir eseri bulunmaktadır. Brockelmann da İbn Vehbân'ın Ehâsinü'l-ahbâr fî mehâsini's-sebcati'l-ahyâr e'immeti'l-hamseti'l-emşâr ellezîne işteheret kıra'atühüm fî sâ'iri'l-emşâr adlı bir eserini kaydetmektedir ( G A L Suppl., II, 88). İbn Vehbân'ın Şemseddin Konevî'ye ait Dürerü'l-bihâr üzerine bir şerhi olduğu kaynaklarda zikredilmekte, Kâtib Çelebi de m ü e l l i f i n c İ k d ü ' l - k a l â ' i d ' û e bu eserine atıfta bulunduğunu belirtmektedir (Keşfü'z-zunûn., I, 746).



dığı mevkilere yükselememesini bir türlü



Demga lakabıyla da anılır. Mürsiye'de çe-



el-İklîlü'l-müştemîl



biyat dersleri alan İbn Vehbûn genç yaşta



lîl (b. Vehbûn) adlı bir eserde toplamış, an-



şiir yazmaya başladı. Tahsilini ilerletmek



cak bu kitap zamanımıza ulaşmamıştır.



İbn Habîb el-Halebî, Tezkiretü'n-nebîh fî eyyâmi'l-Manşûr ve benlh (nşr. Muhammed Muhammed Emîn), Kahire 1986, III, 303; Makrîzî, es-Sülûk, VII, 146; İbn Kâdî Şühbe, Târih (nşr. Adnân Dervîş), Dımaşk 1977, III, 300-301; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine, II, 423-424; Takıyyüddin İbn Fehd, Lahzü'l-elhâz (Zeylü Tezkireti'l-huffâz li'z-Zehebî içinde, nşr. M. Zâhid elKevserî), Dımaşk 1347, s. 152; İbn Tağrîberdî, el-Menhelü'ş-şâfî, VII, 378; a.mlf., ed-Delîlü'şŞâfî'ale'l-Menheli'ş-şâfî (nşr. Fehîm M. Şeltût), Kahire, ts., 1,431-432; a.mlf., en-Nücûmü'z-zâhire, XI, 92; İbn Kutluboğa, Tâcü't-terâcim(nşr. Muhammed Hayr Ramazan Yûsuf), Dımaşk 1413/ 1992, s. 198-199; Süyûtî, Buğyetû'l-vu'ât, II, 123;Temîmî, et-Tabakâtü 's-seniyye, IV, 408409; Keşfü'z-zunûn,I, 746; II, 1189,1865-1866; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VI, 212; Leknevî, el-Fevâ'idü 'l-behiyye, s. 26,113; Brockelmann, GAL, II, 95; Suppl., II, 88-,Fihrisü'l-Hizâneti't-Teymûriyye, Kahire 1367/1948,1, 10; Sâlim Abdûrrezzak Ahmed, Fihrisü mahtûtâti Mektebeti'l-evkâfı'l-'âmme fi'l-Meuşıl,Musul 1975, VII, 294; Muhammed Mutr el-Hâfız, Fihrisü mahtûtâti Dâri'l-kütûbi'z-Zâhiriyye: el-Fıkhü'l-Hanefî, Dımaşk 1401/1981,1, 216-218; II, 97, 180; Ahmet Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri, Ankara 1990, s. 8182, 108-109, 127; el-Fıhrisü'ş-şâmil: Mahtutâtü'l-kırâ'ât (nşr. el-Mecmau'l-melekî), Amman 1994, I, 287-288. m İmi



AHMET



ÖZEL



calû



şicri



'Abdilce-



v e kendisine bir hâmi bulabilmek için İş-



İbn Bessâm e z - Z a M r e ' s i n d e de ona v e



bîliye'ye (Sevilla) gitti. Burada İbn Abbâd



şiirlerine bir bölüm ayırmıştır.



el-Mu'temid'in sarayında bir müddet hiz-



dü'l-Hkyân'üa



metkârlık yaptı. Bu sırada Mu'temid'in



fa ayıran İbn Hâkân'ın onun çeşitli zevk ve



çocuklarına dil v e edebiyat dersleri veren



eğlenceler münasebetiyle söylediği şiir-



KalûH-



İbn Vehbûn'a birkaç say-



A ' l e m eş-Şentemerî'nin ders halkasına



lerine yer vermesi dikkat çekicidir. İbn



katılma imkânı buldu. Ondan Müteneb-



Vehbûn'un Zellâka Savaşı ve Mu'temid'in



bî'nin divanını okudu. Şentemerî'nin vefa-



481 'de (1089) Yûsuf b. Tâşfîn'den yardım



tı üzerine (476/1084) onun için bir mersiye



istemek üzere Fas'a yaptığı yolculuk mü-



yazdı. Bu yıllarda söylediği şiirlerle dik-



nasebetiyle yazdığı bazı şiirleri de günü-



katleri üzerine toplayan İbn Vehbûn, Mu'-



m ü z e ulaşmıştır. Mübârek el-Hadrâvî,



temid'in veziri şair İbn A m m â r el-Ende-



edebiyat ve biyografi kitaplarında yer alan



lüsî'nin yardımıyla saray şairleri arasına



onunla ilgili malzemeyi derleyerekAftbö-



girmeyi başardı. Daha sonra Mu'temid v e



ru İbn



oğlu Reşîd için methiyeler yazdı. Mu'te-



adıyla bir yeterlik tezi hazırlamıştır (198 5,



mid ile ona isyan eden Vezir İbn Ammâr



Külliyyetü'l-âdâb ve'l-ulûmi'l-insâniyye



arasında ara buluculuk yaptı v e İbn A m -



[Tunus]).



Vehbûn



ve bakıyyetü



eş'ârih



mâr'ın affedilmesi için çalıştıysa da başarılı olamadı. Mu'temid, İbn Ammâr'ı biz-



BİBLİYOGRAFYA :



İbn Bessâm, İbn Vehbûn'un şiirlerini



şitli hocalardan İslâmî ilimler, şiir ve ede-



zat kendi elleriyle öldürdü; İbn Vehbûn onun için mersiye olarak ancak bir beyit söyleyebildi. İbn Vehbûn, 12 Receb 479'da (23 Ekim 1086) meydana gelen Zellâka Savaşı'ndan sonra İşbîliye'de fazla kalamadı. Mu'temid'le arasının açılması üzerine Meriye'ye (Almeria) giderek hükümdar İbn Sumâdıh el-Mu'tasım'ın himayesine girdi ( F e t h b. Hâkân e l - K a y s î , s. 243). Şair İbn Hafâce ile birlikte İşbîliye'nin de dahil olduğu Endülüs'ün güneyini ellerine geçiren Murâbıtlar'dan kaçarken yollarını kesen bir grup hıristiyan atlı tarafından öldürüldü (a.g.e., s. 13-14). Daha çok methiye türü şiirler yazan İbn Vehbûn'un şiirlerinde tasvirlerin önemli bir yeri vardır. Methiyelerinin bir diğer özelliği, bazı tarihî olaylara yer vererek bu konuda tarihçilere ışıktutmasıdır. Bunun yanı sıra mersiye ve gazel de yazmıştır. İbn Vehbûn'un şiirlerinde Mütenebbî'nin etkisi görülür. Bunun sebebi genç yaşta



BİBLİYOGRAFYA : Feth b. Hâkân el-Kaysî, Kalâ'idü'l-'ikyân, Kahire 1283, s. 13-14, 99, 232-233, 242-245; İbn Bessâm eş-Şenterînî, ez-Zahîre, II, 473-519; İmâdüddin el-İsfahânî, Harîdetü'l-kaşr ve cerîdetü ehli'l-'aşr(nşr. Âzertâş Âzernûş), Tunus 1972, II, 95-103; Dabbî, Buğyetü'l-mültemis, Kahire 1967, s. 387-388; İbn Dihye el-Kelbî, elMutrib, Kahire 1954, s. 118-123; Abdülvâhid elMerrâküşî, el-Mu'cib fî telhîşi ahbâri'l-Mağrib (nşr. R. Dozy), Leiden 1881, s. 72-74; İbn Saîd el-Mağribî, Râyâtü'l-müberrizîn ve ğâyâtü'lmümeyyizîn (nşr. M. Rıdvân ed-Dâye), Dımaşk 1987, s. 198-199; Kütübî, Fevâtü'l-Vefeyât, II, 249-253; Makkarî, Nefhu't-fıb, III, 318-319; IV, 59-60; A. R. Nykl, Hispano-Arabic Poetry, Baltimore 1946, s. 165-167; H. Pâres, Lapoesieandalouse en arabe classiçue au XI" siecle, Paris 1953, bk. İndeks; Abdülvehhâb Azzâm, Mu'temid b. 'Abbâd, Kahire 1976, s. 31-32; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb, IV, 663-665; İhsan Abbas, Târîhu'l-edebi'l-Endelüst, Beyrut 1985, s. 112-113, 127-129; Ch. Pellat, "'Abdülcelîl b. Vehbûn el-Mürsî", ed-Dirâsâtü'l-lslâmiyye,VH/ 4, İslâmâbâd 1972, s. 32-47; a.mlf., "ibn Wahbün", El2 (İng.), III, 963; Mübârek el-Hadrâvî, "İbn Vehbûn", Mecelletü Dirâsât Endelüsiyye, sy. 10, Tunus 1993, s. 42-52; sy. 15 (1996), s. 5-25; sy. 16 (1996), s. 69-99; Sîmîn-i Muhakkik, "İbn Vehbûn", DMBl, V, 93. m



üstadı Şentemerî'den divanını okuması,



İRİ



RAHMI ER



443



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN VEKÎ'



ÎBN VEKÎ'



r



n



(«ÜOOJO



İbn Cinnî, bu kitaba en-Nakz Vekf



İbn Vekî', çiçek ve şarap tasvirlerinin



E b û M u h a m m e d e l - H a s e n b. A l î b. A h m e d b. M u h a m m e d e d - D a b b î el-Atıs et-Tinnîsî (ö. 393/1003) Şair, edip ve tenkitçi,



393'te ( 1 4 M a r t 1 0 0 3 ) Hnnîs şehrinde vef a t etti v e orada defnedildi. önemli yer tuttuğu şiirlerinde tevazu, hoşg ö r ü , israf, kibir, kıskanç arkadaştan uzaklaşma, sır sakiama, kanaat ve yolculuğun faydaları gibi konulan da işlemiş-



^



tir. Şiirleri güzel teşbihlerle dolu olup teşbih konusunda belâgat kitaplarında şiir-



306 (918) yılında Mısır'ın Dimyat yakı-



lerinden çok sayıda örnek verilmiştir (Dî-



nındaki Tlnnîs ( B u h a y r e t ü l m e n z i l e ) şeh-



uan, neşredenin girişi, s. 12-13). Seâlibî



rinde doğdu. Varlıklı ve kültürlü bir aile-



onun ilmi, sanatı ve şahsiyetiyle çok etki-



nin çocuğudur. Ahbârü'l-kudât



leyici bir insan olduğunu söyler (Yetime-



rîhihim



v e tevâ-



tü'd-dehr, I, 4 3 4 ) .



adlı eserin müellifi olan v e VekT



diye anılan büyük dedesi Ebû Bekir Mu-



Eserleri. 1. Kitâbü'1-Münşıf. İbn VekT şairliğinden çok Mütenebbî'nin şiirlerinin



hammed b. Halef fıkıh, Arap dili ve edebiyatı, şiir ve tarih âlimi olup Ahvaz'da ve



eleştirisine dair kaleme aldığı bu eseriyle tanınır. Eserin adını el-Münşıf koyduğu



bazı şehirlerde kadılık yapmıştı. Babası da dil v e ahbâr âlimiydi. Ailesinin, büyük



halde eleştirilerinde son derece sübjektif davranmış, en küçük benzerlikleri bile intihal olarak değerlendirmiştir. Eseri Muh a m m e d Rıdvân ed-Dâye el-Münşıf fî nakdi'ş-şfr ve beyânı seriköti'l-Mütenebbî ve müşkili şfrihî(Dımaşk 1981), Muhammed Yûsuf Necm Kitûbü'l-Münşıf li's-sârik ve'l-mesrûk minhü fîizhâri serikâti Ebi't-Tayyib el-Mütenebbî ( K ü v e y t 1984; I-II, B e y r u t 1992), Hammûdî Zeynüddin Abdülmeşhedânî el-Münşıf fi'd-delâleti calâ serikâti'l-Mütenebbî( B e y r u t 1 9 9 3 ) adıyla yayımlamışlardır.



dedesi Vekî'in Bağdat'ta vefatından sonra Mısır'a göç etmiş olabileceği kaydedilmektedir. İbn Vekî'in hocaları hakkında bilgi bulunmamaktadır. Kendisi sadece Ebü'l-Hasan Ali b. Ahmed el-Mühellebî'



'



t



'



6



ğ j j iujfy,



ıtyjpy C^ijl^ lJ (İtpi . p iyy'JI J l İ ^ ^ ^ J ^ J p ^ ^ J ; , ^ "



Issl RAHMİ E R 466



fi'l-mûsiki.



nâ'nın eş-Şifâ1 adlı eserinin mûsikiyle il-



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



neş-



İBN ZİYÂD el-GAYSÎ r e d e n i n g i r i ş i , s . 10-11; F a r m e r , s. 2 2 0 ) .



Abs kabilesi, aynı adla anılan birkaç ka-



rine daha çok yer vermekte ve dolayısıy-



İki kısımdan oluşan eserin birinci kısmın-



bileden m u h t e m e l e n Gatafân'ın kolu



la usule dair bazı mâlumat da ihtiva et-



da mûsikinin temel unsuru olan ses, ikin-



olup Kuzey Afrika fetihleri sırasında bir



mektedir. İbn Ziyâd'ın İmam Mâlikten



ci kısımda ise zaman incelenmektedir, el-



kısmı bu b ö l g e d e y e r l e ş t i . Ebû Ömer



dinlediği alışveriş, nikâh v e talâk konula-



Kâfî'nin Zekeriyyâ Yûsuf tarafından ilmî



Hâlid b. Ebû İmrân et-Tücîbî et-Tûni-



rına dair hadisleri ihtiva eden



neşri yapılmıştır ( K a h i r e 1964). 2. Şerhu



sî'den d e r s alan İbn Ziyâd ilim tahsili



min zînetih



risâleti Hay b. Yakzân. İbn Sînâ'nın sem-



için Hicaz ve Irak'a gitti. Mâlik b. Enes,



Kaynaklarda belirtildiğine göre Sahnûn,



bolik eserinin şerhidir. Birçok dile çevrilen



Leys b. Sa'd, Süfyân es-Sevrî ve İbn Lehîa



bu eserin aslının İbn Eşres'e ait olduğunu



ve İbn Sînâ'nın eserinin anlaşılması ama-



gibi âlimlerden hadis dinledi. İmam Mâ-



v e İbn Ziyâd tarafından anlam bakımın-



cıyla sıkça başvurulan eserin İbn Ezrâ'ya



lik'in el-Muvatta'ı



dan rivayet edildiğini söylemiştir.



nisbet edilen İbrânîce tercümesi 1886 yı-



el-Câmfu'l-kebîr



lında David Kaufmann tarafından Berlin'-



ğir'ini rivayet etti. İbn Ziyâd, İmam Mâ-



d e neşredilmiştir (D/A, X V I , 5 5 2 ) . Şerhin



lik'in görüşlerini Kuzey Afrika'da tanıta-



çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları



rak açıklayan ve esaslarını belirleyen ilk



ile Süfyân es-Sevrî'nin ve



el-Câmicu'ş-şa-



vardır ( S ü l e y m a n i y e K t p . , B a ğ d a t l ı V e h b i



âlimdir. Devlet adamlarından uzak duran



E f e n d i , nr. 2 0 2 3 / 4 2 ; A y a s o f y a , nr. 2 4 5 6 ) .



v e kadılık teklifini reddeden İbn Ziyâd,



Müellifin kaynaklarda ayrıca



el-İhtişâr



kendisini öğretim faaliyetine verip arala-



fi'n-nefs



rında Esed b. Furât, Sahnûn, Ebû A m r



adlı eserleri zikredilmekte ve diğer bazı



Bühlûl b. Râşid el-Kayrevânî, Mûsâ b. Mu-



risâlelerinin de bulunduğu kaydedilmek-



âviye es-Sumâdıhî, Ebû Semüre Şecere b.



tedir.



îsâ el-Meâfırî et-Tûnisî gibi Mâlikî mezhe-



min tabî'ıyyâti'ş-Şifâ'



ve Kitâb



binin Kuzey Afrika'da yayılmasında bü-



BİBLİYOGRAFYA : İbn Zeyle, el-Kafî fi't-mûsiki(nşr. Zekeriyyâ Yûsuf), Kahire 1964, s. 17; ayrıca bk. neşredenin girişi, s.2-16; Ali b. Zeyd el-Beyhaki, Târîhu hükemâ'l'l-İslâm



(nşr. Memdûh Hasan Muham-



med), Kahire 1417/1996, s. 115-116; Keşfü'zzunûn, I, 862; H. G. Farmer, A History ofArabian Music, London 1929, s. 220; H. Corbin, Avicenna and the Visionary Recital (trc. W. R. Trask), Texas 1980, s. 127-132, 134, 161, 274; a.mlf., "İbn Sînâ'nın Hayy b. Yakzân Risalesi'nin Yazılışı ve Orjinalliği", İslâm Felsefesinde Sembolik Hikayeleri: İbn Sînâ-Sühreuerdî-A. Gazzâlî-N. Râzî(trc. Derya Örs v.dğr.), İstanbul 1997, s. 10-22; ayrıca bk. İndeks; A.-M. Goichon. "ibn Zaylâ", EP (İng.), III, 974; Muhammed Ali Ebû Reyyân, "İbn Zeyle", Mevsû'atü'l-hadâreti'l-İslâmiyye, Amman 1993, s. 265-266; İlhan Kutluer - Hasan Kâtipoğlu, "Hay b. Yakzân", DİA, XVI, 552. ryı İM



TAHSİN GÖRGÜN



yük rol oynayan âlimlerin bulunduğu birçok talebe yetiştirdi. Özellikle mezhebin en önemli iki temsilcisi Sahnûn ve Esed'in yetişmesine büyük katkısı oldu. 183 (799) yılında Tunus'ta v e f a t etti v e şehrin Türk Pazarı diye anılan mevkiinde defnedildi. Hadis rivayetinde sika, hâfız ve emin gibi vasıflarla nitelendirilen İbn Ziyâd fı-



^



F



İ B N ZİKRÎ



n



(bk. İBN ZEKRÎ).



İ B N Z İ Y Â D el-ABSÎ ((^jJI ibj



^



n



^



İmam Mâlik'in önde gelen talebelerinden.



^



TYablusgarp'ta doğdu ve daha sonra



İbn Ziyâd el-Absî, Muvatta'ü'l-İmâm Mâlik: Kıt'a minhü bi-rivâyeti İbnZiyâd(nşr. Muhammed eş-Şâzelî en-Neyfer), Beyrut 1984, neşredenin girişi, s. 9-83; Ebü'l-Arab, Jabakâtü 'ulemâ'i İfrikıyye ve Tûnis (nşr. Ali eş-Şâbbî - Nuaym Hasan el-Yâfî), Tunus 1985, s. 220-223; Ebû Bekir el-Mâlikî, Riyâzü'n-nüfûs (nşr. Beşîr el-Bekkûş - Muhammed el-Arûsî el-Matvî), Bey-



rut 1403/1983, 1, 234-237; İbn Abdülber, el-İntikâ', Kahire 1350, s. 60; İbn Mâkûlâ, el-İkmâl, I, 524; Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukahâ', s. 152; Sem'ânî, el-Ensâb, III, 108; Kâdî İyâz, Tertîbü'l-medârik, I, 326-329; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam (Atâ), IX, 85; Zehebî, Târîhu'l-İslâm: sene 181190, s. 304; Safedî, e/-Vâ/î,XXl, 119; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb, s. 192-193; İbn Kunfüz, el-Vefeyât (nşr. Âdil Nüveyhiz), Beyrut 1971, s. 145; el-Hulelü's-sündüsiyye, I, 692-695, 702; Mahlûf, Şeceretü'n-nûr, 1, 60; Sezgin, GAS, I, 465; Tâhir Ahmed ez-Zâvî, Târîhu'i-fethi'l-'Arabî fîLîbyâ, Trablusgarp 1972,"s. 193-195; Ali Refîî, "İbn Ziyâd", DMBİ, III, 639-640. H



CENGIZ KALLEK



di. Sahnûn'a göre İfrîkıye ulemâsı arasında fıkha hâkimiyet ve takvâ bakımından



İ B N Z İ Y Â D el-GAYSÎ



r



bir benzeri yoktu. Kayrevan halkı araların-



Ebü'z-Ziyâ Abdurrahman b. Abdilkerîm b. İbrâhîm el-Gaysî ez-Zebîdî (ö. 975/1568)



başvururdu. Mâlik'in usulünü esas almakla birlikte zaman zaman onunkinden farklı bazı görüşleri benimsemesi veya ictihadlarda bulunmasından mezhep taassububk. Muvatta'ü'l-İmâm



n



(JtfJI â l ü o î ' )



daki ihtilâflarda İbn Ziyâd'ın görüşüne



^



Şâfiî fakihi.



^



Mâlik, n e ş r e d e n i n



g i r i ş i , s. 9 - 1 0 ) .



900 yılı Receb ayında (Nisan 1495) Ye-



İbn Ziyâd'ın el-Muvattd'



rivayeti, mez-



men'in Zebîd şehrinde doğdu ve orada



hebin İfrîkıye'deki iki merkezinden biri



büyüdü. Büyük dedelerinden Ziyâd'a nis-



olan Tunus'ta ilk nüveyi oluşturmuştur.



betle İbn Ziyâd diye tanındı. Küçük yaşta



rivayetlerinin v e hatta İfrî-



Kur'an'ı ezberledikten sonra Muhammed



kıye'de telif edilen kitapların ilki olması



b. Mûsâ ed-Ducâî, A h m e d b. Mûsâ ed-



muhtemel görülen bu eserin günümüze



Ducâî, A h m e d b. Ömer el-Müzecced ve



el-Muvaüa3



E b u 1-Hasen A l î b. Z i y â d e l - A b s î et-Tûnisî (ö. 1 8 3 / 7 9 9 )



BİBLİYOGRAFYA :



kıh alanında da devrinin otoritelerinden-



na kapılmadığı anlaşılmaktadır ( m e s e l â F



Hayrun



adlı bir eseri daha vardır.



ulaşan bir parçası, Muhammed eş-Şâzelî



Ebü'l-Abbas İbnü't-Tayyib et-Tanbezâvî'-



en-Neyfer tarafından tahkik edilerek M u -



den (et-Tabenzâvî) fıkıh, Hâfız Vecîhüddin



v atta'ü'l-İmâm



Mâlik:



Kıfa minhü



bi-



İbnü'd-Deyba' ve diğer bazı âlimlerden



adıyla neşredilmiştir



tefsir, hadis, siyer, Cemâleddin Yahyâ Ku-



( T u n u s 1 9 7 8 ; B e y r u t 1980, 1981, 1 9 8 2 ,



teyb'den usul, Muhammed Mufaddal el-



1984). Bu parçada, Yahyâ b. Yahyâ el-Ley-



Lihyânî'den Arapça okudu.



rivâyeti



İbn Ziyâd



Uınus'a yerleşti. Abs kabilesine mensup-



sî'nin el-Muvaüa3



rivayetinde "Kitâbü'd-



942 (1536) yılında hacca giden İbn Zi-



tur; Arap asıllı olmadığına dair bir rivayet



Dahâyâ", "Kitâbü'z-Zebâ'ih", "Kitâbü'ş-



yâd, başta Hicaz müftüsü Abdülazîz ez-



bu kabilenin mevâlîsinden olabileceğini



Şayd" ve "Kitâbü'l-cAkika" başlıkları altın-



Z e m z e m î olmak üzere Haremeyn âlim-



akla g e t i r m e k t e , soy zincirinde sadece



da toplanan konulara tekabül eden on beş



leriyle fikir alışverişinde bulundu. Hocası



babasının adının kaydedilmesi de bu ih-



bab bulunmaktadır. İbn Ziyâd'ın rivayeti



Tanbezâvî'nin 948'de (1541) ölümü üze-



timali kuvvetlendirmektedir. Söz konusu



diğer rivayetlere kıyasla Mâlik'in görüşle-



rine fetva makamına getirildi. Zebîd'de467



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZİYÂD el-CAYSÎ ki el-Câmiu'l-kebîr, Mustafa Paşa en-Neş-



şe fi'1-arâii'1-mezrûca



şâr Camii, Vehhâbiyye, Eşrefiyye ve Vâsi-



Nükülü'l-'azbetü'l-ma'înetü'l-müste-



kıyye medreselerinde ders verdi. Receb,



fâdü minhâ



şâban v e ramazan aylarında el-Câmiu'l-



vibetü'l-muharrere



Muzafferî'de Şahîh-i



ride min



okutur ve



Buhârî



ramazanın bitiminde yapılan son derste şehrin emini ve diğer önemli kişiler de hazır bulunurdu. İbn Ziyâd, kendisine gelen soruları talebeleriyle birlikte değerlendirir v e gerekli araştırmaları yaptıktan sonra cevap yazardı. Sabahlan ders verir, öğleden sonra da geçimini sağlamak için çalışırdı. İbn Ziyâd'a ayrıca Hicaz, Hadramut, Habeşistan v e Hindistan'dan zaman zaman fetva sorulurdu. Tasavvufla da ilgilenen ve tarikat ehliyle müzakerelerde bu-



şıhhatü



mine'l-fenâ3, beyl'l-'me,



en-



nü söylüyorsa da ona zaman v e mekân el-Ec-



'ani'l-mesa'iîi'l-vâ-



Kaynaklarda İbn Ziyâd'm çeşitli eserler yazdığı belirtilmekle birlikte Müzenî'nin



Abdülkâdir el-Ayderûsî, en-Nûrü's-sâfır, s. 100, 206, 273-283; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VIII, 272-273, 377-378; Brockelmann. GAL, 11, 532533; SuppL, 11, 555; Hediyyetü'l-'ârifîn,\, 545546; îzâhu'l-meknûn, 1, 23, 28, 52, 78, 110, 152, 154, 158, 190, 230, 234, 372, 417, 435, 554; II, 27, 170, 171, 190, 256, 358, 362, 368, 471, 534,601, 632; Kehhâle, Mu'cemü 'l-mü'ellifın, V, 145-146; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), III, 311; Habeşî, el-Fikrü'l-lslâmî fı'l-Yemen, s. 236-237. m ini



H . IBRAHIM ACAR



yi övücü ifadelerle anardı. 964 (1557) yı-



L



İ B N Z İ Y Â D el-LÜ'LÜÎ (bk. HASAN b. ZİYÂD).



^



Eserleri. Kırka yakın risâle kaleme almı, İbn Hacer el-Heytemî gibi devrin tailgilidir. el-Envârü'l-müşrika



fi'l-fetâ-



adlı eseri de çeşitli ri-



va'l-muhakkaka



sâlelerini ihtiva etmektedir ( y a z m a n ü s h a -



İBN ZİYÂD en-NÎSÂBÛRÎ (^Sj^jUjJI a b j^ I )



^



Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ziyâd en-Nîsâbûrî (ö. 324/936)



nınmış âlimleriyle tartıştıkları konularla



L



Şâfiî fakihi ve muhaddis.



J



ları için bk. B r o c k e l m a n n , GAL, II, 532-533; Suppl., II, 555: H a b e ş î , s. 237). Belli başlı risâleleri şunlardır: İşbâtü sünneti cinde'l-ihrâm



Fethu'l-mübîn



metü'i-burhân



calâ



vih fî ramazân, can



teberru'i'l-



arasında Zühlî, Abdullah b. Hâşim et-Tû-



ve'ş-şuh-



sî, Ebû Zür'a er-Râzî, İbn Vâre, Za'ferânî,



bi'l-



Rebî' b. Süleyman el-Murâdî, Müzenî,



fi'l-cehri



İkâ-



Bekkâr b. Kuteybe, Yûnus b. Abdüla'lâ



ti 't-tera-



es-Sadefî gibi âlimler bulunmaktadır. Ay-



e'immeti'l-İs-



rıca Müzenî, Rebî, Za'ferânî v e Ebû Ab-



kemmiyye



Tahzîru



tağyiri



binâ'i'l-Beyti'l-harâm,



Müzîlü'I-'anâ'



fî ahkâmi'l-ğmâ',



vibetü'l-mardıyye kiyye,



Mısır v e Hicaz'a gitti. Öğrenimini tamamlayınca Bağdat'a yerleşti. Hadis hocaları



v e ennehâ mine'l-Fâtiha,



besmele



lâm



ve'l-



fi'l-uhuvve



be, el-Edilletü'l-vâzıha



238 (852) yılının ilk aylarında Nîşâbur'da doğdu. Tahsil için Horasan, Irak, Dımaşk,



mine'r-rek'ateyn, fî ahkâmi



en-Nuhbe



ref'i'l-



ve'r-rükûc



ve'l-kıyâm



medîn,



el-Ec-



Güvenilir bir râvi olması yanında fıkıh



'ani's-su'â-



meselelerini v e sahâbe ihtilâflarını da iyi bilen İbn Ziyâd kendi devrinde Irak Şâfıî-



li'l-vârid



mine'l-Beiedi'l-emîn,



Hallü'l-



ma'küd



fî ahkâmi'1-mefküd,



îiâhu'n-



leri'nin lideri durumundaydı. Nevevî onu,



tezvî-



m e z h e p imamının usul ve kaidelerine



ğayri'l-hazzi



bağlı olarak ictihad yapan "ashâbü'l-vü-



fi'l-kelâm



cûh"tan sayar. Dârekutnî, hocaları arasın-



Keş-



da hadisin sened v e metinlerini ondan



Tah-



daha iyi bilen, fıkıh sahasında da ondan



nuşûşi'i-müfaşşaha



bi-butlâni



ci'1-veiiyyi'l-vâkic calâ



fü'n-nikâb



can



rirü'l-makâl rü'yeti calâ



'alâ Simtü'l-le'âl



mâ verede



defi



fî kütübi'l-acmâl, ahkâmi'l-mihrâb,



fî hükmi



hilâli



men ahbera



mâ nusibe



468



nevî yalnızca birinci eserin adını vermektedir. İbnü'l-İmâd'ın muhtemelen bir hatadan kaynaklanan bu kaydı sebebiyle Ömer Rızâ Kehhâle de bunları iki ayrı eser olarak zikretmiştir ( M u ' c e m ü ' l - m ü kütübi'z-Zâhiriyye'de bir mecmua içinde el-Fevâ'id



adlı bir eserinin kayıtlı olduğu belirtilmek-



Keşfü'l-ğıtâ



BİBLİYOGRAFYA : Abbâdî, el-Fukahâ'ü'ş-Şâfl'iyye,s. 42; Hatîb, Târîhu Bağdâd, X, 120-122;Şîrâzî. 7"ai>a/câîü7fulfahâJ, s. 113-114;Sem'ânî, el-Ensâb (Bârûdî), V, 550-551; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam,VI, 286287; İbnü'l-Esîr, et-Lübâb, IH, 341; a.mlf., el-Kâmil, VIII, 328;Nevevî, Tehzîb, 1/2, s. 197-198;Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', XV, 65-68; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, III, 819-820;Safedî, el-Vâfî,XVil, 480-481; Yâfiî, Mir'âtû'l-cenân, II, 288-289; Sübkî, Tabakât,m, 310-314; İsnevî, Tabakâtû'şŞâfi'iyye, II, 481; İbn Kesîr, el-Bidâye,XI, 186; İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü'ş-ŞâfiHyye, I, 110111; Süyûtî, Tabakâtü'l-huffâz (Ömer), s. 341342; Keşfü'z-zunûn, II, 1636; İbnü'l-İmâd, Şezerât, II, 302; Ziriklî, el-A'lâm, IV, 263; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifin, VI, 119; a.mlf., el-Müstedrek 'alâ Mu'cemi'l-mü'ellifîn, Beyrut 1406/ 1985, s. 432; Elbânî. Mahtûtât, s. 143; M. Hasan Heyto, el-Ictihâd ue tabakâtü müctehidi'şŞâfi'iyye, Beyrut 1409/1988, s. 223. Sİ



r



ŞÜKRÜ Ö Z E N



İBN ZULAK



n



(JVjj^ı) Ebû Muhammed el-Hasen b. İbrâhîm b. el-Hüseyn el-Leysî el-Mısrî (ö. 387/997) Mısırlı tarihçi.



L



j



üstün olan birini görmediğini belirtmek-



İhşîdîler döneminde doğdu ( Ş â b a n 306/



ile'z-Zührîmine'l-



O c a k 9 1 9 ) . Meşhur Şâfıî âlimi İbnü'l-Had-



lec b. Ahmed, İbnü'l-Muzaffer, Muhallis,



Risâle



fi'l-



dâd el-Kinânî"nin öğrencisidir. Fâtımîler'in



İbn Ukde, H a m z a el-Kinânî v e Ebû Ali



ve'l-bün



ve



gelmesinden sonra onların görüşünü be-



en-Nîsâbûrî gibi birçok âlim kendisinden



ve'l-



nimseyerek Şiîliği seçti ve mezâlim mah-



hadis rivayet etmiştir. 4 Rebîülâhir324'te



vaka'a fî



kemelerinde kadılık yaptı; 330'da (942)



(1 Mart 936) v e f a t eden İbn Ziyâd, Hatîb



ve'l-ha-



Dımaşk'ta bulundu. 25 Zilkade 387 (29



el-Bağdâdî ile İbnü'l-Cevzî'nin belirttiği-



uhdi-



Kasım 997) tarihinde Mısır'da v e f a t etti.



ne göre Bağdat'taki Bâbülkûfe mevkiinde



İbn Hallikân onun faziletli bir insan ve iyi



cemfi'l-mahadderâti'l-mübâha



tâ', Müzîlü'l-Canâ'



Kitâbü'r-



tedir. Dârekutnî'den başka İbn Şâhin, Da'-



ve'l-kahve



teberruH'd-deyn



yerine



Ribâ adlı bir eserini kaydediyorsa da İs-



bi-



vehm fî hadîsi Zi'l-Yedeyn,



mekrûhe,



rak Kitâbü'z-Ziyâdât



Şeddü'l-yedeyn



Şevvâl,



kât ve'l-küfte



herhangi bir eserinin adı zikredilmemektedir. İbnü'l-İmâd, İsnevî'ye atıfta buluna-



dullah İbn Abdülhakem'den fıkıh öğrenimi gördü.



'ani'l-es'iieti'l-Mek-



el-Cevâbü'l-metîn



ve'l-maşlaha,



Muh-



adlı kitabından başka



tedir ( E l b â n î , s . 143). r



mış olan İbn Ziyâd'm risâlelerinin bir kıs-



i'tidâl



taşari'l-Müzenî



(nr. 18, vr. 134-151) hadise dair J



bîd'de v e f a t etti.



yedeyn



lyla ilgili Ziyâdât1alâ



el-Muhtaşar'



'ellifîn, VI, 119). İbn Ziyâd'ın ayrıca Dârü'Ir



retim, f e t v a ve telif çalışmalarını sürdürdü. 11 R e c e b 975'te (11 Ocak 1568) Ze-



bakımından daha yakın olan Hatîb el-Bağdâdî'nin tesbiti doğru olmalıdır.



bilâdi'l-Mehre.



BİBLİYOGRAFYA :



lunan İbn Ziyâd, Muhyiddin İbnü'l-Arabî'lında gözlerini kaybetmesine rağmen öğ-



defnedilmiştir. İsnevî Nîşâbur'da öldüğü-



'ammâ



mine'l-lübsi fî ahkâmi mâ



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜHR bir tarihçi (Vefeyât, il, 9 1 ) , İbn Hacer de



y i d e İ s m â i l Kâşif, K a h i r e 1953, s. 1 4 8 - 1 9 8 )



sika olduğunu söyler (Lisânü'l-Mîzân, 11,



İhsan Abbas'ın Şezerât



1 9 1 ) ; Abdullah b. Vehbân b. Eyyûb ise



mefküde



kendisinden hadis rivayet etmiştir. Eserleri. 1. Fezâ'ilü



Mışr ve



ahbâru-



hâ (Kitâbü Fezâ'ili Mışr, Târîhu Mışr ue fezâ'ilühâ).



Mısır hakkındaki âyetler ve ha-



dislerle başlayan eser ülkenin ismi, coğrafî sınırları, burada kalmış olan Hz. İbrâhim, Yûsuf v e Mûsâ ile firavunlar, kutsal yerler, Nil nehri, tabiat güzellikleri, yetiştirilen ürünler v e Bizans, Sâsânî hâkimiyetleri hakkında bilgi verdikten sonra İslâm tarihiyle devam ederek Hz. Ömer, Osman, Ali dönemleriyle EmeVîler, Abbâsîler, Tolunoğulları ve İhşîdîler'i anlatıp Fâtımîler'den Azîz-Billâh'ın ölümü v e Hâkim -Biemrillâh'ın halife olmasıyla sona ermektedir. Daha çok Mısır'a hâkim olan vali ve hânedanların esas alındığı görülür. Kitaba zamanla kimliği bilinmeyen müellif veya müstensihler tarafından bazı ilâveler yapılmıştır. İbn Zûlâk'ın t e l i f i n d e Ebü'I-Kâsım İbn Abdülhakem'in M ı ş r v e ahbûruhû,



şâ'işu 'Alî, Muhammed b. Yûsuf el-Kindî'nin Kitâbü'l-Vülât



v e Belevî'nin Sîre-



tü Ahmed



adlı eserlerinden,



b. Tolûn



ayrıca Tahâvî'nin rivayetlerinden faydalandığı anlaşılmaktadır; Zehebî, Makrîzî, İbn Tağrîberdî v e Süyûtî de ondan istifade etmişlerdir. Eserin Paris Bibliotheque Nationale ( n r . 1 8 1 6 - 1 8 1 7 ) , Murad Molla (nr. 340/3) v e Beyazıt Devlet ( V e l i y y ü d d i n E f e n d i , nr. 2 4 5 3 ) başta olmak üzere birçok kütüphanede yazma nüshaları bulunmaktadır ( S e z g i n , I, 3 5 9 ) . Kitabın bugüne kadar yalnız Tolunoğulları v e İhşîdîler'le ilgili kısmı Nadir Özkuyumcu tarafından Türkçe tercümesiyle birlikte neşredilmiştir (İlk Müslüman



Türk Devletleri



Toluno-



ğulları ve İhşidîler, İ z m i r 1996, s. 2 7 - 6 6 ) . 2. et-Târîhu'l-kebîr



cale's-sinîn



(el-Kebîr



fî târîhi Mışr ve ahbârihâ) (Yâküt, VII, 226). 3. Tetimmetü Kindî



Kitâbi



(Zeylü'l-Vülât



Ümerâ'i



Mışr



ve'l-kudât).



li'l-



İbn Ha-



cer v e Makrîzî bu eserden çokça nakilde bulunmuşlardır (Lisânü'l-Mîzân, 282; III, 251, 254; V, 9 0 ;



Merakeş'e kadar yayılan Benî Zühr ailesinden yetişen ilk hekimdir. Mâlikî fakıhi olan babası Muhammed b. Mervân'dan



müne kadar geçen yıllan ele almaktadır



tefsir, hadis v e diğer dinî ilimleri tahsil



( M a k r î z î , Itti'âzü'l-hunefâ',



ettikten sonra tıbba merak sardı. Tıp öğ-



1, 124, 135,136,



227; Hıtat, 1 , 6 1 , 8 2 ) . 7. Târîhu



üsreti'l-Mâ-



renimini kimden gördüğüne ilişkin her-



İhşîdîler döneminde önem-



hangi bir bilgi yoktur. Ancak daha sonra



li görevler üstlenmiş olan Mâzerâî ailesi



ilim ve tecrübesini geliştirmek ve hac fa-



hakkındadır ( M a k r î z î , Hıtat, 1,82, 331-332).



rizasını yerine getirmek için Doğu İslâm



zerâ'iyyîn.



8. Sîretü'l-kdîd



Fâtımîler'in ön-



ülkelerine seyahate çıktığı, ardından Kay-



de gelen kumandan ve devlet adamların-



revan v e Mısır'da uzun süre kalarak he-



dan Cevher es-Sıkıllî hakkındadır ( M a k r î z î ,



kimlik yaptığı rivayet edilmektedir ( S â i d



Cevher.



el-Mu kaffe 'l-kebîr, s. 3 5 9 ) . 9. H ita tu Mışr



e l - E n d e l ü s î , s. 1 9 6 - 1 9 7 ) . Bazı kaynaklara



( İ b n H a l l i k â n , II, 9 1 ) . 10. Ahbâru



göre bu yolculuk sırasında önce Bağdat'a



Sîbe-



Mısırlı nahiv âlimi Mu-



gitmiş ve orada hekimbaşı olarak çalıştık-



h a m m e d b. Mûsâ el-Kindî'nin hayatına



tan sonra Mısır ve Kayrevan'a geçmiştir.



veyh



el-Mışrî.



dairdir ( K a h i r e 1 9 3 3 ) . İbn Zûlâk'ın Ebû



Meslek hayatının en olgun döneminde En-



Saîd İbn Yûnus'a ait



dülüs'e dönen Ebû Mervân, Dâniye (Denia)



Kitâbü'l-Gurebâ'-



ya bir zeyil yazdığı da kaydedilmektedir (Keşfü'z-zunûn,



I, 3 0 4 ) .



özel hekimi olarak saraya girmesinin ar-



BİBLİYOGRAFYA :



Yâküt, Mu'cemü 'l-üdebâ', VII, 205-230; İbn Hallikân. Vefeyât, II, 91-92; Safedî, el-Vâfl, XI, 370; İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 321; Makrîzî, elMukaffe'l-kebîr (nşr. Muhammed el-Ya'lâvî), Beyrut 1407/1987, s. 357-359; a.mlf., İtti'âzü'l-hunefâ' (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl), Kahire 1416/1996,1, 102, 107, 114, 124, 134-136, 227; a.mlf., Hıtat, I, 61, 82, 331-332; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, II, 191, 278-282; III, 251, 254; V, 90; İbn Zahîre, el-Fezâ'ilü 'l-bâhirefîzikri mehâsini Mışr ue'l-Kâhire (nşr. Mustafa esSekkâ-Kâmil el-Mühendis), Kahire 1969, s. 131143; Süyûtî, Hüsnü'1-muh.âdara, I, 553-554; Keşfü'z-zunûn, I, 304; Muhammed İbnü'z-Zeyyât, el-Kevâkibü's-seyyâre, Kahire 1325/1907, s. 63; Brockelmann, GAL, I, 230; W. Ivanovv, femaili Literatüre, Tahran 1963, s. 38; Sezgin, GAS, I, 359-360; F. Rosenthal, A History of Müslim Historiography, Leiden 1968, s. 154155; M. Abdullah İnân, Mü'errihû Mışri'l-İslâmiyye ue meşâdirü't-târîhi'l-Mışriyye, Kahire 1388/1969, s. 40-41; Eymen Fuâd, Dirâsenakdiyye li-meşâdiri târîhi'l-FâtımiyyînfiMışr, Kahire 1982, s. 133-134; İhsan Abbas, Şezerât min kütübin mefküde fi't-târîh, Beyrut 1988, s. 207-280; R. Gottheil. "Al-Hasan ibn ibrâhim ibn Zülâk", JAOS, 28 (1907), s. 254-270; "ibn Zülâk", El2 (İng.), III, 979. Sİ



( V e l i y y ü d d i n E f e n d i , n r . 2 4 5 3 ) kütüphaneMu-



İhşîdî hâne-



danının kurucusu Muhammed b. Hığç'un



E Y M E N F U Â D SEYYID







hule'l-Mağ-



dından şöhreti bütün Endülüs'e yayıldı. İbn Ebû üsaybia'ya göre Ebû Mervân hayatının sonlarında İşbîliye'ye dönmüş ve orada v e f a t etmiştir ( c Uyûnü'l-enbâ', s. 517); Dâniye'de öldüğü de rivayet edilir ( İ b n H a l l i k â n , IV, 4 3 7 ) . Kaynaklarda herhangi bir eserinin adı geçmezken hamamda yıkanmanın mizacı bozup vücudun kokmasına yol açtığına dair bazı şâz görüşlerine yer verilmiştir ( S â i d e l - E n d e l ü s î , s. 197). Ebü'l-Alâ b. Zühr b. Ebû Mervân b. Abdülmelik (ö. 5 2 5 / 1 1 3 1 ) . İşbîliye'de doğdu; Benî Zühr ailesinden yetişen ikinci hekimdir. Adı Ortaçağ Batı kaynaklarında Aboali, Abuleli, Ebilule, Alguazir, Abulelizar ve Albuleizar şekillerinde geçer. İlk eğitimini ve tıp hakkındaki temel bilgileri babası Ebû Mervân'dan aldı. Öğrenimini tamamlamak için Kurtuba'ya (Cordoba) giderek Ebû Ali el-Gassânî'nin derslerine devam etti. Hocasının tavsiyesi üzerine Ebû Bekir b. Müfevvez ile Ebû Ca'fer b. Abdülazîz'den hadis öğrendi v e Ebû Muhammed Abdullah b. Eyyûb'dan müselsel hadisler konusunu okudu. Edebiyatta



F



İBN ZÜHR



n



O*') X XIII. yüzyıllarda Endülüslü Benî Zühr ailesinden yetişen hekimler.



üslûp sahibi olduğu ve Makâmât



müelli-



fi Basralı Harîrî ile mektuplaştığı, hatta ondan icâzet aldığı kaydedilir. Fakat babası gibi asıl tıp alanında yetişti ve elde ^



ettiği geniş bilgi v e tecrübe sayesinde şöhreti bütün ülkeye yayıldı ( İ b n ü ' l - E b b â r ,



( 9 3 7 - 9 4 6 ) hayatı hakkındadır. İbn Saîd elMağribî'nin el-Muğrib



şehrine yerleşti. Kendisine büyük d e ğ e r veren Hükümdar Mücâhid el-Âmirî'nin



eş-şağir.



lerinde nüshaları vardır. S. Sîretü b. Tuğc el-İhşîdî.



Li-dînillâh.



si Muiz-Lidînillâh'ın Mısır'a girişinden ölü-



I, 2 7 8 -



Murat Molla (nr. 340/3) v e Beyazıt Devlet



hammed



ten sonra ülkenin çeşitli şehirlerine v e



Fâtımî Halife-



İtti'âzü'l-hunefâ',



I, 102, 107, 114). 4. Târîhu Mışr



Endülüs'teki Şâtıbe'ye (Jativa) yerleştik-



adlı çalışması ( B e y r u t



1988, s. 2 2 3 - 2 8 0 ) içinde yayımlanmıştır. 6. Sîretü'l-Mu'îz



Fütûhu



İbnü'l-Haddâd'ın Hâ-



fi't-târîh



gelen ve IV. ( X . ) yüzyılın başlarında Doğu



kütübin



min



Ebû Mervân Abdülmelik b. Muhammed



rib'i içinde günümüze ulaşmış ve bu ese-



b. Mervân b. Zühr el-İşbîlî (ö. 470/1078).



rin neşirleriyle ( L . T a l q v i s t , L e i d e n 1899;



İşbîliye'de (Sevilla) doğdu. Arap yarımada-



Zekî M u h a m m e d H a s a n - Ş e v k i D a y f - S e y -



sındaki İyâz b. Maad b. Adnân soyundan



I, 7 6 ) . İşbîliye Abbâdî Hükümdarı Mu'temid-Alellah onu özel hekimi olarak himayesine aldı; ancak kendisinin daha sonra devleti ele geçiren Yûsuf b. Tâşfîn'i des469



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜHR teklediği bilinmektedir. Sırtında iki kürek arasında çıkan çıban yüzünden Kurtuba'da vefat etti. Tabakat müellifleri, Ebü'lAiâ'nın yöneticiler nezdinde müstesna bir yeri bulunduğunu belirtirken modern kaynaklar onu vezir diye nitelendirir ( S a r t o n , II, 231). Ebü'l-Alâ tıptaki geniş bilgisini uygulamaya geçirmekle ünlüdür. Onun, nabzına bakmadan ve idrar kontrolü yapmadan hastanın durumu hakkında teşhiste bulunmadığı bilinmekte ve uyguladığı bu yöntemle ünlü hekim Ebû Bekir er-Râzî'yi hatırlattığı görülmektedir. İbn Ebû Usaybia da tedavide nâdir ilâçlar kullanmasına dikkat çeker ('CIyûnü'l-enbâ', s. 517). Ebü'l-Alâ kendinden önceki ve çağdaşı hekimlerin eserlerini incelemiştir. İbn Sînâ'nın el-Kânûn fi't-tıbb'\ o tarihte Endülüs'e ulaşmış ve çoğaltılarak bir nüshası ona takdim edilmişti. Fakat kitabı kütüphanesine koyacak kadar değerli bulmamış ve kenarlarını reçete yazmak için kullanmıştır. Ancak bu durum, el-Kânûn a hiç değer vermediği veya ondan yararlanmadığı anlamına gelmez; zira İbn Sînâ'nın basit ilâçlar hakkındaki görüşlerini eleştirmek üzere kaleme aldığı Makale fi'r-red calâ Ebî 'Alî b. Sînâ adlı eseri onunla hayli meşgul olduğunu göstermektedir.



hânedanından Mansûr Ebü'l-Abbas Ahmed'e takdim edilmiştir. Şerbet, macun v e diğer ilâçların hazırlanma tekniklerini konu alan ilk eser ise oğlu Ebû Mervân'a aittir (DMBİ, III, 631; aş. bk.). 3. Kitâbü'lîzâh bi-Şevâhidi'l-İftizûh. Hekim İbn Rıdvân'ın Huneyn b. İshak'a ait el-Mesâ'il (Medhal) fi't-tıb için yazdığı reddiyenin tutarsızlığını ortaya koymak üzere kaleme alınmıştır; Kâtib Çelebi eserin adını el-îzâh fi't-tıb olarak verir (Keşfü'zzunûn, I, 515). 4. Kitâbü Halli şükûki'rRâzî 'alâ kütübi Câlînûs (Tunus e l - M e k t e b e t ü ' l - A b d e l i y y e , nr. 1/2867). 5. Makale fi'r-red 'alâ Ebî 'Alî b. Sînâ. İbn Sînâ'nın el-Kânûn'unun basit ilâçlar bölümünde yer alan görüşlerinin eleştirisinden ibaret olan eseri müellif oğlu Ebû Mervân için yazmıştır. 6. Makale fî bastıhî li-risâleti Ya'küb b. İshâk el-Kindî fî terkîbi'l-Edviyeti'l-müfrede (Rabat el-Hiz â n e t ü ' l - â m m e , nr. 532). 7. Kitâbü'n-Nüketi't-tıbbiyye. Bu eser de Ebû Mervân için kaleme alınmıştır. 8. Kitâbü'1-Edviyeti'l-müfrede (İbn E b û Usaybia, s. 519). 9. Müshilât bi-i'tibâri'l-fuşûl. Çeşitli mevsimlerdeki ishale yol açan besinler hakkındadır (Tunus e l - M e k t e b e t ü ' l - A b d e liyye, nr. 9/2867). 10. Nechu'n-necâh (Tun u s e l - M e k t e b e t ü ' l - A b d e l i y y e , nr. 3/2867).



Eserleri. 1. Kitâbü'1-Mücerrebât (Mücerrebâtü 'l-hauâş, el-Mücerrebâtü 'ş-şatıîha, Cem'u'l-feuâ'id'ı'l-müntahabe mine'lhavâşşi'l-mücerrebe). Ebü'l-Alâ'nın tıptaki müşahede ve tecrübelerine dair bazı eserlerinden parçalar, yazdığı reçeteler, tıp ve farmakolojiyle ilgili sorulara verdiği cevaplar ölümünden bir yıl sonra Ali b. Yûsuf b. Tâşfîn'in emriyle toplanmış ve alfabetik sırayla düzenlenmiştir. Muhteva olarak mineral, bitki ve hayvanlardan ilâç yapma tekniğini göstermekte, ayrıca bunların hangi hastalıklara karşı nasıl ve ne ölçüde kullanılacağını maddeler halinde açıklamaktadır; eserde yer alan madde sayısı 328'dir. Birçok nüshası bulunan kitabı ( B r o c k e l m a n n , GAL, i, 640; Suppl., I, 889) Cristiana Alvarez Millan, Fransızca tercümesiyle birlikte yayımlamıştır ( M a d rid 1994). Tahran Üniversitesi Kütüphanesi'nde de Farsça bir tercümesi vardır ( M e r k e z î , nr. 11/2422). 2. Câmi'u esrâri'ttıb. İnsan fizyolojisi, beslenme, perhiz ve hastalıkların tedavi yöntemlerini içeren eserin bir nüshası Merakeş'te bir mecmua içinde bulunmaktadır ( B r o c k e l m a n n , GAL Suppl., I, 889). Aynı mecmuada yer alan el-Câmi' fi'l-eşribe ve eş-Şifâ'mine'l-emrâi. ve'l-Hlel adlı eserlerden ikincisi de Ebü'l-Alâ'ya ait olup Murâbıtlar



Gabriel Colin, Ebü'l-Alâ'nın oğlu Ebû Mervân'a ait et-Tezkire adlı eseri Paris ( B i b l i o t h e q u e N a t i o n a l e , nr. 2960) ve Escurial (nr. 839) nüshalarına dayanarak Fransızca tercümesiyle birlikte neşretmiş ( P a r i s 1911) ve eserin Ebü'l-Alâ'nın olduğunu sanmıştır. Halbuki İbn Ebû Usaybia, Ebû Mervân'ın kitabı oğlu Ebû Bekir için yazdığını açıkça belirtmektedir ('Uyûnü'lenbâs. 521). Colin, The Encyclopaedia of islam'ın birinci edisyon una yazdığı "İbn Zühr" maddesinde bu hatasını düzeltmediği gibi ikinci edisyonda bu maddeyi yeniden yazan Roje Arnaldez de aynı hatayı tekrarlamıştır. Ebû Mervân Abdülmelik b. Ebü'l-Alâ b. Zühr (ö. 557/1162). İşbîliye'de dünyaya geldi. Doğum tarihi hakkında tabakat müellifleri bilgi vermezken modern araştırmacılar bazı ipuçlarından hareketle 484 veya487'de (1091,1094) doğduğunu söylerler. Batı literatüründe Avenzoar ve Abhomeron diye geçen Ebû Mervân, Benî Zühr ailesinden yetişen üçüncü ve en meşhur hekimdir; İbn Zühr künyesi anıldığında ilkönce o akla gelir. Önce dil, edebiyat ve dinî ilimler tahsil edip Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. Attâb'dan lügat, kıraat, hadis ve tefsir, Ebû Muhammed b. Azb'dan da Mâlikî



fıkhı okudu. Babasıyla birlikte Harîrî ile mektuplaşarak bazı edebî meseleleri tartıştıkları ve edebiyat alanında kendilerini yetişkin bulan Harîrî'nin her ikisine de icâzet verdiği bilinmektedir ( İ b n ü ' l - E b b â r , 11,616). Erken yaşta babasından tıp tahsili gördü ve henüz gençken üne kavuştu. Başlangıçta babasının yardımcısı olarak mesleğini icra ediyordu; Kitûbü't-Teysîr fi'l-müdâvût ve't-tedbîr adlı eserinde bu hususu sıkça belirtir (s. 43,45-46). Başarısı, geleneksel bilgi ve yöntemlerden çok klinik deneylere önem vermesinden kaynaklanıyordu. Ebû Mervân, Murâbıtlar hânedanından Halife Ali b. Yûsuf b. Tâşfîn'in tedavisi için 501 (1108) yılında Kurtuba'ya davet edildiğinde çok gençti. Fakat on yıl sonra bu hükümdar İşbîliye Kadısı Ali b. Ahmed ez-Zührî'nin kışkırtması sonucu onu Merakeş'te hapse attırdı. Hapiste ne kadar kaldığı bilinmemekte, ancak dört yıl sonra aynı hânedandan İşbîliye Valisi İbrâhim b. Yûsuf b. Tâşfîn'in hekimi olduğu görülmektedir. Bu emîrin büyük saygı ve desteğini kazanan Ebû Mervân pek çok servet edinmiş ve yazdığı Kitâbü'l-İktişâd'ı ona armağan etmiştir. Kendisini ve yakınlarını sağlıklarına kavuşturduğu halde Ali b. Yûsuf b. Tâşfîn'in düşmanlığından kurtulamayan Ebû Mervân 535 (1140) yılında tekrar Merakeş'te hapse atıldı ve hapisteyken yine emîrin yakınlarını tedavi etti. Hekim Ebü'lHakem İbn Galinduh'a da Kitâbü'l-İktişâd'ı hapiste iken okuttu ( İ b n ü ' l - E b b â r , 11, 616). Kitâbü't-Teysîr'üe yeri geldikçe Ali b. Yûsuf'a olan öfkesini "şaki" ifadesiyle dile getiren Ebû Mervân'a ve babasına karşı bu halifenin beslediği düşmanlığın gerçek sebebi hakkında kesin bilgi yoksa da onların Murâbıt-Muvahhid mücadelesinde Muvahhidler'i destekledikleri düşünülebilir. Nitekim Ebû Mervân sonraları yeni devletin kurucusu Abdülmü'min el-Kûmî'nin veziri olmuş, ondan büyük saygı ve yardım gördüğü için de en meşhur eseri Kitâbü't-Teysîr'ı kendisine ithaf etmiştir. İbn Rüşd ile Ebû Mervân arasında yakın bir ilişkinin bulunduğu bilinmektedir. İbn Rüşd el-Külliyyât'ta, kendisinden otuz yaş büyük olan Ebû Mervân'dan istinsah etmek üzere Kitâbü'tTeysîr'ı istediğini anlatır ve onu "zamanımızda tecrübî tıp alanında yazılan en mükemmel eser" diye tanımlar ( M u h a m m e d e l - A r a b î e l - H a t t â b î , I, 281-282). Ebû Mervân birçok öğrenci yetiştirmiştir, bunların önde gelenleri arasında oğlu Ebû Bekir Muhammed, Ebü'l-Hüseyin b. Esdûn Ebû Muhammed eş-Şezûnî, İşbîliye Ka-



470



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜHR dışı Ebû Bekir b. Fakıh ve Ebû İmrân b. İmrân bulunmaktadır. Babası gibi son derece dindar olan Ebû Mervân'ın eserleri önce İbrânîce'ye, oradan da Latince'ye çevrilmiş, bu sırada mukaddimelerindeki İslâmî ifadeler ihmal edildiğinden bazı müellifler ortaya onun yahudi dinini seçtiğine dair asılsız rivayetler çıkarmışlardır ( S a r t o n , II, 233). Ebû Mervân, İşbîliye'de babası gibi iki kürek kemiği arasında çıkan çıbandan ölmüştür. İslâm tıbbı üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Gabriel Colin ve Rose Kuhne'nin doktora tezleri Ebû Mervân üzerinedir. Eserleri. 1. Kitâbü't-Teysîrfi'l-müdâvât ve't-tedbîr. Ebû Mervân'ın olgunluk çağında kaleme aldığı ve Halife Abdülmü'min el-Kûmî'ye ithaf ettiği eserde koruyucu hekimlik hakkında verilen kısa bilgilerden sonra geleneksel anlayışa bağlı kalınarak baştan itibaren vücuttaki organlarda ortaya çıkan hastalıklar ve bunlara karşı kullanılacak ilâçlar sırayla tanıtılır. Babası gibi deneysel metodun önemini vurgulayan Ebû Mervân eserinde kendi yaptığı deney v e gözlemleri ayrıntılarıyla açıklar. Bunlar arasında kalbin dış zarında meydana gelen tümörün tasviri ve yutak felciyle orta kulak iltihabı hakkında verdiği bilgiler orijinaldir. Ebû Mervân, yine bu eserden anlaşıldığına göre aynı zamanda nefes borusu ameliyatını ve yemek borusu vasıtasıyla sunî beslenmeyi öneren ilk hekimdir. Sağlık açısından durgun sularla bataklıkların zararlarına dikkat çekmesi de çağına göre önemli bir husustur. Uyuz hastalığının teşhis v e tedavisiyle ilgili görüşleri ilk değilse de çok açık ve isabetlidir (EP\ İng.], III, 978). Yaygın kanaatin aksine Ebû Mervân Kitâbü't-Teysîr'i İbn Rüşd'ün isteği üzerine yazmış değildir. İbn Rüşd yalnız istinsah etmek üzere eseri müelliften istemiştir. Bilim tarihinde Kitâbü't-Teysîr Ebû Bekir er-Râzî'nin el-Hâvî, İbn Sînâ'nın elKânûn, Ali b. Abbas'ın Kâmilü'ş-şmâ'ati't-tıbbiyye ve et-Tezkîr adlı eserleriyle mukayese edilmektedir. Kitap, XIII. yüzyıldan itibaren birkaç defa İbrânîce ve Latince'ye çevrilmiş ve Latince tercümesi 1490-1574 yılları arasında on defa basılmıştır. İlk ilmî neşrini ise Mişel el-Hûrî gerçekleştirmiş ( D ı m a ş k 1403/1983), daha sonra Muhammed b. Abdullah er-Rûdânî, müellifin el-Câmic adlı risâlesini de ekleyerek yeni bir neşrini yapmıştır ( R a b a t 1992). 2. el-Câmi\ Muhammed b. Abdullah er-Rûdânî tarafından Kitâbü'tTeysîr'm arkasına eklenerek yayımlanan eser bazı macun, şurup ve yağların ha-



zırlanışı ve kullanılışlarını anlatır. 3. Kitâbü'l-Ağziye. Yiyecek ve içeceklerin sağlığa olan yarar ve zararları, diyetler, hijyen kuralları ve baharat çeşitlerinin tıp açısından taşıdığı özellikler gibi konuları içeren eser Muhammed el-Arabî el-Hattâbî tarafından yayımlanmıştır (Da'oetü'l-Hak, sy. 2 7 6 ( M e k k e 1989], s. 2 3 - 8 0 ) . 4. Kitâbü't-Tezkire fi'd-devâ'i'l-müshil. Ebû Mervân bu eserini, kendisine vekâleten Abdülmü'min el-Kûmî'nin Merakeş'teki sarayına gönderdiği oğlu Ebû Bekir için yazmıştır. Gabriel Colin, kitabı Ebû Mervân'ın babası Ebü'l-Alâ'ya nisbet ederek Fransızca tercümesiyle birlikte yayımlamış ( P a r i s 1911), daha sonra Muhammed el-Arabî el-Hattâbî farklı nüshaları karşılaştırarak daha sıhhatli bir neşrini gerçekleştirmiştir (et-Tıb ve't-etıbbâ' fi't-Endelüs, I, 2 8 9 - 3 0 3 ) . S. Kitûbü'l-Könûn. Ebû Mervân'ın Merakeş'te Abdülmü'min el-Kûmî'nin başhekim ve vezirliğini yaparken onun için yazdığı, çeşitli organlarda görülen hastalıklara karşı uyarı mahiyetinde küçük bir risâledir; Muhammed elArabî el-Hattâbî tarafından yayımlanmıştır (a.g.e., I, 304-309). 6. Tafzîlü'l-'asel cale's-sükker. Müellifin kendi dönemindeki hekimlerin gerek tedavi gerekse besin maddesi olarak şekeri bala tercih etmelerinin yanlışlığını anlatmak üzere kaleme alınan ve Abdülmü'min el-Kûmî'ye takdim edilen bu risâleyi Muhammed elArabî el-Hattâbî neşretmiştir (a.g.e., I, 3 1 0 - 3 1 7 ) . 7. Kitâbü'l-İktişâd fî ışlâhi'lenfüs ve'l-ecsâd. Tıp ve koruyucu hekimlik yöntemlerinin bir arada işlendiği muhtasar bir eserdir. Kitapta önce geleneksel tıptaki nefis ayırımına uygun olarak beyindeki aklî, kalpteki hayvanî ve ciğerdeki tabii nefisler ele alınır; ardından diğer organlarda görülen hastalıkların tedavileri üzerinde durulur. Eserin dikkat çeken bir özelliği, hastalıkların tasvir ve tedavi yöntemlerinin Allah'a hamd e t m e vasıtası olduğu için önce dildeki rahatsızlıklardan başlanarak anlatılmasıdır. Otuz kısa bölümden oluşan ve yalnız on beş bölümü günümüze kadar gelen eserin bir nüshası Escurial Library'de (nr. 8 3 4 ) bulunmaktadır (El2 |İng.], İli, 978). 8. Makale fî Hleli'l-külâ. Böbrek hastalıklarını konu alan eserin Arapça aslı zamanımıza gelmemişse de Latince tercümesi bulunmuştur ( M u h a m m e d e l - A r a b î e l - H a t t â b î , 1,283). Ebû Mervân'ın kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Kitâbü'z-Zîne, Risâle fî flleteyi'lbaraş ve'l-behak, Kitâbü Muhtaşari Hileti'l-bür3 li-Câlînûs.



Ebû Bekir Muhammed b. Ebû Mervân Abdülmelik b. Ebü'l-Alâ b. Zühr el-Hafîd (ö. 5 9 5 / 1 1 9 9 ) . 504'te ( 1 1 1 0 - 1 1 ) İşbîliye'de doğdu ve eğitimini orada gördü. Küçük yaşta Kur'ân-ı Kerîm'i, daha sonra da Şahîh-i Buhârî'yi ezberledi. Âsim elBataiyevsî'den dil ve edebiyat, Abdülmelik el-Bâcî'den Mâlikî fıkhı okudu. İbn Ebû Usaybia, onun müveşşahlarından bol örnekler vererek devrinin başarılı şairlerinden olduğunu söyler. Dil, edebiyat ve dinî ilimlerin yanı sıra babası ile dedesinden tıbbın teori ve pratiğini öğrendi; bu alanda gösterdiği başarıdan dolayı zamanın Câlînûs'u diye anıldı. Ebû Bekir yöneticilerden, özellikle Muvahhidler hânedanı hükümdarlarından büyük saygı ve yardım gördü; onların hekimliğini üstlendi. 595 (1119) yılında Muhammed b. Ebû Yûsuf Ya'küb'a olan biatini tazelemek üzere Muvahhidler'in başşehri Merakeş'e gitti ve büyük saygıyla karşılandı. Fakat onun şöhretini kıskanan ve yerini alacağından korkan Vezir Ebû Zeyd Abdurrahman tarafından zehirlenerek öldürüldü ( İ b n E b û U s a y b i a , s. 5 2 4 ) ; Merakeş'te Mekâbirüşşüyûh'a defnedildi. Dindar kişiliğiyle tanınan Ebû Bekir, tıbbın pratiği yanında en çok öğrenci yetiştirmekle meşgul oldu. Ebû Ca'fer b. Gazzâl, Ebû Ali Şelevbîn, Ebü'l-Hasan Mûsâ b. Saîd el-Gırnâtî ve Ebü'l-Hattâb Ömer b. Dihye onun önde gelen öğrencileridir. Halife Ebû Yûsuf Ya'küb el-Mansûr, bütün ülkede felsefe ve mantık kitaplarını yasaklayarak kütüphanelerde bulunanların toplatılıp imha edilmesine karar vermiş ve bu işle Ebû Bekir el-Hafîd'i görevlendirmişti; yalnız onun kitapları bu kararın dışında bırakılmıştı. İbn Ebû Usaybia'nın anlattığına göre Ebû Bekir, kendisinden tıp tahsil eden iki öğrencisinin elinde mantık kitabı görünce alıp bir kenara atmış ve onların uzun süre derslerine girmesine izin vermemiştir. Ancak yeterli derecede dinî bilgi aldıklarına kanaat getirince tekrar öğrenciliğe kabul etmiş ve, "Bundan sonra mantık ve felsefeye dair kitapları okuyabilirsiniz" diyerek dinî bilgisi eksik kişiler için felsefenin sakıncalı olacağına dikkat çekmiştir (a.g.e., s. 523-524). Ebû Bekir el-Hafîd'in, Halife Ebû Yûsuf Ya'küb için kaleme aldığı günümüze ulaşmayan et-Tiryâku'l-hamsînî'den başka bir eseri bilinmemektedir. Ebû Muhammed b. el-Hafîd Ebû Bekir b. Zühr (ö. 602/1205). 577'de (1181) İşbîliye'de doğdu. Dinî ilimler alanında tahsil gördükten sonra babasından tıp öğrendi ve ondan ayrıca Ebû Hanîfe ed-Dîneverî'nin Kitâbü'n-Nebât'ini, Ebû Mûsâ îsâ b. 471



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜHR Abdülazîz el-Cezûlî'den nahve dair el-Cezûliyye adlı eserini okudu. BenîZühr ailesinin ilmî mirasına sahip olan ve onu liyakatle temsil eden Ebû Muhammed, gençliğine r a ğ m e n Hükümdar Ebû Abdullah M u h a m m e d en-Nâsır'dan büyük saygı görüyordu. Fakat Merakeş'e giderken Selâ şehrinde henüz yirmi beş yaşında iken zehirlenerek öldü. Cenazesi önce oraya gömüldüyse de daha sonra İşbîliye'ye nakledilerek atalarının yanında toprağa verildi. İşbîliye'de yaşayan iki oğlundan Ebü'lAlâ Muhammed de hekimdi ve Câlînûs'un eserlerini incelemişti ( İ b n E b û U s a y b i a , s . 5 3 0 ) . Benî Zühr ailesinden ayrıca iki kadın hekimin yetiştiği ve birinin Ebû Bekir el-Hafîd'in Ümmü A m r diye anılan kız kardeşi, diğerinin de onun kızı olduğu bilinmektedir. Bunlardan yeğeni Vezir Ebû Zeyd Abdurrahman tarafından kendisiyle birlikte zehirletilmiştir. BİBLİYOGRAFYA :



Sâid el-Endelüsî, Tabakâtü'l-ümem (nşr. Hayât Bûalvân), Beyrut 1985, s. 169-197; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâXVIII, 218; İbnü'l-Ebbâr. etTekmile(nşr. F. Codera), Madrid 1887,1, 76; II, 616; İbn Ebû Usaybia, 'üyûnü'l-enbâs. 517530; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 436-437; Safedî, el-Vâfî, IV, 39-43; XIV, 225; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',XXl, 324; Keşfü'z-zunûn, 1,515; Brockelmann, GAL, I, 487, 640; Suppl., I, 889, 890; Ullmann, Die Medizin, s. 162-163; a.mlf., Die Natur und Geheimıvissenschaften, s. 2829; Sarton, lntroduction, II, 231-234; Sami Hamarneh, "ibn Zuhr Abü Marvân cAbd al-Malik ibn Abi'l-'Alâ'", DSB, XIV, 637-639; Abdülhâdî Ahmed el-Hüseysin, Mezâhirü'n-nehdati'lhadîşe fî'ahdi Ya'küb el-Manşûr el-Muvahhidî, Rabat 1403/1983, II, 15-17; Fevzî Saîd îsâ, tbn Zühr (el-Hafîd): Veşşâhu'l-Endelüs, İskenderiye 1983; Muhammed Yahyâ Harrât, "Mine'zZehrâvî ilâ İbn Zühr", Ebhâşü'l-mü'temeri'sseneuiyyi'ş-şâmin li-târihi'l-hılûm 'inde'l-'Arab, Halep 1984, s. 207-222; Muhammed el-Arabî el-Hattâbî, et-Tıb oe'l-etıbbâ' fı'l-Endelüs, Beyrut 1988,1, 277-317; lslamic Medicine (ed. Fuat Sezgin), Frankfurt 1996, LIV; Mîşel el-Hûrî, "et-TMf bi'bn Zühr", MMLADm., XLIX/4 (1394/ 1974), s. 780-823; Carmen Pena - Amador Diaz, "Anatomy of Liver, Spleen and Abdomen, Their Diseases and Treatment in the Kitâb al-Taysir by ibn Zuhr (Avenzoar)", lslamic Medicine, II, Kuwait 1982, s. 210-217; Muhammed Mecîd es-Saîd, "İbn Zühr el-Hafîd el-Endelüsî", el-Mevrid, IX/2, Bağdad 1980, s. 11-26; Abdülkerîm el-Yâfî, "el-Müdâvât ve't-tağziye bi'l-'akâkir", MMLADm., LlX/3 (1404/1984), s. 505-538; Fâzıl es-Sibâî, "Münâkaşa İbn Ebû Uşaybi'a fî makületih 'ammen defe'a İbn Zühr li- te'lîfih Kitâbü't-Teysır", el-Mecelletü 'l-'Arabiyye li'ş-şekâfe, sy. 7, Tunus 1404/1984, s. 58-73; a.mlf., "etTabîbü'l-Endelüsî: 'Abdü'l-Melik b. Zühr min hilâli kitâbih et-Teysîr", ed-Dâre, XI/2, Riyad 1406/1985, s. 99-115;Gabriel Colin. "İbn Zühr", İA, V/2, s. 838-840; R. Arnaldez, "ibn Zuhr", EP (İng.), III, 976-979; Ali Refîî - Abdülemîr Selîm, "İbn Zühr", DMBl, III, 630-635. ÜS



MAHMUT KAYA



rek, burada Şerif Ebû Abdullah Muham-



İBN ZÜMREK



m e d b. Ahmed el-Alvînî et-Tilimsânî'den aklî ilimleri öğrendi (a.g.e., II, 303; M a k -



(djoj



k a r î , Nefhu't-tîb, VII, 147). Ebü'l-Hüseyin İbnü't-Hlimsânî'den de hadis rivayet etti. Daha sonra Gırnata'ya dönerek sarf,



E b û A b d i l l â h M u h a m m e d b . Yûsuf b. M u h a m m e d b . Z ü m r e k e s - S u r e y h î (es-Sarîhî) el-Gırnâtî (ö. 7 9 8 / 1 3 9 5 [?]) Endülüslü vezir, kâtip ve şair.



^



14 Şevval 733'te (28 Haziran 1333) Gırnata'nın (Granada) kenar mahallelerinden Beyyâzîn'de (Albaicin) doğdu; yoksul bir ailenin çocuğudur. Dedelerinden birinin adı olan Zümrek kelimesini farklı şekillerde ( Z e m r e k , Z ü m r ü k , Z i m r i k , Z e m r e c , S e m rek) tesbit edenler olmuştur. Ancak Nasrî sultanlarından Nâsır-Lidînillâh III. Yûsuf t a r a f ı n d a n d e r l e n e n el-Bakıyye ve'lmüdıek min şi'ri İbn Zümrek adlı eserin başlığındaki " m ü d r e k " ile "Zümrek" kelimeleri arasında t a m seci bulunduğu düşünülerek söz konusu adın Z ü m r e k şeklinde okunması daha uygun görülmüştür ( A h m e d S e l î m e l - H ı m s î , s. 82-84). İbn Zümrek ilk öğrenimini tamamladıktan sonra Gırnata'da dil, edebiyat ve dinî ilimleri tahsil etti. Ebû Abdullah Muhamm e d İbnü'l-Fehhâr, kadı ve şerif Ebü'lKâsım Muhammed el-Hüseynî (el-Hasenî) v e Ebû Saîd İbn Lüb'den sarf, nahiv, lüg a t ve belâgat okudu. Şiir ve nesirde devrin otoritesi kabul edilen Lisânüddin İbnü'l-Hatîb'den edebiyat ve şiir, Ebû Saîd İbn Lüb ve Ebû Ali Mansûr ez-Zevâvî ile Nefhu't-tîb müellifi Ahmed b. Muhamm e d el-Makkarî'nin atası Ebû Abdullah Muhammed el-Makkarî'den fıkıh ve fıkıh usulü, Ebü'l-Berekât İbnü'l-Hâc el-Billifîkı ve İbn Beybeş el-Abderî ile Ebû Abdullah el-Levşî'den hadis, Fas'ın Tılimsân şehrinden gelerek Elhamra Sarayı'na imam olan fakih, sûfî ve hatip İbn Merzûk'tan hitabet v e belâgat dersleri aldı. Bu derslerin etkisiyle hocası İbn Merzûk'u ve onun şerhetmeye başladığı Kâdî İyâz'ın eş-Şif â ' adlı eserini öven bir methiye yazdı ( İ b n ü ' l - H a t î b , el-İhâta, II, 301; Makkarî,/Ve/'hu't-tîb, VII, 165-166). Bu yıllarda Ebû Ca'f e r İbnü'z-Zeyyât el-Kelâî ile kardeşi Ebû Mehdî'nin mensup olduğu bir tarikata intisap etti ( İ b n ü ' l - H a t î b , el-İhâta, II, 301). İbn Zümrek ile üstatları Ebü'l-Kâsım Muhammed el-Hüseynî ve Zâhid Ebû Abdullah el-Makkarî arasındaki yakın ilişkinin oluşmasında onun bu tasavvufî eğiliminin etkisi görülür. Şairin bu d ö n e m e ait bazı şiirlerinde rastlanan tasavvufî çeşni de bu yaşantının sonucudur.



nahiv, lügat, belâgat, ahbâr, tefsir ve fıkıh dersleri vermeye başladı. Fas Merînî Sultanı Ebü'l-Hasan Ali'nin yakın dostu olan hocası İbn Merzûk vasıtasıyla, o sıralarda sultanın Gırnata'ya iltica etmiş olan oğlu Emîr Ebû Sâlim İbrâhim ile tanıştı. Bir süre sonra onun özel kâtibi oldu. Gırnata Nasrî (Benî A h m e r ) hükümdarlarından Ganî- Billâh zamanında hocası Vezir Lisânüddin İbnü'l-Hatîb'in aracılığıyla kâtip olarak tayin edildi. Zekâsı, hoş sohb e t i , siyasî dehası ve methiyeleriyle V. Muhammed'in gözüne giren İbn Zümrek, sultanın ölümüne ( 7 9 3 / 1 3 9 1 ) kadar otuz yedi yıl boyunca onun yanında yer aldı. V. Muhammed, 760(1359) yılında kardeşi Ebü'l-Velîd II. İsmâil tarafından tahttan indirilince Fas Merînî Sultanı Ebû Sâlim İbrâhim'e sığındı. Birçok devlet erkânı ve âlimle birlikte İbn Zümrek de sultanın maiyetinde Fas'a gitti. Vezir İbnü'l-Hatîb, Fas'ta onlardan ayrılıp Mağrib'in çeşitli şehirlerini dolaşırken İbn Zümrek sultanın yanından ayrılmadı. Sohbetleriyle yalnızlığını gidererek onunla daha sıcak v e güçlü dostluk kurma imkânı buldu. Bu arada Gırnata'da iken bir süre kâtipliğini yaptığı yeni Merînî sultanı Ebû Sâlim İbrâhim ve hocası İbn Merzûk ile de ilişkilerini güçlendirdi. Sultan Ebû Sâlim'in kendisine gösterdiği yakınlığa bir methiye yazarak karşılık verdi ( İ b n ü ' l - H a t î b , elİhâta, II, 2 2 7 - 2 3 0 ; M a k k a r î , Nefhu't-tîb, IV, 6 8 3 - 6 8 4 ) . Fas'ta sürgünde iken tahtını gasbeden kardeşi II. İsmâil'i adamları vasıtasıyla öldürten ( 7 6 1 / 1 3 6 0 ) V. Muhamm e d , onun y e r i n e g e ç e n VI. M u h a m med'in (Gâlib-Billâh) 763'te (1362) Gırnata'yı terketmesi üzerine yeniden tahtına kavuştu. İbnü'l-Hatîb'i başvezir, İbn Zümrek'i de sır kâtibi olarak tayin etti (a.g.e., IV, 6 9 2 ) , İbn Zümrek, bu tarihten itibaren " r e i s " v e "fakih" unvanlanyla anılmaya başlandı v e sultan katındaki itibarı arttı. Elhamra Sarayı'nın resmî şairi sıfatını alan şair, V. M u h a m m e d için methiyeler yazmaya devam etti. Sultan, Elhamra Sarayı'nın duvarlarını süsleyen kitabelerin çoğuna İbn Zümrek'in bu şiirlerinden seçmelerin nakşedilmesini emretti. Bu kitâbelerin bir kısmı zamanımıza ulaşmıştır ( A l c a n t a r a , s. 121-122; P a l e n c i a , s . 141).



Öğrenimini tamamladıktan sonra En-



İbn Zümrek ile Vezîr İbnü'l-Hatîb ara-



dülüs ve Mağrib'de yaygın olan seyahat



sındaki dostluk Şâban 770'e (Mart 1369)



geleneğine uyarak Fas'a giden İbn Züm-



kadar devam etti. Vezir İbnü'l-Hatîb'in,



472



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜMREK V. Muhammed'i tahttan indirme planlan içinde olduğu şâyiası sultanı kuşkulandırdı. İbn Zümrek de sultanın nüfuzuna boyun eğerek onun safında yer aldı. İbnü'lHatîb, düşmanlarının körüklemesiyle bu şâyianın kurbanı olacağını hissedince Fas'a kaçarak Merînî Sultanı Ebü'l-Fâris I. Abdülazîz'e sığındı (773/1371). Bu olaydan sonra söylentilerin gerçek olduğuna inanan V. Muhammed onun yerine İbn Zümrek'i vezir tayin etti. Eski vezirini ele geçirip cezalandırmak için de onun iade edilmesini istedi. Bu isteğinin sonuçsuz kalması üzerine Merînî prensleri arasındaki taht mücadelelerini körüklemeye başladı. Neticede İbnü'l-Hatîb'in yakalanmasını temin etmek şartıyla Merînî prenslerinden Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ebû Sâlim'e yardım ederek onun Merînî tahtını ele geçirmesini sağladı (775/1373). İbnü'lHatîb'in yakalanması üzerine Gırnata'dan Fas'a giden İbn Zümrek'in başkanlığındaki bir mahkeme heyeti bazı eserlerinde küfür, ilhâd ve zındıklık ifadeleri bulunduğu iddiasıyla onun zindana atılmasına karar verdi. İbnü'l-Hatîb bir süre sonra İbn Zümrek'in adamları tarafından boğularak öldürüldü (Cemâziyelevvel 776/ Ekim 1374). Hocası ve dostu İbnü'l-Hatîb'i ortadan kaldırdıktan sonra Gırnata emirliğinde ikinci adam konumuna yükselen İbn Zümrek hayatının bundan sonraki döneminde başvezir, saray şairi ve resmî elçi olarak görevlerini sürdürdü. İbn Zümrek'in uzun süren vezirliği sırasında devlet erkânına karşı takındığı cüretkâr, zalim ve küçümseyici tavırlar kendisinden nefret edilmesine yol açtı. V. Muhammed ölünce yerine geçen oğlu II. Yûsuf tarafından azledilerek Mürsiye (Murcia) zindanında hapsedildi. Yirmi ay kadar zindanda kaldıktan sonra Ramazan 794'te (Ağustos 1392) görevine iade edildi. Birkaç ay sonra v e f a t eden II. Yûsuf un yerine sultan olan oğlu VII. Muhammed de İbn Zümrek'i bu olumsuz davranışları yüzünden azletti. Onun bu sıralarda Elhamra Saray Camii ile Mâleka'da (Malağa) verdiği bilhassa tefsir ve fıkıh derslerinin büyük ilgi gördüğü, Gâlib-Billâh VII. Muhammed'in de birçok dersini takip ettiği belirtilmektedir (İbnü'l-Hatîb, el-İhâta, I, 222; Makkarî, Mefhu't-tîb, V, 168). Azlinden bir yıl sonra vezirlik görevine iade edilen İbn Zümrek, devlet erkânına karşı yine sert v e zalimce davranışlarda bulunmaya devam edince sultanın emri üzerine iki oğlu ile birlikte öldürüldü. Bu olayın ne zaman meydana geldiği kesin olarak belli değildir. Bu hususta 790 (1388), 791, 795 (1393) ve



796 tarihleri kaydedilirse de İbn Zümrek'in divanında onun 797 (1394-95) yılında hayatta olduğu belirtilmektedir (Dîvânü İbn Zümrek el-Endelüsî, s. 60). Dolayısıyla söz konusu hadisenin 798'de (1395) cereyan etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. İbn Zümrek'in öldürülmesinde İbnü'l-Hatîb'in yakınlarının etkisi olduğu anlaşılmaktadır ( M a k k a r î , Nefhu't-tîb, III, 99; IV, 6 9 3 ) . Nasrî prenslerinden III. Yûsuf, İbn Zümrek'in ölümü üzerine bir mersiye kaleme almıştır (a.g.e., VIII, 164). İbn Zümrek'in öğrencilerine dair kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak Gırnatalı fıkıh usulü âlimi İbrâhim b. Mûsâ eş-Şâtıbî(ö. 790/1388) elİfâdât ve'l-inşâdât adlı eserinde, kitabın beyân ilmine dair olan kısmının "arkadaşımız" dediği İbn Zümrek'ten tuttuğu notlardan oluştuğunu söyler. İbn Zümrek hakkında ilk kaynak Lisânüddin İbnü'l-Hatîb'in eserleridir. İbnü'lHatîb, henüz araları iyi iken telifini tamamladığı el-İhâta'sında onu övmüş, Fas'a kaçtıktan sonra kendisine karşı tavır değiştiren öğrencileri Kadı Ahmed b. Ferkûn, Kadı Ebü'l-Hasan en-Nübâhî ve İbn Zümrek hakkında önceden yazdıklarını gözden geçirerek yeniden kaleme aldığı el-Ketîbetü'l-kâmine'smde ona "yalan ve entrikadan yaratılmış, düzenbaz" gibi ağır hakaretlerde bulunmuştur. Bununla birlikte şairliğini, özellikle uzun kasidelerdeki başarısını kabul etmiş ve şiirlerinden birçok parçayı örnek olarak nakletmiştir. İbnü'l-Hatîb'in oğlu Ali b. Lisânüddin de babasının el-İhâta'sına yaptığı ilâvede İbn Zümrek'e duyduğu hıncı yansıtmış, onun hakkında babasının söylediği müsbet vasıfların tam aksini söylemiştir. Methiye, mevlidiye ve müveşşah türü şiirleri, bilhassa uzun kasideleriyle Endülüs edebiyatının büyük şairleri arasında yer alan İbn Zümrek'in şiirleri Nasrî sultanlarından Nâsır-Lidînillâh lakabıyla tanınan III. Yûsuf İbnü'l-Ahmer tarafından derlenerek el-Bakıyye ve'l-müdrek min şi'ri İbn Zümrek adıyla bir divanda toplanmıştır. Son yıllara kadar kayıp olduğu sanılan bu divanı Muhammed Tevfîk enNeyfer adlı Tunuslu bir üniversite öğrencisi dedesi Muhammed en-Neyfer'in özel kütüphanesinde bulmuş ve yeterlik tezi olarak neşre hazırlayıp (1971) daha sonra da yayımlamıştır (Tunus 1984). 4584 beyit ihtiva eden divanda 345 kaside yer almaktadır. Kasidelerin başında yazılış tarihleri ve sebepleriyle kime takdim edildiklerine dair bilgi bulunmaktadır. Bu bilgiler divanı derleyen tarafından kaleme alınmış olmalıdır. Şairin çeşitli eserlerde



dağınık halde bulunan diğer şiirleri de Tevfîk en-Neyfer tarafından divanın sonuna eklenmiştir. İbn Zümrek'in günümüze ulaşan şiirleri 7500 beyti aşmaktadır (Dîvânü İbn Zümrek el-Endelüsî, s. 6 3 ) . Divanı dışında İbn Zümrek'in en çok şiirini ihtiva eden eser Makkarî'nin Ezhârü'r-riyâz'ı olup eserde şairin on beş müveşşahı ve 2481 beyti bulunmaktadır. Birçoğu Hz. Peygamber'in methine, ayrıca at ve cihad tasvirlerine dair olması sebebiyle İbn Zümrek'in şiirlerine geniş yer verdiğini söyleyen Makkarî bunları Tilimsân'da gördüğü divandan seçmiş olduğunu belirtir (Ezhârü'r-riyâz, 11,11,21). Makkarî'nin Nefhu't-tib'mde ve Lisânüddin İbnü'i-Hatîb'in başta el-İhâta'sı olmak üzere diğer eserlerinde de İbn Zümrek'in şiirlerine dair bol miktarda örnek bulunmaktadır. Bu şiirlerde Endülüs müslümanlarının sosyal ve kültürel durumu, örf ve âdetleri hakkında orijinal bilgiler yer alır. İbn Zümrek'in övgü, tasvir ve gazel temalarında yoğunlaşan şiirleri klasik tarzdadır. Neo-klasik dönem kasidelerinin özelliklerini yansıtan kasidelerinde genellikle uzun bir nesîbden sonra övgüye geçilir. Ancak Hz. Peygamber'in methine dair kasidelerle dinî bayramlar münasebetiyle nazmedilmiş kasidelerde nesîb kısmı bulunmaz. İbn Zümrek'in şiirlerinde çok sayıda klişe ifade ve tekrar bulunduğu görülür. Bunun sebebi, III. (IX.) yüzyıldan itibaren saray şairleri arasında gelenek halini alan irticâlen şiir söyleme zarureti ve şairin çok sayıda şiir yazmasıdır. Bilinen on beş müveşşahı ile Endülüs müveşşah şairlerinin önde gelenlerinden olan İbn Zümrek'in bu tür şiirleri, biçim yönünden kasideye yakın olup geleneğin aksine son beyitleri halk dilinden alınmıştır. Tasvir, gazel, özlem, kutlama ve hamriyyât konularında yoğunlaşan bu şiirler, ritim ve müzikalite bakımından diğer şiirlerine göre daha edebî ve orijinaldir. İbn Zümrek, V. (XI.) yüzyıldan itibaren Mağrib ve Endülüs'te başlayıp yaygınlaşan mevlidiye türünde kasideler de yazmıştır. Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü münasebetiyle sultan saraylarında düzenlenen kutlamalarda saray şairleri tarafından yazılıp okunan bu tür kasidelerde Resûl-i Ekrem övülür ve onun bazı mûcizeleri anlatılır. Bu şiirlerin geleneksel övgü kasidelerinden bir farkı da yoğun bir duygu ile nazmedilmiş olmasıdır. VIII. (XIV.) yüzyılda Gırnata krallarının Elhamra Sarayı'nda düzenlediği mevlid kutlamaları ve bu vesileyle nazmedilmiş mevlidiyeler konusunda V. Muhammed 473



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜMREK döneminin önemli bir yeri vardır. Bu dö-



lafız sanatlarından cinasın, mâna sanat-



nemde Elhamra Sarayı'nda okunmuş çok sayıda mevlidiyeden on birinin zamanımıza ulaştığı bilinmektedir. Bunlardan



larından ise istiare v e tevriyelerin bulunduğu görülür.



altısı İbn Zümrek'e aittir. 76-110 beyit arasında değişen bu kasidelerin dördü 765, 767, 768, 769 (veya 770) yıllarındaki mevlid kutlamalarında okunmuştur. İbn Zümrek'in bu tür kasideleri Ahmed Selmî tarafından derlenerek Les mav/lidiyyat d'Ibn Zamrak adıyla yayımlanmıştır (Hesperis, X L I I 1 [ P a r i s 1956], s. 3 3 5 - 4 3 5 ) .



İbn Zümrek'in resmî ve özel mektuplarından sadece birkaçı zamanımıza ulaşmıştır. Lisânüddin İbnü'l-Hatîb ile İbn Haldun'a yazdığı bu mektupların (İbn H a l d û n , et-Ta'rîf, s. 290-298; M a k k a r î , Nefhıı 'ttîb, VII, 4 5 8 - 4 6 0 ) baş tarafında yer alan övgü ve tâzim kısmı sanatlı, talep kısmı ise düz nesirle ifade edilmiştir. Zorlama secilerin yer aldığı mektupları şiirleri ka-



Onun şiirlerinin önemli bir kısmını GanîBillâh V. Muhammed için nazmettiği ka-



dar başarılı değildir.



sideler oluşturur. Sultanın yaklaşık otuz yedi yıllık saltanatı boyunca Elhamra Sarayı'nda düzenlenen mevlid, bayram, do-



İbn Zamrak, Les maıulidiyyât d'Ibn Zamrak (nşr. Ahmed Selmî, Hesperis, XL111, Paris 1956 içinde), s. 335-435; İbn Hâtime, Dîuân (nşr. M. Rıdvân ed-Dâye), Dımaşk 1399/1978, neşredenin girişi, s. 8, 17, 19, 24-25, 33, 36, 37, 42, 48; İbnü'l-Hatîb, el-İhâta, I, 222; II, 221, 227230,300-314; a.mlf., el-Ketîbetü'l-kâmine(nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1983, s. 282-288; a.mlf., el-Lemhatü'l-bedriyye fı'd-devleti'n-Naşriyye, Beyrut 1400/1980, s. 126, 130; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 10; a.mlf., Müşâhedât (nşr. Ahmed Muhtâr el-Abbâdî), İskenderiye 1983, s. 143; a.mlf., A'mâlü'l-a'lâm(nşr. E. Levi-Provençal), Beyrut 1956, s. 78-80; İbrâhim b. Mûsâ eşŞâtıbî, el-lfâdât ve'l-inşâdât (nşr. Muhammed Ebü'l-Ecfân), Beyrut 1406/1986, s. 157-158; İbnü'l-Ahmer, lieşîru ferâ'idi'l-cümân (nşr. M. Rıdvân ed-Dâye), Beyrut 1967, s. 327-329; a.mlf., Meşâhîrü'ş-şu'arâ' (nşr. M. Rıdvân edDâye), Beyrut 1406/1986, s. 151-154; İbn Haldûn, el-'lber, VII, 444, 457-460; a.mlf.. etTa'rîf, Kahire 1979, s. 263-265, 268-274, 290-298; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine, IV, 312-313; lbnü'1-Kâdî, Cezvetü'l-iktibâs, Rabat 1973,1, 132; Ahmed Bâbâ et-Tinbüktî, tieylü'l-ibtihâc (İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb içinde), Kahire 1329, s. 282-283; Makkarî, Ezhârü'r-riyâz (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), Kahire 1358/1939, I, 59-60; II, 7-206; ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf., Hefhu't-tîb, III, 99; IV, 683-684, 692, 693; V, 134-135, 168; VII, 147, 165-166, 458-460; VIII, 164, 170; E. Lafuenta y Alcantara, Inscripciones arabes de Granada, Madrid 1859, s. 121-122; E. G. Gomez, "ibn Zamrak, el-Poeta de la Alhambra", Cinco poetas musulmanes, Madrid-Boenas Aires 1944, s. 169-271; a.mlf., eş-Şi'rü'l-EndelCısl (trc. M. Abdülhâdî Şuayra), Kahire 1951, s. 70; a.e. (trc. Hüseyin Mûnis), Kahire 1952, s. 32, 38, 40; a.mlf., Ma'a şu'arâ'i'lEndelüs ve'l-Mütenebbî (trc. Tâhir Ahmed Mekkî), Kahire 1406/1985, s. 160-242; Brockelmann, GAL, II, 336; Suppl., II, 370; A. R. Nykl. Hispano-Arabic Poetry, Baltimore 1946, s. 366370; M. Abdullah İnân, el-Âşârü'l-Endelüsiyyetü'l-bâkıye, Kahire 1381 /1961, s. 198,199,202, 203; a.mlf., İbn Haldûn, Kahire 1991, s. 59-60; E. Levi-Provençal, Muhâdarât (trc. M. Abdülhâdî Şuayra), Kahire 1951, s. 70; A. G. Palencia, Târîhu'l-fikri'1-Endelüsİ (trc. Hüseyin Mûnis), Kahire 1955, s. 139-141; J. T. Monroe, Hispano-Arabic Poetry, London 1974, s. 346; R. Blachere, Analecta, Damas 1975, s. 499-520; a.mlf., "el-Vezîrü'ş-şâ'ir İbn Zümrük ve ârâ'üh" (trc. Muhammed el-Uceymî), Havliyyâtü'l-Câmi'ati't-Tûnisiyye, XXV, Tunus 1986, s. 131156; (asli: "Le vizir-poete ibn Zumruk...", An-



ğum, sünnet kutlamaları, tebrik v e tâziye gibi çeşitli münasebetlerle İbn Zümrek onun için altmış altı kaside kaleme almıştır. 68-146 beyit arasında değişen bayram kasideleri müstakil divan teşkil edecek bir hacme sahiptir. "el-Ganiyyât" adı verilen bu şiirler devrin tarihine, Elhamra Sarayı'nda yaşanan geleneklere v e Merînîler'le ilişkilere dair değerli malzeme ihtiva etmektedir. Endülüs şairleri arasında yine bir gelenek halini alan bahçe, çiçek, gece, meht a p gibi tabiat tasvirleri İbn Zümrek'te de yüksek düzeydedir. Onun başka şairlerde pek rastlanmayan sabah tasvirleriyle karanfil tasvirleri orijinal bulunmuştur. Özellikle Elhamra Sarayı'nın köşkleri, bahçe, çiçek v e fıskiyeleri, sarayda düzenlenen çeşitli tören, şenlik ve kutlamalara ilişkin tasvirleri beğeniyle karşılanmış ve bunların birçoğu V. Muhammed'in emriyle sarayın duvarlarına kitâbe olarak nakşedilmiştir. Bundan dolayı İbn Zümrek "Elhamra şairi" olarak da tanınır ( G o m e z , Clncopoetas, s. 169). Genellikle methiyeleri v e müveşşahları içinde yer alan tasvir parçalarında cihad, savaş ve savaş aletleriyle av, at yarışı tasvirleri v e hamriyyât temalarının yoğunluğu hissedilmektedir. İbn Zümrek, kasidelerinin girizgâhında yer alan gazellerinde muhayyel sevgililere dair platonik bir aşk terennüm ederek geleneksel kalıpların dışına çıkmıştır. Tasavvufî şiirler de nazmeden İbn Zümrek bu şiirlerinde Allah'a tâzim, Hz. Peygamber'i medih, cihad gibi konuları işlemiş, bu vesileyle Kur'an'dan bol miktarda iktibas yapmıştır. Az sayıdaki mersiyelerind e tâziyeden çok ölen kişinin erdemlerinin sayıldığı övgü karakteri ağır basar. Methiyelerinin sonunda yer alan fahriyelerinde de sadece sanatı ve şiirleriyle övündüğü görülür. Genellikle şiirlerinde



nales de iinstitut d'etudes orientales, II, Algier 1936, s. 292-312); Şevki Dayf, el-Fen ve mezâhibüh, Kahire 1976, s. 453; İhsan Abbas, Târîhu'ledebi 'l-Endelüsî, Beyrut 1985, s. 215, 250-251; Ahmed Selîm el-Hımsî, İbn Zümrük el-GırnâB: sîretühû veedebüh, Beyrut 1985; Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, Dirâsât fî târîhi'l-Mağrib ve'l-Endelüs, İskenderiye, ts. (Müessesetü şebâbi'l-câmia), s. 131, 229, 235, 242, 399, 428, 454; Dîvânü İbn Zümrek el-Endelüsî (nşr. M. Tevfîk enNeyfer, Mecelletü Dirâsât Endelüsiyye, sy. 18, Tunus 1418/1997 içinde), s. 58-64; F. de la Graja, "ibn Zamrak", EP(Fr.), III, 997. ISI



İSMAIL DURMUŞ



BİBLİYOGRAFYA :



İBN ZÜNBÜL



r



n



( J ^ C H O



A h m e d b. E b i ' l - H a s e n A l î b. N û r i d d î n A h m e d e r - R e m m â l el-Mahallî e ş - Ş â f i î (ö. 9 6 0 / 1 5 5 3 ' t e n s o n r a ) Mısırlı saray müneccimi ve tarihçi.



^



^



Doğduğu veya yaşadığı yer olması itibariyle Aşağı Mısır'da bulunan Mahalle'ye izâfetle Mahallî nisbesiyle veya remil ilmindeki mahareti dolayısıyla Remmâl unvanıyla anılırsa da daha ziyade babası Ali Zünbül'e nisbetle İbn Zünbüi olarak tanınır. Remili iyi bildiği için Memlûk Sultanı Kansu Gavri'nin (1501-1516) sarayında müneccimlik görevine getirilen İbn Zünbüi, Mercidâbıkve Ridâniye savaşlarıyla



ibn Zünbül'ün el-Kanûn fi'd-dünyâ adlı eserinin ilk sayf a s ı ( T S M K , R e v a n Köşkü, nr. 1 6 3 8 )



... -



.



- ^Ulyıju-^ıjj, Uiij-



feHjŞaPİiifrAiSŞ»'^^



f>£*ğiK>VM»u^fiı-i'iuKiı-)- W y-li-fev s-t^tr*''!



474



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜNBÜL



ibn Zünbül'ün el-Kânûn fi'd-dünyâ adlı eserinin unvan sayfası (TSMK, Revan Köşkü, nr. 1 6 3 8 )



Kahire'de Osmanlılar'a karşı direnen Tomanbay'ın sokak çatışmalarına şahit oldu. Memlükler'in son sultanı Tomanbay'ın cenaze namazında hazır bulundu. Memlûk Sultanlığı'nın yıkılmasından sonra Mısır'da Osmanlı idaresi kurulurken Osmanlı idarecilerine eski idarî ve malî konularda yardımcı oldu. Bir süre İskenderiye civarındaki Ebûkır'de ocak kâtipliği yaptı. Mısır'ın Osmanlı idaresine girmesinin ardından uzun süre yaşayan İbn Zünbül'ün vefat tarihi belli olmamakla birlikte 1553'ten sonra öldüğü bilinmektedir. İbn Zünbül, daha çok Mısır'ın Yavuz Sultan Selim tarafından fethine dair tarihiyle tanınır. XVI. yüzyıldan beri uzmanların yanı sıra halkın da yaygın olarak okuduğu için çeşitli hacimlerde yazmaları bulunan eserin mufassal nüshaları Fethu Mışr ev ahzihâ mirıe'l-Cerâkise 'alâ yedi'sSultân Selîm veya Gazavûtü's-Sultân Selîm Hân mcfa Kansu el-Gavrî sultânü Mışr ve a'mâlihâ adlarıyla bilinirken muhtasar nüshaları Vâkı'atü's-Sultân Selîm Hân ismiyle tanınmıştır. Eserin müellifin kaleminden çıkan orijinal nüshası kaybolmuş, günümüze sonradan istinsah edilen yazmaları ulaşmıştır. Bunların da yapılan ilâvelerle veya kısaltılarak popüler hale getirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim bazı nüshalarda "kale en-nâkıl, kale er-râvî, kale eş-Şeyh Ahmed b. Zünbül" gibi ibarelere rastlanmaktadır. Memlûk Sultanı Kansu Gavri'nin Kahire'den Dımaşk'a hareket tarihi olan 1516'dan 1554 yılına kadar gelen ve giriş kısmı bulunmayan eser üç bölümden oluşmaktadır. 1516 yılından itibaren OsmanlıMemlûk ilişkileri, iki taraf arasındaki düşmanlık sebepleri ve Mercidâbık Muharebesi'nin ele alındığı birinci kısımda hadiselerin vuku tarihlerinden hiç söz etmeyen müellif bazan anlattığı olaylar arasında çelişkiye düşmektedir. Ridâniye Savaşı'ndan itibaren Mısır'daki Memlûk emirlerinin, özellikle Şâdî Bey el-A'ver ile Sul-



tan Tomanbay'ın direnişlerine dair olan ikinci bölümde destanî bir üslûpla Memlûk askerlerinin savaş sistemlerinden ve olağan üstü kahramanlıklarından bahsedilir. Üçüncü bölümde ise Mısır'ın Osmanlı dönemindeki idarî v e iktisadî durumu ile Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa'nın Mısır'da yaptığı düzenlemeler, ayrıca eyalette Süleyman Paşa, Dâvud Paşa ve Ali Paşa'nın görev yaptıkları istikrarlı dönemin olayları anlatılmıştır. Şahidi olmasına rağmen müellifin bu olayları çok kısa geçtiği dikkati çekmektedir. İbn Zünbül'ün üslûbu çok basit olup bazan halk ağzına yaklaşmaktadır. Mısırlı tarih araştırmacıları, İbn Zünbül'ü Osmanlı devrinin cündî ( a s k e r î s ı n ı f a m e n s u p ) müverrihlerinden birincisi sayar. Esas meslekleri tarihçilik olmayan, eserlerinde önsöz ve giriş bulunmayan, tarihî olayları incelemeden yazan ve sık sık olaylara müdahale eden bu ekolün diğer önemli temsilcileri İbrâhim es-Savâlihî ile Ahmed Kethüdâ Azbân ed-Demürdâşî'dir. Bizzat olayların içinde yaşayan İbn Zünbül genellikle gözlemlerini nakletmiştir. Bu bakımdan bazı abartılı ifadeleri istisna tutulursa eserinin orijinal bir kaynak olduğu söylenebilir. İbn Zünbül'ün eseri daha sonraki Mısır tarihçilerini çok etkilemiştir. Muhammed b. Ebü's-Sürûr el-Bekrî, Mellevânî, Abdurrahman el-Cebertî, Hallâk ve Selimnâme müellifi Yûsuf Efendi eserlerini yazarken kitaptan faydalanmışlardır. Münih Bayerische Staatsbibliothek'te (nr. 411-413), Vien Nationalbibliothek(nr. 928-930), Paris Bibliotheque Nationale (nr. 5 8 1 8 ) , Londra British Museum ( S u p p l . , nr. 565-566) vb. dünyanın çeşitli kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunan Fethu Mışr 1621 yılında Ahmed Süheylî ta-



rafından Târîh-i Mısr-ı Cedîd adıyla Türkçe'ye çevrilmiş, bir nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde ( R e v a n K ö ş k ü , nr. 1417) kayıtlı olan bu tercüme İbrâhim Müteferrika'nın önsözüyle basılmıştır ( İ s t a n b u l 1142). Süheylî, tercümesini ed-Dürretü'l-yetîme lî târîhi Mışri'l-kadîme adlı eserinin bir bölümü olarak kullanmıştır. İbn Zünbül'ün eseri Târîhu's-Sultân Selîm Hân ma'a's-Sultân ei-Gavrî adıyla taş basması olarak yayımlanmış (Kah i r e 1278), ayrıca J. P. Tercier tarafından Fransızca'ya çevrilmiştir. Yazma nüshası Bibliotheque Nationale'de bulunan bu tercüme, "Memoire sur la conquete de l'Egypt par Selim, premier du nom, sultan ottoman" başlığı altında (Histoire de l'Academie royale des incriptions et belles-lettres, X X I [1754], s. 559 vd.) değerlendirilmiştir. İbn Zünbül'ün tarihi Abdülmün'im Âmir t a r a f ı n d a n  h i r e t ü ' l Memâlîk adıyla yeniden yayımlanmıştır ( K a h i r e 1961). İbn Zünbül'ün ayrıca coğrafya, hey'et ve remil ilmine dair eserleri de vardır. Genel coğrafyaya ait eseri Tuhfetü'l-mülûk ve'r-reğâ'ib limâ fi'l-ber ve'l-bahr mine'l-'acâ'ib ve'l-ğarâ'ib adını taşımaktadır. Henüz nüshasına rastlanamayan bu eserin telif tarihi ve muhtevası hakkında bilgi yoktur. Bir parçası Berlin'de bulunan coğrafya ve hey'et ilmine dair el-Kânûn fi'd-dünyâ adlı eserinin 1562'de istinsah edilen bir nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde kayıtlıdır ( R e v a n K ö ş k ü , nr. 1638). 322 adet şekil ve resim ihtiva eden bu eser, III. Murad'ın emriyle 1575-1579 yıllan arasında Milas Kadısı Abdurrahman Efendi tarafından biraz genişletilerek Acâib-i A'zamî adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir. Eserin Arapça bir nüs-



ibn Zünbül'ün el-Kânûn fi'd-dünyâ adlı eserinden tasvirli iki sayfa (TSMK, Revan Köşkü, nr. 1 6 3 8 , vr. 3 9 5 b , 4 3 8 b )



475



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜNBÜL hası da Topkapı Sarayı Müzesi Kütüpha-



tiği tarihin doğru olması mümkün değil-



nesi'nde bulunmaktadır (III. A h m e d , nr.



dir. İbn Zür'a, Fârâbî Bağdat'tan ayrıldık-



2844). İbn Zünbül'ün el-Makâlâtve



hal-



tan sonra bu şehirdeki Meşşâî okulunun



lü'l-müşkilât



adlı



en başarılı temsilcisi sayılan yakın dostu



eserinin birer nüshası Arkeoloji Müzesi



v e dindaşı Yahyâ b. Adî'den mantık, fel-



fî flmi'l-hat



ve'r-reml



(nr. 559) ve Hacı Selim Ağa (nr. 547) kü-



sefe ve hıristiyan ilâhiyatı sahasında ders-



tüphanelerinde kayıtlıdır. Kitabın Kahi-



ler aldı. Tıpla ilgilendiği biliniyorsa da bu



re'de el-Hey'etü'l-âmme li'l-kitâb (nr. 86)



alandaki tahsilini kimin yanında yaptığı-



v e Hidîviyye kütüphanelerinde de (nr. 5/



na dair herhangi bir bilgi yoktur. İbn Ebû



372) birer yazması mevcuttur. Müellifin



Usaybia'nın naklettiğine göre Süryânîce'-



ez-Zehebü'l-ibrîzi'l-muhammer



fî ik-



den Arapça'ya tercüme yapmanın yanın-



adlı bir kita-



da ders verir, eser telif eder, ayrıca Bizans



bından daha söz edilmektedir (Keşfü'z-



ile ticaret yapardı. Fakat rakibi olan Sür-



zunûn, I, 828).



yânî tüccarlar onun aleyhinde birçok tez-



tifâ'i



cilmi'r-reml



ve'l-eşer



virde bulundukları için başı bir türlü sıkın-



BİBLİYOGRAFYA :



İbn Zünbiil, Âhiretü'l-Memâlîk(nşr. Abdülmün'im Âmir), Kahire 1961, s. 8,10, 16, 19, 26, 42, 51, 94-95, 109,114, 154, 166-169; Keşfü'zzunûn, i, 828; Rieu, Catalogue, s. 59 vd.; C. Zeydân, Âdâb, Kahire 1911, III, 922; TCYK, s. 15; Brockelmann, GAL, II, 384-385; SuppL, II, 409-410; M. Mustafa Ziyâde, el-Mü'errihûn fî Mışr fı'l-karni't-tâsi'i'l-hicrî, Kahire 1949, s. 55, 75-76; Hediyyetü'l-'ârifîn, I, 147; Osmanlı Müellifleri, III, 68; Ziriklî, el-AHâm, I, 174; Karatay, Türkçe Yazmalar, I, 195-196; a.mlf., Arapça Yazmalar, III, 591; Muhammed Enîs. Medresetü't-târîhi'l-Mışrî fı'l-'aşri'l-'Oşmanî, Kahire 1962, s. 5-6; P. M. Holt, "Öttoman Egypt (15171798) on Account of Arabic Historical Sources", Political and Social Change in Modern Egypt, Historical Studies from the Ottoman Conquest to United Arab Republic, London 1968, s. 3-6; Stanford Shaw, "Turkish Source Material for Egyption History", Political and Social Change in Modern Egypt, London 1968, s. 5-6, 11; Babinger (Üçok), s. 63-65, 179; Ebû Verde Abdülvehhâb Atıyye es-Sa'denî, el-Mü'errihûn fi Mışr fı'l-'aşri'l-'Oşmânî hattâ zuhûri 'Abdirrahmân el-Cebertî (923-1170) (doktora tezi, 1988), Câmiatü Ezher külliyyetü'l-lugati'l-Arabiyye, s. 4151; Felix Klein Franke, "The Geomancy of Ahmad b. Ali Zunbul", A Study of the Arabic Corpus Hermeticum,XX/1 (1973), s. 26-35; Benjamin Lellonch, "ibn Zunbul, un egyptien face â l'universalisme ottoman", St.l, LXXIX (1994), s. 143-155; Asgar Seyyid Vefâî, "İbn Zünbül", DMBl, 111, 628-629. I



SEYYİD MUHAMMED ES-SEYYİD



tıdan kurtulamamış ve bir ara malına el konmuştu. Hayatının sonuna doğru nefsin ölümsüzlüğü konusunda bir eser yazmak istiyordu; bunun için bir yıl gece gündüz çalışması ve yaşadığı sıkıntılı olaylar onda ruhî gerilime yol açmış v e sonuçta felç olmuştur. Bağdatlı hekimlerin daha ö n c e hiç uygulamadıkları bir y ö n t e m l e onu kısmen iyileştirdikleri, ancak bir müddet sonra 398'de (1008) öldüğü kaydedilmektedir ('üyûnü'l-enba',



s. 318-319).



X. yüzyılda ilim v e fikir hareketlerinin çok yoğun olduğu Bağdat'ta yaşamış olan İbn Zür'a'nın Mu'tezile kelâmcılarından v e İslâm filozoflarından büyük ölçüde etkilendiği anlaşılmaktadır. Bilhassa felsef e ile din arasında herhangi bir çelişki bulunmadığı konusundaki görüşleri Kindî'nin el-Felsefetü'l-ûlâ'sından,



hüsün ve



kubhun aklî olduğu yani iyilik ve kötülüğün mahiyetinin akılla tesbit edilebileceği şeklindeki görüşü de Mu'tezile'den kaynaklanmıştır. Tabiatta m e y d a n a g e l e n olaylar arasında zorunlu bir sebep-sonuç ilişkisinin bulunduğu yolundaki görüşü ise hem Mu'tezile'yi hem de Fârâbî'yi hatırlatmaktadır. Öte yandan onun 378 (988) yılında bir m ü s l ü m a n dostuna y a z d ı ğ ı mektupta Allah'ın sıfatları hakkında ileri sürdüğü fikirlerin de kendisi gibi Ya'kübî



İBN ZÜR'A



r



n



(^jjO*')



hıristiyan olan hocası Yahyâ b. Adî'nin Makale



fi't-tevhîd'müen,



dolayısıyla Ye-



ni Eflâtuncu doktrinden geldiği anlaşıl-



Ebû Alî îsâ b. İshâk b. Zür'a (ö. 398/1008) Ya'kübî mütercimi ve mantıkçısı.



maktadır. Eserleri. A ) Felsefe. 1. vân li-Aristâtâlîs. Animalium



Kitâbü'l-Haye-



Aristo'nun



Historia



adlı eserinin Süryânîce'den



yapılmış tercümesidir ( İ b n ü ' n - N e d î m , s. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Çağ-



3 2 3 ) . Tercümenin Nicolaus Damascenus'-



daşı olan İbnü'n-Nedîm onun Bağdat'ta



un Süryânîce bir ihtisarından yapılmış ol-



v e 331 Zilhiccesinde (Ağustos 943), İbn



ması da muhtemeldir ( S e z g i n , I I I , 3 5 1 ) .



Ebû Usaybia ise 371'de (982) doğmuş ol-



2. Kitâbü



Menâfil



a'zâ'i'l-hayevân



bi-



Eserin adı, Aris-



duğunu söyler. İbnü'n-Nedîm, İbn Zür'a'-



tefsîri Yahyâ en-Nahvî.



ya da yer verdiği eserini 377'de (987) yaz-



to'nun De Partibus



dığına g ö r e İbn Ebû Usaybia'nın kaydet-



tabına Yahyâ en-Nahvî tarafından yapıl-



Animalium



adlı ki-



mış tefsirin tercümesi olduğunu düşündürmektedir ( İ b n ü ' n - N e d î m , s. 323). Eser, Ali b. Şuayb el-Medâinî'nin Kitâb fîcilmi'l-havâş adlı kitabında ( A n k a r a , D T C F Ktp., İ s m â i l S a i b S e n cer, nr. 1682, vr. 3b, 10b) zikredilmektedir ( S e z g i n , III, 352). 3. Şerhu Me'ânî kıfa mine'l-makâleti'şşâlişe min Kitâbi's-SemâAristo'nun De Caelo adlı eserinin bir bölümü üzerine yapılmış bir incelemedir (İbn E b û Usayb i a , s. 319). 4 . Risâle fî illeti istinâreti'lkevâkib maca ennehâ ve'l-kürât el-hâmile lehâ min cevher vâhid. De Caelo üzerine bir başka inceleme olup gök cisimlerinin Aristocu fizik esaslarına göre nasıl ışık verdiği hakkındadır (a.g.e., s . 319; a y r ı c a bk. S e z g i n , VI, 240-241). 5. Makale fi'l-ahlâk ( İ b n ü ' n - N e d î m , s . 323). Ebû Hayyân et-Tevhîdî'nin İbn Zür'a'ya nisbet ederek aktardığı ahlâk ilmine dair görüşler (el-İmtâ c ve'l-mü'ânese, 111,127-131)0 dönemin fikir muhitinde bu eserin incelendiğini düşündürmektedir (DMBİ, III, 622). 6. Risâletü Dâmistiyûs fi's-siyâse. İmparator Julianos'un veziri Themistios'a nisbet edilen bir siyaset kitabının Grekçe'den yapılmış tercümesi olup Luvîs Şeyho tarafından neşredilmiştir (el-Meşrık, XI/ 18 11920], s. 881-889). 7 . Risâle fi'd-difâ' cani'l-müşteğılîne bî'l-mantık ve'l-felsefe. Günümüze yazma bir nüshası ulaşmıştır ( b k . £ / 2 | İ n g . | , III, 979). 8. Risâle fî enne cilme'l-hikme akvâ devâ'î ilâ mütâba',ati'ş-şerâY. Felsefenin din ile uyumlu olduğu fikrinin savunulduğu bu eserden Ali b. Zeyd el-Beyhaki iktibaslarda bulunmaktadır (Tetimme, s. 75-76). B) Mantık. 1. Kitâbü



Bâriminyâs



(el-



li-Aristâtâlîs el-Hakîm. Aristo'nun mantık külliyatının Peri Hermeneias kitabı üzerine bir incelemedir. 2. Ki1 İbare)



tâbü '1-Kıyûs li-Aristâtâlîs Aynı külliyatın Analytîca



el-Hakîm. Priora kitabı



üzerine bir incelemedir. 3. Kitâbü'l-Burhân li-Aristâtâlîs el-Hakîm. Aynı külliyatın Analytica Posteriora kitabı üzerine bir incelemedir. Bu üç eser Cîrâr Cîhâmî ve Refîk el-Acem tarafından bir arada neşredilmiştir (Mantıku İbn Zür'a, B e y rut 1994). 4 . Kitâbü's-Sûfistika. Organon'un altıncı kitabı olan De Sophisticis Elenchis'in tercümesidir. Modern neşri eserin başka tercümeleriyle birlikte Abdurrahman Bedevî tarafından yapılmıştır (Mantıku Aristo, B e y r u t 1980, III, 7731054). S. Ağrâiu kütübi Aristâtâlîs elMantıkıyye ( İ b n ü ' n - N e d î m , s . 323; İ b n E b û U s a y b i a , s . 319). 6. Kitâbü M e ' â n i Îsâğücî ( a . y . l e r ) . Ağrâz adlı eserin İran v e Kalküta'da bulunan nüshaları M e ' â ni'nin dokuz bölümünü de ihtiva etmek-



476



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜREYK el-CÎZÎ tedir ( b k . DMBİ, III, 6 2 2 ) . 7 . Eflâtun'un Phaıdon



adlı eserine Proclus tarafından



Sor-



doğup büyüdüğü ve dolayısıyla öğrenimi-



b o n n e 1 9 5 2 ) daha sonra bu eserini 1971



ni Kahire'de yaptığı anlaşılmaktadır. Bazı



be et apologiste chretien duXesiecle,



yapılan şerhin Süryânîce'den kısmî tercü-



yılında Lübnan'da



mesi (El2 ( İ n g . ] , I, 2 3 5 ) .



(Mantıku



C) Hıristiyan İlâhiyatı. 1. Risâle fî emri'l-'akl ve temşîli'l-eb ve'l-ibn ve'r-rûhi'l-kuds bi'l-'akl ve'l-'âkıl ve'l-ma'kül. Hıristiyan teslîs inancının Yeni Eflâtuncu terimlerle izahına yöneliktir. 2. Risâle ilâ şadik müslim. Müellifin müslüman bir dostuna hitaben yazdığı ilâhî sıfatlarla ilgili risâledir. 3. er-Red 'alâ evâ'ili'l-edille fî uşûli'd-dîn. Ebü'l-Kâsım Abdullah b. Ahmed el-Belhî'nin Hıristiyanlığı tenkit ettiği eserine reddiyedir. 4. Risâle ile'l-yehûdîBişr b. Finhâs (Şu'ayb b. elHâsib). Bu dört eser P. Sbath tarafından neşredilmiştir (Virıgt traites philosophiçues d'auteurs arabers chretiens du lXe au XIVe siecle, K a h i r e 1929, s. 1 9 - 5 2 ) . İbn Zür'a'nın hıristiyan ilâhiyatına dair beş eseri daha günümüze ulaşmış olup Bibliotheque N a t i o n a l e ve Vatikan kütüphanesinde mevcuttur(E/ 2 |İng.],III,979). Bunlardan dikkat çeken ikisi Risâle fi't-tevhîd ve Fi'd-difâ' 'ani'l- 'akide ti 7Ya'kübiyye adın]~taşımaktadır. İbn Zür'a'nın tıpla meşguliyetini gösteren günümüze ulaşmış iki eseri daha bulunmaktadır. İskenderiye tıp çevrelerind e ortaya konmuş olan Cevâmi'u'l-İskenderâniyyîn adlı tıp külliyatından C e vâmi'u'1-Ustukussât ve Cevâmi'u'l-Mizâc adlı eserlerin Yahyâ en-Nahvî tarafından yapılmış tefsirleri üzerine İbn Zür'a incelemelerde bulunmuştur. Bu iki eser Tahran Meclis Kütüphanesi'nde (nr. 6037/ 1, 2 ) kayıtlıdır ( S e z g i n , III, 147-148). Kîrillis (Fr. C y r i l l e ) Haddâd, İbn Zür'a'nın mevcut eserlerinden hareketle bir doktora tezi hazırlamış ('İsa ibn Zur'a, philosophe ara-



(Beyrut) neşretmiştir



kaynaklarda görülen "Hayrî, Hâirî, Harîrî, Cebertî" gibi nisbeler "Cîzî" kelimesinin



İbn Zür'a, s. 6 ) .



yanlış okunması sonucu ortaya çıkmış ol-



BİBLİYOGRAFYA :



İbn Zür'a. Mantıku İbn Zür'a (nşr. Cîrâr Cîhâm î - Refîkel-Acem), Beyrut 1994 , s. 5-15; İbnü'n-Nedîm, el-Fıhrist (Teceddüd), s. 323; İbnü'l-Kıftî, Ihbârü'l-'ulemâ', s. 163-164; Beyhaki. Tetimme (nşr. M. KürdAli), Dımaşk 1365/1946, s. 75-78; İbn Ebû Usaybia, 'Uyûnü'l-enbâ\s. 318-319; İbnü'l-İbrî, Muhtaşarü'd-dûvel, Beyrut 1890, s. 181; Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Mukâbesât(nşr. M. Tevfîk Hüseyin), Beyrut 1989, s. 137, 138, 222, 343;a.mlf„ el-İmtâ' üe'l-mü'ânese(nşr. Ahmed Emîn - Ahmed ez-Zeyn), Beyrut, ts., 1, 33; III, 127-131; Brockelmann, GAL,I, 229; Suppi, I, 371; Sezgin. GAS, III, 147-148, 351352; VI, 240-241; S. Pines, "La loi naturelle et la societe: la Doctrine politico-theologique D. ibn Zur'a, philosophe chretien de Bağdad", Studies in lslamic History and Ciuilization (nşr. U. Heyd), Jerusalem 1961, s. 154-190; Abdurrahman Bedevî. Mantıku Aristo, Beyrut 1980,1, 27-28; İli, 773-1054; N. Rescher, Tetauvürü'l-mantıkı'lArabı(trc. Muhammed Mehrân), Kahire 1985, s. 328-330; R. Walzer, "Aflâtün", £72(İng.), I, 235; "İbn Zur'a", a.e., III, 979-980; Seyyid Ca'fer Seccâdî. "İbn Zürea", DMBİ, III, 621-622; Sahbân Halîfât, "İbn Zür'a", Meusû'atü'l-hadâreti'l-İslâmiyye, Amman 1993, s. 261-262.



malıdır. Dinî v e edebî ilimier yanında astronomi, takvim ve matematik ilimleri de tahsil ederek bu alanlarda kendini yetiştiren İbn Züreyk, 952 (1545) yılından önceki bir tarihte Şam'daki Emeviyye Camii'ne muvakkit tayin edildi. Bu görevi sırasında bir yandan da ders verdi ve eserlerini kaleme aldı. Çalışmalarında kendinden iki asır önce yaşamış olan astronom İbnü'ş-Şâtır'ın ( ö . 777/1375) etkisinde kalmış v e onun açtığı çığırı bir ölçüde devam ettirmiştir. Dünya kütüphanelerinde eserlerinin çok sayıda yazma nüshasının bulunması, İbn Züreyk'in İslâm astronomi tarihindeki yerini v e önemini göstermektedir. Kaynaklarda talebelerinin adları anılmamakla birlikte birer eserini istinsah ettikleri bilinen astronomi âlimi Takıyyüddin er-Râsıd ile Muhammed b. Abdülkâdir el-Cevherî'nin ondan ders almış olmaları muhtemeldir. İbn Züreyk, er-Ravzü'l-'âtır



FI



SAHBÂN HALÎFÂT



adlı kitabına ait bir nüs-



hanın ( B u r s a Eski Y a z m a v e B a s m a E s e r l e r K t p . , H a r a ç ç ı o ğ l u , nr. 1175, vr. 58 b ) so-



r



İ B N Z Ü R E Y K el-CÎZÎ



n



Jkjj O*') Ş e m s ü d d î n M u h a m m e d b. A l î b. İ b r â h î m b. Z ü r e y k el-Cîzî e ş - Ş â f i î (ö. 9 7 7 / 1 5 7 0 ) Astronomi âlimi ve muvakkit. Hayatı hakkında bilinenler eserlerinin girişinde kendi yazdıklarından ibarettir. Büyük dedesine nisbetle İbn Züreyk diye meşhur olmuştur; nisbesinden Cîze'de



nuna düşülen bir nottan öğrenildiğine göre 13 Şâban 977'de ( 2 1 Ocak 1 5 7 0 ) Şam'da vefat etti. Brockelmann'ın 803 (1401) olarak verdiği ölüm tarihi, İbn Züreyk diye tanınan muhaddis Muhammed b. Abdurrahman el-Ömerî es-Sâlihî'ye aittir (GAL Suppi,



II, 157; krş. Z i r i k l î , VI, 193).



Eserleri. 1. el-Lafzü'l-muharrer camel



fi'l-



Astronomi



bi'r-rubl'l-mukantar.



aletlerinden mukantar kadranının kullanılışı konusunda bir giriş v e on dört bölüm halinde düzenlenmiş bir eserdir. Kahire'de bulunan iki nüshasından ( D â r ü ' l -



~7T



k ü t ü b i ' l - M ı s r i y y e , T e y m û r i y y e , R i y â z a , nr. 64/1, vr. 1-7; M u s t a f a Fâzıl, M î k â t , nr. 187/ 3, vr. 8 a - 10 b ) birincisi, muhtemelen yazarın öğrencisi olan Muhammed b. Abdül-



Afrt^îjâyİ-J



kâdir el-Cevherî tarafından 971 'de (1563) •Jtjşı'kZ'jijı&.Sij^. ı ı/^lltf^^^bîjllJ^İJjJ^



istinsah edilmiştir ( K i n g , tâti'l-'ilmiyye,



Fihrisü'l-mahtû-



I, 577; II, 450; A k p ı n a r v . d ğ r . ,



I, 1 5 5 ) . 2. en-Neşrü'l-mutayyeb ibn Züreyk el-Cizî'nin en-Neşrü'lmutayyeb



'amel bi'r-rub'i'l-müceyyeb.



fi'lSinüs kad-



ranının kullanılışı hakkındadır. Bir giriş, yirmi bölüm v e bir hâtime olarak düzen-



fi'l-'amel



lenen eser 24 ( y a z m a d a 2 2 ) Muharrem



bi'r-rub'i'l-



966'da (6 Kasım 1558) tamamlanmış olup



müceyyeb adlı eserinin ilk iki sayfası



çok sayıda yazma nüshası bulunmaktadır ( A k p ı n a r v . d ğ r . , I, 1 5 6 - 1 5 7 ) . S ü l e y m a n i y e



(Süleymaniye Ktp.,



Kütüphanesi'ndeki on bir nüshadan telif



Pertevniyal



ferâğını taşıyan yazma ( P e r t e v n i y a l S u l -



Sultan,



t a n , nr. 975/2, vr. 5 5 b - 6 4 a ) , Muhammed b.



nr. 9 7 5 / 2 )



477



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBN ZÜREYK el-CÎZÎ Muhammed el-Akhisârî tarafından 1 1 5 1 ( 1 7 3 8 ) yılında istinsah edilmiştir. Müellif kitabı sonradan kısaltıp on beş bölüm halinde yeniden yazmıştır ( D â r ü ' l - k ü t ü b i ' l M ı s r i y y e , M î k â t , nr. 497/1, 559; M u s t a f a Fâzıl, M î k â t , nr. 233). 1691 yılında İbrâhim b. Himmet tarafından Türkçe'ye de çevrilen eserin ilk şekli ( m ü t e r c i m n ü s h a s ı : K a n d i l l i R a s a t h a n e s i Ktp., nr. 2/5, vr. 5 0 b - 6 6 a ) , kimliği bilinmeyen bir âlim tarafından İzhârü'1-muğayyeb



mine'n-Neşri'l-mu-



tayyeb adıyla şerhedilmiştir (Dârü'l-kütüb i ' l - M ı s r i y y e , M u s t a f a Fâzıl, M î k â t , nr. 10/1, vr. l a - 7 a ) . 3. Mûzıhu'l-edille







rü'yetî'l-



95, II, 448; Ahlvvardt, Verzeichnis, V, 249; Sâlih Zeki, Kâmûs-ı Riyâziyyât, İstanbul 1315/1897, I, 124, 126; Suter, Die Mathematiker, s. 173; Brockelmann, GAL Suppl, II, 157; İzâhu'l-meknûn, II, 648; Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 251; Abbas el-Azzâvî, Târîhu 'ilmi'l-felek fı'l-'lrâk, Bağdad 1378/1958, s. 164; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifin, X, 299; İbrâhim Hûrî, Fihrisü'l-mektebeti'z-Zâhiriyye:'İlmü'l-hey'e, Dımaşk 1387/ 1967, s. 240-241; Sarton, Introduction, II1/2, s. 1526; R. Mach, Catalogue of Arabic Manuscripts in the Garrett Collection Princeton Uniuersity Library, Princeton - New Jersey 1977, s. 426; D. A. King. Fihrisü'l-mahtûtâti'l-Hmiyyeti'l-mahfûza bi-Dâri'l-kütübi'l-Mışriyye, Kahire 1981-86,1, 89,183, 239, 417, 577, 596, 603;



gulanacak tablolara da yer verilmiştir. Biri



II, 119,450, 509-511; a.mlf., "ibn al-Shâtır", DSB, XII, 362; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), VI, 193, 292; A. J. Arberry, Fihrisü'l-mahtûtâti'l'Arabiyye fî mektebeti Chester Beatty (trc. Mahmûd ŞâkirSaîd), Amman 1993, II, 613-614; Cemil Akpınar v.dğr., Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi, İstanbul 1997,1, 155-158, 356; II,



Millet Kütüphanesi'nde ( A l i E m î r î E f e n -



808.



ehille.



952 yılı Zilhicce (Şubat 1 5 4 6 ) hilâli



konusundaki tartışmalar üzerine kaleme alınan ve bir girişle dört bölümden oluşan eserde ayrıca 992 ( 1 5 8 4 ) yılma kadar uy-



m FFIL CEMİL A K P I N A R



d i , AY, nr. 2770/7, vr. 5 1 - 1 2 7 ) olmak üzere üç nüshası günümüze ulaşmıştır ( d i ğ e r leri i ç i n bk. B r o c k e l m a n n , II, 1 5 7 ; A r b e r r y , II, 6 1 3 - 6 1 4 ) . 4. er-Ravzü'l-'âtır hisi Zîci İbni'ş-Şâtır.







r



İBNÜ'1-ADÎM



n



Tel-



İbnü'ş-Şâtır'a ait



e z - Z î c ü ' l - c e d î d adlı astronomi tablolarının özet halinde yeniden düzenlendiği v e kolay kullanılma şekillerinin açıklandığı bir çalışmadır. Müellif metninden istinsah edilmiş bir nüsha Bursa'da ( E s k i



Ebü'I-Kâsım Kemâlüddîn Ö m e r b. A h m e d b. Hibetillâh b. M u h a m m e d e l - U k a y l î e l - H a l e b î (ö. 6 6 0 / 1 2 6 2 ) Alim, şair ve devlet adamı.



^



Y a z m a v e B a s m a Eserler Ktp., H a r a ç ç ı o ğ lu, nr. 1175), astronomi âlimi Takıyyüddin



588 (1192) yılında Halep'te doğdu; Bas-



er-Ftâsıd tarafından 989 ( 1 5 8 1 ) yılında



ra'da yaşayan Ukaylî kabilesinin Benî Ebû



istinsah edilen bir nüsha da Gotha'da



Cerâde koluna mensuptur. III. (IX.) yüz-



( P e r t s c h , I I I , 5 7 ) bulunmaktadır. Kahire



yılda Basra'dan Halep'e göç eden ataları-



v e Paris'te de birer nüshası mevcut olan



nın İbnü'l-Adîm lakabıyla tanındığı bilin-



eser ( D e S l a n e , II, 448; K i n g , I, 6 0 3 ; II, 119),



mekte ve bunun sebebinin, içlerinden şair



adı bilinmeyen bir mütercim tarafından



v e kadı Ebü'1-Fazl Hibetullah b. Ahmed'in



tarafından şehrin Şâdbaht v e Hallâviyye medreselerinin müderrisliğine tayin edildi; ayrıca belli başlı camilerde vaaz verdi. Daha sonra babası ve dedeleri gibi Halep kadılığına getirildi. İbnü'l-Adîm, teveccühünü kazandığı Sultan el-Melikü'l-Azîz'in (1216-12 3 7) veziri oldu ve makamını II. el-Melikü'n-Nâsır Selâhaddin Yûsuf döneminde de (12371260) korudu. Vezirliği süresince Halep Eyyûbî melikliğinin karşılaştığı meselelerin çözümünde büyük gayret sarfetti. Bu amaçla Dımaşk, Antep, Kayseri, Hama, Humus, Kahire ve Bağdat'a özel elçi sıfatıyla seyahatler yaptı v e kendisine verilen bütün görevleri başarı ile yürüttü. İbnü'l-Adîm, İlhanlı Hükümdarı Hülâgû'nun Safer 658'de (Ocak 1260) Halep'i ele geçirmesinden biraz önce el-Melikü'n-Nâsır ile birlikte Filistin'e, arkasından da Mısır'a gitti. Çok geçmeden Hülâgû kendisini bütün Suriye, Musul ve el-Cezîre'nin başkadılığına v e evkaf nâzırlığına tayin ettiğini bildirerek Halep'e çağırdıysa da İbnü'l-Adîm bunu reddetti. Ancak Memlûk Hükümdarı Seyfeddin Kutuz'un Moğol ordusunu Aynicâlût'ta bozguna uğratması ( Ş e v v a l 658 / E y l ü l 1260) v e Moğollar'ın Suriye'den çekilmesi üzerine Halep'e gitti (660/1262). Fakat doğduğu şehrin tahrip edilmiş ve halkının öldürülmüş olduğunu görünce üzüntüsünü bir kaside ile dile getirdikten sonra artık orada yaşamaya dayanamayacağını anlayarak Kahire'ye döndü; aynı yılın 20 Cemâziyelevvelinde (12 Nisan 1262) vefat etti ve Mukattam dağı eteklerindeki Karâfe Mezarlığı'na gömüldü. Kaynaklar, İbnü'l-Adîm'den iyi bir devlet adamı ve iyilik yapmayı seven bir insan olarak bahseder.



1150 ( 1 7 3 7 ) yılında Türkçe'ye çevrilme-



zenginliğine r a ğ m e n şiirlerinde daima



ye başlanmış, f a k a t tamamlanamamış-



yokluğu ( a d e m ) dile getirmesi ve zaman-



tır; bu eksik çevirinin m e t n i İstanbul



dan şikâyet etmesi olduğu sanılmaktadır



Süleymaniye K ü t ü p h a n e s i ' n d e kayıtlı-



( Y â k ü t , X V I , 6). İbnü'l-Adîm, babası Halep



Haleb. Halep'in tarihi, coğrafyası ve meşhur şahıslarıyla ilgili önemli bir kaynaktır.



Eserleri. 1. Buğyetii't-taleb*







târîhi



dır ( İ z m i r , nr. 4 4 8 / 1 ) . Dımaşk boylamına



kadısı ve hazine dairesi başkanı Ebü'l-Ha-



v e ay yılına göre düzenlenmiş olan eser-



san A h m e d ile amcası Ebû Ganim Mu-



Eserin Selçuklular'la ilgili bölümü Ali Se-



deki tabloları Musullu Muhammed Çele-



hammed'den ders görerek başladığı tah-



vim tarafından neşredilerek ( A n k a r a 1976)



bi Musul boylamına aktarıp güneş yılına



silini burada Ömer b. Taberzed, İftihârüd-



Türkçe'ye çevrilmiş



uyarlamıştır ( A b b a s e l - A z z â v î , s. 164). 5.



din Abdülmuttalib el-Hâşimî, Yûsuf b.



lular Tarihi, A n k a r a 1982), Fuat Sezgin



(BiyografilerleSelçuk-



Hein-



Râfi', Sâbit b. Ş e r e f , Dımaşk'ta Ebü'l-



ise İstanbul kütüphanelerinde bulunan



rich H. Suter v e G. Alfred Sarton'un İbn



Yümn el-Kindî, Abdüssamed b. Harestâ-



on cildi tıpkı basım olarak yayımlamıştır



Züreyk'e nisbet ettiği cebir ilmindeki bi-



nî. Hasan b. Ebü'l-Azâim, İbrâhim b. Ab-



( F r a n k f u r t 1986-1989).



nomlar ve apotomlar hakkındaki bu eser



dülvâhid ve Bağdat'ta Abdülazîz b. Mah-



ayrıca Süheyl Zekkâr tarafından tahkik



Telhîşü'i-Hbârât



v e îzâhu'l-işârât.



Buğyetü't-taleb,



Brockelmann tarafından onun eserleri



mûd gibi âlimlerden okuyarak tamamla-



edilerek son cildi indeks olmak üzere on



arasında kaydedilmemiştir. 6. e 1-Vesile-



dı. Ardından Hicaz'a giderek oradaki ilim



iki cilt halinde neşredilmiştir ( B e y r u t , t s .



Hz. P e y g a m b e r ile onun ha-



adamlarından da faydalandı v e Kur'an,



[Dârü'l-fikr]). 2. Z ü b d e t ü ' l - H a l e b



dislerini rivayet eden sahâbeler hakkında



hadis, fıkıh, tarih, edebiyat v e inşâ saha-



târîhi Haleb.



bir kaside olup yazma nüshası Gotha'da



sında zamanın meşhur âlimleri arasına



tasarı olup kronolojik sıraya g ö r e 6 4 1 ' e



bulunmaktadır ( P e r t s c h , II, 1 5 2 - 1 5 3 ) .



girdi. Hat dersleri de alarak özellikle ne-



(1243) kadar gelen olayları kapsar. Eser-



sihte devrin en önde gelen hattatların-



de Suriye'nin diğer şehirleri, Irak v e Mı-



tü'l-'uzmâ.



BİBLİYOGRAFYA :



Keşfü'z-zunûn, II, 965; Pertsch. Gotha, II, 152153; III, 57; De Slane. Catalogue des manuscrits arabes de la Bibliothegue Nationale, Paris 1883-



Buğyetü't-taleb'in



min muh-



dan biri oldu. Adının duyulmasıyla birlik-



sır gibi çeşitli yerlerde cereyan eden olay-



t e henüz yirmi sekiz yaşında iken Halep



lar, Halep'le herhangi bir şekilde ilgisi olan



Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'z-Zâhir Gâzî



bölge, şehir ve kaleler, buralarda yaşayan



478



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-AHMER ünlü şahıs, aile v e hânedanlar da anlatılır. Kitabı Sâmî ed-Dehhân (I-1II, D ı m a ş k 1 9 5 1 - 1 9 6 8 ) ve Halîl ei-Mansûr (Beyrut 1 4 1 7 / 1 9 9 6 ) n e ş r e t m i ş , Georg VVilhelm Freytag, eserden seçmeler yaparak Latince t e r c ü m e ve açıklamalarla birlikte Selecta



e historia



adıyla yayım-



Halebi



lamıştır ( P a r i s 1819; B o n n 1 8 2 0 ) . Eser, Gabriel-Joseph Edgard Blochet tarafından da kısmen Fransızca'ya çevrilmiştir ( " L ' h i s t o i r e d ' A l e p d e K a m â l a d d i n " , Reuue de l'Orient Latin, P a r i s 1896, s. 5 0 9 565; |1897], s. 146-235; [ 1 8 9 8 ] , s. 3 7 - 1 0 7 ; [1899|, s. 1 - 4 9 ; H i s t o i r e d'Alep, Paris 1900). 3. Kitâbü'd-Derâri



fî zikri'z-zerârî



(Tez-



On üç bö-



kiretü'l-âbâ ue tesliyetü'l-ebnâ).



lümden meydana gelen eser baba-evlât münasebetleri hakkındadır. Halep Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'z-Zâhir'in adına yazılan ve oğlu el-Melikü'l-Azîz'in doğduğu gün kendisine takdim edilen kitabın müellif nüshası ( N u r u o s m a n i y e Ktp., nr. 3790) önce Şelâşe



Resâ'il



adlı bir eserin ikinci



risâlesi olarak ( K o s t a n t i n i y e 1298), daha sonra da Alâ Abdülvehhâb Muhammed tarafından müstakillen ( K a h i r e 1404/1984) yayımlanmıştır. 4. Kitâbü fi'l-hasşi



Dav'i'ş-şabâh Eyyûbî Hüküm-



cale's-semâh.



BİBLİYOGRAFYA :



İM



darı el-Melikü'l-Eşref Muzafferüddin Mûsâ adına telif edilen eser, mâ3



mıştır ( K a h i r e 1363/1944). S. bâri'l-müstefâde



F



başında İbnü'l-Hafîd künyesiyle tanınan Abdurrahman b. Rüşd, Mindîl İbn Âcurrûm, Fas şehri kadısı Muhammed b. Ahmed el-Fiştâlî, Muhammed b. Saîd er-Ruaynî ve Ebü'l-Kâsım b. Rıdvân'ın isimleri sayılmaktadır. İbnü'l-Ahmer hakkında bir kitap yazan Abdülkâdir Zimâme'nin onun hocalarının sayısını otuz dörde kadar çıkardığı görülür



(Ebü'l-Velîdİbnü'l-



Ahmer, s. 1 1 6 - 1 2 6 ) . İbnü'l-Ahmer erken yaşlarda Merînî sarayının himayesine girdi. Ailesiyle birlikt e bu ülkeye geldiğinde tahtta bulunan Sultan Ebü'l-Hasan'la ( 1 3 3 1 - 1 3 4 8 ) görüşmediği sanılmaktadır. Çünkü Fas tarihi üzerine yazdığı Ravzatü'n-nisrîn



adlı



eserinde onunla ilgili haberleri başka kişilerden naklen vermektedir. Merînî sarayının himayesine büyük ihtimalle Ebü'lHasan'ın oğlu Ebû İnân zamanında (13481 3 5 9 ) giren İbnü'l-Ahmer, kısa süre sonra sultan nezdinde büyük bir değer ve itibar kazandı. Onun maiyet erkânı arasında Cezayir v e Hınus seferlerine katıldığı, ayrıca sarayda devrin önde gelen âlim, şair ve edipleriyle yapılan sohbet meclis-



İBNÜ'l-AHMER



Fakat saraydaki görevinin ne olduğu hun



susunda bilgi yoktur. Ebû İnân'ın ölümünden sonra Merînîler'in siyasî kriz içine düş-



Ce-



mesi ve yönetimin vezirlerin eline geç-



E b ü ' l - V e l î d Ismâîl b. Y û s u f b. M u h a m m e d e l - K â i m - B i e m r i l l â h b. F e r e c e n - N a s r î (ö. 8 0 7 / 1 4 0 4 [?])



râde. Müellifin mensup olduğu Benî Ebû Cerâde ailesinin tarihi hakkındadır ( Y â küt, X V I , 5 - 6 ) . Sâmî ed-Dehhân bu eserin bir nüshasını bulduğunu b e l i r t m i ş t i r n e ş r e d e n i n g i r i ş i , I, 4 7 -



Onun yetişmesinde etkili olan âlimlerin



lerinde hazır bulunduğu bilinmektedir.



Kitâbü'l-Ah-



fî zikri Benî Ebî



(Zübdetü'l-Haleb,



A L İ SEVIM



Ta'rîfü'l-kude-



adlı kitap içinde basıl-



bi-Ebi'l-'Alâ3



rih ve edebiyat alanında temayüz etti.



İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb, neşredenin girişi, I, 47-48; a.mlf., Buğyetü't-taleb, neşredenin girişi, s. 1-112; a.mlf., el-Vuşla ile'l-habîb fi uaşfl't-tayyibât ue't-tîb (nşr. Selîmâ Mahcûb Düriyye el-Hatîb). Halep 1406/1986, Selîmâ Mahcûb'un girişi, i, 9-20; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', XVI, 5-57; Ebû Şâme, ez-Zeyl'ale'r-Rauzateyn, s. 217; Yûnînî, Zeylü Mir'âti'z-zamân, Haydarâbâd 1374/1954, I, 517; Ebü'l-Fidâ, el-Muhtaşar, Beyrut 1380/1960, 11/6, s. 123-124; Kütübî, Feoâtü'l-Vefeyât, II, 106; Süyûtî, Hüsnü'lmuhâdara, I, 461, 466; II, 186; Keşfü'z-zunûn, I, 337; II, 1090, 2014; Râgıb et-Tabbâh, İ'lâmü'n-nübelâ5 bi-târîhi Halebe'ş-şehbâ', Halep 1343/1925, IV, 480-497; Brockelmann. GAL, I, 404-406; Suppl., I, 568-569; Abbas el-Azzâvî, et-Ta'rîf bi'l-mü'errihîn fî'ahdi'l-Moğol ue'tTürkmân, Bağdad 1376/1957, s. 77-83; AnneMarie Edde, "Le representation de l'enfant dans le traite", Onentalia Louaniensia Analecta (ed. F. De )ong), Leuven 1993, s. 175-185; David Morray, An Ayyubid Notable and his Wodd, İbn al-'Adim and Aleppo as Portrayed in his Biographical Dictionary ofPeople Associated uıith the City, Leiden 1994; Habîb Zeyyât. "Defâ'inü'l-hazâ'in, Tezkiretü İbni'l-cAdîm", el-Meşrık, XL1, Beyrut 1947, s. 488-491; Marius Canard, "Kamâladdin İbn al-cAdim'in Buğyat at-Talab Adlı Eserinin Coğrafî Giriş Kısmı Hakkında Bâzı Müşâhedeler" (trc. Nihad M. Çetin), ŞM, II (1957), s. 41-51; B. Levvis, "ibn al-eAdim", E/2 (İng.), III, 695-696. i—ı



giderek kaybetmesine v e m a d d î durumunun kötüleşmesine yol açtı. Sonunda başşehir Fas'ı terkederek saraya muha^



lif Merînî emirlerinin merkezi haline ge-



Kitâbü'l-İn-



72S-727 (1325-1327) yılları arasında



Abdülhalîm b. Ebû Ali'den iltica talebin-



ve't-te-



Gırnata'da ( G r a n a d a ) d o ğ d u ğ u tahmin



Ebü'l-



edilmektedir. Dedesi Muhammed b. Fe-



Alâ el-Maarrî v e ailesine dair olup Râgıb



rec, Gırnata'da hüküm süren Nasrîler'den



et-Tabbâh'ın İ'lâmü'n-nübelâ3



bi-târihi



( B e n î A l i m e r ) Sultan I. İsmâil'in kardeşiydi



( H a l e p 1343/1925, IV, 78



v e onunla anlaşmazlığa düşmesi sebebiy-



v d . ) v e Mustafa es-Sekkâ ve diğerlerinin



le Kuzey Afrika'ya geçmiş, tahta yeğeni



4 8 ) . 6 . Kitâb fi'l-hat fi âdâbihî



ve Sılûmihîve



ve aklâmihî



ve turûsihî



mâ câ'e ( Y â k ü t , X V I , 4 5 ) . 7. şâf ve't-taharrî cerrî'an



fî defH'z-zulmi



Ebi'l-'Alâ7



Halebe'ş-şehbây



vaş-



el-Ma'arrî.



^



Nasrîler hanedanına mensup tarihçi, edip ve şair.



mesi, İbnü'l-Ahmer'in saraydaki itibarını



len Sicilmâse'ye gitti ve şehrin hâkimi



ve



(Kahire



IV. Muhammed çıkınca da geri gelip Kâ-



1944, 1 9 8 6 ) , adlı eserleri içinde yayımlan-



im-Biemrillâh unvanıyla taraftarlarından



TaYüü'l-kudemâ3



bi-Ebi'l-'Alâ3



Eski Arap edebiyatı



biat almıştı. Ancak başarı şansını kaybe-



v e temsilcileri hakkındadır. On altı bölüm



dince tekrar Kuzey Afrika'ya dönmek zo-



olan v e 637'de ( 1 2 3 9 - 4 0 ) tamamlanan



runda kalmıştı (727/1327). Büyük ihtimal-



mıştır. 8. et-Tezkire.



de bulundu. Onun bu şehirde ne kadar kaldığı tesbit edilememektedir; ancak Bicâye'nin II. Ebû Zeyyân tarafından işgal edilip Abdülhalîm'in idaresine son verildiği 764 ( 1 3 6 3 ) yılında Fas'a döndüğü sanılmaktadır. İbnü'l-Ahmer'in bundan sonra Merînî sultanlarına ne derece yakınlaşabildiği bilinmemekle beraber başta Müstevda'u'l-'alâme



adlı eserini it-



haf ettiği kâtip Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ebû Dülâme olmak üzere vezir ve kâtiplerle çok iyi ilişkiler kurduğu r~rülmekte-



eser Fuat Sezgin tarafından yayımlanmış-



le onun başarısızlığının hemen ardından



tır ( F r a n k f u r t 1992). 9. Kitâbü



Tebrîdiha-



ailesinin diğer fertleri de Endülüs'ten göç



fıkdi'l-ev-



etmiş ve bir süre Cezayir'in Bicâye (Bougie)



el-Vuşla



şehrinde oturduktan sonra Merînîler'in



ve't-tıb.



başşehri Fas şehrine gitmişlerdir. İbnü'l-



Çeşitli ilâç, parfüm, yiyecek v e içecekle-



Ahmer, bölgenin en önemli kültür ve ilim



rin hazırlanmasına dair olan eseri Selîmâ



merkezlerinden Fas'ta öğrenim gördü;



İbnü'l-Ahmer'in eserleri daha çok En-



Mahcûb ve Düriyye el-Hatîb neşretmiştir



çok sayıda hocadan fıkıh, hadis, ensâb,



dülüs v e Mağrib tarihleri, biyografiler ve



(I-II, H a l e p 1 4 0 6 - 1 4 0 8 / 1 9 8 6 - 1 9 8 8 ) .



nahiv ve tarih dersleri alarak özellikle ta-



şiirlerden oluşmaktadır. Kitaplarında Gır-



râreti'l-ekbâd



fi'ş-şabr



lâd (Keşfü'z-zunûn, ile'l-habîb



'alâ



I, 3 3 7 ) . 10.



fî vaşfi't-tayyibât



dir. Hayatının sonuna doğru Sultan Ebû Saîd Osman zamanında ( 1 3 9 8 - 1 4 2 0 ) bir süre de kadılık yapan İbnü'l-Ahmer 807 (1404) veya 810 (1407) yılında Fas şehrinde v e f a t etti.



479



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNU'l-AHMER nata Benî Ahmer Emirliği'ni, himayelerine mazhar olduğu Merînîler'i v e komşuları Abdülvâdîler'i ele almış v e bu devlet-



(1397) yazılan v e 1967'de M u h a m m e d



vede bulunmuştur. Bu kolektif eseri son



Rıdvân ed-Dâye tarafından yüksek lisans



olarak Ebû Zeyd Abdurrahman b. Abdül-



tezi olarak hazırlanıp Beyrut'ta yayımla-



kâdir el-Fâsî ( ö . 1096/1685) ihtisar ve ik-



lerin tarihlerinden başka önde gelen siyaset adamları ile şair ve ediplerini de ta-



nan eserde, VIII. (XIV.) yüzyılda Doğu ve



mal etmiş, Abdülkâdir Zimâme de bu son



Batı İslâm dünyalarında yaşayan otuz bir



şekliyle yayımlamıştır (Mecelletü 'l-Bahşi 'l-



nıtarak çağdaşları İbn Haldun, İbn Merzûk el-Hatîb v e Lisânüddin İbnü'l-Hatîb gibi Endülüs v e Kuzey Afrika'nın tarih v e



şair v e edibin hal tercümesiyle şiir v e ne-



'ilmî, sy. 3, 4, 5 ( 1 9 6 4 - 1 9 6 5 ] ) . Kitap daha



sirlerinden örnekler bulunmaktadır; mü-



sonra tekrar neşredilmiştir ( R a b a t 1972,



ellif eserin sonuna kendi hal tercümesini



1 9 7 5 ) . 7. Şerhu



kültürüne önemli katkılarda bulunmuştur. Şiirlerinde birçok şairle yarıştığından



de eklemiştir. M. Rıdvân ed-Dâye yazarın



Hamzâviyye Kütüphanesi'nde eksik bir



hayatını, edebî kişiliğini ve yetiştiği çev-



nüshası bulunmaktadır ( H i z â n e t ü ' l - K a r a -



b a h s e d e r v e kendisini Abbâsî Buhtürî ile Ebû Temmâm'ın seviyesinde gördüğünü söyler (Neşîru ferâ'idi'l-cümân, s. 377,



reyi geniş bir şekilde incelemiş (s. 7 - 2 1 3 ) ,



viyyîn, nr. 40/463). Ebû Zeyd Abdurrahman



daha sonra bunları çıkararak kitabı M e -



el-Câdirî ( ö . 8 1 8 / 1 4 1 5 ) tarafından ihtisar



382, 386, 389). Çeşitli eserlerinde, özellikle Neşîrü'l-cümân'ında (A'lâmü'l-Mağ-



şâhirü'ş-şıfara'



edilmiştir.



ve'l-Endelüs



rib ve'l-Endelüs, s. 77-95) 470 beyit tutarında şiiri bulunmaktadır. Bunlar Hz. Peygamber için birkaç mevlidiye kasidesi, bazı Gırnata v e Merînî hükümdarları ile onların kâtip v e hâciblerine yazılmış methiyeler, müstakil veya mevlidiyelerin girişlerinde yer alan gazellerle kendi ilim v e edebî yetenekleriyle övündüğü fahriyyelerden ibarettir. Ayrıca takriz, tebrik, ta'ziye v e şifa dileği gibi gündelik münasebetlere dair bazı parçalarla lugaz, muamma, cinas, tıbâk, tekrar, reddü'l-acüz ale's-sadr, tevriye gibi edebî sanatların icra edildiği beyit ve kıtaları da bulunmaktadır. Başta Merînî kâtip ve hâcibi Ahm e d el-Kabâilî ve fakih Ali el-Akilî olmak üzere devrin ileri gelen ricâline sanatlı nesirle yazdığı mektupları da günümüze ulaşmıştır. Bunların içinde özellikle çeşitli ilimlere dair kitap adlarını tevriyeli biçimde saydığı uzunca bir mektubu (Neşîru ferâ'idi'l-cümân, s. 227-232) edebiy a t açısından orijinal bir örnektir. Onun şiirlerde v e diğer edebî eserlerinde sanat yüklü ağdalı bir üslûp kullanmasına karşılık hal tercümeleri ve tarih kitaplarında sade bir anlatım tercih ettiği görülür. Eserleri. 1. Neşîrü'l-cümân nazamenî



fîşi'rimen



ve iyyâhü'z-zamân.



Endü-



ve'l-küttâb



fi'l-Meşnk adıyla tekrar



ve'l-Mağrib



yayımlamıştır ( B e y r u t 1406/1986). 3. M ü s tevda'u'l-'alâme



ve



müstebdfu'l-'aliâ-



me. Hükümdar mektuplarının başına konulan tuğra ile (alâme) tuğra görevlisi kâtiplerden bahseden eser 796'dan (1394) az önce yazılmış ve Merînî kâtibi Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ebû Dülâme'ye sunulmuştur (nşr. M u h a m m e d e t - T ü r k î e t - T û n i s î - M u h a m m e d b.. T â v î t e t - T ı t v â n î , R a b a t 1933). 4. Ravzatü'n-nisrîn (BenîcAbdi'l-Vâd







ahbâri



ue) Benî Merîn.



Merî-



nî Hükümdarı Ebû Saîd el-Asgar Osman b. A h m e d ' e t a k d i m edilen e s e r d e Merinîler övülmekte, onların hasımları olan Abdülvâdîler yerilmektedir. İlk defa Fransızca tercümesiyle birlikte bir bölümü Bû Ali Gavsî - Georges Marçais (Pa ri s 1 9 1 7 ) , daha sonra tamamı E. Levi-Provençal tarafından yayımlanmış ( " D e u x n o u v e a u x manuscrits de la Rawdat an-nisrîn d'Ibn a l - A h m a r " , JA, sy. 203 11923], s. 219-255), bunları Abdülvehhâb b. Mansûr'un neş-riyle ( R a b a t 1382/1962) Miguel Angel Manzano'nun İspanyolca tercümeli yeni neşri ( M a d r i d 1989) takip etmiştir. Eseri Muhammed b. Kâsım b. Zâkûr(ö. 1120/1708), İbn Ebû Zer'inel-Enîsü'l-Mutrib"\yle birlikte el-Mucribü'l-mübîn



'amma



menehü'l-Enîsü'l-mutrib



ve



tazam-



Ravzatü'n-



nisrîn adıyla ihtisar etmiştir. S.



lüs v e Mağrib'den çoğu görüşüp tanış-



hatü'n-nisrîniyye



tığı hükümdar, vezir, emîr, kâtip ve kadı



rîniyye.



gibi yüksek tabakaya mensup yetmiş ka-



mü's-sülük



en-Nef-



ve'l-îemhatü'l-Me-



Abdülazîzel-Melzûz'un fi'l-enbiyâ'



Naz-



ve'l-hulefâ'



dar şair v e edibin hal tercümeleriyle şiir



ve'l-mülûk'üne



v e nesirlerinden örnekler ihtiva eder. 776



leme alınmıştır. Merînî Sultanı Ebü'l-Ab-



(1374-75) yılında yazılan veVHI. (XIV.) yüz-



bas Ahmed b. Ebû Sâlim'e sunulan eser,



nazîre olmak üzere ka-



yıl Batı İslâm edebiyatı hakkındaki önemli



Merînî hükümdar ailesinin v e diğer dev-



kitaplardan biri olan eserin girişinde şii-



let adamlarının geçmişini anlatan 112 be-



rin dinî açıdan hükmü, fazileti, camiler-



yitlik bir ürcûze ile şerhidir ( n ş r . A d n â n



de okunmasının mubah olduğu belirtil-



M . e t - T u ' m e , D ı m a ş k 1992). 6.



mekte, güzelliğinin şartları v e yazımında



Fâsi'l-kübrâ



kullanılan başlıca edebî sanatlar anlatıl-



Zikru ba'zı meşâhîri Fâs fî'l-kadîm).



maktadır. Eser A c l â m ü ' l - M a ğ r i b



mı İbnü'l-Ahmer tarafından başlatılan ve



ve'l-



(Meşâhîru



Büyûtûtü



büyütâti



Fâs, Yazı-



adıyla neşre-



Fas'ın meşhur aileleriyle eşrafına ait bi-



dilmiştir (nşr. Muhammed Rıdvân ed-Dâ-



yografileri içeren kitaba daha sonraları



ye, Beyrut 1967). 2. Neşîru



isimleri bilinmeyen bazı müellifler de ilâ-



Endelüs



(fı'l-karni'ş-şâmin)



mân fî nazmi



ferâ'idi'l-cü-



fuhûli'z-zamân.



799'da



Bürdeti'l-Bûşîrî.



Fas



İbnü'l-Ahmer'in kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Fehrese, 7e3nîsü'n-nüfûs fî tekmili naktı'l-'arûs, Arâ'isü'l-ümerö' ve nefâ'isü'l-vüzerâ', Ferîdü'l-',aşr fî (min) şfri Benî Naşr, elMüntehab min düreri's-sülük fî şu'arâ'i'l-halîfetî'l-erba'ati ve'l-mülük, Hadîkatü'n-nisrîn fî ahbâri Benî Merîn, A'yânü Medîneti Fâs, Zikru yâküteti'l-ğâliye fi'd-devleti's-Sa'îdiyyeti'lMerîniyye. BİBLİYOGRAFYA



:



İbnü'l-Ahmer, Neşîru ferâ'idi'l-cümân fî nazmi fuhûli'z-zamân (nşr. Muhammed Rıdvân edDâye), Beyrut 1967, neşredenin girişi, s. 7-213; a.mlf., Meşâhîrü'ş-şu'arâ5 (nşr. Muhammed Rıdvân ed-Dâye), Beyrut 1406/1986, neşredenin girişi, s. 5-13; a.mlf., A'lâmü'l-Mağrib ue'l-Endelüs(nşx. Muhammed Rıdvân ed-Dâye), Beyrut 1407/1987, neşredenin girişi, s. 5-13; a.mlf., Müsteuda'u'l-'alâme (nşr. Muhammed et-Türkî et-Tûnisî- Muhammed b. Tâvît et-Tıtvânî), Rabat 1933, neşredenierin girişi, s. 3-16; İbnü'l-Hatîb. el-Lemhatü'l-bedriyye fi'd-deuİeti'n-Naşriyye, Beyrut 1400/1980, s. 36; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb, Kahire 132930 - » Beyrut, ts. (Dârü'l-kütübi'I-ilmiyye), s. 99; İbnü'l-Kâdî, Cezuetü'l-iktibâs, Rabat 1973-74, i, 137, 166-167, 197, 201; II, 404; a.mlf., Dürretü'l-hicâl, I, 213; Mahlûf, Şeceretü'n-nûr, s. 232; Brockelmann, GAL, II, 241; SuppL, II, 340, 370; Abdüsselâm b. Abdülkâdir İbn Sûde, Delîlü mü'errihi'l-Mağribi'l-akşâ, Dârülbeyzâ 1960, I, 39-40, 153, 258, 273-274; II, 310; M. Abdullah İnân, 'Aşrü'l-Murâbıtîn oe'i-Muuahhldîn fi'l-Mağrib ue'l-Endelüs, Kahire 1384/1964, II, 410-436; M. B. A. Benchekroun, La uie intellectuelle marocaine sous les Merinides et les Wattâsides (Xllle, XIV1, XVe, XVI' siecles), Rabat 1974, s. 329-337; Abdülkâdir Zimâme, Ebü'l-Velîd İbnü'l-Ahmer, Dârülbeyzâ 1399/ 1979; M. Shatzmiller. L'historiographie mermide İbn Khaldun et ses contempora'ıns, Leiden 1982, s. 93-105; Muhammed el-Menûnî, elMeşâdirü'l-'Arabiyye li-târîhi'l-Mağrib, Dârülbeyzâ 1404/1983,1, 94-95; Abdülvehhâb es-Sâbûnî, 'Clyûnü'l-mü'ellefât(nşr. Mahmûd Fâhûrî), Halep 1413/1992, I, 207-208; Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 158-159; "İbnü'l-Ahmer, İsmail b. Yûsuf", Ma'lemetü'l-Mağrib,Rabat 1410/ 1989,1, 179-180; İbrâhim Harekât, "Fâsî, Abdurrahman b. Abdülkâdir", DİA, XII, 210-211. MIGUEL A N G E L M A N Z A N O RODRIGUEZ



480



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-AHNEF



İBNÜ'l-AHNEF (o^Vl^l) Ebü'1-Fazl e l - A b b â s b . e l - A h n e f b. el-Esved e l - H a n e f î e l - Y e m â m î (ö. 1 9 2 / 8 0 8 ) ,



Hârûnürreşîd'in saray şairlerinden.



^



133 ( 7 5 0 ) yılı civarında Bağdat'ta doğdu. Hicaz'ın Y e m â m e bölgesinden Hanîf e kabilesine mensup olan ailesinin Horasan'a yerleştiği, babasının Basra'ya dönerek 150 ( 7 6 7 ) yılında burada v e f a t ettiği kaydedilmektedir ( H a t î b , X I I , 133). Kaynaklarda tahsil hayatı hakkında bilgi bulunmayan şairin çok erken yaşlarda şiir yazmaya başladığı anlaşılmaktadır. Ünlü şair Beşşâr b. Bürd ( ö . 1 6 7 / 7 8 3 ) , İbnü'lAhnef'in sanat hayatının ilk yıllarından söz ederken ondan "genç" diye bahseder. Halife Hârûnürreşîd'in gözde şairlerinden olan İbnü'l-Ahnef, Horasan ve Ermenistan seferlerinde halifenin yanında bulundu, ancak vatan özlemine dayanamayınca izin alarak Bağdat'a döndü ( E b ü ' l - F e r e c e l - İ s f a h â n î , VIII, 3 7 2 ) . Aynı zamanda Bermekî ailesinin ileri gelen devlet adamlarıyla, özellikle Yahyâ b. Hâlid v e oğlu Ca'f e r ile de yakın münasebeti olan şairin halifenin ve üst seviyedeki devlet adamlarının takdirlerini kazandığı, kendisine bol bağış v e ihsanlar verildiği, devlet bürokrasisinde yüksek bir itibarı olduğu anlaşılmaktadır. Türk asıllı yeğeni şair İbrâhim b. Abbas es-Sûlî'nin Dîvân-ı İnşâ'ya kâtip olarak tayin edilmesinde onun rolü olduğu söylenebilir. İbnü'l-Ahnef 192 ( 8 0 8 ) yılında Bağdat'ta v e f a t etti. Hârûnürreşîd'den ( ö . 193/809) sonra ve hac esnasında öldüğü, ayrıca Basra'da defnedildiği de rivayet edilmektedir. Ömer Ferruh ise onun 198 ( 8 1 4 ) yılında v e f a t ettiğini söyler {Târîhu'l-edeb,



II, 141). İbnü'l-Ah-



n e f in, şair Müslim b. Velîd ve bir şiirinden dolayı kendisini kâfir v e günahkâr olmakla itham eden Mu'tezile kelâmcısı Ebü'lHüzeyl el-Allâf ile aralarının açık olduğu ( E b ü ' l - F e r e c e l - İ s f a h â n î , VIII, 3 5 4 ) , bilinen tek hicviyesini de onun hakkında yazdığı kaydedilmektedir (Dîuân [ A n t u v a n N u a y y i m ' i n ş e r h i y l e b i r l i k t e ] , s. 222; a y r ı c a bk. ş e r h e d e n i n girişi, s. 18). İbnü'l-Ahnef in şiirleri ölümünden sonra kâtip v e şair Zünbûr b. Ferec tarafından derlenmiştir. Daha sonra Ebû Bekir es-Sûlî onun biyografisini yazmış v e şiirlerinden seçmeler yapmıştır. Ebü'l-Ferec el-İsfahânî el-Eğânî'smde



İbnü'l-Ahnef'e



ayırdığı bölümde bu biyografiden faydalanmıştır. Emîr v e şair Ubeydullah b. Tâ-



hir ( ö . 300/913) Horasan'da onun divanının



lerin, Halife Vâsik gibi bir mûsikî severin,



bazı nüshalarını gördüğünü, hepsinin de üzerinde "Şi'rü'l-Emîr Ebi'1-Fazl el-Abbâs" yazılı bulunduğunu belirtmektedir (el-Eğâ-



Ebû Bekir es-Sûlî gibi bir edibin v e Selem e b. Âsim gibi titiz bir âlimin onun şiirlerine ilgi duyması, bunların geniş bir halk



nî, VIII, 353). Yâküt, İbnü'l-Ahnef in kendi zamanında bilinen divanının nüshalarının



kitlesi tarafından beğenildiğini göstermektedir.



birbirinden farklı olduğuna işaret etmektedir (Mu'cemü'l-üdebsf, X I I , 40-44). Sûlî'nin İbnü'l-Ahnef'in şiirlerinden yaptığı seçmenin iki nüshası kaybolmuş, üçüncü nüsha 1298'de (1881) İbn Matrûh'un divanı ile birlikte İstanbul'da basılmıştır. Kahire-Bağdat neşri (1367/1948) İstanbul baskısının tekrarıdır. Bu neşirde yer alan şiirler genellikle kısa parçalardan oluşur. Âtike el-Hazrecî, İbnü'l-Ahnef'in divanı üzerine yaptığı tezi (Divân d'al-cAbbas b. al-Ahnaf, P a r i s 1953) Kahire'de yayımlamıştır (1373). Divan, Dârü Sâdır yayınevi tarafından da birkaç defa basılmış ( B e y r u t 1965, 1398/1978), Abdülmecîd elMolla, Mecîd Tarrâd v e Antuvan Nuayyim tarafından şerhedilmiştir ( b k . b i b i . ) . Mecîd Tarrâd ile Antuvan Nuayyim şerhlerinin sonunda İbnü'l-Ahnef'in el-Eğönî'deki biyografısiyle İshak el-Mevsılî v e İbrâhim el-MevsıIî gibi bestekârlar tarafından bestelenip okunmuş bazı şiirleri de y e r almaktadır ( D î u â n [ M e c î d T a r r â d ' ı n ş e r h i y l e b i r l i k t e ] , s. 287-303; a.e. [ A n t u v a n N u a y y i m ' i n ş e r h i y l e b i r l i k t e ] , s. 379-399). Bir iki mersiye ve hiciv parçası dışında İbnü'l-Ahnefin şiirlerinin tamamı gazel türündedir. Ömer b. Ebû Rebîa, Cemîl, Ahvas ve Arcî gibi Hicaz şairlerinin takipçisi olan İbnü'l-Ahnef, idealize edilmiş bir kadın tasviriyle platonik aşkı t e r e n n ü m etmiştir. Şiirlerinde Nercis, Nesrin, Hind, Suâd gibi platonik aşk şiirlerine konu olmuş birçok sevgili adı geçmektedir. Şiirlerinin dörtte üçü Fevz adını verdiği sevgiliye dairdir. Bununla beraber onun maddî aşkın söz konusu edildiği şiirleri de vardır. Ancak bu tür şiirleri, Ebû Nüvâs'ın sevgilinin maddî aşkı ile dopdolu olan şiirinin yanında son derece basit kalır. Süslü belâgattan uzak, zarif, sade v e akıcı dili Ebû Nuvâs'mkine benzer. İbnü'l-Ahnefin şiirine gösterilen rağbeti sırf dış (Helenistik) tesirle veya eski Arap geleneğinde geçen Benî Uzre'ye has mânevî aşkın büyüsü ile açıklamak yeterli değildir. Şairin içinde yaşadığı toplumun eğilimini de dikkate almak gerekir. Onun, Hârûnürreşîd'in güzel sanatlara düşkünlüğüne ve saray kadınlarının zevklerine hitap eden şiirleri İbrâhim el-Mevsılî gibi bestekâr v e şarkıcılara malzeme olmuştur. Dilci Riyâşî, tarihçi Zübeyr b. Bekkâr ve İbrâhim esSûlî gibi önemli şahsiyetlerle Câhiz, İbn Kuteybe v e Mes'ûdî gibi edip v e tarihçi-



İbnü'l-Ahnefin aşk şiirleri Endülüs şiirinde gazel türünün gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Bu hususu İbn Hazm'ın Tavku'l-hamâme'sinden de anlamak m ü m k ü n d ü r (Güvercin Gerdanlığı, s . 215-216). Josef Hell v e Charles C. Torrey gibi ilim adamları onun Arap edebiyatındaki etkisini ortaya koydukları gibi Ahm e d Ferîd Rifâî v e Necîb Muhammed elBehbîtî gibi tenkitçiler de şiirlerinin ilgi görmesinin sebeplerini tesbit etmeye çalışmışlardır (bk. bibi.). İbnü'l-Ahnef hakkında Muhammed Ali Sabbâh el-cAbbâs b. el-Ahnef şâ'irü '1-hub ve'l-ğazel adıyla bir eser kaleme almıştır ( B e y r u t 1990). BİBLİYOGRAFYA : İbnü'l-Ahnef, Dîvân (nşr. Kerem el-Bustânî), Beyrut 1398/1978, neşredenin girişi, s. 5-13; a.e. (Antuvan Nuayyim'in şerhiyle birlikte), Beyrut 1416/1995, s. 222; ayrıca bk. şerhedenin girişi, s. 5-35; a.e. (Abdülmecîd el-Molla'nın şerhiyle birlikte), Bağdad 1947; a.e. (Mecîd Tarrâd'ın şerhiyle birlikte). Beyrut 1414/1993, şerhedenin girişi, s. 7-16; Ebû Nüvâs, Dîuân (nşr. E. Wagner), Wiesbaden - Kahire 1958, I, 38-40; İbn Kuteybe, eş-Şi'rue'ş-şu'arâ' (nşr. Müfîd Kumeyha), Beyrut 1401/1981, s. 429-431; İbnü'lMu'tez, Tabalfâtü'ş-şu'arâ' (nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Kahire, ts., s. 253-256; İbn Abdürabbih. el-'lkdü'l-ferîd.V, 377-378; VI, 382-388; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb (Meynard), VII, 145148; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî, Beyrut 1957, VIII, 354-378; Merzübânî, el-Müueşşah (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1385/ 1965, s. 357-359; Ebû İshak el-Husrî. Zehrü'lâdâb (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1389/1969, II, 944-948; İbn Hazm. Güvercin Gerdanlığı (trc. Mahmut Kanık), İstanbul 1985, s. 215-216; Hatîb. Târîhu Bağdâd, XII, 127133; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', XII, 40-44; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 20-27; Abdürrahim b. Ahmed el-Abbâsî, Me'âhidü't-tenşîş{nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1947,1, 54-57; Ahmed Ferîd Rifâî, 'Aşrü'l-Me'mûn, Kahire 1928, II, 393-399; Brockelmann. GAL, 1,73-74; Suppl., I, 114; Sezgin, GAS, II, 513-514; Abdülvehhâb es-Sâbûnî, Şu'arâ' vedevâuîn, Beyrut 1978, s. 144-145; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb, II, 141143; Ramazan Şeşen v.dğr., Fihrisü mahtûtâti Mektebeti Köprülü, İstanbul 1406/1986, II, 4041; S. Enderaritz, Liebe a Is Beruf. Al-'Abbâs İbn al-Ahnaf und das Gazal, Stuttgart 1995; C. C. Torrey, "The History of al-'Abbâs b. al-Ahnaf and His Fortunate Verses", JAOS, XV (1894), s. 43-70; J. Hell, "al-eAbbâs ibn al-Ahnaf, der Minnesânger am Hofe Hârün ar-Rasıd's", Islamica, II, Leipzig 1926, s. 271-307; R. Blachere, "Hârûnürreşîd'in Saray Şairlerinden: 'Abbâs İbnü'l-Ahnef' (trc. Süleyman Tülücü), EAÜİFD, XI (1993), s. 170-175; a.mlf., "al-'Abbâs b. al-Ahnaf', EP (İng.), 1,9-10; a.mlf., "al-'Abbâs ibn alAhnaf', Eün., I, 5; Thomas Baver, "Al-'Abbâs ibn 481



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ1-AHNEF al-Ahnaf: Ein Literatür Geschichtlicher Sonderfall und seine Rezeption", WZKM, LXXXV!I1 (1998), s. 65-107; "İbnü'l-Ahnef", İA, V/2, s. 842-843. m M



r



( i u f



T



(f^Vl^l)



L



Hadis hâfızı.



OÎO



iki eseri ed-Dirâye v e Kifâyetü'n-nâsik



J



733 Recebinde (Nisan 1333) Bağdat'ta d o ğ d u . İlmî g e l e n e ğ e sahip bir aileye mensup olup ataları Bağdat yakınlarındaJ



ki Âkül köyünde ikamet ettikleri için buraya nisbetle anılmıştır. Babası Muhyid-



250'de (864) doğdu. Babası ve ilk dönemlerde kendisi İbnü'l-Kirmânî diye ta-



din el-Âkülî'den, Sirâceddin el-Kazvînî ve



nınmıştır. Tahsil için Nîşâbur dışına hiç çıkmadığı belirtilmiş olup Yahyâ b. Muhammed ez-Zühlî, Ebû Ali el-Kabbânî v e Muhammed b. Nasr el-Mervezî gibi hocalardan istifade etti. Başta Hâkim en-Nîsâbûrî olmak üzere Ebû Abdullah İbn Mende v e daha pek çok kişi kendisinden hadis rivayetinde bulundu.



ders aldı. Hadis, fıkıh ve Arap dili ve ede-



Hadis ilimlerinde, özellikle de ilel v e ricâl konularında iyi yetişmiş bir âlim olan İbnü'l-Ahrem'in dönemin ilim adamlarıyla zaman zaman ilmî tartışmalara katıldığı belirtilmekte ve Arapça'yı iyi kullandığı söylenmektedir. Hadis alanındaki başarısı sebebiyle İbnü'l-Ahrem'i akranlarına tercih eden İbn Huzeyme, tartışmalı meselelerde onun görüşlerini benimsemiştir ( Z e h e b î , Tezkiretü'l-huffâz, III, 865). İbnü'I-Ahrem 14 Cemâziyelâhir 344'te (5 Ekim 955) vefat etti. Onun kaynaklarda zikredilen v e genellikle Şahîhayn üzerine yapılmış müstahrec türü çalışmalar olduğu anlaşılan eserleri şunlardır: el-Müstahrec hîhayn, el-Müsnedü'l-kebîr,



'ale'ş-ŞaEbü'l-Ab-



bas Muhammed b. İshak es-Serrâc'ın ist e ğ i üzerine hazırladığı el-Müstahrec £alâ Sahihi Müslim, el-Muhtaşarü'ş-şahîh el-müttefeku 'aleyh, el-'Av âlî, Kitâbü'r-Risâle (Hediyyetü'l-'arifin, II, 41). BİBLİYOGRAFYA : İbn Nukta, et-Takyîd ti-ma'rifeti ruuâti's-sünen ue'l-mesânîd (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1408/1988, s. 125;Zehebî, Tezkiretü'lhuffâz, III, 864-866; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ XV, 466-469; a.mlf., el-İ'lâm bi-uefeyâti'l-a'lâm (nşr. Riyâd Abdülhamîd Murâd - Abdülcebbâr Zekkâr), Beyrut 1412/1991, s. 146;a.mlf., Târlhu'l-İslâm: sene 331-350, s. 312-313; Yâfiî, Mir'âtü 'l-cenân, II, 336-337; İbn Tağrîberdî, enNücûmü'z-zâhire, III, 313; Süyûtî, Tabakâtü'lhuf/az(Lecne), s. 355-356; İbnü'l-İmâd, Şezerât, II, 368; İbnü'l-Gazzî, Dîvânü'l-İslâm (nşr. Seyyid Kisrevî Hasan), Beyrut 1411/1990,1, 163; Hediyyetü'l-'ârifin, II, 41; Kettânî, er-Risâletü'lmüstetrafe (Özbek), s. 21; Kays Âl-i Kays, el-Irâniyyûn, 11/2, s. 390-391. m M



482



BİLÂL SAKLAN



Begavî'nin



Meşâbîhu's-



adlı eserinin şerhidir.



İbnü'l-Âkülî'nin günümüze ulaşan diğer



Şâfiî fakihi v e hadis âlimi.



L



Ebû Abdiilâh M u h a m m e d b. Y a ' k ü b b. Y û s u f eş-Şeybânî en-Nîsâbûrî (ö. 3 4 4 / 9 5 5 )



bîhi'd-dücâ. sünne



E b ü ' l - M e k â r i m Gıyâsüddîn M u h a m m e d b. M u h a m m e d b. A b d i i l â h el-Vâsıtî e l - B a ğ d â d î (ö. 7 9 7 / 1 3 9 4 )



SÜLEYMAN T Ü L Ü C Ü



İBNU'l-AHREM



1



İBNÜ'l-AKÜLI



desi y e babası gibi Bağdat'ta Müstansıriyye v e Nizâmiyye medreselerinde Şâfiî fıkhı okuttu, Mekke, Medine, Şam, Halep ve Kudüs'te hadis rivayet etti. Devrin âlimleri v e devlet adamları katında saygın bir yeri olan İbnü'l-Âkülî, bugün Câmiu'i-Âkülî olarak bilinen Dârü'lKur'âni'l-Cemâliyye'nin de kurucusudur. Babasının kabrinin bulunduğu yerde inşa ettirdiği, döneminin bütün ilimlerinin okutulduğu bu medreseye birçok vakıf



cü'l-vüşûl tü'l-kusvâ



ilâ Hlmi'l-uşül ve el-Gâyefî dirâyeti'l-fetvâ adlı eser-



lerini şerheden İbnü'l-Âkülî'nin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlarcumdetü't-tevhîd dır: cİddetü'l-vahîd ve (İslâm akaidine dair m a n z u m bireserdir), er-Red 'ale'r-Râfiza. BİBLİYOGRAFYA : Makrîzî, Sülük, VIII, 846; İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü'ş-Şâfı'iyye, III, 176-178; İbn Hacer, edDürerü'l-kâmine, IV, 194; a.mlf., İnbâ'ü'l-ğumr, III, 275-278; Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât, I, 225226; Keşfü'z-zunûn, II, 1192,1699, 1879; İbnü'lİmâd, Şezerât, VI, 351-352; Hediyyetü'l-'ârifln, II, 175; İzâhu'l-meknûn, II, 140; Brockelmann, GAL, 11, 209; Suppl., I, 620; II, 203-204; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn, XI, 240; Nâcî Ma'rûf, Târîhu 'ulemâTl-Müstanşıriyye, Kahire 1976, I, 138, 142-143; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), VII, 43; Claude Golliot, "1fextes arabes anciens edites en Egypte au cours des annees 1990 â 1992", M1DEO, XXI (1993), s. 543; Mihyâr Alevî Mukaddem, "İbn'Âkülî", DMBİ, IV, 173-174; Yusuf Şevki Yavuz, "Beyzâvî", D/A, VI, 102.



tahsis eden İbnü'l-Âkülî'nin yıllık gelirinin



S İ



tamamını tasadduk ettiği nakledilmektedir. Timur'un Bağdat'a yönelik saldırısı sıra-



ma'rifeti'r-rivâye fîmdrifeti'l-menâ-



sik'tir ( b u e s e r l e r i n y a z m a n ü s h a l a r ı için bk. B r o c k e l m a n n , GAL, 11, 2 0 9 • , S u p p l . , II, 2 0 4 ; DMBİ, IV, 174). Beyzâvî'nin Minhâ-



zamanın diğer önde gelen âlimlerinden biyatı alanlarında kendini yetiştirdi. De-







r



A L İ BAKKAL



1



İBNÜ'l-A'LEM



sında Kuzey Irak'ta hüküm süren Celâyir-



((JeVl^t)



liler hânedanının hükümdarı Sultan Ah-



Ebü'l-Kâsım A l î b. e l - H a s e n ( H ü s e y n ) e l - A l e v î eş-Şerîf e l - H ü s e y n î e l - B a ğ d â d î (ö. 3 7 5 / 9 8 5 )



m e d Celâyir ile beraber Bağdat'tan ayrılan İbnü'l-Âkülî'nin malları yağma edildi v e ailesi esir alındı. Bir süre Dımaşk ve Kahire'de ikamet ettikten sonra yine Sultan Ahmed'le beraber Bağdat'a döndü ve beş ay sonra burada vefat etti ( S a f e r 797/ A r a l ı k 1394); cenazesi vasiyeti üzerine Ma'rûf-i Kerhî'nin türbesi civarına defnedildi. Eserleri. 1. er-Raşf limâ ruviye



cani'n-



L



XIII. yüzyıla kadar önemini koruyan ez-Zîcü I-'Adudî' nin sahibi astronomi âlimi.



J



324'te (936) Bağdat'ta doğdu; Ca'fer b. Ebû Tâlib'in soyundandır. Geleneksel te-



Daha çok



mel eğitimini tamamladıktan sonra ma-



Hz. Peygamber'in özellikleri ve şahsiyeti



tematik, astronomi ve mûsiki nazariyatı



öne çıkarılarak telif edilen muhtasar bir



okudu. X. yüzyılın ikinci yarısında astro-



hadis kitabıdır (I-II, D ı m a ş k 1393/1973; K a -



nomi alanında büyük bir otorite olarak



h i r e 1406/1986). On yedi bölümden mey-



kabul edildiği için Büveyhî Emîri Adudüd-



dana gelen eserin kaynakları arasında



devle onu himayesine aldı ve sarayındaki



İbnü'l-Esîr'in Câmi'u'l-uşûTû,



Ömer b.



diğer astronom-astrologlardan çok onun



beyne'ş-Şa-



gözlemlerine d e ğ e r verdi. Kaynaklarda



Beyhaki'ninDelâ'ilü'n-nübüv-



bilgi bulunmamakla birlikte Adudüddev-



nebiyyi



mine'l-fi'l



ve'l-vaşf.



Bedr el-Mevsılî'nin el-Cemc hîhayni,



v e ' s i , Kâdî İyâz'ın eş-Şifâ'ı,



Hakîm et-



le'nin Bağdat'ta kurdurduğu rasathâne-



Tirmizî'nin en-NaH' ı, İbn Mâce'nin es-Sü-



de İbnü'I-A'lem'in de görev yaptığı düşü-



nen'i ve meşhut tabakat kitapları yer al-



nülebilir; çünkü onun daima "sâhibü'z-zîc"



maktadır. 2.'Artü't-tîb fî ahbâri



diye anılmasına yol açan



Mekke



ez-Zîcü'l-'Adu-



(nşr. M u h a m m e d



dî adlı zîci, o güne kadar kullanılmakta



Z e y n ü h ü m M u h a m m e d A z b , K a h i r e 1409/



olan Yahyâ b. Ebû Mansûr el-Müneccim'in



1989). 3. Miftâhu'r-recâ



Halife Me'mûn için hazırladığı



ve Medîneti'l-habîb



fî şerhi



Meşâ-



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



ez-Zîcü'l-



İBNÜTALKAMÎ önüne geçmiştir. Adudüd-



Özellikle Şiî kökenli bazı geç dönem bi-



life Müstansır- Billâh'ın üstâdüddârı ola-



devle'nin ölümünden sonra tahta çıkan Samsâmüddevle'den yeterince ilgi görmeyen İbnü'l-A'lem, 374'te (985) gittiği



yografi yazarları ayrıca birçok eseri ona



rak görev yapan dayısı Adudüddin Ebû Nasr Mübârek İbnü'd-Dahhâk'in yanında kalarak onun ahlâk ve ilminden, özellikle



hacdan döndükten sonra 8 Muharrem 375 (31 Mayıs 985) tarihinde v e f a t etti.



min fi'l-İslâm,



mümteharı'm



Onun gözlemlerinde kullandığı aletleri de bizzat kendisinin yaptığı bilinmektedir. İbnü'l-A'lem'in bütün çalışmaları ilgili çevrelerde hayranlık uyandırmış, özellikle hazırladığı zîc, XIII. yüzyılın başına kadar astronomlar arasında büyük bir takdirle anılmıştır. Günümüze ulaşmayan eser kaleme alınışından itibaren ana kaynaklar arasına girmiş, esere birçok atıfta bulunulmuştur. Bunların incelenmesinden zîcin içeriği hakkında şu sonuca varılmaktadır: Ünlü astronom-matematikçi Nasîrüddîn-i Tûsî'nin on iki yılda hazırladığı ez-Zîc-i İlhânTöe kullanılan gözlemlerin bir kısmı kendisine, bir kısmı ise başkalarına, çoğunlukla da İbnü'l-A'lem'e aittir. İbnü'l-A'lem'in zîcinde diğerlerinin hem e n hepsinde olan takvim bilgileri, trigonometri v e küresel astronomi fonksiyonlarına ait tablolar, coğrafî tablolar ve sabit yıldızlara ait cetveller mevcut değildir. Zîcin son üç bölümünde onun kendi gözlemlerine dayanarak hesapladığı gezegenlerle ilgili parametreler verilmiştir. Bunlardaki yeniliği tesbit etmek için Batlamyus v e Bettânî'ninkilerle yapılan karşılaştırmalar sonucunda söz konusu on üç parametreden yedisinin İbnü'l-A'lem tarafından değiştirildiği görülmüştür. Bu değişikliklerin sebebi, onun el-Mecistî'dekinden daha sık aralıklarla yaptığı kendi g ö z l e m l e r i n d e n v e diğer müslüman astronomların daha d o ğ r u tekniklerle buldukları neticelerden faydalanmış olmasıdır. Burada asıl dikkat çeken husus İbnü'l-A'lem'in farklı yaklaşımı, yani hemen bütün Ortaçağ astronomlarının Bat-



isnat etmektedir.



Ahkâmü'n-nücüm,



Risâle ü'n-rıücûm,



Ahvâlü'l-münecci-



cümiyye,



İstihrâcü



metâlibi'n-rıü-



Amelü'l-usturlâb,



Hlmi'n-nücûm,



Fevâ'idü



Müşkilâtü



cüm ve Mes'eletü'l-me'âd



Hlmi'n-rıübunların baş-



lıcalarıdır (Nâme-i Dânişuerân-ı Nâşırî, VI,



BİBLİYOGRAFYA :



Ali b. Zeyd el-Beyhaki, Târîhu hükemâ'i'l-isiâm (nşr. M e m d û h H a s a n M u h a m m e d ) , K a h i r e



1417/1996, s. 103; İbnü'I-Kıftî, İhbârü'l-\ılemâ' (Lippert), s. 226; Ebü'l-Ferec. Târîhu muhtaşari'd-düuel (nşr. A. Sâlihânî), Beyrut 1890, s. 174; Muhammed b. Mahmûd eş-Şehrezûrî, Târîhu'lhükemâ' (nşr. Abdülkerîm Ebû Şüveyrib), Trablus



1988, s. 313; Tebrîzî. Reyhânetü'l-edeb, VII, 388; Ahlvvardt, Verzeichnis, V, 203-206; Suter, DieMathematiker, s. 62; Hediyyetü'l-'ârifîn,I, 682; Aydın Sayılı, The Observatory in islam, Ankara 1960, s. 107-109; Nâme-i Dânişverân-1 Naşiri, Kum, ts. (Dârü'l-fikr), VI, 240-241; Sezgin, GAS, V, 309; VI, 215-216; Sarton, Introduction, I, 666; E. S. Kennedy, "The Astronomical Tables of ibn al-A'lem", MTÜA, 1/2 (1977), s. 13-23; Gulâm Rızâ Cemşîd Nijâd. "İbn A c lem", DMBİ, III, 29-30; Raymond Mercier, "ibn alA'lam", Encyclopaedia of the History of Science, Technology and Medicine in Non - Western Cultures, Dordrecht 1997, s. 401-402.



H



SADETTIN ÖKTEN



İBNÜ'l-ALKAMÎ (^^•suı j j i )



n



Ebû T â l i b M ü e y y e d ü d d î n M u h a m m e d b. M u h a m m e d b. A l î b. E b î T â l i b e l - B a ğ d â d î (ö. 6 5 6 / 1 2 5 8 ) Son Abbâsî veziri.



^



ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi; 592 veya 593'te doğduğu da rivayet edilir. De-



kendisinin bunları tekrar gözlemleyip hesaplamak gereğini duymuş olması, dolayısıyla daha hassas değerler elde etmesidir.



açtırdığı için Alkamî nisbesiyle tanınmış-



yalnız



söz eder



ez-Zîcü'i-cAdudî's\nden



v e onun suya düşerek bozulduğunu, çok zor kullanılabilir hale geldiğini söylerler ( A l i b . Z e y d e l - B e y h a k ı , s . 1 0 3 ) . Berlin S t a a t s b i b l i o t h e k ' t e bulunan (nr. 5 7 5 1 ) Kûşyâr b. Lebbân el-Cîlî'ye ait zîc içinde



düddârlığa, vefatı üzerine de ( 6 4 3 / 1 2 4 5 ) vezirliğe getirildi. Müsta'sım- Billâh'ın güvenini kazanarak Abbâsî hilâfetinin yıkılışına kadar mevkiini korumayı başaran ve vezirliği süresince dilediğini yapan İbnü'lAlkamî, Şiîliğini her vesileyle belli ettiği için Sünnîler tarafından pek sevilmemiş v e Râfızîlik'le itham edilmiştir; ayrıca askerlerle ve diğer devlet adamlarıyla da sürekli bir mücadele içinde olmuştur. 655 (1257) yılında Bağdat'ın Şiîler'le meskûn Kerh mahallesi Sünnîler'in hücumuna mâruz kaldı v e birçok kişi öldürülüp ileri gelenlerden bazıları esir alındı. Bunun üzerine İbnü'l-Alkamî Sünnîler'den intikam almak için fırsat kollamaya başladı; ancak olayların içinde halifenin oğlu Ebû Bekir ile devâtdâr-ı sagir Mücâhidüddin Aybek'in de bulunduğunu biliyor ve bir şey yapamıyordu. Sünnî tarihçiler onun bu eziklikle, Irak'a saldırmaya hazırlanan Hülâgû'ya gizlice haber göndererek Bağdât'ı istilâya teşvik ettiğini söylerler. İbn Kesîr ve İbnü'l-İmâd gibi tarihçilere göre İbnü'l-Alkamî Hülâgû'nun nezdinde itibar kazanmak, onun Bağdat'taki nâibi olmak ve Sünnîler'in Kerh'e saldırmalarının intikamını almak, hatta Sünnî Abbâsî halifeliğinin yerine bir Şiî hilâf e t i kurmak istemiş, ancak Hülâgû bu



591 Rebîülevvelinde (Şubat 1195) Şiî bir



lamyus'un verdiği parametreleri sorgulamaksızın aynen kullanmalarına karşılık



İlk d ö n e m kaynakları İbnü'l-A'lem'in



dayısının ölümünden sonra yerine getirilen Şemseddin Ebü'l-Ezher Ahmed b. Nâkıd'ın himayesine girdi v e sarayda teşrif a t nâzın oldu; daha sonra onun 629'da (1232) vezir tayin edilmesi üzerine üstâ-



2 4 1 ; DMBİ, III, 3 0 ) .



F



de devlet idaresindeki tecrübesinden etkilendi. Dîvânü'l-ebniye'de vekâlet ettiği



desi, Fırat nehrine bağlı Alkamî kanalını tır ( İ b n ü ' t - T ı k t a k â , s . 3 3 7 ) . Kökeni hakkında farklı görüşler ileri sürülmektedir. Hândmîr, onun Kum şehrinde oturan İranlı bir ailenin çocuğu olduğunu söylerken (Düstürü'l-uüzerâ',



s. 9 9 ) İbnü't-Tık-



takâ, Küfe yakınlarındaki Nil şehrinde yaşayan Benî Esed Arap kabilesine mensup bir anne-babadan doğduğunu kaydeder (el-Fahrî, s. 3 3 7 ) .



teklifi kabul etmemiştir (el-Bidâye, XIII, 2 0 1 ; Şezerât, VII, 4 7 0 ) . Fakat İbnü'l-Alkamî, kendisinin de bir şiirinde dile getirdiği gibi yaptıklarına pişman olmuş v e emeline ulaşamamıştır; nitekim Moğol askerlerinin atlarıyla makamına kadar çıkıp ona istedikleri şeyleri yaptırdıkları bilinmektedir ( K ü t ü b î , III, 2 5 3 ) . Halife Müsta'sım-Billâh, Irak üzerine yürümekte olan Moğollar'dan tehdit mektupları alınca İbnü'l-Alkamî kendisine kıymetli hediyeler göndererek Hülâgû'nun gönlünü kazanmasını önerdi. Halife başlangıçta bu öneriyi kabul ettiyse de Mü-



İbnü'l-Alkamî, Hille'de Şiî âlimi Amîdür-



câhidüddin Aybek, vezirin şahsî çıkar pe-



Ced-



rüesâ İbn Eyyûb'dan nahiv ve edebiyat



şinde koştuğu için bu tavsiyede bulundu-



Zühal,



Cedvelü



okudu ve bu alanda büyük bir başarı gös-



ğunu söyleyip halifenin hediye gönderme-



Cedvelü



ta'dîlihış-



t e r d i . Ardından B a ğ d a t ' a g i t t i ; orada



sine engel oldu (İbn Kesîr, XIII, 200). Hülâ-



adlı astronomi tablolarına



Ebü'l-Bekâ Abdullah b. Hüseyin el-Ukbe-



gû Bağdat'a yaklaştığı zaman halifeden



yer verilmiştir ( A h l v / a r d t , V, 2 0 5 - 2 0 6 ) .



rî'den dinî ilimleri öğrendi. Bu arada Ha-



Vezir İbnü'l-Alkamî, emîr-i alem Süleyman



İbnü'l-A'lem'in Cedvelü Cedvelü velü



tacdîli



merkezi



merkezi'l-Müşterî, şaticUtârid



ttfdîli'ş-şems,



tef dili merkezicUtârid,



483



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-ALKAMÎ Şah ve devâtdâr-ı sagir Mücâhidüddin Aybek'i huzuruna göndermesini istedi; fakat Müsta'sım-Billâh onun bu isteğini geri çevirdi ( C U v e y n î , III, 167). Muharrem 656'da (Ocak 1 2 5 8 ) Moğol ordusu Bağdat önlerine geldiğinde İbnü'l-Alkamî yakın adamlarıyla gidip Hülâgû ile görüştü v e dönüşünde halifeye bizzat hükümdarın huzuruna çıkmasını v e Irak haracının yarısını kendisine vereceğini bildirmesini tavsiye etti, fakat halife onun tavsiyelerini dinlemedi. Ancak Hülâgû da bu safhada yapılan teklifleri kabule yanaşmadı v e 4 S a f e r ' d e (10 Şubat) kayıtsız şartsız teslim olan halifeyi işkenceyle hazinelerinin yerini söylettikten sonra öldürttü. İbn Kesîr'e göre halifeyi öldürtmesi için kendisini kışkırtan İbnü'l-AIkamî'yi ise eski görevinde bıraktı ( İ b n K e s î r , XIII, 201). İbnü'l-Alkamî, Moğollar'ın şehirden ayrılmasından üç ay kadar sonra 1 veya 2 Cemâziyelâhir 6S6'da ( 5 veya 6 Haziran 1 2 5 8 ) v e f a t etti ( R e ş î d ü d d i n , III, 64; İ b n K e s î r , XIII, 2 0 3 ) ; 657yılı başlarında (Aralık 1 2 5 8 Ocak 1 2 5 9 ) öldüğü de rivayet edilir ( K ü t ü b î , III, 2 5 3 ) . İbnü'l-Alkamî, özellikle aşırı bir Şiî olması sebebiyle bazı Sünnî tarihçilerin, Moğollar'la iş birliği yaptığı v e halifeyi Bağdat'ta az sayıda asker bulundurmaya yönlendirdiği gibi ağır suçlamalarına mâruz kalmıştır. İbn Kesîr onun şehirdeki cami, medrese ve ribâtları kapatıp yerlerine Şiî medreseleri kurmak istediğini, ancak bunu başaramadığını söyler (el-Bidâye, X I I I , 203; a y r ı c a bk. S ü b k î , VIII, 2 6 2 ) . Şiî tarihçilerine g ö r e ise faziletli, akıllı v e ileri görüşlü, idarecilik yeteneğine sahip, devletin ve halkın malına el uzatmayan adaletli bir vezirdi; şairler onu öven şiirler yazmışlardır ( İ b n ü ' t - T ı k t a k â , s . 3 3 7 - 3 3 8 ) . İbnü'tTıktakâ, Musul hâkimi Bedreddin Lü'lü'ün İbnü'l-Alkamî'ye 1 0 . 0 0 0 dinar değerinde hediyeler gönderdiğini, ancak onun bunları kabul e t m e k istemediğini v e geri çevirmekten utandığı için halifeye gidip kendisinin alması ricasında bulunduğunu v e Bedreddin Lü'lü'e de 1 2 . 0 0 0 dinar kıymetinde mukabil hediye göndererek bu hareketi bir daha tekrarlamamasını istediğini belirtir ( a . g . e . , s . 3 3 8 ) . Bazı araştırmacılar da İbnü'l-Alkamî'nin mezhep taassubuna v e rakibi devâtdâr-ı sagîrin olumsuz propagandasına kurban gittiğini, aslında onun Hülâgû ile iş birliği yaparak Bağdat'ın istilâ v e y a ğ m a edilmesine sebebiyet vermediğini v e bu tür suçlamalara müstahak olacak bir harekette bulunmadığını belirtirler ( Ö z d e m i r , S. 2 0 7 - 2 1 4 ) .



tanıttıkları İbnü'l-Alkamî'nin 10.000 ciltlik zengin bir kütüphanesi vardı. Onun



bûzî kendisinden kıraat dersi aldı. Abdullah b. Hasan en-Nehhâs, Ebû Hafs İbn Şâ-



âlim, edip v e şairleri koruduğu, çalışmalarını ödüllendirdiği bilinmektedir ( İ b n ü ' t T ı k t a k â , s . 3 3 7 ) . Radıyyüddin Hasan b.



hin ve diğer bazı âlimler ondan hadis naklettiler. Hayatının büyük bir bölümünü Bağdat'ta geçiren İbnü'l-Allâf, Abbâsî hâ-



M u h a m m e d es-Sâgânî Arap diline dair el-cUbâb'ını v e İzzeddin Abdülhamîd b.



nedanı ile iyi ilişkiler içinde bulundu. Halife Mu'tazıd-Billâh'ın nedimleri arasına



Ebü'l-Hadîd yirmi ciltlik Kitâbü Şerhi Nehci'l-belâğa'svm İbnü'l-Alkamî için kaleme almıştır. Şiî âlimi İbn Tâvûs da onun



girdi. İbnü'l-Mu'tez'le v e Muktedir- Billâh'ın veziri Ebü'l-Hasan İbnü'l-Furât ile dostluk kurdu. 318 (930) veya 319 (931)



dostları arasında yer alıyordu.



yılında Bağdat'ta v e f a t etti.



BİBLİYOGRAFYA : Cûzcânî, Tabakât-ı Naşiri, I, 192-197; Cüveynî, Târîh-i Cihângüşâ{Öztürk), III, 167,173-175; el-Melikü'l-Eşref er-Resûlî, el-'Ascedü'l-mesi>ıî/c(nşr. Şâkir Mahmûd Abdülmün'im). Bağdad 1395/1975, II, 640-641; İbnü't-Tıktakâ, el-Fahrî, s. 337-339; Reşîdüddin, Câmllu't-teuârîh (nşr. Abdülkerim Alioğlu Alizâde), Bakü 1957, III, 40-41, 43, 47, 54, 58-59, 62-64; İbnü'l-Fuvatî, Telhîşu MecmaH'l-âdâb (nşr. Mustafa Cevâd), Bağdad 1962, I, 332-333; Hindûşah esSâhibî, Tecâribü's-selef der Teuârih-i Hulefâ' ue Vüzerâ-yi îşân (nşr. Abbas İkbâl), Tahran 1357 hş., s. 356; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâXXIII, 361-362; Safedî. el-Vâfi, 1, 184-187; Kütübî. Fevâtü'l-Vefeyât, III, 252-255; Sübkî, Tai>a/câf(Tanâhî), VIII, 262-265; İbn Kesîr, el-Bidâye,XIII, 200-205; Süyûtî, Târîhu'l-hulefâ', s. 464-467; Hândmîr, Düstûrü'l-uüzerâ' (nşr. Saîd Nefîsî), Tahran 2535 şş., s. 98, 99, 103, 105, 106; İbnü'l-İmâd, Şezerât (Arnaût), VII, 470-473; Muhammed eş-Şeyh Hüseyin es-Sâidî, Mü'eyyedü 'd-dîrı b. el-'Alkamî ue esrâru suküti 'd-devleti'l-'Abbâsîyye, Necef 1972; Hitti, islâm Tarihi, III, 768; Hasan İbrâhim, islâm Tarihi, V, 190195; Hacı Ahmet Özdemir, Moğol istilâsı ue Abbasi Devleti'nin Yıkılışı (Cengiz ue Hülâgû Dönemleri, 616-656/1219-1258) (doktora tezi, 1998), Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 172-221; T. H. Weir, "İbnü'l-Alkamî", lA, V/2, s. 843; J. A. Böyle, "ibn al-Alkami", El2 (İng.), III, 702; Seyyid Ali Âl-i Dâvûd. "İbn Alkamî", DMBİ, IV, 326328. m



İbnü'l-Mu'tez, İbnü'l-Allâf i usta şairler arasında sayar. Ancak şiirinin tekellüflü,



IRI



r



ABDÜLKERIM



ÖZAYDIN



İBNÜ'l-ALLÂF



n



(öSUJl^l) E b û B e k r e l - H a s e n b . A l î b. A h m e d b. B e ş ş â r e n - N e h r e v â n î ( ö . 318/930 [?]) Şair ve hadis âlimi.



ne göre. Halife Mu'tazıd-Billâh'ın nedimi iken bir gece halifenin uykusu kaçınca hâdimi gelip kendisine irticâlen bir beyit okumuş, fakat devamını getirememişti. Halifenin hepsi de şair olan diğer nedimleri de orada bulunuyordu. İbnü'l-Allâf, halifenin beytin devamını maksadına uygun olarak tamamlayana ödül vereceğini söylediğini, nedimlerin içinde sadece kendisinin o anda şiiri tamamlayarak ödülü aldığını anlatır. Medih, mersiye, gazel gibi geleneksel temalarda şiirleri bulunmakla birlikte İbnü'l-Allâf, asıl şöhretini çok sevdiği kedisi için mersiye olarak yazdığı v e sembolik ifadelere yer verdiği "el-Kasîdetü'd-dâliyye"sine borçludur. Kasidenin söyleniş amacı hakkında çeşitli rivayetler vardır. Kedisinin komşularının damında bulunan güvercinlere dadanması üzerine komşuları tarafından öldürülmesinden dolayı altmış beş beyitlik bu şiiri nazmettiği kaydedilir. Şairin, dostu İbnü'l-Mu'tezz'in Muktedir-Billâh tarafından öldürülmesinden sonra ona açıkça mersiye söylemekten korktuğu için kedi sembolünü kullanarak bu mersiyeyi onun için söylediği de rivayet edilmektedir. İbnü'l-Allâf'ın oğlu Ebü'lHasan Vezir Sâhib b. Abbâd'a babasının bu kasidesini okuyunca vezir bu şiirde İbnü'lMu'tezz'in sembolize edilmiş olduğunu



^



Muhtemelen 218 (833) yılında Bağdat yakınındaki Nehrevan kasabasında doğdu. Babası hayvan y e m i ( a l e f ) satıcısı olduğundan İbnü'l-Allâf künyesiyle tanındı. Bir gözünün sakat olduğu ( İ b n ü ' l - M u t e z , s. 3 5 8 ) veya gözlerinin görmediği kaydedilmektedir ( İ b n H a l l i k â n , II, 107). Ebû Ömer ed-Dûrî'den kıraat okudu. Humeyd b. Mes'ade el-Basrî, Nasr b. Ali el-Cehdamî v e Muhammed b. İsmâil el-Hassânî'-



Şiî v e Sünnî kaynaklarının ittifakla fel-



den hadis rivayet etti. Ebû Bekir A h m e d



sefe, mantık, şiir v e nesirde üstat olarak



b. Nasr es-Sezâî ile Ebü'l-Ferec eş-Şene-



484



sunî, kuru v e donuk olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir. Kendisinden nakledildiği-



söylemiştir ( D e m î r î , II, 4 0 2 ) . Ayrıca kasidede kedi sembolü ile Vezir İbnü'l-Furât'ın oğlu Muhassin'in kastedildiği de söylenir. Diğer bir rivayete göre, Halife MuktedirBillâh'ın veziri İbnü'l-Cerrâh Ali b. îsâ'nın bir câriyesi İbnü'l-Allâf ın kölesine âşık olmuş, bu durum ortaya çıkınca her ikisi de öldürülmüş, şair halifeden çekindiği için acısını açıkça ifade edemeyip onları sembolize e t m e k amacıyla bu kasidesini kaleme almıştır. Selâhaddin es-Safedî, bu kasidede sözü edilen kedinin gerçek anlamda bir kedi olduğunu, şiirin başka bir amaçla söylenmiş olduğunu iddia edenleri hayretle karşıladığını ifade eder. İbn



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-AMÎD, Ebü'l-Fazl Hallikân'a göre bu kaside şairin en güzel şiirlerindendir. Kasideyi Joseph D. Cariyle



yıldan uzun bir süre çok başarılı bir devlet



edebiyatçılığının dışında, kalelerin fethi



adamı olmuş, ayrıca kumandan olarak or-



İngilizce'ye tercüme etmiştir. Sabîh Redîf, şairin kaynaklarda yer alan şiirlerini derleyip tahkik ederek Şi'ru İbni'l-'Al-



dunun başında birçok zafer kazanmıştır.



amacıyla uzak mesafelere giderek duvarlarda gedikler açan büyük oklar atmak



Vefatı da Cibâl bölgesinde karışıklık çıkaran mahallî emîrierden Haseneveyh b.



lâf adıyla yayımlamıştır ( B a ğ d a t 1974).



Hüseyin'in üzerine düzenlediği s e f e r e



BİBLİYOGRAFYA : İbnü'l-Mu'tez, Tabakâtü'ş-şu'arâ' (nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Kahire 1976, s. 358359; Hatîb, Târîhu Bağdâd, VII, 379-380; İbn Hallikân. Vefeyât, II, 107-111; Zehebî, A'lâmü'nnübelâ', XIV, 514-518; Safedî, Hektü'l-himyân (nşr. Ahmed Zekî Bek), Kahire 1329/1911,s. 139142; Demîrî, Hayâtü'l-hayeuân, II, 402-404; İbnü'I-İmâd, Şezerât, II, 277-279; Mehmed Zihni, Kitâbü't-Terâcim, İstanbul 1304, s. 101-103; C. Zeydân, Âdâb (Dayf), II, 167-168; Ziriklî, elA'lâm (Fethullah), II, 201; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb, II, 394-397;Ch. Pellat. "ibn al-'Allâf", EP (İng ), III, 702; Abbas Hüccet-i Celâlî, "İbn 'AlIâP, DMBİ, IV, 324. m



rastlamış v e Hemedan'da uzun zamandan beri çektiği nıkris hastalığından ölmüştür ( 6 S a f e r 3 6 0 / 9 A r a l ı k 9 7 0 ) . Yerine oğlu Ebü'l-Feth İbnü'l-Amîd vezir olarak tayin edildi.



için "arbaiet" türü bir silâh başta olmak üzere ilginç aletler tasarlayıp geliştirmesiyle de dikkat çekmiştir. Onun Grekçe kitapları toplatarak tercüme edilmeleri için ilmî bir proje hazırladığı ve Rey'de bir rasathânenin kurulmasına ön ayak olup burada astronomik gözlemler yaptığı da bilinmektedir.



İbnü'l-Amîd'in asıl şöhreti edebî ve il-



Rey'deki sarayı devrin edip ve şairleri-



mî sahalarda gösterdiği başarılara dayanır. Kendisinin kütüphane emini tarihçi İbn Miskeveyh onun çağının bütün ilimle-



nin faaliyet merkezi haline gelen İbnü'lAmîd'in yetiştirdiği en büyük edip, yıllarca kendisinden ayrılmaması s e b e b i y l e



rine vâkıf, özellikle eski Arap şiiri, lügat, g a r î b , iştikak, istiare, nahiv, aruz, Kur-



"Sâhib" lakabını alan Büveyhî Veziri İsmâil İbn Abbâd'dır. Büveyhî Emîri Adu-



I I I . ( I X . ) yüzyılın sonuna doğru İran'ın Kum ş e h r i n d e d o ğ d u . Babası, aynı zamanda büyük bir edip olan Şiî Ziyârî Veziri Ebû Abdullah Hüseyin b. Muhammed'dir. İbnü'l-Amîd künyesini babasının "Amîd" unvanını taşımasından dolayı almıştır. Özellikle ilim v e edebiyat çevrelerinde "üstat" ve "reis" lakaplanyla tanınıyordu. Kaynaklarda hocaları hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak İbnü'n-Nedîm, İbn Semeke lakabıyla anılan Muhammed



'an'ın müşkil ve müteşâbihleri, tefsir, fıkıh, mantık, f e l s e f e , ilâhiyat, hendese, mekanik, astronomi ve meteorolojide bilgi sahibi olduğunu kaydeder (Tecâribü'lümem, II, 2 7 1 - 2 8 2 ) . Aklî v e naklî ilimlerdeki vukufu v e geniş kültürü sebebiyle "ikinci Câhiz" diye anılan İbnü'l-Amîd kitâbette v e sanatlı nesirde Câhiz'den de üstün tutuluyor ve devrin otoritesi kabul ediliyordu; bu m ü n a s e b e t l e söylenen, "Kâtiplik Abdülhamîd ile başladı, İbnü'lAmîd ile sona erdi" sözü darbımesel haline gelmiştir. Abbâsî Halifesi MuktedirBillâh zamanından ( 9 0 8 - 9 3 2 ) i t i b a r e n kâtipler arasında yaygın bir kullanım sürecine giren secide, seçili söz bölüklerini kısaltarak veya kısaltma imkânı bulamadığı uzun bölüklerde aynı vezinde kelimeler kullanarak nesrin ritim, melodi v e müzikalitesini arttırmak suretiyle mensur şiir çığırını açan İbnü'l-Amîd, Arap edebiyatı sanatlı nesrinin altı mektebinden dördüncüsü olan "seci v e bedî' mektebi"nin ku-



b. Ali b. Sa'd adındaki bir hocasından söz e t m e k t e (el-Fihrist, s . 194), Zekî Mübâ-



rucusudur. Yazılarını yoğun seciler ve onlarla uyumlu cinas, tıbâk gibi edebî sa-



düddevle ondan faydalananlar arasında yer aldığı gibi Aristo şârihlerinden Nîşâburlu filozof Ebü'l-Hasan el-Âmiri de kendisinden hayatının son yıllarına doğru felsefeye dair güç metinlerle mekanik kitapları okumuştur ( İ b n M i s k e v e y h , II, 2 7 7 ) . İbnü'l-Amîd mektebinin takipçileri arasında Ebû İshak es-Sâbî, Ebû Bekir elHârizmî, Bedîüzzaman el-Hemedânî v e Ebû Mansûr es-Seâlibî gibi ünlü edip v e yazarlar bulunmaktadır. Mütenebbî, Ebû Nasr İbn Nübâte es-Sa'dî ve Kadı İbn Hallâd başta olmak üzere birçok şair, edip ve âlim İbnü'l-Amîd'in ilmî, felsefî ve edebî kudretini övmüş ( S e â l i b î , III, 185-190; İbn H a l l i k â n , V, 105-106), buna karşılık olarak Ebû Hayyân et-Tevhîdî onunla Sâhib b. Abbâd'ı hicvetmek amacıyla Ahlâku '1-vezîreyn adlı bir eser kaleme almıştır (DİA, X , 1 5 4 ) . Ancak bu hicviyyeyi yazmasının sebebi, iki ünlü vezirin kınanacak hallerinden ziyade yanlarına gittiğinde kendisine itibar etmemesidir. Ayrıca İbnü'l-Amîd'in, Tevhîdî'yi "ikinci Câhiz" olma hususunda kendisine rakip görmesi, giydiği derviş



rek de nahivci Ebû Bekir İbnü'l-Hayyât'tan Câhiz'in Kitâbü't-TabâY adlı eserini okuduğunu söylemektedir (en-Iİeşrü'l-



natlarla âdeta bir halı gibi dokuyan İbnü'l-Amîd'de bu açıdan yetiştiği halı diyarının (İran) etkisi sezilmektedir. Bunun en güzel örneği âsi İbn Büllekâ'ya yazdığı



İSİ



r



NEVZAT H . YANIK



İBNÜ'l-AMÎD, Ebü'l-Fazl (ıA*«k*J1



n



,J«afl)I ^Jİ)



Ebü'l-Fazl M u h a m m e d b. H ü s e y n e l - K u m m î (ö. 3 6 0 / 9 7 0 ) Büveyhî veziri, âlim, edip ve şair.



^



fennî, II, 2 3 6 ) . İbnü'l-Amîd geniş kültürünü v e edebî maharetini büyük bir ihtimalle babasına borçludur. G e r e k babası hayatta iken g e r e k s e onun ölümünden sonra İbnü'l-Amîd Rey, Cibâl v e Fars'ta kaldı; kâtiplik gibi çeşitli g ö r e v l e r d e bulunduktan sonra Rey-Cibâl Büveyhî Emîri Rüknüddevle tarafından 328 (940) yılında vezirliğe getirildi. Onun, henüz vezirliğe tayin edilmeden önce, askerlerin aşırı para talepleri ve zorbalıkları sebebiyle bozulmuş olan devle-



kıyafetinden dolayı onu devlet büyüklerinin meclislerine lâyık bulmaması da bunun sebepleri arasında zikredilir. Kaynaklarda İbnü'l-Amîd'in



Kitâbü'l-



mektupta görülür ( S e â l i b î , III, 1 9 3 - 1 9 5 ) . Resmî mektuplarında Ebû İshak es-Sâ-



Mezheb



bî gibi ediplerin aksine hür v e güçlü şahsî iradenin ifadesi görülür; sevgi, sitem, tebrik vb. konulardaki özel mektupların-



nâ'ü'l-müdün



da ise ( a . g . e . , I I I , 183-214) duygusallık hâkimdir. Bunlardan başka Fars Valisi İbn



sûr es-Seâlibî, İbrâhim el-Husrî v e Yâküt



Hindû'ya gönderdiği, iyi bir idarecinin vasıf v e ödevlerinden söz eden mektup gibi didaktik, ilim adamlarına gönderdiği gök gürültüsü, şimşek çakması ve yıldırım



fi'l-belâğat



1 9 4 ) , Kitâbü'l-Halk



( İ b n ü ' n - N e d î m , s. v e Bi-



ve'l-huluk



( B î r û n î , s. 4 8 ) adlı üç ese-



rinden bahsedilmekte ise de bunlar zamanımıza ulaşmamıştır. Ancak Ebû Manel-Hamevî eserlerinde onun mukâraza, muamma v e gazel türlerindeki şiirlerinden v e m a n z u m mektuplarından bazı parçalara yer vermişlerdir (bk. b i b i . ) . İbnü'l-Amîd'in, Adudüddevle'nin meteoro-



üzerinde disiplini sağladığı ve halk arasın-



düşmesinin sebeplerini açıklayanlar gibi ilmî v e şair dostlarına gönderdikleri gibi şiir halinde kaleme alınmış mektupları da



vaplarını içeren M i n Kelâmi'l-üstâd



da adaleti hâkim kılmaya çalıştığı bilin-



vardır (a.g.e., III, 1 9 7 - 2 1 3 ) . İbnü'l-Amîd



re'îs Ebi'1-Fazl Muhammed



tin malî durumunu düzene soktuğu, ordu



mektedir. Vezir olduktan sonra da otuz



lojik olaylara dair sorduğu soruların ce-



ilâ 'Adudi'd-devleteyn



b.



er-



el-'Amîd



adıyla bir araya 485



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-AMÎD, Ebü'l-Fazl getirilmiş altı mektubu ile (nşr. G o r c i s A v v â d , Sümer, X I V [ B a ğ d a d 1958], s. 162) yine Adudüddevle'ye gönderdiği Risale ti'lhumrati'l-hûdişe fi'l-cev adını taşıyan bir risâlesi Hans Daiber tarafından "Briefe Abu'1-Fadl İbn al-'Amîd an Adudaddaula" başlığı altında yayımlanmıştır (İsi, LV1



ona kalemde ve kılıçta yetkinliğini anla-



İ B N Ü ' l - A M Î D , Ebü'l-Fcth (juojdl



tan "Zü'l-kifâyeteyn" unvanını verdi.



çsülfjjl)



365'te (975-76) Adudüddevle, babası



E b ü ' l - F e t h A l î b. M u h a m m e d b. H ü s e y n b. M u h a m m e d (ö. 3 6 6 / 9 7 6 ) Büveyhî veziri, edip ve şair.



Rüknüddevle ile bozulan ilişkilerini düzeltmek v e kendisinin veilaht olarak tayinini sağlamak için İbnü'l-Amîd'den aracı^



[ 1979], s. 106-116). Daiber'in verdiği bilgiye göre, İbnü'l-Amîd'in resmî ve özel mektuplarını ihtiva eden Dîvânü'r-resffU'mden bir parçanın iki nüshası Hindistan'da ( L e k n e v v e K a l k ü t a ) bulunmaktadır.



venmemekle beraber onunla dost kalmak 337'de (948-49) Rey'de doğdu; ünlü vezir Ebü'l-Fazl İbnü'l-Amîd'in oğludur. Genç yaşta sarayın önde gelen kişileri arasına



Ayrıca Bîrûnî de İbnü'l-Amîd'e ait coğrafî, geometrik ve astronomik problemlerin



girdi v e zaman zaman vezirliğe vekâlet



işlendiği bir kitaptan, muhtemelen adını daha önce zikrettiği Binâ'ü'l-müdün adlı eserinden alıntılar yapmaktadır (et-Tah-



seneveyh b. Hüseyin'e karşı düzenlenen



dîdü nihâyeti'l-emâkin, s. 5 8 , 6 0 , 98, 119). Halîl Merdem Bek İbnü'l-'Amîd adlı bir eser yazmıştır ( D ı m a ş k 1350/1931).



na geçti ve boşalan vezirlik makamını baş-



etti. 359'da (970) mahallî emirlerden Hasefere katıldı. Babasının Hemedan'a vardıklarında ölmesi üzerine ordunun başıkasına kaptırmamak için Haseneveyh'le anlaşma yaparak aceleyle Rey'e döndü, bir süre sonra da vezirliğe getirildi; iyice



BİBLİYOGRAFYA :



İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 194; Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-İmtâ' ue'l-mu'anese (nşr. Ahmed Emîn - Ahmed ez-Zeyn), Beyrut 1373/1953, 1, 16, 35,61, 66, 132; II, 15, 39; a.mlf., Meşâlibü'luezîreyn (nşr. İbrâhim el-Kîlânî), Dımaşk 1961, tür.yer.; İbn Miskeveyh, Tecâribü'l-ümem, II, 131-135, 140-142, 159-160, 166, 222-228, 229-230, 270-282; Seâlibî, Yetîmetü'd-dehr (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1377/ 1957, III, 155-181, 183-214; Ebû İshak el-Husrî, Zehrü'l-âdâb (nşr. Zeki Mübârek- M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1972, I, 41-42, 166167; II, 402, 580, 601-603; III, 643-644, 874880; IV, 1064-1065, 1119-1124; Bîrûnî, Tahdîdü nihâyâti'l-emâkin(nşL P. Bulgakov-İbrahim Ahmed), Kahire 1962 -> (lslamic Geography içinde, ed. Fuat Sezgin), Frankfurt 1413/1992, s. 48, 60, 98, 119; Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedânî, Tekmiletü Târihi't-Taberî (Taberî, Târihi Ebü'l-Fazl], XI içinde), s. 322, 422; Yâküt, Mıı'cemü.'l-ü.debâ'(nşr. D. S. Margoliouth), Kahire 1928, III, 142-143; VI, 73; İbnü'l-Esîr, elKâmil, VIII, 268, 299, 301, 365, 488-489, 511, 516, 569, 572, 589, 605-606; İbn Hallikân, Vefeyât, V, 103-113; Suter, Die Mathematiker, s. 58-59; Halîl Merdem, İbnü'l-'Amîd, Dımaşk 1350/1931; Zeki Mübârek, en-Neşrü'l-fennî fı'lkarni'r-râbic, Beyrut 1352/1934, II, 235-255; Aydın Sayılı, The Obseruatory in İslam, Ankara 1960, s. 103-104; Sezgin, GAS, VII, 278-282; Şevki Dayf, Târihu'l-edeb, V, 655-658; Ömer Ferruh, Târthu'l-edeb, III, 500-503; Muhammed Müsfir ez-Zehrânî, Nizâmü'l-uizâre fi'ddeuleti'l-'Abbâsiyye, Beyrut 1406/1986, s. 97101, 168-169, 177,184; J. L. Kraemer, Humanism in the Renaissance of islam, Leiden 1986, s. 241-259; M. Rıdvân ed-Dâye, A'lâmü'l-edebi'l-'Abbâsî, Beyrut 1407/1987, s. 165-168; H. F. Amedroz, "The Vizier Abu'l-Fadl ibn al-Amîd from «the Tajârib al-Umam» of Abu Ali Miskawaih", İsi., III (1912), s. 323-351; Hafızullah Kabir, "Ustad Abu'l-Fadl ibn al-'Amîd", IC, XXXV/1 (1961), s. 8-11; CI. Cahen, "ibn alcAmid", EF(İng.), III, 703-704; İhsan Abbas, "ibn al-eAmîd", Elr., VII, 664; Ahmed Pâketçî, "İbn e Amîd", DMBİ, IV, 340-344; Mahmut Kaya, "Ebû Hayyân et-Tevhîdî", DİA, X, 154. B



AHMET GÜNER



lık yapmasını istedi. Adudüddevle'ye gü-



yaşlanmış olan Rüknüddevle devletin idaresini ve ordunun kumandanlığını ona teslim etti. Fakat İbnü'l-Amîd, parlak zekâsına rağmen gençliği ve tecrübesizliği sebebiyle babasının takip ettiği dengeli siyaseti sürdürmeyi başaramadı. Deylemli kumandan ve askerlere bol bol ihsanlarda bulunarak v e sık sık davetler, av partileri düzenleyip katılanlara çeşitli hediyeler dağıtarak kendini çevresine sevdirmeye çalıştı. Onun debdebe v e gösterişi ön planda tutan bu gibi halleri ve özellikle vezirden çok bir emîr gibi davranması, Rüknüddevle'nin oğulları Adudüddevle ile Müeyyidüddevle'nin tepkilerine yol açtı. İbnü'l-Amîd, 363'te (973-74) Rüknüddevle'nin emri üzerine, büyük bir askerî



isteyen İbnü'l-Amîd'in Rüknüddevle nezdinde gösterdiği çabalar sonucu İsfahan'da bütün hânedan mensuplarının katıldığı bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıda Rüknüddevle, Adudüddevle'yi veliaht ilân etti ve diğer iki oğlundan Müeyyidüddevle'ye Rey ile İsfahan'ı, Fahrüddevle'ye de Hemedan ile Dînever'i verdi. İbnü'lAmîd, Rüknüddevle'nin ölümünden sonra Rey'e gelen Müeyyidüddevle tarafından vezirlik görevinde tutuldu. Ancak çok geçmeden İbnü'l-Amîd ile kâtip Sâhib b. Abbâd arasında düşmanlık baş gösterdi v e İbnü'l-Amîd, Müeyyidüddevle'nin yanında büyük bir saygınlığı bulunan Sâhib b. Abbâd'ı ileride makamına göz dikeceği endişesiyle İsfahan'a yollamak ve hatta öldürtmek istedi. Müeyyidüddevle de onun nüfuzundan çekindiği için Sâhib b. Abbâd'ı geri göndermek zorunda kaldı. Fakat Rüknüddevle'den sonra hânedanın başına geçmiş bulunan Adudüddevle, Müeyyidüddevle'den, ordu üzerindeki hâkimiyetinden dolayı tehlikeli gördüğü v e Bağdat'taki faaliyetleri sebebiyie kızgın olduğu İbnü'l-Amîd'in öldürülmesini istedi. Bunun üzerine İbnü'l-Amîd, mallarına el konulduktan v e çeşitli işkencelere mâruz bırakıldıktan sonra idam edildi ( 1 7 R e b î ü l e v v e l 366 / 13 K a s ı m 976).



isyan sebebiyle zor durumda kalan İrak



Babasından ve nahiv âlimi İbn Fâris'-



Büveyhî Emîri İzzüddevle Bahtiyâr'a yar-



ten ders alan İbnü'l-Amîd devrin önemli



dım etmek için Fars'tan Irak'a doğru yola



edip ve şairlerindendi; hatta bu yönüyle



çıkan Adudüddevle'ye katıldı. İsyanın bas-



babasından daha üstün olduğu söylenir.



tırılmasından sonra Adudüddevle, İzzüd-



Yâküt el-Hamevî, onun öldürülmesinden



devle'yi tahtından uzaklaştırıp Irak'ı ken-



önce zindan duvarlarına yazdığı kendisi-



di topraklarına katmak istedi ve bu du-



ne yapılan işkenceleri anlatan şiirlerini,



rumu babasına onaylatmak için İbnü'l-



Ebû Hayyân et-Tevhîdî de uzun bir gaze-



Amîd'i Rey'e gönderdi. Fakat İbnü'l-Amîd,



lini nakletmiş, ayrıca "dost" dediği at üze-



hânedan üyelerinin karşılıklı sadakatine



rine yazılmış bir gazeli hakkında bilgi ver-



büyük önem veren Rüknüddevle'yi bu ko-



mişlerdir ( M u ' c e m ü ' l - ü d e b â 3 , XIV, 195-



nuda ikna e d e m e d i ve Bağdat'a eli boş



201, 213; el-Meşâlibü'l-uezîreyn,



döndü. Bunun üzerine Adudüddevle mec-



270). İbnü'l-Amîd ilme ve edebiyata bü-



buren Irak'tan ayrıldı. İbnü'l-Amîd ise



yük ilgi duymuş, âlim ve ediplerle bir ara-



s . 267-



Adudüddevle'nin ardından Bağdat'ta bir



da bulunmaya özen göstermiştir. Ebû Sa-



müddet daha kaldı v e burada ileride ha-



îd es-Sîrâfî, Ali b. îsâ er-Rummânî, Ebû



yatına mal olacak bazı adımlar attı. İz-



Süleyman el-Mantıki, Ebü'l-Hasan el-Âmi-



züddevle'nin veziri İbn Bakıyye ile yakın



rî ve İbnü'l-Bakkâl onun özellikle Bağdat'-



münasebetler kurdu; ayrıca İzzüddevle'-



ta iken tertiplediği meclislere devam eden



nin yönelttiği vezirlik teklifini Rüknüddev-



âlim, filozof v e şairlerden bazılarıdır ( Y â -



le'nin ölümünden sonra olması şartıyla



küt, XIV, 2 1 3 - 2 1 4 ) . 363 (973-74) yılında



kabul etti. Bu arada Abbâsî halifesi de



Rey'e gitmeden önce İbnü'l-Amîd'e yaz-



486



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-A'RÂBÎ, Ebû A b d u l l a h dığı mektubu günümüze ulaşan ( b k . Re-



lojisi ei-Mufaddaliyyât'mı,



nahiv ve lü-



Eserleri. Kaynaklarda İbnü'l-A'râbî'nin



sâ% s . 3 4 9 - 3 5 8 ) Ebû Hayyân et-Tevhîdî,



gat dersleri aldığı Kisâî'nin



en-Nevâdir'i-



otuzu aşkın kitap ve risâlesi bulunduğu kaydedilmektedir. Zamanımıza ulaştığı



Ebû Abdul-



ni kendilerinden dinleyip rivayet etti. Güç-



lah Hüseyin b. Ali en-Nemerî'nin İbnü'l-



lü hâfızası sayesinde çok sayıda garîb ve



bilinen başlıca eserleri şunlardır; 1. Es-



Amîd'i öven uzun bir kasidesine yer ver-



nâdir kelime ezberleyerek bu alanda üs-



ma'ü



miştir (s. 3 4 4 - 3 4 8 ) .



t a t olduğunu herkese kabul ettirdi. Küfe



A r a p kabilelerinin özel adlarla anılan



BİBLİYOGRAFYA :



civarına konaklamak üzere Yemâme'den



meşhur atlarının isimleri, binicileri, onlar



el-Meşâlibü'l-vezîreyrı'de



hayli'l-'Arab



ve fürsânihâ.



Eski



gelen bedevîlerden, özellikle Benî Esed



hakkındaki haber ve şiirlerle bu şiirlerde



se (nşr. Ahmed Emîn - Ahmed ez-Zeyn), Beyrut



v e Benî Ukayi'den yıllarca lügat, emsal,



geçen garîb kelimelerin açıklanması ve



1373/1953,1, 3, 66-67,136, 137; II, 217; a.mlf.,



şiir, ahbâr dinleyip tesbit etti; bu alanlar-



eyyâmü'l-Arab'a dair bilgiler içeren eser



(nşr. İbrâhim el-Kîlânî), Dı-



da ve eyyâm-ı Arab hususunda geniş bilgi



dil, edebiyat ve tarih açısından önemlidir



sahibi oldu.



(nşr. L e v i D e l l a V i d a , L e i d e n 1928; nşr. N û -



Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-İmtâ' ue'l-mu'âne-



Meşâlibü'l-üezlreyn



maşk 1961, s. 227, 267-270, 293-302, 336, 338-348; a.mlf., Resâ'il (nşr. İbrâhim el-Kîlânî), (baskı yeri ve tarihi yok] (Dâru Talâs), s. 347-



358; Abdülazîz b. Yûsuf eş-Şîrâzî, er-Resâ'il, Berlin Ktp., nr. 8625, vr. 74b- 76'; İbn Miskeveyh, Tecâribü 'l-ümem, II, 270-274, 301-303, 333, 339, 348-355, 361-364, 377;SeâIibî, Yetîmetü'd-dehr, III, 215-223; Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedânî, Tekmiletü Târihi't-TabeTârih |Ebü'l-Fazl|, XI içinde), s. 436-



rî(Taberî,



443, 444, 449-451; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', XIV, 191-240; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, VIII, 605606, 644, 648, 654, 669, 675-676; Sıbt İbnü'lCevzî, Mir'âtü'z-zamân, TSMK, III. Ahmed, nr. A 2907/11, XI, vr. 116"-117"; İbn Hallikân, Vefeyât, V, 110-112; Safedî, Nektü'l-himyân(nşr. Ahmed Zekî Bek), Kahire 1329/1911, s. 215-



Bağdat'ın güneybatısında bir camide verdiği derslerden aldığı ücretle geçimini sağlamaya çalışan İbnü'l-A'râbî'nin büyük ilgiyle izlenen derslerine çok sayıda öğrencinin katıldığı, öğrencilerine elinde hiçbir kitap olmadan güçlü hâfızasına dayanarak lügat, garîb, nevâdir, şiir, ahbâr ve ensâba dair notlar tutturduğu kaydedilmektedir. Öğrencileri arasında Sa'leb, Câhiz, İbnü's-Sikkît, İbrâhim el-Harbî, Ebû İkrime ed-Dabbî, Muhammed b. Habîb, Belâzürî, Osman b. Saîd ed-Dârimî, Mu-



217; Ziriklî, el-AHâm,V, 143; Muhammed Müsfır ez-Zehrânî, Nizâmü'l-vizâre fı'd-deuleti'l-'Abbâsiyye, Beyrut 1406/1986, s. 101-103; Cl. Ca-



faddal b. Seleme gibi ünlü âlimler bulun-



hen, " i b n a l - c A m i d " , El2 (İng.), III, 704.



b. Habîb rivayet etmiştir. Ondan en çok



H



AHMET GÜNER



maktadır. en-Nevâdir



ini kendisinden



Sa'leb, Abdullah et-Teymî ve Muhammed istifade eden Sa'leb'dir. Kaynakların dindar ve dürüst bir kimse olarak tanıttığı



r L



.



..







IBNU'1-AMID el-MEKIN



H



İbnü'l-A'râbî Sâmerrâ'da vefat etti. Ölüm yılı olarak 230 (845), 232, 233 tarihleri de verilmekle birlikte doğrusu 231 (846)



(bk. MEKÎN).



J



olmalıdır. Topal ve şaşı olduğu söyleniyorsa da (İbnü'l-Kıftî, III, 133) öğrencisi v e



r



İ B N Ü ' l - A ' R Â B Î , Ebû Abdullah ( ^ î f j e V f j j f 4)1



^



yj)



cân ve'l-'umyân



ve'l-hûlan



ve'l-'ur-



adlı eserin-



de adı geçmemektedir.



Ebû Abdiilâh M u h a m m e d b. Z i y â d e l - K û f î (ö. 231/846) Lügat âlimi ve şiir râvisi.



yakın dostu Câhiz'in el-Bursân



İbnü'l-A'râbî'nin halifeler v e d e v l e t adamları nezdinde itibarı yüksekti. Şiirlerde geçen, herkesin kolaylıkla anlayamaJ



yacağı garîb v e nâdir kelimelerin açıkla-



150 (767) yılında Kûfe'de doğdu. Baba-



çeşitli hediyelerle ödüllendirirlerdi. Nite-



sı Hindistan'ın Sind bölgesinden gelen bir



kim bir defasında Halife Vâsik- Billâh'tan



L



masını bizzat kendisinden dinler v e onu



rî H a m m û d î e l - K a y s î - H â t i m S â l i h e d - D â m i n , MM//r.,XXXV/2 | B a ğ d a d 1404/1984], s. 2 4 9 - 3 3 0 ; n ş r . M . A b d ü l k â d i r A h m e d , K a h i r e 1404/1984). Eser ayrıca yine Nûrî Hammûdî ei-Kaysî Hâtim Sâlih ed-Dâmin tarafından İbnü'l-Kelbî'nin Hayl'i



ile birlikte Kitâbân



Nesebü'l-



ü'l-hayi



adıy-



la yayımlanmıştır ( B e y r u t 1407/1987). 2. Kuyuların kazımı, çeşitleri,



Kitâbü'l-Bfr.



suları, aletleri etrafındaki lügat v e şiirleri ihtiva eden eseri Mahmûd Şükrî el-Âlûsî (Mecelletü'l-Muktebes, sy. V I ( D ı m a ş k 1 9 2 2 ] , s. 3 - 9 ) , Nûrî H a m m û d î el-Kaysî (Mecelletü



sy. I X [ B a ğ -



Külliyyeti'l-âdâb,



d a d 1966|, s. 3 4 9 - 3 6 7 ) v e Ramazan Abdüttevvâb ( K a h i r e 1970) neşretmiştir. 3. Kitâbü'l-Fâzıl



ti'l-edeb.



Mersiye tema-



sında şiir parçalarından meydana gelen bir mecmua olup VVilhelm VVright tarafından yayımlanmıştır ( L e i d e n 1859). Eserin Kudüs Hâlidiyye Kütüphanesi'nde (nr. 45/ 3) bir nüshası mevcuttur. 4.



Nevâdiru



Kudüs Hâlidiyye Kütüpha-



İbni'l-A'râbî.



n e s i ' n d e v e Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de yazma nüshaları bulunan eserin bir kısmı Kâmil Saîd Avvâd tarafından yüksek lisans tezi olarak tahkik edilmiştir ( 1 9 7 6 [ B a ğ d a d ] , K ü l l i y y e t ü ' l - â d â b ) . Ayrıca Şam Umumi Kütüphanesi'nde (nr. 23, 2 8 0 ) bir nüshası mevcut olan



Kitâbü'l-Mu'cem



de ona nisbet edilmektedir. Bazı mersiyeleri ihtiva eden ve VVilhelm VVright tarafından Hırzetü'l-hâtıb



ve



tuhtetü't-



tâlib içinde yayımlanan ( L e i d e n 1859, s.



köledir; annesi de Arap değildir. İbnü'l-



10.000 dirhem, Me'mûn'dan da 5000 dir-



A'râbî künyesi ona lügat, ahbâr, şiir ve



hem değerinde bir hediye almıştı. Küfe



emsâl dinleyip tesbit etmek için çöl Arap-



dil mektebinin önde gelen âlimlerinden



ları ile sürekli ilişki içerisinde bulunma-



olan İbnü'l-A'râbî, Basra dil mektebinin



sından dolayı verilmiştir. İbnü'l-A'râbî, kü-



iki ünlü dilcisi Ebû Ubeyde ile Asmaî'nin



çük yaşta babasının vefatı üzerine anne-



rivayetlerini sıhhatli bulmazdı. Hatta As-



eserleri de şunlardır;



siyle evlenen şiir râvisi Mufaddal ed-Dab-



maî'nin bir rivayeti hakkında bu rivayetin



fatü'n-nahl,



bî'nin himayesinde büyüdü. Başta üvey



tam aksini bin fasih bedeviden dinlemiş



Kitâbü'n-Nebt



babası olmak üzere Ali b. Hamza el-Kisâî,



olduğunu söylemiştir. Lügat kitaplarında



bât, Kitâbü'z-Zübâb



Ebû Muâviye ed-Darîr, Kâsım b. Ma'n,



İbnü'l-A'râbî'den yapılan birçok rivayet ve



Eifâz, Kitâbü



Ebû Zeyd el-Ensârî, Ebû Ziyâd el-Kilâbî,



nakil mevcut olup adının geçmediği söz-



Kitâbü



Nevâdiri



Heysem b. Adî, Ebü'l-Mücîb er-Rebeî, İb-



lük h e m e n h e m e n yok gibidir. Bununla



Emâlî,



Ebyâtü'l-me'ânî,



nü'l-Kelbî gibi birçok âlimden şiir ve en-



beraber ileri sürdüğü nahiv kuralları v e



Târîhu'l-kabâ'il,



sâba, garîb ve nâdir lugatlara dair ders-



otorite sayıldığı garîb v e nâdir kelimeler



sîrü'i-emşâl,



ler aldı. Mufaddal ed-Dabbî'nin şiir anto-



hakkında birçok yanlışı tesbit edilmiştir.



hadîş, Kitâbü'l-Fevâ'id,



6 7 - 1 2 2 ) Mııkatta'ât cArab



merâsin



li-ba'zi'l-



adlı eserin İbnü'l-A'râbî'ye aidiyeti



ise şüphelidir. Müellifin kaynaklarda adı geçen diğer Kitâbü'l-EnvâŞı-



Şıfatü'z-zer',



Şıfatü'd-dir\



ve'1-bakl,



Kitâbü'n-Ne-



(Zi'âb),



Kitâbü'l-



Nevâdiri'z-Zübeyriyyin, BenîFak'as,



Kitâbü'lMecâni'ş-şicr,



Medhu'l-kabâ'il, Kitâbü



Ef'ale,



TefGarîbü'i-



Kitâbü'l-Mucâ487



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-A'RÂBî, E b û A b d u l l a h kabât, Kitâbü



mine'ş-şu-



dinî bilgileri, dil ve edebiyat, matematik



tutmaları sebebiyle burada sadece sekiz



Kerâmâti'l-



v e f e n bilimlerini okudu. Bir süre sonra



ay kalıp Kudüs'e geçti (486/1093). Selçuk-



Kitâbü'1-Hayl,



Kurtuba'ya (Cordoba) giderek Ebû Abdul-



lu nüfuzu altında olan Kudüs'te t a m bir



AyrıcaCerîr b. Atıyye, Fe-



lah İbn Attâb, Ebû Mervân İbn Serrâc gi-



hürriyet havası hâkimdi. İbnü'l-Arabî'nin



rezdak, Hansâ, Hutay'e, Ru'be b. Accâc,



bi hocalardan ders aldı. Abbâdî hâneda-



kaydettiğine g ö r e yüksek düzeyde dinî e ğ i t i m veren birçok ders halkasının ya-



caıâ'



Men



ilâ ümmihâ,



evliyâ',



nüsibe Kitâbü



Kitâbü'l-Emşâl,



Nesebü'l-hayl.



Ebû Züeyb el-Hüzelî, Adî b. Zeyd, Ertât



nının yıkılıp bölgenin Murâbıtlar'ın hâki-



b. Süheyye, Ebû Mihcen es-Sekafî, Nemîr



miyetine girmesiyle ( 4 8 4 / 1 0 9 1 ) başlayan



nında Hanefî v e Şâfiî mezheplerine göre



b. Tevleb, İbnü't-Tasariyye, Sürâka el-Bâ-



gelişmeler h e m ilim yolculuğu arzusu



eğitim veren iki Nizâmiye medresesi var-



rıki, A m r b. Ma'dîkerib gibi şairlerin di-



içinde olan İbnü'l-Arabî, hem de oğlunun



dı (el-'Auâşım,



vanları İbnü'l-A'râbî tarafından rivayet



en iyi şekilde yetişmesini arzulayan ve hac



halkalarına katıldı v e yapılan münazara-



edilmiştir.



ibadetini ifa etmek isteyen babası için uy-



ları takip etti. Kelâm, usûl-i fıkıh v e hilâ-



gun bir fırsat oldu. Ailece 485 (1092) yı-



fıyat okudu; özellikle Ebû Bekir İbn Ebû



lında Mâleka'dan (Malağa) hareketle Ku-



Rendeka et-Turtûşî'den çok faydalandı.



BİBLİYOGRAFYA :



Ebû Abdullah İbnü'l-A'râbî, Kitâbü 'l-Bi'r(nşr. NÛrî Hammûdî el-Kaysî, Mecelletü Külliyyeti'lâdâb içinde), IX, Bağdad 1966, neşredenin girişi s. 349-352; Tehzîbü'l-luğa, I, 20-21; Taberî. Târîh (de Geoie), III, 972, 1357; Zübeydî, Tabakâtü'n-nahuiyyîn ue'i-luğauiyyirı, Kahire 1954, s. 213; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb (Meynard), IV, 117; VII, 162-164; Sem'ânî, Ensâb, s. 187-188; İbnü'n-Nedîm, el-Fıhrist, 1,69; Hatîb, Târîhu Bağdâd, V, 282-285; İbnü'l-Enbârî, Nüzhetü'l-elibbâ' (nşr. İbrâhim es-Sâmerrâî), Zerkâ |Ürdün] 1405/1985, s. 119-121; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ',XVIII, 189-196; İbnü'l-Kıftî, Inbâhü'r-ruvât, III, 133; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 433-435; Safedî, el-Vâfı, III, 79-80; Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât, 1, 105-106; Keşfü'z-zunûn, \, 167; II, 1396,1399, 1415, 1419, 1452, 1980; îzâhu'l-meknûn, I, 217; II, 293, 304, 343, 344, 506, 680; Brockelmann, GAL, I, 19,41, 56, 116, 139; Suppi., I, 179; Ziriklî, el-AHâm, VI, 365-366; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifin, X, 11; Mervân el-Atıyye, "Mülâhazat ealâ tahkiki Kitabi esmâTl-hayli'leArab ve fürsânihâ li'bni'l-A'râbî", el-Mevrid, XVI/2, Bağdad 1987, s. 209-227; Ch. Pellat, "ibn al-A'râbi", E/2 (Fr ), III, 728-729; Hâtim Sâlih edDâmin, "İbnü'l-A'râbî", Meusû'atü'l-hadâreti'lİslâmiyye, Amman 1993, s. 140-143.







İsmaİl Durmuş



İ B N Ü ' l - A R A B Î , E b û Bekir



r



Ebû Bekr Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Meâfirî (ö. 543/1148) Endülüslü Mâlikî fakihlerinin önde gelenlerinden, muhaddis.



^



^



zey Afrika üzerinden Doğu İslâm dünya-



Ebû Ali Hüseyin es-Sâgânî, Ebû Saîd ez-



sının önemli ilim merkezlerini kapsayan



Zencânî, Ebû Sa'd ez-Zevzenî gibi Doğu



uzun bir yolculuğa çıktılar. İbnü'l-Arabî,



İslâm dünyasından gelmiş Hanefî fakihle-



Ebü'l-Velîd el-Bâcînin de Doğu seyahatin-



rinin bakış açıları onu etkiledi (Kânûnü't-



den önemli bir ilmî birikimle dönmesinin



te'vil, s. 9 2 - 9 8 ) . Eserlerinde sık sık bura-



ve Endülüs'te büyük itibar kazanmasının



da geçen ilmî tartışmalara v e âlimlerin



bu yolculuğa çıkmasında etkili olduğunu



görüşlerine atıfta bulunmasından, Ku-



belirtir (Kânûnü't-te'vîl, s. 7 6 - 7 7 ) .



düs'teki ilmî atmosferin İbnü'l-Arabî'yi



İbn Haldûn baba v e oğlun, Murâbıtlar Hükümdarı Yûsuf b. Tâşfîn tarafından Bağdat Abbâsî halifesine kendisi adına biat v e r m e k ve hükümdarlığı için onay a l m a k ü z e r e gönderildiğini belirtirken (Mukaddime,



II, 6 4 2 ) Abdülhay el-Kettâ-



nî, bölgenin yeni hâkimi Yûsuf b. Tâşfîn'den kaçarak Doğu'ya gittiklerini ve mülklerine de el konulduğunu ileri sürer (etTerâtîbü'l-idâriyye,



I, 9 1 ) . Bazı yeni araş-



tırmalar v e belgeler, başlangıçta böyle bir



ye'de (Sevilla) doğdu. Arap kabilelerinden Kahtân'ın Meâfir kolundan olup ataları fetihten sonra Endülüs'e yerleşmişti. Babası, Îşbîiiye v e çevresinde hüküm süren Abbâdîler'in vezirlerinden v e bölgenin önde gelen ilim adamlarından Ebû Muhamm e d İbnü'l-Arabî, annesi ise Abbâdî hânedanının siyasî rakibi Ebû Hafs Ömer el-Hevzenî'nin kızıdır. İlk öğrenimine babası, dayısı Ebü'l-Kâsım Hasan el-Hevzenî ve Ebû Abdullah b. Ahmed es-Sarakustî'den ders alarak başladı. Erken yaşta hıfzını, kırâat-i aşereyi tamamladı; temel



çok etkilediği v e burada geçirdiği üç yılı tahsil hayatının verimli dönemlerinden biri olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Bu arada Filistin ve Şam bölgesinin Akkâ, Taberiye, Askalân, Dımaşk gibi diğer ilim merkezlerini dolaştı. İmâmiyye ve Bâtıniyye âlimleriyle tartıştı. Ebü'l-Fazl İbnü'lFurât A h m e d b. Ali, Nasr b. İbrâhim elMakdisî, Hibetullah b. Ahmed el-Ekfânî, Atâ el-Makdisî gibi birçok âlimle görüştü. 489 ( 1 0 9 6 ) yılında Bağdat'a gitti.



görev üstlenmeseler bile memleketleri-



Irak bölgesindeki ilmî birikim v e öğre-



ne dönüşleri sırasında, müsbet icraatla-



tim usulü de İbnü'l-Arabî'yi bir hayli et-



rını duydukları Yûsuf b. Tâşfîn'in hem si-



kiledi. Nizâmiye medreselerindeki eğitim



yasî rakiplerine karşı hem sürdürdüğü ci-



öğretim faaliyeti v e devlet ricâlinin ilme



had hareketi hususunda desteklenmesi



v e ilim adamlarına itibarı sebebiyle o dö-



v e hükümdarlığının onaylanması için Gaz-



nemde Bağdat'ın ilim v e kültür merkezi



zâlî'den bir fetva ve halifeden de ferman



olma özelliği daha da artmıştı. Burada



aldıklarını göstermektedir ( A h m e d M u h -



Nizâmiye medreselerine devam etti; Ha-



t â r e l - A b b â d î , s. 101-104, 4 7 1 - 4 8 4 ; İ h s a n



nefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine men-



A b b a s , X V I / 2 11963], s. 2 1 7 - 2 3 6 ) . On yıla



sup birçok ilim adamı ile görüştü, çoğun-



yakın bir süreyi kapsayan bu ilim yolculu-



dan ders veya icâzet aldı. Kendisi eserle-



ğu İbnü'l-Arabî açısından çok verimli geç-



rinde Bağdat'ta görüştüğü ve faydalan-



ti. O, Tertîbü'r-rihle



ü'l-mille



dığı âlimlere v e okuduğu kitaplara sıkça



li't-terğib



adlı kitabıyla el-'Avâşım 22 Şâban 468'de (31 Mart 1076) İşbîli-



II, 6 1 ) . Burada çeşitli ders



da dahil diğer



atıfta bulunur (a.g.e., s. 1 0 7 - 1 2 0 ) . Bunlar



eserlerinde bu seyahati sırasında uğra-



arasında Ebü'l-Hasan Ali b. Hüseyin el-



dığı ilim merkezleri ve görüştüğü âlimler



B e z z â z , Ebü'l-Meâlî Sâbit b. Bündâr,



hakkında geniş bilgi verir. İbnü'l-Arabî,



Ebü'l-Hasan İbnü't-Hıyûrî, Ebû Muham-



Endülüs'ten ayrıldıktan sonra bir süre Ce-



med Ca'fer b. Ahmed es-Serrâc, Ebü'l-Ve-



zayir'in Bicâye (Bougie), Tunus'un Mehdi-



f â İbn Akil, Ebû Bekir İbn Tarhân, Ebü'l-



ye v e Kayrevan şehirlerinde kalarak Ebû



Muzaffer ei-Ebîverdî, Hatîb et-Tebrîzî sa-



Abdullah Muhammed b. Ali el-Mâzerî gi-



yılabilir. Özellikle bölgenin önde gelen Şâ-



bi bazı âlimlerden ders okudu. Daha son-



fiî fakihi Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed



ra maceralarla dolu bir deniz yolculuğu



eş-Şâşî'den çok faydalandı. Aynı yıl ( 4 8 9 /



ile Mısır'a geçti; buradaki âlimlerden fı-



1 0 9 6 ) babasıyla birlikte hacca gitti. Mek-



kıh, kelâm v e hadis okudu, Şîa v e Kade-



ke'de Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali et-Ta-



riyye mensuplarıyla tartışmalarda bu-



berî'den hadis okudu. Hac farizasını eda



lundu. O sırada Mısır'da hâkim olan Fâtı-



e d i p B a ğ d a t ' a g e r i döndükten sonra



mîler'in Sünnî düşünceyi baskı altında



İmam Gazzâlî'den



488



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İhyâ'ü'ulûmi'd-dîn'i



İBNÜ'l-ARABÎ, Ebû Bekir ve diğer kitaplarını okudu, onun görüşlerinden v e ders ortamından çok yararlandı (a.g.e., s. 111-114, 120, 340, 369-370; el-'Auâşım, s. 30-31). İki yıla yakın Gazzâlî ile beraber olduktan sonra 491'de ( 1 0 9 8 ) dönüş hazırlıklarına başladı. Bu esnada babası ile birlikte Abbâsî Halifesi Müstazhir-Billâh ile görüşme fırsatını elde etti (Kânû.nü't-te'üU, s. 116; krş. tÂrizatü'l-ahoezî, IX, 6 8 - 6 9 ) . Bir süre Dımaşk ve Kudüs'te kaldıktan sonra Mısır'a gitti. c  r i zatü'l-ahvezî adlı Sünenü 't-Tirmizî şerhini bu sırada telif etti. 493 ( 1 0 9 9 ) yılının başlarında babası Abdullah İbnü'l-Arabî İskenderiye'de veya Kudüs'te vefat etti. Bazı kaynaklarda, babasının ölümünün ardından İbnü'l-Arabî'nin Endülüs'e geri dönüp İşbîliye'ye yerleştiği kaydedilmekle birlikte ilim yolculuğunun on yıl sürdüğü şeklindeki kendi ifadesi ve çağdaşı Kâdî İyâz'ın beyanı dikkate alınınca dönüş tarihinin 495 (1001) olması daha muhtemel görünmektedir ( c Ârizatü'l-ahuezî, IX, 68-69; Kitâbü'l-Kabes, I, 41; el-Gunye, s. 68; D a b b î , s. 8 3 ) . İbnü'l-Arabî'nin bu seyahatinde çeşitli şehirlere uğrayarak birçok ilim adamıyla görüşmüş, tartışmış veya onlardan ders okumuş olması sebebiyle kaynaklarda değişik ilim dallarında 10O'e yakın hocasının adı zikredilir (erı-Mâsih ue'l-mensûh, n e ş r e d e n i n girişi, I, 39-85; S a î d A ' r â b , s. 17-50; A m m â r T â l i b î , I, 2556). İbnü'l-Arabî İşbîliye'ye döndüğünde bölgenin âlim ve devlet adamları tarafından çok iyi karşılandı; kırk yılı aşkın bir süre çeşitli bölgelerden gelen öğrencilere ders okuttu, hadis rivayet etti, icâzet aldığı ve yanında getirdiği kitapları naklederek icâzet verdi. Bu müddet zarfında çeşitli dalda elli civarında eser telif etti. Israr üzerine iki yıl kadar İşbîliye kadılığı görevini üstlendiyse de muhaliflerinin tepkileri sebebiyle bu görevi fazla sürdürmeyip tekrar ilmî faaliyetlerine döndü ve Kurtuba'ya yerleşti. İşbîliye ve Kurtuba'daki bu eğitim faaliyeti sonunda çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Saîd A'râb, İbnü'l-Arabî'nin kaynaklarda zikredilen 121 (Ma'al Kâdî Ebî Bekir b. el-cArabî, s. 9 1 - 1 1 1 ) , enNâsih ve'l-mensûh adlı kitabını neşre hazırlayan Abdülkebîr el-Alevî el-Medgarî ise 254 (I, 133-190) öğrencisinin ismini zikreder. Bunlar arasında oğlu Ebû Muhammed Abdullah İbnü'l-Arabî, Kâdî İyâz, İbn Beşküvâl, Ebû Zeyd Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî, Ebû Bekir İbn Hayr el-İşbîlî, Ebû Ca'fer İbn Galbûn et-Tücîbî, İbn Sâhibüssalât, İbn Kurkül, İbn Madâ, Ebü'I-Kâsım İbn Semecûn, Ebü'I-Kâsım



İbn Hubeyş ve Ebû Bekir İbn Ebû Cemre sayılabilir. İbnü'l-Arabî'nin son günlerinde Endülüs'te siyasî istikrar tekrar bozuldu. Murâbıtlar'ın hâkimiyeti sona erip Muvahhidler dönemi başladı. Siyasî iktidar değişiminin ve otorite boşluğunun halk üzerinde yapacağı olumsuz etkileri önlemek v e ülkenin geleceği bakımından yeni kurulan Muvahhidler Devleti'yle iyi ilişkileri başlatmak amacıyla bir heyetle birlikte Mağrib'e gitti. Heyet üyelerinden bir kısmı geri döndüyse de İbnü'l-Arabî bir yıl kadar orada kaldı. Bazı kaynaklar bu süre zarfında hapsedildiğini kaydeder. Endülüs'e dönerken 543 yılının Rebîülevvel ayında ( A ğ u s t o s 1148) yolda vefat etti ve Fas'ta Bâbülmahrûk mevkiinde defnedildi. Öğrencilerinin ve tabakat müelliflerinin ortak ifadelerine göre İbnü'l-Arabî parlak bir zekâya, kuvvetli bir hâfızaya, sağlam bir muhâkeme gücüne, güçlü bir iradeye sahipti. Endülüs ve Doğu İslâm dünyasının önemli ilim merkezlerindeki zengin ilmî birikimi yakından tanıma imkânı elde etmiş, birçok ilim dalında derinleşmiş, İslâm âlimleri arasındaki farklı görüşleri değerlendirerek ve yeri geldiğinde mezcederek döneminde Mâlikî fıkhının güçlü bir temsilcisi ve Endülüs'ün birçok ilim dalında kıymetli eserler veren bir müellifi olmuştur. İlmî mesaisini tefsir ve hadis dallarında yoğunlaştıran İbnü'l-Arabî'nin her iki alanda da otorite sayıldığı, fıkıh alanındaki derin tahlil gücünü ve mezhepler arası mukayeseli fıkıh bilgisini tefsir ve hadis sahasında kaleme aldığı eserlerine taşıdığı görülür. Tefsirde nakle dayanan metodu esas almış, dirâyet tefsirinin de nakille uygunluğuna özen göstermiştir. İtikadî konularda genelde Eş'arî çizgisinde olup Bâtınîler'i ve filozofları ağır bir dille eleştirmesi Gazzâlî'nin tutumunu andırır. Döneminde Endülüs'te uygulanan ve taklide dayanan eğitim sistemini tenkit etmesi ve Bağdat-Şam-Mısır üçgeninde uygulanan usulü beğenmesi, dolaylı da olsa Endülüs'te Mâlitâ mezhebinin yegâne hâkim ve belirleyici mezhep olması yerine mezhepler arası mukayeseli fıkıh eğitimini tercih ettiği şeklinde anlaşılabilir. Bununla birlikte eserlerinde bu tavrını pek belli etmez. Yeri geldiğinde Mâlikî mezhebi içindeki aykırı görüşleri belirtmekten veya onlardan birine temayül etmekten geri durmasa da her vesileyle diğer fıkıh mezheplerine karşı Mâlikî mezhebinin üstünlüğünü vurgulamaya çalışır,



bu mezheplerin fakihlerine ağır eleştiriler yöneltir. Babasının Zâhirî mezhebine temayülü ve hatta döneminde Zâhirîler'in önde gelenlerinden olduğu bilinmekle birlikte ( Z e h e b î , XX, 198) İbnü'l-Arabî'nin Zâhirî düşüncesine sıcak bakmadığı açıktır. Fıkıhta dil unsuruna ve hadise önemli bir yer vermesi bakımından İbn Hazm'a benzerlik gösterirse de hikmet-i teşri" ve makâsıd konusunda onun âdeta tam karşısında yer alır. İbnü'l-Arabî siyasetle olan ilgisi yönünden eleştirilmiştir. Ancak bu durum onun kişisel tercihinden çok içinde bulunduğu şartların sürüklediği bir sonuç idi ve bu yüzden zaman zaman siyasetle ilgilenmek zorunda kalmıştı. Çocukluğu sırasında Endülüs'te mülûkü't-tavâif adı verilen beylikler birbirleri ile yıkıcı mücadele halinde bulunuyordu. Doğuda haçlı seferleri devam ederken kilisenin teşvikiyle oluşan hıristiyan gönüllülerle ordusunu takviye eden Kastilya Kralı I. Fernando 1062 yılında Tuleytula (Toledo) ve İşbîliye'yi haraca bağlamış, İbnü'l-Arabî henüz on yaşında iken Endülüs'ün ikinci büyük şehri olan Tuleytula'yı Kral VI. Alfonso ele geçirmişti. Bu sırada Murâbıtlar Endülüs'e hâkim olmuşlar v e Alfonso'yu Zellâka'da büyük bir bozguna uğratmışlardı (1086). Murâbıtlar'ın emîri Yûsuf b. Tâşfîn'in bu başarısı hıristiyan akınlarını bir süre durdurmuştu. Kuvvetli bir devlet kurmasına rağmen Yûsuf b. Tâşfîn'e Kureyş'ten bir halifeye bağlı olmadığı ve bu yüzden de meşruiyetinin bulunmadığı yönünde itirazlar yapılmakta, bu durum birliği sağlanmasına ve devletin gücünü toparlamasına engel olmaktaydı. İbnü'l-Arabî'nin ilim yolculuğu dönüşünde Bağdat Abbâsî halifesinden Yûsuf b. Tâşfîn adına onay alması, İmam GazzâlTden ve Ebû Bekir İbn Ebû Rendeka et-Tlırtûşî'den müstevlî de olsa âdil hükümdara itaat edilmesi, fakat onun da halka merhametle muamele etmesi gerektiği yönünde mektuplar getirmesi (mektupların metni için bk. Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, s . 471 - 4 8 4 ) , bu fitne ve zaaf ortamını izaleye yönelik hasbî bir çaba olarak da, İbn Haldûn'un ifade ettiği gibi (Mukaddime, II, 642) Yûsuf b. Tâşfîn'in bilgi ve talebi doğrultusunda yapılmış bir girişim olarak da görülebilir. Eserleri. İbnü'l-Arabî, dinî ilimlerin hemen hemen her dalında eser yazmakla birlikte bunlardan çok azı günümüze ulaşmıştır. Mevcut eserlerindeki atıfları veya diğer kaynaklarda zikredilmesi sebebiyle sadece isimleri bilinen eserlerinin, onun kadılıktan ayrılmasıyla sonuçlanan olay489



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-ARABÎ, Ebû Bekir Ja^tol



XUVV^KV



nağı, çeşitleri, ruh ve beden, te'vil kuralları ve örnekleri konuları etrafında çeşitli görüşleri yer alır. Eser, M u h a m m e d es-



.



,



.



Süleymânî tarafından önce geniş bir mu-



_



kaddime ile birlikte ( B e y r u t 1980), daha



fSjÜLİlf *



i



sonra sadece metin olarak ( C i d d e 1986; B e y r u t 1990) neşredilmiştir. 6. ve'l-mensûh.



d



en-Nâsîh



İbnü'l-Arabî'nin diğer eser-



lerinde de kısmî adlandırma farklılıklarıy-



jj.ufj.j'Â^a^ii^ij—^1-



Ia sıkça atıfta bulunduğu bu eser Abdül: eJI OJİ)



i ihtisar ettiği



cevâmf



ye fî şerhi'l-'Akâ'idi'n-Nesefiyye.



tüsü Abdurrahman el-Arîşî'yi onun yeri-



n



sârî'nin, Tâceddin es-SübkTye ait Cemcu '1-



cadelelerinden bunalınca ailesini de ya-



ne g e t i r m e k istediler. 0 zamana kadar r



Gâyeti'l-vüşûl Zekeriyyâ el-En-



Mısır emîrleri arasında çıkan iktidar mü-



vefatı üzerine İbrâhim Bey ve diğer bazı r



Eserleri. 1. Hâşiye'alâ şerhi (ilâ) Lübbi'l-uşûl.



âk bi-beyâni



Mu'cemi'l-vecîz



ve'l-uşül



el-Mîrğanî,



li's-Seyyid



Nehcü't-tâlib



tâlib, Menhecü't-tâlibîn Minhâci'l-Câbidîn, Şerhu zâ'irî,



Şerhu'l'Abdillâh







eşrefi'l-me-







muhtaşari



Şerhu'l-Cezeriyye,



Lâmiyyeti



Ebi'l-cAbbâs



el-Ce(babası-



Şerhu Münkızetl'l-'abîd



nın a k a i d e dair e s e r i n i n şerhidir), 'Akideti't-tevhîd,



el-Lemcatü



şeyhlerin görevlendirilmesinde de önemli



mi'l-kadîm,



rol oynadı. Ahmed el-Arûsî'nin vefatı sıra-



mesâ'il.



Şerkâvî getirildi.



11. M e r -



İbnü'l-Cevherî'nin kaynaklarda adı ge-



ye, ed-Dürrü'n-nazîm



onun tasvibiyle bu g ö r e v e Abdullah eş-



sühûlâti't-



çen diğer eserleri de şunlardır;



ye fî kavli'ş-Şâtfî



dönüşüne kadar bekletildi ve ardından



mes'eleti's-sâfî



ilâ ma'ne'l-uşûlî



( A l i P a ş a M ü b â r e k , IV, 70-72). Daha sonraki



şeyhü'l-Ezher'in tayini İbnü'l-Cevherî'nin







ve itmâmi'l-erkân.



Arûsî'nin Ezher şeyhi seçilmesini sağladı



sında Mısır dışında bulunduğundan yeni



aksâmi'l-iştikâk.



Şerhu



'1-elmaly-



bi-İslâmi'l-Kaderiy-



İthâfü's-sâ'il







tahkiki'l-keiâbi-ecvibeti'l-



BİBLİYOGRAFYA : Cebertî, 'Acâ'lbü'l-âşâr, II, 440-442; Ali Paşa Mübârek, el-Hitatü't-Teufikıyye, Kahire 1306, IV, 70-72,165-166; Fihrisü'l-kütübi'l-'Arabiyyeti'l-mahfûza bi'l-Kütübhâneti'l-Mışriyye, Kahire 1306, III, 225; Serkîs, Mu'cem,l, 486, 722; 541



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVHERÎ Brockelmann, GAL Suppl., 11, 106, 744; Jzâhu'lmeknûrı, 1, 453; II, 116, 411; Hediyyetü'l-'ârifln, II, 352-353; Fihnsü'l-Hızâneti't-Teymûriyye, Kahire 1367/1948, 111, 66; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn,\, 558; Halîl Merdem Bek, A'yârtü 'l-karni'ş-şâllş *aşer p'l-pkr ue's-slyâse ve'lictimâ', Beyrut 1977, s. 161; Ziriklî. el-A'lâm (Fethullah), VI, 16; Abdullah b. Abdurrahman elMuallimî, Mu'cemü mü'ellifî mahtûtâtl Mektebeti'l-Haremi'l-Mekkiyyi'ş-şerlf, Riyad 1416/ 1996, s. 52; el-Kâmûsü'l-İslâmî, I, 662-663.



H



r



H . MEHMET G Ü N A Y



İBNÜ'l-CEVZÎ, Ebû Muhammed (cSjj^JI )



n



Ebû M u h a m m e d (Ebü'l-Mehâsin) M u h y i d d î n Y û s u f b. A b d i r r a h m â n b. A l î e t - T e y m î e l - B e k r î (ö. 6 5 6 / 1 2 5 8 )



den aldığı Kudüs'te, İmâdüddin İsmâil ile Dımaşk'ta v e el-Melikü'l-Âdil ile de



Çeşitli diplomatik ilişkilerde de rol alan



Mısır'da görüştü, ancak başarı sağlaya-



İbnü'l-Cevzî, 623'te (1226) Zâhir-Biem-



mayınca Bağdat'a döndü. 639'da (1241)



rillâh tarafından Eyyûbî Sultanı I. el-Me-



Musul Atabeği Bedreddin Lü'lü'ün şehre



likü'l-Âdii'in oğulları Dımaşk Hükümdarı



saldıran Hârizmşahlar'ın geri çekilmesi-



el-Melikü'l-Muazzam, Mısır Hükümdarı



ni sağlamak için kendisinden yardım ta-



el-Melikü'l-Kâmil Muhammed v e Cezire



lep ettiği halife tarafından aracılıkla gö-



Hükümdarı el-Melikü'l-Eşref Mûsâ'ya



revlendirildi. Aynı yılın Zilkade ayında (Ma-



hil'at g ö t ü r m e k l e görevlendirildi. 627



yıs 1242) v e 641'de (1243) Anadolu Sel-



(1230) v e 628 (1231) yıllarında Halife



çuklu Sultanı II. Gıyâseddin Keyhusrev'e



Müstansır-Billâh'ın, Ahlat'ı ele geçirip



elçi olarak gönderildi. Halife Müsta'sım -



hilâfet merkezine yürümeye hazırlanan



Billâh, Mısır ordularını Dımaşk'taki İmâ-



Celâleddin Hârizmşah'a gönderdiği dip-



düddin İsmâil'in üzerine sevkeden yeni



lomatik heyete başkanlık e t t i . 630'da



Eyyûbî Sultanı el-Melikü's-Sâlih Necmed-



(1232) Melik Mesud'un elinden Âmid'i



din Eyyûb ile görüşmesi için yine İbnü'l-



alarak Artuklular hânedanına son veren



Cevzî'yi seçti.



Eyyûbî Sultanı el-Melikü'l-Kâmil'e hali-



Hülâgû'nun Bağdat'ı istilâsı sırasında oğullarıyla birlikte şehid olan İbnü'l-Cevzî'nin ölümü için 6 , 1 0 veya 14 Safer (12, 16, 20 Şubat) yahut 20 Muharrem 656 (27 Ocak 1258) tarihleri v e r i l m e k t e d i r . Kardeşleri Abdülazîz v e Ali, oğulları Cemâleddin Abdurrahman, Şerefeddin Abdullah v e Tâceddin Abdülkerîm de birer âlimdi. Fıkıh, usul, cedel, tefsir, hadis sahalarında devrinin otoriteleri arasına giren ve "es-sadrü'l-kebîr, şerefü'l-İslâm, müfti'l-fırak, reîsü'l-ashâb" gibi lakaplarla anılan İbnü'l-Cevzî aralarında Abdülmü'min b. Halef ed-Dimyâtî, Radıyyüddin es-Sâgânî, Sa'dî-i Şîrâzî, İbnü'ş-Şa"âr, İbnü'l-Fuvatî gibi âlimlerin d e bulunduğu pek çok talebe yetiştirmiştir. İbnü'l-Cevzî 652 (1254) yılında Dımaşk'ta el-Medresetü'i-Cevziyye adıyla anılacak olan kurumu tesis etti v e giderlerinin karşılanması için bazı arazilerin gelirlerini vak-



fenin tebriklerini iletmek v e onun adına



Hanbelî fakihi ve Abbâsî devlet adamı. L



dârlığa getirilen İbnü'l-Cevzî vefatına kadar bu görevi sürdürdü.



Erbil Atabeği Muzafferüddin Kökböri v e J



Musul A t a b e ğ i Bedreddin Lü'lü' için şefaatçi olmak üzere gönderildi. Ertesi yıl



17 Zilkade 580 (19 Şubat 1185) tarihin-



tekrar Mısır sefâretiyle görevlendirildi,



d e Bağdat'ta dünyaya geldi (İbn Receb,



ayrıca halife adına el-Melikü'l-Eşref Mû-



II, 258). İbn Hallikân d o ğ u m gününü 13



sâ'ya diplomatik bir ziyarette bulundu.



Zilkade (15 Şubat) olarak verir {Vefeyât,



6 3 1 ' d e (1234) Mısır'a g ö n d e r i l d i . 634



III, 142). Hz. Ebû Bekir'in soyundan olup



(1236) yılında Halep Eyyûbî Hükümdarı



Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'nin oğlu, Sıbt İb-



el-Melikü'l-Azîz M u h a m m e d b. el-Meli-



nü'l-Cevzî'nin dayısıdır. Kur'an'ı ezberle-



kü'z-Zâhir Gâzî'ye v e Âmid kuşatmasını



dikten sonra babasından, Ziyâeddin İbn



kaldırması t a l e b i y l e A n a d o l u Selçuklu



Sükeyne, İbn Küleyb el-Harrânî, Ebü'l-Ha-



Sultanı I. Alâeddin Keykubad'a, ertesi yıl



san İbn Yaîş ve Ebü'l-Feth el-Mindâî gibi



da Dimyat'a Eyyûbî Sultanı el-Melikü'l-



âlimlerden kıraat, tefsir, hadis, fıkıh, hi-



Kâmil'e v e Dımaşk'a el-Melikü'l-Eşref



lâf, Arap dili ve edebiyatı dersleri aldı. İbn



Mûsâ'ya gönderildi. İbnü'l-Cevzî, henüz



Sükeyne'den hırka giydi. On yedi yaşında



Dımaşk'ta iken şehri ele geçiren el-Meli-



iken babasının v e f a t etmesi üzerine onun



kü'l-Âdil'in oğlu Ebü'l-Hayş el-Melikü's-



Kasrü'l-hilâfe Camii'nde verdiği cuma va-



Sâlih İmâdüddin İsmâil ile onu kuşatan



azlarını devraldı. Halife Nâsır-Lidînillâh'ın



el-Melikü'l-Kâmil M u h a m m e d arasında



annesinden himaye gördü; diğer bazı ca-



ara buluculuk yaptı. Sonuçta İmâdüddin



mi v e m e d r e s e l e r d e fıkıh dersleri verdi.



İsmâil Busrâ, Ba'lebek v e Bikâ' karşılığın-



Halk arasında büyük rağbet gören İbnü'l-



da Dımaşk'tan çekilmeye razı edildi. Aynı



Cevzî, 604 (1207) yılında Halife Nâsır-Li-



yıl el-Melikü'l-Kâmil'in ölümü üzerine ye-



dînillâh tarafından Bağdat muhtesibliği-



rine geçen II. el-Melikü'l-Âdil'e halifenin



ne tayin edildi. Bu arada veliahdın eğiti-



tâziye v e tebriklerini sunmakla görevlen-



miyle de görevlendirildi. Ayrıca Evkaf nâ-



dirildi. 636'da (1238) II. el-Melikü'l-Âdil



zırlığına getirildi. 609'da (1212) her iki



ile kardeşi el-Melikü's-Sâlih Necmeddin



görevden de alınınca evine çekilerek ders,



Eyyûb arasında baş gösteren anlaşmaz-



fetva v e vaaz faaliyetleriyle meşgul oldu.



lıkta halife adına ara buluculuk yaptı. Er-



Bir müddet sonra tekrar muhtesibliğe ta-



tesi yıl Eyyûbî hükümdarlarının gittikçe



yin edildi (615/1218). Halife Zâhir-Biem-



tırmanan çekişmesine çözüm olarak ha-



rillâh devrinde de sürdürdüğü bu göre-



lifenin Dımaşk'm el-Melikü's-Sâlih Nec-



vin yanında Bağdat kapılarından Bâbül-



meddin Eyyûb'da, Mısır'ın el-Melikü'l-



merâtib'deki Hizânetü'l-gallât'a nâzır v e



Âdil'de kalması v e el-Melikü'n-Nâsır Dâ-



Dîvânü'l-cevâlî'ye âmil olarak görevlendi-



vûd'un elinden alınan toprakların geri



rildi. Ancak daha sonra bu son iki görevin-



verilmesi yönündeki tavsiyesini iletmek



den alındı (626/1229). Yeni kurulan Müs-



ü z e r e oğlu Ş e r e f e d d i n ile birlikte Dı-



tansıriyye Medresesi'nde Hanbelî m e z -



maşk, Nablus v e Kahire üçgeninde dip-



hebi müderrisi olarak görev yaptı (631-



lomatik g ö r e v yaptı. Yine aynı yıl halife



642/1234-1244). 6 4 2 (1244)yılında Halife



adına ara buluculuk y a p m a k üzere el-



M ü s t a ' s ı m - Billâh tarafından üstâdüd-



Melikü'n-Nâsır Dâvûd ile Franklar'ın elin-



fetti. 1909'da şer'î mahkeme olarak kullanılan bu bina 1925 yılında yandı. Onun ayrıca Bağdat'ta bir Kur'an kursu ile biri tamamlanamamış iki medrese yaptırdığı bilinmektedir. Eserleri. 1. el-îzâh lûfı



ti'l-cedel



li-kavânîni'l-ıştı-



ve'1-münâz.ara.



Fehd b.



Muhammed es-Südhân ( R i y a d 1 9 9 1 ) v e Mahmûd b. M u h a m m e d es-Seyyid edDugaym ( K a h i r e 1 4 1 5 / 1 9 9 5 ) tarafından yayımlanmıştır. 2.



el-Mezhebü'l-ah-



med fî fıkhi'l-İmâm



Ahmed.



Riyad'da



basılan eser (1401 /1981, 2. b s . ) ayrıca Câmiatü'l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye'de Abdurrahman b. Muhammed el-Gazzî tarafından iki bölüm halinde yüksek lisans ( 1 4 0 3 ) ve doktora ( 1 4 0 6 ) tezi olarak neşre hazırlanmıştır. Kaynaklarda adı geçen d i ğ e r eserleri d e şunlardır: Me'âdinü'l-ibıîz cazîz,



Dîvân,



Muhtâr.



542



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



fî el-Muhtâr



tefsîri'l-kitâbi'lmin



ahbâri'l-



İBNÜ'l-CEVZÎ, E b ü ' l - F e r e c BİBLİYOGRAFYA :



Ebû Muhammed İbnü'l-Cevzî, el-Izâh li-kauânîni'l-ıştdâh fı'l-cedel ue'l-münâzara(nşr. Mahm û d b. M u h a m m e d e s - S e y y i d e d - D ü g a y m ) , K a -



hire 1415/1995, neşredenin girişi, s. 9-49; İbnü'd-Dübeysî, Zeylü Târihi Bağdâd (Hatîb, Târîhu Bağdâd içinde), XV, 382; İbn Nazîf, et-Târîhu'l-Manşûri(r\şr. Ebü'l-îd Dûdû), Dımaşk 1401/ 1981, s. 117, 197, 236, 237, 242, 251, 255, 258, 260; Sıbt İbnü'l-Cevzî. Mir'âtü'z-zamân, VİIİ/2, s. 459, 501, 502-503, 524, 560, 566, 592, 628, 636, 670, 707, 747; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 142; VI, 247-248; Kazvînî, Âşârü'l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 527-528; İbnü'lFuvatî, Telhîşu Mecma'i'l-âdâb (nşr Mustafa Cevâd), Dımaşk 1962-65, IV/1, s. 513, 523; İV/2, s. 769; Yûnînî, Zeylü Mlr'âti'z-zamân, Haydarâbâd 1380/1960,1, 332-341; Zehebî, A'lâmü'nnübelâXXIII, 372-374; Kütübî, Feoâtü'l-Vefeyât, I, 86-87; II, 286; IV, 171, 351-353; Yâfiî, Mir'âtü'l-cenânlCübûn), IV, 147-148;İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 30, 51, 82, 112, 135, 148, 164, 204, 211; İbn Receb, Zeyl'alâ Tabakâtl'l-Hanâbile, Kahire 1372/1953, II, 258-261; Kalkaşendî, Me'âşirü'l-inâfe,\, 79-81; Makrîzî, es-Sülûk, 1/ 2, s. 283, 412-413; Burhâneddin İbn Müflih. elA b d u r r a h m â n b. S ü l e y m a n



Makşadü'l-erşed(nşr.



el-Useymîn), Riyad 1410/1990, III, 137-139; Nuaymî, ed-Dâris fi târîhi'l-medâris(nşr. Ca'fer elHasenî), Kahire 1988, II, 29-31, 62-63; Ebü'lYümn el-Uleymî, ed-Dürrü'l-münaddad fî zikri aşhâbi'l-lmâm Ahmed (nşr. Abdurrahmân b. Süleymân el-Useymîn), Mekke 1412/1992,1, 396397; Dâvûdî, Tabakâtü'l-müfessirîn, II, 380383; Keşfü'z-zunûn, I, 213; II, 1646, 1723; İbnü'l-İmâd, Şezerât, V, 286-287; Sıddîk Hasan Han, et-Tâcü'l-mükellel



(nşr. A b d ü l h a k î m Ş e r e -



feddin), Beyrut 1404/1983, s. 245-247; Muhammed eş-Şattî, Muhtaşaru Tabakâti'l-Hanâbile ( n ş r . F e v v â z A h m e d e z - Z e m e r l î ) , B e y r u t 1406/



1986, s. 57; Brockelmann. GAL SuppL, I, 920; Nâcî Ma'rûf, Târîhu \ılemâ'i'l-Müstanşıriyye, Kahire 1396/1976,1,83, 99,101-106,107,130, 140, 141, 180; II, 338, 342, 343, 347, 350, 353, 378, 379, 380, 381, 396, 437; Suûd b. Abdullah el-Fenîsân, Âşârü'l-Hanâbile fî 'uiûmi'l-Kur'ân, Riyad 1409, s. 114; Abdullah b. Ali es-Sübey'î, ed-Dürrü'l-münaddad fî esmâ'i kütübi mezhebi'l-lmâm



Ahmed



(nşr. Ö m e r b. G a r â m e e l - A m -



rî), Beyrut 1416/1996, s. 152-154; "İbnCevzî", DMBl, III, 277-278. [—ı Kİ



cengiz



Kallek



himayesinde büyüdü. Babasından kalan



sinden anlaşıldığına göre f e l s e f e v e din-



servet sayesinde kimseye muhtaç olma-



ler tarihi konularında da eleştiri yapabi-



dan öğrenimini sürdürdü. Amcası tara-



lecek seviyede bir kültüre sahipti. Usûl-i



fından İbn Nâsır es-Selâmî'nin ders hal-



fıkıh âlimleri arasında da gösterilen İb-



kasına dahil edildi v e ondan tarih, hadis



nü'l-Cevzî'ye göre kıyas hiçbir zaman sa-



v e ahlâk ilimlerini okudu. Ebü'l-Kâsım Hi-



hih hadisin önüne geçirilemez. Fakih ola-



betullah b. Husayn eş-Şeybânî, Mevhûb b.



bilmek için bütün İslâmî ilimleri bilmek,



Ahmed el-Cevâlîki, İbnü't-Taber Ebü'l-Kâ-



ayrıca İslâm ahlâkına da bağlı olmak ge-



sım Hibetullah b. Ahmed el-Harîrî, İbnü'z-



rekir. Fıkıhta A h m e d b. Hanbel'in mez-



Zâgünî v e Abdülvehhâb el-Enmâtî gibi



hebini benimsemekle birlikte onu aynen



ilim adamlarının da aralarında bulundu-



taklit etmemiş, fıkhî hükümlerin delille-



ğu seksenden fazla âlimden ilim tahsil et-



rini araştırıp ona göre hareket etmeyi ge-



ti. Hocası İbnü'z-Zâgünî'nin vefatından



rekli görmüştür (Menâkıbü'l-İmâm



(527/1 1 3 2 ) sonra onun y e r i n e g e ç e r e k



med b. Hanbel, s. 5 0 1 ) . Nitekim bazı me-



Mansûr Camii'nde vaaz e t m e y e ve daha



selelerde Ahmed b. Hanbel'e muhalif gö-



sonra halife ile vezirlerin yanı sıra fakih-



rüşlere sahip olduğu bilinmektedir ( Â m i -



lerin de katıldığı meclislerde ilmî konuş-



n e M . N u s a y r , s . 6 2 ) . Bu s e b e p l e İbnü'l-



malar yapmaya başladı. 553 (1158) yılın-



Cevzî'nin taassup derecesinde bir Hanbe-



daki hac yolculuğu dışında Bağdat'tan pek



lî olduğu yolundaki iddia pek isabetli gö-



ayrılmadı. İbnü'l-Cevzî devlet ricâliyle iyi



rünmemektedir ( M a h m û d A h m e d K a y s i y -



ilişkiler kurmaya önem verdi. Oğlu Ebü'l-



y e e n - N e d v î , s. 138).



Kâsım Ali'yi Müstencid - Billâh'ın veziri Ebü'l-Muzaffer İbn Hübeyre'nin kızıyla evlendirdi. Ancak bu ilişkileri sebebiyle Bağdat'taki bazı Hanbelîler'in tenkitlerine mâruz kaldı. Halife Nâsır- Lidînillâh'ın, Şiî olan v e Hanbelîler'e karşı iyi düşünceler beslemeyen İbnü'l-Kassâb'ı vezir tayin etmesi üzerine yaşlılık döneminde devlet ricâliyle ilişkileri bozuldu. İbnü'l-Kassâb tarafından, Hz. Ebû Bekir'in soyundan gelen bir Nâsıbî olduğu iddiasıyla Şiî temayüller taşıyan halifeye şikâyet edilmesi üzerine medresenin vakfından zimmetine mal geçirmekle suçlanarak görevinden azledildi. 590'da (1194) Vâsıt'a sürgün edilerek beş yıl süreyle oradaki bir evde tek başına ikamete mecbur tutuldu, bazı kitapları da yakıldı. Oğlu Ebû Muhammed Yûsuf un yaptığı vaazların Halife Nâsır- Lidînillâh'ın annesini etkilemesi sonucunda sürgün cezası kaldırıldı. Bağdat'a döndüğünde medrese erbabının yanı sıra bu olayı tasvip etmeyen sûfîlerin de katıldığı büyük bir kalabalık tarafından karşı-



r



İ B N Ü ' l - C E V Z Î , Ebü'l-Fcrec



n



landı. Hayatının geri kalan kısmını Bağdat'ta irşad faaliyetlerine devam ederek



( t S i ^ ı o?'



geçirdi. 12 Ramazan597 (16 Haziran 1201)



Ebü'l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. A l î b. M u h a m m e d e l - B a ğ d â d î (ö. 597/1201) İslâmî ilimlerin hemen her dalındaki çalışmalarıyla tanınan Hanbelî âlimi.



Ah-



tarihinde vefat etti ve Bâbü Harb Kabristanı'nda bulunan Ahmed b. Hanbel'in mezarının yanına defnedildi.



Onun ilmî şahsiyetinde dilciliği de önemli bir yer tutar. Devrinin dil âlimi Ebû Mansûr Mevhûb b. Ahmed el-Cevâtîkı'den Arap dili ve edebiyatı öğrenimi gördükten sonra teorik eserler v e bir divan oluşturacak kadar şiir kaleme almıştır. İbnü'l-Cevzî bir vâiz olarak da ün yapmıştır. Hem vaaz v e irşadın teorisiyle uğraşarak eserler yazmış hem de heyecanlı vaazlar vermiştir. Kendi ifadesine göre vaazları gayri müslimler üzerinde de etkili o l m u ş v e her zümreden insana hitap eden vaaz meclislerinde konuşmuştur (a.g.e., s. 183-211). İbnü'l-Cevzî'nin ilmî şahsiyetinde ağır basan bir yönü de onun bir usûlü'd-dîn ve akaid âlimi olmasıdır. Kendi dönemine kadar teşekkül eden İslâmî telakki v e disiplinlere eleştirel yaklaşımlarda bulunması Kur'an, Sünnet ve beşerî ilimler açısından İslâm'a genel çerçevede bakışlar yaptığını göstermektedir. İbnü'l-Cevzî'nin tenkidî bir tarzda incelediği disiplinlerin başında tasavvuf geleneği ve buna bağlı olarak bazı süfîler gelir. Ona g ö r e Ebû Tâlib elMekkî'nin Kütü'l-kulûb'unda,



Ebû Nu-



aym el-İsfahânî'nin H i i y e f ü ' i - e v l i y â 5 adlı eserinde, Kuşeyrî'nin



er-Risâle'sinde,



Muhammed b. Tâhir el-Makdisî'nin Şafvetü't-taşavvuf'undave



Serrâc'mel-Lü-



ma'ında İslâm'ın getirdiği hayat tarzıyla



İbnü'l-Cevzî tarih, biyografi, hadis, t e f -



bağdaşmayan, vahye ve akla aykırı düşen



sir v e akaid alanlarında eser telif etmiş,



sübjektif anlayışlar vardır. Tasavvuf kav-



aynı zamanda çok sayıda öğrenci yetiştir-



ramı çok sonra ortaya çıktığı halde tasav-



miştir. Talha b. Muzaffer es-Sa'lebî, kendi



vuf mensuplarının Hz. Ebû Bekir, Ömer,



510 (1116) yılı civarında Bağdat'ta doğ-



oğlu Yûsuf ve torunu Sıbt İbnü'l-Cevzî, İb-



Osman, Ali ve diğer ileri gelen sahâbîleri



du. Soyu Hz. Ebû Bekir'e dayanır. Dedele-



nü'd-Dübeysî, İbnü'l-Katîî, İbnü'n-Neccâr



sûfiyye içinde göstermeleri, sûfîlerin bü-



rinden Ca'fer b. Abdullah el-Cevzî'ye nis-



el-Bağdâdî, Abdüllatîf el-Harrânî ve Mu-



tün davranışlarını doğru kabul edip onları



betle İbnü'l-Cevzî diye tanındı. Üç yaşında



vaffakuddin İbn Kudâme onun meşhur



nasların v e Hz. Peygamber'in önüne ge-



iken babası v e f a t ettiğinden amcasının



öğrencilerindendir. Eserlerinin incelenme-



çirmeleri, nefis terbiyesi için insanın ken-



L



J



543



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVZÎ, Ebü'l-Ferec dişine eziyet etmesini tavsiye etmeleri, zaruret miktarı dışında mal biriktirmeyi ve rızık endişesiyle çalışmayı tevekküle aykırı görmeleri, benimsedikleri hayat tarzıyla ruhbanlığa benzer bir yol takip etmeleri, naslarda yer almadığı halde "Allah sevgisi" yerine "Allah aşkı" kavramını icat etmeleri ve nihayet Kur'an'ı tefsir ederken ilmî dayanağı bulunmayan işârî yönteme başvurmaları, İbnü'l-Cevzî'nin eserlerinde sûfîlere yönelttiği eleştirilerden bazılarıdır. Müellif, sûfîlerin hayat tarzının Hz. Peygamber'in gösterdiği çizgiye çekilmesi gerektiğini ısrarla belirtmiştir (Telbîsü Iblîs, s. 60, 64, 152, 165218, 2 8 7 - 2 8 8 ) . Kelâmcıları da eleştiren İbnü'l-Cevzî, onların haberî sıfatları te'vile tâbi tutmasını halk için zararlı ve peygamberlerin yöntemine aykırı bulmuştur. Zira ulûhiyyete dair bilgiler duyulara konu teşkil etmediğinden halkın zihninde, te'vilin getirdiği "nefiy" yoluyla değil ancak "isbât" yöntemiyle anlam kazanabilir. Peygamberler de ulûhiyyet konularını isbât yöntemine dayanarak insanlara telkin etmişlerdir. Kelâmcılar ise çoğunluğu oluşturan avamın zihninde sağlam bir ulûhiyyet akidesi oluşturacakyerde onların akidesini sarsmışlardır. Her ne kadar tenzihe ulaşmak için te'vil gerekliyse de bu sadece âlimler için söz konusudur. Kelâmcılar ayrıca cevher, araz, cüz' lâ-yetecezzâ gibi gereksiz tartışmalara girişmişlerdir (Saydü'l-hâtır, s. 101-103, 183-185, 267-272; Telbîsü İblîs, s. 8 9 ) . İbnü'l-Cevzî'nin tarih alanındaki geniş bilgisi birçok müellif tarafından vurgulanmaktadır ( m e s e l â bk. Z e h e b î , A'lâmü'nnübelâ', X X I , 367, 377; İbn R e c e b , I, 412). Onun el-Muntazam adlı eserine yazdığı mukaddime tarihe bakışı ve tarih yazıcılığına dair görüşleri hakkında fikir verecek niteliktedir. İnsanların çok yönlü merakını dikkate alarak el-M un tazam'ı telif ettiğini belirten (I, 115) İbnü'l-Cevzî'ye göre tarihin birçok faydası arasında iki nokta ön plana çıkmaktadır. Bunlardan biri ibret almak, diğeri tarih bilgisinin sağladığı psikolojik rahatlıktır. Kişi, tarihi incelemek suretiyle zaman içinde olup biten garip olaylar ve kaderin tecellileri hakkında bilgi edinerek teselli bulur (a.g.e., I, 117). Rivayetleri kaydederken seçici davranmak gerektiğini söyleyen İbnü'l-Cevzî'ye göre halkın bilmesinde yarar bulunan güzel olayların kaydedilmesi gerekir; bunun yanında sıhhatli olmayan ve faydası umulmayan rivayetlere itibar edilmemelidir. İbnü'l-Cevzî, Vehb b. Müneb-



bih gibi tarihçileri hurafeleri ve akıl dışı rivayetleri nakletmeleri sebebiyle eleştirir. Umumi tarih, siyer, tabakat ve menâkıb gibi alanlarda kaleme aldığı eserler İbnü'l-Cevzî'nin tarihçi olarak ilgi duyduğu konular hakkında fikir vermektedir, elMuntazam da sadece olayları veya sadece biyografileri değil her ikisini de yıllara göre ayrı başlıklar altında kaydetmek suretiyle iki metodu birleştirmiş ve böylece tarih yazıcılığına yenilik getirmiştir. İbnü'l-Cevzî eserlerinde tarihî mirası geniş bir şekilde değerlendirdiği gibi kendi gözlemlerinden, belgelerden ve çağdaşı olan diğer şahıslardan da faydalanmıştır. Eserlerinde rivayetleri tenkide tâbi tutarak zayıf olduklarını belirtir veya bunları tamamen reddeder, bazan da çeşitli rivayetler arasında tercihler yapar. Kendisinden sonraki birçok tarihçiye kaynak oluşturan İbnü'l-Cevzî onları tarih yazım metodu bakımından etkilemiştir. Onun, rivayetleri ve olaylarla şahıs biyografilerini birleştiren metodu torunu Sıbt İbnü'lCevzî'nin yanı sıra İbnü's-Sâî, Zehebî, İbn Şâkir el-Kütübî, Yâfiî, Ebü'l-Fidâ İbn Kesîr, İbn Tağrîberdî ve İbnü'l-İmâd gibi tarihçiler tarafından uygulanmıştır. Yâküt el-Hamevî, İzzeddin İbnü'l-Esîr, İbn Hallikân, İbnü'l-Fuvatî, İbn Hacer el-Askalânî ve Süyûtî, İbnü'l-Cevzî'den iktibaslarda bulunmuşlardır. Tarihçi öğrencileri İbnü'd-Dübeysî ve İbnü'n-Neccâr el-Bağdâdî de kendisinden istifade eden müellifler arasında yer almaktadır. İbnü'l-Cevzî tabakat kitapları alanında da dikkat çeker. Ebû Nuaym el-İsfahânî'nin Hilyetü'levliyû' adlı eserini esas alıp Şıfatü'ş-şafve'yi telif ettiği gibi Telkibıu fühûmi ehli'l-eşerve el-Müctebâ mine'l-müctenâ adlı eserlerinde de sahâbe, tâbiîn ve diğer meşhur râvi ve şahısları muhtelif başlıklar altında gruplandırmıştır. Aynı zamanda bir siyer müellifi olan İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam'da Hz. Peygamber dönemine yer verdiği gibi ona dair el-Vefû bi-ahvâli'l-Muştafâ adlı müstakil bir eser de yazmıştır. İbnü'l-Cevzî'nin, haklarında eser telif etmek üzere İslâm tarihinde örnek kabul edilen meşhur şahsiyetleri tercih etmiş olması dikkat çekicidir. Hz. Ömer, Ömer b. Abdülazîz, Hasan-ı Basrî, Ma'rûf-i Kerhî ve Ahmed b. Hanbel gibi şahsiyetlere dair eserleri burada zikredilebilir. İbnü'l-Cevzî aynı zamanda bir şehir tarihçisi de sayılabilir, elMuntazam'ûa Bağdat'ta başka muhtelif şehirler hakkında bilgi vermiş, ayrıca Mekke ve Medine'yi konu edinen Müşîrü'lğarûmi's-sûkin ilâ eşrefi'l-emâkin ile



Fezâ'ilü'l-Kuds



ve M e n â k ı b ü Bağdâd



adlı eserleri kaleme almıştır. İbnü'l-Cevzî bazı rivayetleri dolayısıyla tenkit edilmiştir. Zehebî onun meşhur bir vâiz olduğunu belirttikten sonra vaazlarını 100.000 kişinin dinlediğine dair kendi rivayetlerini mübalağalı bularak sesin duyulması ve mekân açısından bunun mümkün olmadığını kaydeder (A'lâmü'nnübelâ', XXI, 370). İzzeddin İbnü'l-Esîr, İbnü'l-Cevzî'nin özellikle diğer mezheplere mensup kişileri eleştirmesi sırasında aşırılığa kaçtığını belirtirken (el-Kâmil, XII, 171) Yâküt el-Hamevî, verdiği bazı bilgilerin doğru olmadığını veya bunları karıştırdığını ifade eder (Mu'cemü'l-üdebâ', IV, 250; XVII, 13; a y r ı c a bk. H a s a n î s â A l i e l H a k î m , Kitâbü'l-Muntazam, s. 558-559). İbnü'l-Cevzî'nin tarihçiliğine dair çalışmalar arasında Joseph de Somogyi'nin iki makalesiyle (JRAS [1932], s. 49-76; AO, VI/1-3 119561, s. 2 0 7 - 2 1 4 ) Hasan îsâ Ali elHakîm'in Kitâbü'l-Muntazam li'bni'lCevzî: Dirâse fî menhecihî ve mevâridihî ve ehemmiyetih adlı doktora tezi ( B e y r u t 1405/1985) zikredilebilir. İbnü'l-Cevzî'nin itikadî görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür: Akıl, tabiat kanunlarını bilme gücüne sahip bulunmakla birlikte bütün varlık ve olayların hikmetlerini kavramaktan, ayrıca kendi mahiyetini keşfetmekten âcizdir. Bu sebeple vahyin desteğine muhtaçtır; vahyin getirdiği bilgileri teslimiyetle karşılayıp benimsemesi gerekir. İlham naslara olan ihtiyacı ortadan kaldırmaz ve naslara aykırı olması halinde bir değer taşımaz. Allah'ın varlığını inkâr edenler onun duyularla idrak edilemeyişini delil olarak gösterirlerse de Allah maddî bir varlık olmadığından onların bu istidlâli isabetsizdir. Başta kendi bedeni olmak üzere bütün varlıkları yaratılış amacı ve gördükleri fonksiyonlar açısından inceleyen insan, bunların bilgi ve hikmet sahibi bir varlık tarafından yaratılmış olduğu sonucuna ulaşır (Şaydü'l-hâtır, s. 76, 253; Telbîsü Iblîs, s. 42). Akıl yürütmek suretiyle Allah'ın varlığını bilmek mümkün olduğu halde zât-sıfat münasebetini ve ilâhî fiillerin mahiyetini kavramak imkân dahilinde değildir. Akaid alanında yapılan hataların çoğu bu hususu dikkate almayıp Allah'ı yaratıklara kıyas etmekten kaynaklanır. Naslarda yer alan vech, yed, istivâ, nüzûl, ruh vb. kavramların mecazi anlamlar taşıyabileceklerini kabul etmek gerekir. Nitekim ölümün cennetle cehennem arasında öldürüleceğini bildiren örneklerde olduğu gibi bazı nasların mecazi mânalar



544



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVZÎ, E b ü ' l - F e r e c taşıdığını yine naslar g ö s t e r m e k t e d i r .



onun Kur'an dışında da mûcizeler göster-



Krenkovv'un da bulunduğu bir heyet (V-



Bundan dolayı istivâ v e nüzul Allah'ın yu-



diği sonucu çıkar (el-Vefâ, I, 265, 339; 7e/-



X, Haydarâbâd-Dekken 1357-1359/1938-



karıda olduğu anlamına g e l m e z . Selef



bîsü Iblîs, s. 66, 119).



1940), tamamı ise Muhammed Abdülkâdir Atâ ve Mustafa Abdülkâdir Atâ (I-XVIII,



yöntemini benimseyerek teşbihi reddet-



Ölümden sonra ruh yok olmayıp nimet



mekle birlikte bu tür nasların yerine gö-



veya azap içinde varlığını sürdürür. Mü-



Beyrut 1412/1992, 1415/1995) tarafından



re bazan te'vil edilmeden olduğu gibi be-



minlerin ruhları kıyamete kadar cennette



yayımlanmış, bu neşre İbrâhim Şemsed-



nimsenmesi, bazan da sıfatın aslını orta-



bulunur; kıyametin kopmasından sonra



din'in hazırladığı indeks de eklenmiştir



dan kaldırmayan bir te'vile başvurulması



da diriltilen bedenlere iade edilir. Beden-



(Beyrut 1413/1993). Eserin diğer bir neşri



bu konuda tercih edilmesi gereken en ge-



lerin diriltilebileceğini gösteren çeşitli de-



Süheyl Zekkâr tarafından gerçekleştiril-



s. 101-



liller mevcuttur. Bunlardan biri Hz. Mû-



miş (Beyrut 1415/1995), kitap için ayrıca



s. 84-85,324-325, 336-



sâ'nın elinde asânın canlı yılana dönüş-



üç ciltlik bir indeks hazırlanmıştır (Bey-



çerli yoldur (Defu şübheti't-teşbîh, 107; Şaydü'l-hâtır,



337; İbn Teymiyye, Der'ü



tecâruzi'l-cakl



mesi, bir diğeri de Hz. Sâlih'in mûcizesi



rut 1416/1996). 2. Şıfatuş-şafve*.



Ebû



olarak taştan devenin yaratılmasıdır. Be-



Nuaym el-İsfahânî'nin



Kur'an hakkında bilinmesi gereken şey,



denler ruhların haz veya elem duymasının



adlı eserindeki bir kısım bilgi v e rivayet-



unun benzerini yapmaktan insanları âciz



vasıtalarıdır, bu vasıtalar olmadan ruhlar



lerin özetlenmesi veya çıkarılması, bunun



bırakan Allah kelâmı, Hz. Peygamber'in



nimet veya azap içinde bulunamaz. Âhi-



yanında bazı şahısların eklenmesi suretiy-



mucizesi v e insanları hidayete sevkeden



rette müminler için nimet, kâfirler için de



le telif edilmiş olup Mahmûd Fâhûrî ve



bir kitap olduğudur. Bunun ötesinde Kur-



azap ebedîdir (Şaydü'l-hâtır,



ve'n-nakl,MII,



263).



Hilyetü'l-evliyû'



s. 35, 272-



Muhammed Revvâs Kal'acî tarafından ya-



s. 79). Allah'ın



yımlanmıştır (Beyrut 1399/1979). 3. Tel-



'an'ın mahlûk olup olmadığını tartışmak



273, 275, 327; Telbîsüİblîs,



fayda sağlamayan gereksiz sözlerden iba-



emrettikleri fazilet, yasakladıkları ise re-



klhu fühûmi



rettir. Bu sebepledir ki Kur'an hakkında



zîlettir. Ahlâklı insan ilâhî emirlere uyan,



rîh ve's-siyer. Tarih, tabakat, siyer ve ha-



tartışma yasaklanmış. Selef de buna uy-



ahlâksız insan da bunlara aykırı davranan



dis ilimleriyle ilgili olup sahâbe, tâbiîn,



muştur.



kişidir. Ancak dinin bulunmadığı y e r d e



diğer meşhur râvi ve şahısların alfabetik



ahlâk ilkelerini belirleyen akıldır.



olarak sıralanmasıyla meydana gelmiştir.



İman-küfür, hidayet-dalâlet, itaat-isyan vb. fiilleri yaratan Allah tır; bu fiillerin oluşmasında beşerî iradenin rolü yoktur (Zâdü'l-mesîr,



II, 107,138). Bununla birlik-



t e insanın sorumlu tutulması zulüm olarak nitelendirilemez; çünkü bazı âyetlerde, bâtıl inançlarını kadere sığınarak mâzur g ö s t e r m e y e çalışan müşriklerin tutarlı bir delili bulunmadığı, bazı âyetlerde ise Allah'ın kullarına rahmetiyle muamele ettiği v e fiillerini dilediği gibi işlediği açıklanmıştır (el-En'âm 6/12,54,148). Kazâ v e kader, sırrı v e hikmeti insanlar tarafından anlaşılamayan v e teslimiyetle karşılanması gereken konulardır



(Şay-



Selefî-kelâmî bir çizgide yer alan İbnü'l-Cevzî aklı sınırlı bilgi kaynağı olarak görmüş, ilhamın nasların önüne geçirilemeyeceğini belirterek mutasavvıfenin fikirlerini eleştirmiş, Allah'ın varlığını gaye v e nizam deliline uygun şekilde kanıtlamaya çalışmış, ilâhî sıfatlar konusunda kısmen kelâmcıların görüşlerine meyledip teşbihi benimseyen bazı Hanbelîler'i reddetmiş, kaderin nihaî noktada akıl yoluyla çözümlenemeyeceğini kabul edip cebre yaklaşmış, nübüvvetin ise aklen temellendirilebileceğini savunmuştur. İtikadî meselelerde Ebü'l-Vefâ İbn Akil'in te-



ehli'l-eser







cuyûni't-tâ-



Eserde geçmiş peygamberlere kısaca temas edildikten sonra Hz. Peygamber'in sîretinden bazı konulara yer verilir; ardından Hz. Ebû Bekir'den itibaren Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh'a (1180-1225) kadar halifeler zikredilir. Erkek ve kadın sahâbîler, Hz. Peygamber'den 1000'den çok hadis rivayet edenlerden (müksirûn) başlamak üzere en az bir hadis nakletmiş olan sahâbîler, Habeşistan'a hicret eden, Akabe biatlarında bulunan, Bedir ve Uhud savaşlarına katılıp şehid olan, Cezîre v e Mısır gibi bölgelere yerleşen sahâbîler çeşitli başlıklar altında alfabetik olarak sıralanır.



sirinde kalmış, mutasavvıfeye bakışında



Eksik bir baskısı Cari Brockelmann tara-



da onun görüşlerinden etkilenmiştir. Yer



fından gerçekleştirilen eser



Allah'ın insanlar içinden birini seçip üs-



yer eleştirilerine mâruz kaldığı İbn Tey-



mân Abulfarağ



tün niteliklere sahip kılması v e vahiy al-



miyye üzerinde etkili olmuş v e S e l e f î -



hüm ahi a/â far fı Muhtasar assljar walah-



maya elverişli hale getirmesi mümkün-



Hanbelî çizginin kökleşmesine katkıda bu-



bâr. Nach der Berliner Handschrift



dür. Cenâb-ı Hak varlıkları değişik özellik



lunmuştur (İbn Teymiyye, Mecmûhı



sucht, Leiden 1892) Hindistan'da iki de-



dü'l-hâtır, s. 364-366).



ve kabiliyetlerde yaratmıştır. Fâni bedenlerin hastalıklarını iyileştirecek ilâçlar yarattığı gibi âhiret yurdunda devam edecek olan hayata hazırlık yapmak üzere yeryüzünde kötü davranışlarıyla f e s a t çıkaranları ıslah etmesi v e onları erdemli



fetâ-



CAbderrah-



İbn al-Ğauzi's



Talk'ıh fuunter-



vâ, IV, 169). Â m i n e M u h a m m e d Nusayr,



fa basılmış (Delhi 1869,1927), daha sonra



Ebü'l-Ferec



Ali Hasan tarafından neşredilmiştir (Ka-



lâmiyye



İbnü'l-Cevzîârû'ühü'l-ke-



ve'l-ahlâkıyye



adlı bir doktora



çalışması yapmıştır (Kahire 1407/1987).



hire 1975). 4. el-Mişbûhu'l-mudf lâfeti'l-Müstazî



(el-Misbâhu'l-mudf



fezâ'ili [fîdevleti]'l-Müstazî, Eserleri. A) Tarih. 1. el-Muntazam*







mudf



fîhibi-



el-Mişbâhu'l-



li-da'veti'l-İmâmi'l-Müstazi).



Halife



hale getirmesi için bazı insanları görev-



Kâinatın v e



Müstazî-Biemrillâh'a ithaf edilip ona na-



Hz. Âdem'in yaratılışından başlayıp 574



lendirmesi d e imkân dahilindedir. Hz.



(1179) yılına kadar cereyan eden olayları



sihat amacıyla kaleme alınan siyâsetnâ-



Peygamber, getirdiği Kur'an ve onu açık-



hicretten itibaren kronolojik sırayla kay-



layıp uygulayan sünnetiyle insanların kal-



deden, her yıla ait olayları anlattıktan



bini inceltmiş, onları kötülüklerden uzak-



sonra o yıl vefat eden önemli şahsiyetlerin



tûrihi'l-mülûk



ve'l-ümem.



laştırıp iyiliklere sevketmiştir. Kur'an dı-



hayat hikâyelerine de yer veren biyografi



şında Resûl-i Ekrem'in mütevâtir olan



ağırlıklı bir umumi tarihtir.



mûcizeleri yoktur. Ancak hissi mûcizeler



zam'm,



konusunda nakledilen âhâd rivayetlerden



içeren bölümü aralarında Fritz Salim



el-Munta-



257-574 (871-1179) yıllarını



m e türünde bir eserdir. On yedi bölümden oluşan kitabın on birinci bölümünde Emevî halifelerine oldukça sınırlı bir yer ayrılmışken Hulefâ-yi Râşidîn v e Abbâsî halifelerinin hayatlarından örnekler verilir. Daha sonraki bölümlerde geçmiş halife v e emirlerin yaptığı veya kendilerine



545



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVZÎ, E b ü ' l - F e r e c 1985-1986, P h D t h e s i s , S c h o o l o f O r i e n t a l



yapılan nasihatler kaydedilip zühd ve tak-



1979). 11. ei-Arûs



vâ sahibi idareciler anlatılır. Eseri Nâciye



h i r e 1300, 1301; B e y r u t 1 3 3 0 ;



Abdullah İbrâhim yayımlamıştır ( B a ğ d a t



'auâmfî şerhi Mevlidi seyyidi'l-enâm



adıy-



1396/1976). S. el-Vefâ*



la, K a h i r e 1927). 12. A'mârü'l-a'yân.



Meş-



18S0 haberi ihtiva eden v e fıkıh babları-



bi-ahvâli'l-Mus-



(Meulidü'n-nebî)



(Ka-



and African Studies).



Buğyetü'l-



B) Hadis. 1. el-Mevzûcât*.



Yaklaşık



el-



hur bazı şahsiyetlerin ne kadar yaşadığını



na göre düzenlenen eseri Abdurrahman



Hz. Peygam-



anlatan eser Mahmûd M u h a m m e d et-



Muhammed Osman el-Mevzû'ât



ber'in sîreti, şemâili ve mucizelerine dair-



Tanâhî tarafından yayımlanmıştır ( K a h i -



ne 1386/1966; Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 3 ; Kahire



tafâ (el-Vefâ bi-lfl] Vefâ bi't-ta'rîf



fezâ'ili'l-Muştafâ,



bi'l-Muştafâ).



dir (nşr. M u s t a f a A b d ü l v â h i d , K a h i r e 1386/



re 1414/1994). 13. Fezâ'ilü'l-Kuds



1407/1986), Nureddin Boyacılar



ei-Mev-



1966). Mirzazâde A h m e d Neylî eseri el-



C e b r â î l S ü l e y m a n C e b b û r , B e y r u t 1979).



zû'ât mine'l-ehâdîşi'l-merfû'ât



(Riyad



14. Menâkıbü



1 4 1 8 / 1 9 9 7 ) adıyla yayımlamıştır. 2. Câ-



adıyla Türk-



Evfâ fî tercemeti'l-Vefâ



Bağdâd



(nşr.



(Medi-



(nşr. M u h a m m e d



çe'ye çevirmiştir ( S ü l e y m a n i y e K t p . , H â -



B e h ç e t e l - E s e r î , B a ğ d a t 1342). 15. Tenvî-



mfu '1-mesânîd ve '1-elkâb (Câmfu



l e t E f e n d i , nr. 66, M i h r i ş a h S u l t a n , nr. 305;



rü'l-ğabeş



sânîd bi-haşri'l-esânîd).



İÜ Ktp., TY, nr. 7378). 6. Menâkıbü



'Ömer



Üstünlüğün renkte değil takvâ da aran-



niteliğindeki eserde A h m e d b. Hanbel'in



el-



ması gerektiği, Hz. Peygamber'in Habe-



e l - M ü s n e d ' i esas alınmakla birlikte sa-



Hattâb). Muhammed Emîn el-Hancî ta-



şistan'la ilişkileri, bu ülkeye hicret eden



hâbenin Buhârî, Müslim v e TîrmizTde bu-



rafından



İbni'l-Hattâb



sahâbîler, meşhur siyahı sahâbîler, ilim,



lunan rivayetleri de derlenerek her sahâ-



b. el-Hattâb



(Târîhu [Sîretü]'Ömerb.



Târîhu



cÖmer



fî fazli's-Südân



ve'l-Habeş.



'l-me-



Bir ansiklopedi



adıy-



şiir, ibadet v e zühd alanında meşhur ol-



bînin müsnedi daha geniş biçimde tesbit



la neşredilen eser ( K a h i r e 1342/1924), Tâ-



muş siyahiler eserin konuları arasında yer



edilmeye çalışılmış v e bu kaynaklardaki âlî isnadlı hadislere işaret edilmiştir. Eser-



evvelü hâkim dîmukrâti



fi'l-İslâm



ismiyle Beyrut'-



alır. Çeşitli nüshaları bulunan eser ( S ü l e y -



ta (1402/1982, 1405/1985) v e Üsâme Ab-



m a n i y e K t p . , Ş e h i d A l i P a ş a , nr. 2803, vr.



de sahâbîler alfabetik olarak sıralanmış-



dülkerîm er-RifâFnin tahkikiyle D ı m a ş k ' t a



8 8 b - 107 b [ m u h t a s a r ) ; C â r u l l a h E f e n d i , nr.



tır. İbnü'l-Cevzî ayrıca hadislerde anlaşıl-



(ts., Dârü ihyâi u l û m i ' d - d î n ) y e n i d e n b a -



2108, vr. 4 2 b - 6 6 b [ m u h t a s a r ] ) Osmanlı Türk-



ması zor kelimeleri, sened veya metinler-



sılmış, ayrıca Menâkıbü



Emîri'l-mü'mi-



çesi'ne çevrilmiştir ( S ü l e y m a n i y e Ktp., H a -



de mevcut illetleri açıklamış, zayıf riva-



a d ı altında Zey-



cı M a h m û d E f e n d i , nr. 4 9 5 8 ; İ Ü K t p . , TY, nr.



yetleri de belirtmiştir. Ebû Muhammed



neb İbrâhim el-Kârüt ( B e y r u t 1980,1407/



2 6 4 8 ) . Kitap üzerinde bir doktora tezi ha-



Cemmâilî el-Kemâl



1987) v e Ali M u h a m m e d Ömer ( K a h i r e



z ı r l a y a n 1. H. Alawiye eseri tahkik etmiş,



de, Mizzî. Zehebî, İbn Hacer v e İbn Kesîr



1417/1997) tarafından yayımlanmıştır. 7.



ayrıca İngilizce'ye tercüme etmiştir (ibn



çeşitli eserlerinde



Sîretü v e Menâkıbü



al-Jaıvzi's Apologla on Behalfofthe



Black



den faydalanmışlardır. Eserin Bursa Eski



People and their Status in islam: A Critical



Yazma v e Basma Eserler Kütüphanesi ile



rîhu 'Ömerb.



nîncÖmer



zîz.



el-Hattâb



b. el-Hattâb



1Ömer



b.



'Abdil'a-



Cari Heinrich Becker'in Almanca



bir önsözle birlikte neşrettiği eseri (ibn



Edition and Translation of Kitâb



Gauzi's Manâçib'Omar



Ghabash fl Fadl al-Sudân



besprochen



ibn'Abd



und im Auszuge



el-'Aziz



ti



esmöTr-ricâl'inCâmFu'l-mesânîd'-



Tanıviral-



(Hüseyin Çelebi, nr. 2 0 3 ) Dârü'i-kütübi'l-



ıva'l-Habash,



Mısriyye ve Dârü'l-kütübi'l-Hidîviyye'de



mitgeteilt,



L e i p z i g 1899) Muhibbüddin eî-Hatîb ( K a hire 1331) v e Naîm Zerzûr da ( B e y r u t 1404/ 1984) y a y ı m l a m ı ş t ı r . Müellifin kıbü



cÖmer



Menâ-



ile birlikte



b. el-Hattâb'ı



bu iki esere Sîretü'l-'Ömereyn



(Süley-



Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'nin



ni'l-Ceuzt adıyla



el-Meuzû'ât adlı



eserinin, Ebû ishak İbrâhim el-Merenî tarafından



Tecridü'l-Mevzû'ât li'b-



ihtisar edilen nüshasının ilk ve son sayfası (Köprülü Ktp., Fâzıl A h m e d Paşa, nr. 459)



m a n i y e K t p . , A y a s o f y a , nr. 3240; K ö p r ü l ü K t p . , nr. 1087) adı verilmektedir. 8. Fezâ'ilü



(Menâkıbü)



ı



san es-Sendûbî'nin mukaddimesiyle birlikte el-Hasan lü'n-nâdire



el-Başrî



adıyla



« . ...



Serdarı



sırruh



Basrî-kuddise



^•J'Jfd



başlığıyla Türkçe'ye çevrilmiştir ( İ s t a n b u l 1412/1992). 9. Menâkıbü ahbâruh



Ma'rüf



(Fezâ'ilü Ma'rûf



el-Kerel-Kerhî).



H



M



İ



- i.



(IX/4 [ B a ğ d a t 1401/1981 ], s . 609-680) Ab-



-'.V-



.



.



'd- -Ja^.- c.



S



••- , i p, •tiajJnîhy-^^eı'j'Ul



;



i1



^V'tjs^iuZoLvM^&s"1



1



i M^yhi&Jc^^ i^HjKJ» ] ' 'j uJlj^It'^dv^luJ^ûf^u/uJ/JeUf^ÛI1'



ı •'



\;



dergisinde yayımlanan eseri



dullah el-Cebûrî müstakil olarak neşret-



.„•,







Sâdık Mahmûd el-Cümeylî'nin tahkikiyle el-Mevrid



H



|r^bu^o^sA-MlJi'hmS/^uj»)^



içinde yayımlanmış ( K a h i r e Velîler



hîve



A



er-Resâ'i-



1350), Mustafa! Kaya tarafından Hasan



-



'1-Hasan el-Başri. Ha-



t-



miştir ( B e y r u t 1406/1985). 10. M enâkıbü'l-İmâm



Ahmed



b. Hanbel.



Eserin



Kahire (1349/1931) ve Beyrut (1393/1973,



j 'i



> U-aVJ



"



1977) baskıları yanında Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî v e Ali Muhammed Ömer tarafından gerçekleştirilen tahkikli bir neşri bulunmaktadır ( K a h i r e 1399/ j ; ' M s ^ ' f i ^ c f â ^ ^ P d g . ••fi'^^cs 546



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



-



İBNÜ'l-CEVZÎ, Ebü'l-Ferec nüshaları bulunmaktadır ( B r o c k e l m a n n ,



Abdullah Ali Rızâ (Beyrut 1412/1992) tara-



Muhammed b. Ahmed el-Hârisî tarafın-



GAL, I, 662; SuppL, 1, 917). Ukberî, İ'râ-



fından neşredilmiştir. Sıbt İbnü'l-Cevzî,



dan tahkik edilmiştir (1414/1993, M e d i -



eserini İbnü'l-



bü'l-hadîşi'n-nebevîadlı



Cevzî'nin Cûmi'u'l-mesânîd'm rak hazırlamıştır. 3. et-Tahkik si't-Ta'llk



(fî ehâdîşi'l-hilâf,



Nâsihu'l-ha-



n e e l - C â m i a t ü ' l - İ s l â m i y y e külliyyetü'l-ha-



adlı bir kitabının ve bu



d î s i ' ş - ş e r î f v e ' d - d i r â s â t i ' l - İ s l â m i y y e ; yaz-



müellifin bir cilt hacminde



esas ala-



dîş ve mensûhuh







eserin bir cüzlük muhtasarının bulundu-



m a n ü s h a l a r ı için bk. B r o c k e l m a n n , GAL



ğunu belirtmiştir (Mir'âtü'z-zaman,



SuppL, I, 918). 9. el-Kuşşûş



ehâdî-



fı'htilâfı'l-ha-



dîs). Müellif. Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın et-



2, s. 484). İsmail Akyüz, Ahbûrü



VIII/ ehli'r-



kirûn.



ve'l-müzek-



Merlin L. Svvartz tarafından bir-



rüsûh'u Türkçe'ye çevirmiş ve bazı fık-



çok yanlışla birlikte tahkik edilerek İngi-



hî açıklamalar ekleyerek Hadiste



Nesh



lizce'ye çevrilen eseri ( B e y r u t 1971,1982)



2072 rivayeti Hanbelî fıkhına uygun ola-



adıyla yayımlamıştır ( İ s t a n b u l 1997). S.



Kâsım es-Sâmerrâî( Riyad 1403/1983), Mu-



rak konu başlıklarına göre tertip etmiş,



İ'lâmü



hammed Lutfî es-Sabbâğ ( B e y r u t 1403/



önce kendi m e z h e b i n i n , ardından diğer



hadîş ve mensûhih. Ahmed Abdullah ez-



1983) ve Ebû Hâcer Muhammed Saîd Bes-



mezheplerin delil v e görüşlerine yer ver-



Zehrânî tarafından İ'lâmü'l-'âlim



yûnî (Beyrut 1986) yayımlamıştır. 10.Âfe-



miştir. Bu a r a d a hadisleri sıhhat derece-



de rüsûhih



l e r i n e göre sıralayarak rivayetlerdeki ih-



ve mensûhih



tilâf n o k t a l a r ı n ı ve f ı k h î a ç ı d a n sonuçları-



olarak tahkik edilmiştir (1397-1398, C â -



Ta'lîku '1-kebîr beyne'I-e'imme



fi'I-mes&ili'l-hilâfiyye adlı eserini esas alıp



ehli'i-Him



bi-tahkîki



bi-hakâ'iki



nâsihi'lbac-



nâsihi'l-hadîş



adıyla yüksek lisans tezi



tii aşhâbi'l-hadîş muğiş



ve'r-red



calâ



cAbdi'l-



Abdülmu-



(Âfetü'l-muhaddişîn).



gis b. Züheyr el-Harbî'nin, Hz. Peygam-



nı açıklamıştır. Muhammed Hâmid el-Fıkî



miatü Melik Abdilazîz küiliyyetü'ş-şerîa



ber'in Ebû Bekir es-Sıddîk'ın arkasında



eserin birinci kısmını tahkiksiz olarak et-



ve'd-dirâsâtiİ-İslâmiyye). 6.



el-cİlelü'l-



namaz kıldığını ispat etmek üzere kale-



(ahbâri)'l-vâ-



me aldığı iki esere reddiye olarak yazılan



adıyla yayımla-



Tahkik fi'htiiûfi'l-hadîş



mütenâhiye



fi'l-ehâdîşi



mış ( K a h i r e 1954; K ü v e y t 1402/1983), ki-



hiye. Uydurma denecek kadar zayıf olan



kitap Ali Mîlânî'nin tahkikiyle neşredilmiş-



tap ayrıca Mes'ad Abdülhamîd es-Sa'de-



rivayetleri ele alan çalışmayı İrşâdülhak



tir ( T a h r a n , t s . ) . 11. el-Haş



n î v e Muhammed Fâris tarafından neşre-



el-Eserî yayımlamış ( L a h o r 1399/1978;



llm ve zikru kibâri'l-huffâz



(el-Haş calâ Ezberleme



calâ



hıfzî'l-



dilmiştir (Beyrut, 1415/1994). İbrâhim b.



F a y s a l â b â d 1401/1981), bu neşri esas ala-



talebi'l-cilm, Kibârü'l-huffâz).



Abdullah b. Abdurrahman el-Lâhim et-



rak kitabı ayrıca Halîl el-Meys neşretmiş-



ve ezberlemeyi kolaylaştırmanın yolları



Tahkik üzerine bir doktora tezi hazırla-



tir ( B e y r u t 1403/1983). Zehebî eseri Tel-



gibi meselelerin ele alındığı eserde güçlü



mıştır (1408, C â m i a t ü ' l - İ m â m M u h a m m e d



hîşii'1-'İleli'i-mütenûhiye



fi'l-ehâdîşî'l-



hâfızalarıyla tanınan yetmiş dokuz hadis



b. S u û d e l - İ s l â m i y y e k ü l l i y y e t ü u s û l i ' d -



vâhiye adıyla özetlemiş, bu çalışma Mah-



hâfızmın biyografisine de yer verilmiştir.



dîn). Eser, Şemseddin İbn Abdülhâdî ta-



fûzürrahmân Zeynullah tarafından yük-



Eser, Hatîb el-Bağdâdî'nin el-Câmf



rafından bir kısım senedleri hazfedilip ba-



sek lisans tezi olarak tahkik edilmiştir



ahlâkı'r-râvîadlı



Tenkihu't-



(I-III, 1400/1980, M e d i n e e l - C â m i a t ü ' l - İ s -



hıfzi'l-hadîş" adlı bölümünün kaynak be-



adı altında özet-



l â m i y y e K ı s m ü ' d - d i r â s â t i ' 1 - u l y â ) . 7 . Es-



lirtilmeksizin aynen tekrarından ibaret



lenmiş. bu çalışma aslı ile birlikte tahkiksiz



mâ'ü'd-du'afâ've'l-vazzû'în



olduğu ve yetmiş dokuz hâfız hakkındaki



olarak ( K a h i r e 1954) v e Âmir Hasan Sab-



ve zikru men cerehahüm



rî'nın tahkikiyle (Birleşik A r a p E m i r l i k l e r i



meti'l-kibâri'l-hâfızîn.



Eserde şahıslar



dâd'ından alındığı gerekçesiyle tenkit edilmiştir ( n e ş r e d e n i n girişi, s. 232-234).



zı ilâveler yapılmak suretiyle Tahkîk fîehâdişi't-tcflîk



(vâzfîn) mine'i-e'im-



li-



kitabının "el-Haş calâ



bilgilerin de yine Hatîb'in Târîhu



Bağ-



1409/1989) yayımlanmıştır. et-Tahkik, ay-



önce alfabetik olarak sıralanmış, ardın-



rıca Burhâneddin İbn Abdülhak el-Vâsıtî



dan künyeleriyle meşhur olanlar eklen-



Fuâd Abdülmün'im Ahmed'in yayımla-



1, 379) ve Zehebî (Tenki-



miştir. Kitaba önce müellif, daha sonra



dığı kitap ( İ s k e n d e r i y e 1403/1983; Beyrut



(Keşfü'z-zunûn,



li'bni'l-Cev-



Moğultay b. Kılıç birer zeyil yazmışlardır.



1406/1986), Ebû Abdullah Mahmûd b.



zî fMuhtaşarü't-Tahkllf:] ( M i l l e t Ktp., Fey-



Ebü'l-Fidâ Abdullah el-Kâdî tarafından



Muhammed el-Haddâd tarafından el-



z u i l a h E f e n d i , nr. 2961) tarafından ihtisar



neşredilen eser üzerine ( B e y r u t 1406/



Câmic fi'l-haş



edilmiştir. 4. Ahbûrü



1986) Abdülkâdir Atâ Muhammed Ah-



tında aynı konuya dair üç ayrı eserle bir-



m e d Kitâbü'd-Du'afâ'



likte neşredilmiştir ( K a h i r e 1412/1992,



hu't-Tahklk ifı ehâdîşi't-ta'lîk]



fıkh ve't-tahdîş mensûh



ehli'r-rüsûh



fi'l-



bi-mikdâri(nâsihi



mine'l-hadîş



mensûh mine'l-hadîş, nâsih. ve'l-mensûh).



ve)'l-



(en-Nâsih



oe'l-



er-RüsûhfîHlmi'nBombay'da basılan



li'bni'l-Cevzî



ve'l-metrûkîn



tahkik ve dirâse adıyla bir



doktora tezi hazırlamıştır. du'afâ5 ve'l-metrûkîn



(Esmâ'ü'd-)



ve el-Cerh



ve't-



calâ



adı al-



hıfzi'l-'ilm



s. 231-316). Zikru kibâri'l-huffâz dır. 12. M e ş y e h a t ü



İbni'l-Cevzî(nşî.



M u h a m m e d M a h f û z , T u n u s 1397/1977;



eser (ts.), İbn Hacer el-AskalânFnin 7a c rî-



ta'dîl adlarıyla İbnü'l-Cevzî'ye nisbet edi-



fü ehli't-takdîs



len eserler de bu kitap olmalıdır. 8. el-



B e y r u t 1400/1980). 13. el-Hadâ'ik



Keşf li-müşkili'ş-Şahîhayn



mi'l-hadîş



ne bi't-tedlîs'



bi-mikdâri'l-mevşûfîiyle ( K a h i r e 1322), Tâhâ Ab-



fî 'il-



Altmış dört



me'â-



bölümden meydana gelen eserde rivayetler senedleriyle birlikte kaydedilmiştir



kili hadîşi'ş-Şahihayn,



1978), Ebü'l-Kâsım Cemâleddin Abdur-



ni'ş-Şahîhayn,



Kabzatü'l-beyân



ve'z-zühdiyyât.



el-Keşf fî mestûri mâ fi'ş-



dürraûf Sa'd'ın takdimiyle ( K a h i r e 1399/ rahman el-Büzûrî'nin



(Keşfü müş-



adıy-



la kaydedilen eser de bu kitap olmalı-



el-Keşf'an



Şahîhayn, Müşkilü'ş-Şıhah).



İbnü'l-Cev-



(nşr. M u s t a f a es-Sekkâ, Beyrut 1408/1988).



ile bir-



zî, hadislerin anlaşılmasında güçlükler-



14. Keşfü'n-nikâb



likte M. Züheyr eş-Şâvîş ve Muhammed



le karşılaşan kimselere tavsiye ettiği bu



kâb. Barbier de Meynard (JA (1907], IX,



fînâsih



ve mensûhi'l-Kur'ân'ı



cani'I-esmâ3



ve'I-el-



Ken'ân'ın tahkikiyle (Beyrut - D ı m a ş k 1984),



eserinde (Leftetü'l-kebed,



vr. 43b), Şahî-



173-244, 365-428; X, 55-118, 193-273) ve



ayrıca Muhammed İbrâhim Hifnî(Mansû-



hayn'Ğa anlaşılması zor meseleleri ve ri-



Muhammed Riyâz el-Mâlih (Dımaşk- Bey-



re 1405/1984), Ebû Abdurrahman Mah-



vayetlerden çıkarılabilecek hükümleri ele



rut 1414/1993) tarafından yayımlanmış-



mûd el-Cezâirî( M e k k e 1988), FehmîSa'd



almıştır. Sahâbî râvilere göre alfabetik



tır. 15. Garîbü'l-hadîş.



(Beyrut 1412/1992), Muhammed Subhî Ha-



olarak düzenlenen eserin başından Ömer



med b. Muhammed el-Herevî'nin



san Hallâk (Beyrut 1413/1993) ve Ali Rızâ



b. Hattâb'ın müsnedine kadar olan kısmı



bü'l-Garîbeyn



Bu eserini Ah-



fi'1-Kur'ân



Kitâ-



ve'l-hadîş'i



547



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVZÎ, Ebü'l-Ferec tarzında kaleme alan müellif bazı hususlarda eleştirilmiş, İbnü'l-Esîr de kendisini en-Nihâye



fî ğarîbi'l-hadîş'm



girişinde



tenkit etmiştir. Eser Abdüimu'tî Emîn Kal'acî tarafından neşredilmiştir ( B e y r u t 1405/1985). 16. Cüz 5



fi'l-esânîdi'l-mün-



feride. Bir nüshası Haydarâbâd'da bulunmaktadır ( e l - M e k t e b e t ü ' l - Â s a f i y y e , nr. 77). 17. Dürrü '1-eşer f'ı'l- vaczi ve hadîsi sey( S ü l e y m a n i y e Ktp., Fâtih, nr.



yidi'l-beşer



2614). 18. el-Müselselât



(Dârü'l-kütübi'z-



Zâhiriyye, M e c m u a , nr. 37, vr. 6-27; nr. 98). 19. Manzume



İbn Kutlubo-



fi'l-hadîş.



ğa'nın eser üzerine iki cilt hacminde bir şerh yazdığı belirtilmektedir (Keşfü'z-zun û n , II, 1866). C) Tefsir. 1. Zâdü'l-mesîr



fî Hlmi't-tef-



sîı. İbnü'l-Cevzî, önce el-Muğnî ri'l-Kur'ân)



(fî tefsî-



adıyla hacimli bir eser kaleme



almış, daha sonra bunu ihtisar ederek Zâdü'l-mesîr'i



meydana getirmiş, Zâ-



dü'l-mesîr'den



de Teysîrü'l-beyân



tefsîri'l-Kur'ân



adını verdiği muhtasar







bir tefsir çıkarmıştır. Rivayet ve dirayet usulünün kullanıldığı eserde kıraat farklılıklarına, esbâb-ı nüzûle ve nâsih-mensuha da yer verilmiştir. Bu arada müfessir farkında olduğunu ihsas ederek İsrâîlî rivayetleri de nakletmiştir. Kitap M. Züheyr eş-Şâvîş, Şuayb el-Arnaût ve Abdülkâdir el-Arnaût tarafından yayımlanmıştır ( D ı m a ş k 1384-1388/1964-1968, 1404/ 1984, 1407/1987). 2. Tezkiretü'l-erîb tefsîri'l-ğarîb.



Zâdü'l-mesîr







ile Teysî-



özeti olup ismi konusunda



rü'l-beyân'm



farklı rivayetler bulunmaktaysa da müellif eserini Zâdü'l-mesîr



in sonunda bu



şekilde adlandırmıştır (IX, 280). Kitapta yer yer âyetler tefsir edilmiş, i'rab, kıraat, esbâb-ı nüzûl, ahkâm âyetlerinin yorumu ve nâsih-mensuh konularına yer verilmiştir. el-Erîb



bimâ fi'l-Kur'ân



mi-



adıyla neşredilen eseri ( M e -



ne'l-ğarîb



d i n e 1 4 0 0 ) Ali Hüseyin el-Bevvâb da yayımlamıştır ( R i y a d 1407/1986). 3. Fünûnü'l-efnân



fî cuyûni



Zâdü'l-mesîr'den



Sılûmi'l-Kur'ân.



sonra kaleme alman



ve ulûmü'l-Kur'ân'ın belli başlı eserlerinden biri sayılan kitapta müellifin diğer eserlerinde geniş olarak yer verilen konular özetlenmiştir. Otuza yakın ana konudan oluşan kitap Ahmed eş-Şerkâvî ve İkbâl el-Merrâküşî ( D â r ü l b e y z â 1970), ayrıca Hasan Ziyâeddin Itr ( B e y r u t 1408/1987), Fünûnü'l-efnân Kur'ân



fî cacâ'ibi



culûmi'l-



adıyla Reşîd Abdurrahman el-



Ubeydî ( B a ğ d a t 1408/1988) tarafından neşredilmiştir.'Acâ'ibü



hılûmi'l-Kur'ân



başlığıyla Abdülfettâh Saîd Âşûr'un ya-



yımladığı kitap ( K a h i r e 1407/1986) bazı küçük farklılıklar bir yana Fünûnü'l-efnân'm aynısıdır ( a y r ı c a bk. Fünûnü'l-efnân, n e ş r e d e n i n girişi, s. 40). 4. NüzheCilmi'l-vücûh tü'l-a'yüni'n-nevâzir fî ve'n-nezâ'ir. Zâdü'l-mesîr'den önce kaleme alınan eserde (Zâdü'l-mesîr, i, 388) 325 Kur'ânî kelime v e kavramın karşılığı gösterilmekte, bunlara Arap şiiri ve nesrinden örnekler verilmektedir. İbn Receb'in bildirdiğine göre müellif eserini elVücûh ve'n-nevâzir fi'l-vücûh ve'n-nezâ'ir adıyla ihtisar etmiştir (ez-Zeylca/â Tabakâti'l-Hanâbile, 1,416). Müntehabü kurreti hıyûni'n-nevâzir fi'l-vücûh ve'nnezâ'ir fi'l-Kur'âni'l-Kerîm adı altında M. es-Seyyid es-Saftâvî ve Fuâd Abdülmün'im Ahmed tarafından yayımlanan kitapla ( İ s k e n d e r i y e 1399) Millet Kütüphanesi'nde bulunan ( M u r a d M o l l a , nr. 1553/ 2) Muhtaşaru Nüzheti'l-hıyûnve'n-nevâzir fi'l-vücûh ve'n-nezâ'ir adlı nüsha bu eserle aynı olmalıdır. Kitap ilk defa bir heyet tarafından ( H a y d a r â b â d - D e k k e n 1974), daha sonra da M. Abdülkerîm Kâzım e r -Râdî'nin tahkikiyle ( B e y r u t 1404/ 1984, 1405/1985) yayımlanmıştır. S. Nâsihu'l-Kur'ân ve mensûhuh. Müellifi tarafından cUmdetü'r-râsih fîmacrifeti'lmensûh ve'n-nâsîh adıyla anılan eseri M. Eşref Ali el-Milbârî ( M e d i n e 1404/1984; B e y r u t 1405/1985; R i y a d 1405), Hüseyin Selîm Esed ed-Dârânî( B e y r u t 1411/1990) ve Halîl İbrâhim ( B e y r u t 1992) neşretmiştir. 6. el-Muşaffâ bi-eküffi ehli'r-rusûh cUmdemin llmi'n-nâsih ve'l-mensûh. tü'r-râsih'm özeti olup Hâtim Sâlih Zâmin tarafından yayımlanmıştır ( B e y r u t 1405/ 1984, 1986, 1989). 7. Teisîrü luğati'l-Kur'ân ( S ü l e y m a n i y e Ktp., Ş e h i d Ali Paşa, nr. 161). 8. Muhtaşaru Kitâbi'l-Muk'ad ve'l-mukim. Tefsir usulüyle ilgili manzum bir eserdir ( B r o c k e l m a n n , GAL Suppi, I, 918; D â r ü ' l - k ü t ü b i ' l - M ı s r i y y e , T e y m û r i y y e , T e f s i r , nr. 206). 9. el-Müctebâ fî 'ulûmi'l-Kur'ân (Keşfü'z-zunûn, II, 1592; B r o c k e l m a n n , GAL, I, 663; Suppi, 1,918). Bu kitabın muhtasarı olup Süleymaniye Kütüphanesi'nde bir nüshası bulunan ( A y a s o f y a , nr, 3395) el-Müctebâ mine'1müctenâ Ali Hüseyin eı-Bevvâb tarafından neşredilmiştir. Aynı kütüphanede ( A m c a z â d e H ü s e y i n P a ş a , nr. 70) İbnü'lCevzî'ye nisbet edilen Havâşşü'l-Kur'âni'l-'azîm adlı eserin girişinde müellifinin Abdurrahman b. Ali b. Ahmed el-Kureşî eş-Şâfiî olduğu ifade edilmektedir. Brockelmann'ın İbnü'I-Cevzî'ye izâfe ettiği (GALSuppi,1,918) Tefsîrü'l-Fâtiha adlı eserin ( M i l l e t K t p . , M u r a d M o l l a , nr.



6 3 ) İbn Kayyim el-Cevziyye'ye ait olduğu anlaşılmıştır ( K a h i r e 1375). D) Akaid. 1. Def cu şübheti t-teşbîh* ( D ı m a ş k 1345/1927; A m m a n 1412/1992). 2. es-Sebât Hnde'l-memât. Ölümü teslimiyetle karşılamak gerektiğini anlatan ve İslâm büyüklerinin ölüm anında söyledikleri sözleri nakleden eser Abdullah Leysî el-Ensârî tarafından yayımlanmıştır ( B e y r u t 1406/1986). 3. Tezkiretü üli'lbeşâ'ir fî ma'rifeti'l-kebâ't (Abdülham î d e l - A l û c î , s. 82-83). 4. Şaydü'l-hâtır. Çeşitli dinî ve içtimaî konularda müellifin kalbine doğan hususları ve bazı itikadî konuları içeren eserde müslümanlar arasında yaygın olan bazı yanlış inançlar üzerinde de durulur (Beyrut, ts. (Dârü'l-kütübi'li l m i y y e ] ) . 5. Telbîsü İblîs* (Nakdü'l-Hlm ue'l-'ulemâ'). İbnü'l-Cevzî'nin, başta mutasavvife olmak üzere bazı İslâmî zümrelerin anlayışlarını usûlü'd-dîn açısından tenkit ettiği eser Muhammed Münîr edDımaşki tarafından neşredilmiştir ( K a h i re 1368/1948). 6. el-Karâmita (nşr. M u h a m m e d e s - S a b b â ğ , B e y r u t 1977). E ) Fıkıh. 1. Ahkâmü'n-nisâAli b. Muhammed Yûsuf el-Muhammedî'nin yayımladığı eser üzerinde (Beyrut 1985) Nedim Urhan tarafından Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde bir doktora çalışması yapılmıştır (İstanbul 1993). Kitabı Ebû Bekir el-Cerrâî ihtisar etmiştir. 2. Takrîrü'l-kavâcid ve tahrîrü'l-fevâ'id fî usûlî mezhebi'l-İmâm Ahmed b. Hanbel ( S ü l e y m a n i y e Ktp., E s a d Efendi, nr. 305). 3. Minhâcü'1-kâşıdîn. Çeşitli âdetler, nikâh, helâl-haram, mûsiki, haset, cömertlik, tövbe, sabır-şükür, havfrecâ, tevhid-tevekkül gibi konulardan oluşan eserin müellifin talebesi Muvaffakuddin İbn Kudâme tarafından yapılan ihtisarı yayımlanmıştır ( K a h i r e 1991). 4. Der'ü'l-levm ve'd-daym fî şavmi yevmi'l-ğaym. Şâban ayının otuzuncu gününde oruç tutmanın câiz olmadığını ileri süren Hatîb el-Bağdâdî'nin bu görüşünü reddeden eseri Câsim b. Süleyman elFüheyd ed-Devserî neşretmiştir ( B e y r u t 1994). S. Müşîrü'l-ğarâmi's-sâkin ilâ eşrefi'l-emâkin. Hac menâsiki, peygamberlerin yaptıkları hac, halifelerin haccı gibi konuları içerir. Mustafa Muhammed Hüseyin ez-Zehebî'nin tahkikiyle yayımlanan kitabı ( K a h i r e 1995) ayrıca Merzûk Ali İbrâhim Müşîrü'l-'azmi's-sâkin ilâ eşrefi'l-emâkin adıyla neşretmiştir ( R i y a d 1415/1995). F) Diğer Eserleri. 1. Birrü



'1-vâlideyn.



Ebeveyne karşı olan görevlere dair rivayetleri derleyen bir eser olup Muhammed



548



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVZÎ, E b ü ' l - F e r e c Abdülkâdir Ahmed Atâ ile ( B e y r u t 1408/



Peygamberler, halife-



cUyûnü'l-hikâyât.



1988) Âdil Abdülmevcûd v e Ali Muavvez



ler, zâhidler, sûfîler v e meşhur bazı şah-



tarafından yayımlanmıştır ( B e y r u t 1993).



siyetlerle ilgili hikâyeleri ihtiva etmekte-



2. Zemmü'l-hevâ



dir (İÜ Ktp., AY, nr. 3353). 19. M e h â s i n ü ' l -



(nşr. M u s t a f a A b d ü l v â -



300 hadis,



h i d , K a h i r e 1962). Kitap üzerindeStefan



âşâr ve ğarâ'ibü'l-ahbâr.



Leder İbn Al-Gauzı



300 hikâye ve 300 şiirden oluşmaktadır



lation



Wider



und Seine



Kompi-



die Leidenschaft



adıyla



( İ Ü K t p . , AY, nr. 2011). 20.



( B e y r u t 1984) tahlilî bir çalışma yapmış,



fî (ilâ) naşîhati'l-veled



eseri İbrâhim Muhammed Ramazan ih-



Ferecİbni'l-Cevzî



Leftetü'l-kebed (Vaşıyyetü



Ebi'l-



li-ueledih). Müellifin, oğ-



tisar ederek yayımlamıştır ( B e y r u t 1993).



lu Ebü'l-Kâsım Ali'ye öğüt vermek ama-



3. et-Tıbbü'r-rûhanî



cıyla yazdığı bir risâle olup kendi hayatın-



(nşr. M u s t a f a  ş û r , Vaaz ve irşa-



dan bazı unsurlar ihtiva etmesi açısından



da dair olan eserde birçok kaside v e şiir



önem taşımaktadır. Muhammed Hâmid



bulunmaktadır (nşr. M e r v â n K a b b â n î , B e y -



el-Fıkı'nin Defâ'inü'l-künûz



r u t , t s . ( D â r ü ' l - k ü t ü b i ' l - i l m i y y e ) ) . S . el-



de yayımladığı risâlenin ( K a h i r e 1349/1931)



K a h i r e 1987). 4. el-Müdhiş.



adlı eser için-



Berzah v e â h i r e t konularında



ayrıca Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî



yapılacak vaazlarda zikredilmesi gereken



tarafından gerçekleştirilen bir neşri bu-



Muklik.



hadislerin derlendiği bir eserdir (nşr. M e c -



lunmaktadır ( B e y r u t 1987). Abdülhamîd



d î F e t h î e s - S e y y i d , T a n t a 1991). 6. Bah-



A\ûcîMü'ellefâtü



adıyla bir



İbni'l-Cevzî



Vaazlardan ibarettir (nşr. İb-



çalışma yapmıştır ( B a ğ d a t 1385/1965; İ b -



r â h i m B â c i s A b d ü l m e c i d , R i y a d 1993). 7.



n ü ' l - C e v z î ' n i n d i ğ e r e s e r l e r i için bk. S ı b t İb-



Otuz üç bölüm-



n ü ' l - C e v z î , V1I1/2, s. 4 8 3 - 4 8 8 ; Z e h e b î , A'lâ-



rü'd-dümû'. el-Mevâlz



ve'l-mecâlis.



XXI, 368-369, 374-375; İbn



den oluşan eser Muhammed İbrâhim Sün-



mü'n-nübelâ',



bül'ün tahkikiyle yayımlanmıştır ( T a n t a '



R e c e b , I, 4 1 6 - 4 2 0 ; B r o c k e l m a n n , GAL, I,



1990). 8. et-Tebşııa.



502, 506; Suppl., I, 9 1 5 , 9 1 7 ,



Dokuz bölüm halinde



100 vaaz ihtiva etmektedir ( B e y r u t 1986). 9. Ru'ûsü'l-kavârîr.



Hutbeler, peygam-



ber kıssaları v e varlıkların yaratılışı gibi konuları içeren bir irşad kitabıdır ( n ş r . M u h a m m e d N e b î l S ü n b ü l , Tanta 1990). 10. Makâmât



(nşr. M u h a m m e d



K a h i r e 1400/1980).



Nagaş,



U.Kitâbü'l-Ezkiyâ\



Genel anlamda akıl v e zekâ ile her zümreden zeki insanlardan bahsederek bunların bazı sözlerini nakleder ( b a s k ı y e r i v e t a r i h i y o k ) . Osmanlı âlimi Hacı İbrâhim Efendi eseri Tuhfetü'l-ezkiyâ meti Kitâbi'l-Ezkiyâ







terce-



adıyla Türkçe'ye çe-



virmiştir ( İ s t a n b u l 1308). 1 2 . A h b â r ü ' l hamkâ'



( B e y r u t 1985).



ve'l-muğaffelîn



Enver Günenç t a r a f ı n d a n Ahmak Dalgınlar



Kitabı



başlığıyla t e r c ü m e



edilmiştir ( İ s t a n b u l 1998). 13. fi'1-va'z



ve



el-Letâ'if



(nşr. M u h a m m e d İ b r â h i m S ü n -



b ü l , T a n t a 1990). 14. Ahbârü'z-zırâf mütemâcinîn.



ve'l-



Zekâ ürünü müstehcen



nükteleri nakleden eseri Abdülemîr Ali Mühennâ yayımlamıştır ( B e y r u t 1990). 15. eş-Şifâ5 fî mevâ'izi'l-mülük



ve'l-hule-



fâ 3 (nşr. F u â d A b d ü l m ü n ' i m A h m e d , K a h i r e 1987). 16.



Tenbîhü'n-nâ'imi'l-ğumr Çocukluk, genç-



'alâ mevâsimi'l-'umr.



lik, olgunluk v e yaşlılık dönemlerinin değerini bilip ona göre davranılması gerektiğine ilişkin öğütleri içerir (nşr. A r e f e H i l m i A b b a s , K a h i r e , ts. ( D â r ü ' l - h a d î s ] ) . Hersekli Mehmed Kâmil Bey eseri bazı ilâvelerle birlikte îkâzü'l-ihvân



adıyla Türk-



çe'ye çevirmiştir ( İ s t a n b u l 1302, 1304). 17. Bustânü'l-vâ'izîn



ve



riyâzü's-sâmi'în



(nşr. e s - S e y y i d e l - C e m î l î , B e y r u t 1984). 18.



Hediyyetü'l-



'ârifîn, I, 5 2 1 - 5 2 3 ) . İbnü'l-Cevzî üzerinde çeşitli m o n o g rafiler hazırlanmıştır. Kâmil Muhammed Uveyde'nin 'Abdurrahmân hu'z-zühhâd



el-Cevzîşey(Beyrut



ve imâmü'l-vu"âz



1993), Hasan îsâ Ali el-Hakîm'in Cevzî



İbnü'l-



( B a ğ d a t 1988), Ahmed Atıyye Ab-



durrahman'ın İbnü'l-Cevzî



beyne't-te'-



( M e k k e 1397), Ali Cemîl Ali



vîl ve't-tefvîz



Mühennâ'nın İbnü'l-Cevzî



ve



Makâmâ-



( K a h i r e 1976), Abdur-



tühü'l-edebiyye



rahman Sâlih Abdullah'ın



İbnü'l-Cevzî



( M e k k e 1986), Abdül-



ve terbiyetü'l-'akl



b e d î A b d ü l a z î z el-Hûlî'nin ve't-ta'lîm



cinde



İbni'l-Cevzî



et-Terbiye (Kahire



1 9 9 0 ) v e Mahmûd A h m e d Kaysiyye enNedvî'nin el-İmâm tâbühû



İbnü'l-Cevzî



ve ki-



( L a h o r 1403/1983)



el-Mevzû'ât



adlı eserleri bunlardan bazılarıdır. BİBLİYOGRAFYA



:



İbnü'l-Cevzî, Def'u şübheti't-teşbîh (nşr. Hasan es-Sekkâf), Amman 1412/1992,s. 101-107; a.mlf., Zâdü'l-mesîr, 1, 388; II, 107, 138; IX, 280; a.mlf., Fünûnü'l-efnân (nşr. Hasan Ziyâeddin Itr), Beyrut 1408/1987, neşredenin girişi, s. 40; a.mlf., el-Vefâ (nşr. Mustafa Abdülvâhid), Kahire 1996,1, 265, 339; a.mlf., Şaydü'lhâtır, Beyrut, ts. (Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye), s. 35, 37, 43, 45-46, 60, 64, 75-76, 82-85, 101-103, 116, 152, 183-185, 221, 223, 253, 266, 267273, 275, 324-325, 327, 336-337, 349, 364366; a.mlf., Telbîsü lblîs{nşr. M. Münîr ed-Dımaşki), Kahire 1368, s. 42, 60, 64, 66, 67, 79, 89, 119, 152, 165-218, 264, 281, 287-288, 322; a.mlf., el-Muntazam (Atâ), I, 115-118; IV, 225-226; X, 94-99; XIV, 221-223; XVII, 233236, 241, 296; XVIII, 196, 213, 222; ayrıca bk. neşredenlerin girişi, I, 13-44; a.mlf.. Meşyeha



(nşr. Muhammed Mahfûz), Beyrut 1400/1980, s. 117-118; a.mlf., Menâkıbü'l-lmâm Ahmed b. Hanbel (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-TürkîAli M. Ömer), Kahire 1399/1979, s. 26-27, 501, 604; a.mlf., Leftetü'l-kebed fî (ilâ) naşîhati'lueled, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5295, vr. 36b-44a; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ', IV, 250; XVII, 13; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, XII, 171; Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mir'âtü'z-zamân (nşr. Cenân Celîl Muhammed), |baskı yeri yok| 1990 (ed-Dârü'lvataniyye), VIII/2, s. 481-503; İbn Hallikân. Vefeyât, IH, 140-142; İbn Teymiyye, Der'ü te'âruzi'l-'akl ve'n-nakl (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1979, II, 16; V, 386; VI, 240; VII, 263; VIII, 60, 69; a.mlf., Mecmû'u fetâvâ, IV, 169; İbn Abdülhâdî, Muhtaşaru Minhâci'l-kâşıdîn, Kahire 1991, s. 405-408; Zehebî. A'lâmü'n-nübelâ', XXI, 365-384; a.mlf.. Tezkiretü'l-huffâz, IV, 1342-1348; İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 28, 30, 104; İbn Receb, ez-Zeyl 'alâ Tabakâti'l-Hanâbile, Kahire 1372/1952,1, 399-433; Dâvûdî, Tabakâtü'l-müfessirîn,\, 275-280; Keşfü'z-zunûn, I, 76, 379; II, 1592, 1750, 1866; Brockelmann. GAL, I, 500-506, 662-663; Suppl., I, 914-920; a.mlf., "İbnü'l-Cevzî", İA, V/2, s. 849; Hediyyetü'l-'ârifîn, 1, 520-523; Dârü'l-kütübi'l-Mışriyye Fihristü'l-mahtûtâti: Muştalahu'l-hadîş, Kahire 1375/1956, s. 257-258; Abbas el-Azzâvî, et-Ta'rif bi'l-mü'errihîn fî'ahdi'l-Moğol ve'tTürkmân, Bağdad 1376/1957,1, 123-127; Abdülhamîd el-Alûcî. Mü'ellefâtü İbni'l-Cevzî, Bağdad 1385/1965,tür.yer.; F. Rosenthal. A History of Müslim Historiography, Leiden 1968, s. 83, 143-145, 204, 243; Elbânî, Mahtûtât, s. 37-41; Mahmûd Ahmed el-Kaysiyye en-Nedvî, el-İmâm İbnü'l-Cevzî ve kitâbühû'l-Mevzû'ât, Lahor 1403/1983, tür.yer.; Hasan îsâ Ali el-Hakîm, Kitâbü'l-Muntazam li'bni'l-Cevzî: Dirâse fîmenhecihî ve mevâridihî ve ehemmlyetih, Beyrut 1405/1985, tür.yer.; Âmine M. Nusayr, Ebü'lFerec İbnü'l-Cevzî, Kahire 1407/1987; E. van Donzel, "ibn al-Jawzı on Ethiopians in Baghdad", The Islamic World from Classical to Modern Times: Essays in Honor of Bemard Leuıis (ed. C. E. Boswortfi v.dğr.), Princeton 1989, s. 113-120; Sâlihiyye, el-Mu'cemü'ş-şâmil, II, 89"106; Joseph de Somogyi, "A Treatise on the Qarmatians in the 'Kitâb al-Muntazam' of Tbn al-Jauzi'", RSO, XIII (1931-32), s. 248-265; a.mlf., "The Kitâb al-Muntazam of ibn al-Jauzi", JRAS (1932), s. 49-76; a.mlf., "ibn al-Jauzi's-Handbook on the Makkan Pilgrimage", a.e. (1938), s. 541-546;a.mlf., "ibn al-Jauzi's-School of Historiography", AO, VI/1-3 (1956), s. 207214; Mohammed Abdurrahman Khan, "Further References to Cosmic Phenomena in the Kitâb al-Muntazam of ibn al-Jauzi and a Few in Târikh-e-Rahat Afzâ (India)", IC, XXII (1948), s. 188-191; Muhammed Bâkır Ulvân, "el-Müstedrek 'alâ Mffellefâti İbni'l-Cevzî li-eAbdilhamîd el-cAIÛcî", MMLADm., XLVII (1972), s. 304-324; Hızır ed-Dûrî, "Dirâse fı't-terâcüm: İbnü'l-Cevzî", Âdâbü'r-râfideyn, IV, Musul 1972, s. 108161; Claude Cahen, "Selçuklu Devri Tarih Yazıcılığı" (trc. Nejat Kaymaz), TAD, VII/12-13 (1969), s. 199; a.mlf., "Textes arabes anciens edites en Ğgypte au cours des annees 1985 â 1987", MIDEO, XIX (1989), s. 307-308; Nâciye Abdullah İbrâhim, "İbnü'l-Cevzî: Fehresetü kütübih", MMİlr., XXXI/2 (1980), s. 193-221; H. Laoust, "ibn al-Djawzi", El2 (İng.), III, 751-752; Hâdî Âlimzâde, "İbn Cevzî", DMBİ, III, 262-277. I&L



Y U S U F ŞEVK! Y A V U Z - C A S İ M



Avcı 549



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVZÎ, E b ü ' l - F e r e c Hadis İlmindeki Yeri. "HâflZÜ'I-Irâk ve



Müctebâ



mine'l-müctenâ



gibi t e f s i r e



neltilen eleştiriler ve cevapları için bk. elMeuzû'ât, neşredenin girişi, s. 117-124).



nâsırü's-sünne" lakaplarıyla anılan İbnü'l-



dair eserlerinde m ü t t e f i k ve müfterik,



Cevzî. hadis aldığı hocalardan ne zaman



müteşâbih isimler, bazı müşkil hadislerin



Çok yönlü ilmî kişiliği sebebiyle hakkın-



rivayette bulunduğunu çok defa kaydet-



açıklanması gibi hadise dair konulara yer



da muhtelif eserler kaleme alınan İbnü'l-



miş, ardından onlardan duyduğu hadisin



vermiştir. Yaşadığı devirde bid'atların,



Cevzî'nin hadisçiliğini inceleyen çalışma-



âlî v e nâzil oluşu, Şahîhayn'da



yer alıp



mezhep çatışmalarının ve fitnelerin yay-



lar da yapılmıştır. Misfır b. Gurmullâh ed-



almadığı üzerinde durmuştur. Özellikle



gınlık kazanması sebebiyle uydurma ri-



Dümeynî Mekâyîsü



Selefıyye muhaddislerinin uygulamaları-



vayetlerin fazlaca kullanılması İbnü'I-Cev-



di mütûni's-sünnemin



nı devam ettiren hocalarının yolunu takip



zîyi el-Mevzû'at'i



Mevzû'ût'ı



etmiş, hadis ehlinin gıybet etmemesi ve



ancak bu şartların tesiriyle râvileri v e ri-



Kasemullâh Meryûd el-İmâm



yaptığı rivayetten ücret almaması gerek-



vayetleri değerlendirirken aşırı davran-



Cevzî



tiğini söyleyerek aksine hareket edenleri



mak durumunda kalmıştır. Onun bu ti-



kitâbi'l-Mevzû'ât



eleştirmiş, sadece bu şartlara uyanlardan



tizliği şiddetle eleştirilmesine sebep ol-



tü'l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiy-



hadis almış, ilim tahsil edenin geçinebil-



muştur. İbnü's-Salâh gibi muhaddisler,



ye külliyyetü usûli'd-dîn), Nûreddin Bo-



mesi için bir meslek sahibi olması gerek-



İbnü'l-Cevzî'nin zayıf, hasen hatta sahih



yacılar İbnü'l-Cevzî'nin



tiğini belirtmiştir. Hadiste ve vaazda dev-



hadislere bile fazla araştırmadan "mev-



ve Metodu



rinin imamı kabul edilerek (İbn Hallikân,



zu" damgası vurduğunu, onun bu iş için



hiyat Fakültesi) adıyla doktora tezi, Vey-



II, 321) özellikle hadis metinleriyle ilgili



gerekli temyiz v e tenkit kabiliyetine sa-



sel Ünler de Telbîsü



İblîs'teki



bilgisi takdir edilmiş, ancak sahih hadis-



hip olmadığını ileri sürmüştür.



rin Bilimsel



(1989, Selçuk Üniver-



leri belirlemede genellikle başarılı olamadığı ileri sürülmüştür. Zehebî, İbnü'lCevzî'nin hadis ehlinin istılahındaki anlamıyla "hafız" sayılamayacağını, hadislerin sahihini sahih olmayandan ayırma hususunda yeterli bilgiye sahip bulunmadığını ifade etmiştir. el-Mevzû'ât'ta hîh-i Müslim'den



Şa-



bir hadise yer vermesi



de onun hâfız olmadığını ortaya koymakt a d ı r (el-Meuzû'ât,



neşredenin girişi, s.



21-22). Abdüllatîf el-Bağdâdî, İbnü'l-Cevzî'nin her alanda bilgisi bulunmakla beraber herhangi bir konunun uzmanı olmadığını ileri sürmüştür. Talebesi İbnü'dDübeysî ise hadisi ve hadis ilimlerini bilme, sahihini sahih olmayanından ayırma konusunda onun zirvede olduğu görüşündedir.



yazmaya sevketmiş,



Hayatını vaaz ve irşadla geçiren İbnü'lCevzî, ilim v e kemal ehli olma yolunda çalışarak kişinin bu iki özelliği kendisinde toplaması gerektiğini ifade etmiş, Saîd b. Müseyyeb, Süfyân es-Sevrî, Hasan-ı Basrî v e Ahmed b. Hanbel gibi âlimlerin zühdle ilmi bir arada yürüttüklerini belirtmiştir (Leftetü'l-kebed,



vr. 42 b ). Hadis



ilminin geleneğini tam olarak benimsemediği görülen İbnü'l-Cevzî ilim tahsiline başlayan öğrencinin Kur'an, fıkıh v e hadis dinlemeye önem vermesi, ehl-i hadisin aynı hadisleri ihtiva eden cüzleri ezberlemek için ömür tüketmemesi gerektiğini söylemiştir (Şaydü'l-hâtır,



s. 206).



Ona g ö r e ilmin sonu bulunmadığına v e insan ö m r ü d e kısa olduğuna g ö r e sahihler, sünenler ve müsnedler gibi temel



Yirmi bir hadis arasındaki nâsih-mensuh ilişkisini ortaya koyduktan sonra, bu



eserlerle yetiniimeli, diğer eserlerle vakit kaybedilmemelidir.



alanda yazdıklarına başka ilâvelerin yapı-



İbnü'l-Cevzî eserlerinde yeterince titiz-



lamayacağını söyleyerek kendine olan aşı-



lik göstermemesi, yazdığı bir kitabı kont-



rı güvenini dile getiren İbnü'l-Cevzî (Ab-



rol e t m e k yerine yeni bir eser yazmayı



dülkerîm el-Azbâvî, sy. 1 [1398], s. 229-



tercih etmesi gibi sebeplerle tenkit edil-



244), kıssacılık ve vaaz geleneğine getir-



miş (İbn Receb, I, 414-415; Zehebî, A'lâ-



diği yeni boyutla hadis ilmine önemli bir



mü'n-nübelâ',



mevki kazandırmış, vâazlik mesleğinin



çeşitli alanlarında çok hata y a p t ı ğ ı v e



hadis uydurmacılığından kurtarılmasına



bunların tashih edilemeyecek kadar çok



önemli katkı sağlamıştır. Bazı muhaddis-



olduğu ileri sürülmüştür (Zehebî, A'lâ-



XXI, 378), hadis ilimlerinin



lerce tenkit edilen kıssacılığın esasen kö-



mü'n-nübelâ',



tü bir şey olmadığını, asıl problemin vaaz-



" m e v z û " olarak nitelendirmede aceleci



larda mevzu hadis kullanılmasından kay-



bir tavır sergilediği halde vaaz v e irşada



naklandığını ifade etmiştir



dair eserlerinde aynı hassasiyeti göster-



şâş oe'l-müzekkirîn,



(Kitabü'l-Kuş-



s. 177-184).



XXI, 382). Ayrıca hadisleri



memesi, Bağdatlı hocalarla yetinerek ha-



İbnü'l-Cevzî, zühd v e ahlâka dair çalış-



dis tahsili için seyahate çıkmaması eleş-



malarında sahih v e hasen hadisleri kul-



tirilmiş (Hızır ed-Dûrî, s. 117); Ebû Dâvûd,



lanmaya özen göstermesine rağmen yi-



Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin sünenleriy-



ne de bu konudaki eserlerinde zayıf riva-.



le Hâkim'in el-Müstedrek'i



yetler bulmak mümkündür. Onun diğer ilimlere dair eserlerinde de hadisçiliğini öne çıkaran unsurlar vardır. Meselâ el-



İbni'l-Cevzî hilâli



fî nakkitâbihi'l-



yazmış (Riyad 1405/1984),



muhaddişen



İbnü'l-



ve menhecühû







(1403, Riyad Câmia-



Hadisteki



Yeri



(1978, Ankara Üniversitesi İla-



Kritiği



Hadisle-



sitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) adı altında bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır. BİBLİYOGRAFYA :



İbnü'l-Cevzî, el-Mevzû'ât(nşr. Nûreddin Boyacılar), Riyad 1418/1997, neşredenin girişi, s. 2122, 103-136;a.mlf., el-Haş 'ala hıfzi'l-'ilm(elCâmi' fı'l-fıaş 'alâ hıfzi'l-'ilm içinde, nşr. Ebû Abdullah Mahmûd b. Muhammed el-Haddâd), Kahire 1412, neşredenin girişi, s. 232-234; a.mlf., Kitâbü'l-Kuşşâş ve'l-müzekkirîn (n r. Kâsım es-Sâmerrâî), Riyad 1403/1983, s. 177184; a.mlf., Leftetü'l-kebed ft (ilâ) nasihati'lveled, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5295, vr. 36b-44a; a.mlf., Şaydü'l-hâtır, Beyrut, ts. (Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye), s. 206, 429-430;a.mlf., Ahbâru ehli'r-rüsût} fı'l-fıkh ve't-tahdiş bi-mikdâri'l-mensûh mine7-fıadîş (nşr. Ali Rızâ Abdullah Ali Rızâ), Beyrut 1412/1992, s. 19-40; Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mir'âtü'z-zamân (nşr. Cenân Celîl Muhammed), |baskı yeri yok| 1990 (ed-Dârü'lvataniyye), VI1I/2, s. 482, 483-484; İbn Receb, ez-Zeyl'alâ Tabakâti'l-Hanâbile, Kahire 1372/ 1952,1, 414-415; İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 2830; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', XXI, 373, 378, 381, 382; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, IV, 131136; Süyûtî, Tabakâtü'l-huffâz, s. 478; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 321; Mahmûd Ahmed el-Kaysiyye en-Nedvî, el-lmâm İbnü'l-Cevzî ve kitâbühü'l-Mevzû'ât, Lahor 1403/1983, s. 120-135; Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe (Özbek), s. 119, 126, 231, 247, 325-326, 337, 338; M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler, Menşei, Tanıma Yolları, Tenkîdi, İstanbul 1997, s, 142-146; Hasan Cirit, Hadiste Vaaz, Kıssacılık ve Kussâs (doktora tezi, 1997), Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 176-178; Hızır ed-Dûrî, "Dirâse fi't-terâcüm: İbnü'l-Cevzî", Âdâbü'r-râfideyn,IV, Musul 1972, s. 108-161; Abdülkerîm el-Azbâvî, "Kitâbü'n-Nâsih veT-mensûh mine'l-hadîş", Mecelletü'l-Bühüşl'l-'ilmî ve't-türâşi'l-İslâmî, sy. 1, Mekke 1398, s. 229-244; H. Laoust, "ibn al-Djawzi", E/2 (ing.), III, 752; Hâdî Âlimzâde. "İbn Cevzî", DMBİ, III, 274. !&!



v e Ahmed b.



ibrahim



hatiboğlu



Hanbel'in ei-Müsned'inden pek çok hadisi el-Mevzû'ûfma



alması ayrı bir ten-



Tefsir İlmindeki Yeri. İbnü'l-Cevzî'nin



kit konusu olmuştur (İbnü'l-Cevzî'ye yö-



Kur'an'a ilgisi onu ezberlemesi, tecvid v e



550



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVHERÎ kıraat ilmini öğrenmesiyle başlamış, ken-



kadar yer verdiğini söylemiştir. Tefsirinde



disine büyük şöhret kazandıran vaazlarıy-



Resûlullah, ashab ve tâbiîn ile önceki mü-



la devam etmiştir. Kendisi, Kur'an'ı vaaz



fessir v e âlimlerin görüşlerini nakletmeyi



kürsüsünde baştan sona kadar tefsir edip



esas alan İbnü'l-Cevzî, yeterli bilgi bulun-



halka anlatan ilk kişi olduğunu söylemiş-



madığı takdirde âyetleri kendi düşünce-



tir (el-Muntazam,XVIII, 213). Ulûmü'l-Kur-



sini ortaya koymak suretiyle yorumlama-



'ân'a dair ilk eser yazanlardan biri olan



ya çalışmıştır. Nakillerden bazısının yorum



İbnü'l-Cevzî'nin Fünûnü'l-efnâriı



gerek



yapılmadan v e rivayet tekniği açısından



ihtiva ettiği otuzu aşkın konu başlığındaki



değerlendirilmeden verilmesi eserin bir



çeşitlilik, gerekse bu başlıklar altında orta-



eksikliği olarak göze çarpmaktadır. Tefsi-



ya konulan bilgilerin sunuluşundaki me-



rinde, meânî ve beyân ilimlerine göster-



t o t bakımından daha önce yazılan ko-



diği itinanın v e bu iki ilim olmaksızın



nuya dair kitapların en iyisi kabul edilir.



Kur'an'ın hakkıyla tefsir edilemeyece-



Zerkeşî el-Burhân'ı,



el-İtkân'mı



ğine dair kanaatinin izleri açıkça görül-



yazarken bu eserden istifade etmişler-



mektedir. İbnü'l-Cevzî, genel olarak İsrâ-



Süyûtî



göze çarpan en



iliyat'tan uzak durmakla birlikte bazı ri-



önemli eksiklik, diğer eserlerinde işlediği



vayetleri sakıncalarının farkında olduğu-



ulûmü'l-Kur'ân'ın bazı konularına bura-



nu ihsas ederek kaydetmiştir. Meselâ Ey-



da ya çok kısa olarak yer vermesi ya da



yûb peygamberden bahseden âyetlerin



ilgili kitabına atıfla yetinmesidir.



(el-Enbiyâ 21/83-84) tefsirinde naklettiği



dir. Fünûnü'l-efnân'da



İbnü'l-Cevzî, vücûh v e nezâir konusunu garîbü'l-Kur'ân'dan daha iyi bir biçimde ortaya koymuştur. Buna dair eserler üzerinde geniş bir araştırma yapan Abdülhamîd Seyyid Taleb, VII. (XIII.) yüzyıla kadar vücûh v e nezâirle ilgili en sistematik v e kapsamlı çalışmayı İbnü'l-Cevzî'nin yaptığını ifade eder (Garibi! 'l-Kur'ân, s. 4 0 3 4 0 4 , 4 2 5 - 4 2 6 ) . İbnü'l-Cevzî nesih alanında da çeşitli eserler telif etmiştir. Ona göre bazı kimselerin iddiasının aksine bedâ, tahsis ve istisna nesih olarak değerlendirilemez. Âyetler arasında neshin gerçekleşebilmesi için beş şart ileri süren İbnü'lCevzî Kur'an'ın sünnetle neshini kabul etmez. Neshi metni bâki, hükmü mensuh âyetlere münhasır kılar v e eserlerini bu grup için yazdığını söyler ( g e n i ş b i l g i i ç i n bk. Nâsihu'l-Kur'ân



ue mensûhuh, s. 101-



1 5 1 ) . Önceki âlimleri mensuh âyetlerin sayısını arttırdıkları için tenkit eden İbnü'l-Cevzî'nin kendisi de bu sayıyı bir hayli kabarık göstermiştir. İbnü'l-Cevzî aynı zamanda bir kıraat âlimidir. Bu alana dair bilgisini sadece kıraatle ilgili olarak yazdığı eserlerde ortaya koymamış, bunu tefsirinde ve ulûmü'l-Kur'ân'a dair eserlerinde de göstermiştir. Kur'an ilimleri hakkında telif e t t i ğ i eserlerde genellikle başarılı kabul edilen İbnü'l-Cevzî tefsirinde de oldukça anlaşılır v e açık bir y ö n t e m uygulamıştır. Zâdü'l-mesîr'



inin başında tefsir metodu-



nun ipuçlarını vermiş, eserinde hangi hususları öne çıkardığını bildirmiş v e diğer tefsirlerin çoğunlukla



nâsih-mensuh,



esbâb-ı nüzûl, Mekkî-Medenî, müşkilü'lKur'ân. ahkâm âyetlerinin tefsiri g i b i konulardan birini veya birkaçını ihmal ettiğini, kendisinin ise bu hususlara gerektiği



uzun hikâye ile (Zâdü'l-mesîr,



V, 3 7 5 - 3 7 8 )



Sebe melikesi Belkıs'ın Hz. Süleyman'a g ö n d e r d i ğ i hediye ile ilgili âyetin (enN e m l 27/35) tefsirinde naklettiği rivayet bu türdendir (a.g.e., VI, 170). İbnü'l-Cevzî'nin tefsirinde nakillerin fazlalığı yanında yorumun azlığı önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktaysa da çok sayıda müfessirin görüşünü asıl kaynaklarından seçerek bir araya getirmiş olması kendisine rivayet tefsiri alanında önemli bir mevki kazandırmıştır. İbn R e c e b ' i n bildirdiğine g ö r e esasen İbnü'l-Cevzî, "Ben yeni bir eser ortaya koymadım, mevcut bilgileri düzenleyip s u n d u m " demiştir(ez-Zeyl calâ



Tabakâti'l-Hanâbile,



S, 4 1 4 ) .



BİBLİYOGRAFYA :



İbnü'l-Cevzî, Zâdü'l-mesîr, 1,6-7,319; V, 375378; VI, 170; IX, 4,7;a.mlf., el-Muntazam(Atâ), XVIII, 213; a.mlf., Fünûnü'l-efnân fî'uyûni 'ulûmi'l-Kur'ân (nşr. Hasan Ziyâeddin Itr), Beyrut 1408/1987, neşredenin girişi, s. 36-41, 71-100; a.mlf., Nâsihu'l-Kur'ân ve mensûhuh (nşr. Hüseyin Selîm Esed ed-Dârânî), DımaşkBeyrut 1411/1990, s. 101-151; Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mir'âtü'z-zamân (nşr. Cenân Celîl Muhammed), (baskı yeri yok] 1990 (ed-Dârü'l-vataniyye), VIII, 483;Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',XX1,367;a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, IV, 1344, 1346; Zerkeşî, elBurhân, IH, 26; İbn Receb, ez-Zeyl'alâ Tabakâti'l-Hanâbile, Kahire 1372/1952,1, 401, 405406,412,414,416; İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-Nihâye, 1,375;Süyûtî, el-ltkân(Bugâ), 1,20;a.mlf., Tabakâtü'l-müfessirîn (nşr. Ali Muhammed Ömer), Kahire 1396/1976, s. 61; Dâvûdî, Tabakâtü'l-müfessirîn, I, 270-274; Keşfü'z-zunûn, II, 1750; Subhî es-Sâlih, Mebâhiş fî 'ulûmi'l-Kur*ân, Beyrut, ts. (Darü'l-ilm li'l-Melâyîn), s. 124; Mahmûd Ahmed el-Kaysiyye en-Nedvî, el-İmâm İbnü'l-Cevzî ve kitâbühü'l-Mevzû'ât, Lahor 1403/1983, s. 104-105; Abdülhamîd Seyyid Taleb, Garîbü'l-Kur'ân: Ricâlühû ve menâhicühüm min İbn 'Abbâs ilâ Ebî Hayyân, Küveyt 1986, s. 399-426; İsmail Cerrahoğlu, "Abdur-



rahman İbnü'l-Cevzî ve Zâdü'l-mesîr fî ilmi'ttefsîr Adlı Eseri", AÜİFD, XXIX (1987), s. 127134; Ahmed Fehîm Matar, "İbnü'l-Cevzî ve menhecühûfl't-tefsîr",Mecelletü'l-Buhüşi'l-lslâmiyye, sy. 31, Riyad 1411/1991, s. 229-258; Jane Dammen McAuliffe, "ibn al-Jawzi's Exegetical Propaedeutic: Introduction and Ttanslation", Journal of Comparative Poetics, sy. 8, Kahire 1988, s. 101-113. ı—ı İSİ



A b d ü l h a m î t Bîrişik



İBNÜ'l-CEZERÎ



r



^



Ebû'l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Alî b. Yûsuf el-Cezerî (ö. 833/1429) Kıraat ve hadis âlimi.



L



J



25 R a m a z a n 7 5 1 ' d e (26 Kasım 1350) Dımaşk'ta doğdu. İbnü'l-Cezerî diye anılması Cezîre-i İbn Ömer'e ( b u g ü n k ü Şırn a k ' a b a ğ l ı C i z r e i l ç e s i ) nisbetledir. Kur'an'ı ezberledikten sonra İbnü'l-Buhârî diye tanınan Ali b. A h m e d b. Abdülvâhid'in talebelerinden hadis dinledi v e kıraat okudu. İbnü's-Sellâr Abdülvehhâb b. Y û s u f t a n Ebû A m r b. Alâ'nın kıraatiyle bir hatim indirdi. Daha sonra Hamza b. Habîb ez-Zeyyât'ın kıraatiyle de bir hatim yapıp ardından Nâfi' b. Abdurrahman v e Abdullah b. Kesîr'in kıraatlerini cemederek Ra'd sûresinin sonlarına kadar geldi. İfrad metoduyla A h m e d b. İbrâhim etTahhân v e A h m e d b. Receb'den kıraat öğrenimini sürdürdü. Ancak çok zaman alan bu usulü bırakarak İbrâhim el-Hamevî'den c e m ' metoduyla kırâat-i seb'a okudu. Ayrıca 768'de (1367) Ebü'l-Meâlî İbnü'l-Lebbân'dan kıraat tahsiline devam etti. Aynı yıl tüccar olan babası ile birlikte hacca gitti. Zilkade (temmuz) ayında Medine'de Harem-i şerif imam-hatibi Ebû Abdullah Muhammed b. Sâlih'ten Bakara sûresinin 25. âyetinin sonuna kadar cem' usulüyle kıraat okudu. 769'da (1368) tahsil amacıyla Mısır'a ilk seyahatini yaptı. Burada bazı kıraat kitaplarını esas alarak v e cem' usulüyle Ebû Bekir İbnü'l-CündTden kıraat okumaya başladıysa da Nahl sûresinin 90. âyetine gelince hocası vefat etti. Ayrıca İbnü's-Sâiğ Muhammed b. Abdurrahman b. Ali v e Ebû Muhammed Abdurrahman b. BağdâdFden kırâat-i seb'a tahsil etti. İbnü'I-Cündî'nin ölümü üzerine yarım kalan hatmini bu hocalardan tamamladı. 770 yılı başında (1368 sonları) Dımaşk'a döndüyse de Rebîülevvel 771'de (Ekim 1369) ebeveyniyle birlikte tahsilini ilerletmek için ikinci defa, Mısır'a gitti. İbnü's-Sâiğ'den aşereyi, Ebû Mu551



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVHERÎ hammed Abdurrahman b. Bağdâdfden on imamın kıraatiyle birlikte İbn Muhaysın, A'meş ve Hasan-ı Basrînin kıraatlerini okudu. Abdülmü'min b. Halef ed-Dimyâtî ve Muhammed b. İshak el-Eberkühî'nin bazı talebelerinden hadis dinledi. Şâfıî fakihi Abdürrahîm b. Hasan el-İsnevî'den fıkıh dersleri aldı. Daha sora Dımaşk'a dönen İbnü'l-Cezerî, burada Ebû Yûsuf Ahmed b. Hüseyin el-Kefrî'den kırâat-i seb'aya göre bir hatim indirdi. 774 (1372-73) yılında Ebü'l-Fidâ İbn Kesîr İsmâil b. Ömer, İbnü'l-Cezerî'ye fetva izni verdi. 778'de (1376) Ziyâeddin Sa'dullah el-Kazvînî, 785'te (1383) Şeyhülislâm Ömer b. Raslân el-Bulkınî de ona fetva yetkisi verdi. İbnü'l-Cezerî, Mısır'daki bazı âlimlerden istifade etmesi gerektiğini düşünerek 778 (1376) yılında üçüncü defa Mısır'a gitti (İbnü'l-Cezerî, Câmi'u'l-esânîd, vr. 69 b ), Ziyâeddin Sa'dullah el-Kazvînî gibi hocalardan usul, meânî, beyân dersleri aldı. İskenderiye'de bazı âlimlerden hadis dinledi. Kendisinin belirttiğine göre Kur'an ve kıraat konularında istifade ettiği hocalarının sayısı kırkın üzerindedir. Mısır'daki tahsilini tamamlayan İbnü'lCezerî, Dımaşk'ta Emeviyye Camii'nde Kubbetü'n-nesr'in altında kıraat okutmaya başladı. Onun yıllarca sürdürdüğü bu dersleri Endülüs, Yemen, Hindistan, Rum ve Acem diyarından gelen talebelerin ilgi odağı oldu. Kendisine ayrıca Âdiliyye Medresesi kıraat şeyhliği görevi verildi. Daha sonra Dârü'l-hadîsi'l-Eşrefıyye şeyhliğine getirildi. Ebû Muhammed Abdullah b. Yûsuf İbnü's-Sellâr'ın 18 Şâban 782'de (17 Kasım 1380) vefatı üzerine Ümmü'sSâlih Türbesi kıraat şeyhliği görevini de üstlendi. Dımaşk'ta bir dârü'l-Kur'ân yaptıran İbnü'l-Cezerî'den Dımaşk ve Mısır'da kırâat-i aşere okuyan pek çok talebe arasında oğlu Ebû Bekir Ahmed, Mahmûd b. Hüseyin b. Süleyman eş-Şîrâzî, Ebû Bekir b. Ahmed b. Musabbih el-Hamevî, Necîbüddin Abdullah b. Kutb elBeyhaki, Ahmed b. Mahmûd b. Ahmed el-Hicâzî ve Mü'min b. Ali b. Muhammed er-Rûmî gibi şahsiyetler yer alır. Sultan Zâhir Berkuk'un atabeği olan Aytemiş'in üstâdüddârı Emîr Kutlubey'in kendisine bazı idarî görevler vermesi üzerine İbnü'l-Cezerî defalarca Mısır'a gidip geldi. Dımaşk'taki Câmiu't-tevbe'nin hatipliği göreviyle ilgili olarak İbnü'l-Hüsbânî Şehâbeddin Ahmed b. İsmâil'le aralarında çıkan ihtilâf yıllarca devam etti.



Sehâvî, İbnü'l-Cezerî'nin 779'da (1377) "tevkiu'd-dest" (fermanlara tuğra çekme) işiyle de görevlendirildiğini belirtmiştir. İbnü'l-Cezerî 792 ( 1 3 9 0 ) yılında ikinci defa hacca gitti. Kendisinin kaleme aldığı biyografisinde(Gâyetü'n-Nihâye,II, 2 4 9 ) 793'te ( 1 3 9 1 ) Dımaşk kadılığına getirildiğini söyler. Ancak diğer kaynaklardaki bilgilere göre nâib-i saltanat Yelboğa'nm (Yulbuga) müdahalesi üzerine Berkuk, eski kadı Şerefeddin Mes'ûd'un göreve devam etmesini uygun görmüştür ( İ b n ü ' l Fürât, IX, 260-261; ayrıca bk. İbn Kâdî Şühb e , I, 379; İbn Hacer, III, 75). Takıyyüddin İbn Kâdî Şühbe'nin bir başka vesileyle kaydettiği bilgiden (et-Târîh, I, 3 8 3 ) , bu gelişmenin İbnü'l-Cezerî'nin o günlerde mâruz kaldığı bir yargılama olayı ile ilgili olduğunu düşünmek mümkündür. Buna göre Mansûrî Vakfı yetkilileri, İbnü'l-Cezerî'nin vakıf malını kurallara aykırı olarak kullandığını ileri sürmüş. Mısırlı Mâlikî kadısı da 28 Ramazan 793'te ( 2 9 Ağustos 1 3 9 1 ) İbnü'l-Cezerî'nin kusurlu olduğuna hükmetmiştir. Zilkade 795'te (Eylül 1393) Atabeg Aytemiş'le aralarındaki bir dava konusuyla ilgili olarak muhtemelen Mısır'dan Dımaşk'a gelen İbnü'l-Cezerî, Kudüs Salâhiyye Medresesi'nde ders okutmakla görevlendirilmiş ve 797 (1394) yılı başlarına kadar bu görevine devam etmiştir. İbnü'lCezerî, başka bir vesile ile Salâhiyye Medresesi'nden söz ederken (Ğâyetü'n-Nihâye, I, 30) bu medresenin Dımaşkta olduğunu belirttiğine göre her iki şehirde de aynı adı taşıyan birer medrese bulunduğu anlaşılmaktadır. İbnü'l-Cezerî aynı yıl Kahire'ye gitmiş v e şâban (mayıs-haziran) ayında Dımaşk'ta mal varlığını yönettiği Kutlubeg'le hesap görmek üzere Kudüs üzerinden Dımaşk'a dönmüştür. Bu malî ilişki yüzünden İbnü'l-Cezerî ile Kutlubeg arasında uzun süre devam eden bir anlaşmazlık olmuş, konu aynı yıl Kahire'ye intikal etmiş, yapılan yargılama sonunda Kutlubeg'in İbnü'l-Cezerî'den büyük miktarda alacaklı olduğuna hükmedilmiştir ( İ b n ü ' l - F u r â t , IX, 434; İ b n K â d î Ş ü h b e , I, 5 t 9 ; İbn H a c e r , III, 287). Bu karar üzerine Mısır'daki mallarına el konan İbnü'l-Cezerî, hem yargılanma biçimini hem de verilen hükmü zulüm olarak nitelendirdi; hizmetinde bulunan İbn Teymiyye adındaki şahısla birlikte 1 Cemâziyelâhir 798'de (12 Mart 1 3 9 6 ) Kahire'den kaçarak İskenderiye'ye gitti; buradan da 1 Receb ( 1 0 Nisan) günü Antalya'ya ulaştı. İbnü'l-Cezerî, Antalya'da bir müddet kalarak bazı talebelere aşere okuttu; daha



sonra Bursa'ya gitti. İbnü'l-Cezerî Bursa'da Yıldırım Bayezid'den büyük ilgi gördü; kendisine yüksek miktarda maaş bağlandı, burada talebe yetiştirmesi sağlandı. Padişahın teklifi üzerine 785 Şevvalinde (Aralık 1383) İstanbul'a yapılan askerî harekâta katıldı; ardından gerçekleşen Niğbolu Savaşı'nda Yıldırım Bayezid'in beraberinde bulundu. Savaştan sonra Bursa'ya giden İbnü'l-Cezerî burada enNeşr fi'l-kırâ'ûti'l-'aşr adlı eserini yazdı; Tayyibetü'n-Neşr'i nazmetti. Bu manzumeyi pek çok talebe ezberleyerek kendisinden aşere okudu. Padişahın oğulları Mehmed, Mustafa ve Mûsâ da onun talebeleri arasında yer aldı. İbnü'l-Cezerî, yaklaşık yedi yıl sonra meydana gelen Ankara Savaşı'na Yıldırım Bayezid'le birlikte katılarak esir düştü; ancak onun şöhretinden haberdar olan Timur kendisini huzuruna getirterek ona saygı gösterdi ve ikramda bulundu ( İ b n H a c e r , V, 64); ardından ülkesine götürüp Keş'te inşa ettirdiği medresede görevlendirdi. Çok arzu etmesine rağmen Mâverâünnehir'den ayrılamayan İbnü'l-Cezerî, 17 Şâban 807'de (18 Şubat 1405) Timur'un vefatından sonra onun torunu Sultan Halil'den izin alarak 7 Zilhicce 807'de (6 Haziran 1405) Semerkant'tan ayrıldı. Uğradığı Buhara'da gördüğü ilgi üzerine bir müddet burada kalıp ders verdi. 27 Safer 808'de (24 Ağustos 1405) Buhara'dan Herat'a ulaştığında Sultan Mirza Şâhruh kendisini şehrin dışında karşıladı. Burada da bir müddet Şahîh-i Buhârî'yi ve Begavı'nin Meşâbîhu's-sünne adlı eserini okuttu. Ardından Yezd'e, oradan İsfahan'a geçti; her iki yerde de bir müddet ikamet edip aşere dersi verdi. Ramazan 808'de (Mart 1406) Şîraz'a ulaştı. Sultan Pir Muhammed onu burada alıkoydu, pek çok talebe kendisinden kıraat okudu. Daha sonra sultan tarafından kadı olarak tayin edildi. İbnü'l-Cezerî, başta Şîraz'da kalmayı arzu etmemesine rağmen daha sonra burayı benimsedi; Dımaşk'taki gibi bir dârü'l-Kur'ân yaptırdı. Üçüncü defa haccetmek için 822 (1419) yılında yola çıkan İbnüT-Cezerî, Basra Mekke arasında bir belde olan Uneyze yakınlarında bedevî Araplar'ın saldırısına uğrayarak soyuldu, canını zor kurtarıp Uneyze'ye sığındı. Burada ed-Dürre kırâ'âti caşere



'ş-şelâseti'1-mütemmime



fî li'l-



adlı manzum eserini yazdı. O yıl



hacca yetişemedi; bir müddet Yenbu'da ikamet ettikten sonra Rebîülevvel 823'te (Mart-Nisan 1420) Medine'ye, aynı yıl 1 Receb'de (12 Temmuz) Mekke'ye ulaştı.



552



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'I-CEZERÎ Hac mevsimine kadar mücâvir olarak kalıp haccını ifa ettikten sonra Şîraz'a döndü. Hac yolculuğu süresince uğradığı yerlerde kıraat dersleri vermeyi sürdüren, Medine'de Harem şeyhi Tavâşî'ye de kıraat okutan İbnü'I-Cezerî 827 (1424) yılında Dımaşk'a, buradan da Kahire'ye gitti; yıllar önce gizlice ayrıldığı bu şehirde bu defa Sultan Eşref Barsbay tarafından saygıyla karşılandı. Kahire'de bulunduğu süre içinde başta kıraat olmak üzere çeşitli dersler okuttu. Aynı yıl Mekke'ye gidip dördüncü haccını ifa etti. Ardından ticarî maksatla Yemen'e gitti. Yemen Meliki Mansûr Abdullah b. Ahmed er-Resûlî ona ilgi gösterdi; kendisinden hadis dinledi. Daha sonra Mekke'ye dönüp 828 (1425) yılında beşinci haccını ifa ederek 829 (1426) yılı başlarında tekrar Kahire'ye geçti; buradan da Dımaşk ve Basra üzerinden Şîraz'a ulaştı. 5 Rebîülevvel 833'te (2 Aralık 1429) Şîraz'da Sûkuliskâfıyyîn'de bulunan evinde vefat etti ve kendi yaptırdığı dârü'l-Kur'ân'da defnedildi.



b. Berkuk'a gönderdi. Babası Mâverâünnehir'de iken Ebû Bekir Bursa'da kaldı. Kardeşi Ebü'l-Feth Muhammed'in ölümü üzerine Sultan Eşref Barsbay tarafından ondan boşalan görevlere tayin edildi. 827'de (1424) babasıyla birlikte Mısır'da bulundu ve on günlük beraberlikten sonra onu Mekke'ye uğurladı; bir yıl sonraki hac mevsimine kadar burada kalarak babasının Tayyibetü'n-Neşr'i ile tecvide ve hadis ilmine dair Mukaddime'lerini şerhetti. 828 (1425) yılında babasıyla birlikte hac görevini ifa etti. Beraber gerçekleştirdikleri Mısır ziyaretinden sonra ailesini almak üzere 829 (1426) yılında Bursa'ya gitti. Bizzat babasının verdiği bu bilgiler karşısında Keşfü'z-zunûn'da yer alan (11,1799) onun 827'de (1424) öldüğüne dair bilginin doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Ziriklî babasından bir süre sonra vefat ettiğini belirtmiştir. Taşköprizâde, İbnü'l-Cezerî'nin diğer çocuklarının da tecvid, kıraat ve hadis konularında yetişmiş olduklarına işaret etmektedir (eş-Şekâ'ik, s. 41-42).



İbnü'l-Cezerî'nin altı oğlu ile dört kızı olmuştur. Oğullarından Ebü'l-Feth Muhammed 2 Rebîülevvel 777'de (1 Ağustos 1375) Dımaşk'ta doğdu; Kur'an'ı ezberledikten sonra kıraat, fıkıh, hadis ve nahiv gibi ilimleri tahsil etti. Babası Bursa'ya gidince Dımaşk'taki görevleri kendisine devredilen Ebü'l-Feth Muhammed 814 (1411) yılında vebadan öldü. Diğer bir oğlu Ebü'lHayr Muhammed Cemâziyelevvel 789'da (Haziran 1387) dünyaya geldi. Kıraat ve hadis tahsil etti. 801 (1399) yılında babasının yanına Bursa'ya gitti. Bir ara Fâtih Sultan Mehmed onu Dîvân-ı Hümâyun'da tuğra çekmekle görevlendirdi (Taşköprizâde, eş-Şekâ'ik, s. 42). Kardeşleri içinde ilimde temayüz ettiği anlaşılan Ebû Bekir Ahmed 17 Ramazan 780'de (7 Ocak 1379) Dımaşk'ta doğdu. Kur'an'ı hatmettikten sonra Şâtıbî'nin Hırzü'l-emârû'si başta olmak üzere kıraate dair bazı metinleri ezberledi. Babası onu Mısır'a götürüp ders okumasını sağladı. Ardından onaen-Neşr, Tayyibetü'n-Neşr ve Takrîbü'n-Neşr adlı eserlerini okuttu. Ebû Bekir ayrıca zamanın tanınmış âlimlerinden hadis dinledi. Babası Bursa'da iken yanına gidip bir taraftan kendini yetiştirmeye çalışırken diğer taraftan ders verdi; Yıldırım Bayezid'in çocukları onun talebeleri arasında yer aldı. Bursa Ulucamii'nde imamlık yaptı. Ankara Savaşı sırasında babasıyla birlikte olan Ebû Bekir'i Timur elçi olarak Sultan Nâsır Ferec



İlmî Şahsiyeti. İbnü'l-Cezerî'nin zirveye ulaştığı alan hiç şüphesiz ki kıraat ilmidir. İlk dönemlerde değişik konularda kendini yetiştirmeye çalışırken bu alanla ilgisini hiç kesmemiş, Dımaşk, Mısır ve Medine'de kırâat-i seb'a ve kırâat-i aşere ile A'meş, Hasan-ı Basrî ve İbn Muhaysın gibi imamların kıraatlerini muhtelif hocalardan tekrar tekrar okuyarak pekiştirmiş, kıraat vecihlerini meleke haline getirecek ölçüde hıfzetmiştir. Sadece kıraat okuduğu hocalarının sayısının kırkın üzerinde olması, onun bu ilme tutku ölçüsünde kendini verdiğini göstermektedir. Hocalık döneminde de okuttuğu çeşitli dersler arasında kıraati hep ön planda tutmuş, birkaç günlüğüne misafir olarak bulunduğu yerlerde de bu konuda kendisinden istifade etmek için etrafında kalabalıklar oluşmuş, hatta uzun yolculuklar sırasında geçirilen zaman dahi ondan yararlanmak için değerlendirilmiştir (Gâyetü'n-Nihâye, II, 250). Kıraat ve hadis ilmindeki önemi dolayısıyla isnad konusunu ele alan İbnü'I-Cezerî isnadı dinin bir rüknü olarak anlamış (Câmi\ı'l-esânîd, vr. l b ), en-Neşr'm yazarken istifade ettiği kıraat kitaplarıyla ilgili bütün senedlerini bu eserin girişinde verdiği gibi Câmi'u'l-esânîd adlı kitabını da bu maksatla kaleme almıştır. İbnü'l-Cezerî kıraat ilminde daha çok aşere konusu üzerinde durmuştur. İbn Mücâhid'in Kitâbü's-Seb'a'sı ile başlayan kı-



râat-i seb'a anlayışının Ebû Amr ed-Dânî'nin et-Teysîr'i ve Şâtıbî'nin Hırzü'lemânî'si gibi eserlerle yaygınlık kazanması, sahih kıraatlerin kırâat-i seb'adan ibaret olduğu ve Hz. Peygamber'in, "Kur'an yedi harf üzere nâzil oldu" meâlindeki hadisinde geçen "yedi harf" ile de aynı şeyin kastedildiği gibi bir anlayışın ortaya çıkması, bu sebeple kendisinden önce yazılan ve sekiz, on, on bir, on iki, on üç kıraati ihtiva eden eserlere ilgi gösterilmemesi karşısında İbnü'I-Cezerî, sahih kıraatlerden oluştuğuna inandığı aşere konusunu ciddi şekilde ele almıştır. Önce enNeşr fi'l-kırâ'âti'l-caşr adlı eserini yazmış, ardından onu Tayyibetü'n-Neşr ile manzum hale getirmiş, daha sonra da Takrîbü'n-Neşr fi'l-kırâ'âti']-caşr adıyla eserini ihtisar etmiştir. Amacı da öğretim programlarında seb'anın yerini aşerenin almasını sağlamaktı. İbnü'I-Cezerî, bu çalışmalarıyla kırâat-i seb'a anlayışına alternatif bir program ortaya koymakla yetinmemiş, bu anlayışın yaygınlaşmasında önemli yeri olan eserlerden Şâtıbî'nin Hırzü'1-emûnîadlı manzurriesindeki yedi kıraati ona tamamlamak üzere ed-Dürre'yi nazmetmiş, ardından Ebû Amr ed-Dânî'nin et-Teysîr'\ne Ebû Ca'fer el-Kârî, Ya'küb el-Hadramî ve Halef b. Hişâm'ın kıraatlerini de ilâve etmek suretiyle Tahbîrü 't-Teysîr fî kırâ'âti'l-e'immeti'l-'aşere adlı eserini meydana getirmiştir (Tahbîrü't-Teysîr, s. 8). Aşere üzerinde dururken yedi imama ilâve ettiği üç imamın kıraatlerinin de sahih senedle geldiğini, onların her bir rüknünün Hz. Osman'ın mushaflarının hattına, bir veçhile de olsa nahiv kaidelerine uygun olduğunu savunmuştur. İbnü'i-Cezerî bu çabalarında amacına ulaşmış, İbn Mihrân en-Nîsâbûrî'nin ilk defa el-Göye fi'l-kırû'âti'l-'aşr adlı eseriyle bir araya getirdiği meşhur on imamın kıraati onun bu çalışmalarıyla yaygınlaşmış ve zaman içinde bu ilmin öğretiminde bütünlüğünü koruyarak günümüze ulaşmıştır. Bazı İslâm ülkelerinde, özellikle Türkiye'de kıraat tedrisatın da korunagelen icâzet geleneğindeki isnad zincirlerinin genellikle İbnü'l-Cezerî'ye dayanması, diğer bir ifadeyle günümüzden Hz. Peygamber'e ulaşan kıraat silsilelerinin en yoğun kesişme noktasında İbnü'l-Cezerî'nin bulunması onun bu ilimdeki haklı otoritesiyle doğrudan ilgilidir. İbnü'I-Cezerî, gençlik yıllarında kaleme aldığı Müncîdü'l-mulfri'în adlı eserinde aşerenin bütün ihtilâf unsurlarıyla mü553



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVHERÎ tevâtir kıraatler olduğunu ileri sürmüş,



ri infırâd üzere okuması, kıraat v e resm-i



Şîraz'da uzun m ü d d e t kadılık yapması



kıraat vecihlerinden med, imâle v e hem-



hatta dair birer kitabı ezberlemesi, tec-



da bu alanda ona bir şöhret kazandırma-



zenin teshili gibi konulardaki farklılıkları



vidi ve harflerin sıfat v e mahreçlerini öğ-



mıştır. Kazâ v e fetvadaki üslûbu eleştiril-



mütevâtir saymayan İbnü'l-Hâcib'i eleş-



renip uygulayabilmesi gerekir. Kıraat



miş, aklına g e l e n i tartıp düşünmeden



tirerek idgam, "râ"nın terkıkı, "lâm"ın



vecihlerini c e m e d e r k e n uygun olmayan



söylediği ileri sürülmüştür (İbn Hacer,



tağlîzi, harekenin nakli gibi konular dahil



yerlerde durmamaya v e vakıf sonrasın-



VIII, 247; İbnü'l-İmâd, VII, 205-206). Süyû-



olmak üzere aşere içinde yer alan bütün



da uygun olmayan yerlerden başlangıç



tî de onun fıkıh bilmediği görüşündedir



kıraat vecihlerinin mütevâtir olduğunu



yapmamaya dikkat edilmelidir. Bazı mü-



(Zeylü Tabakâti'l-huffâz,



i s p a t l a m a y a çalışmıştır. Kırâat-i seb'a



teahhir kurrânın yaptığı gibi kıraat fark-



içinde sadece imâle v e m e d gibi usule



lılıklarını kelime kelime okuyarak göster-



dair konularda değil ferş-i hurûfta da şâz



mek bid'attır [a.g.e., s. 12-13).



unsurların bulunduğunu ileri süren Ebû Şâme'yi eleştirirken daha ağır bir üslûp kullanmıştır (Müncidü'l-mukri'în,



s. 57-



62). Ancak İbnü'l-Cezerî'nin yetişkinlik döneminde kaleme aldığı en-Neşr'inde bu anlayışını yumuşattığı, "mütevâtir" terimi yerine "sahih" kelimesini kullandığı, hatta önceki görüşünde yanıldığını itiraf ettiği görülmektedir. Buna göre bir kıraatin sahih olabilmesi için onun resm-i hatta, bir veçhile de olsa nahiv kaidelerine uygun olması ve sahih bir senedle gelmesi önemlidir. Bu şartları taşımayan bir kıraat vechi -yedi kıraat içinde de olsaşâzdır ve bâtıldır (en-Neşr, 1,9-13). el-Ahrufü's-seb'a* konusunda genelde İbn Cerîr et-Tfcberî, İbn Abdülber, Mekkî b. Ebû Tâlib gibi düşünen İbnü'l-Cezerî'ye göre meşhur on kıraat, Hz. Peygamber'in elahrufü's-seb'a hadisinde geçen yedi harften biri veya onun bir cüzüdür. Hz. Osman'ın mushafları da bu yedi harften birine g ö r e yazılmış, ancak nokta v e hareke taşımadıklarından bir harften daha çok okuyuşa imkân vermiştir (Mürıcidü'lmukri'în,



s. 56).



s. 377).



Eserleri. İbnü'l-Cezerî'nin çalışmaları için M u h a m m e d Mutî' el-Hâfız seksen yedi eseri ihtiva eden bir liste vermiştir



Onun ilmî mesaisi içinde hadisin d e



(el-İmâm Şemsüddîn



İbnü'l-Cezerî,



s. 7-



önemli bir yeri vardır. Gençlik yıllarında



51). Ali Osman Yüksel'in düzenlediği lis-



hadis tahsiline ciddi şekilde eğildiği gibi



t e d e ise 100 kitap v e risâle bulunmak-



yetişkinlik döneminde gittiği her y e r d e



tadır (İbn Cezerî ue



hadis dersleri de vermiş, Şabıîh-i



s. 201-203). Bu eserlerden bazıları şun-



rî'yi ve kendi eseri



Buhâ-



Şerhu'l-Meşâbîh'i



Tayyibetü'n-Neşr,



lardır: A ) Kur'an İlimleri, Kıraat. 1. en-



çeşitli talebe gruplarına takrir etmiş, Ka-



Neşr* fi'l-kırâ'âti'l-'aşr.



hire'de Ahmed b. Hanbel v e Şâfıî'nin ei-



raatle ilgili en geniş çalışması olup Mu-



adlı eserlerini okutmuştur (İbn



h a m m e d A h m e d Dehmân (I-II, Dımaşk



Müsned



Müellifin on kı-



Hacer, VIII. 246; İbnü'l-İmâd, VII, 205).



1345) v e Ali Muhammed ed-Dabbâ' (I-II,



Ebü'i-Fütûh A h m e d b. Abdullah et-Tâ-



Kahire, ts., 1976; Beyrut 1940, 1985) ta-



vûsî, kendi döneminde onun gerek âlî is-



rafından yayımlanmıştır. 2.



nad ve hadislerin hıfzı, g e r e k s e cerh v e



Neşr fi'l-kırâ'âti'l-'aşr.



ta'dîl konularında yegâne âlim olduğunu



(1397) yılında manzum hale g e t i r i l m i ş



799



Şahîh-i



şekli olan eser 1019 beyit ihtiva etmek-



Ebû Dâvûd, Nesâî v e İbn Mâ-



tedir. Çeşitli kütüphanelerde pek çok yaz-



b e l i r t m i ş , Şahîh-i Müslim,



Tayyibetü'n-



en-Neşr'in



ce'nin es-Sünen,



Buhârî



Dârimî, Şâfiî v e Ahmed



ma nüshası bulunan eserin çeşitli baskı-



adlı eserleri, Mâ-



ları yapılmış (nşr. Hasan et-Tûhî, Kahire



Begavî v e Nevevî'nin



1282, 1302 |mecmuaiçinde, taşbaskı],



b. Hanbei'in el-Müsned lik'in el-Muvatta\



ve



bazı eserleriyle ilgili senedlerini ortaya



1307, 1308; nşr. Ali Muhammed ed-Dab-



koyduğunu söylemiştir (Sehâvî, IX, 258).



bâ'. Kahire 1354 |/thâ/ü7-£>erere fi'l-kırâ-



Süyûtî de onun için, "Kıraatte eşşiz bir



'ât ve'r-resm ue'l-ây ve't-tecuîd adlı mec-



imamdı" derken hadiste hâfız olduğuna



mua içinde, s. 168-2631) v e eser üzerine



işaret etmiştir (Zeylü



muhtelif şerhler yazılmıştır. 3.



Tabakâti'l-huffâz,



Neşr fi'l-kırâ'âti'l-caşr



s. 377). İbnü'l-Cezerî, zamanın fıkıh otorite-



İbnü'l-Cezerî, kıraat ilminin öğretimin-



lerinden fıkıh tahsil etmesine v e onların



de cem' metodunun uygulanabileceği gö-



kendisine f e t v a icâzeti v e r m e s i n e r a ğ -



rüşündedir. Ancak bu metotla okumaya



men bir fakih olarak ön plana çıkmamış,



geçmeden önce talebenin bütün kıraatle-



Dımaşk kadılığında görevlendirilmesi v e



tasarı'n-lieşr).



Takrîbü'n-



(et-Takrıb fî muh-



en-Neşr'in



özellikle tale-



belere kolaylık sağlamak üzere yapılmış muhtasarı olup on i m a m ı n kıraati ikişer râvi, her râvi ikişer tarik v e her iki tarik de yine ikişer tarik sınırları içinde ele alınmıştır. 10 Muharrem



804'te



(20



Ağustos 1401) Bursa'da tamamlanan ve pek çok nüshası bulunan e s e r İbrâhim Atve İvaz tarafından neşredilmiştir (Kahire 1381/1961, 1412/1992). 4. ,- ^'Li.-j



J-1



caşere



W



(ed-Dürretû['l-ma'niyyetü]



ye fî



^uJiitfi-LiC^J •••»* jii-HOdU^ •C 'A



ed-Dürre



fî kırâ'âti'ş-şelâşeti'l-mütemmime



V1'»1



kırâ'âti'l-e'immeti'ş-şelâşeti'l-mardıy-



ye li-tetmîmi'l-kıra'âti'l-'aşr).



;



li'l'l-mudıy-



Hırzü '1-emânî'sindeki



Şâtıbî'nin



yedi kıraati on kı-



raate tamamlamak üzere aynı vezinle kaleme alınan eser 240 beyitten meydana gelmektedir (Kahire 1319 [Şâtıbî'nin Hırj i'-'S.iv* -.ptsf.OCa'jZJs • ^J'cr



p^^Lİlı^^YJ/j-Ji^ll^



zü 'l-emânî ve 'Akiletü etrâbi'l-kaşâ'id fî esİbnü'l-Cezerî'nin



Talibîrü'tTeysîr



ne'l-makâşıd'ı,



kendisinin



Neşr ve el-Mukaddime



fîmâ y



Tayyibetü'necibü'ale'l-



Muhammed Müte-



adlı eserinin



kâri' enya'lemehûve



ilk iki sayfası



vellî el-Mısrî'nin el-Vücûhü'l-müsfîre



(Nuruosmaniye K t p . ,



tetmîmi'l-'aşere'si



nr. 6 0 )



554



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)







ile birlikte, s. 68-82 j).



İBNÜ'l-CEVHERÎ Eser üzerinde yapılan şerh çalışmaları şunlardır: M u h a m m e d b. Hasan esSemennûdî, Şerhu's-Semennûdîcalâ metni'd-Dürre li'l-kırâ'âti'l-'aşr (Kahire 1342), Ebü's-Sâlih Ali b. Muhsin es-Saîdî eş-Şâzelî, el-Minahu'l-ilâhiyye bi-şerhi'd-Dürreti '1-mardıyye ( S ü 1 e y m a n i y e K t p . , İ b r â h i m E f e n d i , nr. 23, 180 v a r a k ) ; Ebü'l-Kâsım Muhammed b. Muhammed en-Nüveyrî, Şerhu'd-Dürretî'l-mudıyye fî kırâ'âti'ş-şelâşeti'l-mardıyye (TSMK, III. A h m e d , nr. 174; S ü l e y m a n i y e Ktp., İbr â h i m E f e n d i , nr. 51, vr. 50-228, Ş e h i d A l i Paşa, nr. 16, R e ş i d Efendi, nr. 14, D â r ü l m e s n e v î , nr. 25, K a s î d e c i z â d e S ü l e y m a n Sırrı, nr. 7); Ebû Amr Osman b. Ömer b. Ebû Bekir en-Nâşirî ez-Zebîdî, Şerhu'd-Dürreti'l-mudfe fi'l-kırâ'âti'ş-şelâşi'l-mütemmime li'l-'aşr ( b a s k ı yeri yok, 1989/1409, d i ğ e r şerhler için bk .Keşfü'z-zunûn, 1, 743; B r o c k e l m a n n , GAL SuppL, II, 275). 5. Tahbîrü't-Teysîr fî kırâ'âti'l-e'immeti'l-'aşere. Ebû Amr ed-Dânî'nin yedi kıraate dair et-Teysîr adlı eseri üzerinde yapılmış bir çalışma olup müellif yedi imamın kıraatine Ebû Ca'fer el-Kârî, Ya'küb el-Hadramî v e Halef b. Hişâm'ın kıraatlerini de dercetmiş, ayrıca eseri tashih, tavzih v e kısmen ikmal etmiştir. Çeşitli kütüphanelerde pek çok yazma nüshası bulunan ve günümüzde kırâat-i aşere denilince gerek râviler gerekse ihtilâf vecihleri açısından akla ilk gelen kitap olan eser, Abdülfettâh el-Kâdî ile Muhammed Sâdık Kamhâvî tarafından yayımlanmış ( K a h i r e 1392/1972), daha sonra bir heyetin tashihiyle yeni bir neşri yapılmıştır ( B e y r u t 1404/1983). 6. et-Temhîd fî Cilmi't-tecvîd. 5 Zilhicce 769'da ( 2 2 T e m m u z 1 3 6 8 ) tamamlanan v e tecvid konularını kısa bir mukaddimeden sonra on bölüm halinde inceleyen eser ilk d e f a Mısır'da basılmış ( K a h i r e 1326), ardından Ali Hüseyin el-Bevvâb (Riy a d 1405/1985) v e Ganim Kaddûrî Hamed ( B e y r u t 1407/1986,1409/1989) tarafından neşredilmiştir. 7. Mukaddime(tü'l-Cezerî) fîmâ yecibü'ale'l-karfi en ya'lemehû (el-Mukaddimetü'l-Cezeriyye, el-Cezeriyye, Mukaddime fi't-tecvîd). On dokuz babdan oluşan toplam 109 beyitlik bu eserde mehâric-i hurûf, sıfât-ı hurûf, terkik, tefhîm, idgam, lahn, gunne, medler, vakıf, hemze gibi konular işlenmiştir. Her dönemde pek çok öğrenci tarafından ezberlenen ve çeşitli kütüphanelerde yüzlerce nüshası bulunan eserin baskıları da yapılmıştır ( İ s t a n b u l , ts., İ b r â h i m E f e n d i M a t b a a s ı , 1280 [ M a ğ n i s î ' n i n Türkçe tercüm e v e ş e r h i v e d i ğ e r b a z ı risalelerle birlikt e , s. 150-1561, 1299, 1310; İzmir 1301; Ka-



hire 1302,1304, 1306, 1307, 1310,1319 [Şât ı b î ' n i n Hırzü'l-emânîve'Akiletü etrâbi'lkaşa'idfîesne'l-makâşıd'ı, kendisinin Tayyibetü'n-Neşrve ed-Dürre'si v e M u h a m med Mütevellîel-Mısrî'nin el-Vücûhü'lmüsfıre'si ile birlikte, s. 68-82], 1371/1952 [ Ş e h â b e d d i n A h m e d el-İşbîlî, T â h â b. M u h a m m e d e l - B e y k ü n î v e M u h a m m e d b. A l i e s - S a b b â n ' ı n h a d i s ıstılahlarına dair m a n z u m e l e r i y l e birlikte, s. 10-15]; Tahran 1316; D e l h i 1 8 8 8 ; C i d d e 1 4 1 5 / 1 9 9 5 ) . İbnü'lCezerî'nin bu manzumesi üzerine muhtelif şerhler kaleme alınmıştır, a) e / - f f a vâşi'l-müfehhime fî şerhi'1-Mukaddime. Müellifin oğlu Ebû Bekir Ahmed'e ait olup 1 Ramazan 806'da ( 1 3 Mart 1 4 0 4 ) Lârende'de ( K a r a m a n ) tamamlanmıştır ( K a h i r e 1309). Eser üzerine Zekeriyyâ elEnsârî bir hâşiye yazmış. Hasan b. Müslim el-Âmilî de Muhtaşaru Şerhi'l-Mukaddimeti'l-Cezeriyye (Süleymaniye Ktp., S e r e z , nr. 5 0 ) adıyla eseri ihtisar etmiştir. b) ed-Dekâ'iku'l-muhkeme fî şerhi'l-Mukaddime. Zekeriyyâ el-Ensârî'ye ait olup Ali el-Kârî'nin el-Mihahu'lfikriyye calâ metni'l-Cezeriyye'si kenarında basılmış ( K a h i r e 1302, 1308, 1367), daha sonra Nesîb Neşâvî'nin tahkikiyle neşredilmiştir ( D ı m a ş k 1400/1980). c ) e i Minahu'l-fikriyye 'alâ metni'l-Cezeriyy e . Ali el-Kârî tarafından kaleme alınan eserin çeşitli baskıları olup ( K a h i r e 1302, 1308, 1367 [ k e n a r ı n d a Z e k e r i y y â e l - E n s â r î ' n i n ed-Dekâ'iku'1-muh.kemefî şerhi'lMukaddime adlı e s e r i y l e birlikte], 1308 [İbn ü ' l - C e z e r î ' n i n o ğ l u n a ait bir ş e r h l e birlikt e ] , K a z a n 1887, M e k k e 1308 |Taşköprizâd e ' n i n b i r ş e r h i y l e b i r l i k t e ] ) ayrıca Muhyiddin el-Kürdî ve Muhammed Gayyâs es-Sabbâğ tarafından Şerhu'l-Mukaddimeti'l-Cezeriyye adıyla yayımlanmıştır ( D ı m a ş k , ts.). d) el-Fevû'idü's-sırriyye fî şerhi'l-Mukaddimeti'l-Cezeriyye. İbnü'l-HanbelFnin bu şerhinin iki nüshası Süleymaniye ( Ş e h i d A l i P a ş a , nr. 2766; Kad ı z â d e A h m e d , nr. 13), birer nüshası Beyazıt Devlet ( B a y e z i d , nr. 183, vr. 49 b -130 a ) v e Edirne Selimiye (nr. 55), bir nüshası Princeton Kütüphanesi'nde (nr. 3989) bulunmaktadır ( d i ğ e r ş e r h l e r i ç i n bk. Keşfü'z-zunûn, 11, 1799-1800; B r o c k e l m a n n , GAL SuppL, II, 276). 8. Müncidü'l-mukri'în ve mürşidü't-tâlibîn. Yedi babdan oluşan ve telifi 25 Receb 773'te (1 Şubat 1372) Dımaşk'ta tamamlanan eserde kıraat, kâri ve mukrî terimleriyle mütevâtir, sahih v e şâz kıraatler, aşerenin kıraat ilmindeki yeri ve bu konuyla ilgili tartışmalar ele alınmış, aşerenin el-ahrufü'sseb'a ile münasebeti üzerinde durulmuş-



tur ( K a h i r e 1350,1977; Beyrut 1400/1980). 9. Hidâyetü'l-mehere ti tetimmeti('lkırâ'âti) 'l-caşere. 352 beyitten oluşmaktadır. Ebû Ca'fer el-Kârî, Ya'küb el-Hadramî ve Halef b. Hişâm'ın kıraatlerinin kırâat-i seb'aya eklendiği eserin nüshaları Süleymaniye ( A y a s o f y a , nr. 39, vr. 1-17; İzmirli İ s m a i l Hakkı, nr. 42, vr. 21-33; Ş e hid A l i P a ş a , nr. 36, vr. 42-61; Turhan V â l i d e S u l t a n , nr. 1, vr. 104-117), Beyazıt Devlet (nr. 161) ve Râşid Efendi (nr. 1007) kütüphanelerinde bulunmaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi'nde mevcut olan (Fâtih, nr. 57, vr. 1 - 1 2 ) ve ed-Dürre fîkırâ'âti'şşelâşe ti '1-m ükemmile li'l-caşere adını taşıyan eser de bu manzumenin bir başka nüshasıdır ( d i ğ e r nüshaları için bk. M u h a m m e d M u t î ' e l - H â f ı z , s. 51). 10. Nihâyetü'l-berere fi'1-kırâ'âti'ş-şelâş ezzd'ide cale'l-'aşere (el-Kırâ'âtü'ş-şâzze). İbn Muhaysın, A'meş ve Hasan-ı Basrfnin kıraatlerinin meşhur on kıraate eklendiği 450 beyitlik bu manzum eserin telifi Ramazan 798'de (Haziran 1396) tamamlanmış olup Süleymaniye Kütüphanesi'nde ( T u r h a n V a l i d e S u l t a n , nr. 1, vr. 117134; Y a z m a Bağışlar, nr. 1843, vr. 38-55; İzmirli İ s m a i l Hakkı, nr. 42, vr. 1-16; H ü s r e v P a ş a , nr. 5, vr. 1 - 1 4 ) nüshaları bulunmaktadır ( d i ğ e r y a z m a l a r ı için bk. M u h a m m e d M u t î ' e l - H â f ı z , s. 31, 51). 11. el-Elğâzü'l-Cezeriyye (Erba'ûnemes'elemine'lmesâ'ili'l-müşkile fi'l-kırâ'ât). Kırk üç beyitten meydana gelen eserin nüshaları Süleymaniye ( K ı l ı ç A l i Paşa, nr. 65, vr. 106107; 1029, vr. 106 a - 107 b ; R e ş i d E f e n d i , nr. 26, vr. 71-72) ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ( A l i Ü s k ü d a r l ı , nr. 36) kütüphanelerinde kayıtlıdır ( d i ğ e r nüshaları için bk. M u h a m m e d M u t î ' e l - H â f ı z , s. 9 ) . 12. el-cİkdü'ş-şemîn fî Elğâzi'l-kırâ'a. Bir önceki eserin müellif tarafından yapılan şerhidir (Keşfü'z-zunûn, l, 150). Ebû Hafs Ömer b. Kâsım el-Ensârî'nin el-'İkdü'l-Cevherî fî halli Elğâzi'l-Cezerî adıyla esere yazdığı şerhin (a.g.e., 11,1150) bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır ( K ı l ı ç A l i P a ş a , nr. 1029, vr. 51-55). 13. Kifâyetu'l-elma'î fî şerhi kavlihî t e'âlâ "ve kile yâ ardubleH" (nşr. A d n â n Ebû Ş â m e , Dımaşk 1411/1990). 14. et-Tezkâr fî rivayeti Ebân b. Yezîd el-'Attâr. Seksen beyitlik bu manzum eserin bir nüshası Millet Kütüphanesi'ndedir ( F e y z u l İ a h E f e n d i , nr. 6, vr. 195-201; d i ğ e r n ü s h a l a r ı için bk. M u h a m m e d M u t î ' e l - H â f ı z , s. 12). 15. Tuhfetü'l-ihvân fi'lhulfi beyne'ş-Şâtıbiyy eti ve'l-cUnvân. Şâtıbî'nin Hırzü'l-emânî'si ile Ebû Tâhir İsmâil b. Halef es-Sarakustî'nin el-cUn-



555



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVHERÎ vân'ı arasındaki ihtilâfların ele alındığı eserin bir nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde (nr. 53, vr. 169-181) kayıtlıdır ( d i ğ e r nüshaları için bk. a.g.e., s. 12). 16. cale'htilâfi'lUşûlü'l-kırâ'ât ed-dâ'ire kırâ'ât ( S ü l e y m a n i y e Ktp., K ı l ı ç A l i Paşa, nr. 1029, vr. 192-196-, d i ğ e r n ü s h a l a r ı için bk. a.g.e., s. 8 ) . B) Hadis. 1. el-Hışnü'1-haşîn min kelâmi Seyyidi'l-mürselîn. Telifi 22 Zilhicce 791'de (12 Aralık 1389) Dımaşk'ta tamamlanan eserde başta Kütüb-i Sitte olmak üzere temel hadis kaynaklarından derlenen rivayetlerle dua ve zikrin fazilet ve âdâbı, icâbet vakitleri ve yerleri, esmâ-i hüsnâ, bazı süre ve âyetlerin fazileti, Hz. Peygamber'in duaları gibi konular ele alınmıştır ( K a h i r e 12771kenarında A b d ü l h â d î e l - E b y â r î ' n i n en-Nûrü'l-mübîn li'lHışni'l-haşinadlı takrirleriyle birlikte], 1297, 1301,1302, 1303, 1306, 1307, 1310, 1312, 1316, 1320, 1321, 1349 [ M u h a m m e d Hakkı en-Nâzilî'nin Hazînetü'l-esrâr celîletü'l-ezkâr adlı kitabının kenarında], B o m b a y 1301; C e z a y i r 1328; Delhi 1871 [Urduca t e r c ü m e s i y l e birlikte|, L a h o r 1320). Ali el-Kârî eseri el-Hırzü'ş-semîn li'l-Hışni'l-haşîn adıyla şerhetmiştir (I-II, M e k ke 1304). 2. Miftâhu'1-Hışni'l-haşîn. Bir önceki eserin şerhi olup Ramazan 831'de (Haziran 1428) Şîraz'da yazılmıştır. Süleymaniye ( E s a d E f e n d i , nr. 3591, vr. 1-25; D â r ü l m e s n e v î , nr. 88, vr. 29-57), Nuruosmaniye (nr. 788/2, 31 varak), Râşid Efendi (nr. 1139, vr. 1-32) ve Millet ( M u r a d Molla, nr. 434) kütüphanelerinde nüshaları vardır ( d i ğ e r nüshaları için bk. Brockelmann, GAL Suppl., II, 277; M u h a m m e d M u t î ' elH â f ı z , s. 34). 3. 'Uddetü'1-Hışni'l-haşin min kelâmi Seyyidi'l-mürselîn. el-Hışnü'l-haşîn'in müellif tarafından yapılmış muhtasarıdır ( K a h i r e 1279, 1349; H a m a 1354, 1396; Beyrut 1401/1981, 3. bs.). İbnü'l-Cezerî'nin aynı eserden yaptığı bazı seçmeler de Nebzetün min ed'iye nebeviyye adıyla İbn Hacer el-Askalânî'nin Nuhbetü'l-fiker fî muştalahâti ehli'leşer'i ve Birgivî'nin Muştalahu'l-hadîş'i ile birlikte ( M e c m û 1 müştemil 'alâ resâ'ili şelâş) basılmıştır ( K a h i r e 1303). Şevkânî, 'Uddetü'l-Hışni'l-haşîn'i Tuhfetü'z-zâkirîn bi-'Uddeti'l-Hışni'l-haşîn (Kahire 1381, 1386, 1392, 1403; Beyrut, ts.), Yahyâ b. Muhammed el-Eryânî de el-Müstebşırîn bi-şerhi 'Uddeti'l-Hışni'l-haşîn (Dımaşk 1397) adıyla şerhetmiştir(e/-Hışnü'l-haşîn ü z e r i n d e y a p ı l a n d i ğ e r şerh v e ihtisar ç a l ı ş m a l a r ı y l a c ü d d e t ü ' l - H ı ş n i ' l - h a şîn'in Türkçe v e Farsça tercümeleri için bk. Keşfü'z-zunûn, I, 669-670). 4. el-Masca-



dü'l-ahmed fî hatmi Müsnedi'l-İmâm Afrmed. 11 Rebîülevvel 828'de (31 Ocak 1425) Mescid-i Harâm'da Ahmed b. Hanbel'in el-Müsned'inin hatmini takiben kaleme alınan eser, önce er-Resâ'ilü'nnâdire içinde (s. 17-47) Ebû Mûsâ el-Medînî'nin Haşâ'işü'l-Müsned'i ile birlikte basılmış ( K a h i r e 1347/1929; R i y a d 1410/ 1990), daha sonra Ahmed Muhammed Şâkir'in tahkikiyle Talâ'i'u'l-Müsned başlıklı mecmua içinde ( s . 12-41) neşredilmiştir (Kahire, ts., Mektebetü't-türâsi'l-İsl â m î ) . 5 . e l - B i d â y e fî mecâlimi'r-rivâye (el-Bidâyefîculûmi['r-riuâyeti]'l-hadîş, elHidâye fi fünûn'ı'l-hadîş, el-Hidâye ilâ \ılûml'r-rivâye). 370 beyitten oluşan eser Zilhicce 800'de (Ağustos 1 3 9 8 ) tamamlanmış olup Süleymaniye Kütüphanesi'nde nüshaları vardır (Lâleli, nr. 70, vr. 1-22,393; Servili, nr. 52, vr. 103-111).6. Bi'şetü(Jarfetü)'l-'âiim min kelâmi Ebi'l-Kâsım (el-Erba'ûn). Müellifin, sahihlerin en sahih olanlarından seçtiğini belirttiği kırk hadisi ihtiva eden eserin iki nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır ( M a h m û d Paşa, nr. 71, vr. 152-153; İ s m i h a n S u l t a n , nr. 200, vr. 22-28). 7. el-Erba'ûne'z-zâhiretü'1-mensûbe ile'l-'ıtrati't-tâhire. Ehl-i beyt'e mensup kişilerin rivayet ettiği kırk hadisi ihtiva eden eserin bir nüshası Millet Kütüphanesi'ndedir (Ali Emîrî E f e n d i , nr. 2383, vr. 193197). 8. 'İkdü'l-le'âlî fi'l-ehâdîşi'l-müselseleti'l-'avâlî. 808'de ( 1 4 0 5 ) Şîraz'da kaleme alınmıştır ( n ü s h a l a r ı için bk. Brockelmann, GAL, II, 260; DMl, I, 120). 9. el-Erba'ûne'l-'avâlî. Senedinde Hz. Peygamber'le müellif arasında on râvi bulunan kırk hadisi ihtiva eden eserin bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bulunmaktadır (nr. 5882, vr. 1-46). 10. Mukaddimetü 'ilmi'l-hadîş. Müellifin oğlu Ebû Bekir Ahmed'in şerhettiği belirtilen eserin (Keşfü'z-zunûn, II, 1803) bir nüshası Berlin'dedir ( B r o c k e l m a n n , GAL, II, 260). 11. Esne'l-metâlib fî menâkıbi seyyidinâ 'Alî b. Ebî Tâlıb. Önce Mekke'de basılan eseri (1324) daha sonra Muhammed Hâdî el-Emînî yayımlamış ( İ s f a h a n 1402), ayrıca Muhammed Bakır el-Mahmûdî tarafından tehzîb edilen eser Esne'l-menâkıb fî tehzîbi Esne'l-metâlib fî menâkıbi'l-İmâm Emîri'l-mü'minin !'Alî b. Ebî Tâlib adıyla neşredilmiştir ( B e y r u t 1403/1983). 12. el-Ehâdîşü'lHşrûne'l-'avâlî. Bir nüshası San'a'dadır ( M u h a m m e d Mutî' el-Hâfız, s. 7). 13. Ehâdîşü müselselât v e 'uşâriyyâtü'l-isnâdi 'âliyât (Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, M e c mû', nr. 58, vr. 51-60). 14. Şerhu'l-Meşâ-



bîh. Ferrâ el-Begavî'nin Meşâbîhu'ssünne adlı eseri üzerine yazılmış üç cilt hacminde bir şerh olup günümüze ulaşıp ulaşmadığına dair bilgi yoktur. 15. elMüsnedü'l-ahmed fîmâ yete'alleku biMüsnedi Ahmed. Ahmed b. Hanbel'in el-Müshed'inin şerhidir (izâhu'l-meknûn, 11,481). C) Siyer. 1. Kıt'a min mevlidi'ş-şerîf. Hz. Peygamber'in hizmetçileri, binekleri, savaş aletleri, kâtipleri, hanımları ve çocuklarına dair olan eserin son kısmı eksik bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır ( E s a d E f e n di, nr. 448/2). 2 . H e v l i d ü ' n - n e b î . Yazımı 11 Rebîülevvel 806'da (28 Eylül 1403) Keş'te tamamlanmıştır (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2063, vr. 11-16). el-Mevlidü'l-kebîr adıyla kaydedilen eser de ( B r o c k e l m a n n , GAL, II, 260; DMİ, I, 120) bu kitap olmalıdır. 3. Zâtü'ş-şifâ3 fî sîreti'n-nebiyyi'l-Muştafâ ve aşhâbihi'l-erba'ati'l-h ulefâ3 (Zâtü'ş-şifâ3 fi sîreti 'l-Muştafâ, Zâtü'ş-şifâ' fî sîreti'n-nebî ve'l-hulefâ'). 515 beyitten meydana gelen eserin nüshaları Süleymaniye ( L a l a İsmâil Paşa, nr. 375; Lâleli, nr. 2040) ve Emel Esin (nr. 505) kütüphanelerinde kayıtlıdır (diğer nüshaları için bk. DMBl, III, 233). Eser üzerine Muhammed b. Hasan el-Âlânî el-Kürdî'nin Refu'l-hafâ'şerhu Zâti'ş-şifâ' adıyla yazdığı şerh Hamdî Abdülmecîd'in tahkikiyle yayımlanmıştır (Beyrut 1407/1987). 4. Risâle fî hakkı ebeveyi'n-nebî (erRisâletü'l-beyâniyye fî hakkı ebeveyi'nnebî). Süleymaniye Kütüphanesi ile (Pert e v Paşa, nr, 603, vr. 25-38) Berlin Staatsbibliothek'te (nr. 10343) nüshaları bulunmaktadır. D) Tarih, Tabakat, Terâcim. 1. Câmi'u'lesânîd. Müellif bu çalışmasında önce isnadı dinin rükünlerinden biri olarak ele alıp onun önemini belirten rivayetleri zikretmiş, bu arada kendi hayatıyla ilgili bilgiler de vererek Kur'an ve kıraat okuduğu kırk altı hocasının kısa biyografisini ve isnadlarını zikretmiş, ardından kendi hocalarından okuyan yirmi iki kıraat âlimini kısaca tanıtmıştır. Eserin nüshaları Süleymaniye ( D â r ü l m e s n e v î , nr. 11) ve Emel Esin (nr. 415) kütüphanelerinde kayıtlıdır. 2. Nihâyetü'd-dirâyât fî esmâ'i ricâli'l-kırâ'ât (Tabakâtü'l-kurrâ'i'l-kebîr). Bizzat müellifin belirttiğine göre (Gâyetü'n-tiihâye, II, 4 0 8 - 4 0 9 ) eser 772 (1370-71) yılında yazılmaya başlanmış, 16 Cemâziyelâîıir 774'te (13 Aralık 1372) Dımaşk'ta tamamlanmıştır. 3. GâyetunNihâye* fî tabakâti'l-kurrâ'(Gâyetü'nNihâye fi esmâ'i ricâli'l-kırâ'ât üli'r-rlvâ-



556



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



İBNÜ'l-CEVHERÎ Bir önceki eserin muhta-



Yemen'de bulunduğu sırada İbnü'l-Ara-



beytinin Türkçe'ye tercümesini ve izahı-



sarı olup 395S biyografiyi ihtiva etmek-



bî'nin vahdet-i vücûda dair görüşleriyle



nı yapmıştır.



tedir ( n ş r . G o t t h e l f B e r g s t r a e s s e r , I-II, K a -



ilgili olarak kendisine sorulan bir sorunun



h i r e 1 3 5 1 - 1 3 5 2 / 1 9 3 2 - 1 9 3 3 ; B a ğ d a t 1970;



cevabı mahiyetindeki risâlenin bir nüsha-



I-II, B e y r u t 1402/1982 [ 3 . b s . | ) . 4 .



sı Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulun-



ye ue'd-dirâye).



recâtü'l-'aliyye Hanefiyye.







ed-De-



tabakâticulemâ'i'l-



Uluğ Bey adına yazılan bu al-



maktadır ( H ü s r e v P a ş a , nr. 423, vr. 38-40). 4. Manzûme



fi'l-felek



(Berlin, Staats-



fabetik eserin elif ve bâ harflerinin tama-



b i b l i o t h e k , nr. 8 1 5 9 / 3 ) . 5.



mı ile tâ harfinden bir bölümün yer aldığı



şu'arâ'lnşr.



bir nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüp-



6. el-İşâbe



hanesi'nde bulunmaktadır (ili. A h m e d , nr.



S t a a t s b i b l i o t h e k , nr. 6). 7.



2831, vr. 1-51). S . Muhtaşaru



şa can elfâzi'1-h.ulâşa.



lâm li'z-Zehebî.



Târihi'l-İs-



Telifi Receb 798'de (Ni-



Tabakâtü'ş-



B e r g s t r a e s s e r , K a h i r e 1352). (Berlin



fî levâzimi'l-kitâbe



nin el-Elfiye'smm



Kâşifü'l-haşâ-



İbn Mâlik et-Tâî'-



şerhi olan eser Mus-



san 1396) Antakya'da tamamlanan ese-



tafa Ahmed en-Nehhâs'ın tahkikiyle neş-



rin bir nüshası Süleymaniye Kütüphane-



redilmiştir ( K a h i r e 1403/1983).



si'nde ( R e î s ü l k ü t t â b M u s t a f a E f e n d i , nr.



Recep Akakuş, "İlm-i Kıraat Otoritele-



7 0 3 ) kayıtlıdır ( d i ğ e r n ü s h a l a r ı i ç i n b k .



rinden: İmam Cezeri v e Torunu Kasım



M u h a m m e d M u t î ' e l - H â f ı z , s . 33; DMBİ,



Paşa" başlıklı bir makale yayımlamış (Di-



111,233).



yanet Dergisi, X X V I / 4 |Ankara 1 9 9 0 ] , s. 3 -



E) Diğer Eserleri. 1. ha bi'l-edilleti'ş-şahîha.



Muhtârü'n-naşî-



31), Mustafa Ö z t ü r k , M u h a m m e d b. el-



Ülkede bir yö-



Cezerî



ve et-Temhîd







İlmi't-Tecvîd



netici bulunmasının g e r e ğ i , âdil devlet



adıyla doktora tezi hazırlamış (1981, Ulu-



başkanı, idarecilerin hediye kabul etme-



dağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi), Mu-



sinin hükmü gibi konuların hadislerle ele



h a m m e d Mutî' el-Hâfız el-İmâm



alındığı risâle, Dârü'l-kütübiT-Mısriyye'-



süddîn



Şem-



adlı çalışmasında



İbnü'I-Cezerî



deki t e k nüshası esas alınarak yayımlan-



(bk. bibi.) İbnü'l-Cezerî'nin kısa biyogra-



mıştır (Tanta 1411). 2.



fisiyle eserlerini tanıtmıştır. Ali Osman



fî zikri men ve'l-kabâ'ih.



ez-Zehrü'l-fâ'ih



tenezzehe



'ani'z-zünûbi



Çeşitli baskıları yapılan



eser (Kahire 1305, 1310, 1313, 1332, 1375)



Yüksel de İbn Cezerîve Neşr



Tayyibetü'n-



adlı doktora çalışmasında ( 1 9 8 2 ,



Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi,



Muhammed Abdülkâdir Atâ'nın tahkikiy-



bk. bibi.) Kur'an tarihine v e kıraat ilmine



le de neşredilmiştir (Beyrut 1406/1986). 3.



genel bir bakıştan sonra İbnü'l-Cezerî'-



Cevâbü



nin hayatı v e eserlerini incelemiş, Tay-



tâla'ati



İbni'l-Cezerî



can



kütübî'bni'l-'Arabî.



hükmi



mü-



Müellifin



yîbetü'n-Neşr'in



baştan itibaren 432



BİBLİYOGRAFYA :



İbnü'I-Cezerî, Gâyetü'n-Nihâye, 1, 30, 49, 129-131,483; 11, 243, 247-253,408-409;a.mlf„ Câmi'u'l-esânîd, Süleymaniye Ktp., Dârülme'snevî, nr. 11, vr. 1b, 12'-72"; a.mlf., Müncidü'lmulçri'în ue mürşidü't-tâlibîn, Kahire 1350, s. 12-13, 56-62; a.mlf., Tahbîrü't-Teysîr fîkırâ'âti 'l-e'immeti'l-'aşere, Beyrut 1404/1983, s. 78; a.mlf., en-Neşr, I, 9-13; İbnü'l-Furât, Târih (nşr. K. Zürayk- Neclâ izzeddin), Beyrut 1936, IX, 260-261, 434, 457; İbn KâdîŞühbe, et-Târîh (nşr. Adnân Dervîş), Dımaşk 1977, t, 8, 36, 92, 131, 159, 284, 379, 383, 477, 551, 552, 579, 608; İbn Hacer, İnbâ'ü'l-ğumr, III, 75, 287; V, 64; VIII, 245-248; Sehâvî, ed-Dau'ü'l-lâmiIX, 255-263; Süyûtî, Tabakâtü'l-huffâz(Lecne), s. 549; a.mlf., Zeylü Tabakâti'l-huffâz (Zeylü Tezkireti'l-huffâz li'z-Zehebî içinde, nşr. M. Zâhid el-Kevserî), Dımaşk 1347,'S. 376-377; Taşköprizâde, eş-Şekâ'ik, s. 36-44; a.mlf., Miftâhu'ssa'âde, II, 55-59; Keşfü'z-zunûn, 1,150, 669670, 743; II, 1118, 1150, 1799-1800, 1803, 2042; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VII, 204-206; Şevkânî, el-Bedrü'Hâli', II, 257-259; Serkîs, Mu'cem, I, 62-64; Brockelmann, GAL, II, 257-261; Suppi., II, 274-278; îzâhu'l-meknûn, I, 168; II, 89, 481; Hediyyetü'l-'âriftn, II, 187-188; Ziriklî. el-AHâm, VII, 274-275; Elbânî, Mahtûtât, s. 246-247; Halil İbrahim Kutlay, el-İmâm 'Alî elKârî ue eşeruhû fî Hlmi'l-hadîş, Beyrut 1408/ 1987, s. 378,383; Muhammed Mutî* el-Hâfız, elİmâm Şemsüddîn İbnü'I-Cezerî, Dübey 1414/ 1994, s. 7-51; Ali Osman Yüksel. İbn Cezerî ue Tayyibetü'n-Neşr, İstanbul 1996, s. 201-203, 226, 251-252; Muhammed Şeneb, "İbnü'I-Cezerî", DMİ, 1, 118-120; a.mlf., "İbnülcezerî", İA, V/2, s. 850-851; a.mlf., "ibn al-Djazari", Et2 (İng.), III, 753; Ahmed Pâketçî. "İbn Cezerî", DMBİ, III, 231-234. r—|



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : İbn Haldûn-İbnü’l-Cezerî Ankara : TDV, 1999. 20. c. (16, 557 s.)



L4sl



TAYYAR A L T I K U L A Ç



557